3 gün önce
Erzak götüren helikopterin tarandığı söylendi. Özel Harekat Taburu olarak Teke Tepe Mevkii’ne gittik.
Arama tarama yaptık. Bir tona yakın patlayıcı madde bulduk. Büyük bidonlar içerisinde kablo düzenekleri çekilmişti. Yerin altına giriyordu. Tabur komutanımıza haber verdik, “Hemen çıkın oradan!” dedi, bölgeden uzaklaştık. Baktık, birkaç yeri ateşe vermişler, bir de çay demlemişler. Bir çaydanlık gördük. Üstü yok. Ama altı yanıyor. Komutanımız, “Dikkatli bir şekilde kapağını kaldırın, çayın demi çökmüş mü, çökmemiş mi söyleyin” dedi. Baktık, daha çökmemişti. Dedi ki, “Temas muhtemel! En yakın hakim tepeyi alın!”
“Komutanım patika var. Üstünden mi, altından mı geçelim?” dedik. “Kesinlikle üstünden!” dedi. O sırada Osmaniyeli bir uzman çavuş vardı, mayına bastı, iki bacağı kasıklarından koptu. Helikopter çağırdık. Acil müdahalesini yapıp, gönderdik.
Sonra Tugay Komutanımız geldi, olanları anlattık. O sırada öncülerimizden biri, dere yatağı tarafında bir iki kişiyi gördüğünü söyledi. Harekete geçtik. Tam o sırada, sanki vücuduma elektrik verilir gibi oldu. Bütün bedenim sallandı, havaya uçtum ve düştüm.
Baktım sırt çantam hâlâ sırtımda ama silahım yok. Sol koluma baktım, yok. Sağ kolum kasığımdan sarkıyor, sağ kulağım var ama sadece kemikleri duruyor, et plastik gibi erimiş, et yok. Bacağıma eğildim yok, kopmuş, dizim de yok. Arkadakiler bir şey bulduklarında yukarı fırlatıyorlardı. Biri fırlattı, baktım bir bacak. Ayakkabısına baktım, botumla beraber duruyordu.
Ama nedense ağzımdan çıkan laf, “Tüfeğim yok, tüfeğimi bulun!” oldu. Tabur komutanı dedi ki, “Oğlum tüfek önemli değil artık! Buluruz onu…” Üzerimde dört şarjör, tüfeğim ve iki el bombası vardı. Biri duruyordu, biri yoktu, dört şarjör de erimişti.
Altı kere kelimeyi şehadet getirdim. Çünkü üç atar damarım kopmuştu. Kanın yedi dakikada boşalması ve benim şehit olmam lazımdı. Ölmeyi bekliyordum. Ama ölmedim. Sonra öğrendim ki, mayın 3000 kilovat ısıyla yakmış damarlarımı. Yani denk geldiği yerleri kopartırken, pişirmiş ve yapıştırmış. O yüzden de kan boşalımı olmamış. Bu sayede hayatta kalmışım.”
Gazi Uzman Çavuş Yılmaz Yiğit 🇹🇷
Arama tarama yaptık. Bir tona yakın patlayıcı madde bulduk. Büyük bidonlar içerisinde kablo düzenekleri çekilmişti. Yerin altına giriyordu. Tabur komutanımıza haber verdik, “Hemen çıkın oradan!” dedi, bölgeden uzaklaştık. Baktık, birkaç yeri ateşe vermişler, bir de çay demlemişler. Bir çaydanlık gördük. Üstü yok. Ama altı yanıyor. Komutanımız, “Dikkatli bir şekilde kapağını kaldırın, çayın demi çökmüş mü, çökmemiş mi söyleyin” dedi. Baktık, daha çökmemişti. Dedi ki, “Temas muhtemel! En yakın hakim tepeyi alın!”
“Komutanım patika var. Üstünden mi, altından mı geçelim?” dedik. “Kesinlikle üstünden!” dedi. O sırada Osmaniyeli bir uzman çavuş vardı, mayına bastı, iki bacağı kasıklarından koptu. Helikopter çağırdık. Acil müdahalesini yapıp, gönderdik.
Sonra Tugay Komutanımız geldi, olanları anlattık. O sırada öncülerimizden biri, dere yatağı tarafında bir iki kişiyi gördüğünü söyledi. Harekete geçtik. Tam o sırada, sanki vücuduma elektrik verilir gibi oldu. Bütün bedenim sallandı, havaya uçtum ve düştüm.
Baktım sırt çantam hâlâ sırtımda ama silahım yok. Sol koluma baktım, yok. Sağ kolum kasığımdan sarkıyor, sağ kulağım var ama sadece kemikleri duruyor, et plastik gibi erimiş, et yok. Bacağıma eğildim yok, kopmuş, dizim de yok. Arkadakiler bir şey bulduklarında yukarı fırlatıyorlardı. Biri fırlattı, baktım bir bacak. Ayakkabısına baktım, botumla beraber duruyordu.
Ama nedense ağzımdan çıkan laf, “Tüfeğim yok, tüfeğimi bulun!” oldu. Tabur komutanı dedi ki, “Oğlum tüfek önemli değil artık! Buluruz onu…” Üzerimde dört şarjör, tüfeğim ve iki el bombası vardı. Biri duruyordu, biri yoktu, dört şarjör de erimişti.
Altı kere kelimeyi şehadet getirdim. Çünkü üç atar damarım kopmuştu. Kanın yedi dakikada boşalması ve benim şehit olmam lazımdı. Ölmeyi bekliyordum. Ama ölmedim. Sonra öğrendim ki, mayın 3000 kilovat ısıyla yakmış damarlarımı. Yani denk geldiği yerleri kopartırken, pişirmiş ve yapıştırmış. O yüzden de kan boşalımı olmamış. Bu sayede hayatta kalmışım.”
Gazi Uzman Çavuş Yılmaz Yiğit 🇹🇷
5 gün önce
YAHUDİ İBNİ SEBE'NİN YOLUNDA BİR HAŞHAŞİ, HASAN SABBAH'IN ÖLÜMÜ,
12 HAZİRAN 1124
Hasan sabbah Harâmlara helâl diyerek, çok kimseleri yoldan çıkardı.
Alamut kalesi ve civârı bunun taraftarları ile doldu.
Ehl-i sünnete yezîdî diyorlardı. Bir yezîdî öldürmek,
On kâfiri öldürmekden dahâ sevâbdır diyordu.
Ama kendisi, Eşkıyalık yaparak gırtlağına kadar haramzade işlerle uğraşıyordu.
Bunun için, hâcıları, hâkimleri, âlimleri, askerleri hançer saplayıp öldürürlerdi.
Bunlara, (Bâtınıyye) veyâ (İsmâ’îliyye) de denir. Kâfir ve azgın kimselerdi.
Müritlerine cenneti vadediyor ve cennetteki mutluluğu dünyada
Hissetmeleri için onlara esrar, afyon veya haşhaş içiriyordu.
Bu şekilde, emirleri koşulsuz yerine getiren birer fedai (terörist) hâline geliyorlardı.
Farsça "Haşhaşin" süikastçı demektir.
1400 yıl öncede bu böyleydi İslam güneşi doğup
Her yere yayılınca, kâfirlerin ve müşriklerin
Kalbleri yanıp tutuştu.
Kur’an-ı kerimde lanetlenen Yahudiler, İran Mecusileri,
Hindular ile İslam’a hile ve tuzak hazırlamaya başladılar.
Fitne çıkardılar kan dökülmesine sebep oldular.
İslamiyet’e ilk fitneyi de Yahudiler soktu.
Müslüman gözüken,
Kâfirliğini gizleyenlerin başında Yahudi Abdullah bin Sebe geliyordu.
Yahudiler, Hazret-i Osman’ın hilafeti zamanında Medine’ye gelip,
Hazret-i Ali’yi de kendilerine kalkan ederek Onun taraftarı, dostu gibi göründüler.
Müslümanların, Resulullahın halifesi, damadı Hazret-i Osman’a karşı
Ceşitli yalan ve iftiralar uydurarak ayaklanmalarını teşviklediler.
İslam inancına ters fikirler yaymaya başladılar. Kendilerine (Ali şiası)
Yani Ali taraftarları adını vererek, İslamı içerden yıkmaya çalışıyorlar, Bugün kü Şia'cılık Batınicilik,
İsmailicilik, Hüseyincilik hepsi bu planın bir parçasıdır.
Asla islam değildir, Ama hakiki İslam yani Ehl-i sünnet,
ALLAH'ın (c.c) izni ve yardımı ile çığ gibi her tarafa yayıldı.
Haşhaşîlik, Şiî/İsmailî bir inancı içinde barındırdığı,
İslam ile uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı için,
Büyük Selçuklu Devleti bu inanç ve düşüncenin karşısında mücadele etmiştir.
Nizâmü’l-Mülk de Şiî/Bâtınîlik hareketinin ileride
Selçuklular için büyük tehlike oluşturabileceğini düşünerek
Sünnîliği korumak için, sadece silahlı değil ilmî ve fikrî mücadelenin de
Gerekliliğini ortaya koymuş, şart görmüştür.
Sultan Alp Arslan’ın desteği ve yardımlarıyla onun devrinde,
Ve daha sonra Sultan Melikşah zamanında başta Bağdad olmak üzere,
Irâk-ı Arab, Irâk-ı Acem, Horasan, Mâverâünnehr,
Suriye ve Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde “Nizâmiye Medreseleri”
Tesis ettirerek ilmi medeniyet çığırı başlatmıştır.
Hasan Sabbâh, 35 sene çok kimselerin dinlerine ve canlarına kıydı.
Sonra reîs olan torunu Ahund Hasan hepsinden dahâ alçak zındıkdı.
Müslimânları aldatmak için, kendisine (Alevî) adını takan bu hâindir.
Hazret-i Alînin şehîd edilmiş olduğu Ramazânın onyedisinde,
Bir meydânda minbere çıkıp, (Beni Alî gönderdi. Ben bütün müslimânların imâmıyım. İslâmiyyetin aslı, faslı yokdur.
İş kalbdedir, Kalbi temiz olana günâh zarar vermez.
Herşeyi halâl etdim. Keyfinize bakınız!) dedi.
Kadın erkek, karma karışık şarap içdiler. O günü yıl başlangıcı yapdılar.
Bu zındık sonra kaynı tarafından öldürüldü.
Torunu, Celâleddîn Hasan, bu bozuk yolu bırakdı.
Ehl-i sünnet mezhebine girdiğini halîfeye bildirdi.
Hasan bin Sabbâhın yazdığı zındıklık kitâblarını toplayıp yakdırdı.
Yerine geçen oğlu Ahund Alâeddîn Muhammed,
İsmâîliyye devletinin yedinci hükümdârı olup, dedelerinin bozuk yolunu tutdu.
Harâmları helâl yapdı.
Oğlu Ahund Rükneddîn de bu habîsi yatağında öldürtdü.
Babasının hapsetdiği şî’î âlimlerinden Nasîreddîn-i Tûsîyi vezîr yapdı.
Fakat Hülâgünün kardeşi, Mâverâünnehrde, bunu idâm etdi.
Moğol Hülâgü, İsmâîlî mülhidlerini kılıçdan geçirdi.
Alamut kale'si 1256 yılında, Bağdatı İşgal eden Hülâgû komutasındaki
Moğol ordusu tarafından Haşhaşiler'e açılan savaşta
Kalede bulunan neredeyse tüm Haşhaşiler öldürülmüştür.
Kale tahrip edilerek, kütüphanesi yakılmıştır.
12 HAZİRAN 1124
Hasan sabbah Harâmlara helâl diyerek, çok kimseleri yoldan çıkardı.
Alamut kalesi ve civârı bunun taraftarları ile doldu.
Ehl-i sünnete yezîdî diyorlardı. Bir yezîdî öldürmek,
On kâfiri öldürmekden dahâ sevâbdır diyordu.
Ama kendisi, Eşkıyalık yaparak gırtlağına kadar haramzade işlerle uğraşıyordu.
Bunun için, hâcıları, hâkimleri, âlimleri, askerleri hançer saplayıp öldürürlerdi.
Bunlara, (Bâtınıyye) veyâ (İsmâ’îliyye) de denir. Kâfir ve azgın kimselerdi.
Müritlerine cenneti vadediyor ve cennetteki mutluluğu dünyada
Hissetmeleri için onlara esrar, afyon veya haşhaş içiriyordu.
Bu şekilde, emirleri koşulsuz yerine getiren birer fedai (terörist) hâline geliyorlardı.
Farsça "Haşhaşin" süikastçı demektir.
1400 yıl öncede bu böyleydi İslam güneşi doğup
Her yere yayılınca, kâfirlerin ve müşriklerin
Kalbleri yanıp tutuştu.
Kur’an-ı kerimde lanetlenen Yahudiler, İran Mecusileri,
Hindular ile İslam’a hile ve tuzak hazırlamaya başladılar.
Fitne çıkardılar kan dökülmesine sebep oldular.
İslamiyet’e ilk fitneyi de Yahudiler soktu.
Müslüman gözüken,
Kâfirliğini gizleyenlerin başında Yahudi Abdullah bin Sebe geliyordu.
Yahudiler, Hazret-i Osman’ın hilafeti zamanında Medine’ye gelip,
Hazret-i Ali’yi de kendilerine kalkan ederek Onun taraftarı, dostu gibi göründüler.
Müslümanların, Resulullahın halifesi, damadı Hazret-i Osman’a karşı
Ceşitli yalan ve iftiralar uydurarak ayaklanmalarını teşviklediler.
İslam inancına ters fikirler yaymaya başladılar. Kendilerine (Ali şiası)
Yani Ali taraftarları adını vererek, İslamı içerden yıkmaya çalışıyorlar, Bugün kü Şia'cılık Batınicilik,
İsmailicilik, Hüseyincilik hepsi bu planın bir parçasıdır.
Asla islam değildir, Ama hakiki İslam yani Ehl-i sünnet,
ALLAH'ın (c.c) izni ve yardımı ile çığ gibi her tarafa yayıldı.
Haşhaşîlik, Şiî/İsmailî bir inancı içinde barındırdığı,
İslam ile uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı için,
Büyük Selçuklu Devleti bu inanç ve düşüncenin karşısında mücadele etmiştir.
Nizâmü’l-Mülk de Şiî/Bâtınîlik hareketinin ileride
Selçuklular için büyük tehlike oluşturabileceğini düşünerek
Sünnîliği korumak için, sadece silahlı değil ilmî ve fikrî mücadelenin de
Gerekliliğini ortaya koymuş, şart görmüştür.
Sultan Alp Arslan’ın desteği ve yardımlarıyla onun devrinde,
Ve daha sonra Sultan Melikşah zamanında başta Bağdad olmak üzere,
Irâk-ı Arab, Irâk-ı Acem, Horasan, Mâverâünnehr,
Suriye ve Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde “Nizâmiye Medreseleri”
Tesis ettirerek ilmi medeniyet çığırı başlatmıştır.
Hasan Sabbâh, 35 sene çok kimselerin dinlerine ve canlarına kıydı.
Sonra reîs olan torunu Ahund Hasan hepsinden dahâ alçak zındıkdı.
Müslimânları aldatmak için, kendisine (Alevî) adını takan bu hâindir.
Hazret-i Alînin şehîd edilmiş olduğu Ramazânın onyedisinde,
Bir meydânda minbere çıkıp, (Beni Alî gönderdi. Ben bütün müslimânların imâmıyım. İslâmiyyetin aslı, faslı yokdur.
İş kalbdedir, Kalbi temiz olana günâh zarar vermez.
Herşeyi halâl etdim. Keyfinize bakınız!) dedi.
Kadın erkek, karma karışık şarap içdiler. O günü yıl başlangıcı yapdılar.
Bu zındık sonra kaynı tarafından öldürüldü.
Torunu, Celâleddîn Hasan, bu bozuk yolu bırakdı.
Ehl-i sünnet mezhebine girdiğini halîfeye bildirdi.
Hasan bin Sabbâhın yazdığı zındıklık kitâblarını toplayıp yakdırdı.
Yerine geçen oğlu Ahund Alâeddîn Muhammed,
İsmâîliyye devletinin yedinci hükümdârı olup, dedelerinin bozuk yolunu tutdu.
Harâmları helâl yapdı.
Oğlu Ahund Rükneddîn de bu habîsi yatağında öldürtdü.
Babasının hapsetdiği şî’î âlimlerinden Nasîreddîn-i Tûsîyi vezîr yapdı.
Fakat Hülâgünün kardeşi, Mâverâünnehrde, bunu idâm etdi.
Moğol Hülâgü, İsmâîlî mülhidlerini kılıçdan geçirdi.
Alamut kale'si 1256 yılında, Bağdatı İşgal eden Hülâgû komutasındaki
Moğol ordusu tarafından Haşhaşiler'e açılan savaşta
Kalede bulunan neredeyse tüm Haşhaşiler öldürülmüştür.
Kale tahrip edilerek, kütüphanesi yakılmıştır.
11 gün önce
24 HAZİRAN 1980 GÜNÜ MHP GAZİOSMANPAŞA İLÇE BAŞKANIMIZ ALİ RIZA ALTINOK, EŞİ FAHRİYE ALTINOK VE 16 YAŞINDAKİ KIZI NİLGÜN ALTINOK AİLECEK ŞEHİT EDİLDİLER. ALLAH RAHMET EYLESİN, MEKANLARI CENNET OLSUN. EL FATİHA. 😢🤲
12 gün önce
İĞNELİ FIÇI NEDİR?
Yahudilerin, kaçırdıkları Yahudi olmayan çocukların kanlarını almak için kullandıkları yöntemlerden biri. Fıçının içi iğnelerle kaplıdır. Çocuğu fıçının içine canlı canlı kapatan hahamlar, ardından fıçıyı dakikalarca yuvarlarlar. Daha sonra fıçının dibinde bulunan musluk açılır ve toplanan kan ayinlerde kullanılmak ya da Mayasız Bayramında yenilen mayasız ekmeklere karıştırılmak üzere alınırdı.
Yahudilikte, insan kanının ikinci bir kullanım yeri ise Pessah (mayasız) bayramları olmuştur. Pessah bayramında bir hafta boyunca mayasız ekmek yapılır ve yenir. Yahudilerin bazı kollarına göre, bu ekmeklerin en makbul olanları ise içine insan kanı katılanlardır. Bazı tarihçilerin bildirdiklerine göre, Pessah bayramları, Ayrupa’da her yıl küçük çocukların kaybolduğu dehşet dönemleri olmuştur.
Kan içme konusunu şimdiye dek en iyi açıklamış kaynaklardan biri, 1803’te Moldavya’lı rahip Neophite’in yazdığı kitaptır. Bir hahamın oğlu olan Neophite, Yahudilikten çıktıktan sonra hristiyanlığı kabul edip rahip olmuştur. Babasının inancındaki bütün kanla ilgili ayinleri açıklamıştır. Bazı Yahudi tarikatlarının, insan kanı kullandıklarında Yehova katında daha “üstün” olduklarına inandıklarını anlatmıştır.
İşte Yahudilerin bulundukları ülkelerden sürülmelerinin nedenlerinden birisi de bu sapık adettir. Özellikle İspanya’da, kan içme olayları defalarca gündeme gelmiş, bu olaylar halk arasında büyük huzursuzluk meydana getirmiştir. Sayısız çocuk kaybolmuş, cesetlerin bir kısmı tamamen kanı çekilmiş bir durumda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğuna geldikten sonra da, Yahudilerin bazı kolları, bu sapık adetlerine devam ettiler.
Osmanlı zabıtlarında bu konuda gelişmiş pek çok olay vardır. Bunların en önemlileri 1715’te Amasya’da, 1840’ta Şam’da ve Rodos’ta, 1633-1843 ve 1866’da İstanbul’da, 1863-1868 ve 1870’te İzmir’de kayda geçen olaylardır. Bu olaylarda pek çok Yahudi suçlu bulunmuş ve idam edilmiştir. Yahudi tarihçi-yazar Avram Galante, “Histoire Des Juifs de Turquie” isimli kitabında bu konuda gelişmiş olan olayları uzun bir şekilde anlatmaktadır.
İstanbul Kadılığı 1715’te (11 Şevval 1128) olan kan içme olayında, Ahmet isminde bir Türk çocuğunu kaçırıp kanını içen Menahim, Sabetay ve Avram isimli üç Yahudiyi idam cezasına çarptırmıştır. Fanatik Yahudiler kan içme adetlerini bugün hala uyguluyorlar. Filistin’li pek çok küçük çocuk bu korkunç ibadetin (!) kurbanı olmuştur.
Yıl 2006’nın Mayıs Ayı. Ankara’nın fakir semtlerinden Sincan’da, organları alındıktan sonra çöpe veya duvar diplerine bırakılmış 7-8 yaşlarındaki çocuk cesetlerinin sayısı 13’e ulaşmış. Türkiye’deki organ mafyasının ardında Yahudiler’in olduğuna ve bu organların İsrail’li hastalara nakledildiğine dikkat eder misiniz?!!!
Sadist hahamların uydurduğu bu akıl almaz vahşet, tarih boyunca sayısız masum insanın acımasızca öldürülmesine yol açmıştır.
Yahudiler Tevrat’ta emredilen bütün vahşet türlerini İsrail devleti kurulduktan sonra çok rahat uygulama fırsatı buldular. İşgal ettiği topraklardaki savunmasız halk İsrail’in sapık ibadetlerinin kurbanı oldu. Haber alınamayan binlerce kayıp Filistin’li çocuktan birkaçının cesetleri kanları çekilmiş olarak bulunmuştur. Bugün İsrail hapishanelerine konulan, yüzlercesi kadın ve çocuk olmak üzere on bini aşkın Filistin’linin akibeti bilinmemektedir.
Azınlıkta oldukları ülkelerde bile bu korkunç ibadetlerini terketmeyen yahudi fanatiklerinin, tamamen hakim oldukları Filistin’de aynı kan ayinlerini uyguladıklarını tahmin etmek güç değil.....
Sunay Korkmaz
https://foucaultsarkaci.wo...
Yahudilerin, kaçırdıkları Yahudi olmayan çocukların kanlarını almak için kullandıkları yöntemlerden biri. Fıçının içi iğnelerle kaplıdır. Çocuğu fıçının içine canlı canlı kapatan hahamlar, ardından fıçıyı dakikalarca yuvarlarlar. Daha sonra fıçının dibinde bulunan musluk açılır ve toplanan kan ayinlerde kullanılmak ya da Mayasız Bayramında yenilen mayasız ekmeklere karıştırılmak üzere alınırdı.
Yahudilikte, insan kanının ikinci bir kullanım yeri ise Pessah (mayasız) bayramları olmuştur. Pessah bayramında bir hafta boyunca mayasız ekmek yapılır ve yenir. Yahudilerin bazı kollarına göre, bu ekmeklerin en makbul olanları ise içine insan kanı katılanlardır. Bazı tarihçilerin bildirdiklerine göre, Pessah bayramları, Ayrupa’da her yıl küçük çocukların kaybolduğu dehşet dönemleri olmuştur.
Kan içme konusunu şimdiye dek en iyi açıklamış kaynaklardan biri, 1803’te Moldavya’lı rahip Neophite’in yazdığı kitaptır. Bir hahamın oğlu olan Neophite, Yahudilikten çıktıktan sonra hristiyanlığı kabul edip rahip olmuştur. Babasının inancındaki bütün kanla ilgili ayinleri açıklamıştır. Bazı Yahudi tarikatlarının, insan kanı kullandıklarında Yehova katında daha “üstün” olduklarına inandıklarını anlatmıştır.
İşte Yahudilerin bulundukları ülkelerden sürülmelerinin nedenlerinden birisi de bu sapık adettir. Özellikle İspanya’da, kan içme olayları defalarca gündeme gelmiş, bu olaylar halk arasında büyük huzursuzluk meydana getirmiştir. Sayısız çocuk kaybolmuş, cesetlerin bir kısmı tamamen kanı çekilmiş bir durumda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğuna geldikten sonra da, Yahudilerin bazı kolları, bu sapık adetlerine devam ettiler.
Osmanlı zabıtlarında bu konuda gelişmiş pek çok olay vardır. Bunların en önemlileri 1715’te Amasya’da, 1840’ta Şam’da ve Rodos’ta, 1633-1843 ve 1866’da İstanbul’da, 1863-1868 ve 1870’te İzmir’de kayda geçen olaylardır. Bu olaylarda pek çok Yahudi suçlu bulunmuş ve idam edilmiştir. Yahudi tarihçi-yazar Avram Galante, “Histoire Des Juifs de Turquie” isimli kitabında bu konuda gelişmiş olan olayları uzun bir şekilde anlatmaktadır.
İstanbul Kadılığı 1715’te (11 Şevval 1128) olan kan içme olayında, Ahmet isminde bir Türk çocuğunu kaçırıp kanını içen Menahim, Sabetay ve Avram isimli üç Yahudiyi idam cezasına çarptırmıştır. Fanatik Yahudiler kan içme adetlerini bugün hala uyguluyorlar. Filistin’li pek çok küçük çocuk bu korkunç ibadetin (!) kurbanı olmuştur.
Yıl 2006’nın Mayıs Ayı. Ankara’nın fakir semtlerinden Sincan’da, organları alındıktan sonra çöpe veya duvar diplerine bırakılmış 7-8 yaşlarındaki çocuk cesetlerinin sayısı 13’e ulaşmış. Türkiye’deki organ mafyasının ardında Yahudiler’in olduğuna ve bu organların İsrail’li hastalara nakledildiğine dikkat eder misiniz?!!!
Sadist hahamların uydurduğu bu akıl almaz vahşet, tarih boyunca sayısız masum insanın acımasızca öldürülmesine yol açmıştır.
Yahudiler Tevrat’ta emredilen bütün vahşet türlerini İsrail devleti kurulduktan sonra çok rahat uygulama fırsatı buldular. İşgal ettiği topraklardaki savunmasız halk İsrail’in sapık ibadetlerinin kurbanı oldu. Haber alınamayan binlerce kayıp Filistin’li çocuktan birkaçının cesetleri kanları çekilmiş olarak bulunmuştur. Bugün İsrail hapishanelerine konulan, yüzlercesi kadın ve çocuk olmak üzere on bini aşkın Filistin’linin akibeti bilinmemektedir.
Azınlıkta oldukları ülkelerde bile bu korkunç ibadetlerini terketmeyen yahudi fanatiklerinin, tamamen hakim oldukları Filistin’de aynı kan ayinlerini uyguladıklarını tahmin etmek güç değil.....
Sunay Korkmaz
https://foucaultsarkaci.wo...

İğneli Fıçı: Kabalacı Vampir Yahudilerin Vahşi Geleneklerinden Biri – FOUCAULT SARKACI
İsa, Ferisilere: "Sizler babanız olan İblis’tensiniz ve onun ihtiraslarını yerine getirmek istiyorsunuz. O başlangıçtan beri bir katildi ve hakikate inanmadı; çünkü onun için bir hakikat yoktur..." (Yuhanna 8: 44) Bu yazıda Yahudilerin asırlardır sürdürdükleri kan içici bir geleneği işleye..
https://foucaultsarkaci.wordpress.com/2018/02/25/igneli-fici-kabalaci-vampir-yahudilerin-vahsi-geleneklerinden-biri/
13 gün önce
ARAPLAŞMIŞ SİYASAL İSLAMCILARIN CENGİZ HAN DÜŞMANLIĞI ......
Ümmetçi İslamcılar ve Araplar, Moğol İmparatorluğuna nefret eder çünkü Cengiz Han, Arap yayılmacılığına büyük darbe vurmuş, çocukları da torunları da kurdukları devletlerle, Araplara geçmişteki Emevi katliamlarının faturasını kesmiştir.
Bildiğiniz gibi 925 yılından önce Moğol diye bir ırk yoktu.
Moğollar ağırlıklı olarak Tatar boylarındandı.
Moğollar, Cengiz Han, Oğulları ve torunlarının kurduğu bir hanedanlıktır.
Cumhurbaşkanlığı Forsunda da Moğol Devleti vardır.
Örnek: Altınorda devleti, Timur devleti, İlhanlılar gibi pek çok kol da vardır.
Moğol-Türk İmparatorluğu hakkında büyük tarihçiler de detaylı bilgiler var, Eberhard'a göre; Moğol -Türk 119 kabileden meydana gelen etnik yapısını Bay-kara, Çoodu, Telengit, Herteg, İrgit, Hovalıg, Darhad gibi Türk boylarının yanı sıra, Soyon, Ket ve Moğol gibi halklar oluşturur, der.
Bunların hepsi Türk'dür
( Hun-Türk İmparatorluğu, Selçuklu-Türk İmparatorluğu Gibi...)
Cengiz Han'ın Torunu Batu Han'ın kurduğu Altınorda Devleti neden 16 Türk devleti arasında sayılıyor?
Koca sülalede sadece Cengiz Han ile Hülagü mü Moğol?
Ayrıca bu Altınorda devletini simgeleyen bir yıldız da Cumhurbaşkanlığı forsunda bulunuyor.
Anlayan anlamayana anlatsın.
Ve Yine Timur, Cengiz Han'ın soyundan gelmektedir.
Uluğ Bey,
Timur İmparatorluğu'nun 4. HÜKÜMDARI ve Türk Matematikçi ve astronomi bilgini. Timur'un oğlu Şahruh'un büyük oğludur..
Babür Şah
Babür İmparatorluğu’nun kurucusu ve ilk hükümdarı. Soyu baba tarafından Timur’a, anne tarafından Cengiz Han'a dayanır.
Çağatay han Cengiz Han'ın Oğlu
(Devletin Resmi dili Çağatay Türkçe si )
Çağatay Hanlığı Hükümdarı ve Kurucusu.
Moğollar Türk müdür? Değil midir?
tartışmasının ana nedenlerinden biri Hülagü Han'ın, Kuteybenin yaptığı Türk katliamının intikamını çok kanlı şekilde almasıdır.
Cengiz Han'ın Torunu HÜLAGU HAN Türkistanda Türk Katliamı yapan arap(Yezid -Muaviye -Kuteybe)den İntikam almak için Bağdat Şehrini alıp, Abbasi Halifesini öldürmüştür.
- arap Tarihçilerinin Osmanlının Devşirme Tarihçilerinin araplaşmış müslüman Türklerin Cengiz Han düşmanlığı bundandır.
- 12 yy Göktengri İnancını bırakıp islamiyete giren Türk Boyları, Türk İnancında kalan Türk Boylarını KAFİR ilan edip, Ganimet için Araplarla beraber saldırıyorlardı.....
Moğol İmparatorluğunun çatısı altında 15-16 tane Türk Devleti vardır.
Cengiz Han'ın Türk olup olmadığı hakkında kimsede şüphe olmasın. O, Öz be öz Türk'tür.
Cengiz Han’ın soyu Çinlilerce , Türklere dayandırılır. Çin kaynaklarında Cengiz Han'ın Türk olduğu, Milletinin Türk Milleti olduğu geçer...
En önemlisi Cengiz Han konuşmalarında kendini Türk olarak tanıtmıştır.
CENGİZ HAN İMPARATORLUĞU
- Adı : TEMUÇİN Türkçe
- Ünvanı : CENGİZ HAN Türkçe
- Devletin Resmi Dili : Türkçe
- Alfabesi : Uygur Türk Alfabesi
- Dini : TENGRİ Türk İnancı.
- Başkent :Türklerin Kutsalı ÖTÜGEN
- Doğum yeri : TÜRKİSTAN Toprağı
- Doğum Tarihi : 12 Hayvanlı
Türk Takvimine göre BARS yılı
- Bastırdığı Paralardaki yazılar Türkçe ve Uygur Türk Alfabesiyle
- İmparatorluk Ordusu Başkomutanı Tuva Türk'ü SABUTAY
- Cengiz Han Yasasına göre Askerler Türk Adı taşımak zorundaydı.
- Devletin Milli İçkisi KIMIZ idi.
- Devletin Milli Ongunu, Simgesi BÖRTEÇİNE ( Bozkurt) idi.
- Türkistan Toprağındaki
Kutsal ÖTÜGEN'de kurulan son GÖKTENGRİ İnancındaki Türk İmparatorluğudur.
Cengiz han Dede Korkut un kültüründen gelmedir.
Dede korkut kültürüde Tengrinin özüdür.... Tengri bir Türk felsefesidir.
Dinde değildir.
Bu felsefede bilime uygun bir felsefedir.
Yani tabiatın , doğanın özüdür....
Yer kürenin bütün yazılımlarıda Dört kutsal kitap safsatasına dayanmaz.....!
Gılgamışa, Dedekorkuta, Odin Ata'ya, Ülgen ve Umay ana öğretisine dayanır....
İnsanlığın tarihinin de bu kültüre dayandığı nı son yılların arkeolojik kazılarıda kanıtlamıştır...
Profesör Zeki Velidi Togan, 1941'de yayınladığı "Moğollar, Çengiz. ve Türklük" adlı küçük eserinde, (s. 18) (ek1) ve 1946'da yayınladığı "Umumî Türk Tarihine Giriş" adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66)(ek2) Çengiz Han'ı 1221'de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir.
Bu elçi, Cengiz'in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir.
Tarihte iki devlet kuran Şatolar, günümüzde Mançurya’da 1000 çadır kalmışlardır.
Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türkler'den inen büyük bir uruktur.
Cengiz'in tipi hakkındaki tarihî bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır.
Cengiz'in aile adı olan "Börçegin", "Börü Tegin'in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi "Çengiz" kelimesi de "Tengiz" yani "Deniz" kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir.
Türkçe'de "t" ile başlayan kelimelerin Moğolca'da "ç" ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.
Yrd. Doç. Dr. Bekir Şişman’ın “Defter-i Çingiznâme” ve Türk Destanlarındaki Kahraman Tipolojisi Açısından“Cengiz Han” makalesinde şu görüşlere yer verilmiştir:
"Cengiz Han, dünya tarihini etkilemiş nadir hükümdarlardan biridir.
Onun hayatını ve mücadelelerini anlatan epik hikâyelere “Cengiznâme”
adı verilmektedir.
Cengiznâmeler üzerine en son çalışmayı Maria İvanics ve Mirkasym A. Usmanov yayımlamıştır.
Bu eser “Das Buch der Dschingis-Legende (Däftär-i Çingiz-nâmä) I” olarak adlandırılmıştır.
Defter-i Çingiznâme,altı bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde (Fasl-i dâstân-i näsl-i Çingiz), Cengiz Han’dan bahsedilir.
Bu anlatıya göre Cengiz Han, Türk destanlarındaki kahraman tipine uygunluk göstermektedir.
Cengiznâme”, Cengiz Han’ın soyu, doğuş tarzı, fetihleri ve tesiri hakkındaki genel halk rivayetlerinden derlenmiş, fakat “tarihî” mahiyette bir destandır.
Cengiz’in şeceresi baba tarafından “Oğuz Han”a dayanıyor ki, tarihçi Reşidüddin Camiü’t-Tevârih’inde bunu kaydetmektedir.
Anası tarafından ise “Altun Han” neslindendir (Köprülü 1986: 234).
Onun yükselişinde etkisi olan, yakın münasebet kurduğu ve akrabalık tesis ettiği pek çok boyun, aşiretin Türk olduğunu ve Türkçe isimler taşıdığını da burada belirtmek durumundayız.
Örneğin; Uryat, Talciyut, Uysun, Salciyut, Barlas,Urugut, Ürenküt, Baykut ve Kanglıyat bu kabilelerden yalnızca birkaçıdır.
Kaynaklar :
#Başkurt Profesör Zeki Velidi Togan
"Moğollar, Çengiz. ve Türklük
Ümmetçi İslamcılar ve Araplar, Moğol İmparatorluğuna nefret eder çünkü Cengiz Han, Arap yayılmacılığına büyük darbe vurmuş, çocukları da torunları da kurdukları devletlerle, Araplara geçmişteki Emevi katliamlarının faturasını kesmiştir.
Bildiğiniz gibi 925 yılından önce Moğol diye bir ırk yoktu.
Moğollar ağırlıklı olarak Tatar boylarındandı.
Moğollar, Cengiz Han, Oğulları ve torunlarının kurduğu bir hanedanlıktır.
Cumhurbaşkanlığı Forsunda da Moğol Devleti vardır.
Örnek: Altınorda devleti, Timur devleti, İlhanlılar gibi pek çok kol da vardır.
Moğol-Türk İmparatorluğu hakkında büyük tarihçiler de detaylı bilgiler var, Eberhard'a göre; Moğol -Türk 119 kabileden meydana gelen etnik yapısını Bay-kara, Çoodu, Telengit, Herteg, İrgit, Hovalıg, Darhad gibi Türk boylarının yanı sıra, Soyon, Ket ve Moğol gibi halklar oluşturur, der.
Bunların hepsi Türk'dür
( Hun-Türk İmparatorluğu, Selçuklu-Türk İmparatorluğu Gibi...)
Cengiz Han'ın Torunu Batu Han'ın kurduğu Altınorda Devleti neden 16 Türk devleti arasında sayılıyor?
Koca sülalede sadece Cengiz Han ile Hülagü mü Moğol?
Ayrıca bu Altınorda devletini simgeleyen bir yıldız da Cumhurbaşkanlığı forsunda bulunuyor.
Anlayan anlamayana anlatsın.
Ve Yine Timur, Cengiz Han'ın soyundan gelmektedir.
Uluğ Bey,
Timur İmparatorluğu'nun 4. HÜKÜMDARI ve Türk Matematikçi ve astronomi bilgini. Timur'un oğlu Şahruh'un büyük oğludur..
Babür Şah
Babür İmparatorluğu’nun kurucusu ve ilk hükümdarı. Soyu baba tarafından Timur’a, anne tarafından Cengiz Han'a dayanır.
Çağatay han Cengiz Han'ın Oğlu
(Devletin Resmi dili Çağatay Türkçe si )
Çağatay Hanlığı Hükümdarı ve Kurucusu.
Moğollar Türk müdür? Değil midir?
tartışmasının ana nedenlerinden biri Hülagü Han'ın, Kuteybenin yaptığı Türk katliamının intikamını çok kanlı şekilde almasıdır.
Cengiz Han'ın Torunu HÜLAGU HAN Türkistanda Türk Katliamı yapan arap(Yezid -Muaviye -Kuteybe)den İntikam almak için Bağdat Şehrini alıp, Abbasi Halifesini öldürmüştür.
- arap Tarihçilerinin Osmanlının Devşirme Tarihçilerinin araplaşmış müslüman Türklerin Cengiz Han düşmanlığı bundandır.
- 12 yy Göktengri İnancını bırakıp islamiyete giren Türk Boyları, Türk İnancında kalan Türk Boylarını KAFİR ilan edip, Ganimet için Araplarla beraber saldırıyorlardı.....
Moğol İmparatorluğunun çatısı altında 15-16 tane Türk Devleti vardır.
Cengiz Han'ın Türk olup olmadığı hakkında kimsede şüphe olmasın. O, Öz be öz Türk'tür.
Cengiz Han’ın soyu Çinlilerce , Türklere dayandırılır. Çin kaynaklarında Cengiz Han'ın Türk olduğu, Milletinin Türk Milleti olduğu geçer...
En önemlisi Cengiz Han konuşmalarında kendini Türk olarak tanıtmıştır.
CENGİZ HAN İMPARATORLUĞU
- Adı : TEMUÇİN Türkçe
- Ünvanı : CENGİZ HAN Türkçe
- Devletin Resmi Dili : Türkçe
- Alfabesi : Uygur Türk Alfabesi
- Dini : TENGRİ Türk İnancı.
- Başkent :Türklerin Kutsalı ÖTÜGEN
- Doğum yeri : TÜRKİSTAN Toprağı
- Doğum Tarihi : 12 Hayvanlı
Türk Takvimine göre BARS yılı
- Bastırdığı Paralardaki yazılar Türkçe ve Uygur Türk Alfabesiyle
- İmparatorluk Ordusu Başkomutanı Tuva Türk'ü SABUTAY
- Cengiz Han Yasasına göre Askerler Türk Adı taşımak zorundaydı.
- Devletin Milli İçkisi KIMIZ idi.
- Devletin Milli Ongunu, Simgesi BÖRTEÇİNE ( Bozkurt) idi.
- Türkistan Toprağındaki
Kutsal ÖTÜGEN'de kurulan son GÖKTENGRİ İnancındaki Türk İmparatorluğudur.
Cengiz han Dede Korkut un kültüründen gelmedir.
Dede korkut kültürüde Tengrinin özüdür.... Tengri bir Türk felsefesidir.
Dinde değildir.
Bu felsefede bilime uygun bir felsefedir.
Yani tabiatın , doğanın özüdür....
Yer kürenin bütün yazılımlarıda Dört kutsal kitap safsatasına dayanmaz.....!
Gılgamışa, Dedekorkuta, Odin Ata'ya, Ülgen ve Umay ana öğretisine dayanır....
İnsanlığın tarihinin de bu kültüre dayandığı nı son yılların arkeolojik kazılarıda kanıtlamıştır...
Profesör Zeki Velidi Togan, 1941'de yayınladığı "Moğollar, Çengiz. ve Türklük" adlı küçük eserinde, (s. 18) (ek1) ve 1946'da yayınladığı "Umumî Türk Tarihine Giriş" adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66)(ek2) Çengiz Han'ı 1221'de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir.
Bu elçi, Cengiz'in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir.
Tarihte iki devlet kuran Şatolar, günümüzde Mançurya’da 1000 çadır kalmışlardır.
Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türkler'den inen büyük bir uruktur.
Cengiz'in tipi hakkındaki tarihî bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır.
Cengiz'in aile adı olan "Börçegin", "Börü Tegin'in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi "Çengiz" kelimesi de "Tengiz" yani "Deniz" kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir.
Türkçe'de "t" ile başlayan kelimelerin Moğolca'da "ç" ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.
Yrd. Doç. Dr. Bekir Şişman’ın “Defter-i Çingiznâme” ve Türk Destanlarındaki Kahraman Tipolojisi Açısından“Cengiz Han” makalesinde şu görüşlere yer verilmiştir:
"Cengiz Han, dünya tarihini etkilemiş nadir hükümdarlardan biridir.
Onun hayatını ve mücadelelerini anlatan epik hikâyelere “Cengiznâme”
adı verilmektedir.
Cengiznâmeler üzerine en son çalışmayı Maria İvanics ve Mirkasym A. Usmanov yayımlamıştır.
Bu eser “Das Buch der Dschingis-Legende (Däftär-i Çingiz-nâmä) I” olarak adlandırılmıştır.
Defter-i Çingiznâme,altı bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde (Fasl-i dâstân-i näsl-i Çingiz), Cengiz Han’dan bahsedilir.
Bu anlatıya göre Cengiz Han, Türk destanlarındaki kahraman tipine uygunluk göstermektedir.
Cengiznâme”, Cengiz Han’ın soyu, doğuş tarzı, fetihleri ve tesiri hakkındaki genel halk rivayetlerinden derlenmiş, fakat “tarihî” mahiyette bir destandır.
Cengiz’in şeceresi baba tarafından “Oğuz Han”a dayanıyor ki, tarihçi Reşidüddin Camiü’t-Tevârih’inde bunu kaydetmektedir.
Anası tarafından ise “Altun Han” neslindendir (Köprülü 1986: 234).
Onun yükselişinde etkisi olan, yakın münasebet kurduğu ve akrabalık tesis ettiği pek çok boyun, aşiretin Türk olduğunu ve Türkçe isimler taşıdığını da burada belirtmek durumundayız.
Örneğin; Uryat, Talciyut, Uysun, Salciyut, Barlas,Urugut, Ürenküt, Baykut ve Kanglıyat bu kabilelerden yalnızca birkaçıdır.
Kaynaklar :
#Başkurt Profesör Zeki Velidi Togan
"Moğollar, Çengiz. ve Türklük
15 gün önce
(E)
II. ABDÜLHAMİD
Ermeniler 1915 olaylarından çok daha önce terör olayları yapmışlardır. Enver Paşa ve Cemal Paşayı şehit etmeden önce II. Abdülhamidi öldürmeye çalışmışlar fakat başarılı olamamışlardır. Osmanlıda en önemli konumlara getirilen ve bir çok imtiyaza sahip olan Ermeniler Yıldız Suikastı, adı verilen 21 Temmuz 1905 günü Osmanlı padişahı II. Abdülhamit'e karşı suikast düzenlemişlerdir.
Osmanlının her türlü imtiyazlarından faydalanan, yüksek mevkilere getirilen, İstanbul’un en seçkin yerlerinde oturan Ermeniler, 1. Dünya savaşında ayağı tökezleyen Osmanlı’yı sırtından hançerlemişlerdir.
Ermeniler 1915 olaylarından çok daha önce terör olayları yapmışlardır. Enver Paşa ve Cemal Paşayı şehit etmeden önce II. Abdülhamidi öldürmeye çalışmışlar fakat başarılı olamamışlardır. Osmanlıda en önemli konumlara getirilen ve bir çok imtiyaza sahip olan Ermeniler Yıldız Suikastı, adı verilen 21 Temmuz 1905 günü Osmanlı padişahı II. Abdülhamit'e karşı suikast düzenlemişlerdir.
Osmanlının her türlü imtiyazlarından faydalanan, yüksek mevkilere getirilen, İstanbul’un en seçkin yerlerinde oturan Ermeniler, 1. Dünya savaşında ayağı tökezleyen Osmanlı’yı sırtından hançerlemişlerdir.
18 gün önce
TÜRK’ÜM DEMEYİN
Bu düşüncelerle; aman ha sakın,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin.
Çölden vazgeçin, vahaya çıkın,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin,
Kafa başka yerde; akıl emanet,
Her yanınız kokmuş, her yer melanet,
Bizden uzak durun; alın selamet,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin.
Önce beyninizi değiştirmeden,
Türk’ü öğrenmeden, Türk’ü bilmeden,
Türk tarihini, geçmişini görmeden,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin.
Çıkmayın karşıma, çıkmayın sakın,
Numara yapmayın, şirki bırakın,
İster Rabia yapın, ister haç takın,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin,
Türklük Şeref’ini, Türklük şanını,
Boşa bulandırma, Türk’ün kanını,
Düşünürsen şayet biraz yarını,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm deneyin.
Zaten demiyorsun, diyemiyorsun,
Olmak istesen de; olamıyorsun,
At’a bile at’a; binemiyorsun,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin.
Soyunu, sopunu; ertele gitsin
Sende görüyorsun, sen de şahitsin,
Yeter artık yeter; fitneniz bitsin,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin.
Hacıbey ÖZBAY
14/05/2024
Bu düşüncelerle; aman ha sakın,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin.
Çölden vazgeçin, vahaya çıkın,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin,
Kafa başka yerde; akıl emanet,
Her yanınız kokmuş, her yer melanet,
Bizden uzak durun; alın selamet,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin.
Önce beyninizi değiştirmeden,
Türk’ü öğrenmeden, Türk’ü bilmeden,
Türk tarihini, geçmişini görmeden,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin.
Çıkmayın karşıma, çıkmayın sakın,
Numara yapmayın, şirki bırakın,
İster Rabia yapın, ister haç takın,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin,
Türklük Şeref’ini, Türklük şanını,
Boşa bulandırma, Türk’ün kanını,
Düşünürsen şayet biraz yarını,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm deneyin.
Zaten demiyorsun, diyemiyorsun,
Olmak istesen de; olamıyorsun,
At’a bile at’a; binemiyorsun,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin.
Soyunu, sopunu; ertele gitsin
Sende görüyorsun, sen de şahitsin,
Yeter artık yeter; fitneniz bitsin,
Siz Osmanlı kalın; Türk’üm demeyin.
Hacıbey ÖZBAY
14/05/2024
26 gün önce
BABAM ÇOBAN OSMAN VE FERDİ ZEYREK
Yeni Akit'in, elektrik çarpması sonucu ölen Manisa BB Başkanı Ferdi Zeyrek için "Geberdi", tepki görünce de "Çarpıldı" manşetleri atması üzerine rahmetli babamı hatırladım.
Rahmetli babam, ergenlik yaşlarında evini basan ve baltayla kapısını kırmaya çalışan bir zorbayı devre dışı bırakmış.
Mahkeme "Meşru müdafaa" şartlarını dikkate alarak babama az bir ceza vermiş.
*
Babası olan dedem, Birinci Dünya Savaşı sırasında, babam henüz ana rahminde iken silah altına alınıp Filistin Cephesinde şehit düştüğü için babam yetim doğmuş ve büyümüş.
Bizim yörenin geçimi hayvancılık olduğu ve yetim büyüyen babam da uzun süre akrabalarının yanında çobanlık yaptığı için Çoban Osman olarak bilinirdi bizim yörede.
Sonra biz çobanlık yapmaya başladık.
Yabanda, yazıda bazen yabancılarla karşılaştığımızda bize kimin çocuğu olduğumuzu sorduklarında biz babamın bilinen lakabıyla "Çoban Osman'ın oğluyum" dediğimiz halde bazen, babamın ergenlik yaşlarında elinden çıkan kazaya atıfta bulunarak "Katil Osman'ın oğlu musun" diyen densizler de çıkardı.
Babam kendisine "Katil" denilmesinden hoşlanmaz, bunu bir hakaret kabul ederdi.
Çünkü o bir kahramandı aslında.
Devre dışı bıraktığı adam, tam bir zorba imiş, şerrinden köye giremeyen köylüler bile varmış.
Onun bunun malına, tarlasına, namusuna el uzattığı olurmuş!
O ölünce köylü ancak rahat nefes almış.
Bu sebeple babam kendisine Katil denilmesini hakaret kabul ederdi.
İşte bize "Katil Osman'ın oğlu" diyenleri babama ilettiğimizde babam bize derdi ki;
-"Oğlum, bir daha size Katil Osman'ın oğlu diyen olursa onlara şöyle deyin: Babam yağcının yağını yedi, balcının balını yedi. Sana ne yaptı, yoksa senin de karını mı s.kti?"
*
O hesap bu Ferdi Zeyrek, yağcının yağını yedi, balcının balını yedi, yoksa "geberdi" ve "çarpıldı" manşetleri atanların da analarını veya karılarını mı düzdü?
Aksi halde bu kadar düşmanlık biraz fazla değil mi ya hu?
Sizin nereniz Müslüman?
Münafık, aşağılık adamlar!
Lan sizin arkadaşlarınız gibi yabancı ülkelerde otel odasında VİAGRA'dan ölmemiş adam, kendi evinde elektrik akımına kapılmış.
*
Görüldüğü kadarıyla son derece temiz yüzlü, güzel bir insan.
Hakkında herhangi bir yolsuzluk iddiası da yok.
Peki böyle güzel ve dürüst bir insan için "Geberdi" ve "Çarpıldı" manşetleri atmak neden?
Siz de hiç mi insan sevgisi kalmadı?
Siz kime ya da kimlere hizmet ediyorsunuz?
*
Allah rahmet eylesin Ferdi Başkan'a.
Yakınlarına, sevenlerine ve CHP'liler baş sağlığı diliyorum.
Doğrusu çok üzgünüm ve şaşkınım.
"Geberdi" diyenlerin bir beklentisi varmış gibi duruyor.
Yoksa bu kadar sevinmezlerdi.
Bu sebeple olay enine, boyuna araştırılmalıdır....
Ömer Sağlam
Yeni Akit'in, elektrik çarpması sonucu ölen Manisa BB Başkanı Ferdi Zeyrek için "Geberdi", tepki görünce de "Çarpıldı" manşetleri atması üzerine rahmetli babamı hatırladım.
Rahmetli babam, ergenlik yaşlarında evini basan ve baltayla kapısını kırmaya çalışan bir zorbayı devre dışı bırakmış.
Mahkeme "Meşru müdafaa" şartlarını dikkate alarak babama az bir ceza vermiş.
*
Babası olan dedem, Birinci Dünya Savaşı sırasında, babam henüz ana rahminde iken silah altına alınıp Filistin Cephesinde şehit düştüğü için babam yetim doğmuş ve büyümüş.
Bizim yörenin geçimi hayvancılık olduğu ve yetim büyüyen babam da uzun süre akrabalarının yanında çobanlık yaptığı için Çoban Osman olarak bilinirdi bizim yörede.
Sonra biz çobanlık yapmaya başladık.
Yabanda, yazıda bazen yabancılarla karşılaştığımızda bize kimin çocuğu olduğumuzu sorduklarında biz babamın bilinen lakabıyla "Çoban Osman'ın oğluyum" dediğimiz halde bazen, babamın ergenlik yaşlarında elinden çıkan kazaya atıfta bulunarak "Katil Osman'ın oğlu musun" diyen densizler de çıkardı.
Babam kendisine "Katil" denilmesinden hoşlanmaz, bunu bir hakaret kabul ederdi.
Çünkü o bir kahramandı aslında.
Devre dışı bıraktığı adam, tam bir zorba imiş, şerrinden köye giremeyen köylüler bile varmış.
Onun bunun malına, tarlasına, namusuna el uzattığı olurmuş!
O ölünce köylü ancak rahat nefes almış.
Bu sebeple babam kendisine Katil denilmesini hakaret kabul ederdi.
İşte bize "Katil Osman'ın oğlu" diyenleri babama ilettiğimizde babam bize derdi ki;
-"Oğlum, bir daha size Katil Osman'ın oğlu diyen olursa onlara şöyle deyin: Babam yağcının yağını yedi, balcının balını yedi. Sana ne yaptı, yoksa senin de karını mı s.kti?"
*
O hesap bu Ferdi Zeyrek, yağcının yağını yedi, balcının balını yedi, yoksa "geberdi" ve "çarpıldı" manşetleri atanların da analarını veya karılarını mı düzdü?
Aksi halde bu kadar düşmanlık biraz fazla değil mi ya hu?
Sizin nereniz Müslüman?
Münafık, aşağılık adamlar!
Lan sizin arkadaşlarınız gibi yabancı ülkelerde otel odasında VİAGRA'dan ölmemiş adam, kendi evinde elektrik akımına kapılmış.
*
Görüldüğü kadarıyla son derece temiz yüzlü, güzel bir insan.
Hakkında herhangi bir yolsuzluk iddiası da yok.
Peki böyle güzel ve dürüst bir insan için "Geberdi" ve "Çarpıldı" manşetleri atmak neden?
Siz de hiç mi insan sevgisi kalmadı?
Siz kime ya da kimlere hizmet ediyorsunuz?
*
Allah rahmet eylesin Ferdi Başkan'a.
Yakınlarına, sevenlerine ve CHP'liler baş sağlığı diliyorum.
Doğrusu çok üzgünüm ve şaşkınım.
"Geberdi" diyenlerin bir beklentisi varmış gibi duruyor.
Yoksa bu kadar sevinmezlerdi.
Bu sebeple olay enine, boyuna araştırılmalıdır....
Ömer Sağlam
26 gün önce
MACARİSTAN (HUN TÜRKLERİ'NİN ÜLKESİ) BUDAPEŞTE'DE GÜL BABA TÜRBESİ (asıl adı Cafer; ö. 01.09 1541) bir Bektaşi Babası, derviş ve şair olmaktadır. Doğum yeri Amasya'nın Merzifon ilçesidir. Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ı etkileyen ve avrupa taaruzlarına katılan önemli bir Bektaşi Babası dır. Hayat yolu Evliya Çelebi tarafından yazılı kaynaklara geçirildi. Gül Baba'nın Budapeşte’de türbesi ve heykeli bulunuyor. Başından gülü elinden ise tahta kılıcı eksik olmazmış. Savaşlarda başının üstünde bir gül taşıdığı için Gül Baba diye anıldığı rivayeti nesilden nesile iletilir.
1481'de II. Bayezid döneminde Galata'nın üstleri, Perşembe Pazarı'nın Voyvoda Konağı'nın yukarılarına düşen bölge, sık ağaçlarla kaplı ve avlanmaya müsait bir bölgedir. Sultan II. Bayezid mevsim kış olmasına rağmen bu bölgede avlanırken, bir av dönüşünde, günlerini, yetiştirdiği gül fidanları arasında ibadetle geçiren Gül Baba' ya rastlar. Gül Baba'nın kendisine sarı ve kırmızı güller sunmasından memnun olan Sultan, kendisinden dileğini sorar. Adını yetiştirdiği güllerden alan Gül Baba, bahçesinin ilerisindeki tepeyi göstererek, "Bu tepeye, mekteb-i irfan tesis ile, orada okuyup yazanları hizmet-i hümayununda istihdam eyle, vakti gelince devletine lazım olur" der. Sonuçta devlete görevli yetiştirmek amacını güden Galata Sarayı kurulmuş olur.
Hayatı: Sayısız savaşa katıldıktan sonra, 1526 yıllında Kanuni’nin daveti üzerine Gül Baba Budin seferine katılıyor. 1531 yılında Budin'e gelmiş ve 10 yıl burada yaşamıştır. 1 Eylül 1541 yılında vefat etmiştir. 2 Eylül 1541 tarihinde 200 bin kişinin cenaze namazına katıldığı bilgileri Evliya Çelebi'den sözlü gelenekden yazılı kaynaklara dökülür. Yalnız Türkler tarafından değil aynı zamanda Macarlar tarafindanda cok sevilen ve Halen Macaristanda Gül Baba adiyla yasatilan efsanevi bir kişiliktir. Aynı isimle bir macar filmide mevcuttur. Evliya Çelebi, elinde büyük bir tahta kılıçla savaşlara katılan Gül Baba'ya bu lâkabın verilmesine, daima bir gül taşımasının sebep olduğunu da belirtmiştir.
Gül Baba Budapeşte'de bir yüksek tepeye gömülür ve tepeye "Gültepe" adı verilir (Macarca. Rózsadomb). Türbesinin yanına yaptırılan Gül Baba Bektaşi Tekkesi, 1686 yılında yıkılmıştır. Bir diğer kaynağa göre Gül Baba'nın iki mezarı daha vardır. Bunlardan bir tanesi, Galatasaray Lisesi'nin arka bahçesindedir ve sembol mezardır. Asıl mezar ise Boğazkesen'den Tophane'ye inen yolun sağında bulunan Gül Baba sokağındaki caminin avlusundadır. Mezar I. Abdülhamit zamanında onarılmış ve başına kitabeli bir taş dikilmiştir.
Ordu sefere çıktığında, Osmanlı Yeniçeriler döneminde, askerlerin ruhlarını güçlendirmek için dervişler, saz ozanları de sefere katılıyor, mola zamanlarında dualar okunuyor, destanlar söyleniyordu. Dervişler, saz ozanları gerektiğinde silâhlanıp savaşa da katılıyorlardı. Gül Baba, savaşlara katılan dervişlerden biriydi. Hacı Bektaş Veli Yeniçeriler için pir olarak kabul ediliyor ve dolaysıyla Yeniçeriler Bektaşi dervişlerine derin şekilde saygı gösteriyorlardı.
1481'de II. Bayezid döneminde Galata'nın üstleri, Perşembe Pazarı'nın Voyvoda Konağı'nın yukarılarına düşen bölge, sık ağaçlarla kaplı ve avlanmaya müsait bir bölgedir. Sultan II. Bayezid mevsim kış olmasına rağmen bu bölgede avlanırken, bir av dönüşünde, günlerini, yetiştirdiği gül fidanları arasında ibadetle geçiren Gül Baba' ya rastlar. Gül Baba'nın kendisine sarı ve kırmızı güller sunmasından memnun olan Sultan, kendisinden dileğini sorar. Adını yetiştirdiği güllerden alan Gül Baba, bahçesinin ilerisindeki tepeyi göstererek, "Bu tepeye, mekteb-i irfan tesis ile, orada okuyup yazanları hizmet-i hümayununda istihdam eyle, vakti gelince devletine lazım olur" der. Sonuçta devlete görevli yetiştirmek amacını güden Galata Sarayı kurulmuş olur.
Hayatı: Sayısız savaşa katıldıktan sonra, 1526 yıllında Kanuni’nin daveti üzerine Gül Baba Budin seferine katılıyor. 1531 yılında Budin'e gelmiş ve 10 yıl burada yaşamıştır. 1 Eylül 1541 yılında vefat etmiştir. 2 Eylül 1541 tarihinde 200 bin kişinin cenaze namazına katıldığı bilgileri Evliya Çelebi'den sözlü gelenekden yazılı kaynaklara dökülür. Yalnız Türkler tarafından değil aynı zamanda Macarlar tarafindanda cok sevilen ve Halen Macaristanda Gül Baba adiyla yasatilan efsanevi bir kişiliktir. Aynı isimle bir macar filmide mevcuttur. Evliya Çelebi, elinde büyük bir tahta kılıçla savaşlara katılan Gül Baba'ya bu lâkabın verilmesine, daima bir gül taşımasının sebep olduğunu da belirtmiştir.
Gül Baba Budapeşte'de bir yüksek tepeye gömülür ve tepeye "Gültepe" adı verilir (Macarca. Rózsadomb). Türbesinin yanına yaptırılan Gül Baba Bektaşi Tekkesi, 1686 yılında yıkılmıştır. Bir diğer kaynağa göre Gül Baba'nın iki mezarı daha vardır. Bunlardan bir tanesi, Galatasaray Lisesi'nin arka bahçesindedir ve sembol mezardır. Asıl mezar ise Boğazkesen'den Tophane'ye inen yolun sağında bulunan Gül Baba sokağındaki caminin avlusundadır. Mezar I. Abdülhamit zamanında onarılmış ve başına kitabeli bir taş dikilmiştir.
Ordu sefere çıktığında, Osmanlı Yeniçeriler döneminde, askerlerin ruhlarını güçlendirmek için dervişler, saz ozanları de sefere katılıyor, mola zamanlarında dualar okunuyor, destanlar söyleniyordu. Dervişler, saz ozanları gerektiğinde silâhlanıp savaşa da katılıyorlardı. Gül Baba, savaşlara katılan dervişlerden biriydi. Hacı Bektaş Veli Yeniçeriler için pir olarak kabul ediliyor ve dolaysıyla Yeniçeriler Bektaşi dervişlerine derin şekilde saygı gösteriyorlardı.
26 gün önce
TİMUR KOCAOĞLU
(Buhara cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu’nun oğlu)
Babasından bir hatıra….
TÜRKİYE'YE (ANAYURDA) KÜSMEMEK GEREKİR NE OLURSA OLSUN!
Sovyetlere Karşı faaliyetlerde bulunan ve buyüzden Moskova'nın baskıları üzerine, 4 Kasım 1938'de Başbakan Celal Bayar hükümeti Bakanlar Kurulu toplandığında, eski Buhara Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu'nun "Türkiya Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılarak onun yurt dışına çıkarılması" konusundaki hükümet kararını imzalarlar. 24 saat içinde de sivil polisler Osman Kocaoğlu'nun İstanbul'daki evine geerek, onun yüzüne "Artık Türk vatandaşı değilsiniz, Türkiye'de istenmiyorsunuz, 24 saat içinde Türkiye'yi terk etmeniz gerekir!" diye hükümet kararını ona bildirirler.
--- Cumhurbaşkanlığı sırasında 1921'de Anadoludaki Kurrtuluş Savaşı sırasında Buhara'nın altınlarının Rusya üzerinden Türkiye'ye gönderilmesini sağlayan Osman Kocaoğlu, bu Türk vatandaşlığından çıkarılması ve Türkiye'den kovulması konuusnda acaba o gün neler düşündü, hangi ruh halindeydi, bilmiyorum?
--- Ancak bu konuda bana birşey anlatmadı, yalnızca annem bana anlattı neler olduğunu! Osman Hoca bir Türkiye aşığıydı, sessizce bavulunu topladı ve Sirkeci'den trene binerek, eşi Hakime Hanıma ve tren istasyonuna gelmiş olan bir avuç arkadaşına veda ederek, Varşava (Polonya)'ya gitti, orada Kafkasya fatihi Şeyh Şamil'in torunu Said Şamil, Tatar Türklerinin aydın önderi Ayaz İshaki ve eski Azerbaycan Cumhurbaşkanı Mehmet Emin Resülzade ile bir süre birlikte oldu.
--- 2. Dünya Savaşı başlamadan Osman Hoca İran'a geçti ve annem Hakime Hanım'ı da oraya getirtti. Dünya Savaşı sırasında İran'da kaldılar. Sonra, 1944 ortasında Türkiye hükümeti Osman Kocaoğlu'na Türk vatandaşlığını tekrar verince, eşi ve İran'da 1942'de doğmuş olan ablam Özay'ı alarak istanbul'a geri geldi. Osman Kocaoğlu'na Türk Vatandaşlığı yeniden verilmeseydi, belki de ben İran'da doğmuş olurdum :))
--- Osman Hoca 1968'de ölene kadar bana hem Türkistan hemde Türkiye sevgisini aşıladı, hiçbir zaman ona 1938'de yapılmış olan bu çirkin davranış dolayısiyle Türkiye'ye gücenmedi! İşte yurt sevgisi, Türkiye sevgisi böyle birşeydir! Yurda küsülmez!
Timur, 8 Haziran 2015
Resim: 1938'de Varşova'da sürgündeki Osman Kocaoğlu (sağda), solunda Kafkasya fatihi Şeyh Şamil'in torunu Said Şamil ile Tatar Türklerinin aydın önderi Ayaz İshaki...
(Buhara cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu’nun oğlu)
Babasından bir hatıra….
TÜRKİYE'YE (ANAYURDA) KÜSMEMEK GEREKİR NE OLURSA OLSUN!
Sovyetlere Karşı faaliyetlerde bulunan ve buyüzden Moskova'nın baskıları üzerine, 4 Kasım 1938'de Başbakan Celal Bayar hükümeti Bakanlar Kurulu toplandığında, eski Buhara Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu'nun "Türkiya Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılarak onun yurt dışına çıkarılması" konusundaki hükümet kararını imzalarlar. 24 saat içinde de sivil polisler Osman Kocaoğlu'nun İstanbul'daki evine geerek, onun yüzüne "Artık Türk vatandaşı değilsiniz, Türkiye'de istenmiyorsunuz, 24 saat içinde Türkiye'yi terk etmeniz gerekir!" diye hükümet kararını ona bildirirler.
--- Cumhurbaşkanlığı sırasında 1921'de Anadoludaki Kurrtuluş Savaşı sırasında Buhara'nın altınlarının Rusya üzerinden Türkiye'ye gönderilmesini sağlayan Osman Kocaoğlu, bu Türk vatandaşlığından çıkarılması ve Türkiye'den kovulması konuusnda acaba o gün neler düşündü, hangi ruh halindeydi, bilmiyorum?
--- Ancak bu konuda bana birşey anlatmadı, yalnızca annem bana anlattı neler olduğunu! Osman Hoca bir Türkiye aşığıydı, sessizce bavulunu topladı ve Sirkeci'den trene binerek, eşi Hakime Hanıma ve tren istasyonuna gelmiş olan bir avuç arkadaşına veda ederek, Varşava (Polonya)'ya gitti, orada Kafkasya fatihi Şeyh Şamil'in torunu Said Şamil, Tatar Türklerinin aydın önderi Ayaz İshaki ve eski Azerbaycan Cumhurbaşkanı Mehmet Emin Resülzade ile bir süre birlikte oldu.
--- 2. Dünya Savaşı başlamadan Osman Hoca İran'a geçti ve annem Hakime Hanım'ı da oraya getirtti. Dünya Savaşı sırasında İran'da kaldılar. Sonra, 1944 ortasında Türkiye hükümeti Osman Kocaoğlu'na Türk vatandaşlığını tekrar verince, eşi ve İran'da 1942'de doğmuş olan ablam Özay'ı alarak istanbul'a geri geldi. Osman Kocaoğlu'na Türk Vatandaşlığı yeniden verilmeseydi, belki de ben İran'da doğmuş olurdum :))
--- Osman Hoca 1968'de ölene kadar bana hem Türkistan hemde Türkiye sevgisini aşıladı, hiçbir zaman ona 1938'de yapılmış olan bu çirkin davranış dolayısiyle Türkiye'ye gücenmedi! İşte yurt sevgisi, Türkiye sevgisi böyle birşeydir! Yurda küsülmez!
Timur, 8 Haziran 2015
Resim: 1938'de Varşova'da sürgündeki Osman Kocaoğlu (sağda), solunda Kafkasya fatihi Şeyh Şamil'in torunu Said Şamil ile Tatar Türklerinin aydın önderi Ayaz İshaki...
26 gün önce
FİLİSTİN KONUSUNDA DAVA ADAMLIĞINA SOYUNAN, FİLİSTİN ÜZERİNDEN TÜRK MİLLETİNİ SIRTINDAN VURMAYA ÇALIŞANLARA GELSİN...
“Filistinli araplar tarih boyunca Türkleri arkadan vurmuştur . Prof ilber ortaylı
FİLİSTİNLİ ÜMMET KARDEŞLERİMİZ'İ BİR DE BURADAN OKUYUN...
YAZILANLAR DA YALAN YANLIŞ VARSA BENİM KAFAMA İLK TAŞI SİZ ATIN...
EY TÜRK MİLLETİ UYAN.
EĞER BUNLARA İTİRAZINIZ YOK DA HALA "MEHMETÇİK FİLİSTİN'E" DİYORSANIZ...
BENİM LÜGATIMDA SİZE ARTIK DİYECEK SÖZ YOK.
ONU DA OKUYAN YORUMCULARA BIRAKIYORUM...
💥
Şu Filistin dost muymuş, düşman mıymış?
Gerçekten işgal edilmiş mi?
Buyurun okuyun...
💥
Yıl 1837...
Filistin nüfus sayımı yapılıyor, Filistin’de bulunan Yahudiler'in toplam nüfusu 9 bin olarak kayıtlara geçiyor.
💥
Filistinli Araplar'ın, Yahudiler'e toprak satması ile bu rakam elli bine yükseliyor. Böylece 1882'de ikinci Yahudi yerleşimi kurulmuş oldu...
💥
1908'de Yahudi nüfusu yüz binin üzerine çıkmıştı.
Bu topraklar devlet tarafından satılmıyordu.
Bizzat o bölgede yaşayan Arap şeyhlerin şahsi mallarıydı.
Ederinin çok üstünde fiyatlara satmak için Filistinli Araplar adeta yarışıyordu.
💥
Hâlbuki Osmanlı Padişahı'nın bu konuda açık emri vardır. Hiçbir Yahudi'ye toprak satılmayacaktır.
💥
Her şeyin kılıfını uyduran Yahudiler, Alman kimliği ile, İngiliz kimlikleri ile toprak satın alıyorlardı.
Filistinli Araplar'ın ise gözü doymak bilmiyordu.
Yani öyle işgal ederek başlamadı her şey!
Adamlar bastılar parayı aldılar toprakları.
💥
Demek ki neymiş?
Vatanın her bir karışı kutsal imiş, kutsalı satar isen başına bunlar gelir imiş!
Osmanlı dönemi sonrası Filistin İngiliz himayesi altına girdi ve toprak satışı yasağı kalkınca Yahudiler satın aldıkları toprakların tapularını kendi üzerlerine aldılar.
💥
1925'te 944 bin dönüm olan arazi satılmıştı!
💥
1927'de 1 Milyon 124 bin dönüm arazi satılmıştı.
💥
1930'da satılan arazi miktarı 1 Milyon 700 bin dönüme çıkmıştı.
💥
Bunlar hep satın alınan arazilerdi. Tapulu belgeliydi!
💥
1948 yılına gelindiğinde bir devlet kurabilecek kadar toprak satın alınmıştı!
💥
Öyle bazılarının söylendiği gibi Filistin işgal edilmiş falan değildi!
💥
Peki, bu Filistinliler nasıl insanlar?
Türkler ile bağları neymiş, bir de ona bakalım...
💥
Yıl 1915...
Filistin askerleri, Türk askerlerine cephe arkasından saldırmış ve 14 Bin Türk askerinin şehit olmasına, bir çok askerin yaralanmasına sebep olmuştur.
Arap ihaneti ile esir düşen 15 bin Türk askerinin gözleri asit kuyularinda kör edilerek eziyet edilmişti.
💥
Kardeş Filistin Haaaa !
💥
Yıl 1916...
Filistin bayrağı, Filistin halkını temsil etmek için kullanılan bayraktır...
İlk olarak Şerif Hüseyin tarafından 1916 yılında Osmanlı Devleti'ne karşı başlatılan Arap ayaklanmasının sembolü olarak dört renkli,
💥
"siyah, beyaz, yeşil ve kırmızı" renklerden oluşan bir bayrak tasarlanır...
💥
En üstteki siyah yatay çizgi, Abbasiler'i;
Ortadaki yeşil renk Şii Fatımiler'i;
Alttaki beyaz renk Emeviler'i temsil eder...
Kırmızı üçgen ise 1916 yılında Osmanlı Devleti'ne isyan eden Şerif Hüseyin’in kabilesi Haşimoğulları'nı, temsil etmektedir.
Diğer bir görüşe göre Araplar'ın Osmanlı Devletine karşı bağımsızlığı için dökülen kanı temsil eder...
💥
Yıl 1917...
Filistinli Araplar İngiliz Lawrance ile bir oluyor ve tarihe Akabe baskını olarak geçecek ihanete imza atıyorlardı. Akabe'deki tüm Türk askerleri katledilmiştir.
Bugün Ürdün-Filistin arasındaki Wadi Rum çölünde, Lawrance Rölyefi ile Lawrance'ı dağlara taşlara kazımışlardır.
Aynı yıl yani 1917'de Kudüs Filistinliler tarafından İngilizlere teslim ediliyor!
Bunla da kalmıyor İngiliz General Edmund Allenby Kudüs’e girerken Filistinli Araplar tarafından "El-Nebi" yani peygamber olarak karşılanıyor...
💥
TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE BİZZAT BENİM ŞAHİT OLDUKLARIMI DA YAZALIM...
💥
Yıl 1978...
Filistin Kurtuluş örgütü terör örgütü PKK'ya kucak açıyor, PKK ile birlikte Türkiye aleyhine faaliyetlere başlıyor...
💥
Yıl 1979...
Ankara'da bulunan Mısır Büyükelçiliği Filistinliler tarafından basılıyor bir polisimiz ve bir bekçimiz şehit oluyor...
💥
Yıl 1980...
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi lideri George Habash, Lübnan'ın Sidon şehrindeki kamplarını Asala terör örgütüne açıyor, Asala'nın diplomatlarımızı katlettiği eylemlerine bu Filistinli teröristler de destek veriyor...
💥
Kardeşe bak kardeşe, siz bu kardeşin ihanetini unutabilirsiniz!
Ben ünüversite yıllarımda bunları düşüne düşüne yaşadım...
💥
Yıl 1989...
Yaser Arafat, "Ermenistan'ın haklı davasını destekliyoruz" açıklamaları yapıyor...
Karabağ işgaline ve Ermeni katliamlarına destek veriyor...
Kardeşin ihaneti bitmiyor...
💥
Yıl 1993
Filistinli Araplar, Mesud Barzani'nin "Bağımsız Kürdistan" fikrine de destek oluyor...
Adamlar Türk milletine ihanete doymuyor...
💥
Yıl 2002...
Binbaşı Cengiz Toytunç Batı Şeria'da Barış gücünde görevliyken aracı durdularak şehit ediliyor...
💥
Yıl 2009...
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas Kıbrıs'ta Türklerin işgalci olduklarını, Rumların tüm tezlerini desteklediklerini dünyaya açıklıyor...
Siz Filistin için ağlarken, Anadolu da Filistinlinin sırtından hançerledikleri Türklerin anası ağlıyor...
💥
Yahu sizin gözünüzdeki bu perde nasıl kalkacak!
💥
Bitmedi...
İhanetin dahası var devamm...
Yıl 2012...
Filistin Devleti Al Nakba kupası adı altında bir organizasyon düzenliyor ve sözde Kürdistan takımını da davet edip, Kürdistan Futbol takımı ile maç yapıyor...
Iyi seyirler futbol severler. Bundan doğal ne olabilir degilmi?
💥
Yıl 2019...
Türkiye'nin Suriye'de başlattığı "Barış Pınarı harekatı" için Filistin’in de içinde olduğu "Arap birliği" kınama mesajı yayınladı.
Tabi bunuda duymadınız...
💥
Yıl 2020...
Filistin, Türkiye'nin Doğu Akdeniz’deki hak iddialarına karşı olarak kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumuna üye oluyor. (Eastern Mediterranean Gas Forum-EMGF)
Yunanistan, Mısır, Kıbrıs Rum kesimi ve İsrail ile birlikte Türkiye'nin Mavi Vatan tezine karşı cephe alıyor...
Siz Filistin için ağlamaya devam edin...
💥
Aynı yıl yani 2020'de
Filistin, Çin'in Uygur Türkleri'ne yaptığı soykırımı destekliyor ve Çin'in Uygur Türkleri politikasına destek verdiğini söylüyor...
Siz ümmet kardeşleriniz için ağlarken, onlar Türk Milletinin evlatlarinin katline onay veriyordu...
💥
Bugün güzel ülkemin güzel sokaklarında bu milletin üzerinde Türk kanının da temsil edildiği Filistin bayrağını şahlandıran bir kesim var.
Onların amaçları nedir bilmiyorum ama, Türkiye’de; İtalyan, Alman, İngiliz şirketleri adı altında İsrail tarafından alınan binlerce dönüm tarım arazisinin satın alındığını herkes biliyor...
💥
Tıpkı vakti zamanında Filistinli Arap şeyhlerin topraklarını sattıkları gibi bizler de topraklarımızı maalesef ecnebilere sattık, satmaya da devam ediyoruz !..
💥
400 bin dolar veren herkes Türk vatandaşı olabiliyor...
💥
Filistinleşiyoruz, ruhunuz duymuyor!
Çocuklarınız sizi nasıl yad edecek ben biliyorum da siz bilmiyorsunuz!
💥
Evinizi, toprağınızı, yerinizi yurdunuzu yabancılara satarken Filistinliler gibi sizde hatıra fotoğrafı çektirmeyi unutmayın!
Belki sizin de vakti zamanında İsraillilere toprak satarken çekilen Filistinliler gibi bir fotoğrafınız tarihe geçer...
Sizinde torunlarınız bugünkü Filistinli çocuklar gibi enkaz altından kurtulmayı beklerken dedelerinin tarihi olaylardan ders çıkarmayışının bedelini öder...
💥
EY TÜRK MİLLETİ UYAN
TİTRE VE KENDİNE DÖN.
BENİM FİLİSTİN DİYE BİR DAVAM YOKTUR.
Tarih danışmanı : prof ilber ortaylı
Mevlüt Kaleli
“Filistinli araplar tarih boyunca Türkleri arkadan vurmuştur . Prof ilber ortaylı
FİLİSTİNLİ ÜMMET KARDEŞLERİMİZ'İ BİR DE BURADAN OKUYUN...
YAZILANLAR DA YALAN YANLIŞ VARSA BENİM KAFAMA İLK TAŞI SİZ ATIN...
EY TÜRK MİLLETİ UYAN.
EĞER BUNLARA İTİRAZINIZ YOK DA HALA "MEHMETÇİK FİLİSTİN'E" DİYORSANIZ...
BENİM LÜGATIMDA SİZE ARTIK DİYECEK SÖZ YOK.
ONU DA OKUYAN YORUMCULARA BIRAKIYORUM...
💥
Şu Filistin dost muymuş, düşman mıymış?
Gerçekten işgal edilmiş mi?
Buyurun okuyun...
💥
Yıl 1837...
Filistin nüfus sayımı yapılıyor, Filistin’de bulunan Yahudiler'in toplam nüfusu 9 bin olarak kayıtlara geçiyor.
💥
Filistinli Araplar'ın, Yahudiler'e toprak satması ile bu rakam elli bine yükseliyor. Böylece 1882'de ikinci Yahudi yerleşimi kurulmuş oldu...
💥
1908'de Yahudi nüfusu yüz binin üzerine çıkmıştı.
Bu topraklar devlet tarafından satılmıyordu.
Bizzat o bölgede yaşayan Arap şeyhlerin şahsi mallarıydı.
Ederinin çok üstünde fiyatlara satmak için Filistinli Araplar adeta yarışıyordu.
💥
Hâlbuki Osmanlı Padişahı'nın bu konuda açık emri vardır. Hiçbir Yahudi'ye toprak satılmayacaktır.
💥
Her şeyin kılıfını uyduran Yahudiler, Alman kimliği ile, İngiliz kimlikleri ile toprak satın alıyorlardı.
Filistinli Araplar'ın ise gözü doymak bilmiyordu.
Yani öyle işgal ederek başlamadı her şey!
Adamlar bastılar parayı aldılar toprakları.
💥
Demek ki neymiş?
Vatanın her bir karışı kutsal imiş, kutsalı satar isen başına bunlar gelir imiş!
Osmanlı dönemi sonrası Filistin İngiliz himayesi altına girdi ve toprak satışı yasağı kalkınca Yahudiler satın aldıkları toprakların tapularını kendi üzerlerine aldılar.
💥
1925'te 944 bin dönüm olan arazi satılmıştı!
💥
1927'de 1 Milyon 124 bin dönüm arazi satılmıştı.
💥
1930'da satılan arazi miktarı 1 Milyon 700 bin dönüme çıkmıştı.
💥
Bunlar hep satın alınan arazilerdi. Tapulu belgeliydi!
💥
1948 yılına gelindiğinde bir devlet kurabilecek kadar toprak satın alınmıştı!
💥
Öyle bazılarının söylendiği gibi Filistin işgal edilmiş falan değildi!
💥
Peki, bu Filistinliler nasıl insanlar?
Türkler ile bağları neymiş, bir de ona bakalım...
💥
Yıl 1915...
Filistin askerleri, Türk askerlerine cephe arkasından saldırmış ve 14 Bin Türk askerinin şehit olmasına, bir çok askerin yaralanmasına sebep olmuştur.
Arap ihaneti ile esir düşen 15 bin Türk askerinin gözleri asit kuyularinda kör edilerek eziyet edilmişti.
💥
Kardeş Filistin Haaaa !
💥
Yıl 1916...
Filistin bayrağı, Filistin halkını temsil etmek için kullanılan bayraktır...
İlk olarak Şerif Hüseyin tarafından 1916 yılında Osmanlı Devleti'ne karşı başlatılan Arap ayaklanmasının sembolü olarak dört renkli,
💥
"siyah, beyaz, yeşil ve kırmızı" renklerden oluşan bir bayrak tasarlanır...
💥
En üstteki siyah yatay çizgi, Abbasiler'i;
Ortadaki yeşil renk Şii Fatımiler'i;
Alttaki beyaz renk Emeviler'i temsil eder...
Kırmızı üçgen ise 1916 yılında Osmanlı Devleti'ne isyan eden Şerif Hüseyin’in kabilesi Haşimoğulları'nı, temsil etmektedir.
Diğer bir görüşe göre Araplar'ın Osmanlı Devletine karşı bağımsızlığı için dökülen kanı temsil eder...
💥
Yıl 1917...
Filistinli Araplar İngiliz Lawrance ile bir oluyor ve tarihe Akabe baskını olarak geçecek ihanete imza atıyorlardı. Akabe'deki tüm Türk askerleri katledilmiştir.
Bugün Ürdün-Filistin arasındaki Wadi Rum çölünde, Lawrance Rölyefi ile Lawrance'ı dağlara taşlara kazımışlardır.
Aynı yıl yani 1917'de Kudüs Filistinliler tarafından İngilizlere teslim ediliyor!
Bunla da kalmıyor İngiliz General Edmund Allenby Kudüs’e girerken Filistinli Araplar tarafından "El-Nebi" yani peygamber olarak karşılanıyor...
💥
TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE BİZZAT BENİM ŞAHİT OLDUKLARIMI DA YAZALIM...
💥
Yıl 1978...
Filistin Kurtuluş örgütü terör örgütü PKK'ya kucak açıyor, PKK ile birlikte Türkiye aleyhine faaliyetlere başlıyor...
💥
Yıl 1979...
Ankara'da bulunan Mısır Büyükelçiliği Filistinliler tarafından basılıyor bir polisimiz ve bir bekçimiz şehit oluyor...
💥
Yıl 1980...
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi lideri George Habash, Lübnan'ın Sidon şehrindeki kamplarını Asala terör örgütüne açıyor, Asala'nın diplomatlarımızı katlettiği eylemlerine bu Filistinli teröristler de destek veriyor...
💥
Kardeşe bak kardeşe, siz bu kardeşin ihanetini unutabilirsiniz!
Ben ünüversite yıllarımda bunları düşüne düşüne yaşadım...
💥
Yıl 1989...
Yaser Arafat, "Ermenistan'ın haklı davasını destekliyoruz" açıklamaları yapıyor...
Karabağ işgaline ve Ermeni katliamlarına destek veriyor...
Kardeşin ihaneti bitmiyor...
💥
Yıl 1993
Filistinli Araplar, Mesud Barzani'nin "Bağımsız Kürdistan" fikrine de destek oluyor...
Adamlar Türk milletine ihanete doymuyor...
💥
Yıl 2002...
Binbaşı Cengiz Toytunç Batı Şeria'da Barış gücünde görevliyken aracı durdularak şehit ediliyor...
💥
Yıl 2009...
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas Kıbrıs'ta Türklerin işgalci olduklarını, Rumların tüm tezlerini desteklediklerini dünyaya açıklıyor...
Siz Filistin için ağlarken, Anadolu da Filistinlinin sırtından hançerledikleri Türklerin anası ağlıyor...
💥
Yahu sizin gözünüzdeki bu perde nasıl kalkacak!
💥
Bitmedi...
İhanetin dahası var devamm...
Yıl 2012...
Filistin Devleti Al Nakba kupası adı altında bir organizasyon düzenliyor ve sözde Kürdistan takımını da davet edip, Kürdistan Futbol takımı ile maç yapıyor...
Iyi seyirler futbol severler. Bundan doğal ne olabilir degilmi?
💥
Yıl 2019...
Türkiye'nin Suriye'de başlattığı "Barış Pınarı harekatı" için Filistin’in de içinde olduğu "Arap birliği" kınama mesajı yayınladı.
Tabi bunuda duymadınız...
💥
Yıl 2020...
Filistin, Türkiye'nin Doğu Akdeniz’deki hak iddialarına karşı olarak kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumuna üye oluyor. (Eastern Mediterranean Gas Forum-EMGF)
Yunanistan, Mısır, Kıbrıs Rum kesimi ve İsrail ile birlikte Türkiye'nin Mavi Vatan tezine karşı cephe alıyor...
Siz Filistin için ağlamaya devam edin...
💥
Aynı yıl yani 2020'de
Filistin, Çin'in Uygur Türkleri'ne yaptığı soykırımı destekliyor ve Çin'in Uygur Türkleri politikasına destek verdiğini söylüyor...
Siz ümmet kardeşleriniz için ağlarken, onlar Türk Milletinin evlatlarinin katline onay veriyordu...
💥
Bugün güzel ülkemin güzel sokaklarında bu milletin üzerinde Türk kanının da temsil edildiği Filistin bayrağını şahlandıran bir kesim var.
Onların amaçları nedir bilmiyorum ama, Türkiye’de; İtalyan, Alman, İngiliz şirketleri adı altında İsrail tarafından alınan binlerce dönüm tarım arazisinin satın alındığını herkes biliyor...
💥
Tıpkı vakti zamanında Filistinli Arap şeyhlerin topraklarını sattıkları gibi bizler de topraklarımızı maalesef ecnebilere sattık, satmaya da devam ediyoruz !..
💥
400 bin dolar veren herkes Türk vatandaşı olabiliyor...
💥
Filistinleşiyoruz, ruhunuz duymuyor!
Çocuklarınız sizi nasıl yad edecek ben biliyorum da siz bilmiyorsunuz!
💥
Evinizi, toprağınızı, yerinizi yurdunuzu yabancılara satarken Filistinliler gibi sizde hatıra fotoğrafı çektirmeyi unutmayın!
Belki sizin de vakti zamanında İsraillilere toprak satarken çekilen Filistinliler gibi bir fotoğrafınız tarihe geçer...
Sizinde torunlarınız bugünkü Filistinli çocuklar gibi enkaz altından kurtulmayı beklerken dedelerinin tarihi olaylardan ders çıkarmayışının bedelini öder...
💥
EY TÜRK MİLLETİ UYAN
TİTRE VE KENDİNE DÖN.
BENİM FİLİSTİN DİYE BİR DAVAM YOKTUR.
Tarih danışmanı : prof ilber ortaylı
Mevlüt Kaleli
26 gün önce
TÜRKÜM, TÜRKİYELİYİM ARASINDAKİ FARK ANCAK BU KADAR GÜZEL ANLATILIR...
BİR YAHUDİ, TÜRK OLABİLİR Mİ?
Rafael Sadi
Türk ve Türkiyeli kavramlarının ortalıkta dolaşması kesinlikle gizli bir bölücülük. İlginç ve güzel bir mozaik olan Türkiye'nin yapısını kökünden sarsmaya dengeleri alt üst etmeye sebebiyet verebilecek bir durumla karşı karşıyayız gibi geliyor bana.
Ben ecdadı 1492 yılında İspanya'daki engizisyondan kaçıp Osmanlı Türkiyesince kucak açılmış ve kabul edilmiş, Yahudi dinine mensup bir Türk vatandaşıyım.
1955 yılında doğup 1961 yılında ilkokul 1.sınıfına girdiğim günden itibaren "Türküm doğruyum çalışkanım" tümceleri ile beynime benim Türk olduğum kazıldı.
Bayrağım ve Milli Marşımın ne olduğu öğretildi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kurucusu Atatürk'ün söylediği "Ne mutlu Türküm diyene" sözünü okul duvarında, kitabında ve her türlü malzemenin üzerinde öğrenerek bilinçlendirilerek büyüdüm.
Şimdilerde birileri kalkacak ve bana "yok kardeşim sen Oğuz ve Kayı boylarından, Orta Asya'dan gelmediğin için Türk değil Türkiyelisin" diyecek ve ben de "ha peki haklısınız diyeceğim".
Hadi canım sen de...
Ne olacak benim 50 yıllık eğitimim, öğrenimim. Ne olacak 32 yaşına gelmiş oğluma, 29 yaşına gelmiş kızıma verdiğim Türk eğitimi kimliği, şimdi kalkıp kendilerine "kusura bakmayın çocuklar ,biz Türk değilmişiz, sadece Türkiye'liymisiz" mi diyeceğim?
Bunun adına milleti bölmek, halkı parçalamak denmez mi? Kimse bana üstkimlik, alt kimlik hikayeleri anlatmasın. Her birimiz bu ülkede ne olduğumuzu biliyoruz. Dinlerimiz, ırksal veya yöresel farklılıklarımız olabilir ve bu hiç bir zaman bizleri rahatsız etmedi. Şimdi ne oldu da birden bire azınlık sayılacakmışım? Benim atalarım kendilerine özel haklar verebilecek azınlık statüsünü Lozan anlaşmasında bile kabul
etmemişler. "Biz Türk vatandaşıyız" deyip azınlık haklarını red etmişlerdir.
Lütfen dikkat edelim. Birileri Türkiye ile oynamak istiyor. Yarın öbür gün bakacaklar ve "eee bakın sizin tamamınız Türk değilmiş. 70 milyon Türk'ten şu kadarı Kürt, şu kadarı Alevi, şu kadarı Süryani, şu kadar Keldani, bu kadarı Laz, öbürleri Yahudi, bilmem ne kadar Ermeni, kala kala 1 milyon Türk kaldı. Bu kadar Türk için de bu kadar 777 bin kilometre kare arazi fazla. Gelin şunu efendi efendi paylaşın" diyecekler. Ne olacak o zaman ?
Gözümüzü 4 değil 24 açsak yetmez, bu iş yanık kokuyor. Sizi bilmem, bana Türk değil de Türkiyeli denmesi beni rahatsız eder.
Rafael Sadi Fransada bir Ermeniye veya bir siyahiye Fransız olmadığını söylerseniz büyük tepki alırsınız. Size anayasal vatandaşlığı hatırlatır ve şiddetle kınarlar. İngilterede bir Hintli aynı tepkiyi verir. O bir ingilizdir. Amerikada 72 millet kısa bir tarih birlikteliğinde "Amerikalı" olmuştur.
Aynı emperyal güçler Türkiyede Türk olmadığını kanıtlama derdine düşerler. Biz Türküz. Etnik kökenimiz veya dini inancımız ne olursa olsun... Vatanımızda aradığımız ortam arkadaşımızın, meslekdaşımızın, tamircimizin, bakkalımızın dini veya etnik aidiyetini hiç umursamadığımız ortamdır. Bu da Atatürk Türkiyesinde vardır ve var olacaktır. Cumhuriyetimizin anayasal temelleri çok açık ve sağlamdır. Asla değişmeyecektir. En büyük güvencemiz beynimizin her bir hücresini dolduran Atatürk milliyetçiliği kavramıdır. "Halklar" ve "haklar" bölünerek korunmaz veya savunulamaz. Artniyetli olanlar Türk halkını zekâ özürlü sanmasın. Herkes herşeyin farkında. "Adımız andımızdır, yoluna can koyarız"... 🇹🇷
BİR YAHUDİ, TÜRK OLABİLİR Mİ?
Rafael Sadi
Türk ve Türkiyeli kavramlarının ortalıkta dolaşması kesinlikle gizli bir bölücülük. İlginç ve güzel bir mozaik olan Türkiye'nin yapısını kökünden sarsmaya dengeleri alt üst etmeye sebebiyet verebilecek bir durumla karşı karşıyayız gibi geliyor bana.
Ben ecdadı 1492 yılında İspanya'daki engizisyondan kaçıp Osmanlı Türkiyesince kucak açılmış ve kabul edilmiş, Yahudi dinine mensup bir Türk vatandaşıyım.
1955 yılında doğup 1961 yılında ilkokul 1.sınıfına girdiğim günden itibaren "Türküm doğruyum çalışkanım" tümceleri ile beynime benim Türk olduğum kazıldı.
Bayrağım ve Milli Marşımın ne olduğu öğretildi ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kurucusu Atatürk'ün söylediği "Ne mutlu Türküm diyene" sözünü okul duvarında, kitabında ve her türlü malzemenin üzerinde öğrenerek bilinçlendirilerek büyüdüm.
Şimdilerde birileri kalkacak ve bana "yok kardeşim sen Oğuz ve Kayı boylarından, Orta Asya'dan gelmediğin için Türk değil Türkiyelisin" diyecek ve ben de "ha peki haklısınız diyeceğim".
Hadi canım sen de...
Ne olacak benim 50 yıllık eğitimim, öğrenimim. Ne olacak 32 yaşına gelmiş oğluma, 29 yaşına gelmiş kızıma verdiğim Türk eğitimi kimliği, şimdi kalkıp kendilerine "kusura bakmayın çocuklar ,biz Türk değilmişiz, sadece Türkiye'liymisiz" mi diyeceğim?
Bunun adına milleti bölmek, halkı parçalamak denmez mi? Kimse bana üstkimlik, alt kimlik hikayeleri anlatmasın. Her birimiz bu ülkede ne olduğumuzu biliyoruz. Dinlerimiz, ırksal veya yöresel farklılıklarımız olabilir ve bu hiç bir zaman bizleri rahatsız etmedi. Şimdi ne oldu da birden bire azınlık sayılacakmışım? Benim atalarım kendilerine özel haklar verebilecek azınlık statüsünü Lozan anlaşmasında bile kabul
etmemişler. "Biz Türk vatandaşıyız" deyip azınlık haklarını red etmişlerdir.
Lütfen dikkat edelim. Birileri Türkiye ile oynamak istiyor. Yarın öbür gün bakacaklar ve "eee bakın sizin tamamınız Türk değilmiş. 70 milyon Türk'ten şu kadarı Kürt, şu kadarı Alevi, şu kadarı Süryani, şu kadar Keldani, bu kadarı Laz, öbürleri Yahudi, bilmem ne kadar Ermeni, kala kala 1 milyon Türk kaldı. Bu kadar Türk için de bu kadar 777 bin kilometre kare arazi fazla. Gelin şunu efendi efendi paylaşın" diyecekler. Ne olacak o zaman ?
Gözümüzü 4 değil 24 açsak yetmez, bu iş yanık kokuyor. Sizi bilmem, bana Türk değil de Türkiyeli denmesi beni rahatsız eder.
Rafael Sadi Fransada bir Ermeniye veya bir siyahiye Fransız olmadığını söylerseniz büyük tepki alırsınız. Size anayasal vatandaşlığı hatırlatır ve şiddetle kınarlar. İngilterede bir Hintli aynı tepkiyi verir. O bir ingilizdir. Amerikada 72 millet kısa bir tarih birlikteliğinde "Amerikalı" olmuştur.
Aynı emperyal güçler Türkiyede Türk olmadığını kanıtlama derdine düşerler. Biz Türküz. Etnik kökenimiz veya dini inancımız ne olursa olsun... Vatanımızda aradığımız ortam arkadaşımızın, meslekdaşımızın, tamircimizin, bakkalımızın dini veya etnik aidiyetini hiç umursamadığımız ortamdır. Bu da Atatürk Türkiyesinde vardır ve var olacaktır. Cumhuriyetimizin anayasal temelleri çok açık ve sağlamdır. Asla değişmeyecektir. En büyük güvencemiz beynimizin her bir hücresini dolduran Atatürk milliyetçiliği kavramıdır. "Halklar" ve "haklar" bölünerek korunmaz veya savunulamaz. Artniyetli olanlar Türk halkını zekâ özürlü sanmasın. Herkes herşeyin farkında. "Adımız andımızdır, yoluna can koyarız"... 🇹🇷
27 gün önce
Çankırı, Çerkeşli, Ali Osman Devecioğlu, Çalcıören köyündendi.
Ailece İstanbul’a yerleşmişlerdi. Şişli Büyük Ülkü Derneği yönetimindeydi ve Şişli MHP gençlik teşkilatının en aktif üyelerindendi.
7 Haziran 1979 günü annesini hastaneye götürmek için sabah komşusunun arabasına bindiler.
Otomobilin sahibi unuttuğu bir paketi almak için eve gittiğinde pusuda bekleyen komünistler otomobili yaylım ateşine tuttular.
Annesi oğlunun üzerine kapanarak korumak istedi ancak ülküdaşımızı kızıl kurşunların hedefi olmaktan kurtaramadı.
Havva anne kollarından ve boynundan aldığı kurşunlarla ağır yaralanırken, Ülküdaşımız oracıkta şehit düştü.
Şehadetinin seneyi devriyesinde rahmetle anıyorum.
Aziz ve asil ruhu şad olsun.
Ailece İstanbul’a yerleşmişlerdi. Şişli Büyük Ülkü Derneği yönetimindeydi ve Şişli MHP gençlik teşkilatının en aktif üyelerindendi.
7 Haziran 1979 günü annesini hastaneye götürmek için sabah komşusunun arabasına bindiler.
Otomobilin sahibi unuttuğu bir paketi almak için eve gittiğinde pusuda bekleyen komünistler otomobili yaylım ateşine tuttular.
Annesi oğlunun üzerine kapanarak korumak istedi ancak ülküdaşımızı kızıl kurşunların hedefi olmaktan kurtaramadı.
Havva anne kollarından ve boynundan aldığı kurşunlarla ağır yaralanırken, Ülküdaşımız oracıkta şehit düştü.
Şehadetinin seneyi devriyesinde rahmetle anıyorum.
Aziz ve asil ruhu şad olsun.
28 gün önce
BÜYÜK TÜRK MİLLETİ. KELİMELER VE KAVRAMLAR
TÜRK ’mü?
TÜRKİYELİLİK’ mi? MOZAİKÇİLİK’ mi?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Anadolu Coğrafyasında, 1.000 yıldır Türk Milleti’nin kurduğu son Türk Devletidir. Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğundan. Kalan diğer 26 aile toplumunu bünyesinde barındırmaktadır.
Esas itibari ile PAY/PAYDA;
PAY: Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Gürcü, Abaza, Boşnak, Arnavut, Çingene, Ermeni, Rum, Yahudi, Rus hangi ırktan, hangi dinden olursa olsun hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin Payıdır. Pay kısmında her millet özgürce dilini konuşacak, inancını yaşayacak, kültürünü örfünü geliştirecektir.
PAYDA: TÜRK ’ tür.
Asla; Türkiyelilik değildir.
TÜRK : Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran , Türk Kültür ve Medeniyetini esas alan Statünün ismidir. Devlet’in Dünya üzerinde, Bir kimliği ve Bir kişiliği olacaktır. Buda Türk’tür. Türkiyelilik değildir.
TÜRK, bir Millet’in adı olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan; Pay kısmında olan bütün aile topluluklarının ortak kimliği, kültür ve medeniyeti dir.
Türk, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan toplumun ortak adıdır.
Ulu Önder Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk neden, Türkiye Cumhuriyeti adını koymuştur.
Cumhur-riyet kelimesi, Cumhur’dan türetilmiştir.
Cumhur: Kelime anlamı olarak halk, topluluk demektir.
Sınıf, zümre, unvan, yoksul, zengin, sosyal statü, kimlik ve vasıf ayırımı yapmadan toplumun bütününü teşkil eder.
Cumhur=Halk’dır.
Halk: Irk, din, dil, sınıf, zümre, unvan, yoksul, zengin, sosyal statü, kimlik ve vasıf ayırımı gözetmeden toplumun bütününü teşkil eder.
Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Halka: TÜRK denir.
Türk Milleti, Türk Devleti derken kullandığımız Türk sıfatı etnik bir tavsifi değil, daha çok üst kimlik ile vatandaşlık sınırlarını ifade etmektedir.
1924 Anayasası'nın 88. maddesindeki : Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir" ifadesi, aslında bu konuda ırk ve din ayrımı yapılmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken hiçbir millet, hiçbir inanç rencide edilmemiştir. Halkın tümü hiçbir ayırıma tabi tutulmadan, TÜRK üst kimliği ve vatandaşlık bağı ile Devletin birinci sınıf insanları haline getirilmiştir.
Ulu Önder Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere bütün Gazi ve Şehitlerimizin ruhlarını incitircesine, ağzından salya sümük akarak, birtakım insanlar hakaret derecesine varan sözler sarfetmektedirler. Bunlara sormak lazım bre gafiller siz hiç mi okumuyor araştırmıyorsunuz. Ulu Ecdadımızın yaptığı ve niyeti gayet açıktır. Niyet bozukluğu arıyorsanız Allah C.C Hakkı için kendinizi sorgulayın.
Anadolu Coğrafyası’nda, iki TÜRK İMPARATORLUĞUNUN bakiyesi; Türkiye Cumhuriyeti Devletine miras kalmıştır.
Dünyadaki bütün ırkların ve dinlerin bir arada sorunsuzca yaşayacağı Türkiye Cumhuriyeti formülü ile yeni kurulan Devlete aktarılmıştır.
Sözü eveleyip gevelemeye gerek yoktur, konu gayet net ve açıktır. Bu topraklarda hiç kimse ırkından ve dini inancından dolayı ayırıma tabi tutulmamaktadır. Bir takım haksız ve yersiz uygulama veya insanların yapmış oldukları münferit hareketler kesinlikle Büyük Türk Milletine mal edilemez.
Lakin siz bunu istismar eder Büyük Türk Milletinin mayası, dokusu, çimentosu ile oynamaya kalkarsınız. TÜRK üst kimliğinin yanına başka bir kimlik koymaya kalkarsanız;
Bu zihniyet, Büyük Türk Milletinin egemenlik hakkını fiilen sona erdirmek anlamına gelir ki; Bunu yedi düvel bir araya geldi başaramadı. Bu Halkın 1.000 yıllık kardeşliğine zararda veremedi. Ben başarırım diyen olursa Anadolu Coğrafyasının yağız yiğitleri dimdik ayaktadır.
Türk Toplumunun egemenlik hakkına saygı duyarsanız, bu Necip Millet 10.000 yıldır Namus, inanç ve egemenliği hariç her şeyini herkesle kardeşçe bölüşmüştür, kıyamete kadarda bölüşür.
Herkesin eleştirdiği 1982 darbe Anayasası bile bu konuyu hiçbir ayrıma, ayrıştırmaya tabi tutmadan çözüme kavuşturmuştur.
1982 Anayasası'nın Türk Vatandaşlığı'nı düzenleyen 66.
maddesi de bu çerçevededir.
Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.
Türkiye Cumhuriyeti MOZAİK bir yapıdadır şeklinde ki,
yaklaşımlarda iyi niyetten uzak veya cehaletten söylenen sözlerdir.
Bu kavramda bölücü, ayrıştırıcı zihniyetin ürettiği sözdür.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ; Türk Milleti, Türk Devleti derken kullandığı Türk sıfatı etnik bir tavsifi değil, daha çok üst kimlik ile vatandaşlık sınırlarını ifade etmektedir.
Güya birleştirici ve eşitlikçi gibi görünen, esas itibari ile TÜRK üst kimliğinin yanına başka kimlikler koymak isteyen zihniyetin;
Niyetini kavram kargaşası oluşturarak Büyük Türk Milletinin gündemine getirme, yutturma çabalarıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik alanına, şeytanın melek yüzlü maske takarak saldırı pozisyonudur…
Türkiyelilik veya Mozaikçilik; Bölmek, ayrıştırmak, sınıflandırmak ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemenlik alanını ihlal etmek için üretilmiş maskeli zehirli kavramlardır. Son zamanlarda etnikçilerin yeni moda söylemi Avrupa ülkelerindeki bir takım uygulamalarını gündeme taşıma cabaları vardır. Biz. Anadolu Cografyasında buz üstünde yürüyen Büyük Türk Milletiyiz. Bizim hiç bir sosyal, siyasal, aile kültür ve medeniyetimiz kimseye benzemez.
Büyük Türk Milleti; Bu zihniyetlerin temsilcilerini, her zaman, her yerde, her şekilde tanımaktadır. Gereğini yapacak demokratik olgunluk seviyesine ulaşmıştır
BÜYÜK TÜRK MİLLETİ UYURKEN DAHİ GÖZÜNÜZÜN BİRİ AÇIK UYUMAK ZORUNDASINIZ. .
TÜRK ’mü?
TÜRKİYELİLİK’ mi? MOZAİKÇİLİK’ mi?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; Anadolu Coğrafyasında, 1.000 yıldır Türk Milleti’nin kurduğu son Türk Devletidir. Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğundan. Kalan diğer 26 aile toplumunu bünyesinde barındırmaktadır.
Esas itibari ile PAY/PAYDA;
PAY: Türk, Kürt, Laz, Çerkez, Arap, Gürcü, Abaza, Boşnak, Arnavut, Çingene, Ermeni, Rum, Yahudi, Rus hangi ırktan, hangi dinden olursa olsun hepsi Türkiye Cumhuriyeti’nin Payıdır. Pay kısmında her millet özgürce dilini konuşacak, inancını yaşayacak, kültürünü örfünü geliştirecektir.
PAYDA: TÜRK ’ tür.
Asla; Türkiyelilik değildir.
TÜRK : Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran , Türk Kültür ve Medeniyetini esas alan Statünün ismidir. Devlet’in Dünya üzerinde, Bir kimliği ve Bir kişiliği olacaktır. Buda Türk’tür. Türkiyelilik değildir.
TÜRK, bir Millet’in adı olduğu gibi Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan; Pay kısmında olan bütün aile topluluklarının ortak kimliği, kültür ve medeniyeti dir.
Türk, Türkiye Cumhuriyeti’nde yaşayan toplumun ortak adıdır.
Ulu Önder Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk neden, Türkiye Cumhuriyeti adını koymuştur.
Cumhur-riyet kelimesi, Cumhur’dan türetilmiştir.
Cumhur: Kelime anlamı olarak halk, topluluk demektir.
Sınıf, zümre, unvan, yoksul, zengin, sosyal statü, kimlik ve vasıf ayırımı yapmadan toplumun bütününü teşkil eder.
Cumhur=Halk’dır.
Halk: Irk, din, dil, sınıf, zümre, unvan, yoksul, zengin, sosyal statü, kimlik ve vasıf ayırımı gözetmeden toplumun bütününü teşkil eder.
Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Halka: TÜRK denir.
Türk Milleti, Türk Devleti derken kullandığımız Türk sıfatı etnik bir tavsifi değil, daha çok üst kimlik ile vatandaşlık sınırlarını ifade etmektedir.
1924 Anayasası'nın 88. maddesindeki : Türkiye'de din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından herkese Türk denir" ifadesi, aslında bu konuda ırk ve din ayrımı yapılmadığını açıkça ortaya koymaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulurken hiçbir millet, hiçbir inanç rencide edilmemiştir. Halkın tümü hiçbir ayırıma tabi tutulmadan, TÜRK üst kimliği ve vatandaşlık bağı ile Devletin birinci sınıf insanları haline getirilmiştir.
Ulu Önder Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere bütün Gazi ve Şehitlerimizin ruhlarını incitircesine, ağzından salya sümük akarak, birtakım insanlar hakaret derecesine varan sözler sarfetmektedirler. Bunlara sormak lazım bre gafiller siz hiç mi okumuyor araştırmıyorsunuz. Ulu Ecdadımızın yaptığı ve niyeti gayet açıktır. Niyet bozukluğu arıyorsanız Allah C.C Hakkı için kendinizi sorgulayın.
Anadolu Coğrafyası’nda, iki TÜRK İMPARATORLUĞUNUN bakiyesi; Türkiye Cumhuriyeti Devletine miras kalmıştır.
Dünyadaki bütün ırkların ve dinlerin bir arada sorunsuzca yaşayacağı Türkiye Cumhuriyeti formülü ile yeni kurulan Devlete aktarılmıştır.
Sözü eveleyip gevelemeye gerek yoktur, konu gayet net ve açıktır. Bu topraklarda hiç kimse ırkından ve dini inancından dolayı ayırıma tabi tutulmamaktadır. Bir takım haksız ve yersiz uygulama veya insanların yapmış oldukları münferit hareketler kesinlikle Büyük Türk Milletine mal edilemez.
Lakin siz bunu istismar eder Büyük Türk Milletinin mayası, dokusu, çimentosu ile oynamaya kalkarsınız. TÜRK üst kimliğinin yanına başka bir kimlik koymaya kalkarsanız;
Bu zihniyet, Büyük Türk Milletinin egemenlik hakkını fiilen sona erdirmek anlamına gelir ki; Bunu yedi düvel bir araya geldi başaramadı. Bu Halkın 1.000 yıllık kardeşliğine zararda veremedi. Ben başarırım diyen olursa Anadolu Coğrafyasının yağız yiğitleri dimdik ayaktadır.
Türk Toplumunun egemenlik hakkına saygı duyarsanız, bu Necip Millet 10.000 yıldır Namus, inanç ve egemenliği hariç her şeyini herkesle kardeşçe bölüşmüştür, kıyamete kadarda bölüşür.
Herkesin eleştirdiği 1982 darbe Anayasası bile bu konuyu hiçbir ayrıma, ayrıştırmaya tabi tutmadan çözüme kavuşturmuştur.
1982 Anayasası'nın Türk Vatandaşlığı'nı düzenleyen 66.
maddesi de bu çerçevededir.
Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür.
Türkiye Cumhuriyeti MOZAİK bir yapıdadır şeklinde ki,
yaklaşımlarda iyi niyetten uzak veya cehaletten söylenen sözlerdir.
Bu kavramda bölücü, ayrıştırıcı zihniyetin ürettiği sözdür.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti ; Türk Milleti, Türk Devleti derken kullandığı Türk sıfatı etnik bir tavsifi değil, daha çok üst kimlik ile vatandaşlık sınırlarını ifade etmektedir.
Güya birleştirici ve eşitlikçi gibi görünen, esas itibari ile TÜRK üst kimliğinin yanına başka kimlikler koymak isteyen zihniyetin;
Niyetini kavram kargaşası oluşturarak Büyük Türk Milletinin gündemine getirme, yutturma çabalarıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik alanına, şeytanın melek yüzlü maske takarak saldırı pozisyonudur…
Türkiyelilik veya Mozaikçilik; Bölmek, ayrıştırmak, sınıflandırmak ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin egemenlik alanını ihlal etmek için üretilmiş maskeli zehirli kavramlardır. Son zamanlarda etnikçilerin yeni moda söylemi Avrupa ülkelerindeki bir takım uygulamalarını gündeme taşıma cabaları vardır. Biz. Anadolu Cografyasında buz üstünde yürüyen Büyük Türk Milletiyiz. Bizim hiç bir sosyal, siyasal, aile kültür ve medeniyetimiz kimseye benzemez.
Büyük Türk Milleti; Bu zihniyetlerin temsilcilerini, her zaman, her yerde, her şekilde tanımaktadır. Gereğini yapacak demokratik olgunluk seviyesine ulaşmıştır
BÜYÜK TÜRK MİLLETİ UYURKEN DAHİ GÖZÜNÜZÜN BİRİ AÇIK UYUMAK ZORUNDASINIZ. .
1 ay önce
“Terörsüz Türkiye” sürecinin birinci hedefi, Anayasa değişikliği.
Siyasi iktidar, gecikmeden “Anayasa Komisyonu”nu bile kurdu.
★★★
Peki, Anayasa’da hangi maddeler?
42 ve 66’ncı maddeler.
Ve, 101’inci madde.
★★★
Amaç, bir sır değil elbette...
DEM Partili Saruhan Oluç, “Anayasa’nın 66’ncı maddesi etnisite içerdiği için sorunludur” diyerek niyeti ortaya koydu.
★★★
Anayasa 66’ncı madde:
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.
Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk kabul edilir.”
★★★
66’ncı maddede...
“Türk” sözcüğü, rahatsız ediyor.
“Türk” yerine, “Türkiyeli” ya da Türk, Kürt, Arap...
Veya buna benzer esnek bir ifade...
Böylece, Millet’in tanımı değiştirilecek.
★★★
Oysa...
Bu tanım, etnik, din, mezhep, cins ayrımı gözetmez.
Ayrıştırıcı değil, birleştiricidir.
★★★
Anayasa’nın 10’uncu maddesi de, 66’yı tamamlar.
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”
Yani, bu maddeyle farklı kimliklerin hukuki eşitliği, zaten güvence altına alınmıştır.
Görüldüğü gibi, aslında bir sorun yok.
★★★
Geldik, hedefteki diğer maddeye...
Anayasa, madde 42:
“Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır...
Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dili olarak okutulamaz ve öğretilemez.”
★★★
Madde 42’de rahatsızlık ne?
Eğitimin, Atatürk İlke ve İnkılapları doğrultusunda yapılması.
Eğitim ve öğretim dilinin, Türkçe olması.
★★★
Peki...
Madde 42 ve 66 değişirse ne olur?
Anayasa’nın değiştirilemez maddelerine dokunulmuş olur.
Ulus ve üniter devlet yapısının temeli sarsılır.
★★★
Gelelim, değiştirilmek istenen asıl maddeye...
Madde 101:
“Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir...
Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilir.”
★★★
Bu maddede sıkıntı ne?
“Bir kimse en fazla iki defa seçilir” hükmü değiştirilerek, Cumhurbaşkanı’na daha fazla seçilme hakkı verilmesi.
Ve...
Oyların “yüzde 50’den fazlası” yerine, “en fazla oyu alan” adayın seçilmesi.
★★★
1990’larda, Yugoslavya parçalandı ve altı devlet ortaya çıktı.
Yugoslavya, tarih sahnesinden silindi.
Neden?
Üniter devlet yapısını koruyamadığından...
★★★
Irak, ABD’nin 2003 işgalinden sonra parçalandı.
Kuzey Irak’ta, bir devlet kuruldu.
Neden?
Üniter yapısı yok oldu.
★★★
ABD’li Profesör Noam Chomsky, “Kader Üçgeni” adlı kitabında, “Kudüs Amerikan Girişimcilik Enstitüsü”nün raporuna yer verir:
“Ortadoğu’da ulusalcılık ve ulusal kimlik yok edilmeli, bunun için de Ortadoğu Osmanlılaştırılmalıdır. Böylece, bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sistemlerin çarkları rahatlıkla işleyecektir. ABD için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehdididir.”
★★★
ABD Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA) Ortadoğu Direktörü Graham Fuller, 1990’da şunları söyler:
“Kemalizm bitti... O da sonsuza dek yaşayacak bir ürün veremedi. Oysa, İncil ve Kur’an hâlâ veriyor. Bu nedenle, kendisine entelektüel güven duyan Türkiye, İslam’ın günlük yaşamdaki yerini almasını yeniden düşünmelidir.”
★★★
“Terörsüz Türkiye” sürecinde, Suriye’deki PKK’nın kolu PYD silah bırakıyor mu?
Suriye Savunma Bakanı, PKK/PYD’nin silah bırakmayacağını söyledi.
Yani, PKK/PYD Suriye’de federal bir yapıya gidecek.
Tıpkı, Kuzey Irak gibi.
★★★
Türkiye farkında mı, bilinmez...
Önce, yeni Anayasa’yla, ulus ve üniter devlet yapısının temellerinin yıkılması...
Ardından...
Hatay dahil olmak üzere, Kahramanmaraş, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars ve güneyinde sözde “Kürdistan”ın kurulması için...
Önce, özerklik/federal yapının elde edilmesi...
Ve, sonra Sevr haritası hayaline kavuşma...
★★★
“Müslüman olmayana Türk denmez”, Suriyeli ve diğer göçmenlerin ülkelerine gönderilmemesi, Lozan hezimettir söylemleri, 1921 Anayasası’na vurgu yapılması...
Hepsi, ama hepsi...
“Terörsüz Türkiye” süreciyle birlikte yol alırken...
“Yeni bir Milli Kimlik” hedefinde birleşiyorlar...
★★★
Büyük Ortadoğu Projesi, çok mutlu...
ABD, İngiltere çok mutlu...
PKK terör örgütü ve terörist başı, çok mutlu...
Graham Fuller, çok mutlu...
Ve, tabii “yetmez ama evet”çiler, çok mutlu...
★★★
Peki, Türkiye...
Gelecek kuşaklara, acı ve gözyaşının dinmediği bir coğrafya bırakma yolunda dört nala koşmakta...
★★★
Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda 17 kez Türk sözcüğü geçer.
Onuncu Yıl Nutku’nu, hemen yasaklayın!..
★★★
Bu satırları okuyunca...
İçinizi büyük bir hüzün kapladı, biliyorum...
★★★
Atatürk’ün...
Onuncu Yıl Nutku’nda, sesinden duymadığımız, duygulanıp üzerini çizdiği cümle:
“Bu söylediklerim gerçek olduğu gün, senden (Türk Milleti’nden) ve bütün medeni dünyadan dileğim şudur: Beni hatırlayınız!”
★★★
Hepimizin umudunu yeşerten söz, budur...
Umudunuzu kaybetmeyin!..
Sakın!..
Naim Babüroĝlu
Siyasi iktidar, gecikmeden “Anayasa Komisyonu”nu bile kurdu.
★★★
Peki, Anayasa’da hangi maddeler?
42 ve 66’ncı maddeler.
Ve, 101’inci madde.
★★★
Amaç, bir sır değil elbette...
DEM Partili Saruhan Oluç, “Anayasa’nın 66’ncı maddesi etnisite içerdiği için sorunludur” diyerek niyeti ortaya koydu.
★★★
Anayasa 66’ncı madde:
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.
Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk kabul edilir.”
★★★
66’ncı maddede...
“Türk” sözcüğü, rahatsız ediyor.
“Türk” yerine, “Türkiyeli” ya da Türk, Kürt, Arap...
Veya buna benzer esnek bir ifade...
Böylece, Millet’in tanımı değiştirilecek.
★★★
Oysa...
Bu tanım, etnik, din, mezhep, cins ayrımı gözetmez.
Ayrıştırıcı değil, birleştiricidir.
★★★
Anayasa’nın 10’uncu maddesi de, 66’yı tamamlar.
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”
Yani, bu maddeyle farklı kimliklerin hukuki eşitliği, zaten güvence altına alınmıştır.
Görüldüğü gibi, aslında bir sorun yok.
★★★
Geldik, hedefteki diğer maddeye...
Anayasa, madde 42:
“Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır...
Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dili olarak okutulamaz ve öğretilemez.”
★★★
Madde 42’de rahatsızlık ne?
Eğitimin, Atatürk İlke ve İnkılapları doğrultusunda yapılması.
Eğitim ve öğretim dilinin, Türkçe olması.
★★★
Peki...
Madde 42 ve 66 değişirse ne olur?
Anayasa’nın değiştirilemez maddelerine dokunulmuş olur.
Ulus ve üniter devlet yapısının temeli sarsılır.
★★★
Gelelim, değiştirilmek istenen asıl maddeye...
Madde 101:
“Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir...
Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilir.”
★★★
Bu maddede sıkıntı ne?
“Bir kimse en fazla iki defa seçilir” hükmü değiştirilerek, Cumhurbaşkanı’na daha fazla seçilme hakkı verilmesi.
Ve...
Oyların “yüzde 50’den fazlası” yerine, “en fazla oyu alan” adayın seçilmesi.
★★★
1990’larda, Yugoslavya parçalandı ve altı devlet ortaya çıktı.
Yugoslavya, tarih sahnesinden silindi.
Neden?
Üniter devlet yapısını koruyamadığından...
★★★
Irak, ABD’nin 2003 işgalinden sonra parçalandı.
Kuzey Irak’ta, bir devlet kuruldu.
Neden?
Üniter yapısı yok oldu.
★★★
ABD’li Profesör Noam Chomsky, “Kader Üçgeni” adlı kitabında, “Kudüs Amerikan Girişimcilik Enstitüsü”nün raporuna yer verir:
“Ortadoğu’da ulusalcılık ve ulusal kimlik yok edilmeli, bunun için de Ortadoğu Osmanlılaştırılmalıdır. Böylece, bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sistemlerin çarkları rahatlıkla işleyecektir. ABD için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehdididir.”
★★★
ABD Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA) Ortadoğu Direktörü Graham Fuller, 1990’da şunları söyler:
“Kemalizm bitti... O da sonsuza dek yaşayacak bir ürün veremedi. Oysa, İncil ve Kur’an hâlâ veriyor. Bu nedenle, kendisine entelektüel güven duyan Türkiye, İslam’ın günlük yaşamdaki yerini almasını yeniden düşünmelidir.”
★★★
“Terörsüz Türkiye” sürecinde, Suriye’deki PKK’nın kolu PYD silah bırakıyor mu?
Suriye Savunma Bakanı, PKK/PYD’nin silah bırakmayacağını söyledi.
Yani, PKK/PYD Suriye’de federal bir yapıya gidecek.
Tıpkı, Kuzey Irak gibi.
★★★
Türkiye farkında mı, bilinmez...
Önce, yeni Anayasa’yla, ulus ve üniter devlet yapısının temellerinin yıkılması...
Ardından...
Hatay dahil olmak üzere, Kahramanmaraş, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars ve güneyinde sözde “Kürdistan”ın kurulması için...
Önce, özerklik/federal yapının elde edilmesi...
Ve, sonra Sevr haritası hayaline kavuşma...
★★★
“Müslüman olmayana Türk denmez”, Suriyeli ve diğer göçmenlerin ülkelerine gönderilmemesi, Lozan hezimettir söylemleri, 1921 Anayasası’na vurgu yapılması...
Hepsi, ama hepsi...
“Terörsüz Türkiye” süreciyle birlikte yol alırken...
“Yeni bir Milli Kimlik” hedefinde birleşiyorlar...
★★★
Büyük Ortadoğu Projesi, çok mutlu...
ABD, İngiltere çok mutlu...
PKK terör örgütü ve terörist başı, çok mutlu...
Graham Fuller, çok mutlu...
Ve, tabii “yetmez ama evet”çiler, çok mutlu...
★★★
Peki, Türkiye...
Gelecek kuşaklara, acı ve gözyaşının dinmediği bir coğrafya bırakma yolunda dört nala koşmakta...
★★★
Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda 17 kez Türk sözcüğü geçer.
Onuncu Yıl Nutku’nu, hemen yasaklayın!..
★★★
Bu satırları okuyunca...
İçinizi büyük bir hüzün kapladı, biliyorum...
★★★
Atatürk’ün...
Onuncu Yıl Nutku’nda, sesinden duymadığımız, duygulanıp üzerini çizdiği cümle:
“Bu söylediklerim gerçek olduğu gün, senden (Türk Milleti’nden) ve bütün medeni dünyadan dileğim şudur: Beni hatırlayınız!”
★★★
Hepimizin umudunu yeşerten söz, budur...
Umudunuzu kaybetmeyin!..
Sakın!..
Naim Babüroĝlu
1 ay önce
ATATÜRK’ÜN İSTANBUL’UN ADINI DÜNYAYA KABUL ETTİRMESİ....
🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
204) Atatürk’ün İstanbul’un Adını Dünya’ya Kabul Ettirmesi (28 Mart 1930)
Yayin Tarihi 29 Kasım, 2018
Kategori ATATÜRK
(28 MART 1930)
Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar İstanbul’un adı, “Konstantiniyye” idi. Atatürk son tarih olarak 28 Mart 1930’u verdi ve bu tarihten sonra yurt dışından gelecek mektuplarda şehrin adı olarak Konstantiniyye yazılması durumunda mektupların iade edileceğini bildirdi. Batı dünyası ayağa kalkmıştı…
İstanbul’a, İstanbul ismini resmen veren kimdir?
Bu şehre en eskiden Byzantion deniliyordu. Sonrasında Constantinopolis (Costantinople) denildi. Zamanla halk arasında İstanbul adı da kullanılmaya başlandı. İstanbul’a Osmanlı Devleti zamanında sadece “Der-Saadet” “Asitane” gibi unvanlar verildi. Hatta başkent anlamına gelen “Payitaht” bile isim gibi kullanıldı. Ama Osmanlı okumuşları dahi Kostantiniyye ismini kullanmaktan vazgeçmediler. Halk; ise İslambol diyordu.
Türklerin eline geçmesine karşın Batılılar bu şehre Konstantin’in Şehri anlamına gelen Konstantinople demeye devam ettiler.
Ta ki Türkiye Cumhuriyeti kurulup Mustafa Kemal Atatürk, bu işe el atana kadar.
Kemal Atatürk; Batı, özellikle de Rum Hıristiyanlığının hedefindeki bir şehir olan İstanbul’u öz adına kavuşturdu. Bunun nasıl olduğunu gelin yabancı bir kaynaktan öğrenelim:
Charles H. Sherrill, 1932-33’te ABD’nin Ankara Büyükelçisi idi. Gazi Mustafa Kemal’i ve yeni cumhuriyeti anlattığı eserinin giriş başlığı çok çarpıcıdır: “Costantinople Değil İstanbul”
Büyükelçi Sherrill burada İstanbul’u anlatırken diyor ki: “Biz yabancılar, bu eski şehir için Costantinople adını kullanmaya o kadar dilimizi alıştırmışız ki şimdi “İstanbul” demekte hayli güçlük çekeriz. Ama 1929 yılının ocak ayından beri bu şehrin resmi adı artık İstanbul’dur ve Costantinople yazılarak gönderilecek mektupların Türk posta idarecileri tarafından geri gönderilmesi ihtimali her zaman vardır…
3 Ocak 1929’da Türkiye’nin posta telgraf ve telefon genel müdürü, merkezi İsviçre’nin Bern şahrinde bulunan Uluslararası Posta, Telgraf ve Telefon Teşkilatı’na bir mektup yazarak bundan sonra “Constantinople” yerine “İstanbul” adının kullanılması gerektiğini resmen bildirmiştir.”
(Bakınız: Bir Elçiden GAZİ MUSTAFA KEMAL, Tercüman Yay. S.24)
İşte bu karardan sonra Konstantin Şehri, resmen İstanbul olmuştur. Böylece Türk ve Müslüman kimliğine kavuşmuştur.
Hurşit Başkurt
🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
204) Atatürk’ün İstanbul’un Adını Dünya’ya Kabul Ettirmesi (28 Mart 1930)
Yayin Tarihi 29 Kasım, 2018
Kategori ATATÜRK
(28 MART 1930)
Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar İstanbul’un adı, “Konstantiniyye” idi. Atatürk son tarih olarak 28 Mart 1930’u verdi ve bu tarihten sonra yurt dışından gelecek mektuplarda şehrin adı olarak Konstantiniyye yazılması durumunda mektupların iade edileceğini bildirdi. Batı dünyası ayağa kalkmıştı…
İstanbul’a, İstanbul ismini resmen veren kimdir?
Bu şehre en eskiden Byzantion deniliyordu. Sonrasında Constantinopolis (Costantinople) denildi. Zamanla halk arasında İstanbul adı da kullanılmaya başlandı. İstanbul’a Osmanlı Devleti zamanında sadece “Der-Saadet” “Asitane” gibi unvanlar verildi. Hatta başkent anlamına gelen “Payitaht” bile isim gibi kullanıldı. Ama Osmanlı okumuşları dahi Kostantiniyye ismini kullanmaktan vazgeçmediler. Halk; ise İslambol diyordu.
Türklerin eline geçmesine karşın Batılılar bu şehre Konstantin’in Şehri anlamına gelen Konstantinople demeye devam ettiler.
Ta ki Türkiye Cumhuriyeti kurulup Mustafa Kemal Atatürk, bu işe el atana kadar.
Kemal Atatürk; Batı, özellikle de Rum Hıristiyanlığının hedefindeki bir şehir olan İstanbul’u öz adına kavuşturdu. Bunun nasıl olduğunu gelin yabancı bir kaynaktan öğrenelim:
Charles H. Sherrill, 1932-33’te ABD’nin Ankara Büyükelçisi idi. Gazi Mustafa Kemal’i ve yeni cumhuriyeti anlattığı eserinin giriş başlığı çok çarpıcıdır: “Costantinople Değil İstanbul”
Büyükelçi Sherrill burada İstanbul’u anlatırken diyor ki: “Biz yabancılar, bu eski şehir için Costantinople adını kullanmaya o kadar dilimizi alıştırmışız ki şimdi “İstanbul” demekte hayli güçlük çekeriz. Ama 1929 yılının ocak ayından beri bu şehrin resmi adı artık İstanbul’dur ve Costantinople yazılarak gönderilecek mektupların Türk posta idarecileri tarafından geri gönderilmesi ihtimali her zaman vardır…
3 Ocak 1929’da Türkiye’nin posta telgraf ve telefon genel müdürü, merkezi İsviçre’nin Bern şahrinde bulunan Uluslararası Posta, Telgraf ve Telefon Teşkilatı’na bir mektup yazarak bundan sonra “Constantinople” yerine “İstanbul” adının kullanılması gerektiğini resmen bildirmiştir.”
(Bakınız: Bir Elçiden GAZİ MUSTAFA KEMAL, Tercüman Yay. S.24)
İşte bu karardan sonra Konstantin Şehri, resmen İstanbul olmuştur. Böylece Türk ve Müslüman kimliğine kavuşmuştur.
Hurşit Başkurt
1 ay önce
ARAB'IN KARDEŞLİĞİ
VE KALLEŞLİĞİ
İslam beldeleri niçin huzursuz
Bir Müslüman gördünüz mü kusursuz
Cehalet diz boyu, yüzleri nursuz
İftiradan sığınırım Allah'a
Okursanız anlatayım bir daha...
Ebubekir yok ki yardıma koşsun
Ömer adaletin ardına düşsün
Osman gelip helal-haramı deşsin
Amr ibnül As ile Muaviye var
Ali yoksa neye yarar Zülfikar?..
Ebu Abbas idi, Ali'ydi adı
Amcazade, Peygamberin damadı
O bile kendini koruyamadı
Abdurrahman bin Mülcem'in hançeri
Olanca zehriyle daldı içeri...
Cami boyanmıştı al-kızıl kana
Kıyar mı müslüman bir müslümana
Toprak doydu Yezit doymadı cana
Hasan diye bir mübarek kul gitti
Zehirlenip faili meçhul gitti...
Hazreti Hüseyin Kufe yolunda
Yetmişiki Can var sağ ve solunda
Altıyüzseksende, Necef Çölünde
Sinan bin Enes'ler, Şimir'ler geldi
Yezit'ten "vur" diye emirler geldi...
Saldırdılar ol Şehitler Şahına
Masumların girdiler günahına
Rahmet olsun hepsinin ervahına
Kerbelada erdiler şehadete
Beraberce yürüdüler cennete...
Sonra İngilizle pusu kurdular
Osmanlıyı arkasından vurdular
Petrolle azdılar ve kudurdular
Bizde evlat, onda kuyruk acısı
Ne din kardeşiyiz ne din bacısı...
Araptan dost olmaz, inanma sakın
Bizden uzak olsun, Allah'a yakın
Herkes vatanına gitsin bırakın
Burdan size ekmek çıkmaz azizim
Göçmen kampı değil, Türkiye bizim!..
Baki Karabıçak
02 Haziran 2025/ANKARA
VE KALLEŞLİĞİ
İslam beldeleri niçin huzursuz
Bir Müslüman gördünüz mü kusursuz
Cehalet diz boyu, yüzleri nursuz
İftiradan sığınırım Allah'a
Okursanız anlatayım bir daha...
Ebubekir yok ki yardıma koşsun
Ömer adaletin ardına düşsün
Osman gelip helal-haramı deşsin
Amr ibnül As ile Muaviye var
Ali yoksa neye yarar Zülfikar?..
Ebu Abbas idi, Ali'ydi adı
Amcazade, Peygamberin damadı
O bile kendini koruyamadı
Abdurrahman bin Mülcem'in hançeri
Olanca zehriyle daldı içeri...
Cami boyanmıştı al-kızıl kana
Kıyar mı müslüman bir müslümana
Toprak doydu Yezit doymadı cana
Hasan diye bir mübarek kul gitti
Zehirlenip faili meçhul gitti...
Hazreti Hüseyin Kufe yolunda
Yetmişiki Can var sağ ve solunda
Altıyüzseksende, Necef Çölünde
Sinan bin Enes'ler, Şimir'ler geldi
Yezit'ten "vur" diye emirler geldi...
Saldırdılar ol Şehitler Şahına
Masumların girdiler günahına
Rahmet olsun hepsinin ervahına
Kerbelada erdiler şehadete
Beraberce yürüdüler cennete...
Sonra İngilizle pusu kurdular
Osmanlıyı arkasından vurdular
Petrolle azdılar ve kudurdular
Bizde evlat, onda kuyruk acısı
Ne din kardeşiyiz ne din bacısı...
Araptan dost olmaz, inanma sakın
Bizden uzak olsun, Allah'a yakın
Herkes vatanına gitsin bırakın
Burdan size ekmek çıkmaz azizim
Göçmen kampı değil, Türkiye bizim!..
Baki Karabıçak
02 Haziran 2025/ANKARA
1 ay önce
Cümbüşlü Davullu Çantalı, işte Deli Ayten’in hikayesi...
Bursa sokaklarının en tanınan isimlerinden biri olan Deli Ayten’in yaşam hikayesi de kendisi kadar ilginç. Bilinene göre; Deli Ayten ismiyle bilinen Ayten Şenışık, 1935′te Kamberler’de dünyaya geldi. Fakir bir roman ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen Ayten, 3 yaşında menenjit geçirmesi sonrası tedavisizlikten dolayı beyninde kalıcı hasarlar meydana gelmiş.
Çocukluğu da bir garip geçen Deli Ayten 16-17 yaşlarında, kendisi gibi garip olan alkolik Cümbüş Hasan (Bayındıroğlu)’a aşık olmuş. Ailesi kendisi gibi hem garip hem de üstüne alkolik olan Cümbüş Hasan’a ilk önce vermek istemeseler de ardından bir şekilde evlenmesine izin verilmiş.Alkolik Cümbüş Hasan’ın sorunları üstüne Ayten’in de deliliği derken, evlilikleri iyi gitmemeye başlamış. 1 buçuk zor dayanılan evliliğin ardından, alıp başını giden alkolik Cümbüş Hasan kendisini meyhanelerde bulmuş ve meyhane masalarında da ölmüş.Ayten’e, Cümbüş Hasan’ın öldüğü haberi verilmesinin ardından, Ayten ‘Şenışık’ soyadını yavaş yavaş bırakarak, yerini Deli Ayten’e bırakacak şekilde yaşamaya başlamış.Omuzların renk renk çantalar asan, bir eline aldığı cümbüşü, diğer eline aldığı davulu ile Bursa’nın sokaklarında dolaşmaya başlamış Deli Ayten. Çarşı esnafı Deli Ayten’i arada bir kızdırsa da bütün çarşı esnafı onu tanır ve bilirmiş.12 Mart 1992 gününde Kızyakup Mahallesi’ndeki derme çatma kulübesinde cansın bedeni bulunmuş Deli Ayten’in. Ahmet Dai Cami’sinde kılınan cenaze namazı sonrası Pınarbaşı Mezarlığına defnedilmiş olan Deli Ayten’in cenazesine ise tam 3 bin kişi katılmış.2001 senesinde ise o dönemin Belediye Başkanı Hilmi Şensoy, Deli Ayten’in mezarını granit kaplatılması yönünde girişimleri sonucu, Deli Ayten üzerinde davullu bir fotoğrafı olan mezar taşına kavuşuyor.
Osmangazi Belediyesi Kızyakup Mahallesi’nde gerçekleştirdiği kentsel dönüşüm projeleri kapsamında Kamberler Tarih ve Koordinasyon Parkı inşa edilmesi ile birlikte, parka aralarında Osman Gazi, Orhan Gazi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Zeki Müren’in de bulunduğu ünlülerin büst ve heykelleri dikiliyor.
Dönemin Belediye Başkanı Recep Altepe’nin önerisiyle Deli Ayten’in parka dikilmek üzere bir heykeli yaptırılıyor. Fakat o dönemin Saadet Partisi Bursa Gençlik Kolları tarafından, tarihi ünlü isimlerin yer aldığı büstlerin yanında Deli Ayten’in heykeli istenmeyerek, protesto ediliyor.
Konu Belediye Meclisin’e kadar varsa da Belediye Başkanı Recep Altepe, geri adım atmayarak, “Deli Ayten’in Bursa’da yaşamış, yaşı 30’u aşmış herkeste bıraktığı bir hikaye ile bilinen biridir. Bir trajedi kahramanı olmasına rağmen, her sabah etrafına neşe ve sevinç taşımış olan bir insandır Deli Ayten” diyerek 2009 yılında Deli Ayten'in heykeli hak ettiği gibi dikilir.
Bursa’da taşıdığı birden fazla çantayla, cümbüş ve davul çalarak gezen Deli Ayten’in heykeli, ölümüne kadar yaşadığı roman mahallesinin kentsel dönüşümle park haline getirilen bölümüne dikilerek, oradan Bursa sokaklarını izlemeye başlar.
Bursa sokaklarının en tanınan isimlerinden biri olan Deli Ayten’in yaşam hikayesi de kendisi kadar ilginç. Bilinene göre; Deli Ayten ismiyle bilinen Ayten Şenışık, 1935′te Kamberler’de dünyaya geldi. Fakir bir roman ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelen Ayten, 3 yaşında menenjit geçirmesi sonrası tedavisizlikten dolayı beyninde kalıcı hasarlar meydana gelmiş.
Çocukluğu da bir garip geçen Deli Ayten 16-17 yaşlarında, kendisi gibi garip olan alkolik Cümbüş Hasan (Bayındıroğlu)’a aşık olmuş. Ailesi kendisi gibi hem garip hem de üstüne alkolik olan Cümbüş Hasan’a ilk önce vermek istemeseler de ardından bir şekilde evlenmesine izin verilmiş.Alkolik Cümbüş Hasan’ın sorunları üstüne Ayten’in de deliliği derken, evlilikleri iyi gitmemeye başlamış. 1 buçuk zor dayanılan evliliğin ardından, alıp başını giden alkolik Cümbüş Hasan kendisini meyhanelerde bulmuş ve meyhane masalarında da ölmüş.Ayten’e, Cümbüş Hasan’ın öldüğü haberi verilmesinin ardından, Ayten ‘Şenışık’ soyadını yavaş yavaş bırakarak, yerini Deli Ayten’e bırakacak şekilde yaşamaya başlamış.Omuzların renk renk çantalar asan, bir eline aldığı cümbüşü, diğer eline aldığı davulu ile Bursa’nın sokaklarında dolaşmaya başlamış Deli Ayten. Çarşı esnafı Deli Ayten’i arada bir kızdırsa da bütün çarşı esnafı onu tanır ve bilirmiş.12 Mart 1992 gününde Kızyakup Mahallesi’ndeki derme çatma kulübesinde cansın bedeni bulunmuş Deli Ayten’in. Ahmet Dai Cami’sinde kılınan cenaze namazı sonrası Pınarbaşı Mezarlığına defnedilmiş olan Deli Ayten’in cenazesine ise tam 3 bin kişi katılmış.2001 senesinde ise o dönemin Belediye Başkanı Hilmi Şensoy, Deli Ayten’in mezarını granit kaplatılması yönünde girişimleri sonucu, Deli Ayten üzerinde davullu bir fotoğrafı olan mezar taşına kavuşuyor.
Osmangazi Belediyesi Kızyakup Mahallesi’nde gerçekleştirdiği kentsel dönüşüm projeleri kapsamında Kamberler Tarih ve Koordinasyon Parkı inşa edilmesi ile birlikte, parka aralarında Osman Gazi, Orhan Gazi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Zeki Müren’in de bulunduğu ünlülerin büst ve heykelleri dikiliyor.
Dönemin Belediye Başkanı Recep Altepe’nin önerisiyle Deli Ayten’in parka dikilmek üzere bir heykeli yaptırılıyor. Fakat o dönemin Saadet Partisi Bursa Gençlik Kolları tarafından, tarihi ünlü isimlerin yer aldığı büstlerin yanında Deli Ayten’in heykeli istenmeyerek, protesto ediliyor.
Konu Belediye Meclisin’e kadar varsa da Belediye Başkanı Recep Altepe, geri adım atmayarak, “Deli Ayten’in Bursa’da yaşamış, yaşı 30’u aşmış herkeste bıraktığı bir hikaye ile bilinen biridir. Bir trajedi kahramanı olmasına rağmen, her sabah etrafına neşe ve sevinç taşımış olan bir insandır Deli Ayten” diyerek 2009 yılında Deli Ayten'in heykeli hak ettiği gibi dikilir.
Bursa’da taşıdığı birden fazla çantayla, cümbüş ve davul çalarak gezen Deli Ayten’in heykeli, ölümüne kadar yaşadığı roman mahallesinin kentsel dönüşümle park haline getirilen bölümüne dikilerek, oradan Bursa sokaklarını izlemeye başlar.
1 ay önce
SİYAHİ ABAZALAR
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Ortaya çıkışları: Birtakım görüşlere göre Siyah Abazalar Kolhidlerden türemedir ama bunu tam bir gerçek olarak Kabul edemeyiz. Kolhidya’da siyah bir nüfusun yaşamakta olduğuna ilişkin bir belge yok.
Bu siyahilerin Mısır Kıptileri (Koptlar) ya da Falaşlar, Etiyopya Yahudilerinden türeme oldukları düşünülebilir. Abhaz yazarı Dmitriy Gulia’nın “Abhazya Tarihi” adlı kitabında, Abhazya ve Etiyopya yer adları karşılaştırılıyor. Vardığı sonuca göre de, birçok yer adı örtüşüyor: Bagada-Bagada, Gumma-Gumma, Tabakur-Tabakur, vb. Yazar Maksim Gorki, 1927 yılında bu konu ile ilgileniyor, Abhazya merkezi seçim komisyonu başkanı ve Abhaz yazarı Samson Çanboy ile görüşüyor. Birlikte Adzbu köyüne gidiyorlar, köydeki en yaşlı siyahiler ile görüşmeler yapıyorlar. Köylülerin anlattıklarını değerlendiren Maksim Gorki’nin, Etiyopya’ya ilişkin görüşleri derinleşti.
Öyküler: Abhaz zencilere ilişkin değişik öyküler bulunuyor. Bunlar arasında İvan İsakov’un Nikita Kruşçev’e gönderdiği yazı da bulunuyor. Yazıda anlatıldığına göre, esir taşıyan bir Osmanlı gemisi büyük bir fırtınaya yakalanıyor ve gemi Abhazya sahillerine vuruyor. Şimdiki Siyahi Abazalar da gemiden sağ kurtulmuş olanların torunları. Öykü, geminin buraya -Karadeniz’e- geliş nedenini ise, açıklamıyor.
Başka bir anlatıda da Nartların Afrika seferinden yüzlerce kişi eşliğinde, -Abhazya’ya değin- uğurlandıkları söyleniyor. Bu gelenler dönmediler ve Abhazya’da kaldılar.
Üçüncü öyküye göre, Zenci Abhazlar, I. Petro’nun (Пётр Великий) hizmetinde idiler. I. Petro/Deli Petro, Arapları Rusya’ya getirtiyordu. Devletin kuzeyde olan merkezi St. Petersburg’un serin havasına alışamayanları Petro, Abaza beylerine satıyordu. Tarihçi İgor Burtsev’in yazdığına göre, I. Petro’nun Abhazlara “hediye” olarak verdikleri de az değildi.
Tarih ve günümüz: İvan İsakov’un Kruşçev’e yazdığı yazıda Siyahi Abazalara Gürcü dilinde şavi katsi (siyah insan) dendiği belirtiliyor. Çar’ın Kafkasya bölgesi yöneticisi İllarion Vorontsov-Daşkov da, I. Petro gibi silahlı birliklerine Zencileri de alıyordu. Zenciler Çerkes elbiseleri (Цыехэр) içinde ona eşlik ediyorlardı. Gagra’yı kuran Prens Aleksandr Oldenburski’ye, Kafkasya’nın Karadeniz kıyılarında barınan toplulukların hepsi bağlıydı. Siyahlar da buna dahildi.
19. yüzyılda Zenci Abazaların tümü Abazaca konuşuyorlardı ve kendilerini Abaza ulusundan sayıyorlardı. Dini inanışlarına ilişkin farklı görüşler vardır. Abhazya’da Siyahi-Hıristiyan'la, Siyahi-Müslümanlar ve Siyahi-Yahudiler yaşıyorlardı, bugün de yaşıyorlar. Siyahi Abazalar üzüm ve mısır yetiştiriyorlardı. Tkuarçala kömür ocaklarında ve Sohum’da değişik işlerde çalışanları da vardı. Diğer Abazalar gibi, Siyahi Abazalar da Rusça biliyor ve konuşuyorlar. Şimdi çoğu Kodor vadisinden ayrılmış olarak Abhazya, Gürcistan ve Rusya’nın değişik köşelerinde barınıyorlar.
Kanıtlar: Abhaz Zencileri ya da bunların ataları üzerine değişik anlatılar bulunuyor:
“Kolhidler, kanılarıma göre Mısırlıdırlar. Başkalarından duymamdan önce, bunu anlamıştım. İlgi duyarak, durumu Kolhida ve Mısır’da da soruşturdum. Mısır halkına ilişkin olarak Kolhidlerin anıları daha fazla. Kolhidlerin tenleri siyah, saçları da kıvırcık. Ancak bu kadarı yeterli bir kanıt olamaz. Benzeri görünüm ve özellikler taşıyan başka halklar da var. Ancak bir durumu daha önemli buluyoruz. Sünnet (хъитан) geleneği olan üç ulus var: Kolhidler, Mısırlılar ve Etyopyalılar” (Heredot. Tarih kitabı, 2001 baskısı).
“Tropik topraklara bayıldım. Gür otlar arasından küçücük evler görünüyor, kapkara çocuklar koşuşturup oynuyorlar, kapkara insanlar beyaz entariler içinde dolaşıyorlar. Zenciler Abazalardan pek de farklı sayılmazlar, Abazaca konuşuyor, aynı dine inanıyorlar”. Etnograf E. Markov, “Kavkaz” gazetesi, 1913.
Günümüze değin Abhazya dağlarında Siyahi Abazalar yaşamaya devam ediyorlar. Abhazya’daki siyahi köylerindeki yaşam, Afrika’dakilere göre çok daha kaliteli. Afrika’daki zenciler yoksullar ve eğitimsizler. Siyahlar Abazalar ise kendi kimliklerini koruyor ve diğer Abhazlardan uzakta olan dağlarda yaşıyorlar. Okumak istiyorlar, kadınların okuma-yazma bilmedikleri ve zorlu bir yaşam sürdürdükleri, Rusça bilen gençleri tarafından söyleniyor”. Jozef Stalin’in kızı Svetlana Alliluyeva. 1969.
“Abaza siyahileri ilk kez Sohum Sinagog’unda gördüm. Saçları kıvırcık olan siyahi erkeklerle orada karşılaştım, gerçek zenci tipinde idiler. Abazaca konuşuyorlardı. Arkalarından birine sordum: “Bunlar Siyahi Yahudi midirler? Buralara nereden geldiler?”. N. Orlv, “Alef” dergisi.
“Sovyetler Birliği’nde ne biçim bir yaşam sürdürüyorlar?
Sözünü ettiğin bu siyahi kişiler neye benziyorlar, diye sordu ev sahibi. Sizi soruyorum, dedi Prens sofrada oturan siyahilere bakarak.
Biz Siyahi değil, -Biz, Abaza’yız- yanıtını verdi ev sahibi de.
Yazar Fazil İskander (Fazıl İskender), 1989.
Not: 1960’lar sonunda Sakarya/Hendek Soğuksu köyünde, bir Abaza düğününde bir Zenci ile karşılaştım, Abazaca olarak oraya buraya komut veriyor, gençleri yönetiyordu. “Bu kim, Abaza mı, nereden geldi?” dedim, “Buralı, Abaza” yanıtını almıştım. -HCY
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız
Ortaya çıkışları: Birtakım görüşlere göre Siyah Abazalar Kolhidlerden türemedir ama bunu tam bir gerçek olarak Kabul edemeyiz. Kolhidya’da siyah bir nüfusun yaşamakta olduğuna ilişkin bir belge yok.
Bu siyahilerin Mısır Kıptileri (Koptlar) ya da Falaşlar, Etiyopya Yahudilerinden türeme oldukları düşünülebilir. Abhaz yazarı Dmitriy Gulia’nın “Abhazya Tarihi” adlı kitabında, Abhazya ve Etiyopya yer adları karşılaştırılıyor. Vardığı sonuca göre de, birçok yer adı örtüşüyor: Bagada-Bagada, Gumma-Gumma, Tabakur-Tabakur, vb. Yazar Maksim Gorki, 1927 yılında bu konu ile ilgileniyor, Abhazya merkezi seçim komisyonu başkanı ve Abhaz yazarı Samson Çanboy ile görüşüyor. Birlikte Adzbu köyüne gidiyorlar, köydeki en yaşlı siyahiler ile görüşmeler yapıyorlar. Köylülerin anlattıklarını değerlendiren Maksim Gorki’nin, Etiyopya’ya ilişkin görüşleri derinleşti.
Öyküler: Abhaz zencilere ilişkin değişik öyküler bulunuyor. Bunlar arasında İvan İsakov’un Nikita Kruşçev’e gönderdiği yazı da bulunuyor. Yazıda anlatıldığına göre, esir taşıyan bir Osmanlı gemisi büyük bir fırtınaya yakalanıyor ve gemi Abhazya sahillerine vuruyor. Şimdiki Siyahi Abazalar da gemiden sağ kurtulmuş olanların torunları. Öykü, geminin buraya -Karadeniz’e- geliş nedenini ise, açıklamıyor.
Başka bir anlatıda da Nartların Afrika seferinden yüzlerce kişi eşliğinde, -Abhazya’ya değin- uğurlandıkları söyleniyor. Bu gelenler dönmediler ve Abhazya’da kaldılar.
Üçüncü öyküye göre, Zenci Abhazlar, I. Petro’nun (Пётр Великий) hizmetinde idiler. I. Petro/Deli Petro, Arapları Rusya’ya getirtiyordu. Devletin kuzeyde olan merkezi St. Petersburg’un serin havasına alışamayanları Petro, Abaza beylerine satıyordu. Tarihçi İgor Burtsev’in yazdığına göre, I. Petro’nun Abhazlara “hediye” olarak verdikleri de az değildi.
Tarih ve günümüz: İvan İsakov’un Kruşçev’e yazdığı yazıda Siyahi Abazalara Gürcü dilinde şavi katsi (siyah insan) dendiği belirtiliyor. Çar’ın Kafkasya bölgesi yöneticisi İllarion Vorontsov-Daşkov da, I. Petro gibi silahlı birliklerine Zencileri de alıyordu. Zenciler Çerkes elbiseleri (Цыехэр) içinde ona eşlik ediyorlardı. Gagra’yı kuran Prens Aleksandr Oldenburski’ye, Kafkasya’nın Karadeniz kıyılarında barınan toplulukların hepsi bağlıydı. Siyahlar da buna dahildi.
19. yüzyılda Zenci Abazaların tümü Abazaca konuşuyorlardı ve kendilerini Abaza ulusundan sayıyorlardı. Dini inanışlarına ilişkin farklı görüşler vardır. Abhazya’da Siyahi-Hıristiyan'la, Siyahi-Müslümanlar ve Siyahi-Yahudiler yaşıyorlardı, bugün de yaşıyorlar. Siyahi Abazalar üzüm ve mısır yetiştiriyorlardı. Tkuarçala kömür ocaklarında ve Sohum’da değişik işlerde çalışanları da vardı. Diğer Abazalar gibi, Siyahi Abazalar da Rusça biliyor ve konuşuyorlar. Şimdi çoğu Kodor vadisinden ayrılmış olarak Abhazya, Gürcistan ve Rusya’nın değişik köşelerinde barınıyorlar.
Kanıtlar: Abhaz Zencileri ya da bunların ataları üzerine değişik anlatılar bulunuyor:
“Kolhidler, kanılarıma göre Mısırlıdırlar. Başkalarından duymamdan önce, bunu anlamıştım. İlgi duyarak, durumu Kolhida ve Mısır’da da soruşturdum. Mısır halkına ilişkin olarak Kolhidlerin anıları daha fazla. Kolhidlerin tenleri siyah, saçları da kıvırcık. Ancak bu kadarı yeterli bir kanıt olamaz. Benzeri görünüm ve özellikler taşıyan başka halklar da var. Ancak bir durumu daha önemli buluyoruz. Sünnet (хъитан) geleneği olan üç ulus var: Kolhidler, Mısırlılar ve Etyopyalılar” (Heredot. Tarih kitabı, 2001 baskısı).
“Tropik topraklara bayıldım. Gür otlar arasından küçücük evler görünüyor, kapkara çocuklar koşuşturup oynuyorlar, kapkara insanlar beyaz entariler içinde dolaşıyorlar. Zenciler Abazalardan pek de farklı sayılmazlar, Abazaca konuşuyor, aynı dine inanıyorlar”. Etnograf E. Markov, “Kavkaz” gazetesi, 1913.
Günümüze değin Abhazya dağlarında Siyahi Abazalar yaşamaya devam ediyorlar. Abhazya’daki siyahi köylerindeki yaşam, Afrika’dakilere göre çok daha kaliteli. Afrika’daki zenciler yoksullar ve eğitimsizler. Siyahlar Abazalar ise kendi kimliklerini koruyor ve diğer Abhazlardan uzakta olan dağlarda yaşıyorlar. Okumak istiyorlar, kadınların okuma-yazma bilmedikleri ve zorlu bir yaşam sürdürdükleri, Rusça bilen gençleri tarafından söyleniyor”. Jozef Stalin’in kızı Svetlana Alliluyeva. 1969.
“Abaza siyahileri ilk kez Sohum Sinagog’unda gördüm. Saçları kıvırcık olan siyahi erkeklerle orada karşılaştım, gerçek zenci tipinde idiler. Abazaca konuşuyorlardı. Arkalarından birine sordum: “Bunlar Siyahi Yahudi midirler? Buralara nereden geldiler?”. N. Orlv, “Alef” dergisi.
“Sovyetler Birliği’nde ne biçim bir yaşam sürdürüyorlar?
Sözünü ettiğin bu siyahi kişiler neye benziyorlar, diye sordu ev sahibi. Sizi soruyorum, dedi Prens sofrada oturan siyahilere bakarak.
Biz Siyahi değil, -Biz, Abaza’yız- yanıtını verdi ev sahibi de.
Yazar Fazil İskander (Fazıl İskender), 1989.
Not: 1960’lar sonunda Sakarya/Hendek Soğuksu köyünde, bir Abaza düğününde bir Zenci ile karşılaştım, Abazaca olarak oraya buraya komut veriyor, gençleri yönetiyordu. “Bu kim, Abaza mı, nereden geldi?” dedim, “Buralı, Abaza” yanıtını almıştım. -HCY
1 ay önce
İŞTE KÜRT BİLİNEN ÜNLÜ ERMENİLER..!
PKK 35 bin kişinin kanını ellerinde taşıyan PKK lideri Artin Agopyan (APO) ermenidir.
“Parmaksız Zeki” kod adlı Şemdin Sakık, Ermeni’dir. Nenesinin Ermeni olduğunu kendisi açıklamıştır.
Bölücü Kürt partisi milletvekili Sırrı Sakık Ermeni’dir.
Bölücü Kürt partisi sözde “eş başkanı” Emine Ayna, katıksız bir Ermeni’dir.
PKK’nın önderlik ettiği, şimdi pek adı duyulmayan “sürgünde Kürdistan hükümeti” delegesi, 1959-Silvan doğumlu Semra Bakır, Ermeni’dir. Semra’nın kardeşi Orhan Bakır’ın asıl adı Armenak’tır. Ermeni terör örgütü TİKKO mensubu idi, Örgütün merkez komitesine kadar yükselen Orhan Bakır, güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürülmüştür.
1977-Silvan doğumlu Bülent Bakır Ermeni’dir.
“Sürgündeki hükümet” delegesi Meryem Tabaş Ermeni’dir. Dedesi Hokar, nenesi Haykanuş’tur.
“Zazan Bertin” kod adlı 1980-Silvan doğumlu Ruşen Tapancı Ermeni’dir. Dedesinin adı Ohannis’tir. “Mavi Çarşı”nın yakılması eylemine katılmıştır.
1975 doğumlu Yusuf Cihangir Ermeni’dir. Dedesinin adı Vartan’dır.
1965-Karakaçan doğumlu Adnan Dizin Ermeni’dir. Dedesinin adı Kirkor’dur.
1970-Siirt doğumlu Nihat Türksoy, hiç de TÜRK soylu değildir, Ermeni’ dir. Dedesinin adı Serkis, nenesinin adı Zerdo’dur.
1977-Bozova doğumlu Mehmet Güzel Ermeni’dir. Dedesinin adı Mıgırdıç, nenesinin adı İlsevik’tir.
“Cihan” kod adlı, 1974-Pertek doğumlu Akif Yadigâroğulları Ermeni’dir. Büyük dedesi Apkar, nenesi Maryam’dır.
1973-Ömerli doğumlu Metin Gümüş Ermeni’dir. Büyük dedesi Artin, ninesi Dihram’dır.
1948-Palu doğumlu Zülküf Demirtaş Ermeni’dir. Bu hıristiyan herif, “HADEP İmamlar Birliği” üyesi olmuştur!..
1978-Silvan doğumlu Sidar Şimşek Ermeni’dir. DEHAP ilçe teşkilatında görev yapmıştır. Büyük dedesi Bedros, nenesi Luşin’dir.
1977-Diyarbakır doğumlu Mehmet Sami Geniş Ermeni’dir.
Uyuşturucu madde kaçakçısıdır. Yakalanıp, 11.12.2002 tarihindeİstanbul; 6.DGM mahkemesinde CK/405 ve CK/403: Uyuşturucu madde ticaretinden yargılanarak 6 yıl 8 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Büyük dedesi Serkis, nenesi Şuşi’dir.
1975-Afşin doğumlu Özgür Erbil Ermeni’dir. Sahte belgeler ile yurtdışına çıkmıştır. Almanya’da, uyuşturucu tâciridir. Büyük dedesi Akup (agop), nenesi Lüsye’dir.
1977-Silvan doğumlu Orhan Olsen Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı İliyo, nenesinin adı Mari’dir. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1968-Muş doğumlu Kutbettin Akşula Ermeni’dir. 1992 yılında Muş ilinde PKK terör örgütüne maddî yönden destek sağlamak amacıyla silah kaçakçılığı yapmaktan tutuklanmıştır Büyük dedesi Vartan, nenesi Zelha’dır. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1979-Yurtbeyi doğumlu Barış Başak Ermeni’dir. Büyük nenesinin adı Kotine’dir. DTP kurucu üyesidir.
1953-İdil doğumlu Abdülaziz Özdemir Ermeni’dir. Dedesi Yusuf, ninesi Kazo’dur. 21.2.1991 günkü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1972-Siverek doğumlu Levent Kayadağ Ermeni’dir. Dedesi Migdat, ninesi Havuş adındadır. 16.10.1993 günü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1954-Beştüşşebap doğumlu Mehmet Öztunç Ermeni’dir. Dedesinin adı Musa, nenesinin adı Miran’dır. PKK’ya yardım ve yataklıktan tutuklanmış, daha sonra HADEP Antalya İl Kurulu’na seçilmiştir.
1977-Karayazı doğumlu İdris Sefil Ermeni’dir. Terörden hapis yatmış, sonra bir ara Konya HADEP Gençlik Komitesi üyeliği yapmıştır.Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
İdris’in akrabası Ersin Sefil de Ermeni’dir. Kuzey ırak’ta çatışmada öldürülmüştür.
1974-Hazro doğumlu Haci İçer’in hacılıkla hocalıkla alâkası yoktur, Ermeni’dir. Dedesi Ali, nenesi Gule’dir. HADEP Hazro İlçe Yönetim Kurulu üyesi idi. O da sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1973-Yaylayanı doğumlu Dilâver Öncü Ermeni’dir. HADEP Konak Şubesi Yönetim Kurulu üyesi idi. Izmir’de misyonerlik faaliyetinde bulunmuş, kilisede vaaz vererek hıristiyanlık propogandası yapmıştır.
1965-Firke doğumlu Edip Yıldız Ermeni’dir. Büyük dedesi Gaço, nenesi Rihan’dır. HADEP Parti Meclisi üyesi idi. PKK’lı suçluların avukatlığını yapmaktadır. Nevşehir E tipi cezaevinde yatan PKK terör örgütü mensubu Nimet Can’ın avukatlığını yapmıştır
.
1964-Benek doğumlu Haşim Benek Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Şiho, nenesinin adı Kitro’dur. 16.03.1985 günü Şırnak ilçesi Dereler Köyü civarında, Eşek Mağaraları mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında çıkan çatışmada sağ olarak ele geçirilmiş ve Diyarbakır mahkemesinde CK/ 1 68 : yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmıştır. Hapis yatmış, sonra DEP Antalya-Muratpaşa Belediye Encümeni adayı olmuştur.
1954-Kamberşeyh doğumlu Mahmut Hakkı Eşiyok Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Hokar, nenesinin adı Haykanuş’tur. HADEP İstanbul il teşkilatı sekreterliği yapmıştır.
1959-Urfa doğumlu İzzettin Kalaycı Ermeni’dir. 11.7.1986 tarihinde Diyarbakır 1. As. mahkemesinde CK/168 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmış 8 yıl 8 ay hapis yatmış, sonra Şanlıurfa HADEP il teşkilatında görev almıştır. 23.06. 1 996 tarihinde Ankara’daki HADEP 2. olağan kongresinde Türk bayrağının indirilerek PKK bayrağı asılması olayına karışmıştır.
1948-Kölük doğumlu Mehmet Cantekin Ermeni’dir. Büyük dedesi Bedros, nenesi Meryem’dir. Diyarbakır merkez Kayapınar Belediye başkanlığı yapan Mehmet Cantekin, 1 995 tarihli milletvekili seçimlerinde Diyarbakır HADEP Milletvekili adayı olmuştur. Mehmet Cantekin Kulp Karpuzlu da köy koruyucularını yönlendirerek terör örgütü PKK’ya lojistik destek sağlamaktadır. 2003 yılında PKK’nın 1978′de kurulduğu Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde DEHAP ve Göç-Der yöneticileri ile birlikte ‘barış ağacı’ adı altında ağaç dikmek töreni düzenlemiştir. Törende bölücü başı Öcalan’ı övücü sloganlar atılmıştır.
1953-Siirt doğumlu Maruf Altın Ermeni’dir. Büyük dedesi Ohanis, ninesi Pori’dir. Ama babasının dönme adı Hüseyin, anasının dönme adı Nafiye’dir. Böylece pek çok kişinin yaptığı gibi Ermeni olduklarını gizlemişlerdir. DEP İzmir-Konak ilçe teşkilatı üyesi idi. 23 Eylül 1998 tarihinde TCK 1 68 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 1 2 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm olmuştur.
1973-Urfa doğumlu Mehmet Sait Yalçın Ermeni’dir. Dedesi Girbuş, ninesi Varti’dir. Ancak babasının dönme adı Mehmet Kerim, anasının dönme adı Mevlude’dir. 1997′deki Bodrum bombalı saldırısının sorumlusudur. Müebbet hapse mahkûm olmuştur.
1975-Hazro doğumlu Zanamazak Yezidî’dir.
1973-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Şaşmaz Yezidî’dir.
1971-Nusaybin doğumlu Abdullah Şaşmaz, kendini hiç de ALLAH’ın kulu saymaz, Yezidî’dir.
1975-Hazro doğumlu Nevzat Tedik Yezidî’dir. Halit-Revzete’ den olma Nevzat Tedik’in nenesi Hüsna Tedik Diyarbakır il teşkilatı HADEP üyesi de olan PKK’nın gençlik örgütlenmesi içinde yer alan Nevzat Tedik, 11 Ekim 2001 tarihinde TCK 1 68: Yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır.
PKK’nın Avrupa’daki kasası Nuriye Kesbir Yezidî’dir. Aynı zamanda Kongra-Gel PKK’nın cephe örgütü Avrupa Kürt Demokratik Toplum Koordinasyonu (CDK) sözde meclis üyesidir. Eylül 200 1 ‘de Hollanda’ya yasadışı yollardan girmek isterken yakalanmıştır.
1980-Midyat doğumlu Şevkiye Atalan Yezidî’dir.
1966-Midyat doğumlu Fahrettin Şahin Yezidî’dir.
Adana’da yakalanan PKK’lı canlı bomba Hatice Arat Yezidî’dir. Dedesi Hasso, nenesi Meryem de Yezidî’dir.
1955-Beşin doğumlu Osman Ergin Yezidî’dir. DTP Merkez Yönetim Kurulu üyesidir.
Batılılar’ın aleyhimize kullanmak için sözüm ona “Türkler” arasından seçtirdiği, Avrupa Parlamentosu üyesi Feleknaz Uca, Yezidî’dir.
Feleknaz’ın babası Abdullah Uca, “Yezidî Kürdistan Birliği” başkanıdır, Elbette o da Yezidî’dir. Televizyonlarda boy gösteren Metin Uca nedir, size kalmış… Çünkü bu bölücü-militanların yumuşak uzantısı tüm medya, bürokrasi, parlamento ve hatta asker içindedir.
1971 -Midyat doğumlu Seyithan Alpar Süryânî’dir, yani SEYYİT Peygamber torunu) falan değil, düpedüz Hıristiyan’dır.
1976-Midyat doğumlu Metin Kesenci Süryânî’dir. “Beth Nehrin” adlı Süryânî ve Asurî örgütünün kurucusudur.
1975-Midyat doğumlu Adnan Kesenci Süryânî’dir.
1983-Nusaybin doğumlu Bilal Yürek Süryânî’dir.
1980-Pervari doğumlu Salih Boğdu Süryânî’dir.
1937-Ceylanpınar doğumlu Şemsi Emen Süryânî’dir. HADEP üyesi idi.
1969-Kurtalan doğumlu İhsan Kaya Süryânî’dir. Romanya’da PKK insan, silah, ve uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktayken sahte pasaport ve kimlikle yakalanmıştır. Büyük dedesi Görgis, nenesi Şemuni’dir.
1962-Siirt doğumlu Basri Kaysi Süryânî’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. İHD Siirt Şubesi üyesi, ve DEHAP Siirt il teşkilatı delegesi idi.
1980-Siirt doğumlu Ayhan Kaysi Süryâni’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. Pek çok olaya karışmış, 1997′de teslim olmuştur.
Itirafçı olmuş, 1999′da tahliye edilmiştir.
1952-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Kanşiray Süryânî’dir. Büyük dedesi Zeytun, ninesi Meryem’dir. İzmir Köy Hizmetleri soygununa katılmıştır. 16.7.1990 günü Bornova Tarım v
PKK 35 bin kişinin kanını ellerinde taşıyan PKK lideri Artin Agopyan (APO) ermenidir.
“Parmaksız Zeki” kod adlı Şemdin Sakık, Ermeni’dir. Nenesinin Ermeni olduğunu kendisi açıklamıştır.
Bölücü Kürt partisi milletvekili Sırrı Sakık Ermeni’dir.
Bölücü Kürt partisi sözde “eş başkanı” Emine Ayna, katıksız bir Ermeni’dir.
PKK’nın önderlik ettiği, şimdi pek adı duyulmayan “sürgünde Kürdistan hükümeti” delegesi, 1959-Silvan doğumlu Semra Bakır, Ermeni’dir. Semra’nın kardeşi Orhan Bakır’ın asıl adı Armenak’tır. Ermeni terör örgütü TİKKO mensubu idi, Örgütün merkez komitesine kadar yükselen Orhan Bakır, güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürülmüştür.
1977-Silvan doğumlu Bülent Bakır Ermeni’dir.
“Sürgündeki hükümet” delegesi Meryem Tabaş Ermeni’dir. Dedesi Hokar, nenesi Haykanuş’tur.
“Zazan Bertin” kod adlı 1980-Silvan doğumlu Ruşen Tapancı Ermeni’dir. Dedesinin adı Ohannis’tir. “Mavi Çarşı”nın yakılması eylemine katılmıştır.
1975 doğumlu Yusuf Cihangir Ermeni’dir. Dedesinin adı Vartan’dır.
1965-Karakaçan doğumlu Adnan Dizin Ermeni’dir. Dedesinin adı Kirkor’dur.
1970-Siirt doğumlu Nihat Türksoy, hiç de TÜRK soylu değildir, Ermeni’ dir. Dedesinin adı Serkis, nenesinin adı Zerdo’dur.
1977-Bozova doğumlu Mehmet Güzel Ermeni’dir. Dedesinin adı Mıgırdıç, nenesinin adı İlsevik’tir.
“Cihan” kod adlı, 1974-Pertek doğumlu Akif Yadigâroğulları Ermeni’dir. Büyük dedesi Apkar, nenesi Maryam’dır.
1973-Ömerli doğumlu Metin Gümüş Ermeni’dir. Büyük dedesi Artin, ninesi Dihram’dır.
1948-Palu doğumlu Zülküf Demirtaş Ermeni’dir. Bu hıristiyan herif, “HADEP İmamlar Birliği” üyesi olmuştur!..
1978-Silvan doğumlu Sidar Şimşek Ermeni’dir. DEHAP ilçe teşkilatında görev yapmıştır. Büyük dedesi Bedros, nenesi Luşin’dir.
1977-Diyarbakır doğumlu Mehmet Sami Geniş Ermeni’dir.
Uyuşturucu madde kaçakçısıdır. Yakalanıp, 11.12.2002 tarihindeİstanbul; 6.DGM mahkemesinde CK/405 ve CK/403: Uyuşturucu madde ticaretinden yargılanarak 6 yıl 8 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Büyük dedesi Serkis, nenesi Şuşi’dir.
1975-Afşin doğumlu Özgür Erbil Ermeni’dir. Sahte belgeler ile yurtdışına çıkmıştır. Almanya’da, uyuşturucu tâciridir. Büyük dedesi Akup (agop), nenesi Lüsye’dir.
1977-Silvan doğumlu Orhan Olsen Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı İliyo, nenesinin adı Mari’dir. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1968-Muş doğumlu Kutbettin Akşula Ermeni’dir. 1992 yılında Muş ilinde PKK terör örgütüne maddî yönden destek sağlamak amacıyla silah kaçakçılığı yapmaktan tutuklanmıştır Büyük dedesi Vartan, nenesi Zelha’dır. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1979-Yurtbeyi doğumlu Barış Başak Ermeni’dir. Büyük nenesinin adı Kotine’dir. DTP kurucu üyesidir.
1953-İdil doğumlu Abdülaziz Özdemir Ermeni’dir. Dedesi Yusuf, ninesi Kazo’dur. 21.2.1991 günkü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1972-Siverek doğumlu Levent Kayadağ Ermeni’dir. Dedesi Migdat, ninesi Havuş adındadır. 16.10.1993 günü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1954-Beştüşşebap doğumlu Mehmet Öztunç Ermeni’dir. Dedesinin adı Musa, nenesinin adı Miran’dır. PKK’ya yardım ve yataklıktan tutuklanmış, daha sonra HADEP Antalya İl Kurulu’na seçilmiştir.
1977-Karayazı doğumlu İdris Sefil Ermeni’dir. Terörden hapis yatmış, sonra bir ara Konya HADEP Gençlik Komitesi üyeliği yapmıştır.Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
İdris’in akrabası Ersin Sefil de Ermeni’dir. Kuzey ırak’ta çatışmada öldürülmüştür.
1974-Hazro doğumlu Haci İçer’in hacılıkla hocalıkla alâkası yoktur, Ermeni’dir. Dedesi Ali, nenesi Gule’dir. HADEP Hazro İlçe Yönetim Kurulu üyesi idi. O da sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1973-Yaylayanı doğumlu Dilâver Öncü Ermeni’dir. HADEP Konak Şubesi Yönetim Kurulu üyesi idi. Izmir’de misyonerlik faaliyetinde bulunmuş, kilisede vaaz vererek hıristiyanlık propogandası yapmıştır.
1965-Firke doğumlu Edip Yıldız Ermeni’dir. Büyük dedesi Gaço, nenesi Rihan’dır. HADEP Parti Meclisi üyesi idi. PKK’lı suçluların avukatlığını yapmaktadır. Nevşehir E tipi cezaevinde yatan PKK terör örgütü mensubu Nimet Can’ın avukatlığını yapmıştır
.
1964-Benek doğumlu Haşim Benek Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Şiho, nenesinin adı Kitro’dur. 16.03.1985 günü Şırnak ilçesi Dereler Köyü civarında, Eşek Mağaraları mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında çıkan çatışmada sağ olarak ele geçirilmiş ve Diyarbakır mahkemesinde CK/ 1 68 : yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmıştır. Hapis yatmış, sonra DEP Antalya-Muratpaşa Belediye Encümeni adayı olmuştur.
1954-Kamberşeyh doğumlu Mahmut Hakkı Eşiyok Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Hokar, nenesinin adı Haykanuş’tur. HADEP İstanbul il teşkilatı sekreterliği yapmıştır.
1959-Urfa doğumlu İzzettin Kalaycı Ermeni’dir. 11.7.1986 tarihinde Diyarbakır 1. As. mahkemesinde CK/168 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmış 8 yıl 8 ay hapis yatmış, sonra Şanlıurfa HADEP il teşkilatında görev almıştır. 23.06. 1 996 tarihinde Ankara’daki HADEP 2. olağan kongresinde Türk bayrağının indirilerek PKK bayrağı asılması olayına karışmıştır.
1948-Kölük doğumlu Mehmet Cantekin Ermeni’dir. Büyük dedesi Bedros, nenesi Meryem’dir. Diyarbakır merkez Kayapınar Belediye başkanlığı yapan Mehmet Cantekin, 1 995 tarihli milletvekili seçimlerinde Diyarbakır HADEP Milletvekili adayı olmuştur. Mehmet Cantekin Kulp Karpuzlu da köy koruyucularını yönlendirerek terör örgütü PKK’ya lojistik destek sağlamaktadır. 2003 yılında PKK’nın 1978′de kurulduğu Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde DEHAP ve Göç-Der yöneticileri ile birlikte ‘barış ağacı’ adı altında ağaç dikmek töreni düzenlemiştir. Törende bölücü başı Öcalan’ı övücü sloganlar atılmıştır.
1953-Siirt doğumlu Maruf Altın Ermeni’dir. Büyük dedesi Ohanis, ninesi Pori’dir. Ama babasının dönme adı Hüseyin, anasının dönme adı Nafiye’dir. Böylece pek çok kişinin yaptığı gibi Ermeni olduklarını gizlemişlerdir. DEP İzmir-Konak ilçe teşkilatı üyesi idi. 23 Eylül 1998 tarihinde TCK 1 68 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 1 2 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm olmuştur.
1973-Urfa doğumlu Mehmet Sait Yalçın Ermeni’dir. Dedesi Girbuş, ninesi Varti’dir. Ancak babasının dönme adı Mehmet Kerim, anasının dönme adı Mevlude’dir. 1997′deki Bodrum bombalı saldırısının sorumlusudur. Müebbet hapse mahkûm olmuştur.
1975-Hazro doğumlu Zanamazak Yezidî’dir.
1973-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Şaşmaz Yezidî’dir.
1971-Nusaybin doğumlu Abdullah Şaşmaz, kendini hiç de ALLAH’ın kulu saymaz, Yezidî’dir.
1975-Hazro doğumlu Nevzat Tedik Yezidî’dir. Halit-Revzete’ den olma Nevzat Tedik’in nenesi Hüsna Tedik Diyarbakır il teşkilatı HADEP üyesi de olan PKK’nın gençlik örgütlenmesi içinde yer alan Nevzat Tedik, 11 Ekim 2001 tarihinde TCK 1 68: Yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır.
PKK’nın Avrupa’daki kasası Nuriye Kesbir Yezidî’dir. Aynı zamanda Kongra-Gel PKK’nın cephe örgütü Avrupa Kürt Demokratik Toplum Koordinasyonu (CDK) sözde meclis üyesidir. Eylül 200 1 ‘de Hollanda’ya yasadışı yollardan girmek isterken yakalanmıştır.
1980-Midyat doğumlu Şevkiye Atalan Yezidî’dir.
1966-Midyat doğumlu Fahrettin Şahin Yezidî’dir.
Adana’da yakalanan PKK’lı canlı bomba Hatice Arat Yezidî’dir. Dedesi Hasso, nenesi Meryem de Yezidî’dir.
1955-Beşin doğumlu Osman Ergin Yezidî’dir. DTP Merkez Yönetim Kurulu üyesidir.
Batılılar’ın aleyhimize kullanmak için sözüm ona “Türkler” arasından seçtirdiği, Avrupa Parlamentosu üyesi Feleknaz Uca, Yezidî’dir.
Feleknaz’ın babası Abdullah Uca, “Yezidî Kürdistan Birliği” başkanıdır, Elbette o da Yezidî’dir. Televizyonlarda boy gösteren Metin Uca nedir, size kalmış… Çünkü bu bölücü-militanların yumuşak uzantısı tüm medya, bürokrasi, parlamento ve hatta asker içindedir.
1971 -Midyat doğumlu Seyithan Alpar Süryânî’dir, yani SEYYİT Peygamber torunu) falan değil, düpedüz Hıristiyan’dır.
1976-Midyat doğumlu Metin Kesenci Süryânî’dir. “Beth Nehrin” adlı Süryânî ve Asurî örgütünün kurucusudur.
1975-Midyat doğumlu Adnan Kesenci Süryânî’dir.
1983-Nusaybin doğumlu Bilal Yürek Süryânî’dir.
1980-Pervari doğumlu Salih Boğdu Süryânî’dir.
1937-Ceylanpınar doğumlu Şemsi Emen Süryânî’dir. HADEP üyesi idi.
1969-Kurtalan doğumlu İhsan Kaya Süryânî’dir. Romanya’da PKK insan, silah, ve uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktayken sahte pasaport ve kimlikle yakalanmıştır. Büyük dedesi Görgis, nenesi Şemuni’dir.
1962-Siirt doğumlu Basri Kaysi Süryânî’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. İHD Siirt Şubesi üyesi, ve DEHAP Siirt il teşkilatı delegesi idi.
1980-Siirt doğumlu Ayhan Kaysi Süryâni’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. Pek çok olaya karışmış, 1997′de teslim olmuştur.
Itirafçı olmuş, 1999′da tahliye edilmiştir.
1952-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Kanşiray Süryânî’dir. Büyük dedesi Zeytun, ninesi Meryem’dir. İzmir Köy Hizmetleri soygununa katılmıştır. 16.7.1990 günü Bornova Tarım v
1 ay önce
• YANİ DİYOR Kİ;
* SİZ VERGİ VERİN,
* SİZ AÇLIK SINIRININ ALTINDA MAAŞ ALIN,
* PORSİYONLARINIZI KÜÇÜLTÜN,
* ÇOCUKLARLA MARKETE GİTMEYİN.
* BİZ SARAYLARDA "Ş.İ.İ.R" GİBİ YAŞAYALIM,
* OSMANLI'NIN LÂLE DEVRİ'NDEKİ GİBİ DIŞARDAN YÜKSEK FAİZLE BORÇ ALIP İTİBADAN TASARRUF OLMAZ DİYEREK CAKA SATALIM,
* YANDAŞ YAREN, EŞ DOST-AKRABA, AİLE EFRADI, GİZLİ YABANCI ORTAKLAR LÜKS İÇİNDE YAŞARKEN FAKİR FUKARA GARİP GURABA FİTREYE MUHTAÇ KILINAN EMEKLİ
N'OLURSA OLSUN,
KISACASI SİZLER ÜRETİN, KAZANIN, VERİN, BİZ YİYELİM.
SİZ ŞÜKREDİN, SİZLER FAKİR KALIN Kİ; 500 YIL ÖNCE CENNET'E GİDİN VE PEYGAMBERE KOMŞU OLUN !!!
Alıntı
**************
• Biz SIZE YETEMEYİZ !!!
- Hobaraa diye memlekete doldurdukları beş milyon Suriyeli'ye şimdilik kaç para harcadılar? 52 milyar dolar harcadılar.
- Filistin'e yaptıkları yardım iki milyar doları geçti.
- Sudan'a 750 Milyon Dolar bağışladılar.
- Somali'ye 750 Milyon Dolar verdiler.
- Afganistan'a 650 Milyon Dolar ödediler.
- Libya'ya gönüllerinden Yarım Milyar Dolar koptu.
- Şeriatçı Mursi'nin cumhurbaşkanı olması şerefine Mısır'daki müslüman kardeşler'e tiko para ne gönderdiler? İki milyar dolarcık gönderdiler.
- Afrika'ya verdikleri para Yedi Milyar Doları aştı…
- Komor'a stadyum yaptılar.
- Tanzanya'ya, Burkina Faso'ya su kuyuları açtılar.
- Zimbabwe'ye pazar yeri inşa ettiler.
- Gana'ya Togo'ya Uganda'ya kırtasiye malzemesi gönderdiler.
- Moritanya'ya ahır kurdular.
- Mozambik'e inek dağıttılar.
- Gambiya'ya dökümhane kurdular.
- Kongo'ya okul yaptılar.
- Eritre'ye, Lesoto'ya üniforma hediye ettiler.
- Kamerun'a deterjan verdiler.
- Cibuti'ye ambulans verdiler.
- Somali'ye, Mali'ye Tunus'a, Mısır'a çöp kamyonları verdiler, çöp kamyonlarını teslim töreninde konuşan şehircilik bakanımız “bu çöp kamyonları kardeşliğimizi pekiştirecek” dedi.
- Sierra Leone'ye vidanjör verdiler.
- Arakan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
- Yemen'e 50 milyon dolar gönderdiler.
- Lübnan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
Bizzat asrın liderimiz anlattı…
- “Barzani kendi memurunun maaşını ödeyemiyordu, bana geldi, iki milyar dolar verdim” dedi.
- Pakistan'da köylülere keçi dağıttılar.i
- Yemen'e un verdiler.
- Okyanusya ülkesi Palau'ya VIP minibüs hediye ettiler.
- Karayip Denizi'ndeki Antigua'ya bilgisayar hibe ettiler.
- Büyük Okyanus'ta sadece dokuz mercan adacığından oluşan ve nüfusu sadece 12 bin kişi olan Tuvalu'ya “size ne verelim?” diye sordular, “bizim çocuklar futbol seviyor, nizami futbol topumuz yok” cevabı gelince, futbol topu ve pompa gönderdiler.
(Bu kadar da olmaz diyenler, lütfen internete girsin, tek tek bu haberleri okusun.)
- Teee ABD'nin Oregon eyaletinde yaşayan Kızılderililere 200 bin dolar hibe ettiler iyi mi…
- Washington'a direkt uçuş başlatan Türk Hava Yolları'nın ilk seferinde Apaçi, Novajo, Cheyenne ve Mohikan kabilelerinden 17 şefi, İstanbul'a getirdiler, yedirip içirip, gezdirdiler.
- 98 ülkede 100 bin kişiye ramazan kolisi verdiler.
- Kenya'da, Bangladeş'te, Çad'ta, Nijer'de Somali'de, Sudan'da, Yemen'de 300 bin kişiye iftar verdiler.
- Son sekiz yılda 175 ülkeye para dağıttılar.
Elaleme para saçma konusunda dünyanın en zengin ülkelerine tur bindirdiler, dünyadaki bütün yardımların üçte birini tek başına Türkiye'ye yaptırdılar.
ABD'den iki milyar dolar fazla yardım yaptılar, İngiltere'den altı milyar dolar fazla yardım yaptılar, Japonya'dan yedi milyar dolar fazla yardım yaptılar.
Böylece, Küresel Yardım Raporu'na göre “dünyanın en cömert hükümeti” ilan edildiler!
- 170 milyon dolar harcadılar, Rusya'ya cami yaptılar, kubbesini altın varaklarla kapladılar.
100 milyon dolar harcadılar, ABD'ye cami yaptılar.
- 30 milyon dolar harcadılar, İngiltere'ye, Avrupa'nın ilk çevre dostu camisini yaptılar.
35 milyon dolar harcadılar, Kırgızistan'a 50 bin metrekare, Orta Asya'nın en büyük camisini yaptılar.
- Karada yer kalmamış gibi, denizi doldurdular, Cibuti'ye cami yaptılar.
- Haiti'ye cami yaptılar.
- Filipinler'e cami yaptılar.
- Somali'ye Mali'ye cami yaptılar.
- Teee elalemin ülkelerine toplam yarım milyar dolarlık cami diktiler.
- Tayland'ta Etiyopya'da türbe yaptılar.
- Şu anda Sudan'da Sevakin adası'nı komple inşa ediyorlar, mühendisler, mimarlar, haritacılar, şehir planlamacıları gönderdiler, 100 milyon dolar döküyorlar.
(Bu arada… Kendileri bi lokma bi hırka yaşıyorlar.
* “İtibardan tasarruf olmaz” dediler,
- Buckhingham Sarayı'nın dört misli büyüklüğünde 1.150 küsur odalı saray yaptılar.
- Beş tane makam uçağı aldılar, en son alınan uçaktan Trump'ta bile yok.
- Vahdettin Köşkü'nü, Dolmabahçe Sarayı'nı, Beylerbeyi Sarayı'nı, Huber Köşkü'nü, Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü'nü, Beykoz Kasrı'nı, Savarona'yı Abdülaziz'in altın varaklı padişah koltuğunu kullanıyorlar, Marmaris'e ve Ahlat'a saray yaptırıyorlar..
- Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie içip, starex meyvesi eşliğinde aloevera'yla zencefilli somon suşi yiyorlar.)
Asrın liderimiz geçen seneki Kurban Bayramı'nda bağışını diyanet'e yaptı, asrın liderimizin bağışladığı kurban Afrika'da Togo'da kesildi.
Daha önceki kurban bayramlarında Kızılay'a bağış yapmıştı, kurbanları Moritanya, Çad, Etiyopya'da kesilmişti.
- Kuzey Irak'a 30 bin maske hibe ettiler.
- İran'a bin test kiti, 4 bin tulum, 20 bin önlük, 2 bin gözlük, 4 bin N95 maske, 78 bin maske hibe ettiler.
Bizzat sağlık bakanımız gururla anlattı, ABD'ye 500 bin test kiti verdiler.
* “Biz bize yeteriz” dedikleri, işte bu.
E haliyle “size” yetebilmeleri mümkün değil tabii...
Kefen parasını yedikleri milleti, ceset torbasıyla gömüp, üste para istemeleri sürpriz değil yani
!
Sözcü Gazetesi
Yılmaz ÖZDİL
* SİZ VERGİ VERİN,
* SİZ AÇLIK SINIRININ ALTINDA MAAŞ ALIN,
* PORSİYONLARINIZI KÜÇÜLTÜN,
* ÇOCUKLARLA MARKETE GİTMEYİN.
* BİZ SARAYLARDA "Ş.İ.İ.R" GİBİ YAŞAYALIM,
* OSMANLI'NIN LÂLE DEVRİ'NDEKİ GİBİ DIŞARDAN YÜKSEK FAİZLE BORÇ ALIP İTİBADAN TASARRUF OLMAZ DİYEREK CAKA SATALIM,
* YANDAŞ YAREN, EŞ DOST-AKRABA, AİLE EFRADI, GİZLİ YABANCI ORTAKLAR LÜKS İÇİNDE YAŞARKEN FAKİR FUKARA GARİP GURABA FİTREYE MUHTAÇ KILINAN EMEKLİ
N'OLURSA OLSUN,
KISACASI SİZLER ÜRETİN, KAZANIN, VERİN, BİZ YİYELİM.
SİZ ŞÜKREDİN, SİZLER FAKİR KALIN Kİ; 500 YIL ÖNCE CENNET'E GİDİN VE PEYGAMBERE KOMŞU OLUN !!!
Alıntı
**************
• Biz SIZE YETEMEYİZ !!!
- Hobaraa diye memlekete doldurdukları beş milyon Suriyeli'ye şimdilik kaç para harcadılar? 52 milyar dolar harcadılar.
- Filistin'e yaptıkları yardım iki milyar doları geçti.
- Sudan'a 750 Milyon Dolar bağışladılar.
- Somali'ye 750 Milyon Dolar verdiler.
- Afganistan'a 650 Milyon Dolar ödediler.
- Libya'ya gönüllerinden Yarım Milyar Dolar koptu.
- Şeriatçı Mursi'nin cumhurbaşkanı olması şerefine Mısır'daki müslüman kardeşler'e tiko para ne gönderdiler? İki milyar dolarcık gönderdiler.
- Afrika'ya verdikleri para Yedi Milyar Doları aştı…
- Komor'a stadyum yaptılar.
- Tanzanya'ya, Burkina Faso'ya su kuyuları açtılar.
- Zimbabwe'ye pazar yeri inşa ettiler.
- Gana'ya Togo'ya Uganda'ya kırtasiye malzemesi gönderdiler.
- Moritanya'ya ahır kurdular.
- Mozambik'e inek dağıttılar.
- Gambiya'ya dökümhane kurdular.
- Kongo'ya okul yaptılar.
- Eritre'ye, Lesoto'ya üniforma hediye ettiler.
- Kamerun'a deterjan verdiler.
- Cibuti'ye ambulans verdiler.
- Somali'ye, Mali'ye Tunus'a, Mısır'a çöp kamyonları verdiler, çöp kamyonlarını teslim töreninde konuşan şehircilik bakanımız “bu çöp kamyonları kardeşliğimizi pekiştirecek” dedi.
- Sierra Leone'ye vidanjör verdiler.
- Arakan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
- Yemen'e 50 milyon dolar gönderdiler.
- Lübnan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
Bizzat asrın liderimiz anlattı…
- “Barzani kendi memurunun maaşını ödeyemiyordu, bana geldi, iki milyar dolar verdim” dedi.
- Pakistan'da köylülere keçi dağıttılar.i
- Yemen'e un verdiler.
- Okyanusya ülkesi Palau'ya VIP minibüs hediye ettiler.
- Karayip Denizi'ndeki Antigua'ya bilgisayar hibe ettiler.
- Büyük Okyanus'ta sadece dokuz mercan adacığından oluşan ve nüfusu sadece 12 bin kişi olan Tuvalu'ya “size ne verelim?” diye sordular, “bizim çocuklar futbol seviyor, nizami futbol topumuz yok” cevabı gelince, futbol topu ve pompa gönderdiler.
(Bu kadar da olmaz diyenler, lütfen internete girsin, tek tek bu haberleri okusun.)
- Teee ABD'nin Oregon eyaletinde yaşayan Kızılderililere 200 bin dolar hibe ettiler iyi mi…
- Washington'a direkt uçuş başlatan Türk Hava Yolları'nın ilk seferinde Apaçi, Novajo, Cheyenne ve Mohikan kabilelerinden 17 şefi, İstanbul'a getirdiler, yedirip içirip, gezdirdiler.
- 98 ülkede 100 bin kişiye ramazan kolisi verdiler.
- Kenya'da, Bangladeş'te, Çad'ta, Nijer'de Somali'de, Sudan'da, Yemen'de 300 bin kişiye iftar verdiler.
- Son sekiz yılda 175 ülkeye para dağıttılar.
Elaleme para saçma konusunda dünyanın en zengin ülkelerine tur bindirdiler, dünyadaki bütün yardımların üçte birini tek başına Türkiye'ye yaptırdılar.
ABD'den iki milyar dolar fazla yardım yaptılar, İngiltere'den altı milyar dolar fazla yardım yaptılar, Japonya'dan yedi milyar dolar fazla yardım yaptılar.
Böylece, Küresel Yardım Raporu'na göre “dünyanın en cömert hükümeti” ilan edildiler!
- 170 milyon dolar harcadılar, Rusya'ya cami yaptılar, kubbesini altın varaklarla kapladılar.
100 milyon dolar harcadılar, ABD'ye cami yaptılar.
- 30 milyon dolar harcadılar, İngiltere'ye, Avrupa'nın ilk çevre dostu camisini yaptılar.
35 milyon dolar harcadılar, Kırgızistan'a 50 bin metrekare, Orta Asya'nın en büyük camisini yaptılar.
- Karada yer kalmamış gibi, denizi doldurdular, Cibuti'ye cami yaptılar.
- Haiti'ye cami yaptılar.
- Filipinler'e cami yaptılar.
- Somali'ye Mali'ye cami yaptılar.
- Teee elalemin ülkelerine toplam yarım milyar dolarlık cami diktiler.
- Tayland'ta Etiyopya'da türbe yaptılar.
- Şu anda Sudan'da Sevakin adası'nı komple inşa ediyorlar, mühendisler, mimarlar, haritacılar, şehir planlamacıları gönderdiler, 100 milyon dolar döküyorlar.
(Bu arada… Kendileri bi lokma bi hırka yaşıyorlar.
* “İtibardan tasarruf olmaz” dediler,
- Buckhingham Sarayı'nın dört misli büyüklüğünde 1.150 küsur odalı saray yaptılar.
- Beş tane makam uçağı aldılar, en son alınan uçaktan Trump'ta bile yok.
- Vahdettin Köşkü'nü, Dolmabahçe Sarayı'nı, Beylerbeyi Sarayı'nı, Huber Köşkü'nü, Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü'nü, Beykoz Kasrı'nı, Savarona'yı Abdülaziz'in altın varaklı padişah koltuğunu kullanıyorlar, Marmaris'e ve Ahlat'a saray yaptırıyorlar..
- Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie içip, starex meyvesi eşliğinde aloevera'yla zencefilli somon suşi yiyorlar.)
Asrın liderimiz geçen seneki Kurban Bayramı'nda bağışını diyanet'e yaptı, asrın liderimizin bağışladığı kurban Afrika'da Togo'da kesildi.
Daha önceki kurban bayramlarında Kızılay'a bağış yapmıştı, kurbanları Moritanya, Çad, Etiyopya'da kesilmişti.
- Kuzey Irak'a 30 bin maske hibe ettiler.
- İran'a bin test kiti, 4 bin tulum, 20 bin önlük, 2 bin gözlük, 4 bin N95 maske, 78 bin maske hibe ettiler.
Bizzat sağlık bakanımız gururla anlattı, ABD'ye 500 bin test kiti verdiler.
* “Biz bize yeteriz” dedikleri, işte bu.
E haliyle “size” yetebilmeleri mümkün değil tabii...
Kefen parasını yedikleri milleti, ceset torbasıyla gömüp, üste para istemeleri sürpriz değil yani
!
Sözcü Gazetesi
Yılmaz ÖZDİL
1 ay önce
AYNI MİLLET VE ÜMMETE SAHİP UYGUR TÜRKLERİNE KIZIL ÇİN HÜKÜMETİ TARAFINDAN DOĞU TÜRKİSTAN'DA UYGULANAN BASKI, ZULÜM, İŞKENCE, ŞİDDET VE SOYKIRIM. BİZİ YÖNETENLERİN BAŞARISIZ, İFLAS ETMİŞ VE GAFİL DIŞ POLİTİKALARI SEBEBİYLE, OSMANLI'YA İHANET EDEN RABİA KADAR DEĞERLERİ OLMADI, HATTA UYGUR TÜRKLERİNİ TERÖRİST YERİNE DE KOYDULAR. HORASAN'DA 80 BİN TÜRKMENİ CURCAN VE TAFLAN SAVAŞLARINDA (RESMİ TARİHİMİZDE BAHSEDİLMEYEN) KATLEDEN ARAP EMEVİ KOMUTAN KUTEYBE MİSALİ KIZIL ÇİNLİ KATİLLERDEN KURTULUP İNŞALLAH ÖZGÜRLÜKLERİNE KAVUŞUR SOYDAŞLARIMIZ. DUALARIMIZ NEREDE VAR İSE YASLI VE YARALI DIŞ TÜRKLER İÇİN OLSUN. CENAB-I ALLAH YAR VE YARDIMCILARI OLSUN.
1 ay önce
🤔Bulgaristan'da Aralık 1984 – Mayıs 1989 Asimilasyon sürecinde
🤔Türk olmanın bedelini en ağır şekilde ödeyerek
🤔34 yıl önce hayatını kaybeden başta Türkan Bebek(26 Aralık 1984) olmak üzere Şehitlerimizi, Gazilerimizi ve bu uğurda mücadele etmiş, bugün aramızda olmayan Ailemizin Büyükleri
🤔Büyüklerimizi ve Kardeşlerimizi Rahmetle, Saygıyla ve Şükranla anıyoruz.🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🇹🇷
🇹🇷MEKÂNLARI CENNET OLSUN.🇹🇷
🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲
🇹🇷ŞEHİTLERİMİZ ARALIK 1984 – MAYIS1989🇹🇷
🇹🇷 Nizami Niyaziev İbrahimov-Rıjena-Starazağora yıl 1969 - 1984🤲
🇹🇷Turkan Feyzullah-Kayaloba,Kircaali 1983-1984🤲
🇹🇷Ayse Mollahasan-Kayaloba,Kircaali 1937-1984🤲
🇹🇷Musa M.Yakup-Kitna,Kircaali 1945-1984🤲
🇹🇷Mumun M.Ahmet-Raven,Kircaali 1968-1984.🤲
🇹🇷Yusuf A.Mehmet-Nanovitsa,Kircaali 1941-1984🤲
🇹🇷Mustafa O.Osman-G.Dyulevo,Kircaali 1954-1985🤲
🇹🇷 Abdulaziz R.Bekirov-Gruevo,
Kircaali 1950-1984🤲
🇹🇷Mustafa I.Aliev-Gruevo,Kircaali 1923-1984🤲
🇹🇷Mustafa M.Ibrahimov-Svoboda,Kircaali 1940-1985🤲
🇹🇷 Ibrahim Cetin-Filaretovo,Sliven 1934-1985🤲
🇹🇷Mustafa E.Ilyaz-Golyamo Gradishte,Targovishte 1930-1985🤲
🇹🇷Ali S.Solak-Bisertsi,Razgrad 1933-1985🤲
🇹🇷Adil M.Mehmet-Golyamo Tsirkovishte,Targovishte
1926-1985🤲
🇹🇷Mustafa B.Mustafa-Sredna,Shumen 1944-1985🤲
🇹🇷Huseyin H.Recep-Rakovski,Razgrad 1944-1985🤲
🇹🇷Mumun I,Kocaali-Gorski Izvor,Kircaali 1945-1985🤲
🇹🇷Efrahim Salim-Garchinovo,Targovishte 1956-1986🤲
🇹🇷Omer Hacioglu-Mujentsi,Kircaali 1939-1987🤲
🇹🇷Mehmet S.Emberlerli-Golyam Porovets,Razgrad 1909-1987🤲
🇹🇷Suleyman I.Ahmet-Loznitsa,Razgrad
1956-1987🤲
🇹🇷Aliosman A.Huseyin-Austa,Kircaali
1950-1988🤲
🇹🇷Saffet R.Recep-Tri Mogili,Kircaali 1953-1988🤲
🇹🇷Emin Mehmedali Ali-Tranak,Burgas 1944-1988🤲
🇹🇷Abdullah A.Cakir-Panichkovo,Kircaali 1947-1988🤲
🇹🇷Necip B.Ismail-Novi Pazar,Shumen 1954-1988🤲
🇹🇷Hasan Salih Arnavut-Todor Ikonomovo,Shumen 1941-1989🤲
🇹🇷Mehmet Salih Lom-Todor Ikonomovo,Shumen 1937-1989🤲
🇹🇷Mehmet S.Sarac-Todor Ikonomovo,Shumen 1952-1989🤲
🇹🇷Necip O.Necip-Kus,Shumen 1945-1989🤲
🇹🇷Sabri E.Yahya-Staro Selishte,Razgrad 1954-1989 🤲
🇹🇷Mehmet M.Kara-Dyankovo,Razgrad 1959-1989🤲
🇹🇷Mehmet Emin-Dyankovo,Razgrad 1924-1989🤲
🇹🇷Ahmet M.Burak-Ezerche,Razgrad 1952-1989🤲
🇹🇷Sezgin S.Karaomer-Ezerche,Razgrad 1972-1989🤲
🇹🇷Nazife H.Osman-Medovets,Varna 1965-1989🤲
🇹🇷Sakir S.Sakir-Medovets,Varna 1955-1989🤲
🇹🇷Salih I.Salih-Dobroplodni,Varna 1950-1989🤲
🇹🇷Salimehmet R.Sefket-Lyaskovo,Kircaali 1952-1989🤲
🇹🇷Ve daha İsmi bilinmeyen Gizli Kahramanımız olan nice Şehitlerimiz...🇹🇷🤲🤲🤲🤲🤲🇹🇷
🇹🇷🇹🇷Ne Mutlu Türk'üm Diyene!🇹🇷🇹🇷
🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
#Hiç
🤔Türk olmanın bedelini en ağır şekilde ödeyerek
🤔34 yıl önce hayatını kaybeden başta Türkan Bebek(26 Aralık 1984) olmak üzere Şehitlerimizi, Gazilerimizi ve bu uğurda mücadele etmiş, bugün aramızda olmayan Ailemizin Büyükleri
🤔Büyüklerimizi ve Kardeşlerimizi Rahmetle, Saygıyla ve Şükranla anıyoruz.🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🇹🇷
🇹🇷MEKÂNLARI CENNET OLSUN.🇹🇷
🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲🤲
🇹🇷ŞEHİTLERİMİZ ARALIK 1984 – MAYIS1989🇹🇷
🇹🇷 Nizami Niyaziev İbrahimov-Rıjena-Starazağora yıl 1969 - 1984🤲
🇹🇷Turkan Feyzullah-Kayaloba,Kircaali 1983-1984🤲
🇹🇷Ayse Mollahasan-Kayaloba,Kircaali 1937-1984🤲
🇹🇷Musa M.Yakup-Kitna,Kircaali 1945-1984🤲
🇹🇷Mumun M.Ahmet-Raven,Kircaali 1968-1984.🤲
🇹🇷Yusuf A.Mehmet-Nanovitsa,Kircaali 1941-1984🤲
🇹🇷Mustafa O.Osman-G.Dyulevo,Kircaali 1954-1985🤲
🇹🇷 Abdulaziz R.Bekirov-Gruevo,
Kircaali 1950-1984🤲
🇹🇷Mustafa I.Aliev-Gruevo,Kircaali 1923-1984🤲
🇹🇷Mustafa M.Ibrahimov-Svoboda,Kircaali 1940-1985🤲
🇹🇷 Ibrahim Cetin-Filaretovo,Sliven 1934-1985🤲
🇹🇷Mustafa E.Ilyaz-Golyamo Gradishte,Targovishte 1930-1985🤲
🇹🇷Ali S.Solak-Bisertsi,Razgrad 1933-1985🤲
🇹🇷Adil M.Mehmet-Golyamo Tsirkovishte,Targovishte
1926-1985🤲
🇹🇷Mustafa B.Mustafa-Sredna,Shumen 1944-1985🤲
🇹🇷Huseyin H.Recep-Rakovski,Razgrad 1944-1985🤲
🇹🇷Mumun I,Kocaali-Gorski Izvor,Kircaali 1945-1985🤲
🇹🇷Efrahim Salim-Garchinovo,Targovishte 1956-1986🤲
🇹🇷Omer Hacioglu-Mujentsi,Kircaali 1939-1987🤲
🇹🇷Mehmet S.Emberlerli-Golyam Porovets,Razgrad 1909-1987🤲
🇹🇷Suleyman I.Ahmet-Loznitsa,Razgrad
1956-1987🤲
🇹🇷Aliosman A.Huseyin-Austa,Kircaali
1950-1988🤲
🇹🇷Saffet R.Recep-Tri Mogili,Kircaali 1953-1988🤲
🇹🇷Emin Mehmedali Ali-Tranak,Burgas 1944-1988🤲
🇹🇷Abdullah A.Cakir-Panichkovo,Kircaali 1947-1988🤲
🇹🇷Necip B.Ismail-Novi Pazar,Shumen 1954-1988🤲
🇹🇷Hasan Salih Arnavut-Todor Ikonomovo,Shumen 1941-1989🤲
🇹🇷Mehmet Salih Lom-Todor Ikonomovo,Shumen 1937-1989🤲
🇹🇷Mehmet S.Sarac-Todor Ikonomovo,Shumen 1952-1989🤲
🇹🇷Necip O.Necip-Kus,Shumen 1945-1989🤲
🇹🇷Sabri E.Yahya-Staro Selishte,Razgrad 1954-1989 🤲
🇹🇷Mehmet M.Kara-Dyankovo,Razgrad 1959-1989🤲
🇹🇷Mehmet Emin-Dyankovo,Razgrad 1924-1989🤲
🇹🇷Ahmet M.Burak-Ezerche,Razgrad 1952-1989🤲
🇹🇷Sezgin S.Karaomer-Ezerche,Razgrad 1972-1989🤲
🇹🇷Nazife H.Osman-Medovets,Varna 1965-1989🤲
🇹🇷Sakir S.Sakir-Medovets,Varna 1955-1989🤲
🇹🇷Salih I.Salih-Dobroplodni,Varna 1950-1989🤲
🇹🇷Salimehmet R.Sefket-Lyaskovo,Kircaali 1952-1989🤲
🇹🇷Ve daha İsmi bilinmeyen Gizli Kahramanımız olan nice Şehitlerimiz...🇹🇷🤲🤲🤲🤲🤲🇹🇷
🇹🇷🇹🇷Ne Mutlu Türk'üm Diyene!🇹🇷🇹🇷
🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
#Hiç
1 ay önce
Onuncu Yıl Nutku’nu da yasaklayın!..
Naim Babüroğlu
“Terörsüz Türkiye” sürecinin birinci hedefi, Anayasa değişikliği.
Siyasi iktidar, gecikmeden “Anayasa Komisyonu”nu bile kurdu.
★★★
Peki, Anayasa’da hangi maddeler?
42 ve 66’ncı maddeler.
Ve, 101’inci madde.
★★★
Amaç, bir sır değil elbette...
DEM Partili Saruhan Oluç, “Anayasa’nın 66’ncı maddesi etnisite içerdiği için sorunludur” diyerek niyeti ortaya koydu.
★★★
Anayasa 66’ncı madde:
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.
Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk kabul edilir.”
★★★
66’ncı maddede...
“Türk” sözcüğü, rahatsız ediyor.
“Türk” yerine, “Türkiyeli” ya da Türk, Kürt, Arap...
Veya buna benzer esnek bir ifade...
Böylece, Millet’in tanımı değiştirilecek.
★★★
Oysa...
Bu tanım, etnik, din, mezhep, cins ayrımı gözetmez.
Ayrıştırıcı değil, birleştiricidir.
★★★
Anayasa’nın 10’uncu maddesi de, 66’yı tamamlar.
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”
Yani, bu maddeyle farklı kimliklerin hukuki eşitliği, zaten güvence altına alınmıştır.
Görüldüğü gibi, aslında bir sorun yok.
★★★
Geldik, hedefteki diğer maddeye...
Anayasa, madde 42:
“Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır...
Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dili olarak okutulamaz ve öğretilemez.”
★★★
Madde 42’de rahatsızlık ne?
Eğitimin, Atatürk İlke ve İnkılapları doğrultusunda yapılması.
Eğitim ve öğretim dilinin, Türkçe olması.
★★★
Peki...
Madde 42 ve 66 değişirse ne olur?
Anayasa’nın değiştirilemez maddelerine dokunulmuş olur.
Ulus ve üniter devlet yapısının temeli sarsılır.
★★★
Gelelim, değiştirilmek istenen asıl maddeye...
Madde 101:
“Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir...
Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilir.”
★★★
Bu maddede sıkıntı ne?
“Bir kimse en fazla iki defa seçilir” hükmü değiştirilerek, Cumhurbaşkanı’na daha fazla seçilme hakkı verilmesi.
Ve...
Oyların “yüzde 50’den fazlası” yerine, “en fazla oyu alan” adayın seçilmesi.
★★★
1990’larda, Yugoslavya parçalandı ve altı devlet ortaya çıktı.
Yugoslavya, tarih sahnesinden silindi.
Neden?
Üniter devlet yapısını koruyamadığından...
★★★
Irak, ABD’nin 2003 işgalinden sonra parçalandı.
Kuzey Irak’ta, bir devlet kuruldu.
Neden?
Üniter yapısı yok oldu.
★★★
ABD’li Profesör Noam Chomsky, “Kader Üçgeni” adlı kitabında, “Kudüs Amerikan Girişimcilik Enstitüsü”nün raporuna yer verir:
“Ortadoğu’da ulusalcılık ve ulusal kimlik yok edilmeli, bunun için de Ortadoğu Osmanlılaştırılmalıdır. Böylece, bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sistemlerin çarkları rahatlıkla işleyecektir. ABD için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehdididir.”
★★★
ABD Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA) Ortadoğu Direktörü Graham Fuller, 1990’da şunları söyler:
“Kemalizm bitti... O da sonsuza dek yaşayacak bir ürün veremedi. Oysa, İncil ve Kur’an hâlâ veriyor. Bu nedenle, kendisine entelektüel güven duyan Türkiye, İslam’ın günlük yaşamdaki yerini almasını yeniden düşünmelidir.”
★★★
“Terörsüz Türkiye” sürecinde, Suriye’deki PKK’nın kolu PYD silah bırakıyor mu?
Suriye Savunma Bakanı, PKK/PYD’nin silah bırakmayacağını söyledi.
Yani, PKK/PYD Suriye’de federal bir yapıya gidecek.
Tıpkı, Kuzey Irak gibi.
★★★
Türkiye farkında mı, bilinmez...
Önce, yeni Anayasa’yla, ulus ve üniter devlet yapısının temellerinin yıkılması...
Ardından...
Hatay dahil olmak üzere, Kahramanmaraş, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars ve güneyinde sözde “Kürdistan”ın kurulması için...
Önce, özerklik/federal yapının elde edilmesi...
Ve, sonra Sevr haritası hayaline kavuşma...
★★★
“Müslüman olmayana Türk denmez”, Suriyeli ve diğer göçmenlerin ülkelerine gönderilmemesi, Lozan hezimettir söylemleri, 1921 Anayasası’na vurgu yapılması...
Hepsi, ama hepsi...
“Terörsüz Türkiye” süreciyle birlikte yol alırken...
“Yeni bir Milli Kimlik” hedefinde birleşiyorlar...
★★★
Büyük Ortadoğu Projesi, çok mutlu...
ABD, İngiltere çok mutlu...
PKK terör örgütü ve terörist başı, çok mutlu...
Graham Fuller, çok mutlu...
Ve, tabii “yetmez ama evet”çiler, çok mutlu...
★★★
Peki, Türkiye...
Gelecek kuşaklara, acı ve gözyaşının dinmediği bir coğrafya bırakma yolunda dört nala koşmakta...
★★★
Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda 17 kez Türk sözcüğü geçer.
Onuncu Yıl Nutku’nu, hemen yasaklayın!..
★★★
Bu satırları okuyunca...
İçinizi büyük bir hüzün kapladı, biliyorum...
★★★
Atatürk’ün...
Onuncu Yıl Nutku’nda, sesinden duymadığımız, duygulanıp üzerini çizdiği cümle:
“Bu söylediklerim gerçek olduğu gün, senden (Türk Milleti’nden) ve bütün medeni dünyadan dileğim şudur: Beni hatırlayınız!”
★★★
Hepimizin umudunu yeşerten söz, budur...
Umudunuzu kaybetmeyin!..
Sakın!..
Naim Babüroğlu
Naim Babüroğlu
“Terörsüz Türkiye” sürecinin birinci hedefi, Anayasa değişikliği.
Siyasi iktidar, gecikmeden “Anayasa Komisyonu”nu bile kurdu.
★★★
Peki, Anayasa’da hangi maddeler?
42 ve 66’ncı maddeler.
Ve, 101’inci madde.
★★★
Amaç, bir sır değil elbette...
DEM Partili Saruhan Oluç, “Anayasa’nın 66’ncı maddesi etnisite içerdiği için sorunludur” diyerek niyeti ortaya koydu.
★★★
Anayasa 66’ncı madde:
“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.
Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk kabul edilir.”
★★★
66’ncı maddede...
“Türk” sözcüğü, rahatsız ediyor.
“Türk” yerine, “Türkiyeli” ya da Türk, Kürt, Arap...
Veya buna benzer esnek bir ifade...
Böylece, Millet’in tanımı değiştirilecek.
★★★
Oysa...
Bu tanım, etnik, din, mezhep, cins ayrımı gözetmez.
Ayrıştırıcı değil, birleştiricidir.
★★★
Anayasa’nın 10’uncu maddesi de, 66’yı tamamlar.
“Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir.”
Yani, bu maddeyle farklı kimliklerin hukuki eşitliği, zaten güvence altına alınmıştır.
Görüldüğü gibi, aslında bir sorun yok.
★★★
Geldik, hedefteki diğer maddeye...
Anayasa, madde 42:
“Eğitim ve öğretim, Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılır...
Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dili olarak okutulamaz ve öğretilemez.”
★★★
Madde 42’de rahatsızlık ne?
Eğitimin, Atatürk İlke ve İnkılapları doğrultusunda yapılması.
Eğitim ve öğretim dilinin, Türkçe olması.
★★★
Peki...
Madde 42 ve 66 değişirse ne olur?
Anayasa’nın değiştirilemez maddelerine dokunulmuş olur.
Ulus ve üniter devlet yapısının temeli sarsılır.
★★★
Gelelim, değiştirilmek istenen asıl maddeye...
Madde 101:
“Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa cumhurbaşkanı seçilebilir...
Genel oyla yapılacak seçimde, geçerli oyların salt çoğunluğunu alan aday Cumhurbaşkanı seçilir.”
★★★
Bu maddede sıkıntı ne?
“Bir kimse en fazla iki defa seçilir” hükmü değiştirilerek, Cumhurbaşkanı’na daha fazla seçilme hakkı verilmesi.
Ve...
Oyların “yüzde 50’den fazlası” yerine, “en fazla oyu alan” adayın seçilmesi.
★★★
1990’larda, Yugoslavya parçalandı ve altı devlet ortaya çıktı.
Yugoslavya, tarih sahnesinden silindi.
Neden?
Üniter devlet yapısını koruyamadığından...
★★★
Irak, ABD’nin 2003 işgalinden sonra parçalandı.
Kuzey Irak’ta, bir devlet kuruldu.
Neden?
Üniter yapısı yok oldu.
★★★
ABD’li Profesör Noam Chomsky, “Kader Üçgeni” adlı kitabında, “Kudüs Amerikan Girişimcilik Enstitüsü”nün raporuna yer verir:
“Ortadoğu’da ulusalcılık ve ulusal kimlik yok edilmeli, bunun için de Ortadoğu Osmanlılaştırılmalıdır. Böylece, bölgede Batı çıkarlarına karşı çıkacak ulusal güç ve direnç kalmayacak, sistemlerin çarkları rahatlıkla işleyecektir. ABD için en tehlikeli düşman ve tehdit, bağımsızlık tehdididir.”
★★★
ABD Merkezi İstihbarat Örgütü (CIA) Ortadoğu Direktörü Graham Fuller, 1990’da şunları söyler:
“Kemalizm bitti... O da sonsuza dek yaşayacak bir ürün veremedi. Oysa, İncil ve Kur’an hâlâ veriyor. Bu nedenle, kendisine entelektüel güven duyan Türkiye, İslam’ın günlük yaşamdaki yerini almasını yeniden düşünmelidir.”
★★★
“Terörsüz Türkiye” sürecinde, Suriye’deki PKK’nın kolu PYD silah bırakıyor mu?
Suriye Savunma Bakanı, PKK/PYD’nin silah bırakmayacağını söyledi.
Yani, PKK/PYD Suriye’de federal bir yapıya gidecek.
Tıpkı, Kuzey Irak gibi.
★★★
Türkiye farkında mı, bilinmez...
Önce, yeni Anayasa’yla, ulus ve üniter devlet yapısının temellerinin yıkılması...
Ardından...
Hatay dahil olmak üzere, Kahramanmaraş, Sivas, Erzincan, Erzurum, Kars ve güneyinde sözde “Kürdistan”ın kurulması için...
Önce, özerklik/federal yapının elde edilmesi...
Ve, sonra Sevr haritası hayaline kavuşma...
★★★
“Müslüman olmayana Türk denmez”, Suriyeli ve diğer göçmenlerin ülkelerine gönderilmemesi, Lozan hezimettir söylemleri, 1921 Anayasası’na vurgu yapılması...
Hepsi, ama hepsi...
“Terörsüz Türkiye” süreciyle birlikte yol alırken...
“Yeni bir Milli Kimlik” hedefinde birleşiyorlar...
★★★
Büyük Ortadoğu Projesi, çok mutlu...
ABD, İngiltere çok mutlu...
PKK terör örgütü ve terörist başı, çok mutlu...
Graham Fuller, çok mutlu...
Ve, tabii “yetmez ama evet”çiler, çok mutlu...
★★★
Peki, Türkiye...
Gelecek kuşaklara, acı ve gözyaşının dinmediği bir coğrafya bırakma yolunda dört nala koşmakta...
★★★
Atatürk’ün Onuncu Yıl Nutku’nda 17 kez Türk sözcüğü geçer.
Onuncu Yıl Nutku’nu, hemen yasaklayın!..
★★★
Bu satırları okuyunca...
İçinizi büyük bir hüzün kapladı, biliyorum...
★★★
Atatürk’ün...
Onuncu Yıl Nutku’nda, sesinden duymadığımız, duygulanıp üzerini çizdiği cümle:
“Bu söylediklerim gerçek olduğu gün, senden (Türk Milleti’nden) ve bütün medeni dünyadan dileğim şudur: Beni hatırlayınız!”
★★★
Hepimizin umudunu yeşerten söz, budur...
Umudunuzu kaybetmeyin!..
Sakın!..
Naim Babüroğlu
1 ay önce
OSMANLI'NIN SAVAŞARAK YIKTIĞI BAZI TÜRK DEVLETLER
Osmanlı İmparatorluğu, tarih boyunca birçok farklı Türk devletiyle savaşmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. **Akkoyunlular**: Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında özellikle 15. yüzyılın ikinci yarısında savaşlar yaşanmıştır. Bu savaşların en bilinenlerinden biri 1473 yılında Fatih Sultan Mehmet ile Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan arasında gerçekleşen Otlukbeli Savaşı'dır.
2. **Karakoyunlular**: Akkoyunlular gibi Karakoyunlular da Doğu Anadolu ve Azerbaycan bölgelerinde Osmanlı ile rekabet içinde olmuşlardır. Ancak doğrudan büyük çaplı savaşlardan ziyade, daha çok nüfuz mücadelesi yaşanmıştır.
3. **Memlükler**: Memlük Sultanlığı, 16. yüzyıla kadar Osmanlılar ile özellikle Suriye, Filistin ve Mısır bölgelerinde rekabet etmiş ve savaşmıştır. Yavuz Sultan Selim'in 1516-1517 yılları arasında yaptığı seferlerle Memlükler yenilmiş ve Memlük Devleti sona erdirilmiştir.
4. **Safeviler**: 16. yüzyıldan itibaren Osmanlılar ile Safevi Devleti arasında İran, Irak ve Kafkasya bölgelerinde yoğun çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmalar genellikle mezhep farklılıkları ve toprak rekabeti üzerinden şekillenmiştir. Çaldıran Savaşı (1514) bu çatışmaların en önemlilerindendir.
Bu Türk devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişleme döneminde karşılaştığı ve zaman zaman mücadele ettiği önemli aktörler arasında yer almaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu, tarih boyunca birçok farklı Türk devletiyle savaşmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:
1. **Akkoyunlular**: Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında özellikle 15. yüzyılın ikinci yarısında savaşlar yaşanmıştır. Bu savaşların en bilinenlerinden biri 1473 yılında Fatih Sultan Mehmet ile Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan arasında gerçekleşen Otlukbeli Savaşı'dır.
2. **Karakoyunlular**: Akkoyunlular gibi Karakoyunlular da Doğu Anadolu ve Azerbaycan bölgelerinde Osmanlı ile rekabet içinde olmuşlardır. Ancak doğrudan büyük çaplı savaşlardan ziyade, daha çok nüfuz mücadelesi yaşanmıştır.
3. **Memlükler**: Memlük Sultanlığı, 16. yüzyıla kadar Osmanlılar ile özellikle Suriye, Filistin ve Mısır bölgelerinde rekabet etmiş ve savaşmıştır. Yavuz Sultan Selim'in 1516-1517 yılları arasında yaptığı seferlerle Memlükler yenilmiş ve Memlük Devleti sona erdirilmiştir.
4. **Safeviler**: 16. yüzyıldan itibaren Osmanlılar ile Safevi Devleti arasında İran, Irak ve Kafkasya bölgelerinde yoğun çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmalar genellikle mezhep farklılıkları ve toprak rekabeti üzerinden şekillenmiştir. Çaldıran Savaşı (1514) bu çatışmaların en önemlilerindendir.
Bu Türk devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişleme döneminde karşılaştığı ve zaman zaman mücadele ettiği önemli aktörler arasında yer almaktadır.
1 ay önce
" ÇERKES NENEM DE ATILMIŞTI DENİZE "
KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Dr.Sibel Siber, Cerkes Nenesini yazdi..
Çerkez Nenem de Atılmıştı Denize
“Çok çok güzelmiş annem. Hayal meyal hatırlıyorum. Uzun boyluymuş, iri yeşil gözleri varmış. Upuzun simsiyah saçları beline kadar iniyormuş…
Annemle, babam Çerkez Sürgünü sırasında çocuklarıyla birlikte, tüm diğer Çerkezler gibi bilinmeye doğru yelken açmışlar. Geride köklerini, anılarını, herşeylerini bırakarak terketmek zorunda kalmışlar yurtlarını…
Çok acılar çekmişler ama, onca acıya rağmen, yitirmemişler umutlarını . Umudu yitirmenin ölümle eş anlamlı olduğunu biliyorlarmış çünkü… Bilinmeyene doğru yol alırken uçsuz bucaksız denizlerde, sıkı sıkı tutunmak isterken yaşama, hastalık baş göstermiş gemide. Açlık, sefalet, ve ölüm peşlerindeymiş…”
Böyle anlatırmış büyükannemin annesi Çerkez göçündeki anılarını. Upuzun simsiyah saçlı güzel annesi de hastalanmış diğer birçokları gibi gemide.
Anlatırken dalıp gidermiş gözleri.. “Henüz dört yaşındaydım ama hatırlıyorum onu denize attıklarını… Uzun siyah saçları karışmıştı dalgaların arasına… Gözden kayboluncaya kadar tüm gemidekiler izlemiş cansız bedenini… Babamın kucağında ağladığımızı hatırlarım kardeşimle… Kızıyordum bir taraftan , isyan ediyordum… “Niye attınız annemi denize?” diye… “
Henüz küçücük bir çocukmuş ama o göç sırasında acıların en büyüğünü yaşamış, derin izler bırakmış ruhunda hiç silinmeyecek.
Sonra babasının omuzlarında karaya çıktığını hatırlıyor. Bir aile olarak çıktıkları umuda yolculuğa annesiz devam etmişler. Tüm zorluklara rağmen, yurtlarından çok farklı küçük bir adada , baba ve iki küçük kardeş tutunmaya çalışmışlar hayata.
Çocukluğumda dinlerken anlatılanları, hep o gemiyi ve o güzel upuzun saçlı Çerkez nenemi canlandırırdım gözümde. Yaşananlar, her zaman anlatılanlardan çok daha acı olsa da hissebilirdim çektikleri acıların büyüklüğünü.
Çerkezlerin kendi topraklarından sürülüşü, tarihin acılar ve ızdıraplarla dolu sayfalarındandır. Rus Çarlığı’nın emriyle topluca topraklarından sürülünceye kadar uzun yıllar büyük bir direniş göstermişler.
” Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı.Yüzlerce Çerkez köyü ateşe verilmişti. Köyler gece karanlığında basılıyordu. Rus askerlerinin yaşattığı dehşeti hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemiyordu…,” diye anlatıyor Rus tarihçiler o yılları.
1864’de sürgün edilen bir milyondan fazla Çekez, Osmanlı’nın onlara kucak açmasıyla Osmanlı topraklarına yerleştirilmek üzere gemilerle yola çıkarıldılar. Fakat ne yazık ki ancak yarısı Osmanlı topraklarına ulaşabilmiş, çoğu göç sırasında hayatını kaybetmiş.
Y.Abranov ,“Kafkas dağları”adlı kitabında , “ Çerkezlerin başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez…Göç sırasında binlercesi yollarda donarak, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler… Kıyılar ölüler ve ölmek üzere olanlarla doluydu… Donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar…Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular..” diye anlatıyor yaşanan dramı.
Gemilere ulaşabilenler de yine açlık ve salgın hastalıkların pençesinede yaşam mücadelesi vermekteydiler.
“Kapasitesinin çok üstünde insanlarla dıoldurulan ve yüzer mezarlar olarak adlandırılan gemilerden kaçının battığı bilinmiyor…” diye ifade ediyor araştırmacı Pinson yazılarında.
Kıbrıs’taki Çerkez ailelerinin atalarını taşıyan gemiler de önce Samsun’a, oradan İstanbul’a, İstanbul’dan da Kıbrıs’a doğru yola çıktıklarında takvimler, 22 Eylül 1864’ü gösteriyormuş. Bu üç gemide toplam 2346 kişi varmış.
Haftalarca süren yolculuk sırasında bine yakın kişi hastalıkan ve açlıktan hayatını kaybetmiş. Ölenler denize atıldığı için, ada açıklarında yüzlerce ceset yüzüyormuş.
İngiliz Konsolos R.h.Lang ,“ Gemide günde ortalama 30-50 kişi ölüyordu. Geriye kalanlar da zaten ölüden farksızdı…,” diye ifade ediyor.
Larnaka’ya 1362 kişi ulaşabilmiş, bunların 826 ‘sının hasta ve 19 ‘unun da ölü olduğu saptanmış.
Limanda karaya çıkmak için beklerken, yine ölümler devam etmiş. Bu sırada 150 ‘ye yakın ceset Larnaka’da yakılmış diye anlatıyor değişik kaynaklar.
Mayıs ayında sürülmüştü Çerkezler yurtlarından. Bu ayda hep takılır aklıma, çıktıkları umuda yolculukta hayatını yitirenler… Denize atılan güzel, siyah saçlı Çerkez ninem … Hayata tutunabilenler ve bu adada yeni yaşam kuranlar…
Geçmişi türlü acılarla dolu atalarımız, çektikleri onca acıya rağmen umutlarını hiç yitirmediler, tırnaklarını bu topraklara geçirdiler, burayı yurt yaptılar ve bizlere bu yurdu miras bıraktılar.
Umudu yitirmek önce kendimize sonra onlara ihanettir…Bunu hiç unutmayalım!
Dr.Sibel Siber
KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Dr.Sibel Siber, Cerkes Nenesini yazdi..
Çerkez Nenem de Atılmıştı Denize
“Çok çok güzelmiş annem. Hayal meyal hatırlıyorum. Uzun boyluymuş, iri yeşil gözleri varmış. Upuzun simsiyah saçları beline kadar iniyormuş…
Annemle, babam Çerkez Sürgünü sırasında çocuklarıyla birlikte, tüm diğer Çerkezler gibi bilinmeye doğru yelken açmışlar. Geride köklerini, anılarını, herşeylerini bırakarak terketmek zorunda kalmışlar yurtlarını…
Çok acılar çekmişler ama, onca acıya rağmen, yitirmemişler umutlarını . Umudu yitirmenin ölümle eş anlamlı olduğunu biliyorlarmış çünkü… Bilinmeyene doğru yol alırken uçsuz bucaksız denizlerde, sıkı sıkı tutunmak isterken yaşama, hastalık baş göstermiş gemide. Açlık, sefalet, ve ölüm peşlerindeymiş…”
Böyle anlatırmış büyükannemin annesi Çerkez göçündeki anılarını. Upuzun simsiyah saçlı güzel annesi de hastalanmış diğer birçokları gibi gemide.
Anlatırken dalıp gidermiş gözleri.. “Henüz dört yaşındaydım ama hatırlıyorum onu denize attıklarını… Uzun siyah saçları karışmıştı dalgaların arasına… Gözden kayboluncaya kadar tüm gemidekiler izlemiş cansız bedenini… Babamın kucağında ağladığımızı hatırlarım kardeşimle… Kızıyordum bir taraftan , isyan ediyordum… “Niye attınız annemi denize?” diye… “
Henüz küçücük bir çocukmuş ama o göç sırasında acıların en büyüğünü yaşamış, derin izler bırakmış ruhunda hiç silinmeyecek.
Sonra babasının omuzlarında karaya çıktığını hatırlıyor. Bir aile olarak çıktıkları umuda yolculuğa annesiz devam etmişler. Tüm zorluklara rağmen, yurtlarından çok farklı küçük bir adada , baba ve iki küçük kardeş tutunmaya çalışmışlar hayata.
Çocukluğumda dinlerken anlatılanları, hep o gemiyi ve o güzel upuzun saçlı Çerkez nenemi canlandırırdım gözümde. Yaşananlar, her zaman anlatılanlardan çok daha acı olsa da hissebilirdim çektikleri acıların büyüklüğünü.
Çerkezlerin kendi topraklarından sürülüşü, tarihin acılar ve ızdıraplarla dolu sayfalarındandır. Rus Çarlığı’nın emriyle topluca topraklarından sürülünceye kadar uzun yıllar büyük bir direniş göstermişler.
” Bu, gerçek ve acımasız bir savaştı.Yüzlerce Çerkez köyü ateşe verilmişti. Köyler gece karanlığında basılıyordu. Rus askerlerinin yaşattığı dehşeti hiçbir rapor görevlisi aktarmaya cesaret edemiyordu…,” diye anlatıyor Rus tarihçiler o yılları.
1864’de sürgün edilen bir milyondan fazla Çekez, Osmanlı’nın onlara kucak açmasıyla Osmanlı topraklarına yerleştirilmek üzere gemilerle yola çıkarıldılar. Fakat ne yazık ki ancak yarısı Osmanlı topraklarına ulaşabilmiş, çoğu göç sırasında hayatını kaybetmiş.
Y.Abranov ,“Kafkas dağları”adlı kitabında , “ Çerkezlerin başına gelenleri anlatmaya sözcüklerin gücü yetmez…Göç sırasında binlercesi yollarda donarak, binlercesi açlık ve sefaletten öldüler… Kıyılar ölüler ve ölmek üzere olanlarla doluydu… Donup öldüğü halde çocuğunu kucağından bırakmayan analar…Annesinin soğumuş cesedinde süt arayan yavrular..” diye anlatıyor yaşanan dramı.
Gemilere ulaşabilenler de yine açlık ve salgın hastalıkların pençesinede yaşam mücadelesi vermekteydiler.
“Kapasitesinin çok üstünde insanlarla dıoldurulan ve yüzer mezarlar olarak adlandırılan gemilerden kaçının battığı bilinmiyor…” diye ifade ediyor araştırmacı Pinson yazılarında.
Kıbrıs’taki Çerkez ailelerinin atalarını taşıyan gemiler de önce Samsun’a, oradan İstanbul’a, İstanbul’dan da Kıbrıs’a doğru yola çıktıklarında takvimler, 22 Eylül 1864’ü gösteriyormuş. Bu üç gemide toplam 2346 kişi varmış.
Haftalarca süren yolculuk sırasında bine yakın kişi hastalıkan ve açlıktan hayatını kaybetmiş. Ölenler denize atıldığı için, ada açıklarında yüzlerce ceset yüzüyormuş.
İngiliz Konsolos R.h.Lang ,“ Gemide günde ortalama 30-50 kişi ölüyordu. Geriye kalanlar da zaten ölüden farksızdı…,” diye ifade ediyor.
Larnaka’ya 1362 kişi ulaşabilmiş, bunların 826 ‘sının hasta ve 19 ‘unun da ölü olduğu saptanmış.
Limanda karaya çıkmak için beklerken, yine ölümler devam etmiş. Bu sırada 150 ‘ye yakın ceset Larnaka’da yakılmış diye anlatıyor değişik kaynaklar.
Mayıs ayında sürülmüştü Çerkezler yurtlarından. Bu ayda hep takılır aklıma, çıktıkları umuda yolculukta hayatını yitirenler… Denize atılan güzel, siyah saçlı Çerkez ninem … Hayata tutunabilenler ve bu adada yeni yaşam kuranlar…
Geçmişi türlü acılarla dolu atalarımız, çektikleri onca acıya rağmen umutlarını hiç yitirmediler, tırnaklarını bu topraklara geçirdiler, burayı yurt yaptılar ve bizlere bu yurdu miras bıraktılar.
Umudu yitirmek önce kendimize sonra onlara ihanettir…Bunu hiç unutmayalım!
Dr.Sibel Siber
1 ay önce
30 Mayıs 1980 sabahı, kızıl terörün ülkeyi baştan sona kasıp kavurduğu lanetli bir güne uyandı Türkiye.
Şanlıurfa'dan, Ankara'da, Adana'dan, Kars'tan ve Hatay'dan gelen acı haberler adeta bir karabulut gibi çöktü ülkenin üzerine.
Şanlıurfa'da Eyyübiye Polis Karakolunda görev yapan POL-BİR mensubu Polis Osman KALIP, en güvende olması gereken yerde, görev yaptığı karakolun içinde siyasi sebeple tartıştığı POL-DER mensubu bir başka polis tarafınfan kurşunlanarak şehit edildi.
Kars'ta, kasap Mecit TARHAN kasaptı iki kızıyla birlikte alışveriş yapmaya giderken Namık Kemal İlkokulu önünde iki komünistin silahlı saldırısında olay yerinde şehit düştü.
Afyonkarahisar, Dinar Polis Okulu'ndan yeni mezun olan, POL-BİR mensubu Polis Şükrü ÇETİNEL İlk görev yeri Adana'da DEV-YOL militanlarının hedefi oldu.
Hacettepe Üniversitesi'nde işçi olarak çalışan Kırıkkale Sulakyurtlu Necati KANDEMİR Ankara'da iş çıkışı kızıl komünistlerin silahlı saldırısında şehit düştü.
Hatayı İsa ORTAK ise henüz 24 yaşında, ömrünün baharındaydı. Memleketi Reyhanlı'da sokak ortasında kızıl komünistler tarafından katledildi.
Memleketleri farklı, meslekleri farklı bu beş masum insanın tek ortak noktası, Ülkücü olmalarıydı.
Onlar sırf Ülkücü oldukları için katledildiler.
Şehadetlerinin seneyi devriyesinde rahmetle anıyorum.
Aziz ruhları şad olsun.
Allah bir daha ülkemize böyle kara günler göstermesin.
Şanlıurfa'dan, Ankara'da, Adana'dan, Kars'tan ve Hatay'dan gelen acı haberler adeta bir karabulut gibi çöktü ülkenin üzerine.
Şanlıurfa'da Eyyübiye Polis Karakolunda görev yapan POL-BİR mensubu Polis Osman KALIP, en güvende olması gereken yerde, görev yaptığı karakolun içinde siyasi sebeple tartıştığı POL-DER mensubu bir başka polis tarafınfan kurşunlanarak şehit edildi.
Kars'ta, kasap Mecit TARHAN kasaptı iki kızıyla birlikte alışveriş yapmaya giderken Namık Kemal İlkokulu önünde iki komünistin silahlı saldırısında olay yerinde şehit düştü.
Afyonkarahisar, Dinar Polis Okulu'ndan yeni mezun olan, POL-BİR mensubu Polis Şükrü ÇETİNEL İlk görev yeri Adana'da DEV-YOL militanlarının hedefi oldu.
Hacettepe Üniversitesi'nde işçi olarak çalışan Kırıkkale Sulakyurtlu Necati KANDEMİR Ankara'da iş çıkışı kızıl komünistlerin silahlı saldırısında şehit düştü.
Hatayı İsa ORTAK ise henüz 24 yaşında, ömrünün baharındaydı. Memleketi Reyhanlı'da sokak ortasında kızıl komünistler tarafından katledildi.
Memleketleri farklı, meslekleri farklı bu beş masum insanın tek ortak noktası, Ülkücü olmalarıydı.
Onlar sırf Ülkücü oldukları için katledildiler.
Şehadetlerinin seneyi devriyesinde rahmetle anıyorum.
Aziz ruhları şad olsun.
Allah bir daha ülkemize böyle kara günler göstermesin.
1 ay önce
Osmanlı Devleti padişahı Fatih Sultan Mehmed tarafından 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul fethedildi.
Çağımızın unutulmaz devriminde İstanbul’un Fethi’nin 572. Yıl dönümü kutlu olsun!..
Çağımızın unutulmaz devriminde İstanbul’un Fethi’nin 572. Yıl dönümü kutlu olsun!..
1 ay önce
ŞU ÇAVDIR'IN HANLARI
"Şu Çavdır’ın Hanları" türküsü, Burdur’un Tefenni ilçesine ait, 1929-1930 yıllarında yaşanan dramatik olaylara dayanan bir halk türküsüdür. Türkünün adı Çavdır’ı işaret etse de, hikâye Tefenni’nin Hüyük, Çaylı, Başpınar ve Karamusa çiftliklerinde başlayıp, Çavdır nahiyesinde bir hanın yanmasıyla son buluyor. Büyüklerimizden aktarılan bu hikâye, türkünün sözlerinde ve melodisinde o dönemin acılarını, aşkını ya da toplumsal olaylarını yansıtıyor. Türkü, radyolar, teypler ve televizyonlar aracılığıyla geniş kitlelere ulaşmış, yöre kültürünün önemli bir parçası haline gelmiştir.
ŞU ÇAVDIR'IN HANLARI TÜRKÜSÜNÜN GENİŞ HİKAYESİ
Tefenni’nin kalburüstü ailelerinden birinin oğlu olan Ali Bey, asabi mizaçlı olup kumara düşkünlüğüyle tanınırdı. Bu nedenle zaman zaman ailesiyle arası açılırdı. Bazı akrabalarına kin güttüğü söylenirdi; bunlardan biri de Tevfik Bey’di. Bir gün, Ali Bey’in hayvanları Tevfik Bey’in ekinlerine zarar verdi. Tevfik Bey, haklı olarak, geleneğe ve töreye uygun şekilde, zarar karşılanıncaya kadar hayvanları kapattı. Ali Bey ise hayvanlarını kurtarmak için gece kapıya dayandı. Tevfik Bey pijamasıyla aşağı inerek engel olmaya çalıştı. Bir süre ağız dalaşından sonra Ali Bey bıçağı savurdu. Tevfik Bey bıçağı eliyle tutmaya çalışsa da, Ali Bey bıçağı çekince Tevfik Bey’in eli sakatlandı. Ardından Ali Bey, Tevfik Bey’e on bıçak darbesi daha vurdu. Olaya tanık olan Çaylı’lı Hüseyin’in (daha sonra Çaylı’lı Hüseyin Efe olacak ve kaynak kişilerimizden biri olan) teyzesi Haçça, Ali Bey’in kafasına odun vurarak onu etkisiz hale getirdi. Tevfik Bey, yaylı arabayla on saatte Burdur Hastanesi’ne götürüldü ve dönemin ünlü doktoru Burdur’lu Zekâi Bey tarafından tedavi edildi. Ali Bey bu suçtan dolayı üç yıl hapis yattı.
Daha sonra kumara para yetiştiremeyen Ali Bey, üvey annesinin altınlarına ve parasına göz dikti. Bu nedenle babasıyla yaptığı kavgaların birinde babasına silah çektiği söylenir. Böylece ailesinden tamamen kopan Ali Bey, bir süre daha kirli işlerle uğraştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Denizli karakolunda jandarma olan Ali Bey, yöreyi iyi bildiği için Çavdır karakoluna evrak götürme göreviyle görevlendirildi. Mavzeri omzunda Denizli’den yola çıkan Ali Bey, Kızılhisar yakınlarında, o dönemde hükümet tarafından aranan azılı eşkıya Dinar’lı Koca Mustafa’nın adamları tarafından durduruldu. Koca Mustafa, Ali Bey’in kendilerini arayan jandarmalardan olmadığına ve görevle Çavdır’a gittiğine inanarak, kendisini gammazlamaması için söz aldı ve serbest bıraktı. Ancak bu olayı uzaktan gören bir köylü, durumu yetkililere bildirdi. Jandarma, Ali Bey olduğunu tespit etti. Denizli’ye dönen Ali Bey karakolda sıkıştırıldı, nezarete atıldı ve dövüldü. Yediği ağır dayağa rağmen Koca Mustafa’nın yerini söylemedi. Sorgulamalar sık sık tekrarlandı ve dayak devam etti. Bir fırsatını bulan Ali Bey, mavzerini alarak kaçtı.
Kaçış o kaçıştı. Baskınlar, soygunlar ve kadın kaçırmalarla çevreye korku salan Ali Bey, tek başına ün yaptı. Burdur Jandarma Komutanlığı’na bağlı olarak Tefenni’de görev yapan Yüzbaşı Ferudun Bey, çevredeki eşkıyaların peşindeydi ve Ali Bey de bunlardan biriydi. Tefenni’nin 5 km doğusundaki Hüyük Çiftliği’nde (şimdi köy) yaşayan köylülerden Mustafa Ağalar’ın Rıza’sı (Hüyük’lü Rıza), Tokat dolaylarında askerlik yapıyordu. Çevrede güzelliğiyle nam salmış bir karısı vardı. Bir gün bu kadına tecavüz edildi. Olay yayıldı ve yakınları durumu Rıza’ya bildirdi. Rıza, tecavüzcüyü öldürmek için mavzeriyle askerden kaçarak gizlice Tefenni’ye geldi ve daha önceden yakından tanıdığı Ali Bey’i buldu. Amacını açıklayan Rıza, Ali Bey’in yanına katıldı ve sağ kolu oldu. Bütün vukuatlarında ona ortak oldu.
Yüzbaşı Ferudun Bey, onları yakalamak için planlar yaparak fırsat kolluyordu. Ali Bey bunu hissettiği için temkinli davranıyordu. Hatta işi ileri götürerek Ferudun Bey’e haber gönderip kendisiyle uğraşmamasını, aksi halde öldüreceğini söyleyerek tehdit etti. Bu arada Rıza, amca oğlu Rıza Mustafa’nın ağır tahrikleriyle, daha önceden arazi anlaşmazlığı yüzünden araları açık olan Yörük İbramlar’ın Mehmet ve Hüseyin’ini vurdu. Mehmet ve Hüseyin öldü. Topal Hasan’ın Osman’ını da vurdu, ancak Osman öldü sanılarak bırakıldı ve sonradan iyileşti. Ali Bey ise daha önceki bir kumar baskınında Komiser Mehmet’e karşı koyarak silah sıktı; kurşun sekti ve Komiser Mehmet’in gözünü kör etti. Bu suçtan gıyaben sekiz yıl hapis cezası alan Ali Bey, kaçak olduğu için cezası uygulanamadı. Bu arada, sürekli yanında taşıdığı “Osmanlı anahtarı mavzer”i Ali Bey’e Çaylı’lı Hüseyin hediye etti.
Ali Bey artık tamamen eşkıyalığa yönelmişti. Eşkıya geleneğine uyarak, yanına namlı güzellerden birini almak istedi. Çevrede en güzel kadının kim olduğunu bilen kişinin Bunak’lı (Başpınar) Nuri olduğunu Rıza’dan öğrendi. Bir gece Nuri’ye baskın yaparak onunla Karaköy’e gittiler. Nuri, kadının evini gösterdi. Kapıyı tekmeleyerek içeri giren Ali Bey ve Rıza, ne olduğunu anlamayan karı kocanın yatak odasına daldı. Ali Bey, kadına artık kendisinin olacağını söyledi ve atının terkisine atarak uzaklaştı. Karaköy’lü Zeynep artık Ali Bey’in kadınıydı. Bazı geceler Rıza ile Çavdır’a inip Hancı Sarı Ahmet’in hanında kalıyorlardı. Sarı Ahmet, eski bir sabıkalı olduğu için Ali Bey ona güveniyordu. Ancak hanın ilerisinde jandarma karakolu bulunuyordu. Ali Bey’in orada kalabilmesi, Sarı Ahmet’le olan karşılıklı güvenden ileri geliyordu. Aslında Sarı Ahmet, Ali Bey’den korktuğu için sır vermiyordu.
Ali Bey’in ünü çevre illere yayılmış, hatta türküsü yakılmıştı. Türkü dilden dile yayıldıkça halk arasında Ali Bey’e saygı ve sevgi artmıştı. Yüzbaşı Ferudun Bey, tehditlere aldırmadan müfrezesiyle takibini sürdürüyordu. Bir takipte Ali Bey ve Rıza’yı Teke Ovası’nda sıkıştırdılar, ancak onlar bu takipten de sıyrılıp Samas Beli’ne kaçtılar. Bu arada Yeşilova’lı Mustafa Çavuş (Pehlivan), Karamanlı’dan Antalya’ya giden yolculardan Samas Beli’nde efelerin olduğunu öğrendi ve takip ederek Aren Köyü’ne geldi. Geceyi orada geçirdi. Ali Bey ve Rıza ise Kemer’e gelip bir arkadaşlarının evinde yattılar. Mustafa Çavuş, Kılavuzlar Köyü’nde Ferudun Bey ve jandarmaların olduğunu öğrendi. Kemer Ovası’nda Kemer’li Kara Mehmet ile karşılaşarak Ferudun Bey’e haber vereceğini söyledi. Ferudun Bey, akşam yemeğinde Kemer’e gidip Molla İsmail Ağa’nın evinde misafir edildi ve Ali Bey’i arattı. Ali Bey ise karşı evde yatıyordu. Sonra Çakmacı’nın Ahmet’in evine geçti ve gece kaçtılar. Doğrudan Hatıp’ın evine gittiler, ancak Hatıp onları içeri almadı. Bunun üzerine Nergisli mevkiindeki çoban ağıllarına vardılar. Ağıl damında kalan bir çobanla birlikte orada kaldılar.
Çoban, ateş yakmak için çırpı toplamaya çıktığında takipçi jandarmalarla karşılaştı. İki jandarma ve Hüyük’lü Osman (Rıza’nın daha önce vurup öldü sandığı Osman), Ali Bey ve Rıza’nın orada olduğunu öğrendi. Ali Bey, dışarıdaki durumu fark etti. Hüyük’lü Osman, ağıldaki koyunların arasına saklandı. Bir kaynağa göre Osman’ı Ali Bey, başka bir kaynağa göre Rıza vurdu. Osman, Ali Bey’in arkadaşı ve dostuydu; ölürken Ali Bey’e gitmesini söyledi. Takibe sonradan katılan Yaka Köyü’nün bekçisi yaralandı. Çaylı’lı Sarı’yı Rıza, bir jandarmayı da Ali Bey öldürdü. Diğer jandarma silahını bırakıp kaçtı ve Ferudun Bey’e haber verdi. Ali Bey ve Rıza, Eşenli Çiftliği’ndeki ağanın atlarına binip Kılavuzlar’a, oradan da at değiştirerek Hüyük’e geçti. Hüyük’lü Osman’ın yakınlarına “ölünüzü getirin” dediler. Ardından Çaylı’ya gidip Sarı’nın öldüğünü babasına bildirdiler.
Ali Bey ve Rıza, bir ara Nazilli’de tiyatro izlerken Rıza’nın bir sanatçı kadına sataşması üzerine çıkan olaydan da kaçarak kurtuldular. Ali Bey, istediği kızı vermediği için kızın annesini vurdu. Daha sonra Dengere’li Mehmet Efe’nin baldızı Hörü’yü, Bunak’ta (Başpınar) Molla Bekir’in Osman’ının elinden alıp odalık gibi yanında gezdirdi. Bir defasında Karaköy’ü bastılar; Ali Bey ve Rıza birer erkek, Hörü ise bir kadın öldürdü.
Sarı Ahmet’in hanı eşkıya yatağıydı. Ferudun Bey bunu bildiğinden Sarı Ahmet’le gizlice anlaştı ve Ali Bey’in geldiğini haber vermesini istedi. Bir gün Ali Bey ve Rıza yine Çavdır’a gelip hana indi. Hanın avlusunda, handan ayrı inşa edilmiş “sirke damı”nda içki içmeye oturdular. Sarı Ahmet, kapıyı dışarıdan kilitleyerek onları güya emniyete aldı. Bir süre sonra Ali Bey ve Rıza iyice sarhoş oldu. Bu arada handa yangın çıktı ve han alev alev yanmaya başladı. Çavdır karakolunda görevli Fethiye, Denizli ve Burdur’dan gelen jandarmalar yangını söndürmeye çalıştı. Müfrezede Ferudun Bey vardı. Karakol komutanı ise Karabayırlar’lı Koca Deli Ali’ydi. Sarı Ahmet, sivil Hamit Çavuş’un kız kardeşi Ayşe’ye “sirke damında eşkiyalar var” dedi. Ayşe, “eşkiyalar var” lafını “eşyalar var” anlayarak onları kurtarmak için haber verdi. Jandarmalar kapıyı kırdığında Ali Bey ve Rıza’yı gördü. Silahsız oldukları için jandarmalar kaçtı. Rıza önde, Ali Bey arkada, sallanarak hanın koca kapısına vardılar. Fethiye’li bir jandarma kapıyı tuttu, açmadı. Ali Bey sırt
"Şu Çavdır’ın Hanları" türküsü, Burdur’un Tefenni ilçesine ait, 1929-1930 yıllarında yaşanan dramatik olaylara dayanan bir halk türküsüdür. Türkünün adı Çavdır’ı işaret etse de, hikâye Tefenni’nin Hüyük, Çaylı, Başpınar ve Karamusa çiftliklerinde başlayıp, Çavdır nahiyesinde bir hanın yanmasıyla son buluyor. Büyüklerimizden aktarılan bu hikâye, türkünün sözlerinde ve melodisinde o dönemin acılarını, aşkını ya da toplumsal olaylarını yansıtıyor. Türkü, radyolar, teypler ve televizyonlar aracılığıyla geniş kitlelere ulaşmış, yöre kültürünün önemli bir parçası haline gelmiştir.
ŞU ÇAVDIR'IN HANLARI TÜRKÜSÜNÜN GENİŞ HİKAYESİ
Tefenni’nin kalburüstü ailelerinden birinin oğlu olan Ali Bey, asabi mizaçlı olup kumara düşkünlüğüyle tanınırdı. Bu nedenle zaman zaman ailesiyle arası açılırdı. Bazı akrabalarına kin güttüğü söylenirdi; bunlardan biri de Tevfik Bey’di. Bir gün, Ali Bey’in hayvanları Tevfik Bey’in ekinlerine zarar verdi. Tevfik Bey, haklı olarak, geleneğe ve töreye uygun şekilde, zarar karşılanıncaya kadar hayvanları kapattı. Ali Bey ise hayvanlarını kurtarmak için gece kapıya dayandı. Tevfik Bey pijamasıyla aşağı inerek engel olmaya çalıştı. Bir süre ağız dalaşından sonra Ali Bey bıçağı savurdu. Tevfik Bey bıçağı eliyle tutmaya çalışsa da, Ali Bey bıçağı çekince Tevfik Bey’in eli sakatlandı. Ardından Ali Bey, Tevfik Bey’e on bıçak darbesi daha vurdu. Olaya tanık olan Çaylı’lı Hüseyin’in (daha sonra Çaylı’lı Hüseyin Efe olacak ve kaynak kişilerimizden biri olan) teyzesi Haçça, Ali Bey’in kafasına odun vurarak onu etkisiz hale getirdi. Tevfik Bey, yaylı arabayla on saatte Burdur Hastanesi’ne götürüldü ve dönemin ünlü doktoru Burdur’lu Zekâi Bey tarafından tedavi edildi. Ali Bey bu suçtan dolayı üç yıl hapis yattı.
Daha sonra kumara para yetiştiremeyen Ali Bey, üvey annesinin altınlarına ve parasına göz dikti. Bu nedenle babasıyla yaptığı kavgaların birinde babasına silah çektiği söylenir. Böylece ailesinden tamamen kopan Ali Bey, bir süre daha kirli işlerle uğraştı. Cumhuriyetin ilk yıllarında Denizli karakolunda jandarma olan Ali Bey, yöreyi iyi bildiği için Çavdır karakoluna evrak götürme göreviyle görevlendirildi. Mavzeri omzunda Denizli’den yola çıkan Ali Bey, Kızılhisar yakınlarında, o dönemde hükümet tarafından aranan azılı eşkıya Dinar’lı Koca Mustafa’nın adamları tarafından durduruldu. Koca Mustafa, Ali Bey’in kendilerini arayan jandarmalardan olmadığına ve görevle Çavdır’a gittiğine inanarak, kendisini gammazlamaması için söz aldı ve serbest bıraktı. Ancak bu olayı uzaktan gören bir köylü, durumu yetkililere bildirdi. Jandarma, Ali Bey olduğunu tespit etti. Denizli’ye dönen Ali Bey karakolda sıkıştırıldı, nezarete atıldı ve dövüldü. Yediği ağır dayağa rağmen Koca Mustafa’nın yerini söylemedi. Sorgulamalar sık sık tekrarlandı ve dayak devam etti. Bir fırsatını bulan Ali Bey, mavzerini alarak kaçtı.
Kaçış o kaçıştı. Baskınlar, soygunlar ve kadın kaçırmalarla çevreye korku salan Ali Bey, tek başına ün yaptı. Burdur Jandarma Komutanlığı’na bağlı olarak Tefenni’de görev yapan Yüzbaşı Ferudun Bey, çevredeki eşkıyaların peşindeydi ve Ali Bey de bunlardan biriydi. Tefenni’nin 5 km doğusundaki Hüyük Çiftliği’nde (şimdi köy) yaşayan köylülerden Mustafa Ağalar’ın Rıza’sı (Hüyük’lü Rıza), Tokat dolaylarında askerlik yapıyordu. Çevrede güzelliğiyle nam salmış bir karısı vardı. Bir gün bu kadına tecavüz edildi. Olay yayıldı ve yakınları durumu Rıza’ya bildirdi. Rıza, tecavüzcüyü öldürmek için mavzeriyle askerden kaçarak gizlice Tefenni’ye geldi ve daha önceden yakından tanıdığı Ali Bey’i buldu. Amacını açıklayan Rıza, Ali Bey’in yanına katıldı ve sağ kolu oldu. Bütün vukuatlarında ona ortak oldu.
Yüzbaşı Ferudun Bey, onları yakalamak için planlar yaparak fırsat kolluyordu. Ali Bey bunu hissettiği için temkinli davranıyordu. Hatta işi ileri götürerek Ferudun Bey’e haber gönderip kendisiyle uğraşmamasını, aksi halde öldüreceğini söyleyerek tehdit etti. Bu arada Rıza, amca oğlu Rıza Mustafa’nın ağır tahrikleriyle, daha önceden arazi anlaşmazlığı yüzünden araları açık olan Yörük İbramlar’ın Mehmet ve Hüseyin’ini vurdu. Mehmet ve Hüseyin öldü. Topal Hasan’ın Osman’ını da vurdu, ancak Osman öldü sanılarak bırakıldı ve sonradan iyileşti. Ali Bey ise daha önceki bir kumar baskınında Komiser Mehmet’e karşı koyarak silah sıktı; kurşun sekti ve Komiser Mehmet’in gözünü kör etti. Bu suçtan gıyaben sekiz yıl hapis cezası alan Ali Bey, kaçak olduğu için cezası uygulanamadı. Bu arada, sürekli yanında taşıdığı “Osmanlı anahtarı mavzer”i Ali Bey’e Çaylı’lı Hüseyin hediye etti.
Ali Bey artık tamamen eşkıyalığa yönelmişti. Eşkıya geleneğine uyarak, yanına namlı güzellerden birini almak istedi. Çevrede en güzel kadının kim olduğunu bilen kişinin Bunak’lı (Başpınar) Nuri olduğunu Rıza’dan öğrendi. Bir gece Nuri’ye baskın yaparak onunla Karaköy’e gittiler. Nuri, kadının evini gösterdi. Kapıyı tekmeleyerek içeri giren Ali Bey ve Rıza, ne olduğunu anlamayan karı kocanın yatak odasına daldı. Ali Bey, kadına artık kendisinin olacağını söyledi ve atının terkisine atarak uzaklaştı. Karaköy’lü Zeynep artık Ali Bey’in kadınıydı. Bazı geceler Rıza ile Çavdır’a inip Hancı Sarı Ahmet’in hanında kalıyorlardı. Sarı Ahmet, eski bir sabıkalı olduğu için Ali Bey ona güveniyordu. Ancak hanın ilerisinde jandarma karakolu bulunuyordu. Ali Bey’in orada kalabilmesi, Sarı Ahmet’le olan karşılıklı güvenden ileri geliyordu. Aslında Sarı Ahmet, Ali Bey’den korktuğu için sır vermiyordu.
Ali Bey’in ünü çevre illere yayılmış, hatta türküsü yakılmıştı. Türkü dilden dile yayıldıkça halk arasında Ali Bey’e saygı ve sevgi artmıştı. Yüzbaşı Ferudun Bey, tehditlere aldırmadan müfrezesiyle takibini sürdürüyordu. Bir takipte Ali Bey ve Rıza’yı Teke Ovası’nda sıkıştırdılar, ancak onlar bu takipten de sıyrılıp Samas Beli’ne kaçtılar. Bu arada Yeşilova’lı Mustafa Çavuş (Pehlivan), Karamanlı’dan Antalya’ya giden yolculardan Samas Beli’nde efelerin olduğunu öğrendi ve takip ederek Aren Köyü’ne geldi. Geceyi orada geçirdi. Ali Bey ve Rıza ise Kemer’e gelip bir arkadaşlarının evinde yattılar. Mustafa Çavuş, Kılavuzlar Köyü’nde Ferudun Bey ve jandarmaların olduğunu öğrendi. Kemer Ovası’nda Kemer’li Kara Mehmet ile karşılaşarak Ferudun Bey’e haber vereceğini söyledi. Ferudun Bey, akşam yemeğinde Kemer’e gidip Molla İsmail Ağa’nın evinde misafir edildi ve Ali Bey’i arattı. Ali Bey ise karşı evde yatıyordu. Sonra Çakmacı’nın Ahmet’in evine geçti ve gece kaçtılar. Doğrudan Hatıp’ın evine gittiler, ancak Hatıp onları içeri almadı. Bunun üzerine Nergisli mevkiindeki çoban ağıllarına vardılar. Ağıl damında kalan bir çobanla birlikte orada kaldılar.
Çoban, ateş yakmak için çırpı toplamaya çıktığında takipçi jandarmalarla karşılaştı. İki jandarma ve Hüyük’lü Osman (Rıza’nın daha önce vurup öldü sandığı Osman), Ali Bey ve Rıza’nın orada olduğunu öğrendi. Ali Bey, dışarıdaki durumu fark etti. Hüyük’lü Osman, ağıldaki koyunların arasına saklandı. Bir kaynağa göre Osman’ı Ali Bey, başka bir kaynağa göre Rıza vurdu. Osman, Ali Bey’in arkadaşı ve dostuydu; ölürken Ali Bey’e gitmesini söyledi. Takibe sonradan katılan Yaka Köyü’nün bekçisi yaralandı. Çaylı’lı Sarı’yı Rıza, bir jandarmayı da Ali Bey öldürdü. Diğer jandarma silahını bırakıp kaçtı ve Ferudun Bey’e haber verdi. Ali Bey ve Rıza, Eşenli Çiftliği’ndeki ağanın atlarına binip Kılavuzlar’a, oradan da at değiştirerek Hüyük’e geçti. Hüyük’lü Osman’ın yakınlarına “ölünüzü getirin” dediler. Ardından Çaylı’ya gidip Sarı’nın öldüğünü babasına bildirdiler.
Ali Bey ve Rıza, bir ara Nazilli’de tiyatro izlerken Rıza’nın bir sanatçı kadına sataşması üzerine çıkan olaydan da kaçarak kurtuldular. Ali Bey, istediği kızı vermediği için kızın annesini vurdu. Daha sonra Dengere’li Mehmet Efe’nin baldızı Hörü’yü, Bunak’ta (Başpınar) Molla Bekir’in Osman’ının elinden alıp odalık gibi yanında gezdirdi. Bir defasında Karaköy’ü bastılar; Ali Bey ve Rıza birer erkek, Hörü ise bir kadın öldürdü.
Sarı Ahmet’in hanı eşkıya yatağıydı. Ferudun Bey bunu bildiğinden Sarı Ahmet’le gizlice anlaştı ve Ali Bey’in geldiğini haber vermesini istedi. Bir gün Ali Bey ve Rıza yine Çavdır’a gelip hana indi. Hanın avlusunda, handan ayrı inşa edilmiş “sirke damı”nda içki içmeye oturdular. Sarı Ahmet, kapıyı dışarıdan kilitleyerek onları güya emniyete aldı. Bir süre sonra Ali Bey ve Rıza iyice sarhoş oldu. Bu arada handa yangın çıktı ve han alev alev yanmaya başladı. Çavdır karakolunda görevli Fethiye, Denizli ve Burdur’dan gelen jandarmalar yangını söndürmeye çalıştı. Müfrezede Ferudun Bey vardı. Karakol komutanı ise Karabayırlar’lı Koca Deli Ali’ydi. Sarı Ahmet, sivil Hamit Çavuş’un kız kardeşi Ayşe’ye “sirke damında eşkiyalar var” dedi. Ayşe, “eşkiyalar var” lafını “eşyalar var” anlayarak onları kurtarmak için haber verdi. Jandarmalar kapıyı kırdığında Ali Bey ve Rıza’yı gördü. Silahsız oldukları için jandarmalar kaçtı. Rıza önde, Ali Bey arkada, sallanarak hanın koca kapısına vardılar. Fethiye’li bir jandarma kapıyı tuttu, açmadı. Ali Bey sırt
1 ay önce
İNANMAYACAKSINIZ AMA GERÇEK...!!!
Bir mahalle bakkalı, bir iki kişinin borcunu ödememi kabul etmedi...!
Emek civarında oturuyorum. Yürüyüş yaparken bazen mahalle içine dalıp, hem çevreyi öğreniyorum, hem de yürüyüşün monotonluğundan kurtuluyorum. İşte böyle bir yürüyüşte bakkal dikkatımi çekti. Markette her zaman bulamadığım sıgaramı sordum. Var deyince, karton veriyormusunuz diye teklif ettim. Olur dedi. Bende bittikçe gidip alıyordum. Bir gün yine gittiğimde; orada bulunan bir beyle siyaset konuşuyorlardı. Bende espiri yoluyla sohbete katıldım. Sonraki gidişlerimde de bu espirili siyaset kısa kısa devam ediyordu. Tabi benim iktidar ile ilgili espirili taşlamalarım bazen ciddiyete dönüşüyordu. Öylesi durumlarda gülerek son sözümü söyleyip çıkıyordum.
Dün oturduğum sitede yürürken birden aklım o bakkala gidip gücüme göre bir iki kişinin borcunu kapatmaya karar verdim. Bakkala girdiğimde üç kişi vardı. Kasaya yaklaşıp , bulunan sutunu da siper alıp sessizce bir şey sormak istediğimi belirtim.Tabi buyurun dedi. Düşüncemi söyledim. Aniden, sizden kesinlikle almam dedi. Önce şaka sandim ve gülerek neden acıdın mi bana? dedim.
Hayır dedi. Bırakın şakayı , getir defteri bakalım dedim.
Söyledim size almama diyerek ciddileşti.
Neden ama dedim?
İşte öyle dedi, ben soruyu yineledim, o yine “ işte öyle” diye yanıt verdi.
Sorun ben miyim, benden mi almak istemiyorsun dedim.
Evet dedi.Ben, yine neden ama diye üsteledim. Aynı yanıt. İşte öyle dedi. Sinir katsayım tavan yaptı.Sizin yaptığınız doğru bir davranış değil dedim. Bir de gerekçesini söylerseniz... Gerekçe yok. Almam dedi.
Şöyle mi anlamalıyım; ben iktidar yanlısı değilim diye mi sıkıntınız. İşte dedi. Artık kendime hakim olamadım...Buna ahlaksızlık dendiğini biliyor musun? Üstelik burada sizi ilgilendiren bir durum da yok. Alış-veril yaptığımda paramı alıyordun. Buna da bencillik dendiğini de biliyorsun değil mi dedim dedim...daha yüksek sesle tekrar; Ahlak yoksunusunuz ahlak... diyerek çıkarken , arkamdan; biz Osmanlı torunuyuz sizin gibi... lafını geveleyince , aniden geri dönüp evet evet devam et bakayım... deyince susup öyle baktı. Daha önce Osmanlılar’ın kim olduğu konusun da espri yoluyla bir ders vermiştim. Demekki içinde tutmuş. Ben de çok yüksek tonda, ben de Türküm ve Atatürk torunuyum. Hadı konuş da göreyim seni diyerek bağırdım. Çıt yok. Üç de müşteri var öyle bakıyorlar. Onlara dönerek , Müslüman olduğunu iddia eden bu zat var ya; bir-iki kişinin borcunu kapatmama müsade etmedi. İşte bu yüzden tartışıyoruz açıklamasında bulundum.Ve ekledim, cehalet ve vicdansızlik böyle bir şey...şunu da bil, ben Allah rızası için yapmıyorum böyle şeyleri. Yani bana yararı olsun diye bencil davranmıyorum ki. Allah’ın buna ihtiyacı da yok. Sadece, birilerin lokmasına minnacık katkıda bulunur muyum diye düşünmüştüm.Yine yüksek bir tonda anlıyor musun??? diye çıkıştım...Kimseden yine çıt çıkmıyor. Sfenks gibi herkes yerinde çakılı öyle duruyorlardı... sahtekar pis yalakalar... Utanmadan secdeye gidip Allah huzuruna çıkacaksınız. Ve kendinizi mutlu müslüman addedeceksiniz ...İslah olunmaz zavalılarsınız ... sinirime hakim olamıyordum... Son olarak; tabi karnın tok. Açın halinden anamıyacak kadar merhametsiz ve yobazsınız diyerek yürüyüp çıktım...
Türkan Aras
(Bursa Emek mah.)
Bir mahalle bakkalı, bir iki kişinin borcunu ödememi kabul etmedi...!
Emek civarında oturuyorum. Yürüyüş yaparken bazen mahalle içine dalıp, hem çevreyi öğreniyorum, hem de yürüyüşün monotonluğundan kurtuluyorum. İşte böyle bir yürüyüşte bakkal dikkatımi çekti. Markette her zaman bulamadığım sıgaramı sordum. Var deyince, karton veriyormusunuz diye teklif ettim. Olur dedi. Bende bittikçe gidip alıyordum. Bir gün yine gittiğimde; orada bulunan bir beyle siyaset konuşuyorlardı. Bende espiri yoluyla sohbete katıldım. Sonraki gidişlerimde de bu espirili siyaset kısa kısa devam ediyordu. Tabi benim iktidar ile ilgili espirili taşlamalarım bazen ciddiyete dönüşüyordu. Öylesi durumlarda gülerek son sözümü söyleyip çıkıyordum.
Dün oturduğum sitede yürürken birden aklım o bakkala gidip gücüme göre bir iki kişinin borcunu kapatmaya karar verdim. Bakkala girdiğimde üç kişi vardı. Kasaya yaklaşıp , bulunan sutunu da siper alıp sessizce bir şey sormak istediğimi belirtim.Tabi buyurun dedi. Düşüncemi söyledim. Aniden, sizden kesinlikle almam dedi. Önce şaka sandim ve gülerek neden acıdın mi bana? dedim.
Hayır dedi. Bırakın şakayı , getir defteri bakalım dedim.
Söyledim size almama diyerek ciddileşti.
Neden ama dedim?
İşte öyle dedi, ben soruyu yineledim, o yine “ işte öyle” diye yanıt verdi.
Sorun ben miyim, benden mi almak istemiyorsun dedim.
Evet dedi.Ben, yine neden ama diye üsteledim. Aynı yanıt. İşte öyle dedi. Sinir katsayım tavan yaptı.Sizin yaptığınız doğru bir davranış değil dedim. Bir de gerekçesini söylerseniz... Gerekçe yok. Almam dedi.
Şöyle mi anlamalıyım; ben iktidar yanlısı değilim diye mi sıkıntınız. İşte dedi. Artık kendime hakim olamadım...Buna ahlaksızlık dendiğini biliyor musun? Üstelik burada sizi ilgilendiren bir durum da yok. Alış-veril yaptığımda paramı alıyordun. Buna da bencillik dendiğini de biliyorsun değil mi dedim dedim...daha yüksek sesle tekrar; Ahlak yoksunusunuz ahlak... diyerek çıkarken , arkamdan; biz Osmanlı torunuyuz sizin gibi... lafını geveleyince , aniden geri dönüp evet evet devam et bakayım... deyince susup öyle baktı. Daha önce Osmanlılar’ın kim olduğu konusun da espri yoluyla bir ders vermiştim. Demekki içinde tutmuş. Ben de çok yüksek tonda, ben de Türküm ve Atatürk torunuyum. Hadı konuş da göreyim seni diyerek bağırdım. Çıt yok. Üç de müşteri var öyle bakıyorlar. Onlara dönerek , Müslüman olduğunu iddia eden bu zat var ya; bir-iki kişinin borcunu kapatmama müsade etmedi. İşte bu yüzden tartışıyoruz açıklamasında bulundum.Ve ekledim, cehalet ve vicdansızlik böyle bir şey...şunu da bil, ben Allah rızası için yapmıyorum böyle şeyleri. Yani bana yararı olsun diye bencil davranmıyorum ki. Allah’ın buna ihtiyacı da yok. Sadece, birilerin lokmasına minnacık katkıda bulunur muyum diye düşünmüştüm.Yine yüksek bir tonda anlıyor musun??? diye çıkıştım...Kimseden yine çıt çıkmıyor. Sfenks gibi herkes yerinde çakılı öyle duruyorlardı... sahtekar pis yalakalar... Utanmadan secdeye gidip Allah huzuruna çıkacaksınız. Ve kendinizi mutlu müslüman addedeceksiniz ...İslah olunmaz zavalılarsınız ... sinirime hakim olamıyordum... Son olarak; tabi karnın tok. Açın halinden anamıyacak kadar merhametsiz ve yobazsınız diyerek yürüyüp çıktım...
Türkan Aras
(Bursa Emek mah.)