4 gün önce
AşıkVeysel'in ŞeyhSait Şiiri:
Şeyh Said’de yüzün tuttu isyana
Milletini hor baktırdı vatana
Fakir fukarayı boyadı kana
Öyle şeyhler çoktur külhanımızdan
Çağırdım Şeyh Said sağır mı diye
Başında sarığı değirmi diye
Tarttılar şeyhleri ağır mı diye
Haberin doğrulttun urganımızdan
Şeriatı düşündüler şerciler
Birtakım millete fesat verdiler
Her biri bir yerde hep geberdiler
Onlar kurtulmadı toplarımızdan
Aklı başında olan düşünür bunu
Şeriatçı oldu tüketen onu
Dağda belde fukaraya soygunu
Veren onlar idi vatanımızdan
Şeyh Said’de yüzün tuttu isyana
Milletini hor baktırdı vatana
Fakir fukarayı boyadı kana
Öyle şeyhler çoktur külhanımızdan
Çağırdım Şeyh Said sağır mı diye
Başında sarığı değirmi diye
Tarttılar şeyhleri ağır mı diye
Haberin doğrulttun urganımızdan
Şeriatı düşündüler şerciler
Birtakım millete fesat verdiler
Her biri bir yerde hep geberdiler
Onlar kurtulmadı toplarımızdan
Aklı başında olan düşünür bunu
Şeriatçı oldu tüketen onu
Dağda belde fukaraya soygunu
Veren onlar idi vatanımızdan
5 gün önce
Şimdi, eski ve fakir Türkiye’de kısa bir yolculuğa çıkacaksınız...
★★★
Yıl, 1974...
Başbakan Bülent Ecevit, 1971’de yasaklanan haşhaş ekimini ABD’ye rağmen yeniden başlattı.
Ecevit’in bu kararı, ABD’ye rağmen atılan bir adımdı.
★★★
1974...
Koalisyon hükümeti Başbakanı Ecevit ve ortağı Erbakan...
Kıbrıs Barış Harekatı’nı büyük bir diplomatik ve askeri başarıyla zafere ulaştırdı.
Koalisyon hükümetinin başarısıydı bu zafer....
★★★
5 Şubat 1975...
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle, ABD Türkiye’ye ağır bir silah ambargosu uyguladı.
Türkiye’nin ambargoya cevabı sert oldu.
13 Şubat 1975’te, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşu ilan edildi.
★★★
25 Temmuz 1975...
Başbakan Süleyman Demirel’di.
ABD, silah ambargosunun kaldırmadı.
Bunun üzerine, 25 Temmuz 1975’te Bakanlar Kurulu Kararnamesi’yle ABD’nin Türkiye’de bulunan 21 üs ve tesisi kapatıldı.
Yaklaşık beş bin ABD’li asker ve sivil ülkeyi terk etti.
★★★
Muhtemelen şaşırdınız...
Şaşırmayın...
Eski ve fakir Türkiye böyleydi...
★★★
26 Eylül 1978...
ABD Başkanı Carter’ın onayıyla, Türkiye’ye uygulanan ambargo kaldırıldı.
Başbakan Ecevit, ambargonun kaldırılmış olmasına rağmen, ABD’nin üs ve tesislerini açmadı.
Neden?
Çünkü, sağ sol iktidar fark etmez, Devlette devamlılık ilkesi ve geleneği vardı.
★★★
Üs ve tesisler, 12 Eylül yönetimi tarafından 18 Kasım 1980’de açıldı.
Kim açtı?
ABD’nin “bizim çocuklar” dediği 12 Eylül yönetimi...
★★★
Yıl, 1976...
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle, Yunanistan NATO’nun askeri kanadından ayrıldı.
İki yıl sonra, tekrar NATO askeri kanadına dönmek istedi.
Başbakan Ecevit ve Başbakan Demirel, ABD’nin baskısına rağmen, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüşünü onaylamadı.
Neden?..
Çünkü, Ege’de Türkiye’nin ulusal çıkarlar bunu gerektiriyordu.
★★★
Şaşırmayın...
O eski Türkiye böyleydi...
Sağı da, solu da ulusal çıkar doğrultusunda hareket ederdi.
★★★
20 Ekim 1980...
12 Eylül yönetiminin Devlet Başkanı Kenan Evren’di.
ABD bastırdı.
Evren, Ege ile ilgili sorunlarda ve AB konusunda, Türkiye’nin beklentilerinin dikkate alınacağı taahhüdünü aldı.
★★★
Ama, Evren’in önemli bir koşulu vardı:
“Eleştiri görmeyecekleri kısa bir zaman süresi” istiyordu.
Yani, ABD’ye “içerde atacağımız adımlara bir süre sessiz kalın” dendi.
ABD de, kabul etti.
★★★
Evren, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüşünü onayladı.
Ve, 12 Eylül yönetimi ciddi bir eleştiri almadan yoluna devam etti.
★★★
3 Kasım 2002...
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar olur.
★★★
1 Mart 2003...
ABD Irak Harekatı’na, yani işgaline başlayacaktı.
ABD askerinin Türkiye’de konuşlanmasına ilişkin tezkerenin, TBMM’den geçeceği düşünülüyordu.
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı da, tezkerenin onayını istiyordu.
★★★
TBMM, tezkereye “hayır” dedi.
ABD, büyük bir hayal kırıklığına uğradı.
★★★
TBMM’nin bu kararı, Türkiye’nin dış politika geleneği doğrultusunda son bağımsızlık adımıydı.
★★★
Şimdi, burada biraz nefes alın...
Artık, Yeni Türkiye’desiniz...
★★★
Tarih, 4 Temmuz 2003...
Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde, ABD askerleri tarafından 11 Türk askerinin başına çuval geçirilir.
Bu olay, NATO müttefiki ABD’nin Türkiye’ye karşı düşmanca tutumuydu.
Türkiye, ABD’ye NOTA bile vermedi.
★★★
Yıl, 2009...
Fransa 1967’de NATO Askeri kanadından ayrılmıştı.
2009’da tekrar dönmek istedi.
PKK/PYD terör örgütüne, en fazla destek veren ülkeler arasındaydı.
Türkiye, Fransa’nın NATO Askeri kanadına dönüşünü onayladı.
★★★
Yunanistan, uluslararası antlaşmalara aykırı olarak Ege’de Askersizleştirilmiş adaları silah deposuna çevirdi.
Kendisine ait olmayan ada/adacıkları sahiplendi.
Türkiye, sadece kınama açıklamalarıyla yetindi.
★★★
Oysa, Eski Türkiye’de, 1996 Kardak Krizi’nde Yunan Bayrağı indirilmiş ve Türk Bayrağı dalgalandırılmıştı.
★★★
26 Temmuz 2018...
ABD vatandaşı Rahip Brunson, casusluk suçlamasıyla Türkiye’de tutukluydu.
ABD Başkanı Trump, Brunson’ın serbest bırakılması için Türkiye’yi tehdit etti.
Brunson, serbest kaldı.
★★★
27 Şubat 2020...
Rusya, Suriye’de 35 askerimizi şehit etti.
Özür bile dilemedi.
Türkiye, NOTA bile vermedi.
★★★
5 Ekim 2023...
ABD, Suriye’de Türk Silahlı Hava Aracı’nı (SİHA) uyarı bile yapmadan düşürdü.
Bu, düşmanca bir tutumdu.
Türkiye, sadece kınadı.
★★★
20 Eylül 2024...
Yunan sahil güvenlik botu, Bodrum’da Türk karasularını ihlal etti.
Ardından, 23 Eylül 2024’te Datça’ya kadar geldi, karaya ayak bastı.
Türkiye, NOTA bile vermedi.
★★★
Yıl, 2023, 2024...
Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini, Türkiye kayda değer bir kazanç elde etmeden onayladı...
★★★
Ve, insan merak ediyor haliyle...
Fakir eski Türkiye’nin, nasıl böyle cesurca adımlar attığını...
Naim Babüroğlu
01 Nisan 2025
★★★
Yıl, 1974...
Başbakan Bülent Ecevit, 1971’de yasaklanan haşhaş ekimini ABD’ye rağmen yeniden başlattı.
Ecevit’in bu kararı, ABD’ye rağmen atılan bir adımdı.
★★★
1974...
Koalisyon hükümeti Başbakanı Ecevit ve ortağı Erbakan...
Kıbrıs Barış Harekatı’nı büyük bir diplomatik ve askeri başarıyla zafere ulaştırdı.
Koalisyon hükümetinin başarısıydı bu zafer....
★★★
5 Şubat 1975...
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle, ABD Türkiye’ye ağır bir silah ambargosu uyguladı.
Türkiye’nin ambargoya cevabı sert oldu.
13 Şubat 1975’te, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşu ilan edildi.
★★★
25 Temmuz 1975...
Başbakan Süleyman Demirel’di.
ABD, silah ambargosunun kaldırmadı.
Bunun üzerine, 25 Temmuz 1975’te Bakanlar Kurulu Kararnamesi’yle ABD’nin Türkiye’de bulunan 21 üs ve tesisi kapatıldı.
Yaklaşık beş bin ABD’li asker ve sivil ülkeyi terk etti.
★★★
Muhtemelen şaşırdınız...
Şaşırmayın...
Eski ve fakir Türkiye böyleydi...
★★★
26 Eylül 1978...
ABD Başkanı Carter’ın onayıyla, Türkiye’ye uygulanan ambargo kaldırıldı.
Başbakan Ecevit, ambargonun kaldırılmış olmasına rağmen, ABD’nin üs ve tesislerini açmadı.
Neden?
Çünkü, sağ sol iktidar fark etmez, Devlette devamlılık ilkesi ve geleneği vardı.
★★★
Üs ve tesisler, 12 Eylül yönetimi tarafından 18 Kasım 1980’de açıldı.
Kim açtı?
ABD’nin “bizim çocuklar” dediği 12 Eylül yönetimi...
★★★
Yıl, 1976...
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle, Yunanistan NATO’nun askeri kanadından ayrıldı.
İki yıl sonra, tekrar NATO askeri kanadına dönmek istedi.
Başbakan Ecevit ve Başbakan Demirel, ABD’nin baskısına rağmen, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüşünü onaylamadı.
Neden?..
Çünkü, Ege’de Türkiye’nin ulusal çıkarlar bunu gerektiriyordu.
★★★
Şaşırmayın...
O eski Türkiye böyleydi...
Sağı da, solu da ulusal çıkar doğrultusunda hareket ederdi.
★★★
20 Ekim 1980...
12 Eylül yönetiminin Devlet Başkanı Kenan Evren’di.
ABD bastırdı.
Evren, Ege ile ilgili sorunlarda ve AB konusunda, Türkiye’nin beklentilerinin dikkate alınacağı taahhüdünü aldı.
★★★
Ama, Evren’in önemli bir koşulu vardı:
“Eleştiri görmeyecekleri kısa bir zaman süresi” istiyordu.
Yani, ABD’ye “içerde atacağımız adımlara bir süre sessiz kalın” dendi.
ABD de, kabul etti.
★★★
Evren, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüşünü onayladı.
Ve, 12 Eylül yönetimi ciddi bir eleştiri almadan yoluna devam etti.
★★★
3 Kasım 2002...
Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar olur.
★★★
1 Mart 2003...
ABD Irak Harekatı’na, yani işgaline başlayacaktı.
ABD askerinin Türkiye’de konuşlanmasına ilişkin tezkerenin, TBMM’den geçeceği düşünülüyordu.
Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı da, tezkerenin onayını istiyordu.
★★★
TBMM, tezkereye “hayır” dedi.
ABD, büyük bir hayal kırıklığına uğradı.
★★★
TBMM’nin bu kararı, Türkiye’nin dış politika geleneği doğrultusunda son bağımsızlık adımıydı.
★★★
Şimdi, burada biraz nefes alın...
Artık, Yeni Türkiye’desiniz...
★★★
Tarih, 4 Temmuz 2003...
Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde, ABD askerleri tarafından 11 Türk askerinin başına çuval geçirilir.
Bu olay, NATO müttefiki ABD’nin Türkiye’ye karşı düşmanca tutumuydu.
Türkiye, ABD’ye NOTA bile vermedi.
★★★
Yıl, 2009...
Fransa 1967’de NATO Askeri kanadından ayrılmıştı.
2009’da tekrar dönmek istedi.
PKK/PYD terör örgütüne, en fazla destek veren ülkeler arasındaydı.
Türkiye, Fransa’nın NATO Askeri kanadına dönüşünü onayladı.
★★★
Yunanistan, uluslararası antlaşmalara aykırı olarak Ege’de Askersizleştirilmiş adaları silah deposuna çevirdi.
Kendisine ait olmayan ada/adacıkları sahiplendi.
Türkiye, sadece kınama açıklamalarıyla yetindi.
★★★
Oysa, Eski Türkiye’de, 1996 Kardak Krizi’nde Yunan Bayrağı indirilmiş ve Türk Bayrağı dalgalandırılmıştı.
★★★
26 Temmuz 2018...
ABD vatandaşı Rahip Brunson, casusluk suçlamasıyla Türkiye’de tutukluydu.
ABD Başkanı Trump, Brunson’ın serbest bırakılması için Türkiye’yi tehdit etti.
Brunson, serbest kaldı.
★★★
27 Şubat 2020...
Rusya, Suriye’de 35 askerimizi şehit etti.
Özür bile dilemedi.
Türkiye, NOTA bile vermedi.
★★★
5 Ekim 2023...
ABD, Suriye’de Türk Silahlı Hava Aracı’nı (SİHA) uyarı bile yapmadan düşürdü.
Bu, düşmanca bir tutumdu.
Türkiye, sadece kınadı.
★★★
20 Eylül 2024...
Yunan sahil güvenlik botu, Bodrum’da Türk karasularını ihlal etti.
Ardından, 23 Eylül 2024’te Datça’ya kadar geldi, karaya ayak bastı.
Türkiye, NOTA bile vermedi.
★★★
Yıl, 2023, 2024...
Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini, Türkiye kayda değer bir kazanç elde etmeden onayladı...
★★★
Ve, insan merak ediyor haliyle...
Fakir eski Türkiye’nin, nasıl böyle cesurca adımlar attığını...
Naim Babüroğlu
01 Nisan 2025
27 gün önce
Devlet gemi inşa mühendisi Fethi Algon'u 1946’da Tatvan'a yollar. Kocaman bir iç deniz, üzerinde hiç deniz taşımacılığı yok.
Fethi Algon eşini, iki oğlunu alır Kurtalan Ekpresi ile önce Siirt Kurtalan'a oradan da 8 saat (122 km) süren bir yolculukla Tatvan'a varır.
Vardıklarında manzara şudur Tatvan'da.
Yol yok
Okul yok
Elektrik yok
Su şebekesi yok
Türkçe bilen yok
Bakkal bile yok
Yok yok yok yok.
Fethi Algon önce tersaneyi kurar ve Van Gölü üzerinde yolcu taşımacılığı yapacak gemilerin, kosterlerin, römorkörlerin üretimine başlar, iskelelerin yapımları da başlar eş zamanlı Gevaş, Ahlat, Erciş, Van ve Gevaş'ta.
Sene 1950’de Van Gölü üzerinde yolcu taşımacılığı başlamıştır bile. Siirt Kurtalan'a gelenler karayolu ile Tatvan'a, oradan da göl çevresinde nereye gidecekse. Fethi Algon bakar ki herkes yakalayamıyor feribot saatlerini, der ki Denizcilik Bankası'na buraya otel lazım.
Bunun üzerine Doğu Anadolu'nun ilk ve tek dört yıldızlı oteli Tatvan'a inşa edilir vatandaş feribot beklerken rezil olmasın diye. İstanbul'dan Yalova'dan şefler, otel müdürleri getirilir personelinin eğitimi için. Otelin adı Denizcilik Bankası Oteli'dir. Bu arada tersane arazisi bir kampüs haline getirilir. 1950 gibi senede Van Gölü'nde yelken yapılır. Çevre illerden sayısız insan yelkenli izlemeye gelir.
Fethi Algon'a devletin gönderdiği paralar Diyarbakır üzerinden gelir. Çünkü en yakın Ziraat Bankası oradadır. Mecido isimli bir eşkiya yolda parayı getirenleri soyar, bütün paraları alır. Jandarma bile Mecido'ya bulaşmak istemez. Fethi Algon, Mecido'ya haber salar, gelsin görsün beni diye. Mecido bir eşkiyadır ama devletin adamı çağırmıştır sonuçta. Kalkar gider. Fethi mühendis derdini sorar. Mecido: “Adam vurdum, eşkiyayım diye kime bana iş vermez, ne yapayım” Fethi Algon, 1.90 boyundaki bu dev adama Tatvan tersane Kampüsü'nde bekçilik işi verir. Mecido eşkiyalığı bırakır. Karda tipide çocukları okula götürmek dahil her işe canla başla koşar. Tersanenin has adamı olur.
Tatvan'da okul yoktu, mühendis Fethi Algon'un oğlanlar okula başlayacak olunca kaymakama valiye çıkıp, okul konusunu dile getirir. Sene 1948'dir. Vali kaymakam yok öyle bir para bizde. Okulu yapın biz öğretmeni atayalım. Fethi Algon bulur buluşturur, tersane kampüsünde bir oda, kara tahtaya 25 öğrencinin eğitim alacağı bir derslik kurar, valiye kaymakama haber salar, atayın öğretmeni. Böylelikle Tatvan'ın ilk okulu açılır.
Öğrenci sayısı 25'dir. 23'ü Türkçeyi ilk defa okulda duyar. Fethi Algon ve ailesi 1959 senesine kadar Tatvan'da kalır ve bugün bile Bitlis il merkezinin daha önünde anılmasını sağlayan altyapıyı atarlar Tatvan'da. Sonra geldikleri yer olan İstanbul'a dönerler. Bozulan Türkçeleri nedeniyle çocukların lakabı artık kırodur İstanbul'da.
Oğlanlardan küçük olanı Atilla yıllar sonra Denizcilik Bankası'nda müfettiş olur. 1970ler filan. Tatvan denetlemesi vardır. Gönüllü olur. Yine Kurtalan Ekspresi ile Bitlis, Tatvan’a varır. 3 gece 4 gün. Tatvan'da babası zamanında açılan Denizcilik Bankası oteline yerleşir.
Resepsiyonda dev gibi ama beli bükülmüş bir adam vardır. Resepsiyonda kavga etmektedir. Üstü başı perişandır. Atilla zar zor tanır adamı. Babasının eşkiyalığı bırakıp işe aldığı eşkiya Mecido. Sarılırlar, ağlaşırlar, dertleşirler. Babası gittikten sonra gelenler ne yapıp edip, kovulmuştur Tatvan tersanesinden Mecido eşkiyadır, adam vurmuştur, katildir diye.
Oğlunun açtığı bakkal dükkanı geliri ile kıt kanaat geçinmektedirler Tatvan'da. Sorarım size? Fethi Algon da devlettir, sonrasında gelenler de? Bu devlet nasıl bir şeydir? Hele deyin bana. O değil de Fethi Algon'un torunu Burcu Algon bugün Azerbaycan yelken milli takımının koçu. Cumhuriyet'in yarattığı katma değer bugün Cumhuriyet'in sınırlarını aşıyor.
Yalnız nasıl zamanlarsa eşkiyası bile kalite. Öyle bir Türkiye’ymiş.
Yavuz Şen.
Fethi Algon eşini, iki oğlunu alır Kurtalan Ekpresi ile önce Siirt Kurtalan'a oradan da 8 saat (122 km) süren bir yolculukla Tatvan'a varır.
Vardıklarında manzara şudur Tatvan'da.
Yol yok
Okul yok
Elektrik yok
Su şebekesi yok
Türkçe bilen yok
Bakkal bile yok
Yok yok yok yok.
Fethi Algon önce tersaneyi kurar ve Van Gölü üzerinde yolcu taşımacılığı yapacak gemilerin, kosterlerin, römorkörlerin üretimine başlar, iskelelerin yapımları da başlar eş zamanlı Gevaş, Ahlat, Erciş, Van ve Gevaş'ta.
Sene 1950’de Van Gölü üzerinde yolcu taşımacılığı başlamıştır bile. Siirt Kurtalan'a gelenler karayolu ile Tatvan'a, oradan da göl çevresinde nereye gidecekse. Fethi Algon bakar ki herkes yakalayamıyor feribot saatlerini, der ki Denizcilik Bankası'na buraya otel lazım.
Bunun üzerine Doğu Anadolu'nun ilk ve tek dört yıldızlı oteli Tatvan'a inşa edilir vatandaş feribot beklerken rezil olmasın diye. İstanbul'dan Yalova'dan şefler, otel müdürleri getirilir personelinin eğitimi için. Otelin adı Denizcilik Bankası Oteli'dir. Bu arada tersane arazisi bir kampüs haline getirilir. 1950 gibi senede Van Gölü'nde yelken yapılır. Çevre illerden sayısız insan yelkenli izlemeye gelir.
Fethi Algon'a devletin gönderdiği paralar Diyarbakır üzerinden gelir. Çünkü en yakın Ziraat Bankası oradadır. Mecido isimli bir eşkiya yolda parayı getirenleri soyar, bütün paraları alır. Jandarma bile Mecido'ya bulaşmak istemez. Fethi Algon, Mecido'ya haber salar, gelsin görsün beni diye. Mecido bir eşkiyadır ama devletin adamı çağırmıştır sonuçta. Kalkar gider. Fethi mühendis derdini sorar. Mecido: “Adam vurdum, eşkiyayım diye kime bana iş vermez, ne yapayım” Fethi Algon, 1.90 boyundaki bu dev adama Tatvan tersane Kampüsü'nde bekçilik işi verir. Mecido eşkiyalığı bırakır. Karda tipide çocukları okula götürmek dahil her işe canla başla koşar. Tersanenin has adamı olur.
Tatvan'da okul yoktu, mühendis Fethi Algon'un oğlanlar okula başlayacak olunca kaymakama valiye çıkıp, okul konusunu dile getirir. Sene 1948'dir. Vali kaymakam yok öyle bir para bizde. Okulu yapın biz öğretmeni atayalım. Fethi Algon bulur buluşturur, tersane kampüsünde bir oda, kara tahtaya 25 öğrencinin eğitim alacağı bir derslik kurar, valiye kaymakama haber salar, atayın öğretmeni. Böylelikle Tatvan'ın ilk okulu açılır.
Öğrenci sayısı 25'dir. 23'ü Türkçeyi ilk defa okulda duyar. Fethi Algon ve ailesi 1959 senesine kadar Tatvan'da kalır ve bugün bile Bitlis il merkezinin daha önünde anılmasını sağlayan altyapıyı atarlar Tatvan'da. Sonra geldikleri yer olan İstanbul'a dönerler. Bozulan Türkçeleri nedeniyle çocukların lakabı artık kırodur İstanbul'da.
Oğlanlardan küçük olanı Atilla yıllar sonra Denizcilik Bankası'nda müfettiş olur. 1970ler filan. Tatvan denetlemesi vardır. Gönüllü olur. Yine Kurtalan Ekspresi ile Bitlis, Tatvan’a varır. 3 gece 4 gün. Tatvan'da babası zamanında açılan Denizcilik Bankası oteline yerleşir.
Resepsiyonda dev gibi ama beli bükülmüş bir adam vardır. Resepsiyonda kavga etmektedir. Üstü başı perişandır. Atilla zar zor tanır adamı. Babasının eşkiyalığı bırakıp işe aldığı eşkiya Mecido. Sarılırlar, ağlaşırlar, dertleşirler. Babası gittikten sonra gelenler ne yapıp edip, kovulmuştur Tatvan tersanesinden Mecido eşkiyadır, adam vurmuştur, katildir diye.
Oğlunun açtığı bakkal dükkanı geliri ile kıt kanaat geçinmektedirler Tatvan'da. Sorarım size? Fethi Algon da devlettir, sonrasında gelenler de? Bu devlet nasıl bir şeydir? Hele deyin bana. O değil de Fethi Algon'un torunu Burcu Algon bugün Azerbaycan yelken milli takımının koçu. Cumhuriyet'in yarattığı katma değer bugün Cumhuriyet'in sınırlarını aşıyor.
Yalnız nasıl zamanlarsa eşkiyası bile kalite. Öyle bir Türkiye’ymiş.
Yavuz Şen.
1 ay önce
Seni unutmadık devrimci boğa can.
21 kasap 11 polis 24 zabıta
6 kurban ortakları ve yakınları,
toplamda 323 kişinin elinden kurtulmuş,
Rizeden Trabzona yüzmüş.
karaya çıktıktan 12 saat sonra yorgunluktan yakalanmış.
yaralanan sayısı 34
ağır yaralı:3
Haluk Levent bu bogayi satin alarak kesilmesini ònledi. Simdi onun ciftliginde yaşıyor.
21 kasap 11 polis 24 zabıta
6 kurban ortakları ve yakınları,
toplamda 323 kişinin elinden kurtulmuş,
Rizeden Trabzona yüzmüş.
karaya çıktıktan 12 saat sonra yorgunluktan yakalanmış.
yaralanan sayısı 34
ağır yaralı:3
Haluk Levent bu bogayi satin alarak kesilmesini ònledi. Simdi onun ciftliginde yaşıyor.
1 ay önce
İŞTE KÜRT BİLİNEN ÜNLÜ ERMENİLER..!
PKK 35 bin kişinin kanını ellerinde taşıyan PKK lideri Artin Agopyan (APO) ermenidir.
“Parmaksız Zeki” kod adlı Şemdin Sakık, Ermeni’dir. Nenesinin Ermeni olduğunu kendisi açıklamıştır.
Bölücü Kürt partisi milletvekili Sırrı Sakık Ermeni’dir.
Bölücü Kürt partisi sözde “eş başkanı” Emine Ayna, katıksız bir Ermeni’dir.
PKK’nın önderlik ettiği, şimdi pek adı duyulmayan “sürgünde Kürdistan hükümeti” delegesi, 1959-Silvan doğumlu Semra Bakır, Ermeni’dir. Semra’nın kardeşi Orhan Bakır’ın asıl adı Armenak’tır. Ermeni terör örgütü TİKKO mensubu idi, Örgütün merkez komitesine kadar yükselen Orhan Bakır, güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürülmüştür.
1977-Silvan doğumlu Bülent Bakır Ermeni’dir.
“Sürgündeki hükümet” delegesi Meryem Tabaş Ermeni’dir. Dedesi Hokar, nenesi Haykanuş’tur.
“Zazan Bertin” kod adlı 1980-Silvan doğumlu Ruşen Tapancı Ermeni’dir. Dedesinin adı Ohannis’tir. “Mavi Çarşı”nın yakılması eylemine katılmıştır.
1975 doğumlu Yusuf Cihangir Ermeni’dir. Dedesinin adı Vartan’dır.
1965-Karakaçan doğumlu Adnan Dizin Ermeni’dir. Dedesinin adı Kirkor’dur.
1970-Siirt doğumlu Nihat Türksoy, hiç de TÜRK soylu değildir, Ermeni’ dir. Dedesinin adı Serkis, nenesinin adı Zerdo’dur.
1977-Bozova doğumlu Mehmet Güzel Ermeni’dir. Dedesinin adı Mıgırdıç, nenesinin adı İlsevik’tir.
“Cihan” kod adlı, 1974-Pertek doğumlu Akif Yadigâroğulları Ermeni’dir. Büyük dedesi Apkar, nenesi Maryam’dır.
1973-Ömerli doğumlu Metin Gümüş Ermeni’dir. Büyük dedesi Artin, ninesi Dihram’dır.
1948-Palu doğumlu Zülküf Demirtaş Ermeni’dir. Bu hıristiyan herif, “HADEP İmamlar Birliği” üyesi olmuştur!..
1978-Silvan doğumlu Sidar Şimşek Ermeni’dir. DEHAP ilçe teşkilatında görev yapmıştır. Büyük dedesi Bedros, nenesi Luşin’dir.
1977-Diyarbakır doğumlu Mehmet Sami Geniş Ermeni’dir.
Uyuşturucu madde kaçakçısıdır. Yakalanıp, 11.12.2002 tarihindeİstanbul; 6.DGM mahkemesinde CK/405 ve CK/403: Uyuşturucu madde ticaretinden yargılanarak 6 yıl 8 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Büyük dedesi Serkis, nenesi Şuşi’dir.
1975-Afşin doğumlu Özgür Erbil Ermeni’dir. Sahte belgeler ile yurtdışına çıkmıştır. Almanya’da, uyuşturucu tâciridir. Büyük dedesi Akup (agop), nenesi Lüsye’dir.
1977-Silvan doğumlu Orhan Olsen Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı İliyo, nenesinin adı Mari’dir. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1968-Muş doğumlu Kutbettin Akşula Ermeni’dir. 1992 yılında Muş ilinde PKK terör örgütüne maddî yönden destek sağlamak amacıyla silah kaçakçılığı yapmaktan tutuklanmıştır Büyük dedesi Vartan, nenesi Zelha’dır. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1979-Yurtbeyi doğumlu Barış Başak Ermeni’dir. Büyük nenesinin adı Kotine’dir. DTP kurucu üyesidir.
1953-İdil doğumlu Abdülaziz Özdemir Ermeni’dir. Dedesi Yusuf, ninesi Kazo’dur. 21.2.1991 günkü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1972-Siverek doğumlu Levent Kayadağ Ermeni’dir. Dedesi Migdat, ninesi Havuş adındadır. 16.10.1993 günü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1954-Beştüşşebap doğumlu Mehmet Öztunç Ermeni’dir. Dedesinin adı Musa, nenesinin adı Miran’dır. PKK’ya yardım ve yataklıktan tutuklanmış, daha sonra HADEP Antalya İl Kurulu’na seçilmiştir.
1977-Karayazı doğumlu İdris Sefil Ermeni’dir. Terörden hapis yatmış, sonra bir ara Konya HADEP Gençlik Komitesi üyeliği yapmıştır.Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
İdris’in akrabası Ersin Sefil de Ermeni’dir. Kuzey ırak’ta çatışmada öldürülmüştür.
1974-Hazro doğumlu Haci İçer’in hacılıkla hocalıkla alâkası yoktur, Ermeni’dir. Dedesi Ali, nenesi Gule’dir. HADEP Hazro İlçe Yönetim Kurulu üyesi idi. O da sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1973-Yaylayanı doğumlu Dilâver Öncü Ermeni’dir. HADEP Konak Şubesi Yönetim Kurulu üyesi idi. Izmir’de misyonerlik faaliyetinde bulunmuş, kilisede vaaz vererek hıristiyanlık propogandası yapmıştır.
1965-Firke doğumlu Edip Yıldız Ermeni’dir. Büyük dedesi Gaço, nenesi Rihan’dır. HADEP Parti Meclisi üyesi idi. PKK’lı suçluların avukatlığını yapmaktadır. Nevşehir E tipi cezaevinde yatan PKK terör örgütü mensubu Nimet Can’ın avukatlığını yapmıştır
.
1964-Benek doğumlu Haşim Benek Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Şiho, nenesinin adı Kitro’dur. 16.03.1985 günü Şırnak ilçesi Dereler Köyü civarında, Eşek Mağaraları mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında çıkan çatışmada sağ olarak ele geçirilmiş ve Diyarbakır mahkemesinde CK/ 1 68 : yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmıştır. Hapis yatmış, sonra DEP Antalya-Muratpaşa Belediye Encümeni adayı olmuştur.
1954-Kamberşeyh doğumlu Mahmut Hakkı Eşiyok Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Hokar, nenesinin adı Haykanuş’tur. HADEP İstanbul il teşkilatı sekreterliği yapmıştır.
1959-Urfa doğumlu İzzettin Kalaycı Ermeni’dir. 11.7.1986 tarihinde Diyarbakır 1. As. mahkemesinde CK/168 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmış 8 yıl 8 ay hapis yatmış, sonra Şanlıurfa HADEP il teşkilatında görev almıştır. 23.06. 1 996 tarihinde Ankara’daki HADEP 2. olağan kongresinde Türk bayrağının indirilerek PKK bayrağı asılması olayına karışmıştır.
1948-Kölük doğumlu Mehmet Cantekin Ermeni’dir. Büyük dedesi Bedros, nenesi Meryem’dir. Diyarbakır merkez Kayapınar Belediye başkanlığı yapan Mehmet Cantekin, 1 995 tarihli milletvekili seçimlerinde Diyarbakır HADEP Milletvekili adayı olmuştur. Mehmet Cantekin Kulp Karpuzlu da köy koruyucularını yönlendirerek terör örgütü PKK’ya lojistik destek sağlamaktadır. 2003 yılında PKK’nın 1978′de kurulduğu Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde DEHAP ve Göç-Der yöneticileri ile birlikte ‘barış ağacı’ adı altında ağaç dikmek töreni düzenlemiştir. Törende bölücü başı Öcalan’ı övücü sloganlar atılmıştır.
1953-Siirt doğumlu Maruf Altın Ermeni’dir. Büyük dedesi Ohanis, ninesi Pori’dir. Ama babasının dönme adı Hüseyin, anasının dönme adı Nafiye’dir. Böylece pek çok kişinin yaptığı gibi Ermeni olduklarını gizlemişlerdir. DEP İzmir-Konak ilçe teşkilatı üyesi idi. 23 Eylül 1998 tarihinde TCK 1 68 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 1 2 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm olmuştur.
1973-Urfa doğumlu Mehmet Sait Yalçın Ermeni’dir. Dedesi Girbuş, ninesi Varti’dir. Ancak babasının dönme adı Mehmet Kerim, anasının dönme adı Mevlude’dir. 1997′deki Bodrum bombalı saldırısının sorumlusudur. Müebbet hapse mahkûm olmuştur.
1975-Hazro doğumlu Zanamazak Yezidî’dir.
1973-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Şaşmaz Yezidî’dir.
1971-Nusaybin doğumlu Abdullah Şaşmaz, kendini hiç de ALLAH’ın kulu saymaz, Yezidî’dir.
1975-Hazro doğumlu Nevzat Tedik Yezidî’dir. Halit-Revzete’ den olma Nevzat Tedik’in nenesi Hüsna Tedik Diyarbakır il teşkilatı HADEP üyesi de olan PKK’nın gençlik örgütlenmesi içinde yer alan Nevzat Tedik, 11 Ekim 2001 tarihinde TCK 1 68: Yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır.
PKK’nın Avrupa’daki kasası Nuriye Kesbir Yezidî’dir. Aynı zamanda Kongra-Gel PKK’nın cephe örgütü Avrupa Kürt Demokratik Toplum Koordinasyonu (CDK) sözde meclis üyesidir. Eylül 200 1 ‘de Hollanda’ya yasadışı yollardan girmek isterken yakalanmıştır.
1980-Midyat doğumlu Şevkiye Atalan Yezidî’dir.
1966-Midyat doğumlu Fahrettin Şahin Yezidî’dir.
Adana’da yakalanan PKK’lı canlı bomba Hatice Arat Yezidî’dir. Dedesi Hasso, nenesi Meryem de Yezidî’dir.
1955-Beşin doğumlu Osman Ergin Yezidî’dir. DTP Merkez Yönetim Kurulu üyesidir.
Batılılar’ın aleyhimize kullanmak için sözüm ona “Türkler” arasından seçtirdiği, Avrupa Parlamentosu üyesi Feleknaz Uca, Yezidî’dir.
Feleknaz’ın babası Abdullah Uca, “Yezidî Kürdistan Birliği” başkanıdır, Elbette o da Yezidî’dir. Televizyonlarda boy gösteren Metin Uca nedir, size kalmış… Çünkü bu bölücü-militanların yumuşak uzantısı tüm medya, bürokrasi, parlamento ve hatta asker içindedir.
1971 -Midyat doğumlu Seyithan Alpar Süryânî’dir, yani SEYYİT Peygamber torunu) falan değil, düpedüz Hıristiyan’dır.
1976-Midyat doğumlu Metin Kesenci Süryânî’dir. “Beth Nehrin” adlı Süryânî ve Asurî örgütünün kurucusudur.
1975-Midyat doğumlu Adnan Kesenci Süryânî’dir.
1983-Nusaybin doğumlu Bilal Yürek Süryânî’dir.
1980-Pervari doğumlu Salih Boğdu Süryânî’dir.
1937-Ceylanpınar doğumlu Şemsi Emen Süryânî’dir. HADEP üyesi idi.
1969-Kurtalan doğumlu İhsan Kaya Süryânî’dir. Romanya’da PKK insan, silah, ve uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktayken sahte pasaport ve kimlikle yakalanmıştır. Büyük dedesi Görgis, nenesi Şemuni’dir.
1962-Siirt doğumlu Basri Kaysi Süryânî’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. İHD Siirt Şubesi üyesi, ve DEHAP Siirt il teşkilatı delegesi idi.
1980-Siirt doğumlu Ayhan Kaysi Süryâni’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. Pek çok olaya karışmış, 1997′de teslim olmuştur.
Itirafçı olmuş, 1999′da tahliye edilmiştir.
1952-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Kanşiray Süryânî’dir. Büyük dedesi Zeytun, ninesi Meryem’dir. İzmir Köy Hizmetleri soygununa katılmıştır. 16.7.1990 günü Bornova Tarım v
PKK 35 bin kişinin kanını ellerinde taşıyan PKK lideri Artin Agopyan (APO) ermenidir.
“Parmaksız Zeki” kod adlı Şemdin Sakık, Ermeni’dir. Nenesinin Ermeni olduğunu kendisi açıklamıştır.
Bölücü Kürt partisi milletvekili Sırrı Sakık Ermeni’dir.
Bölücü Kürt partisi sözde “eş başkanı” Emine Ayna, katıksız bir Ermeni’dir.
PKK’nın önderlik ettiği, şimdi pek adı duyulmayan “sürgünde Kürdistan hükümeti” delegesi, 1959-Silvan doğumlu Semra Bakır, Ermeni’dir. Semra’nın kardeşi Orhan Bakır’ın asıl adı Armenak’tır. Ermeni terör örgütü TİKKO mensubu idi, Örgütün merkez komitesine kadar yükselen Orhan Bakır, güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürülmüştür.
1977-Silvan doğumlu Bülent Bakır Ermeni’dir.
“Sürgündeki hükümet” delegesi Meryem Tabaş Ermeni’dir. Dedesi Hokar, nenesi Haykanuş’tur.
“Zazan Bertin” kod adlı 1980-Silvan doğumlu Ruşen Tapancı Ermeni’dir. Dedesinin adı Ohannis’tir. “Mavi Çarşı”nın yakılması eylemine katılmıştır.
1975 doğumlu Yusuf Cihangir Ermeni’dir. Dedesinin adı Vartan’dır.
1965-Karakaçan doğumlu Adnan Dizin Ermeni’dir. Dedesinin adı Kirkor’dur.
1970-Siirt doğumlu Nihat Türksoy, hiç de TÜRK soylu değildir, Ermeni’ dir. Dedesinin adı Serkis, nenesinin adı Zerdo’dur.
1977-Bozova doğumlu Mehmet Güzel Ermeni’dir. Dedesinin adı Mıgırdıç, nenesinin adı İlsevik’tir.
“Cihan” kod adlı, 1974-Pertek doğumlu Akif Yadigâroğulları Ermeni’dir. Büyük dedesi Apkar, nenesi Maryam’dır.
1973-Ömerli doğumlu Metin Gümüş Ermeni’dir. Büyük dedesi Artin, ninesi Dihram’dır.
1948-Palu doğumlu Zülküf Demirtaş Ermeni’dir. Bu hıristiyan herif, “HADEP İmamlar Birliği” üyesi olmuştur!..
1978-Silvan doğumlu Sidar Şimşek Ermeni’dir. DEHAP ilçe teşkilatında görev yapmıştır. Büyük dedesi Bedros, nenesi Luşin’dir.
1977-Diyarbakır doğumlu Mehmet Sami Geniş Ermeni’dir.
Uyuşturucu madde kaçakçısıdır. Yakalanıp, 11.12.2002 tarihindeİstanbul; 6.DGM mahkemesinde CK/405 ve CK/403: Uyuşturucu madde ticaretinden yargılanarak 6 yıl 8 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Büyük dedesi Serkis, nenesi Şuşi’dir.
1975-Afşin doğumlu Özgür Erbil Ermeni’dir. Sahte belgeler ile yurtdışına çıkmıştır. Almanya’da, uyuşturucu tâciridir. Büyük dedesi Akup (agop), nenesi Lüsye’dir.
1977-Silvan doğumlu Orhan Olsen Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı İliyo, nenesinin adı Mari’dir. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1968-Muş doğumlu Kutbettin Akşula Ermeni’dir. 1992 yılında Muş ilinde PKK terör örgütüne maddî yönden destek sağlamak amacıyla silah kaçakçılığı yapmaktan tutuklanmıştır Büyük dedesi Vartan, nenesi Zelha’dır. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1979-Yurtbeyi doğumlu Barış Başak Ermeni’dir. Büyük nenesinin adı Kotine’dir. DTP kurucu üyesidir.
1953-İdil doğumlu Abdülaziz Özdemir Ermeni’dir. Dedesi Yusuf, ninesi Kazo’dur. 21.2.1991 günkü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1972-Siverek doğumlu Levent Kayadağ Ermeni’dir. Dedesi Migdat, ninesi Havuş adındadır. 16.10.1993 günü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1954-Beştüşşebap doğumlu Mehmet Öztunç Ermeni’dir. Dedesinin adı Musa, nenesinin adı Miran’dır. PKK’ya yardım ve yataklıktan tutuklanmış, daha sonra HADEP Antalya İl Kurulu’na seçilmiştir.
1977-Karayazı doğumlu İdris Sefil Ermeni’dir. Terörden hapis yatmış, sonra bir ara Konya HADEP Gençlik Komitesi üyeliği yapmıştır.Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
İdris’in akrabası Ersin Sefil de Ermeni’dir. Kuzey ırak’ta çatışmada öldürülmüştür.
1974-Hazro doğumlu Haci İçer’in hacılıkla hocalıkla alâkası yoktur, Ermeni’dir. Dedesi Ali, nenesi Gule’dir. HADEP Hazro İlçe Yönetim Kurulu üyesi idi. O da sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1973-Yaylayanı doğumlu Dilâver Öncü Ermeni’dir. HADEP Konak Şubesi Yönetim Kurulu üyesi idi. Izmir’de misyonerlik faaliyetinde bulunmuş, kilisede vaaz vererek hıristiyanlık propogandası yapmıştır.
1965-Firke doğumlu Edip Yıldız Ermeni’dir. Büyük dedesi Gaço, nenesi Rihan’dır. HADEP Parti Meclisi üyesi idi. PKK’lı suçluların avukatlığını yapmaktadır. Nevşehir E tipi cezaevinde yatan PKK terör örgütü mensubu Nimet Can’ın avukatlığını yapmıştır
.
1964-Benek doğumlu Haşim Benek Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Şiho, nenesinin adı Kitro’dur. 16.03.1985 günü Şırnak ilçesi Dereler Köyü civarında, Eşek Mağaraları mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında çıkan çatışmada sağ olarak ele geçirilmiş ve Diyarbakır mahkemesinde CK/ 1 68 : yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmıştır. Hapis yatmış, sonra DEP Antalya-Muratpaşa Belediye Encümeni adayı olmuştur.
1954-Kamberşeyh doğumlu Mahmut Hakkı Eşiyok Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Hokar, nenesinin adı Haykanuş’tur. HADEP İstanbul il teşkilatı sekreterliği yapmıştır.
1959-Urfa doğumlu İzzettin Kalaycı Ermeni’dir. 11.7.1986 tarihinde Diyarbakır 1. As. mahkemesinde CK/168 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmış 8 yıl 8 ay hapis yatmış, sonra Şanlıurfa HADEP il teşkilatında görev almıştır. 23.06. 1 996 tarihinde Ankara’daki HADEP 2. olağan kongresinde Türk bayrağının indirilerek PKK bayrağı asılması olayına karışmıştır.
1948-Kölük doğumlu Mehmet Cantekin Ermeni’dir. Büyük dedesi Bedros, nenesi Meryem’dir. Diyarbakır merkez Kayapınar Belediye başkanlığı yapan Mehmet Cantekin, 1 995 tarihli milletvekili seçimlerinde Diyarbakır HADEP Milletvekili adayı olmuştur. Mehmet Cantekin Kulp Karpuzlu da köy koruyucularını yönlendirerek terör örgütü PKK’ya lojistik destek sağlamaktadır. 2003 yılında PKK’nın 1978′de kurulduğu Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde DEHAP ve Göç-Der yöneticileri ile birlikte ‘barış ağacı’ adı altında ağaç dikmek töreni düzenlemiştir. Törende bölücü başı Öcalan’ı övücü sloganlar atılmıştır.
1953-Siirt doğumlu Maruf Altın Ermeni’dir. Büyük dedesi Ohanis, ninesi Pori’dir. Ama babasının dönme adı Hüseyin, anasının dönme adı Nafiye’dir. Böylece pek çok kişinin yaptığı gibi Ermeni olduklarını gizlemişlerdir. DEP İzmir-Konak ilçe teşkilatı üyesi idi. 23 Eylül 1998 tarihinde TCK 1 68 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 1 2 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm olmuştur.
1973-Urfa doğumlu Mehmet Sait Yalçın Ermeni’dir. Dedesi Girbuş, ninesi Varti’dir. Ancak babasının dönme adı Mehmet Kerim, anasının dönme adı Mevlude’dir. 1997′deki Bodrum bombalı saldırısının sorumlusudur. Müebbet hapse mahkûm olmuştur.
1975-Hazro doğumlu Zanamazak Yezidî’dir.
1973-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Şaşmaz Yezidî’dir.
1971-Nusaybin doğumlu Abdullah Şaşmaz, kendini hiç de ALLAH’ın kulu saymaz, Yezidî’dir.
1975-Hazro doğumlu Nevzat Tedik Yezidî’dir. Halit-Revzete’ den olma Nevzat Tedik’in nenesi Hüsna Tedik Diyarbakır il teşkilatı HADEP üyesi de olan PKK’nın gençlik örgütlenmesi içinde yer alan Nevzat Tedik, 11 Ekim 2001 tarihinde TCK 1 68: Yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır.
PKK’nın Avrupa’daki kasası Nuriye Kesbir Yezidî’dir. Aynı zamanda Kongra-Gel PKK’nın cephe örgütü Avrupa Kürt Demokratik Toplum Koordinasyonu (CDK) sözde meclis üyesidir. Eylül 200 1 ‘de Hollanda’ya yasadışı yollardan girmek isterken yakalanmıştır.
1980-Midyat doğumlu Şevkiye Atalan Yezidî’dir.
1966-Midyat doğumlu Fahrettin Şahin Yezidî’dir.
Adana’da yakalanan PKK’lı canlı bomba Hatice Arat Yezidî’dir. Dedesi Hasso, nenesi Meryem de Yezidî’dir.
1955-Beşin doğumlu Osman Ergin Yezidî’dir. DTP Merkez Yönetim Kurulu üyesidir.
Batılılar’ın aleyhimize kullanmak için sözüm ona “Türkler” arasından seçtirdiği, Avrupa Parlamentosu üyesi Feleknaz Uca, Yezidî’dir.
Feleknaz’ın babası Abdullah Uca, “Yezidî Kürdistan Birliği” başkanıdır, Elbette o da Yezidî’dir. Televizyonlarda boy gösteren Metin Uca nedir, size kalmış… Çünkü bu bölücü-militanların yumuşak uzantısı tüm medya, bürokrasi, parlamento ve hatta asker içindedir.
1971 -Midyat doğumlu Seyithan Alpar Süryânî’dir, yani SEYYİT Peygamber torunu) falan değil, düpedüz Hıristiyan’dır.
1976-Midyat doğumlu Metin Kesenci Süryânî’dir. “Beth Nehrin” adlı Süryânî ve Asurî örgütünün kurucusudur.
1975-Midyat doğumlu Adnan Kesenci Süryânî’dir.
1983-Nusaybin doğumlu Bilal Yürek Süryânî’dir.
1980-Pervari doğumlu Salih Boğdu Süryânî’dir.
1937-Ceylanpınar doğumlu Şemsi Emen Süryânî’dir. HADEP üyesi idi.
1969-Kurtalan doğumlu İhsan Kaya Süryânî’dir. Romanya’da PKK insan, silah, ve uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktayken sahte pasaport ve kimlikle yakalanmıştır. Büyük dedesi Görgis, nenesi Şemuni’dir.
1962-Siirt doğumlu Basri Kaysi Süryânî’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. İHD Siirt Şubesi üyesi, ve DEHAP Siirt il teşkilatı delegesi idi.
1980-Siirt doğumlu Ayhan Kaysi Süryâni’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. Pek çok olaya karışmış, 1997′de teslim olmuştur.
Itirafçı olmuş, 1999′da tahliye edilmiştir.
1952-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Kanşiray Süryânî’dir. Büyük dedesi Zeytun, ninesi Meryem’dir. İzmir Köy Hizmetleri soygununa katılmıştır. 16.7.1990 günü Bornova Tarım v
1 ay önce
• YANİ DİYOR Kİ;
* SİZ VERGİ VERİN,
* SİZ AÇLIK SINIRININ ALTINDA MAAŞ ALIN,
* PORSİYONLARINIZI KÜÇÜLTÜN,
* ÇOCUKLARLA MARKETE GİTMEYİN.
* BİZ SARAYLARDA "Ş.İ.İ.R" GİBİ YAŞAYALIM,
* OSMANLI'NIN LÂLE DEVRİ'NDEKİ GİBİ DIŞARDAN YÜKSEK FAİZLE BORÇ ALIP İTİBADAN TASARRUF OLMAZ DİYEREK CAKA SATALIM,
* YANDAŞ YAREN, EŞ DOST-AKRABA, AİLE EFRADI, GİZLİ YABANCI ORTAKLAR LÜKS İÇİNDE YAŞARKEN FAKİR FUKARA GARİP GURABA FİTREYE MUHTAÇ KILINAN EMEKLİ
N'OLURSA OLSUN,
KISACASI SİZLER ÜRETİN, KAZANIN, VERİN, BİZ YİYELİM.
SİZ ŞÜKREDİN, SİZLER FAKİR KALIN Kİ; 500 YIL ÖNCE CENNET'E GİDİN VE PEYGAMBERE KOMŞU OLUN !!!
Alıntı
**************
• Biz SIZE YETEMEYİZ !!!
- Hobaraa diye memlekete doldurdukları beş milyon Suriyeli'ye şimdilik kaç para harcadılar? 52 milyar dolar harcadılar.
- Filistin'e yaptıkları yardım iki milyar doları geçti.
- Sudan'a 750 Milyon Dolar bağışladılar.
- Somali'ye 750 Milyon Dolar verdiler.
- Afganistan'a 650 Milyon Dolar ödediler.
- Libya'ya gönüllerinden Yarım Milyar Dolar koptu.
- Şeriatçı Mursi'nin cumhurbaşkanı olması şerefine Mısır'daki müslüman kardeşler'e tiko para ne gönderdiler? İki milyar dolarcık gönderdiler.
- Afrika'ya verdikleri para Yedi Milyar Doları aştı…
- Komor'a stadyum yaptılar.
- Tanzanya'ya, Burkina Faso'ya su kuyuları açtılar.
- Zimbabwe'ye pazar yeri inşa ettiler.
- Gana'ya Togo'ya Uganda'ya kırtasiye malzemesi gönderdiler.
- Moritanya'ya ahır kurdular.
- Mozambik'e inek dağıttılar.
- Gambiya'ya dökümhane kurdular.
- Kongo'ya okul yaptılar.
- Eritre'ye, Lesoto'ya üniforma hediye ettiler.
- Kamerun'a deterjan verdiler.
- Cibuti'ye ambulans verdiler.
- Somali'ye, Mali'ye Tunus'a, Mısır'a çöp kamyonları verdiler, çöp kamyonlarını teslim töreninde konuşan şehircilik bakanımız “bu çöp kamyonları kardeşliğimizi pekiştirecek” dedi.
- Sierra Leone'ye vidanjör verdiler.
- Arakan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
- Yemen'e 50 milyon dolar gönderdiler.
- Lübnan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
Bizzat asrın liderimiz anlattı…
- “Barzani kendi memurunun maaşını ödeyemiyordu, bana geldi, iki milyar dolar verdim” dedi.
- Pakistan'da köylülere keçi dağıttılar.i
- Yemen'e un verdiler.
- Okyanusya ülkesi Palau'ya VIP minibüs hediye ettiler.
- Karayip Denizi'ndeki Antigua'ya bilgisayar hibe ettiler.
- Büyük Okyanus'ta sadece dokuz mercan adacığından oluşan ve nüfusu sadece 12 bin kişi olan Tuvalu'ya “size ne verelim?” diye sordular, “bizim çocuklar futbol seviyor, nizami futbol topumuz yok” cevabı gelince, futbol topu ve pompa gönderdiler.
(Bu kadar da olmaz diyenler, lütfen internete girsin, tek tek bu haberleri okusun.)
- Teee ABD'nin Oregon eyaletinde yaşayan Kızılderililere 200 bin dolar hibe ettiler iyi mi…
- Washington'a direkt uçuş başlatan Türk Hava Yolları'nın ilk seferinde Apaçi, Novajo, Cheyenne ve Mohikan kabilelerinden 17 şefi, İstanbul'a getirdiler, yedirip içirip, gezdirdiler.
- 98 ülkede 100 bin kişiye ramazan kolisi verdiler.
- Kenya'da, Bangladeş'te, Çad'ta, Nijer'de Somali'de, Sudan'da, Yemen'de 300 bin kişiye iftar verdiler.
- Son sekiz yılda 175 ülkeye para dağıttılar.
Elaleme para saçma konusunda dünyanın en zengin ülkelerine tur bindirdiler, dünyadaki bütün yardımların üçte birini tek başına Türkiye'ye yaptırdılar.
ABD'den iki milyar dolar fazla yardım yaptılar, İngiltere'den altı milyar dolar fazla yardım yaptılar, Japonya'dan yedi milyar dolar fazla yardım yaptılar.
Böylece, Küresel Yardım Raporu'na göre “dünyanın en cömert hükümeti” ilan edildiler!
- 170 milyon dolar harcadılar, Rusya'ya cami yaptılar, kubbesini altın varaklarla kapladılar.
100 milyon dolar harcadılar, ABD'ye cami yaptılar.
- 30 milyon dolar harcadılar, İngiltere'ye, Avrupa'nın ilk çevre dostu camisini yaptılar.
35 milyon dolar harcadılar, Kırgızistan'a 50 bin metrekare, Orta Asya'nın en büyük camisini yaptılar.
- Karada yer kalmamış gibi, denizi doldurdular, Cibuti'ye cami yaptılar.
- Haiti'ye cami yaptılar.
- Filipinler'e cami yaptılar.
- Somali'ye Mali'ye cami yaptılar.
- Teee elalemin ülkelerine toplam yarım milyar dolarlık cami diktiler.
- Tayland'ta Etiyopya'da türbe yaptılar.
- Şu anda Sudan'da Sevakin adası'nı komple inşa ediyorlar, mühendisler, mimarlar, haritacılar, şehir planlamacıları gönderdiler, 100 milyon dolar döküyorlar.
(Bu arada… Kendileri bi lokma bi hırka yaşıyorlar.
* “İtibardan tasarruf olmaz” dediler,
- Buckhingham Sarayı'nın dört misli büyüklüğünde 1.150 küsur odalı saray yaptılar.
- Beş tane makam uçağı aldılar, en son alınan uçaktan Trump'ta bile yok.
- Vahdettin Köşkü'nü, Dolmabahçe Sarayı'nı, Beylerbeyi Sarayı'nı, Huber Köşkü'nü, Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü'nü, Beykoz Kasrı'nı, Savarona'yı Abdülaziz'in altın varaklı padişah koltuğunu kullanıyorlar, Marmaris'e ve Ahlat'a saray yaptırıyorlar..
- Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie içip, starex meyvesi eşliğinde aloevera'yla zencefilli somon suşi yiyorlar.)
Asrın liderimiz geçen seneki Kurban Bayramı'nda bağışını diyanet'e yaptı, asrın liderimizin bağışladığı kurban Afrika'da Togo'da kesildi.
Daha önceki kurban bayramlarında Kızılay'a bağış yapmıştı, kurbanları Moritanya, Çad, Etiyopya'da kesilmişti.
- Kuzey Irak'a 30 bin maske hibe ettiler.
- İran'a bin test kiti, 4 bin tulum, 20 bin önlük, 2 bin gözlük, 4 bin N95 maske, 78 bin maske hibe ettiler.
Bizzat sağlık bakanımız gururla anlattı, ABD'ye 500 bin test kiti verdiler.
* “Biz bize yeteriz” dedikleri, işte bu.
E haliyle “size” yetebilmeleri mümkün değil tabii...
Kefen parasını yedikleri milleti, ceset torbasıyla gömüp, üste para istemeleri sürpriz değil yani
!
Sözcü Gazetesi
Yılmaz ÖZDİL
* SİZ VERGİ VERİN,
* SİZ AÇLIK SINIRININ ALTINDA MAAŞ ALIN,
* PORSİYONLARINIZI KÜÇÜLTÜN,
* ÇOCUKLARLA MARKETE GİTMEYİN.
* BİZ SARAYLARDA "Ş.İ.İ.R" GİBİ YAŞAYALIM,
* OSMANLI'NIN LÂLE DEVRİ'NDEKİ GİBİ DIŞARDAN YÜKSEK FAİZLE BORÇ ALIP İTİBADAN TASARRUF OLMAZ DİYEREK CAKA SATALIM,
* YANDAŞ YAREN, EŞ DOST-AKRABA, AİLE EFRADI, GİZLİ YABANCI ORTAKLAR LÜKS İÇİNDE YAŞARKEN FAKİR FUKARA GARİP GURABA FİTREYE MUHTAÇ KILINAN EMEKLİ
N'OLURSA OLSUN,
KISACASI SİZLER ÜRETİN, KAZANIN, VERİN, BİZ YİYELİM.
SİZ ŞÜKREDİN, SİZLER FAKİR KALIN Kİ; 500 YIL ÖNCE CENNET'E GİDİN VE PEYGAMBERE KOMŞU OLUN !!!
Alıntı
**************
• Biz SIZE YETEMEYİZ !!!
- Hobaraa diye memlekete doldurdukları beş milyon Suriyeli'ye şimdilik kaç para harcadılar? 52 milyar dolar harcadılar.
- Filistin'e yaptıkları yardım iki milyar doları geçti.
- Sudan'a 750 Milyon Dolar bağışladılar.
- Somali'ye 750 Milyon Dolar verdiler.
- Afganistan'a 650 Milyon Dolar ödediler.
- Libya'ya gönüllerinden Yarım Milyar Dolar koptu.
- Şeriatçı Mursi'nin cumhurbaşkanı olması şerefine Mısır'daki müslüman kardeşler'e tiko para ne gönderdiler? İki milyar dolarcık gönderdiler.
- Afrika'ya verdikleri para Yedi Milyar Doları aştı…
- Komor'a stadyum yaptılar.
- Tanzanya'ya, Burkina Faso'ya su kuyuları açtılar.
- Zimbabwe'ye pazar yeri inşa ettiler.
- Gana'ya Togo'ya Uganda'ya kırtasiye malzemesi gönderdiler.
- Moritanya'ya ahır kurdular.
- Mozambik'e inek dağıttılar.
- Gambiya'ya dökümhane kurdular.
- Kongo'ya okul yaptılar.
- Eritre'ye, Lesoto'ya üniforma hediye ettiler.
- Kamerun'a deterjan verdiler.
- Cibuti'ye ambulans verdiler.
- Somali'ye, Mali'ye Tunus'a, Mısır'a çöp kamyonları verdiler, çöp kamyonlarını teslim töreninde konuşan şehircilik bakanımız “bu çöp kamyonları kardeşliğimizi pekiştirecek” dedi.
- Sierra Leone'ye vidanjör verdiler.
- Arakan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
- Yemen'e 50 milyon dolar gönderdiler.
- Lübnan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
Bizzat asrın liderimiz anlattı…
- “Barzani kendi memurunun maaşını ödeyemiyordu, bana geldi, iki milyar dolar verdim” dedi.
- Pakistan'da köylülere keçi dağıttılar.i
- Yemen'e un verdiler.
- Okyanusya ülkesi Palau'ya VIP minibüs hediye ettiler.
- Karayip Denizi'ndeki Antigua'ya bilgisayar hibe ettiler.
- Büyük Okyanus'ta sadece dokuz mercan adacığından oluşan ve nüfusu sadece 12 bin kişi olan Tuvalu'ya “size ne verelim?” diye sordular, “bizim çocuklar futbol seviyor, nizami futbol topumuz yok” cevabı gelince, futbol topu ve pompa gönderdiler.
(Bu kadar da olmaz diyenler, lütfen internete girsin, tek tek bu haberleri okusun.)
- Teee ABD'nin Oregon eyaletinde yaşayan Kızılderililere 200 bin dolar hibe ettiler iyi mi…
- Washington'a direkt uçuş başlatan Türk Hava Yolları'nın ilk seferinde Apaçi, Novajo, Cheyenne ve Mohikan kabilelerinden 17 şefi, İstanbul'a getirdiler, yedirip içirip, gezdirdiler.
- 98 ülkede 100 bin kişiye ramazan kolisi verdiler.
- Kenya'da, Bangladeş'te, Çad'ta, Nijer'de Somali'de, Sudan'da, Yemen'de 300 bin kişiye iftar verdiler.
- Son sekiz yılda 175 ülkeye para dağıttılar.
Elaleme para saçma konusunda dünyanın en zengin ülkelerine tur bindirdiler, dünyadaki bütün yardımların üçte birini tek başına Türkiye'ye yaptırdılar.
ABD'den iki milyar dolar fazla yardım yaptılar, İngiltere'den altı milyar dolar fazla yardım yaptılar, Japonya'dan yedi milyar dolar fazla yardım yaptılar.
Böylece, Küresel Yardım Raporu'na göre “dünyanın en cömert hükümeti” ilan edildiler!
- 170 milyon dolar harcadılar, Rusya'ya cami yaptılar, kubbesini altın varaklarla kapladılar.
100 milyon dolar harcadılar, ABD'ye cami yaptılar.
- 30 milyon dolar harcadılar, İngiltere'ye, Avrupa'nın ilk çevre dostu camisini yaptılar.
35 milyon dolar harcadılar, Kırgızistan'a 50 bin metrekare, Orta Asya'nın en büyük camisini yaptılar.
- Karada yer kalmamış gibi, denizi doldurdular, Cibuti'ye cami yaptılar.
- Haiti'ye cami yaptılar.
- Filipinler'e cami yaptılar.
- Somali'ye Mali'ye cami yaptılar.
- Teee elalemin ülkelerine toplam yarım milyar dolarlık cami diktiler.
- Tayland'ta Etiyopya'da türbe yaptılar.
- Şu anda Sudan'da Sevakin adası'nı komple inşa ediyorlar, mühendisler, mimarlar, haritacılar, şehir planlamacıları gönderdiler, 100 milyon dolar döküyorlar.
(Bu arada… Kendileri bi lokma bi hırka yaşıyorlar.
* “İtibardan tasarruf olmaz” dediler,
- Buckhingham Sarayı'nın dört misli büyüklüğünde 1.150 küsur odalı saray yaptılar.
- Beş tane makam uçağı aldılar, en son alınan uçaktan Trump'ta bile yok.
- Vahdettin Köşkü'nü, Dolmabahçe Sarayı'nı, Beylerbeyi Sarayı'nı, Huber Köşkü'nü, Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü'nü, Beykoz Kasrı'nı, Savarona'yı Abdülaziz'in altın varaklı padişah koltuğunu kullanıyorlar, Marmaris'e ve Ahlat'a saray yaptırıyorlar..
- Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie içip, starex meyvesi eşliğinde aloevera'yla zencefilli somon suşi yiyorlar.)
Asrın liderimiz geçen seneki Kurban Bayramı'nda bağışını diyanet'e yaptı, asrın liderimizin bağışladığı kurban Afrika'da Togo'da kesildi.
Daha önceki kurban bayramlarında Kızılay'a bağış yapmıştı, kurbanları Moritanya, Çad, Etiyopya'da kesilmişti.
- Kuzey Irak'a 30 bin maske hibe ettiler.
- İran'a bin test kiti, 4 bin tulum, 20 bin önlük, 2 bin gözlük, 4 bin N95 maske, 78 bin maske hibe ettiler.
Bizzat sağlık bakanımız gururla anlattı, ABD'ye 500 bin test kiti verdiler.
* “Biz bize yeteriz” dedikleri, işte bu.
E haliyle “size” yetebilmeleri mümkün değil tabii...
Kefen parasını yedikleri milleti, ceset torbasıyla gömüp, üste para istemeleri sürpriz değil yani
!
Sözcü Gazetesi
Yılmaz ÖZDİL
1 ay önce
"Ölürsen de hak yedirme, hak yeme
Aka kara, karaya da ak deme
Adaletten ayrılırsa mahkeme
Bir hakime bir de kanuna tükür.
İlaç olsa içme düşman tasından
Sakın taş attırma dost arkasından
Kim ikiyüzlüyse tut yakasından
Bir yüzüne bir de canına tükür."
💬 Abdurrahim Karakoç
Aka kara, karaya da ak deme
Adaletten ayrılırsa mahkeme
Bir hakime bir de kanuna tükür.
İlaç olsa içme düşman tasından
Sakın taş attırma dost arkasından
Kim ikiyüzlüyse tut yakasından
Bir yüzüne bir de canına tükür."
💬 Abdurrahim Karakoç
1 ay önce
And olsun geceye, gündüze...
And olsun karaya, denize...
And olsun kaleme, kâğıda...
Bir millet yarattım doğuda!
Türk diye bir yüce ad verdim.
Önüne kılavuz kurt verdim.
En üstün değerleri erdemi,
En güzel ülkeyi yurt verdim!
Donattım ruhunu imanla,
Kolunun gücünü sert verdim.
Ve onu mazluma sığınak,
Zalimin başına dert verdim!..
And olsun karaya, denize...
And olsun kaleme, kâğıda...
Bir millet yarattım doğuda!
Türk diye bir yüce ad verdim.
Önüne kılavuz kurt verdim.
En üstün değerleri erdemi,
En güzel ülkeyi yurt verdim!
Donattım ruhunu imanla,
Kolunun gücünü sert verdim.
Ve onu mazluma sığınak,
Zalimin başına dert verdim!..
1 ay önce
OĞULA NASİHAT
Sevildiğin yere sık gidip gelme,
Bal olsan tadına doyarlar oğul!
Güvenip kimseye sırrını verme,
Tutamaz dilini yayarlar oğul!
Diyardan diyara edilsen sürgün,
Doğru ol eğilme, dövülsen her gün,
Güçlü sandıkların sarsılır bir gün,
Sırtlarını sana dayarlar oğul!
Denizler taşırsan gözün selinden,
Bekleme bir fayda kızla, gelinden,
Hasta olsan kimse bilmez hâlinden,
Ancak öldüğünde duyarlar oğul!
Gitdiğin yol eğer doğru bir yolsa,
Aşarsın kolayca engeller dolsa,
Mâzinle övünme temiz de olsa,
Bir anda karaya boyarlar oğul!
Kıymet verme sakın, çaputa çula,
Güvenme cebinde paraya pula,
Gözü aç olanla çıkarsan yola,
Sonunda seni de soyarlar oğul!
Babamdan aldığım nasihat şöyle,
Yaratanın bize emridir böyle,
Bildiğin ne ise doğruyu söyle,
Elbet bir gün sana uyarlar oğul!
Zararı olmaz baharda yelin,
Kapanmaz yarası bir acı dilin,
Ne kadar bol olsa sofrası elin,
Yediğin lokmayı sayarlar oğul!
Dinlemeyip sözü vermezsen değer,
Boşunaysa bunca nasihat eğer,
İki elin durmaz dizini döğer,
Seni hiç yerine koyarlar oğul!
Kul Hilmi (Hilmi Coşkun)
Sevildiğin yere sık gidip gelme,
Bal olsan tadına doyarlar oğul!
Güvenip kimseye sırrını verme,
Tutamaz dilini yayarlar oğul!
Diyardan diyara edilsen sürgün,
Doğru ol eğilme, dövülsen her gün,
Güçlü sandıkların sarsılır bir gün,
Sırtlarını sana dayarlar oğul!
Denizler taşırsan gözün selinden,
Bekleme bir fayda kızla, gelinden,
Hasta olsan kimse bilmez hâlinden,
Ancak öldüğünde duyarlar oğul!
Gitdiğin yol eğer doğru bir yolsa,
Aşarsın kolayca engeller dolsa,
Mâzinle övünme temiz de olsa,
Bir anda karaya boyarlar oğul!
Kıymet verme sakın, çaputa çula,
Güvenme cebinde paraya pula,
Gözü aç olanla çıkarsan yola,
Sonunda seni de soyarlar oğul!
Babamdan aldığım nasihat şöyle,
Yaratanın bize emridir böyle,
Bildiğin ne ise doğruyu söyle,
Elbet bir gün sana uyarlar oğul!
Zararı olmaz baharda yelin,
Kapanmaz yarası bir acı dilin,
Ne kadar bol olsa sofrası elin,
Yediğin lokmayı sayarlar oğul!
Dinlemeyip sözü vermezsen değer,
Boşunaysa bunca nasihat eğer,
İki elin durmaz dizini döğer,
Seni hiç yerine koyarlar oğul!
Kul Hilmi (Hilmi Coşkun)
1 ay önce
" ÇERKES NENEM DE ATILMIŞTI DENİZE "
KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Dr.Sibel Siber, Cerkes Nenesini yazdi..
Çerkez Nenem de Atılmıştı Denize
“Çok çok güzelmiş annem. Hayal meyal hatırlıyorum. Uzun boyluymuş, iri yeşil gözleri varmış. Upuzun simsiyah saçları beline kadar iniyormuş…
Annemle, babam Çerkez Sürgünü sırasında çocuklarıyla birlikte, tüm diğer Çerkezler gibi bilinmeye doğru yelken açmışlar. Geride köklerini, anılarını, herşeylerini bırakarak terketmek zorunda kalmışlar yurtlarını…
Çok acılar çekmişler ama, onca acıya rağmen, yitirmemişler umutlarını . Umudu yitirmenin ölümle eş anlamlı olduğunu biliyorlarmış çünkü… Bilinmeyene doğru yol alırken uçsuz bucaksız denizlerde, sıkı sıkı tutunmak isterken yaşama, hastalık baş göstermiş gemide. Açlık, sefalet, ve ölüm peşlerindeymiş…”
Böyle anlatırmış büyükannemin annesi Çerkez göçündeki anılarını. Upuzun simsiyah saçlı güzel annesi de hastalanmış diğer birçokları gibi gemide.
Anlatırken dalıp gidermiş gözleri.. “Henüz dört yaşındaydım ama hatırlıyorum onu denize attıklarını… Uzun siyah saçları karışmıştı dalgaların arasına… Gözden kayboluncaya kadar tüm gemidekiler izlemiş cansız bedenini… Babamın kucağında ağladığımızı hatırlarım kardeşimle… Kızıyordum bir taraftan , isyan ediyordum… “Niye attınız annemi denize?” diye… “
Henüz küçücük bir çocukmuş ama o göç sırasında acıların en büyüğünü yaşamış, derin izler bırakmış ruhunda hiç silinmeyecek.
Sonra babasının omuzlarında karaya çıktığını hatırlıyor. Bir aile olarak çıktıkları umuda yolculuğa annesiz devam etmişler. Tüm zorluklara rağmen, yurtlarından çok farklı küçük bir adada , baba ve iki küçük kardeş tutunmaya çalışmışlar hayata.
Çocukluğumda dinlerken anlatılanları, hep o gemiyi ve o güzel upuzun saçlı Çerkez nenemi canlandırırdım gözümde. Yaşananlar, her zaman anlatılanlardan çok daha acı olsa da hissebilirdim çektikleri acıların büyüklüğünü.
Çerkezlerin kendi topraklarından sürülüşü, tarihin acılar ve ızdıraplarla dolu sayfalarındandır. Rus Çarlığı’nın emriyle topluca topraklarından sürülünceye kadar uzun yıllar büyük bir direniş göstermişler.
” Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı.Yüzlerce Çerkez köyü ateşe verilmişti. Köyler gece karanlığında basılıyordu. Rus askerlerinin yaşattığı dehşeti hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemiyordu…,” diye anlatıyor Rus tarihçiler o yılları.
1864’de sürgün edilen bir milyondan fazla Çekez, Osmanlı’nın onlara kucak açmasıyla Osmanlı topraklarına yerleştirilmek üzere gemilerle yola çıkarıldılar. Fakat ne yazık ki ancak yarısı Osmanlı topraklarına ulaşabilmiş, çoğu göç sırasında hayatını kaybetmiş.
Y.Abranov ,“Kafkas dağları”adlı kitabında , “ Çerkezlerin başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez…Göç sırasında binlercesi yollarda donarak, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler… Kıyılar ölüler ve ölmek üzere olanlarla doluydu… Donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar…Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular..” diye anlatıyor yaşanan dramı.
Gemilere ulaşabilenler de yine açlık ve salgın hastalıkların pençesinede yaşam mücadelesi vermekteydiler.
“Kapasitesinin çok üstünde insanlarla dıoldurulan ve yüzer mezarlar olarak adlandırılan gemilerden kaçının battığı bilinmiyor…” diye ifade ediyor araştırmacı Pinson yazılarında.
Kıbrıs’taki Çerkez ailelerinin atalarını taşıyan gemiler de önce Samsun’a, oradan İstanbul’a, İstanbul’dan da Kıbrıs’a doğru yola çıktıklarında takvimler, 22 Eylül 1864’ü gösteriyormuş. Bu üç gemide toplam 2346 kişi varmış.
Haftalarca süren yolculuk sırasında bine yakın kişi hastalıkan ve açlıktan hayatını kaybetmiş. Ölenler denize atıldığı için, ada açıklarında yüzlerce ceset yüzüyormuş.
İngiliz Konsolos R.h.Lang ,“ Gemide günde ortalama 30-50 kişi ölüyordu. Geriye kalanlar da zaten ölüden farksızdı…,” diye ifade ediyor.
Larnaka’ya 1362 kişi ulaşabilmiş, bunların 826 ‘sının hasta ve 19 ‘unun da ölü olduğu saptanmış.
Limanda karaya çıkmak için beklerken, yine ölümler devam etmiş. Bu sırada 150 ‘ye yakın ceset Larnaka’da yakılmış diye anlatıyor değişik kaynaklar.
Mayıs ayında sürülmüştü Çerkezler yurtlarından. Bu ayda hep takılır aklıma, çıktıkları umuda yolculukta hayatını yitirenler… Denize atılan güzel, siyah saçlı Çerkez ninem … Hayata tutunabilenler ve bu adada yeni yaşam kuranlar…
Geçmişi türlü acılarla dolu atalarımız, çektikleri onca acıya rağmen umutlarını hiç yitirmediler, tırnaklarını bu topraklara geçirdiler, burayı yurt yaptılar ve bizlere bu yurdu miras bıraktılar.
Umudu yitirmek önce kendimize sonra onlara ihanettir…Bunu hiç unutmayalım!
Dr.Sibel Siber
KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Dr.Sibel Siber, Cerkes Nenesini yazdi..
Çerkez Nenem de Atılmıştı Denize
“Çok çok güzelmiş annem. Hayal meyal hatırlıyorum. Uzun boyluymuş, iri yeşil gözleri varmış. Upuzun simsiyah saçları beline kadar iniyormuş…
Annemle, babam Çerkez Sürgünü sırasında çocuklarıyla birlikte, tüm diğer Çerkezler gibi bilinmeye doğru yelken açmışlar. Geride köklerini, anılarını, herşeylerini bırakarak terketmek zorunda kalmışlar yurtlarını…
Çok acılar çekmişler ama, onca acıya rağmen, yitirmemişler umutlarını . Umudu yitirmenin ölümle eş anlamlı olduğunu biliyorlarmış çünkü… Bilinmeyene doğru yol alırken uçsuz bucaksız denizlerde, sıkı sıkı tutunmak isterken yaşama, hastalık baş göstermiş gemide. Açlık, sefalet, ve ölüm peşlerindeymiş…”
Böyle anlatırmış büyükannemin annesi Çerkez göçündeki anılarını. Upuzun simsiyah saçlı güzel annesi de hastalanmış diğer birçokları gibi gemide.
Anlatırken dalıp gidermiş gözleri.. “Henüz dört yaşındaydım ama hatırlıyorum onu denize attıklarını… Uzun siyah saçları karışmıştı dalgaların arasına… Gözden kayboluncaya kadar tüm gemidekiler izlemiş cansız bedenini… Babamın kucağında ağladığımızı hatırlarım kardeşimle… Kızıyordum bir taraftan , isyan ediyordum… “Niye attınız annemi denize?” diye… “
Henüz küçücük bir çocukmuş ama o göç sırasında acıların en büyüğünü yaşamış, derin izler bırakmış ruhunda hiç silinmeyecek.
Sonra babasının omuzlarında karaya çıktığını hatırlıyor. Bir aile olarak çıktıkları umuda yolculuğa annesiz devam etmişler. Tüm zorluklara rağmen, yurtlarından çok farklı küçük bir adada , baba ve iki küçük kardeş tutunmaya çalışmışlar hayata.
Çocukluğumda dinlerken anlatılanları, hep o gemiyi ve o güzel upuzun saçlı Çerkez nenemi canlandırırdım gözümde. Yaşananlar, her zaman anlatılanlardan çok daha acı olsa da hissebilirdim çektikleri acıların büyüklüğünü.
Çerkezlerin kendi topraklarından sürülüşü, tarihin acılar ve ızdıraplarla dolu sayfalarındandır. Rus Çarlığı’nın emriyle topluca topraklarından sürülünceye kadar uzun yıllar büyük bir direniş göstermişler.
” Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı.Yüzlerce Çerkez köyü ateşe verilmişti. Köyler gece karanlığında basılıyordu. Rus askerlerinin yaşattığı dehşeti hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemiyordu…,” diye anlatıyor Rus tarihçiler o yılları.
1864’de sürgün edilen bir milyondan fazla Çekez, Osmanlı’nın onlara kucak açmasıyla Osmanlı topraklarına yerleştirilmek üzere gemilerle yola çıkarıldılar. Fakat ne yazık ki ancak yarısı Osmanlı topraklarına ulaşabilmiş, çoğu göç sırasında hayatını kaybetmiş.
Y.Abranov ,“Kafkas dağları”adlı kitabında , “ Çerkezlerin başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez…Göç sırasında binlercesi yollarda donarak, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler… Kıyılar ölüler ve ölmek üzere olanlarla doluydu… Donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar…Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular..” diye anlatıyor yaşanan dramı.
Gemilere ulaşabilenler de yine açlık ve salgın hastalıkların pençesinede yaşam mücadelesi vermekteydiler.
“Kapasitesinin çok üstünde insanlarla dıoldurulan ve yüzer mezarlar olarak adlandırılan gemilerden kaçının battığı bilinmiyor…” diye ifade ediyor araştırmacı Pinson yazılarında.
Kıbrıs’taki Çerkez ailelerinin atalarını taşıyan gemiler de önce Samsun’a, oradan İstanbul’a, İstanbul’dan da Kıbrıs’a doğru yola çıktıklarında takvimler, 22 Eylül 1864’ü gösteriyormuş. Bu üç gemide toplam 2346 kişi varmış.
Haftalarca süren yolculuk sırasında bine yakın kişi hastalıkan ve açlıktan hayatını kaybetmiş. Ölenler denize atıldığı için, ada açıklarında yüzlerce ceset yüzüyormuş.
İngiliz Konsolos R.h.Lang ,“ Gemide günde ortalama 30-50 kişi ölüyordu. Geriye kalanlar da zaten ölüden farksızdı…,” diye ifade ediyor.
Larnaka’ya 1362 kişi ulaşabilmiş, bunların 826 ‘sının hasta ve 19 ‘unun da ölü olduğu saptanmış.
Limanda karaya çıkmak için beklerken, yine ölümler devam etmiş. Bu sırada 150 ‘ye yakın ceset Larnaka’da yakılmış diye anlatıyor değişik kaynaklar.
Mayıs ayında sürülmüştü Çerkezler yurtlarından. Bu ayda hep takılır aklıma, çıktıkları umuda yolculukta hayatını yitirenler… Denize atılan güzel, siyah saçlı Çerkez ninem … Hayata tutunabilenler ve bu adada yeni yaşam kuranlar…
Geçmişi türlü acılarla dolu atalarımız, çektikleri onca acıya rağmen umutlarını hiç yitirmediler, tırnaklarını bu topraklara geçirdiler, burayı yurt yaptılar ve bizlere bu yurdu miras bıraktılar.
Umudu yitirmek önce kendimize sonra onlara ihanettir…Bunu hiç unutmayalım!
Dr.Sibel Siber
1 ay önce
Kurt kocayınca diye başlayan söze lanet gelsin..Üç gündür düşünüyorum,Sazak köyünde,12 eylül sonrası ilk şehitler anma gününü kutladığımız yılı hatırlayamadım.Benim eksikliğim olduğınu biliyorum.Rahmetli başbuğumuz,yeni tahliye olmuş.Ne arayanı,ne soranı var.Para pul nerdee..Parası pulu
olmayan,birkaç çulsuz ülkücü debelenip duruyoruz.Otobüsler tutulacak,kumanya yapılacak.Pankartlar yazılacak.Yerlere halılar,kilimler serilecek..Çankaya tur var,Ankarada Mustafa isimli bir arkadaşımız,ıkıla sıkıla rica ediyorum,
mazot bizden diye..Sağolsun,ne demek reisim bizden olsun hepsi,kaç otobüs diye sprduğunda,boğazım dğümlendi,gözlerim doldu.Sahi Mustafa ondan sonra ne oldu,ben yetişemedim.Kaçaksan,
bu işleride,kaptı kaçtı gibi yapmak zorundasın..
Sonrası malüm.
Yakalanırsın,
takvim ve hayatın sıfırlanıp,yeniden başlar.Neyse,yarım yamalak,otbüsler ve özel arabalarla Sazak köyüne,rahmetli Bakanımızın kabrine varıyoruz.Gün Sazağın oğlu başbuğun yanına geliyor.Kerbela gibi,su yok,gölge yok..Hava yanıyor.Başbuğ S.Servet SAZAK'a burada abdest alınıp,namaz kılınacak bir yer yapılmasını rica ediyor.Hersene binlerce insanın geleceğini anlatıyor başbuğ.Süleyman bey başıyla evet diyor.Bizde su aramak için,kekik kokuları arasında,araziye dağılıyoruz.Kayalıklar arasında,mağaramsı bir yerde sızan suyu bulup,ibriği doldurup,abdestleri alıp,başbuğun yanına koşuyoruz.Ses düzeni falan yok,dikenlerin üzerine çöküp,namazlar kılınıp,kuranlar okunuyor.Dualar edilip,yorgun,yoksun,ama bir okadarda,zafer kazanmış askerlerin sarhoşluğuyle,pert vaziyetde otobüslerimize biniyoruz,marşlar söyleyerek,Ankaraya geliyoruz.Bir sonraki sene,açık alana kilimler daha sıkça serilmiş,mezarlığa su getirilmiş ancak,başbuğun hayali,külliyeden eser yok.Yıllar sonra,demir direkler ve üstü sacla kapatılan bir alanımız oluyor,yetersizde olsa,hiç yoktan iyidir diyoruz.Başbuğ ölüyor,birkaç kere daha gidiliyor Sazak köyüne.Sonrası malüm,Kızılcahamamda bit yer icat edip,tıpkı Erciyes gibi,
gelenekleşmiş tüm gün gecelerimizi,birbir yok etti.Şehitleri anma,Ergenekon gecemiz,zafer gecemiz,İstiklal marşı ve Akifi anma geceleri v.s v.s..Binbir zorlukla var edilen,parti,ocak,dergi,teşkilat,şölen ve anma günleri,içinde zerre emeği geçmemiş adamların eline geçince ve,önce değersizleştirip,hareketin hafızasından siliniyor.Harekete yeni bir tarif ve tarih yarattığını sanıyor aklınca.Hele bir durun.Daha biz ölmedik.
Bizler onbinleriz..Tanrı Türkü Korusun..
olmayan,birkaç çulsuz ülkücü debelenip duruyoruz.Otobüsler tutulacak,kumanya yapılacak.Pankartlar yazılacak.Yerlere halılar,kilimler serilecek..Çankaya tur var,Ankarada Mustafa isimli bir arkadaşımız,ıkıla sıkıla rica ediyorum,
mazot bizden diye..Sağolsun,ne demek reisim bizden olsun hepsi,kaç otobüs diye sprduğunda,boğazım dğümlendi,gözlerim doldu.Sahi Mustafa ondan sonra ne oldu,ben yetişemedim.Kaçaksan,
bu işleride,kaptı kaçtı gibi yapmak zorundasın..
Sonrası malüm.
Yakalanırsın,
takvim ve hayatın sıfırlanıp,yeniden başlar.Neyse,yarım yamalak,otbüsler ve özel arabalarla Sazak köyüne,rahmetli Bakanımızın kabrine varıyoruz.Gün Sazağın oğlu başbuğun yanına geliyor.Kerbela gibi,su yok,gölge yok..Hava yanıyor.Başbuğ S.Servet SAZAK'a burada abdest alınıp,namaz kılınacak bir yer yapılmasını rica ediyor.Hersene binlerce insanın geleceğini anlatıyor başbuğ.Süleyman bey başıyla evet diyor.Bizde su aramak için,kekik kokuları arasında,araziye dağılıyoruz.Kayalıklar arasında,mağaramsı bir yerde sızan suyu bulup,ibriği doldurup,abdestleri alıp,başbuğun yanına koşuyoruz.Ses düzeni falan yok,dikenlerin üzerine çöküp,namazlar kılınıp,kuranlar okunuyor.Dualar edilip,yorgun,yoksun,ama bir okadarda,zafer kazanmış askerlerin sarhoşluğuyle,pert vaziyetde otobüslerimize biniyoruz,marşlar söyleyerek,Ankaraya geliyoruz.Bir sonraki sene,açık alana kilimler daha sıkça serilmiş,mezarlığa su getirilmiş ancak,başbuğun hayali,külliyeden eser yok.Yıllar sonra,demir direkler ve üstü sacla kapatılan bir alanımız oluyor,yetersizde olsa,hiç yoktan iyidir diyoruz.Başbuğ ölüyor,birkaç kere daha gidiliyor Sazak köyüne.Sonrası malüm,Kızılcahamamda bit yer icat edip,tıpkı Erciyes gibi,
gelenekleşmiş tüm gün gecelerimizi,birbir yok etti.Şehitleri anma,Ergenekon gecemiz,zafer gecemiz,İstiklal marşı ve Akifi anma geceleri v.s v.s..Binbir zorlukla var edilen,parti,ocak,dergi,teşkilat,şölen ve anma günleri,içinde zerre emeği geçmemiş adamların eline geçince ve,önce değersizleştirip,hareketin hafızasından siliniyor.Harekete yeni bir tarif ve tarih yarattığını sanıyor aklınca.Hele bir durun.Daha biz ölmedik.
Bizler onbinleriz..Tanrı Türkü Korusun..
1 ay önce
And olsun geceye, gündüze...
And olsun karaya, denize...
And olsun kaleme, kâğıda...
Bir millet yarattım doğuda!
Türk diye bir yüce ad verdim.
Önüne kılavuz kurt verdim.
En üstün değerleri erdemi,
En güzel ülkeyi yurt verdim!
Donattım ruhunu imanla,
Kolunun gücünü sert verdim.
Ve onu mazluma sığınak,
Zalimin başına dert verdim!..
And olsun karaya, denize...
And olsun kaleme, kâğıda...
Bir millet yarattım doğuda!
Türk diye bir yüce ad verdim.
Önüne kılavuz kurt verdim.
En üstün değerleri erdemi,
En güzel ülkeyi yurt verdim!
Donattım ruhunu imanla,
Kolunun gücünü sert verdim.
Ve onu mazluma sığınak,
Zalimin başına dert verdim!..
2 ay önce
KARADUTUM, ÇATAL KARAM, ÇİNGENEM.
Adı, Mari Gerekmezyan’dı.
Türkiye’nin ilk kadın heykeltraşlarından biriydi.
Ermeni asıllıydı.
Güzel Sanatlar Akademisi’nde misafir öğrenciydi.
Çok başarıydı.
Okulda bir asistana aşık oldu..
Asistan ünlü bir ressam ve şairdi.
Üstelik de evliydi.
Delice sevdiler birbirlerini.
Dillere düştüler.
Sevdiği adamın büstünü yaptı..
Ünlü ressam da onun portrelerini çizdi.
Günlerce aylarca büyük bir aşk yaşadılar.
Birbirlerine seranat yaptılar.
Mari’nin kaşı kara, gözü kara, bahtı da karaydı.
Ailesi ve Ermeni toplumu onu terketti.
İtinayla yalnızlaştırıldı.
Dönemin basını, Ermeni olduğu için Ankara’daki Resim Heykel sergilerinde üst üste aldığı ödüllerde adını bile geçirmedi.
Buna ragmen sevgilisini hiç terketmedi.
Ta ki hastalanana kadar..
1947 yılında tüberküloza yakalandı.
İstanbul Alman Hastanesi’ne yatırıldı.
Durumu ağırdı.
Antibiotik gerekiyordu.
Ama dünya savaşı yeni bitmişti.
Ülkede ilaç yoktu.
Ünlü ressam sevgilisini kurtarmak için tablolarını sattı.
İlaç için her yolu denedi.
Şiirler karaladı.
Ama olmadı.
Mari Gerekmezyan 1947 yılının 12 Ekiminde 37 yaşında hayata gözlerini yumdu.
***
Aradan 2 yıl geçmişti..
1949 yılının bir ilkbahar günüydü.
İstanbul Büyük Kulüp’te bir toplantı vardı.
Her ilde Büyük Kulüpler cumhuriyet burjuvasının eğlence mekanlarıydı.
Sıradan insanlar oraya giremezdi.
İşçi ve köylüler içeriye sokulmazdı.
Başı örtülüler de.
O gece Büyük Kulüp’tekiler özel konuk olan Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını istediler.
Bedri Rahmi ayağa kalktı.
Şiiri okumaya başladı.
Ama gözyaşlarını tutamadı.
Bir yandan mısraları söylüyor, bir yandan sular seller ağlıyordu.
Gözyaşlarına mendil yetmiyordu.
Bedri Rahmi’nin hemen yanında eşi Eren Eyüboğlu oturuyordu.
Ama hiç tepki vermiyordu..
O da herkes gibi bu şiiri ona yazmadığını biliyordu.
Bedri Rahmi’nin “Karadutum, çatal karam, çingenem” diye seslendiği kadın, 2 yıl önce ölen Mari Gerekmezyan’dı.
Mari öldükten sonra Bedri Rahmi’ye dünya haram olmuştu.
Öyle ki.
Yıkılmışlığını dizelere dökmüştü.
“Türküler bitti,
Halaylar durdu,
Horonlar durdu.
Hüzün geldi başköşeye kuruldu,
Yoruldu yüreğim, yoruldu.”
Yorgun yürek “Karadut” 1946´da menenjit tüberküloz kaptı. İyileşebilmesi için antibiyotik lazımdı. Savaş yeni bitmişti ve ilaç ateş pahasıydı. Bedri Rahmi, genç sevgilisine ilaç alabilmek için tablolarını elden çıkarmaya başladı. Ancak bu çabalar da sonuç vermedi ve o yıl İstanbul Alman Hastanesi’nden Mari Gerekmezyan´in ölüm haberi geldi.
Bedri Rahmi yıkılmıştı. Sevgilisini sonsuzluğa uğurladıktan sonra keder içinde eve döndüğünde kendisini teselli eden, yine eşi Eren olacaktı. O dönem içkiye başladı ünlü şair. Ürettiği ve dönemin ünlü olan eseri ise;
” Türküler bitti, halaylar durdu,
Horonlar durdu (…)
Hüzün geldi başköşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu. ”
Eren Eyüboğlu, eşinin bu zor dönemi atlatmasına yardımcı oldu. Onu yeniden sanatıyla buluşturmak için çabaladı. Başardığını sanıyordu. Ta ki büyük Kulüp’teki o geceye kadar.
“Karadut”u okurken, Bedri Rahmi’nin yanaklarından süzülen gözyaşları, sevda yarasının hâlâ kapanmadığının kanıtıydı. Bunun üzerine Eren, bir süre Paris’te yaşamaya karar verdi. Oradan eşine yazdığı bir mektupta “o geceyi” hatırlattı;
4 Ocak 1950 Paris
Canuşkam;
Kulüpte bir gece, bir şiir okumuştun hani! Hatırladın mı? Gözlerinden birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin nasıl titremişti. Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme kızgın bir ütü yapışmış gibi olmuştum.
O gece…
Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım. Bedri’nin ruhuna, insanüstü bir gücün acıyıp ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan mutluluk duyabilmeni sağlasın.
Eren
Bu dualar işe yaradı. Bedri Rahmi 11 yaşındaki oğluyla eşine geri döndü.
(Bedri Rahmi ölene kadar "Canım Cebişim" dediği sevgilisi Mari'yi hiç unutmadı)
1974´deki ölümüne kadar geçen çeyrek asrı, aynı evde çalışıp üreterek, diz dize birlikte tükettiler. Öldüğü gün, eşi Eren cenazeden dönüşte artik 35 yaşına gelmiş oğlunu karşısına oturttu.
“Babanı uğurladık” dedi, “Ama şunu bilmeni istiyorum ki, ona çok kırıldım. Yaşadığı ilişkiyi unutmadım. Hiçbir kadın aşağılanmayı kabul etmez. Buna katlandımsa, bil ki sadece senin hayatın kararmasın diyedir.”
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın, ağulum
Günahımsın, vebâlimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum,
Gökte ararken yerde bulduğum,
Karadutum, çatal karam, çingenem,
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın..
Sigara paketlerine resmini çizdiğim,
Körpe fidanlara adını yazdığım,
Karam, karam,
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt, buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten topyekun azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan,
Kibrit çöpü gibi kırılan,
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan,
Artık otlar, göstermelik atlar gibi bedava yaşayan,
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum.
Netmiş, neylemiş, nolmuşum,
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül,
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun!
#Hayatvefarkındalık
Adı, Mari Gerekmezyan’dı.
Türkiye’nin ilk kadın heykeltraşlarından biriydi.
Ermeni asıllıydı.
Güzel Sanatlar Akademisi’nde misafir öğrenciydi.
Çok başarıydı.
Okulda bir asistana aşık oldu..
Asistan ünlü bir ressam ve şairdi.
Üstelik de evliydi.
Delice sevdiler birbirlerini.
Dillere düştüler.
Sevdiği adamın büstünü yaptı..
Ünlü ressam da onun portrelerini çizdi.
Günlerce aylarca büyük bir aşk yaşadılar.
Birbirlerine seranat yaptılar.
Mari’nin kaşı kara, gözü kara, bahtı da karaydı.
Ailesi ve Ermeni toplumu onu terketti.
İtinayla yalnızlaştırıldı.
Dönemin basını, Ermeni olduğu için Ankara’daki Resim Heykel sergilerinde üst üste aldığı ödüllerde adını bile geçirmedi.
Buna ragmen sevgilisini hiç terketmedi.
Ta ki hastalanana kadar..
1947 yılında tüberküloza yakalandı.
İstanbul Alman Hastanesi’ne yatırıldı.
Durumu ağırdı.
Antibiotik gerekiyordu.
Ama dünya savaşı yeni bitmişti.
Ülkede ilaç yoktu.
Ünlü ressam sevgilisini kurtarmak için tablolarını sattı.
İlaç için her yolu denedi.
Şiirler karaladı.
Ama olmadı.
Mari Gerekmezyan 1947 yılının 12 Ekiminde 37 yaşında hayata gözlerini yumdu.
***
Aradan 2 yıl geçmişti..
1949 yılının bir ilkbahar günüydü.
İstanbul Büyük Kulüp’te bir toplantı vardı.
Her ilde Büyük Kulüpler cumhuriyet burjuvasının eğlence mekanlarıydı.
Sıradan insanlar oraya giremezdi.
İşçi ve köylüler içeriye sokulmazdı.
Başı örtülüler de.
O gece Büyük Kulüp’tekiler özel konuk olan Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını istediler.
Bedri Rahmi ayağa kalktı.
Şiiri okumaya başladı.
Ama gözyaşlarını tutamadı.
Bir yandan mısraları söylüyor, bir yandan sular seller ağlıyordu.
Gözyaşlarına mendil yetmiyordu.
Bedri Rahmi’nin hemen yanında eşi Eren Eyüboğlu oturuyordu.
Ama hiç tepki vermiyordu..
O da herkes gibi bu şiiri ona yazmadığını biliyordu.
Bedri Rahmi’nin “Karadutum, çatal karam, çingenem” diye seslendiği kadın, 2 yıl önce ölen Mari Gerekmezyan’dı.
Mari öldükten sonra Bedri Rahmi’ye dünya haram olmuştu.
Öyle ki.
Yıkılmışlığını dizelere dökmüştü.
“Türküler bitti,
Halaylar durdu,
Horonlar durdu.
Hüzün geldi başköşeye kuruldu,
Yoruldu yüreğim, yoruldu.”
Yorgun yürek “Karadut” 1946´da menenjit tüberküloz kaptı. İyileşebilmesi için antibiyotik lazımdı. Savaş yeni bitmişti ve ilaç ateş pahasıydı. Bedri Rahmi, genç sevgilisine ilaç alabilmek için tablolarını elden çıkarmaya başladı. Ancak bu çabalar da sonuç vermedi ve o yıl İstanbul Alman Hastanesi’nden Mari Gerekmezyan´in ölüm haberi geldi.
Bedri Rahmi yıkılmıştı. Sevgilisini sonsuzluğa uğurladıktan sonra keder içinde eve döndüğünde kendisini teselli eden, yine eşi Eren olacaktı. O dönem içkiye başladı ünlü şair. Ürettiği ve dönemin ünlü olan eseri ise;
” Türküler bitti, halaylar durdu,
Horonlar durdu (…)
Hüzün geldi başköşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim yoruldu. ”
Eren Eyüboğlu, eşinin bu zor dönemi atlatmasına yardımcı oldu. Onu yeniden sanatıyla buluşturmak için çabaladı. Başardığını sanıyordu. Ta ki büyük Kulüp’teki o geceye kadar.
“Karadut”u okurken, Bedri Rahmi’nin yanaklarından süzülen gözyaşları, sevda yarasının hâlâ kapanmadığının kanıtıydı. Bunun üzerine Eren, bir süre Paris’te yaşamaya karar verdi. Oradan eşine yazdığı bir mektupta “o geceyi” hatırlattı;
4 Ocak 1950 Paris
Canuşkam;
Kulüpte bir gece, bir şiir okumuştun hani! Hatırladın mı? Gözlerinden birden yaşlar döküldüğünü görünce içimin karardığını hissetmiştim. Sesin nasıl titremişti. Hey! Bütün bunları hatırlıyor musun? Sanki böğrüme kızgın bir ütü yapışmış gibi olmuştum.
O gece…
Senin seneler sonra bile olsa yanıp tutuştuğunu anlamıştım. Bedri’nin ruhuna, insanüstü bir gücün acıyıp ona güç vermesi için dua etmiştim. Ruhun çektiği acıları Allah dindirsin. Allah sana resim yapma sevinci versin ve bizim yanımızda yaşamaktan mutluluk duyabilmeni sağlasın.
Eren
Bu dualar işe yaradı. Bedri Rahmi 11 yaşındaki oğluyla eşine geri döndü.
(Bedri Rahmi ölene kadar "Canım Cebişim" dediği sevgilisi Mari'yi hiç unutmadı)
1974´deki ölümüne kadar geçen çeyrek asrı, aynı evde çalışıp üreterek, diz dize birlikte tükettiler. Öldüğü gün, eşi Eren cenazeden dönüşte artik 35 yaşına gelmiş oğlunu karşısına oturttu.
“Babanı uğurladık” dedi, “Ama şunu bilmeni istiyorum ki, ona çok kırıldım. Yaşadığı ilişkiyi unutmadım. Hiçbir kadın aşağılanmayı kabul etmez. Buna katlandımsa, bil ki sadece senin hayatın kararmasın diyedir.”
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın, ağulum
Günahımsın, vebâlimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum,
Gökte ararken yerde bulduğum,
Karadutum, çatal karam, çingenem,
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın..
Sigara paketlerine resmini çizdiğim,
Körpe fidanlara adını yazdığım,
Karam, karam,
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sıla kokar, arzu tüter
Ilgıt ılgıt, buram buram.
Ben beyzade, kişizade,
Her türlü dertten topyekun azade
Hani şu ekmeği elden suyu gölden.
Durup dururken yorulan,
Kibrit çöpü gibi kırılan,
Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan,
Artık otlar, göstermelik atlar gibi bedava yaşayan,
Sen benim mihnet içinde yanmış kavrulmuşum.
Netmiş, neylemiş, nolmuşum,
Cömert ırmaklar gibi gürül gürül,
Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.
Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum.
Karam, karam
Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam
Sensiz bana canım dünya haram olsun!
#Hayatvefarkındalık
2 ay önce
"İSTİKLÂL SAVAŞI YOK!" DİYENLERE!..
İstiklal savaşı filan yok, hepsi dümen!
Punta’da bayram vardı.
Yunan ordusu Pasaport’tan karaya çıkmış, İzmir Metropoliti Hrisostomos etekleri zil çala çala koşmuş, haçıyla takdis edip, “evlatlarım, ne kadar Türk kanı içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız” diyerek yere kapanmış ve ilk ayak basan Yunan albayının çizmelerini öpüyordu.
*
Aniden… Uzun boylu, siyah takım elbiseli bi delikanlı fırladı ortaya, elinde revolver. Bastı tetiğe, trak trak trak! Efsun alayının sancaktarı karpuz gibi düştü atının sırtından. Panik… Baktılar ki, tek kişi, sarıverdiler etrafını, ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine denk gelirse, orasına… Hasan Tahsin’di o çılgın Türk. Henüz 30’unda.
*
Hükümetimiz “bu tür şayialara ehemmiyet vermeyin” diyordu hâlâ… Teori’yle pratik’in kesiştiği insan ise, vakit tamam demişti, Anadolu’ya geçiyoruz. Böyle başladı macera.
*
Ateşten gömleği giymişti ulus, aktı gitti, aylar yıllar, canlar… Takvimler 30 Ağustos 1922’yi gösterdiğinde, yer gök yarılıyor, şöyle yazıyordu hatıra defterine Yüzbaşı Kanellopulos, “Türk topçusu susmuyor, titreyerek güneşin batmasını bekliyoruz.”
*
Onun batmasını beklediği güneş, bizim için doğuyordu aslında… Çıktı bi kayanın üstüne Mustafa Kemal, haykırdı karanlığa, “Eyy Hacıanesti nerdesin, gel de kurtar ordularını!”
*
Kudurmuştu Ali Kemal... Büyük gazeteci! Kin kusuyordu köşesinden, “bu millici mahluklar kadar başları ezilesi yılanlar hayal edilemez, düşmanlar onlardan bin kere iyidir…”
*
O “mahluk”lardan biriydi İzmirli süvari teğmen Yıldırım… 18 yaşında. Vurulmuştu. 40 derece ateşli olmasına rağmen hastaneden kaçmış, cepheye koşmuş, bugün kendi adını taşıyan Küçükköy İstasyonu’nu almaya çalışırken, son nefesini vermiş, bahçesine gömülmüştü.
*
Yıldırım toprağa düşerken, 30 kadar Yunan askeri girdi, savunmasız Kuzuluk Köyü’ne… Gözleri Fatma’ya takıldı, 15’inde… “Taze incir gibi” dediler, sırıtarak… Kaçtı Fatma, evine kapandı, kapıyı kilitledi. Omuzladılar. Açılmadı. Yakalım dediler, evi yakalım, nasıl olsa çıkar. Çaktılar kibriti. Alev alev. Çıkmadı kardeşim. Çıkmadı Fatma.
*
Teğmen Şevket, Uşak’tan geçiyordu o sırada… Sakarya’da şehit olan Yüzbaşı Basri’nin anacığı yakaladı kolundan, “Basrim nerde?” diye sordu. İçi çekildi Şevket’in, boğazı düğümlendi… “Arkadan geliyor ana” dedi. Söyleyemedi gerçeği… Ve, ömrünün sonuna kadar unutamadı bu yalanını, “kendimi asla affetmedim” diye yazdı, o güne dair hatırasını.
*
“Bastır parayı, askerlikten yırt” yoktu o zamanlar… Allah kısmet ederse, romanını yazmak istediğim, Albay “deli” Halit, belinin sağında “namuslu” dediği tabancasını, belinin solunda “namussuz” dediği tabancasını taşıyordu. İşgalciye “namuslu”yla sıkıyor, işgalciden korkup geri kaçana “namussuz”u gösteriyordu, “tercih senin yiğidim, istersen buyur kaçmayı dene!”
*
“Deli”ren biri daha vardı… İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanı General Charpy, öfkeden deliye dönmüştü. Yırttı elindeki haritayı, fırlattı duvara, “bu hızla yarın İzmir’e girerler” dedi. İnanamıyordu. 250 bin kişilik devasa ordu, hayalet gibi çıkıp, bi ordan bi burdan dalan, hızar gibi biçen Fahrettin Altay komutasındaki süvari tarafından lokma lokma bölünüyordu.
*
Kaçıyordu Yunan.
Ecel peşinde.
*
Ve, 9 Eylül. Hava mis. İzmir’in dağlarında çiçekler açıyordu. Bornova’dan boşaldılar aşağıya doğru, dörtnala. Sonradan adı Kahramanlar olan semte geldiler. Ödenecek “bedel” vardı daha… İkinci Tümen Dördüncü Alay’dan Konyalı Mehmet, Akşehirli Hakkı, Avanoslu Ahmet, düştüler oracıkta. Bugün, anıtları var orada. “Vatan ve namus” yazıyor altında.
*
İzmir’e ilk giren süvari olma “şeref”i, İzmirli soyadını alan, Yüzbaşı Şeref’e nasip oldu. Bismillah ilk iş, koştu Şeref, Hasan Tahsin’in düştüğü yere, Hükümet Konağı’nın alnı kabağına dikti al sancağı… Asteğmen Besim, Kadifekale’ye varmıştı bile.
*
Minarelerden ezan sesi yükselirken, Belkahve’deydi, Mustafa Kemal, seyrediyordu.
*
İşgal edildiği gün, bir ulusun Kurtuluş Savaşı’nı başlatan, işgali bittiği gün, o ulusun Kurtuluş Savaşı’nı bitiren, dünyada bu özelliğe sahip tek şehir, İzmir’i… Seyrediyordu.
*
Ağır ağır karardı hava. Kavuniçi top gibi gömüldü körfeze güneş, usuuul usul… Nif’te, kendisi için hazırlanan bağevine gitti. Tek kat, taş, penceresiz, gaz lambasının cılız ışığıyla aydınlanan, buram buram Ege kokan bağevine… Etrafında, Celal Bayar’ın “Galip Hoca” lakabıyla dağlarda örgütlediği efeler… Yorgundu. Yemek getirdiler. Yemedi. Cıgara çıkardı. Kahve istedi. “Biliyor musun İsmet” dedi… “Bir rüya görmüş gibiyim.”
*
Karabasanla başlayan, 3 yıl 3 ay 22 gün süren, mucizeyle biten bir rüya… Sona ermişti.
*
Taa ki… AKP’nin ilahiyatçı mebusu İhsan Şener, TBMM çatısı altında, “biliyor musunuz” diye başlayıp, “Yunanlıların Türklerle savaşı yok. Bütün şehitlikler temsili” diyene kadar.
İstiklal savaşı filan yok, hepsi dümen!
Punta’da bayram vardı.
Yunan ordusu Pasaport’tan karaya çıkmış, İzmir Metropoliti Hrisostomos etekleri zil çala çala koşmuş, haçıyla takdis edip, “evlatlarım, ne kadar Türk kanı içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız” diyerek yere kapanmış ve ilk ayak basan Yunan albayının çizmelerini öpüyordu.
*
Aniden… Uzun boylu, siyah takım elbiseli bi delikanlı fırladı ortaya, elinde revolver. Bastı tetiğe, trak trak trak! Efsun alayının sancaktarı karpuz gibi düştü atının sırtından. Panik… Baktılar ki, tek kişi, sarıverdiler etrafını, ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine denk gelirse, orasına… Hasan Tahsin’di o çılgın Türk. Henüz 30’unda.
*
Hükümetimiz “bu tür şayialara ehemmiyet vermeyin” diyordu hâlâ… Teori’yle pratik’in kesiştiği insan ise, vakit tamam demişti, Anadolu’ya geçiyoruz. Böyle başladı macera.
*
Ateşten gömleği giymişti ulus, aktı gitti, aylar yıllar, canlar… Takvimler 30 Ağustos 1922’yi gösterdiğinde, yer gök yarılıyor, şöyle yazıyordu hatıra defterine Yüzbaşı Kanellopulos, “Türk topçusu susmuyor, titreyerek güneşin batmasını bekliyoruz.”
*
Onun batmasını beklediği güneş, bizim için doğuyordu aslında… Çıktı bi kayanın üstüne Mustafa Kemal, haykırdı karanlığa, “Eyy Hacıanesti nerdesin, gel de kurtar ordularını!”
*
Kudurmuştu Ali Kemal... Büyük gazeteci! Kin kusuyordu köşesinden, “bu millici mahluklar kadar başları ezilesi yılanlar hayal edilemez, düşmanlar onlardan bin kere iyidir…”
*
O “mahluk”lardan biriydi İzmirli süvari teğmen Yıldırım… 18 yaşında. Vurulmuştu. 40 derece ateşli olmasına rağmen hastaneden kaçmış, cepheye koşmuş, bugün kendi adını taşıyan Küçükköy İstasyonu’nu almaya çalışırken, son nefesini vermiş, bahçesine gömülmüştü.
*
Yıldırım toprağa düşerken, 30 kadar Yunan askeri girdi, savunmasız Kuzuluk Köyü’ne… Gözleri Fatma’ya takıldı, 15’inde… “Taze incir gibi” dediler, sırıtarak… Kaçtı Fatma, evine kapandı, kapıyı kilitledi. Omuzladılar. Açılmadı. Yakalım dediler, evi yakalım, nasıl olsa çıkar. Çaktılar kibriti. Alev alev. Çıkmadı kardeşim. Çıkmadı Fatma.
*
Teğmen Şevket, Uşak’tan geçiyordu o sırada… Sakarya’da şehit olan Yüzbaşı Basri’nin anacığı yakaladı kolundan, “Basrim nerde?” diye sordu. İçi çekildi Şevket’in, boğazı düğümlendi… “Arkadan geliyor ana” dedi. Söyleyemedi gerçeği… Ve, ömrünün sonuna kadar unutamadı bu yalanını, “kendimi asla affetmedim” diye yazdı, o güne dair hatırasını.
*
“Bastır parayı, askerlikten yırt” yoktu o zamanlar… Allah kısmet ederse, romanını yazmak istediğim, Albay “deli” Halit, belinin sağında “namuslu” dediği tabancasını, belinin solunda “namussuz” dediği tabancasını taşıyordu. İşgalciye “namuslu”yla sıkıyor, işgalciden korkup geri kaçana “namussuz”u gösteriyordu, “tercih senin yiğidim, istersen buyur kaçmayı dene!”
*
“Deli”ren biri daha vardı… İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanı General Charpy, öfkeden deliye dönmüştü. Yırttı elindeki haritayı, fırlattı duvara, “bu hızla yarın İzmir’e girerler” dedi. İnanamıyordu. 250 bin kişilik devasa ordu, hayalet gibi çıkıp, bi ordan bi burdan dalan, hızar gibi biçen Fahrettin Altay komutasındaki süvari tarafından lokma lokma bölünüyordu.
*
Kaçıyordu Yunan.
Ecel peşinde.
*
Ve, 9 Eylül. Hava mis. İzmir’in dağlarında çiçekler açıyordu. Bornova’dan boşaldılar aşağıya doğru, dörtnala. Sonradan adı Kahramanlar olan semte geldiler. Ödenecek “bedel” vardı daha… İkinci Tümen Dördüncü Alay’dan Konyalı Mehmet, Akşehirli Hakkı, Avanoslu Ahmet, düştüler oracıkta. Bugün, anıtları var orada. “Vatan ve namus” yazıyor altında.
*
İzmir’e ilk giren süvari olma “şeref”i, İzmirli soyadını alan, Yüzbaşı Şeref’e nasip oldu. Bismillah ilk iş, koştu Şeref, Hasan Tahsin’in düştüğü yere, Hükümet Konağı’nın alnı kabağına dikti al sancağı… Asteğmen Besim, Kadifekale’ye varmıştı bile.
*
Minarelerden ezan sesi yükselirken, Belkahve’deydi, Mustafa Kemal, seyrediyordu.
*
İşgal edildiği gün, bir ulusun Kurtuluş Savaşı’nı başlatan, işgali bittiği gün, o ulusun Kurtuluş Savaşı’nı bitiren, dünyada bu özelliğe sahip tek şehir, İzmir’i… Seyrediyordu.
*
Ağır ağır karardı hava. Kavuniçi top gibi gömüldü körfeze güneş, usuuul usul… Nif’te, kendisi için hazırlanan bağevine gitti. Tek kat, taş, penceresiz, gaz lambasının cılız ışığıyla aydınlanan, buram buram Ege kokan bağevine… Etrafında, Celal Bayar’ın “Galip Hoca” lakabıyla dağlarda örgütlediği efeler… Yorgundu. Yemek getirdiler. Yemedi. Cıgara çıkardı. Kahve istedi. “Biliyor musun İsmet” dedi… “Bir rüya görmüş gibiyim.”
*
Karabasanla başlayan, 3 yıl 3 ay 22 gün süren, mucizeyle biten bir rüya… Sona ermişti.
*
Taa ki… AKP’nin ilahiyatçı mebusu İhsan Şener, TBMM çatısı altında, “biliyor musunuz” diye başlayıp, “Yunanlıların Türklerle savaşı yok. Bütün şehitlikler temsili” diyene kadar.
2 ay önce
UZUN YOLDA ARAÇ KULLANANLAR BU YAZI SİZİN İÇİN‼️✅️❌️
Tatil için uzun yolda seyahat ederken dikkat edilmesi gerekenler:
1. Eğer yavaş gidecekseniz bunun için en sağ şerit veya sağda 2. şerit kullanılmalı. Sol şeritte veya soldan 2. şeritte yol paşa dedenizden kalmış gibi 80-90km hızla gidilmez.
2. Hız limitinin 90km olduğu bir yolda 70km hızla radara girince Emniyet Genel Müdürlüğü size çeyrek takmıyor. Eğer yinede o hıza düşeceksiniz sağ şeritleri kullanın.
3. Bir araç sizin sağınızdan geçiyorsa hatalı sollamıyordur. Siz yanlış şerittesiniz demektir.
4. Gece sürüşünde aracın sis farı dahil bütün ışıklarını kullanmak araca ekstra beygir eklemez. Ama ailenizdeki bazı bireylerin kulaklarının çınlamasına sebep olabilir.
5. Bazı insanların acil işi olabilir veya hastası olabilir. Bu sebeple çevrenizi umursamadan araba kullanmak sizi haklı çıkarmaz.
6. Şehirlerarası yollar sizin amcaoğluyla telefonda hasret gidereceğiniz yerler değildir. Eğer çok canınız çektiyse flaşörünüzü yakıp uygun alanlara park ederek hasretinizi gideriniz. Sol şeritte kulağınızda telefonla araç kullanılmaz. Ülke olarak birden fazla işi aynı anda yapabilecek mental seviyede değiliz.
7. Sol şeritte bomboş giderken -özellikle hanımlara söylüyorum- ani fren yapılmaz. O an size gelen vahiy ile frene basmanız arkadan gelen araca sorun yaşatabilir. Lütfen vahiyleriniz sağ şeritte gelsin.
8. Karayolları yönetmeliğine göre gereğinden fazla sol şerit kullanmak suçtur. O sebeple işiniz bitince sağ şeritte seyrediniz.
9. Otomobillerde bir sağda bir solda bir de ortada olmak üzere 3 ayna vardır. Bu aynaların koyulma sebebi makyaj yapmak veya saç düzeltmek değildir. Amaç yapacağınız şerit değiştirmelerde arkanızı kontrol etmektir. Bunu unutmadan aynayı kullanınız.
SON OLARAK, BİR BEYNİNİZ VAR. LÜTFEN ONU KULLANINIZ..🙏
#eğitimvepsikoloji
Tatil için uzun yolda seyahat ederken dikkat edilmesi gerekenler:
1. Eğer yavaş gidecekseniz bunun için en sağ şerit veya sağda 2. şerit kullanılmalı. Sol şeritte veya soldan 2. şeritte yol paşa dedenizden kalmış gibi 80-90km hızla gidilmez.
2. Hız limitinin 90km olduğu bir yolda 70km hızla radara girince Emniyet Genel Müdürlüğü size çeyrek takmıyor. Eğer yinede o hıza düşeceksiniz sağ şeritleri kullanın.
3. Bir araç sizin sağınızdan geçiyorsa hatalı sollamıyordur. Siz yanlış şerittesiniz demektir.
4. Gece sürüşünde aracın sis farı dahil bütün ışıklarını kullanmak araca ekstra beygir eklemez. Ama ailenizdeki bazı bireylerin kulaklarının çınlamasına sebep olabilir.
5. Bazı insanların acil işi olabilir veya hastası olabilir. Bu sebeple çevrenizi umursamadan araba kullanmak sizi haklı çıkarmaz.
6. Şehirlerarası yollar sizin amcaoğluyla telefonda hasret gidereceğiniz yerler değildir. Eğer çok canınız çektiyse flaşörünüzü yakıp uygun alanlara park ederek hasretinizi gideriniz. Sol şeritte kulağınızda telefonla araç kullanılmaz. Ülke olarak birden fazla işi aynı anda yapabilecek mental seviyede değiliz.
7. Sol şeritte bomboş giderken -özellikle hanımlara söylüyorum- ani fren yapılmaz. O an size gelen vahiy ile frene basmanız arkadan gelen araca sorun yaşatabilir. Lütfen vahiyleriniz sağ şeritte gelsin.
8. Karayolları yönetmeliğine göre gereğinden fazla sol şerit kullanmak suçtur. O sebeple işiniz bitince sağ şeritte seyrediniz.
9. Otomobillerde bir sağda bir solda bir de ortada olmak üzere 3 ayna vardır. Bu aynaların koyulma sebebi makyaj yapmak veya saç düzeltmek değildir. Amaç yapacağınız şerit değiştirmelerde arkanızı kontrol etmektir. Bunu unutmadan aynayı kullanınız.
SON OLARAK, BİR BEYNİNİZ VAR. LÜTFEN ONU KULLANINIZ..🙏
#eğitimvepsikoloji
2 ay önce
YILANLARLA DANS...
" PKK'nın 50 yıllık şanlı mücadelesi" ve "PKK'nın kahraman şehitleri..." Vay vay vay, nerelere geldik?...
Bölücü narko-terör örgütü PKK’nın Kandil'deki Karayılan'ı ne demiş biliyor musunuz?
"Savaşta yenilgiyi kabul edenler masaya oturur, anlaşma ister, barış ister...
Benim böyle bir teklifim olmadı...
Demek ki yenilgiyi kabul eden TC'dir.
Ben büyük düşünüyorum.
Büyük Kürdistan'ı düşünüyorum...
TC, bana böyle bir teklifle gelmediği sürece silahları susturmam mümkün değil...
Kürtleri de, Türkleri de boşuna kandırmasınlar. "
Murat Karayılan
"Barış"ı hedeflediği söylenen, PKK'nın kendini feshetmesi yönünde karar alıp, silah bırakacağı iddia olunan 12. kongresi toplandı. MHP'li dostlar "Kan ve kin devri kapandı" dediler; AKP sözcüleri "PKK'nın ön şartsız silah bırakacağı" şeklinde açıklamalar yaptılar...
Ancak PKK üst yönetim kadrosundan açık kaynaklara sızan bilgilere göre "PKK talepleri doğrultusunda demokratikleşme" (???) ; "Apo'nun serbest bırakılması" gibi TC Devleti'ne PKK tarafından yüklenen ev ödevleri yanında "50 yıllık şanlı mücadelelerinin kahraman şehitleri" gibi laflar da sızdı...
Bu ne demek ...
TC 50 yıllık mücadelesinde haksızdı demek değil midir?
PKK'lı ölenler " Şanlı PKK mücadelesinin kahraman şehitleri" ise bizim asker, polis, korucu, bebek, çoluk çocuk, köylü, memur gibi onbinlerce kaybettiğimiz insanın adı ne olacak? Onlara birileri gibi "Kelle" mi diyeceğiz?
Adam kendisini "mısır denesi" insanları da kendisini yem yerine koyup yiyecek olan tavuklar zannedermiş.
Sıkı bir psikolojik/psikiyatrik kapalı devre tedavisi sonrasi nihai test için doktorların karşısına çıkartılmış. "Ben darı değilim, ben mısır denesi değilim" diye onlarca kez tekrarlatmışlar. Nihayet doktorlar birbirlerine bakıp "tamam artık düzeldi, mısır tanesi, darı olmadığını anladı, idrak etti, normalleşti, artık gidebilir" diye karar verirler. Kararlarını da kendisine ve refakatçi yakınlarına beyan ederler. Tam kapıdan çıkacaklarken zavallı adam doktorlara döner ve "tamam ben darı olmadığımı, mısır denesi olmadığımı anladım anlamasına da; bunu tavuklara kim anlatacak?"
AKP'liler, MHP'liler siz kendinizi tedavi ettirmiş olabilirsiniz ( "kan ve kin devrinin bitişi hakkında") Karayılan'a da anlatsanız...
"50 yıllık şanlı PKK geçmişinin kahraman şehitleri ..." deyince 50 yıl boyunca bu memleket evlatlarının mücadelesi "Şan ve şereften yoksun, haksız bir mücadele idi" demeye ve onbinlerce vatan evladının şehadeti boşa çıktı" demeye gelmez mi?
En iyisi bir daha düşünün bu işi...
10 Mayıs 2025
Şevket Bülend YAHNİCİ
" PKK'nın 50 yıllık şanlı mücadelesi" ve "PKK'nın kahraman şehitleri..." Vay vay vay, nerelere geldik?...
Bölücü narko-terör örgütü PKK’nın Kandil'deki Karayılan'ı ne demiş biliyor musunuz?
"Savaşta yenilgiyi kabul edenler masaya oturur, anlaşma ister, barış ister...
Benim böyle bir teklifim olmadı...
Demek ki yenilgiyi kabul eden TC'dir.
Ben büyük düşünüyorum.
Büyük Kürdistan'ı düşünüyorum...
TC, bana böyle bir teklifle gelmediği sürece silahları susturmam mümkün değil...
Kürtleri de, Türkleri de boşuna kandırmasınlar. "
Murat Karayılan
"Barış"ı hedeflediği söylenen, PKK'nın kendini feshetmesi yönünde karar alıp, silah bırakacağı iddia olunan 12. kongresi toplandı. MHP'li dostlar "Kan ve kin devri kapandı" dediler; AKP sözcüleri "PKK'nın ön şartsız silah bırakacağı" şeklinde açıklamalar yaptılar...
Ancak PKK üst yönetim kadrosundan açık kaynaklara sızan bilgilere göre "PKK talepleri doğrultusunda demokratikleşme" (???) ; "Apo'nun serbest bırakılması" gibi TC Devleti'ne PKK tarafından yüklenen ev ödevleri yanında "50 yıllık şanlı mücadelelerinin kahraman şehitleri" gibi laflar da sızdı...
Bu ne demek ...
TC 50 yıllık mücadelesinde haksızdı demek değil midir?
PKK'lı ölenler " Şanlı PKK mücadelesinin kahraman şehitleri" ise bizim asker, polis, korucu, bebek, çoluk çocuk, köylü, memur gibi onbinlerce kaybettiğimiz insanın adı ne olacak? Onlara birileri gibi "Kelle" mi diyeceğiz?
Adam kendisini "mısır denesi" insanları da kendisini yem yerine koyup yiyecek olan tavuklar zannedermiş.
Sıkı bir psikolojik/psikiyatrik kapalı devre tedavisi sonrasi nihai test için doktorların karşısına çıkartılmış. "Ben darı değilim, ben mısır denesi değilim" diye onlarca kez tekrarlatmışlar. Nihayet doktorlar birbirlerine bakıp "tamam artık düzeldi, mısır tanesi, darı olmadığını anladı, idrak etti, normalleşti, artık gidebilir" diye karar verirler. Kararlarını da kendisine ve refakatçi yakınlarına beyan ederler. Tam kapıdan çıkacaklarken zavallı adam doktorlara döner ve "tamam ben darı olmadığımı, mısır denesi olmadığımı anladım anlamasına da; bunu tavuklara kim anlatacak?"
AKP'liler, MHP'liler siz kendinizi tedavi ettirmiş olabilirsiniz ( "kan ve kin devrinin bitişi hakkında") Karayılan'a da anlatsanız...
"50 yıllık şanlı PKK geçmişinin kahraman şehitleri ..." deyince 50 yıl boyunca bu memleket evlatlarının mücadelesi "Şan ve şereften yoksun, haksız bir mücadele idi" demeye ve onbinlerce vatan evladının şehadeti boşa çıktı" demeye gelmez mi?
En iyisi bir daha düşünün bu işi...
10 Mayıs 2025
Şevket Bülend YAHNİCİ
2 ay önce
Arapların Türklerle ilk karşılaşmaları halife Hz.Ömer zamanında 645 Yılında #İslam ordularının, #İran 'da #Sasani 'leri yenmelerinden sonra, #Kafkaslar bölgesinde #Araplar , #Horasan , #Mavera -ün nehir ve #Toharistan bölgelerinde #Hazar #Türk 'leri ve #Türgeş Türk'leri ile karşılaştılar...
652 yılında Halife Hz. Osman zamanında ise Hazar Türk'leri ile Arap'lar arasında ilk kez #Türk -#Arap savaşları başladı...
Halife #Osman emrindeki Arap orduları, Hazar Türklerinin topraklarına girip, #Derbent 'i alarak Başşehir olan #Belencer 'e dayandılar...
#Emevi 'lerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra, Arapların Türk ülkelerine doğru ilerleyişleri devam etti...
Türkler ile Araplar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar Emevi'ler döneminde yaşandı...
Mervan Bin Muhammed #Azerbaycan 'a vali tayin edildi. Arap'lar en önemli başarılarını onun zamanında elde ettiler...
Araplar, başşehir Belencer ve büyük şehir Semender'i ve öteki Hazar şehirlerini ele geçirdiler...
Türkleri dağınık ve birbirleriyle yardımlaşamaz durumda yakalayan acımasız Emevi ordusu (Ebu #Kuteybe komutasındaki) yakalayabildiği tüm Türk'leri ya kılıçtan geçirdiler ya da her bir ağaca bir Türk asarak öldürdüler...
Ancak #Karaylar gibi #Litvanya 'ya kaçabilenler,
#Gagauz 'lar (Gök #Oğuzlar ) gibi #Rusya 'ya kaçabilenler, #Bulgar Türk'leri, #Macar Türk'leri ve öteki Avrupa'lı Türk'ler gibi Avrupa'ya kaçabilen hristiyanlar ve de Anadolu'ya kaçabilen Aleviler canlarını kurtardılar…
Asla müslümanlığı kabulllenmediler, genelde Araplara kızgınlıklarından #Karay Türkleri gibi topluca Musevi oldular...
Ya da gittikleri toprakların dinini kabullendiler...
Yüzlerce yıl sonrasında çoğunlukla asimile
oldular...!?
Bu dönemde Orta #Asya 'da #Göktürk 'ler egemenliği hüküm sürmekteydi. Birden fazla Göktürk devleti vardı…
Emevi'lerin genel valisi, Bağdat valisi Haccac (Zalim Haccac ) idi...
Emevi'lerin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad,
674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Mavera-ün nehirin önemli şehirlerinden Buhara 'yı kuşattı...
Üç günde Buhara 'da pek çok Göktürk öldürüldü...
Buhara'nın Göktürk Melikesi Kabaç Hatun, ağır bir vergi ve daha ağır kabul edilemez şartlar karşılığında Ubeydullah Bin Ziyad ile anlaşma yaptı...
Bu anlaşma sonucu olarak, Güney Göktürk'ler Emevi tutsaklığını kabul ettiler...
Güney Göktürk gençleri, Kurşun arap askeri oldular...
Arap'lar evli- bekâr istedikleri Güney Göktürk kadınlarını kendilerine cariye yaptılar...
İşe yaramayan öteki Türk'leri de, boyunlarına Damga vurup kendilerine Köle yaptılar ve istedikleri Göktürk'lüyü boyunlarına ip bağlayıp köle olarak alıp sattılar ve köle ticaretini yaptılar...
Bu tutsaklık 150 yıla yakın devam etti...
Hani Türkler için, “Türkler kılıçla Müslüman oldu ” derler ya…!!!
Keşke kılıçla müslüman olsaydık...
Tutsaklık anlaşmasıyla Kölelik yaparak, köle olarak alınıp satılarak, Göktürk Kadınları Araplara cariyelik yaparak müslüman oldular...
Yani Araplar Türkleri, insanlık dışı bir şekilde, zorla müslümanlaştırdılar...
Tarihte ilk defa bir ulus (Güney Göktürk'ler), sözleşme ile tutsaklığı kabul etti...
Araplar, Horasan valisi Ebu Kuteybe Bin Müslim zamanında bütün Mavera-ün nehir'i ve Batı #Türkistan 'ı ele geçirdiler...
Baykent, Buhara, Semerkant ve Kaşgar gibi önemli Türk şehirleri Araplar tarafından yağmalandı...
Pek çok Türk öldürüldü...
Ebu Kuteybe'nin ölümünden sonra Araplar zayıflamaya başladılar...
Göktürk'lerin batı kanadında yer alan Türgeş Türkleri, Arapları çekilmeye zorlamış ve bu mücadele Güney Göktürk'lerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745).
Güney Göktürk egemenliğinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çin'liler, batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır...
Bu dönemde Mavera-ün nehir (Irmağın öte yakası) bölgesinin savunmasını, Türgeş'lerin yerini alan Karluk Türk'leri üstlenmiştir...
Ancak bu mücadeleler 763 yılına kadar devam etmiştir...
763 yılında Emevi'ler yıkılıyor ama Güney Göktürk'ler öylesine kötürüm edilmişler ki, Öylesine köle yapılmışlar, ümmetleştirilmişler ki asla ayağa kalkamıyorlar...
Korkudan kıpırdayamıyorlar...
Emevilerin yerine, 763 de Abbasiler kuruluyor ve Abbasi devlet kararı alıp, Türk'lere kademeli olarak “İyi davranmak” kararı alıyorlar...
Devlet kararlarını Göktürklere anlaşma ile resmen bildiriyorlar...
800 yılları civarında fırsat bulan Göktürk'ler daha batıya, Anadolu'ya doğru kaçıp kurtuluyorlar...
“ Türkü öldürünüz, kanı helaldir ” Sözü kime aittir?
Arap Komutan Ebu Kuteybe'nin şu sözü meşhurdur.”
"Üç kelimelik ömrüm kalsa, (Uktülühü -uktülühü -uktülühü)" derim...
(Hepsini öldürün- hepsini öldürün- hepsini öldürün)
......ve gerçekten de hepsini öldürdüler...
Bu 645 yılından 800 yıllarına kadar süren Türk-Arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;
- 100 binin üzerinde Türk katledilmiştir.
-50 binin üzerinde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
- Şehirler yağmalanmış , “ganimet” diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
- Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamı”nda 40 bin kadar Türkün kafaları kesilerek 4 fersah (yak.24 km) yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.
(Tarihte böyle bir vahşetin örneği çok azdır.)
- Aynı şekilde “Curcan Katliamı”nda"da esir alınan yaklaşık 40 bin Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman tutulmamış, "Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
Tabari bunları hadislerinde açık açık anlatır.
- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
- Bu tarihi gerçekler "aman İslâma leke gelmesin, Islâm etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte, hiç bahsi bile geçmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir.
Bizim sahtekar dinciler,Türkler okuyup uyanmasin, islama zarar gelmesin diye...
Bazı cesur yazarlarda kaynakları ile kitaplar yazmıştır...
Arif TEKİN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Erdogan AYDIN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Zekeriya KİTAPÇI - (TÜRKLER ansiklopedisi
TABERİ tarihi. Arap Tarihçi.)
KAYNAK:
(İslâm, Alimi, Tarihi TABARİ. Cilt/ 3/ sayfa 343).
(Türklere yapılan Talkan ve Curcan Katliamı.
Tarih-i Taberi / Cilt 3)
652 yılında Halife Hz. Osman zamanında ise Hazar Türk'leri ile Arap'lar arasında ilk kez #Türk -#Arap savaşları başladı...
Halife #Osman emrindeki Arap orduları, Hazar Türklerinin topraklarına girip, #Derbent 'i alarak Başşehir olan #Belencer 'e dayandılar...
#Emevi 'lerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra, Arapların Türk ülkelerine doğru ilerleyişleri devam etti...
Türkler ile Araplar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar Emevi'ler döneminde yaşandı...
Mervan Bin Muhammed #Azerbaycan 'a vali tayin edildi. Arap'lar en önemli başarılarını onun zamanında elde ettiler...
Araplar, başşehir Belencer ve büyük şehir Semender'i ve öteki Hazar şehirlerini ele geçirdiler...
Türkleri dağınık ve birbirleriyle yardımlaşamaz durumda yakalayan acımasız Emevi ordusu (Ebu #Kuteybe komutasındaki) yakalayabildiği tüm Türk'leri ya kılıçtan geçirdiler ya da her bir ağaca bir Türk asarak öldürdüler...
Ancak #Karaylar gibi #Litvanya 'ya kaçabilenler,
#Gagauz 'lar (Gök #Oğuzlar ) gibi #Rusya 'ya kaçabilenler, #Bulgar Türk'leri, #Macar Türk'leri ve öteki Avrupa'lı Türk'ler gibi Avrupa'ya kaçabilen hristiyanlar ve de Anadolu'ya kaçabilen Aleviler canlarını kurtardılar…
Asla müslümanlığı kabulllenmediler, genelde Araplara kızgınlıklarından #Karay Türkleri gibi topluca Musevi oldular...
Ya da gittikleri toprakların dinini kabullendiler...
Yüzlerce yıl sonrasında çoğunlukla asimile
oldular...!?
Bu dönemde Orta #Asya 'da #Göktürk 'ler egemenliği hüküm sürmekteydi. Birden fazla Göktürk devleti vardı…
Emevi'lerin genel valisi, Bağdat valisi Haccac (Zalim Haccac ) idi...
Emevi'lerin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad,
674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Mavera-ün nehirin önemli şehirlerinden Buhara 'yı kuşattı...
Üç günde Buhara 'da pek çok Göktürk öldürüldü...
Buhara'nın Göktürk Melikesi Kabaç Hatun, ağır bir vergi ve daha ağır kabul edilemez şartlar karşılığında Ubeydullah Bin Ziyad ile anlaşma yaptı...
Bu anlaşma sonucu olarak, Güney Göktürk'ler Emevi tutsaklığını kabul ettiler...
Güney Göktürk gençleri, Kurşun arap askeri oldular...
Arap'lar evli- bekâr istedikleri Güney Göktürk kadınlarını kendilerine cariye yaptılar...
İşe yaramayan öteki Türk'leri de, boyunlarına Damga vurup kendilerine Köle yaptılar ve istedikleri Göktürk'lüyü boyunlarına ip bağlayıp köle olarak alıp sattılar ve köle ticaretini yaptılar...
Bu tutsaklık 150 yıla yakın devam etti...
Hani Türkler için, “Türkler kılıçla Müslüman oldu ” derler ya…!!!
Keşke kılıçla müslüman olsaydık...
Tutsaklık anlaşmasıyla Kölelik yaparak, köle olarak alınıp satılarak, Göktürk Kadınları Araplara cariyelik yaparak müslüman oldular...
Yani Araplar Türkleri, insanlık dışı bir şekilde, zorla müslümanlaştırdılar...
Tarihte ilk defa bir ulus (Güney Göktürk'ler), sözleşme ile tutsaklığı kabul etti...
Araplar, Horasan valisi Ebu Kuteybe Bin Müslim zamanında bütün Mavera-ün nehir'i ve Batı #Türkistan 'ı ele geçirdiler...
Baykent, Buhara, Semerkant ve Kaşgar gibi önemli Türk şehirleri Araplar tarafından yağmalandı...
Pek çok Türk öldürüldü...
Ebu Kuteybe'nin ölümünden sonra Araplar zayıflamaya başladılar...
Göktürk'lerin batı kanadında yer alan Türgeş Türkleri, Arapları çekilmeye zorlamış ve bu mücadele Güney Göktürk'lerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745).
Güney Göktürk egemenliğinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çin'liler, batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır...
Bu dönemde Mavera-ün nehir (Irmağın öte yakası) bölgesinin savunmasını, Türgeş'lerin yerini alan Karluk Türk'leri üstlenmiştir...
Ancak bu mücadeleler 763 yılına kadar devam etmiştir...
763 yılında Emevi'ler yıkılıyor ama Güney Göktürk'ler öylesine kötürüm edilmişler ki, Öylesine köle yapılmışlar, ümmetleştirilmişler ki asla ayağa kalkamıyorlar...
Korkudan kıpırdayamıyorlar...
Emevilerin yerine, 763 de Abbasiler kuruluyor ve Abbasi devlet kararı alıp, Türk'lere kademeli olarak “İyi davranmak” kararı alıyorlar...
Devlet kararlarını Göktürklere anlaşma ile resmen bildiriyorlar...
800 yılları civarında fırsat bulan Göktürk'ler daha batıya, Anadolu'ya doğru kaçıp kurtuluyorlar...
“ Türkü öldürünüz, kanı helaldir ” Sözü kime aittir?
Arap Komutan Ebu Kuteybe'nin şu sözü meşhurdur.”
"Üç kelimelik ömrüm kalsa, (Uktülühü -uktülühü -uktülühü)" derim...
(Hepsini öldürün- hepsini öldürün- hepsini öldürün)
......ve gerçekten de hepsini öldürdüler...
Bu 645 yılından 800 yıllarına kadar süren Türk-Arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;
- 100 binin üzerinde Türk katledilmiştir.
-50 binin üzerinde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
- Şehirler yağmalanmış , “ganimet” diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
- Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamı”nda 40 bin kadar Türkün kafaları kesilerek 4 fersah (yak.24 km) yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.
(Tarihte böyle bir vahşetin örneği çok azdır.)
- Aynı şekilde “Curcan Katliamı”nda"da esir alınan yaklaşık 40 bin Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman tutulmamış, "Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
Tabari bunları hadislerinde açık açık anlatır.
- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
- Bu tarihi gerçekler "aman İslâma leke gelmesin, Islâm etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte, hiç bahsi bile geçmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir.
Bizim sahtekar dinciler,Türkler okuyup uyanmasin, islama zarar gelmesin diye...
Bazı cesur yazarlarda kaynakları ile kitaplar yazmıştır...
Arif TEKİN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Erdogan AYDIN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Zekeriya KİTAPÇI - (TÜRKLER ansiklopedisi
TABERİ tarihi. Arap Tarihçi.)
KAYNAK:
(İslâm, Alimi, Tarihi TABARİ. Cilt/ 3/ sayfa 343).
(Türklere yapılan Talkan ve Curcan Katliamı.
Tarih-i Taberi / Cilt 3)
2 ay önce
Trenlerde ses hızı aşıldı.
Yolcu uçaklarından daha hızlılar...
SAATTE 1.450 KM VEYA SAATTE 600 KM HIZLA GİDEN TRENLERİ TAVSİYE ETMEKTEN VAZ GEÇTİM.
EN DÜŞÜK HIZA SAHİP 450 KM HIZLA GİDEN HIZLI TRENİ TAVSİYE EDİYORUM...
Dr. Muzaffer Kılıç *
Ne mi olur..?
Saatte 450 km hızla giden, elektriğini güneş enerjisi ile karşılayan trenlerle şehirler birbirine bağlanmalıdır...
NE Mİ OLUR..?
Düşünün Antalya'daki üretici 2 saat sonra ürettiği sebzeyi İstanbul pazarına getiriyor.
Nakliye bedavaya yakın...
Konya'da üreticisi bir saat sonra ürettiği ürünü Mersin limanına getiriyor.
Iğdır kayısısı 3 saat sonra İstanbul'da.
Enerji güneşten. Ulaşım istenirse bedavaya yakın olur...
Benim köyüm Ankara'ya 320 km uzaklıkta.
Köyümde yaşar Anakaraya işe gider gelirim.
Köylerde ve kasabalarda tarım canlanır...
Şehirlerde hapishane hayatı biter...
İstanbul nüfusu 20 milyondan 5 milyona düşer...
Konut sıkıntısı biter...
Hızın faydasını saymakla bitiremeyiz ki.
Düşünün bir kere Ankara'da sabah 6'da kalkıyorum.
1.5 saat sonra Antalya'da, Konya Altı plajındayım.
Akşam 18'de trene binip 1.5 saat sonra evime dönüyorum.
Daha da önemlisi, ailemin yanında kalır, onlara yük olmadan üniversiteme her gün gider gelirim...
Kültürel Miras Seferberliği ***
Yolcu uçaklarından daha hızlılar...
SAATTE 1.450 KM VEYA SAATTE 600 KM HIZLA GİDEN TRENLERİ TAVSİYE ETMEKTEN VAZ GEÇTİM.
EN DÜŞÜK HIZA SAHİP 450 KM HIZLA GİDEN HIZLI TRENİ TAVSİYE EDİYORUM...
Dr. Muzaffer Kılıç *
Ne mi olur..?
Saatte 450 km hızla giden, elektriğini güneş enerjisi ile karşılayan trenlerle şehirler birbirine bağlanmalıdır...
NE Mİ OLUR..?
Düşünün Antalya'daki üretici 2 saat sonra ürettiği sebzeyi İstanbul pazarına getiriyor.
Nakliye bedavaya yakın...
Konya'da üreticisi bir saat sonra ürettiği ürünü Mersin limanına getiriyor.
Iğdır kayısısı 3 saat sonra İstanbul'da.
Enerji güneşten. Ulaşım istenirse bedavaya yakın olur...
Benim köyüm Ankara'ya 320 km uzaklıkta.
Köyümde yaşar Anakaraya işe gider gelirim.
Köylerde ve kasabalarda tarım canlanır...
Şehirlerde hapishane hayatı biter...
İstanbul nüfusu 20 milyondan 5 milyona düşer...
Konut sıkıntısı biter...
Hızın faydasını saymakla bitiremeyiz ki.
Düşünün bir kere Ankara'da sabah 6'da kalkıyorum.
1.5 saat sonra Antalya'da, Konya Altı plajındayım.
Akşam 18'de trene binip 1.5 saat sonra evime dönüyorum.
Daha da önemlisi, ailemin yanında kalır, onlara yük olmadan üniversiteme her gün gider gelirim...
Kültürel Miras Seferberliği ***
4 ay önce
Mâğrurlanma Ey"İnsan! bu dünya fâni,
Gün olur sende sona erersin!.
RABBİM bir kararda koymaz kulunu,
Saltanatını bırakır gidersin!.
Bâki bir Âşk'a olsan müptela,
Garip gönlün yândıkça yanar hâlâ!.
HÂK kêlâmıylâ olsan şûhedâ,
Gönülden gönüle akar gidersin!.
Göktürk'üm âyırsan aktan karayı,
Boşver saltanatı terk'eyle bu diyarı!.
HÂK'kın kâpısında bulsan çâreyi,
Ne ektiysen onu ekip biçersin!.
"" Göktürk ERİ ""
Gün olur sende sona erersin!.
RABBİM bir kararda koymaz kulunu,
Saltanatını bırakır gidersin!.
Bâki bir Âşk'a olsan müptela,
Garip gönlün yândıkça yanar hâlâ!.
HÂK kêlâmıylâ olsan şûhedâ,
Gönülden gönüle akar gidersin!.
Göktürk'üm âyırsan aktan karayı,
Boşver saltanatı terk'eyle bu diyarı!.
HÂK'kın kâpısında bulsan çâreyi,
Ne ektiysen onu ekip biçersin!.
"" Göktürk ERİ ""