1 ay önce
(E)
1 ay önce
. Afganistan'da Taliban iktidar olduktan sonra ilk işi jilet ithalatı ve satışlarını yasaklamak oldu.
Sunulan İslami (!) gerekçeye bakın:
"Jilet sünnet düşmanıdır. Herkes sakal bırakıp sünnete uyacaktır".
Şu gerçeği Müslümanlar niye düşünmezler:
"Hz. Muhammed sakallı iken Ebu Cehil ve Müslüman olmayan Araplar sinek kaydı traş mı oluyordu?.. Onlar da sakallı idi çünkü o devirde jilet de yoktu, ustura da..."
İmam Maturidi ve İbni Rüşd durduk yerde niye "Akıl dinden üstündür" dedi? Akıl hastasının dini de yoktur, sorumluluğu da...
İsrail akılla bilimle, teknikle roketleri havada yakalayıp patlatıyor İslam dünyasının düştüğü hale bakın, kılla tüyle jiletle uğraşıyorlar.
Alper Aksoy
Sunulan İslami (!) gerekçeye bakın:
"Jilet sünnet düşmanıdır. Herkes sakal bırakıp sünnete uyacaktır".
Şu gerçeği Müslümanlar niye düşünmezler:
"Hz. Muhammed sakallı iken Ebu Cehil ve Müslüman olmayan Araplar sinek kaydı traş mı oluyordu?.. Onlar da sakallı idi çünkü o devirde jilet de yoktu, ustura da..."
İmam Maturidi ve İbni Rüşd durduk yerde niye "Akıl dinden üstündür" dedi? Akıl hastasının dini de yoktur, sorumluluğu da...
İsrail akılla bilimle, teknikle roketleri havada yakalayıp patlatıyor İslam dünyasının düştüğü hale bakın, kılla tüyle jiletle uğraşıyorlar.
Alper Aksoy
1 ay önce
Başkalarının kusurlarından bahsetmek istediğin vakit, kendi kusurlarını hatırla. O zaman başkalarının kusurlarıyla alakadar olmaya hakkın olmadığını hatırlarsın.
(Hz. Muhammed)
(Hz. Muhammed)
1 ay önce
1 ay önce
İKTİDAR HIRSI KATLİAMI..
III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır. Bunlardan 19’u oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?..
Saraya kıran mı girdi?..
Hayır, salgın da olmadı, kıran da…
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken gerisinden 39 tabut daha geliyordu.
III. Mehmet, 19 erkek kardeşini ve 20 kız kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş babasının gebe eşlerini öldürtmüş ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri:
"Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun" diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi, “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar.
Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi'nin naklettiğine göre "İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu".
III. Mehmet sadece bununla yetinmemiş 16 yaşındaki oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde, I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet'in cenazesi Ayasofya'ya götürüldü. Cenaze namazı kılınacaktı. Ama genç padişah gelmemişti! "Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir. Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!" diyerek daveti reddetti...
Alıntı..
III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır. Bunlardan 19’u oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?..
Saraya kıran mı girdi?..
Hayır, salgın da olmadı, kıran da…
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken gerisinden 39 tabut daha geliyordu.
III. Mehmet, 19 erkek kardeşini ve 20 kız kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş babasının gebe eşlerini öldürtmüş ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri:
"Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun" diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi, “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar.
Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi'nin naklettiğine göre "İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu".
III. Mehmet sadece bununla yetinmemiş 16 yaşındaki oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde, I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet'in cenazesi Ayasofya'ya götürüldü. Cenaze namazı kılınacaktı. Ama genç padişah gelmemişti! "Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir. Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!" diyerek daveti reddetti...
Alıntı..
1 ay önce
KELLE PAÇADAN YAKA PAÇAYA BİR ÖĞRENCİLİK HATIRASI!..
Biraz tebessüm. ☺️
Üniversitede okurken sadece öğrencilerin kaldığı
Üniversiteye yakın; şehir merkezine uzak bir apartmanda kalıyoruz, her dairede 4 ile 6 kişi yaşıyor ortalama.
Gırgır olsun diye alt katta oturan ve benim kaldığım dairedeki arkadaşlar ile o yıl popüler olan Avrupa Yakası adlı dizideki Gafur karakteri özdeşleşmiş birer çizgili pijama takımı aldık.
Geceleri hepimiz Daltonlar gibi evin içinde çizgili pijamalar ile dolaşıyoruz.
Bildiğiniz gibi üniversite öğrencileri gece uyumayıp genelde gündüzleri uyuyan varlıklardır. Gece saat 3 gibi bizim zil çaldı. Kapıyı açtım, gelenler alt katta kalan bizim dalton çetesi.
"Hayırdır bu saatte" dedim.
"Abi acıktık, siz de gelirseniz pasajda kelle paça yemeye gidelim" dediler.
Gecenin 3' ü ve gideceğimiz yer yürüyerek 40 dakika mesafede.
" Oğlum gidip yatın, gece gece ne kellesi ne paçası, git gel sabah olur" dediysem de.
Yalvar yakar zorla ikna ettiler beni.
Bizim evden 3 kişi; onlardan 4 kişi, toplam 7 çizgili pijamalı öğrenci ana yola yürümeye başladık.
Ana yola tam çıktık ki bir polis ekip minibüsü önümüzde durdu ve kimliklerimizi istedi.
Üstümüzde kelle paça yemeye yetecek kadar para ve çizgili pijama dışında bir şey yok!
Üniversitede sık sık öğrenci kavgaları olduğundan ekipler orada sürekli dolaşıyormuş!
Kimlik ibraz edemedik haliyle.
Kelle paçaya giderken en çizgili pijamalı halimiz ile yaka paça gözaltına alındık.
Karakolda derdimizi anlattık ama ancak sabah olunca nöbetçi komiser imzasıyla serbest bırakılacağımızı öğrendik.
Sabah tanıdık bir polis memuru sayesinde ifademiz alınıp serbest bırakıldık.
Serbest bırakıldık bırakılmasına; ama artık gün aymış ve 7 çizgili pijamalı adamın şehrin ortasından eve yürüyerek gitmelerinin pek hoş görünmeyeceğini nöbetçi komisere anlatma görevi de bana düştü.
Sabah işe gelen her polis memuru pijamalı 7 adamı görünce gülüyor.
Karakolda herkes gülüyor haliyle.
Komiser halimize acıdı ve aynı ekip minibüsü ile bizi eve kadar gönderdi.
Bizi getiren polis memurlarının da gülmekten gözlerinden yaş geldi.
Hepimiz uykusuz ve perişan halde o gün uyuduk.
Gece saat 3' te yine zil çaldı.
Kapıyı açtım. Aynı pijamalı arkadaşlar bana melül ve mahzun bakarak: " Abi dün gece kelle paça içemedik ya, bu gece içsek mi?" diye yalvar yakar ikna ettiler.
Yine pijamalı 7 kişi yola çıktık. Bir önceki gece göz altına alındığımız yerin 10 metre ilerisine varmıştık ki yine bir polis minibüsü önümüzde durdu.
Devriye değiştiğinden bu kez başka memurlar kimliklerimizi istedi!
Beni bir gülme tuttu ki sormayın.
Kimlik yok, kelle paça falan dediysem de gülmemden pek haz etmeyen memurlardan biri beni tuttuğu gibi araca soktu.
Benimle birlikte Daltonların geri kalanı da bindi haliyle...
Ben gülmemek için dudaklarımı ısırıyorum.
Yanımda Artvinli bir arkadaş var ve çok korkuyor.
"Abi biz öğretmen olacağız ya, sicilimize işler mi bu" diyor ciddi ciddi.
Ben de: " Tabii ki işler, kolay mı, gece yarısı pijamalı halde tutuklanmak affedilir suç değil" diyerek ti' ye alıyorum çocuğu.
O da ciddi ciddi: " Babam duyarsa ben bittim" diyor.
Asabi olan ve beni araca asabice bindiren polis memuru telsizle anons geçti ve üniversite yurdu civarında öğrenci olduğunu iddia eden 7 pijamalı şahıs aldıklarını merkeze bildirdi.
Ve merkezden gelen cevap şöyle oldu:
"Onlar kelle paçacıya gidiyor, İnönü pasajındaki kelle paçacıya bırakın onları"
Polis memuru arkadaşlar, sağ olsun bizi kelle paçacıya bıraktılar, o gece bol sarımsaklı kelle paçaları içip eve yürüyerek döndük.
Kelle paça için yaka paça gözaltına alınan ilk çizgili pijamalı öğrenci grubu olarak tarihteki eşsiz yerimizi aldık haliyle..
😀.
#Hayatvefarkındalık
Hikmet Kızıl..
Biraz tebessüm. ☺️
Üniversitede okurken sadece öğrencilerin kaldığı
Üniversiteye yakın; şehir merkezine uzak bir apartmanda kalıyoruz, her dairede 4 ile 6 kişi yaşıyor ortalama.
Gırgır olsun diye alt katta oturan ve benim kaldığım dairedeki arkadaşlar ile o yıl popüler olan Avrupa Yakası adlı dizideki Gafur karakteri özdeşleşmiş birer çizgili pijama takımı aldık.
Geceleri hepimiz Daltonlar gibi evin içinde çizgili pijamalar ile dolaşıyoruz.
Bildiğiniz gibi üniversite öğrencileri gece uyumayıp genelde gündüzleri uyuyan varlıklardır. Gece saat 3 gibi bizim zil çaldı. Kapıyı açtım, gelenler alt katta kalan bizim dalton çetesi.
"Hayırdır bu saatte" dedim.
"Abi acıktık, siz de gelirseniz pasajda kelle paça yemeye gidelim" dediler.
Gecenin 3' ü ve gideceğimiz yer yürüyerek 40 dakika mesafede.
" Oğlum gidip yatın, gece gece ne kellesi ne paçası, git gel sabah olur" dediysem de.
Yalvar yakar zorla ikna ettiler beni.
Bizim evden 3 kişi; onlardan 4 kişi, toplam 7 çizgili pijamalı öğrenci ana yola yürümeye başladık.
Ana yola tam çıktık ki bir polis ekip minibüsü önümüzde durdu ve kimliklerimizi istedi.
Üstümüzde kelle paça yemeye yetecek kadar para ve çizgili pijama dışında bir şey yok!
Üniversitede sık sık öğrenci kavgaları olduğundan ekipler orada sürekli dolaşıyormuş!
Kimlik ibraz edemedik haliyle.
Kelle paçaya giderken en çizgili pijamalı halimiz ile yaka paça gözaltına alındık.
Karakolda derdimizi anlattık ama ancak sabah olunca nöbetçi komiser imzasıyla serbest bırakılacağımızı öğrendik.
Sabah tanıdık bir polis memuru sayesinde ifademiz alınıp serbest bırakıldık.
Serbest bırakıldık bırakılmasına; ama artık gün aymış ve 7 çizgili pijamalı adamın şehrin ortasından eve yürüyerek gitmelerinin pek hoş görünmeyeceğini nöbetçi komisere anlatma görevi de bana düştü.
Sabah işe gelen her polis memuru pijamalı 7 adamı görünce gülüyor.
Karakolda herkes gülüyor haliyle.
Komiser halimize acıdı ve aynı ekip minibüsü ile bizi eve kadar gönderdi.
Bizi getiren polis memurlarının da gülmekten gözlerinden yaş geldi.
Hepimiz uykusuz ve perişan halde o gün uyuduk.
Gece saat 3' te yine zil çaldı.
Kapıyı açtım. Aynı pijamalı arkadaşlar bana melül ve mahzun bakarak: " Abi dün gece kelle paça içemedik ya, bu gece içsek mi?" diye yalvar yakar ikna ettiler.
Yine pijamalı 7 kişi yola çıktık. Bir önceki gece göz altına alındığımız yerin 10 metre ilerisine varmıştık ki yine bir polis minibüsü önümüzde durdu.
Devriye değiştiğinden bu kez başka memurlar kimliklerimizi istedi!
Beni bir gülme tuttu ki sormayın.
Kimlik yok, kelle paça falan dediysem de gülmemden pek haz etmeyen memurlardan biri beni tuttuğu gibi araca soktu.
Benimle birlikte Daltonların geri kalanı da bindi haliyle...
Ben gülmemek için dudaklarımı ısırıyorum.
Yanımda Artvinli bir arkadaş var ve çok korkuyor.
"Abi biz öğretmen olacağız ya, sicilimize işler mi bu" diyor ciddi ciddi.
Ben de: " Tabii ki işler, kolay mı, gece yarısı pijamalı halde tutuklanmak affedilir suç değil" diyerek ti' ye alıyorum çocuğu.
O da ciddi ciddi: " Babam duyarsa ben bittim" diyor.
Asabi olan ve beni araca asabice bindiren polis memuru telsizle anons geçti ve üniversite yurdu civarında öğrenci olduğunu iddia eden 7 pijamalı şahıs aldıklarını merkeze bildirdi.
Ve merkezden gelen cevap şöyle oldu:
"Onlar kelle paçacıya gidiyor, İnönü pasajındaki kelle paçacıya bırakın onları"
Polis memuru arkadaşlar, sağ olsun bizi kelle paçacıya bıraktılar, o gece bol sarımsaklı kelle paçaları içip eve yürüyerek döndük.
Kelle paça için yaka paça gözaltına alınan ilk çizgili pijamalı öğrenci grubu olarak tarihteki eşsiz yerimizi aldık haliyle..
😀.
#Hayatvefarkındalık
Hikmet Kızıl..
2 ay önce
Kím DÍN kardeşínín ONURUNU korursa ÂLLÂH da kıyâmet gűnűnde onun YŰZŰNŰ cehennem ATEŞÍNDEN korur.”
HZ.MUHÂMMED (S.A.V)
Tírmízí, “Bírr ve sıla” 20
#ForPakístan🇵🇰🇸🇩🇹🇷🌹🇵🇰🇸🇩🇹🇷
HZ.MUHÂMMED (S.A.V)
Tírmízí, “Bírr ve sıla” 20
#ForPakístan🇵🇰🇸🇩🇹🇷🌹🇵🇰🇸🇩🇹🇷
2 ay önce
ÜLKÜCÜ ŞEHİDİMİZ
CENGİZ BAKTEMUR
1 MAYIS 1982 ELAZIĞ
12 EYLÜL KATİLLERİ TARAFINDAN ŞEHİT EDİLEN ÜLKÜDAŞIMIZI ŞAHADETİNİN 43.YILINDA RAHMETLE ANIYORUZ.,..
RUHU ŞAD MEKÂNI CENNET OLSUN NUR İÇİNDE YAT.,.
"Adın ne?"
"Cengiz Baktemur."
"Kaç yaşındasın?"
"Yirmi."
Hakim, cevabını bildiği soruları ısrarla soruyordu Cengiz Baktemur'a Boyu iki metreye yakındı, heybetli bir yiğitti.
Baştan aşağı süzdü hakim.
Karar okundu en son:
İDAM!
"Son isteğin nedir?"
"Bir bayrak, bir de Kur'an istiyorum."
Getirdiler ikisini de..
Kur'anı öptü üç kez, başına koydu. Sonra bayrağı öptü, havaya kaldırdı:
"Ey şanlı bayrak, ben seni dalgalandırmak için çok mücadele ettim ama gücüm buraya kadarmış."
dedi...
Yanındaki infaz heyetinden bir homurdanma:
"Başındakini çıkarın alın!"
"Durun! Külahımı almayın. Onu bana Ülküdaşlarım ördüler, onunla idam edilmek istiyorum!"
İnfaz komutanı alaycı bir ses tonuyla:
"Ellemeyin, bırakın!"
Cengiz Bektemur, dimdik yürüyor darağacına!
Korku yok, pişmanlık yok!
Elif gibi dimdik, Hz.Hamza'nın yürüyüşü gibi vakur, heybetli. İnfaz erkanı titriyor bu duruştan,
bu ferasetten.
Bir yiğit, yağlı urganda son sözünü söylüyor:
"EŞHEDÜ EN LA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDÜHÜ ve RESULÜ HÜ."
ZULMÜN KALELERİNİ TİTRETEN VE ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜMÜ ÖLDÜREN !
ÜLKÜCÜ ŞEHİDİMİZ
CENGİZ BAKTEMUR
RUHUN ŞAD MEKANIN CENNET OLSUN
NUR İÇİNDE YAT.,.
CENGİZ BAKTEMUR
1 MAYIS 1982 ELAZIĞ
12 EYLÜL KATİLLERİ TARAFINDAN ŞEHİT EDİLEN ÜLKÜDAŞIMIZI ŞAHADETİNİN 43.YILINDA RAHMETLE ANIYORUZ.,..
RUHU ŞAD MEKÂNI CENNET OLSUN NUR İÇİNDE YAT.,.
"Adın ne?"
"Cengiz Baktemur."
"Kaç yaşındasın?"
"Yirmi."
Hakim, cevabını bildiği soruları ısrarla soruyordu Cengiz Baktemur'a Boyu iki metreye yakındı, heybetli bir yiğitti.
Baştan aşağı süzdü hakim.
Karar okundu en son:
İDAM!
"Son isteğin nedir?"
"Bir bayrak, bir de Kur'an istiyorum."
Getirdiler ikisini de..
Kur'anı öptü üç kez, başına koydu. Sonra bayrağı öptü, havaya kaldırdı:
"Ey şanlı bayrak, ben seni dalgalandırmak için çok mücadele ettim ama gücüm buraya kadarmış."
dedi...
Yanındaki infaz heyetinden bir homurdanma:
"Başındakini çıkarın alın!"
"Durun! Külahımı almayın. Onu bana Ülküdaşlarım ördüler, onunla idam edilmek istiyorum!"
İnfaz komutanı alaycı bir ses tonuyla:
"Ellemeyin, bırakın!"
Cengiz Bektemur, dimdik yürüyor darağacına!
Korku yok, pişmanlık yok!
Elif gibi dimdik, Hz.Hamza'nın yürüyüşü gibi vakur, heybetli. İnfaz erkanı titriyor bu duruştan,
bu ferasetten.
Bir yiğit, yağlı urganda son sözünü söylüyor:
"EŞHEDÜ EN LA İLAHE İLLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDÜHÜ ve RESULÜ HÜ."
ZULMÜN KALELERİNİ TİTRETEN VE ÖLMEDEN ÖNCE ÖLÜMÜ ÖLDÜREN !
ÜLKÜCÜ ŞEHİDİMİZ
CENGİZ BAKTEMUR
RUHUN ŞAD MEKANIN CENNET OLSUN
NUR İÇİNDE YAT.,.
2 ay önce
Arapların Türklerle ilk karşılaşmaları halife Hz.Ömer zamanında 645 Yılında #İslam ordularının, #İran 'da #Sasani 'leri yenmelerinden sonra, #Kafkaslar bölgesinde #Araplar , #Horasan , #Mavera -ün nehir ve #Toharistan bölgelerinde #Hazar #Türk 'leri ve #Türgeş Türk'leri ile karşılaştılar...
652 yılında Halife Hz. Osman zamanında ise Hazar Türk'leri ile Arap'lar arasında ilk kez #Türk -#Arap savaşları başladı...
Halife #Osman emrindeki Arap orduları, Hazar Türklerinin topraklarına girip, #Derbent 'i alarak Başşehir olan #Belencer 'e dayandılar...
#Emevi 'lerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra, Arapların Türk ülkelerine doğru ilerleyişleri devam etti...
Türkler ile Araplar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar Emevi'ler döneminde yaşandı...
Mervan Bin Muhammed #Azerbaycan 'a vali tayin edildi. Arap'lar en önemli başarılarını onun zamanında elde ettiler...
Araplar, başşehir Belencer ve büyük şehir Semender'i ve öteki Hazar şehirlerini ele geçirdiler...
Türkleri dağınık ve birbirleriyle yardımlaşamaz durumda yakalayan acımasız Emevi ordusu (Ebu #Kuteybe komutasındaki) yakalayabildiği tüm Türk'leri ya kılıçtan geçirdiler ya da her bir ağaca bir Türk asarak öldürdüler...
Ancak #Karaylar gibi #Litvanya 'ya kaçabilenler,
#Gagauz 'lar (Gök #Oğuzlar ) gibi #Rusya 'ya kaçabilenler, #Bulgar Türk'leri, #Macar Türk'leri ve öteki Avrupa'lı Türk'ler gibi Avrupa'ya kaçabilen hristiyanlar ve de Anadolu'ya kaçabilen Aleviler canlarını kurtardılar…
Asla müslümanlığı kabulllenmediler, genelde Araplara kızgınlıklarından #Karay Türkleri gibi topluca Musevi oldular...
Ya da gittikleri toprakların dinini kabullendiler...
Yüzlerce yıl sonrasında çoğunlukla asimile
oldular...!?
Bu dönemde Orta #Asya 'da #Göktürk 'ler egemenliği hüküm sürmekteydi. Birden fazla Göktürk devleti vardı…
Emevi'lerin genel valisi, Bağdat valisi Haccac (Zalim Haccac ) idi...
Emevi'lerin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad,
674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Mavera-ün nehirin önemli şehirlerinden Buhara 'yı kuşattı...
Üç günde Buhara 'da pek çok Göktürk öldürüldü...
Buhara'nın Göktürk Melikesi Kabaç Hatun, ağır bir vergi ve daha ağır kabul edilemez şartlar karşılığında Ubeydullah Bin Ziyad ile anlaşma yaptı...
Bu anlaşma sonucu olarak, Güney Göktürk'ler Emevi tutsaklığını kabul ettiler...
Güney Göktürk gençleri, Kurşun arap askeri oldular...
Arap'lar evli- bekâr istedikleri Güney Göktürk kadınlarını kendilerine cariye yaptılar...
İşe yaramayan öteki Türk'leri de, boyunlarına Damga vurup kendilerine Köle yaptılar ve istedikleri Göktürk'lüyü boyunlarına ip bağlayıp köle olarak alıp sattılar ve köle ticaretini yaptılar...
Bu tutsaklık 150 yıla yakın devam etti...
Hani Türkler için, “Türkler kılıçla Müslüman oldu ” derler ya…!!!
Keşke kılıçla müslüman olsaydık...
Tutsaklık anlaşmasıyla Kölelik yaparak, köle olarak alınıp satılarak, Göktürk Kadınları Araplara cariyelik yaparak müslüman oldular...
Yani Araplar Türkleri, insanlık dışı bir şekilde, zorla müslümanlaştırdılar...
Tarihte ilk defa bir ulus (Güney Göktürk'ler), sözleşme ile tutsaklığı kabul etti...
Araplar, Horasan valisi Ebu Kuteybe Bin Müslim zamanında bütün Mavera-ün nehir'i ve Batı #Türkistan 'ı ele geçirdiler...
Baykent, Buhara, Semerkant ve Kaşgar gibi önemli Türk şehirleri Araplar tarafından yağmalandı...
Pek çok Türk öldürüldü...
Ebu Kuteybe'nin ölümünden sonra Araplar zayıflamaya başladılar...
Göktürk'lerin batı kanadında yer alan Türgeş Türkleri, Arapları çekilmeye zorlamış ve bu mücadele Güney Göktürk'lerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745).
Güney Göktürk egemenliğinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çin'liler, batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır...
Bu dönemde Mavera-ün nehir (Irmağın öte yakası) bölgesinin savunmasını, Türgeş'lerin yerini alan Karluk Türk'leri üstlenmiştir...
Ancak bu mücadeleler 763 yılına kadar devam etmiştir...
763 yılında Emevi'ler yıkılıyor ama Güney Göktürk'ler öylesine kötürüm edilmişler ki, Öylesine köle yapılmışlar, ümmetleştirilmişler ki asla ayağa kalkamıyorlar...
Korkudan kıpırdayamıyorlar...
Emevilerin yerine, 763 de Abbasiler kuruluyor ve Abbasi devlet kararı alıp, Türk'lere kademeli olarak “İyi davranmak” kararı alıyorlar...
Devlet kararlarını Göktürklere anlaşma ile resmen bildiriyorlar...
800 yılları civarında fırsat bulan Göktürk'ler daha batıya, Anadolu'ya doğru kaçıp kurtuluyorlar...
“ Türkü öldürünüz, kanı helaldir ” Sözü kime aittir?
Arap Komutan Ebu Kuteybe'nin şu sözü meşhurdur.”
"Üç kelimelik ömrüm kalsa, (Uktülühü -uktülühü -uktülühü)" derim...
(Hepsini öldürün- hepsini öldürün- hepsini öldürün)
......ve gerçekten de hepsini öldürdüler...
Bu 645 yılından 800 yıllarına kadar süren Türk-Arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;
- 100 binin üzerinde Türk katledilmiştir.
-50 binin üzerinde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
- Şehirler yağmalanmış , “ganimet” diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
- Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamı”nda 40 bin kadar Türkün kafaları kesilerek 4 fersah (yak.24 km) yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.
(Tarihte böyle bir vahşetin örneği çok azdır.)
- Aynı şekilde “Curcan Katliamı”nda"da esir alınan yaklaşık 40 bin Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman tutulmamış, "Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
Tabari bunları hadislerinde açık açık anlatır.
- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
- Bu tarihi gerçekler "aman İslâma leke gelmesin, Islâm etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte, hiç bahsi bile geçmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir.
Bizim sahtekar dinciler,Türkler okuyup uyanmasin, islama zarar gelmesin diye...
Bazı cesur yazarlarda kaynakları ile kitaplar yazmıştır...
Arif TEKİN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Erdogan AYDIN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Zekeriya KİTAPÇI - (TÜRKLER ansiklopedisi
TABERİ tarihi. Arap Tarihçi.)
KAYNAK:
(İslâm, Alimi, Tarihi TABARİ. Cilt/ 3/ sayfa 343).
(Türklere yapılan Talkan ve Curcan Katliamı.
Tarih-i Taberi / Cilt 3)
652 yılında Halife Hz. Osman zamanında ise Hazar Türk'leri ile Arap'lar arasında ilk kez #Türk -#Arap savaşları başladı...
Halife #Osman emrindeki Arap orduları, Hazar Türklerinin topraklarına girip, #Derbent 'i alarak Başşehir olan #Belencer 'e dayandılar...
#Emevi 'lerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra, Arapların Türk ülkelerine doğru ilerleyişleri devam etti...
Türkler ile Araplar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar Emevi'ler döneminde yaşandı...
Mervan Bin Muhammed #Azerbaycan 'a vali tayin edildi. Arap'lar en önemli başarılarını onun zamanında elde ettiler...
Araplar, başşehir Belencer ve büyük şehir Semender'i ve öteki Hazar şehirlerini ele geçirdiler...
Türkleri dağınık ve birbirleriyle yardımlaşamaz durumda yakalayan acımasız Emevi ordusu (Ebu #Kuteybe komutasındaki) yakalayabildiği tüm Türk'leri ya kılıçtan geçirdiler ya da her bir ağaca bir Türk asarak öldürdüler...
Ancak #Karaylar gibi #Litvanya 'ya kaçabilenler,
#Gagauz 'lar (Gök #Oğuzlar ) gibi #Rusya 'ya kaçabilenler, #Bulgar Türk'leri, #Macar Türk'leri ve öteki Avrupa'lı Türk'ler gibi Avrupa'ya kaçabilen hristiyanlar ve de Anadolu'ya kaçabilen Aleviler canlarını kurtardılar…
Asla müslümanlığı kabulllenmediler, genelde Araplara kızgınlıklarından #Karay Türkleri gibi topluca Musevi oldular...
Ya da gittikleri toprakların dinini kabullendiler...
Yüzlerce yıl sonrasında çoğunlukla asimile
oldular...!?
Bu dönemde Orta #Asya 'da #Göktürk 'ler egemenliği hüküm sürmekteydi. Birden fazla Göktürk devleti vardı…
Emevi'lerin genel valisi, Bağdat valisi Haccac (Zalim Haccac ) idi...
Emevi'lerin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad,
674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Mavera-ün nehirin önemli şehirlerinden Buhara 'yı kuşattı...
Üç günde Buhara 'da pek çok Göktürk öldürüldü...
Buhara'nın Göktürk Melikesi Kabaç Hatun, ağır bir vergi ve daha ağır kabul edilemez şartlar karşılığında Ubeydullah Bin Ziyad ile anlaşma yaptı...
Bu anlaşma sonucu olarak, Güney Göktürk'ler Emevi tutsaklığını kabul ettiler...
Güney Göktürk gençleri, Kurşun arap askeri oldular...
Arap'lar evli- bekâr istedikleri Güney Göktürk kadınlarını kendilerine cariye yaptılar...
İşe yaramayan öteki Türk'leri de, boyunlarına Damga vurup kendilerine Köle yaptılar ve istedikleri Göktürk'lüyü boyunlarına ip bağlayıp köle olarak alıp sattılar ve köle ticaretini yaptılar...
Bu tutsaklık 150 yıla yakın devam etti...
Hani Türkler için, “Türkler kılıçla Müslüman oldu ” derler ya…!!!
Keşke kılıçla müslüman olsaydık...
Tutsaklık anlaşmasıyla Kölelik yaparak, köle olarak alınıp satılarak, Göktürk Kadınları Araplara cariyelik yaparak müslüman oldular...
Yani Araplar Türkleri, insanlık dışı bir şekilde, zorla müslümanlaştırdılar...
Tarihte ilk defa bir ulus (Güney Göktürk'ler), sözleşme ile tutsaklığı kabul etti...
Araplar, Horasan valisi Ebu Kuteybe Bin Müslim zamanında bütün Mavera-ün nehir'i ve Batı #Türkistan 'ı ele geçirdiler...
Baykent, Buhara, Semerkant ve Kaşgar gibi önemli Türk şehirleri Araplar tarafından yağmalandı...
Pek çok Türk öldürüldü...
Ebu Kuteybe'nin ölümünden sonra Araplar zayıflamaya başladılar...
Göktürk'lerin batı kanadında yer alan Türgeş Türkleri, Arapları çekilmeye zorlamış ve bu mücadele Güney Göktürk'lerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745).
Güney Göktürk egemenliğinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çin'liler, batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır...
Bu dönemde Mavera-ün nehir (Irmağın öte yakası) bölgesinin savunmasını, Türgeş'lerin yerini alan Karluk Türk'leri üstlenmiştir...
Ancak bu mücadeleler 763 yılına kadar devam etmiştir...
763 yılında Emevi'ler yıkılıyor ama Güney Göktürk'ler öylesine kötürüm edilmişler ki, Öylesine köle yapılmışlar, ümmetleştirilmişler ki asla ayağa kalkamıyorlar...
Korkudan kıpırdayamıyorlar...
Emevilerin yerine, 763 de Abbasiler kuruluyor ve Abbasi devlet kararı alıp, Türk'lere kademeli olarak “İyi davranmak” kararı alıyorlar...
Devlet kararlarını Göktürklere anlaşma ile resmen bildiriyorlar...
800 yılları civarında fırsat bulan Göktürk'ler daha batıya, Anadolu'ya doğru kaçıp kurtuluyorlar...
“ Türkü öldürünüz, kanı helaldir ” Sözü kime aittir?
Arap Komutan Ebu Kuteybe'nin şu sözü meşhurdur.”
"Üç kelimelik ömrüm kalsa, (Uktülühü -uktülühü -uktülühü)" derim...
(Hepsini öldürün- hepsini öldürün- hepsini öldürün)
......ve gerçekten de hepsini öldürdüler...
Bu 645 yılından 800 yıllarına kadar süren Türk-Arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;
- 100 binin üzerinde Türk katledilmiştir.
-50 binin üzerinde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
- Şehirler yağmalanmış , “ganimet” diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
- Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamı”nda 40 bin kadar Türkün kafaları kesilerek 4 fersah (yak.24 km) yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.
(Tarihte böyle bir vahşetin örneği çok azdır.)
- Aynı şekilde “Curcan Katliamı”nda"da esir alınan yaklaşık 40 bin Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman tutulmamış, "Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
Tabari bunları hadislerinde açık açık anlatır.
- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
- Bu tarihi gerçekler "aman İslâma leke gelmesin, Islâm etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte, hiç bahsi bile geçmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir.
Bizim sahtekar dinciler,Türkler okuyup uyanmasin, islama zarar gelmesin diye...
Bazı cesur yazarlarda kaynakları ile kitaplar yazmıştır...
Arif TEKİN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Erdogan AYDIN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Zekeriya KİTAPÇI - (TÜRKLER ansiklopedisi
TABERİ tarihi. Arap Tarihçi.)
KAYNAK:
(İslâm, Alimi, Tarihi TABARİ. Cilt/ 3/ sayfa 343).
(Türklere yapılan Talkan ve Curcan Katliamı.
Tarih-i Taberi / Cilt 3)
2 ay önce
İslam tarihinde pek BAHSEDİLMEYEN OLAY” BUGÜNKÜ KABE'NİN YERİ DAHİ ESKİ KABE'NİN YERİ DEĞİLDİR..KABE YAKILIP YIKILDIĞI İÇİN BUGÜNKÜ KABE SONRADAN YAPILMIŞTIR....YERİ İTİLÂFLIDIR...
Evet, Kerbela’da Hz. Hüseyin ile birlikte 72 Müslüman, Yezid’in ordusu tarafından katledilmiştir.
Ancak bu olaydan daha önemli bir katliam daha var: “Harre Olayı”
680 yılında meydana gelen Kerbela olayından sonra Emevi halifesi Yezid, İslam dünyasını kendine biat ettirmiştir. Medine’de yaşayan, Peygamber hadislerini, sünnetlerini ve açıklamalarını not eden sahabiler ve sahabilerin öğrencileri tabiinler, Yezid’in hüküm sürdüğü Şam’da İslam’a aykırı yaşayışı ve halka yaptığı zulumden dolayı Yezid’in halifeliğini tanımadıklarını ilan etmişlerdir.
Yezid bu gelişme karşısında, Müslim bin Ukbe komutasında 12 bin kişilik SURİYELİLERDEN KURULU bir orduyu Medine üzerine gönderir. Emevi ordusu içinde ittifak yaptığı Bizanslı askerlerde bulunmaktadır.
Sahabiler ve Medine halkı, şehri savunmak için hendekler kazarlar.
Güçlü Emevi ordusu karşısında dayanamazlar ve mağlup olurlar. Emevi ordusunun komutanı Müslim bin Ukbe, Yezid’in talimatıyla, işgal ettikleri Medine’yi askerlerine üç gün boyunca yağmalanması için ‘mübah’ kılar. “Mübah kılınması” her türlü mal ve can, yağmacıların insafına bırakılması demektir.
80 civarında sahabi öldürülür, başları kesilir, Şam’a gönderilir.
Genç kızlara ve kadınlara tecavüzler yapılır. Yaşlı, genç, çocuk demeden binlerce Müslüman katledilir.
Genç kızlar cariye, genç erkekler köle olarak alınır. Evler ve iş yerleri yağmalanır. Evler ve mescidlerde bulunan önemli belgeler yakılır. Üçüncü günden sonra öldürmedikleri Medine halkını meydanlarda toplayarak “Yezid’in kulu ve kölesi” olarak halifeye itaat edeceklerine dair bağlılık sözü istenir. Bazı Müslümanlar önceki halifelere yaptıkları gibi “Allah’ın kitabı ve O’nun elçisinin sünneti üzere bağlı kalacağım” diye yemin edince bunlar da halkın gözleri önünde katledilir.
Baskı ile “Yezid’in kulu ve kölesi” olduklarını kabul edenler bağışlanır. Tecavüze uğrayan kadınların doğurduğu çocuklara “HARRE ÇOCUKLARI” denmiştir.
Peygamberin Mescidinin bulunduğu topraklar yakılmış, Medine harap olmuştur. Yıl 683.
Yezid bununla yetinmeyip, Emevi ordusunu Mekke üzerine gönderir. Ordunun komutanı Müslim bin Ukbe yolda hastalanır Yerine “Haccac” komutanlığa getirilir. Bu Haccac, daha sonra yaptığı zulüm ve katliamlardan dolayı “zalim” olarak anılacaktır. (Zalim Haccac, valilik döneminde 200 bin kişinin ölümünden sorumlu olduğu söylenmektedir)
Mekke’yi kuşatan Emevi ordusu, aylarca mancınıkla şehre taş ve ateş atar. Atılan taşlarla Kabe yıkılır! Mekke halkı açlıkla kıvranır. Zalim Haccac, Müslümanları aşağılamak için Mekke’ye hayvan leşlerini mancınıkla attırır. Halk köpek leşlerini bile yer. Bulaşıcı hastalıklar yayılır.
Mekke emiri Abdullah bin Zübeyr, bu şekilde yaşamaktansa vuruşarak ölmeyi tercih eder ve çıkan çatışmada şehid olur.
Kafası kesilir, Şam’a gönderilir. Zalim Haccac, Mekke’de katlimalarına devam eder. Yıkılan Kabe’yi yaktırır!
Bu gelişmelerden sonra denilir ki; Yezid, Bedir’de öldürülen müşriklerin intikamının alındığına dair şiir okur.
Yezid bu katliamları bir zafer olarak görür. Eğlenmek için av partisi düzenler. Dağda bir geyiğin arkasından yalnız gider. Kamp yerine atı döndüğünde, Yezid’in ayağı üzengide takılı, yerlerde sürüklenerek vücudu paramparça olarak ölmüş halde gelir. Yıl 683.
ALINTI
Evet, Kerbela’da Hz. Hüseyin ile birlikte 72 Müslüman, Yezid’in ordusu tarafından katledilmiştir.
Ancak bu olaydan daha önemli bir katliam daha var: “Harre Olayı”
680 yılında meydana gelen Kerbela olayından sonra Emevi halifesi Yezid, İslam dünyasını kendine biat ettirmiştir. Medine’de yaşayan, Peygamber hadislerini, sünnetlerini ve açıklamalarını not eden sahabiler ve sahabilerin öğrencileri tabiinler, Yezid’in hüküm sürdüğü Şam’da İslam’a aykırı yaşayışı ve halka yaptığı zulumden dolayı Yezid’in halifeliğini tanımadıklarını ilan etmişlerdir.
Yezid bu gelişme karşısında, Müslim bin Ukbe komutasında 12 bin kişilik SURİYELİLERDEN KURULU bir orduyu Medine üzerine gönderir. Emevi ordusu içinde ittifak yaptığı Bizanslı askerlerde bulunmaktadır.
Sahabiler ve Medine halkı, şehri savunmak için hendekler kazarlar.
Güçlü Emevi ordusu karşısında dayanamazlar ve mağlup olurlar. Emevi ordusunun komutanı Müslim bin Ukbe, Yezid’in talimatıyla, işgal ettikleri Medine’yi askerlerine üç gün boyunca yağmalanması için ‘mübah’ kılar. “Mübah kılınması” her türlü mal ve can, yağmacıların insafına bırakılması demektir.
80 civarında sahabi öldürülür, başları kesilir, Şam’a gönderilir.
Genç kızlara ve kadınlara tecavüzler yapılır. Yaşlı, genç, çocuk demeden binlerce Müslüman katledilir.
Genç kızlar cariye, genç erkekler köle olarak alınır. Evler ve iş yerleri yağmalanır. Evler ve mescidlerde bulunan önemli belgeler yakılır. Üçüncü günden sonra öldürmedikleri Medine halkını meydanlarda toplayarak “Yezid’in kulu ve kölesi” olarak halifeye itaat edeceklerine dair bağlılık sözü istenir. Bazı Müslümanlar önceki halifelere yaptıkları gibi “Allah’ın kitabı ve O’nun elçisinin sünneti üzere bağlı kalacağım” diye yemin edince bunlar da halkın gözleri önünde katledilir.
Baskı ile “Yezid’in kulu ve kölesi” olduklarını kabul edenler bağışlanır. Tecavüze uğrayan kadınların doğurduğu çocuklara “HARRE ÇOCUKLARI” denmiştir.
Peygamberin Mescidinin bulunduğu topraklar yakılmış, Medine harap olmuştur. Yıl 683.
Yezid bununla yetinmeyip, Emevi ordusunu Mekke üzerine gönderir. Ordunun komutanı Müslim bin Ukbe yolda hastalanır Yerine “Haccac” komutanlığa getirilir. Bu Haccac, daha sonra yaptığı zulüm ve katliamlardan dolayı “zalim” olarak anılacaktır. (Zalim Haccac, valilik döneminde 200 bin kişinin ölümünden sorumlu olduğu söylenmektedir)
Mekke’yi kuşatan Emevi ordusu, aylarca mancınıkla şehre taş ve ateş atar. Atılan taşlarla Kabe yıkılır! Mekke halkı açlıkla kıvranır. Zalim Haccac, Müslümanları aşağılamak için Mekke’ye hayvan leşlerini mancınıkla attırır. Halk köpek leşlerini bile yer. Bulaşıcı hastalıklar yayılır.
Mekke emiri Abdullah bin Zübeyr, bu şekilde yaşamaktansa vuruşarak ölmeyi tercih eder ve çıkan çatışmada şehid olur.
Kafası kesilir, Şam’a gönderilir. Zalim Haccac, Mekke’de katlimalarına devam eder. Yıkılan Kabe’yi yaktırır!
Bu gelişmelerden sonra denilir ki; Yezid, Bedir’de öldürülen müşriklerin intikamının alındığına dair şiir okur.
Yezid bu katliamları bir zafer olarak görür. Eğlenmek için av partisi düzenler. Dağda bir geyiğin arkasından yalnız gider. Kamp yerine atı döndüğünde, Yezid’in ayağı üzengide takılı, yerlerde sürüklenerek vücudu paramparça olarak ölmüş halde gelir. Yıl 683.
ALINTI
3 ay önce
«Ergenekon» Destanı, Büyük Türk Destanı'nın bir parçasıdır. Kök-Türkler çağını konu alır. «Ergenekon» Destanı'nın, Türk destanlarının içinde ayrı ve seçkin bir yeri olup, en büyük Türk destanlarından biridir. «Ergenekon» Destanı'nın, Türk toplum yaşamında yüzyıllarca etkisi olduğu gibi, bugün bile Anadolu'nun dağlık köylerinde, birtakım gelenek ve göreneklerde etkisi görülmektedir. «Ergenekon» Destanı, «Bozkurt» Destanı'nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu «Bozkurt» Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, «Ergenekon» Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır. Çin tarihlerinin de yazmış olduğu «Bozkurt» Destanı'nın bittiği yerde, «Ergenekon» Destanı başlar. «Bozkurt» Efsanesi'nin devamı, «Ergenekon» Destanı'dır. «Ergenekon» Destanı, Cengiz Han çağında moğollaştırılmıştır. Ancak bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça Kök Türkler ile ilgilidir.
***
Kök Türk Devleti, MS 6.yy.dan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır. Böyle büyük ve güçlü bir devletin, ilkel Moğollar'dan bir efsane alıp kökenlerini ona dayandırması mümkün değildir. Ayrıca, Ergenekon Destanı'nın ana motiflerinden biri, Demirci'dir. Destanda demirci, dağda demir madeni bulur ve Türkler bu demir madenini eriterek Bozkurt'un önderliğinde «Ergenekon»'dan çıkarlar. Unutmamak gerekir ki, Göktürkler'in ataları da demirci idiler. Onlar en iyi çelikleri işler, başka devletlere silah olarak satarlardı. Göktürkler'in ataları, demir cevherleriyle dolu dağların eteklerinde türemişler, demirleri eriterek yeryüzüne çıkmışlardı. Sonradan kendilerinin de demirci olmaları bundan ileri gelmektedir.
Göktürkler'in temel toprakları olan Altay ve Sayan dağları, zengin demir madenlerinin bulunduğu bir yerdi. Burada çıkan demirin yüksek cevherli olması ve Türkler tarafından mükemmel bir biçimde işlenmesi, çağın Türk savaş endüstrisinin en önemli özelliği idi. Göktürkler çağında Türkler'in işlettikleri demir ocakları ve dökümevleri bulunmuştur. Göktürkler demirden ürettikleri kılıç, kargı, bıçak gibi savaş araçlarının yanında yine demirden saban, kürek, orak gibi tarım araçlarını yapmakta da usta idiler. Oysa, Göktürklerden tam beş yüzyıl sonra, yine Türklerle birlikte olmak üzere bir devlet kuran Moğollar, demirciliği bilmezlerdi.
Cengiz Han zamanında Moğollar'a elçi olarak gönderilen Çin'deki Sung sülalesinin generali Men Hung, yazmış olduğu «Meng-Ta Pei-lu» adlı ünlü seyahatnamesinde, Moğollar'ın Cengiz Han'dan önce maden işlemeyi bilmediklerini, ok uçlarını bile kemikten yaptıklarını, Moğollar'a demir silahların Uygur Türkleri'nden geldiğini anlatmaktadır. Zaten Moğollar, demirciliği Uygur Türkleri'nden öğrenmişlerdir. Aslında demircilik, o çağın Moğol düşüncesine göre büyücülere özgü korkunç bir sanattı. Ayrıca Bozkurt, Türkler'in kutsal hayvanıdır. Moğollar'ın kutsal hayvanı köpektir.
***
«Ergenekon» Destanı'nda Türkler, Ergenekon ovasından çıkmak istediklerinde yol bulamazlar. Çare olarak da dağların demir madeni içeren bölümlerini eritip bir geçenek açmayı düşünürler. Demir madenini eritmek için dağların çevresine odun-kömür dizilir ve yetmiş deriden yetmiş körük yapılıp yetmiş yere konulur. Yedi ve yetmiş sayıları, dokuz ve katları ile birlikte, Türkler'in mitolojik sayılarındandır. Moğollar'ın mitolojik sayıları ise altı ve altmıştır. Destanda altmış yerine yetmiş sayısına yer verilmesi, bu efsanenin Moğolca bir metinden öğrenilmemiş olduğunu, Türkler'e ait olduğunu gösterir. Mağaralar, Türk mitolojisinde ve Türk halk düşüncesinde önemli bir yer tutarlar. Bu, yalnızca Göktürk efsanelerinde, Bozkurt ve Ergenekon destanlarında değil, Anadolu'daki masallarda da böyledir.
Göktürk efsanelerinin, «Bozkurt» ve «Ergenekon» destanlarındaki motiflerin ufak değişikliklere uğramış örneklerini, Anadolu efsanelerinde de bulabiliriz. Hatta islami hikayelerde bile: Bir Anadolu efsanesinde Muhammed Hanefi (Hz. Ali'nin Hz. Fatma'dan sonra evlendiği ve bu evlilikten olan dört çocuğundan biridir. Diğer Çocukları; ise Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Kasım'dır), önüne çıkan bir geyiği kovalar. Geyik bir mağaradan içeri girer. Muhammed Hanefi de geyiğin arkasından mağaraya girer. Mağaradan geçerek büyük bir ovaya varır ve burada Mine Hatun'la karşılaşır. Dikkat edilirse, bu Anadolu efsanesindeki mağara, Bozkurt'un hayatta kalan tek Türk gencini götürdüğü mağaranın ve mağaradan çıkılan ova da yine «Bozkurt» Destanı'ndaki kurdun, yaşayan tek Türk gencini mağaradan geçerek götürdüğü ovanın aynısıdır. Ayrıca yine bu ova, «Ergenekon» Destanı'ndaki Kayı ile Tokuz Oguz'un yurt tuttukları ovanın aynısıdır.
Altay Türkleri'nin efsanelerinde de «Bozkurt» ve «Ergenekon» destanlarının izlerini görmek mümkündür. Bir Altay efsanesinde, bir bahadır avlanırken karşısına çıkan geyiği kovalamağa başlar. En sonunda bir Bakır-Dağ'ın önüne gelirler. Baştan başa bakırdan yapılmış olan dağ birden açılır ve geyik açılan delikten içeri girer. Genç bahadır da geyiği izler. Az sonra geyik kaybolur. Efsanenin devamında bahadır türlü canavarla, iyi yürekli yaşlı kişilerle, çok güzel kızlarla karşılaşır. Bu Altay efsanesinde de aynı mağara ve mağaradan geçilerek ulaşılan ova motifleri vardır ve bu Altay efsanesi, Muhammed Hanefi'nin efsanesine belirgin bir biçimde benzemektedir. Altay masal ve efsanelerinde bu tür öykülerin daha mitolojik biçimde olanları da vardır.
***
Asya Büyük Hun Devleti'nde, bizzat Hun hakanının başkanlık ettiği törenler vardır. Bu törenlerden en önemlisinde, devletin ileri gelenleri toplanarak Ata Mağarası'na giderler ve orada, hakanın başkanlığında dini törenler yapılır, atalara saygı gösterilir. Aynı törenler, Göktürk Devleti'nde de yapılagelmiştir. Bu adı geçen Ata Mağarası, Bozkurt'un Türk gencini düşmandan kaçırıp sakladığı ve Ergenekon'a ulaştırdığı mağaradır. Ancak bugün, bu mağaranın yeri bilinmiyor. Tabgaçlar da kayaları mağara biçiminde oyarlar ve burada yere, göğe, ata ruhlarına kurban sunarlardı. Bu kurban töreninden sonra da, çevreye kayın ağaçları dikilir, o bölgede kutsal bir orman oluşturulurdu. Asıl önemli olan nokta ise, bütün milletçe bunlara inanılması ve devletin de bu efsaneye saygı göstermesidir. Ayrıca, Aybek üd-Devâdârî'nin anlattığı, Türkler'in kökenine ilişkin «Ay Ata Efsanesi»'nde de mağara ve mağarada türeme motifi vardır. Bu efsanede de, Türkler'in ilk atası olan Ay Ata, bir mağarada meydana gelir. «Ay Ata Efsanesi»'ndeki mağara, ilk ataya bir ana rahmi görevi görmüştür.
«Ergenekon» Destan'ı, Türkler'in yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili kutsal toprakların öyküsüdür. «Ergenekon» Destanı'nın önemli bir çizgisi, Türkler'in demircilik geleneğidir. Maden işlemek, demirden ve en iyi çelikten silahlar yapmak, Eski Türkler'in doğal sanatı ve övüncü idi. Ergenekon Destanı'nda Türkler, demirden bir dağı eritmiş ve bunu yapan kahramanlarını da ölümsüzleştirmişlerdir. «Ergenekon» Destanı ilk kez, Cengiz Han'ın kurmuş olduğu Türk-Moğol Devleti'nin tarihçisi Reşideddin tarafından saptanmıştır. Reşideddin, «Câmi üt-Tevârih» adlı eserinde «Ergenekon» Destanı ile ilgili geniş bilgiler vermektedir. Fakat Reşideddin, – yukarıda da değinildiği gibi – bir Türk destanı olan Ergenekon Destanı'nı moğollaştırmıştır («Ergenekon» Destanı'nın nasıl moğollaştırıldığı hakkında Prof.Dr.Bahaeddin Ögel'in, «Türk Mitolojisi» adlı yapıtında geniş bilgiler vardır).
***
Ergenekon Destanı, Hıve hanı Ebulgazi Bahadır Han'ın 17.yy.da yazmış bulunduğu «Şecere-Türk» (Türkler'in Soy Kütüğü) adlı esere de kaydedilmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşında'ki Anadolu'yu, «Ergenekon»'a benzeterek aynı adı taşıyan bir kitap yazmıştır. «Ergenekon» Destanı'nda Bozkurt, öteki Türk destanlarında da olduğu gibi, ön planda ve baş roldedir. Bu kez Türkler'e yol göstericilik, kılavuzluk yapmaktadır. Bir rivayete göre Türkler, Ergenekon'dan 9 Martta çıkmışlardır. Başka bir rivayet ise bu tarihi 21 Mart (Nevruz Bayramı) olarak verir. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon'dan çıkış işlemleri 9 Martta başlamış, 21 Martta da tamamlanmıştır.
Kayıtlı Üye
Kaynak https://www.msxlabs.org/fo...
***
Kök Türk Devleti, MS 6.yy.dan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır. Böyle büyük ve güçlü bir devletin, ilkel Moğollar'dan bir efsane alıp kökenlerini ona dayandırması mümkün değildir. Ayrıca, Ergenekon Destanı'nın ana motiflerinden biri, Demirci'dir. Destanda demirci, dağda demir madeni bulur ve Türkler bu demir madenini eriterek Bozkurt'un önderliğinde «Ergenekon»'dan çıkarlar. Unutmamak gerekir ki, Göktürkler'in ataları da demirci idiler. Onlar en iyi çelikleri işler, başka devletlere silah olarak satarlardı. Göktürkler'in ataları, demir cevherleriyle dolu dağların eteklerinde türemişler, demirleri eriterek yeryüzüne çıkmışlardı. Sonradan kendilerinin de demirci olmaları bundan ileri gelmektedir.
Göktürkler'in temel toprakları olan Altay ve Sayan dağları, zengin demir madenlerinin bulunduğu bir yerdi. Burada çıkan demirin yüksek cevherli olması ve Türkler tarafından mükemmel bir biçimde işlenmesi, çağın Türk savaş endüstrisinin en önemli özelliği idi. Göktürkler çağında Türkler'in işlettikleri demir ocakları ve dökümevleri bulunmuştur. Göktürkler demirden ürettikleri kılıç, kargı, bıçak gibi savaş araçlarının yanında yine demirden saban, kürek, orak gibi tarım araçlarını yapmakta da usta idiler. Oysa, Göktürklerden tam beş yüzyıl sonra, yine Türklerle birlikte olmak üzere bir devlet kuran Moğollar, demirciliği bilmezlerdi.
Cengiz Han zamanında Moğollar'a elçi olarak gönderilen Çin'deki Sung sülalesinin generali Men Hung, yazmış olduğu «Meng-Ta Pei-lu» adlı ünlü seyahatnamesinde, Moğollar'ın Cengiz Han'dan önce maden işlemeyi bilmediklerini, ok uçlarını bile kemikten yaptıklarını, Moğollar'a demir silahların Uygur Türkleri'nden geldiğini anlatmaktadır. Zaten Moğollar, demirciliği Uygur Türkleri'nden öğrenmişlerdir. Aslında demircilik, o çağın Moğol düşüncesine göre büyücülere özgü korkunç bir sanattı. Ayrıca Bozkurt, Türkler'in kutsal hayvanıdır. Moğollar'ın kutsal hayvanı köpektir.
***
«Ergenekon» Destanı'nda Türkler, Ergenekon ovasından çıkmak istediklerinde yol bulamazlar. Çare olarak da dağların demir madeni içeren bölümlerini eritip bir geçenek açmayı düşünürler. Demir madenini eritmek için dağların çevresine odun-kömür dizilir ve yetmiş deriden yetmiş körük yapılıp yetmiş yere konulur. Yedi ve yetmiş sayıları, dokuz ve katları ile birlikte, Türkler'in mitolojik sayılarındandır. Moğollar'ın mitolojik sayıları ise altı ve altmıştır. Destanda altmış yerine yetmiş sayısına yer verilmesi, bu efsanenin Moğolca bir metinden öğrenilmemiş olduğunu, Türkler'e ait olduğunu gösterir. Mağaralar, Türk mitolojisinde ve Türk halk düşüncesinde önemli bir yer tutarlar. Bu, yalnızca Göktürk efsanelerinde, Bozkurt ve Ergenekon destanlarında değil, Anadolu'daki masallarda da böyledir.
Göktürk efsanelerinin, «Bozkurt» ve «Ergenekon» destanlarındaki motiflerin ufak değişikliklere uğramış örneklerini, Anadolu efsanelerinde de bulabiliriz. Hatta islami hikayelerde bile: Bir Anadolu efsanesinde Muhammed Hanefi (Hz. Ali'nin Hz. Fatma'dan sonra evlendiği ve bu evlilikten olan dört çocuğundan biridir. Diğer Çocukları; ise Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Kasım'dır), önüne çıkan bir geyiği kovalar. Geyik bir mağaradan içeri girer. Muhammed Hanefi de geyiğin arkasından mağaraya girer. Mağaradan geçerek büyük bir ovaya varır ve burada Mine Hatun'la karşılaşır. Dikkat edilirse, bu Anadolu efsanesindeki mağara, Bozkurt'un hayatta kalan tek Türk gencini götürdüğü mağaranın ve mağaradan çıkılan ova da yine «Bozkurt» Destanı'ndaki kurdun, yaşayan tek Türk gencini mağaradan geçerek götürdüğü ovanın aynısıdır. Ayrıca yine bu ova, «Ergenekon» Destanı'ndaki Kayı ile Tokuz Oguz'un yurt tuttukları ovanın aynısıdır.
Altay Türkleri'nin efsanelerinde de «Bozkurt» ve «Ergenekon» destanlarının izlerini görmek mümkündür. Bir Altay efsanesinde, bir bahadır avlanırken karşısına çıkan geyiği kovalamağa başlar. En sonunda bir Bakır-Dağ'ın önüne gelirler. Baştan başa bakırdan yapılmış olan dağ birden açılır ve geyik açılan delikten içeri girer. Genç bahadır da geyiği izler. Az sonra geyik kaybolur. Efsanenin devamında bahadır türlü canavarla, iyi yürekli yaşlı kişilerle, çok güzel kızlarla karşılaşır. Bu Altay efsanesinde de aynı mağara ve mağaradan geçilerek ulaşılan ova motifleri vardır ve bu Altay efsanesi, Muhammed Hanefi'nin efsanesine belirgin bir biçimde benzemektedir. Altay masal ve efsanelerinde bu tür öykülerin daha mitolojik biçimde olanları da vardır.
***
Asya Büyük Hun Devleti'nde, bizzat Hun hakanının başkanlık ettiği törenler vardır. Bu törenlerden en önemlisinde, devletin ileri gelenleri toplanarak Ata Mağarası'na giderler ve orada, hakanın başkanlığında dini törenler yapılır, atalara saygı gösterilir. Aynı törenler, Göktürk Devleti'nde de yapılagelmiştir. Bu adı geçen Ata Mağarası, Bozkurt'un Türk gencini düşmandan kaçırıp sakladığı ve Ergenekon'a ulaştırdığı mağaradır. Ancak bugün, bu mağaranın yeri bilinmiyor. Tabgaçlar da kayaları mağara biçiminde oyarlar ve burada yere, göğe, ata ruhlarına kurban sunarlardı. Bu kurban töreninden sonra da, çevreye kayın ağaçları dikilir, o bölgede kutsal bir orman oluşturulurdu. Asıl önemli olan nokta ise, bütün milletçe bunlara inanılması ve devletin de bu efsaneye saygı göstermesidir. Ayrıca, Aybek üd-Devâdârî'nin anlattığı, Türkler'in kökenine ilişkin «Ay Ata Efsanesi»'nde de mağara ve mağarada türeme motifi vardır. Bu efsanede de, Türkler'in ilk atası olan Ay Ata, bir mağarada meydana gelir. «Ay Ata Efsanesi»'ndeki mağara, ilk ataya bir ana rahmi görevi görmüştür.
«Ergenekon» Destan'ı, Türkler'in yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili kutsal toprakların öyküsüdür. «Ergenekon» Destanı'nın önemli bir çizgisi, Türkler'in demircilik geleneğidir. Maden işlemek, demirden ve en iyi çelikten silahlar yapmak, Eski Türkler'in doğal sanatı ve övüncü idi. Ergenekon Destanı'nda Türkler, demirden bir dağı eritmiş ve bunu yapan kahramanlarını da ölümsüzleştirmişlerdir. «Ergenekon» Destanı ilk kez, Cengiz Han'ın kurmuş olduğu Türk-Moğol Devleti'nin tarihçisi Reşideddin tarafından saptanmıştır. Reşideddin, «Câmi üt-Tevârih» adlı eserinde «Ergenekon» Destanı ile ilgili geniş bilgiler vermektedir. Fakat Reşideddin, – yukarıda da değinildiği gibi – bir Türk destanı olan Ergenekon Destanı'nı moğollaştırmıştır («Ergenekon» Destanı'nın nasıl moğollaştırıldığı hakkında Prof.Dr.Bahaeddin Ögel'in, «Türk Mitolojisi» adlı yapıtında geniş bilgiler vardır).
***
Ergenekon Destanı, Hıve hanı Ebulgazi Bahadır Han'ın 17.yy.da yazmış bulunduğu «Şecere-Türk» (Türkler'in Soy Kütüğü) adlı esere de kaydedilmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşında'ki Anadolu'yu, «Ergenekon»'a benzeterek aynı adı taşıyan bir kitap yazmıştır. «Ergenekon» Destanı'nda Bozkurt, öteki Türk destanlarında da olduğu gibi, ön planda ve baş roldedir. Bu kez Türkler'e yol göstericilik, kılavuzluk yapmaktadır. Bir rivayete göre Türkler, Ergenekon'dan 9 Martta çıkmışlardır. Başka bir rivayet ise bu tarihi 21 Mart (Nevruz Bayramı) olarak verir. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon'dan çıkış işlemleri 9 Martta başlamış, 21 Martta da tamamlanmıştır.
Kayıtlı Üye
Kaynak https://www.msxlabs.org/fo...

Türk Destanları - Ergenekon Destanı
Ergenekon Destanı Türklerin türeyişlerini ve çoğalmalarını anlatan destan. Ergene (sarp) ve kon (dağ beli, yamaç) ... Edebiyat forumu 'Türk Destanları - Ergenekon Destanı' konusu.
https://www.msxlabs.org/forum/edebiyat/14284-turk-destanlari-ergenekon-destani.html
3 ay önce
MEVALİ
2020 Yılı Mart Ayında Suudi Müftüsü: “Türk’ler Mevalidir, İslamı Temsil Edemezler” Diye Fetva Verdi...
Mevali Ne Demek?
İslamiyetten önce Araplar “Azad edilmiş kölelere” Mevali diyordu.
İslamiyetten sonra, Mevali kavramı, Arap olmayan Müslüman Milletler için kullanıldı. Kullanılıyor.
Arap geleneğine göre; Mevali'nin malı, parası, karısı, kızı Araba helal sayılıyor.
Mevaliden doğan çocuk veliaht olamıyor.
Arap tarihinde, Mevali denildiği zaman akla Türk’ler geliyor.
Türk’ler, islamiyet dünyaya indiği 612 yılından, üç asır sonra, 934 yılında Müslüman olmuşlardı.
Onlara göre Kuran “Mekke ve etrafında yaşayan insanları uyarmak için, arapça inmiş” bir kitaptı ve bu ayet ile sabitti. O dönemde, Mekke etrafında Araplar yaşadığına göre mekanın sahibi onlardı.
“Her millete bir peygamber gönderdik” şeklindeki Kuran hükmünü, Araplar, “Hz. Muhammed Araplar için gelmiş Peygamberdir” diye anladılar.
Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler.
Sonradan Müslüman olan başka milletleri MEVALİ diye tanımladılar.
Emevi döneminde başlayan, İslamdaki ayrıcalığa ilk karşı çıkan Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (699-767) olmuştur. Büyük İmam diye tanımlanan Ebu Hanife, mevali geleneğine karşı çıkması yüzünden, arapların hışmına uğramıştır.
Sonradan Müslüman olan Türklerin Hanefi Mezhebini seçmeleri tesadüf değildir.
Mevali kavramı, sadece Emevilere mahsus değildi. Abbasiler’de aynı geleneği devam ettiriler. Bağdattaki Abbasi Halifesi, kendini kurtaran Selçuklu Sultanı Tuğrul Beye kızını vermedi. Gerekçe, Tuğrul Bey'in Türk olması ve Mevali sayılmasıydı.
Tarihin hiç bir döneminde, Araplar, Türklerin İslami liderliğini ve egemenliğini tanımadılar. İlk fırsatta Türklere karşı isyan ettiler...
Hilafeti temsil eden Osmanlıya karşı, İngilizlerle beraber savaşan Arap isyancılar binlerce Mehmetçiğimizin vahşice kanını akıttılar...
Bu anlayışın gerisinde MEVALİ geleneği yatıyordu...
Nitekim;
- Osmanlıya isyan eden Arapların başındaki isyancı Şerif Hüseyin İstanbul doğumluydu. Ve Haşimi soyundan geldiği için Mekke Şerifi tayin edilmişti. Hain Şerif Hüseyine göre, Türkler Mevali idi. Mevaliden Halife olamazdı...
Mevali'nin iktidarına karşı gelmek, İslama karşı durmak anlamına gelmezdi...
Bu anlayış, Arapların Türklere karşı isyan etmelerine yeterli gelmiştir...
-
2020 yılı Mart ayında Suudi Müftüsü: “Türkler mevalidir, İslamı temsil edemezler” diye fetva verdi...
Türklere karşı Suudilerin, Yunan tarafını tutması ve PKK'ya para yardımı yapmasının gerisinde Mevali anlayışı yatıyor...
Tarihin hiç bir döneminde Araplar (yöneticiler), Türkleri kendileri ile eşit Müslüman saymadılar...
Zira, Arap kültürüne göre, Mevali'nin iktidarı meşru sayılmıyor. Türkler ise ısrarla tüm bunlara rağmen Araplara layık olmadıkları sevgiyi göstermişler, siyasi ümmetcilik yaparak, arapları bile kendilerine güldürmüşlerdir...
Bu tarihi gerçeği her Türk insanı bilmeli, ona göre hareket etmelidir...
-Ramazan Kurtoğlu-
2020 Yılı Mart Ayında Suudi Müftüsü: “Türk’ler Mevalidir, İslamı Temsil Edemezler” Diye Fetva Verdi...
Mevali Ne Demek?
İslamiyetten önce Araplar “Azad edilmiş kölelere” Mevali diyordu.
İslamiyetten sonra, Mevali kavramı, Arap olmayan Müslüman Milletler için kullanıldı. Kullanılıyor.
Arap geleneğine göre; Mevali'nin malı, parası, karısı, kızı Araba helal sayılıyor.
Mevaliden doğan çocuk veliaht olamıyor.
Arap tarihinde, Mevali denildiği zaman akla Türk’ler geliyor.
Türk’ler, islamiyet dünyaya indiği 612 yılından, üç asır sonra, 934 yılında Müslüman olmuşlardı.
Onlara göre Kuran “Mekke ve etrafında yaşayan insanları uyarmak için, arapça inmiş” bir kitaptı ve bu ayet ile sabitti. O dönemde, Mekke etrafında Araplar yaşadığına göre mekanın sahibi onlardı.
“Her millete bir peygamber gönderdik” şeklindeki Kuran hükmünü, Araplar, “Hz. Muhammed Araplar için gelmiş Peygamberdir” diye anladılar.
Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler.
Sonradan Müslüman olan başka milletleri MEVALİ diye tanımladılar.
Emevi döneminde başlayan, İslamdaki ayrıcalığa ilk karşı çıkan Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (699-767) olmuştur. Büyük İmam diye tanımlanan Ebu Hanife, mevali geleneğine karşı çıkması yüzünden, arapların hışmına uğramıştır.
Sonradan Müslüman olan Türklerin Hanefi Mezhebini seçmeleri tesadüf değildir.
Mevali kavramı, sadece Emevilere mahsus değildi. Abbasiler’de aynı geleneği devam ettiriler. Bağdattaki Abbasi Halifesi, kendini kurtaran Selçuklu Sultanı Tuğrul Beye kızını vermedi. Gerekçe, Tuğrul Bey'in Türk olması ve Mevali sayılmasıydı.
Tarihin hiç bir döneminde, Araplar, Türklerin İslami liderliğini ve egemenliğini tanımadılar. İlk fırsatta Türklere karşı isyan ettiler...
Hilafeti temsil eden Osmanlıya karşı, İngilizlerle beraber savaşan Arap isyancılar binlerce Mehmetçiğimizin vahşice kanını akıttılar...
Bu anlayışın gerisinde MEVALİ geleneği yatıyordu...
Nitekim;
- Osmanlıya isyan eden Arapların başındaki isyancı Şerif Hüseyin İstanbul doğumluydu. Ve Haşimi soyundan geldiği için Mekke Şerifi tayin edilmişti. Hain Şerif Hüseyine göre, Türkler Mevali idi. Mevaliden Halife olamazdı...
Mevali'nin iktidarına karşı gelmek, İslama karşı durmak anlamına gelmezdi...
Bu anlayış, Arapların Türklere karşı isyan etmelerine yeterli gelmiştir...
-
2020 yılı Mart ayında Suudi Müftüsü: “Türkler mevalidir, İslamı temsil edemezler” diye fetva verdi...
Türklere karşı Suudilerin, Yunan tarafını tutması ve PKK'ya para yardımı yapmasının gerisinde Mevali anlayışı yatıyor...
Tarihin hiç bir döneminde Araplar (yöneticiler), Türkleri kendileri ile eşit Müslüman saymadılar...
Zira, Arap kültürüne göre, Mevali'nin iktidarı meşru sayılmıyor. Türkler ise ısrarla tüm bunlara rağmen Araplara layık olmadıkları sevgiyi göstermişler, siyasi ümmetcilik yaparak, arapları bile kendilerine güldürmüşlerdir...
Bu tarihi gerçeği her Türk insanı bilmeli, ona göre hareket etmelidir...
-Ramazan Kurtoğlu-
3 ay önce
Osman Gazi’nin vasiyeti, Orhan Gazi’nin zaferi ile Osmanlı’nın ilk başkenti, 6 padişahın hüküm sürdüğü, 20 şehzadeye ev sahipliği yapan, alimler ve evliyalar şehri Bursa...Fethi’nin 699.Yıl Dönümü Kutlu olsun!..
4 ay önce
Zina yaparken yakalanan bir kadın Hz. İsa’nın huzuruna getirilir…
Halk öfkelidir...
Kadının recm cezasıyla taşlanarak öldürülmesini istemektedir…
Hz. İsa kavminin bu isteğini reddetmez… Eğilir yerden bir taş alır…
Ve yere bir daire çizer…
Daire Allah'ın izni ve kudretiyle bir aynaya çevrilir...
Ve aynaya bakan herkes geçmişte işlediği günahları tüm çıplaklığıyla görür...
Hz. İsa doğrulur,
0 kalabalığa doğru döner ve;
"Hadi, ilk taşı en günahsız olanınız atsın" der.
Kimse kadına taş atmaya cesaret edemez…
Çünkü herkes haddinden fazla günahkardır…
Biri kadına taş atacak olsa günahları herkesin içinde ifşa olacaktır…
Kimse taş atmaya cesaret edemeyince,
Hz. İsa kadını affederek oradan gönderir....
Evet, cennetteki yerini babadan kalan miras malı gibi garanti görenler şimdi söyleyin, bakalım…
Hangimiz diğerimizden daha az günahsızız?
Amel defterlerimiz boynumuza asılı kalsaydı acaba kaçımızın birbirine bakacak yüzü olurdu?
Veyahut, günahlarımızın rengi yüzümüze yansısaydı kaç tanemiz sokaklarda rahat gezebilirdik?
Sorular çok ağır mı oldu?
Ahirette daha ağırı olacak…
Evet, hiç birimiz günahsız veya hatasız değiliz…
Ama her nedense hepimiz cüretkarız…
Her birimiz, başkalarının günahlarını ve hatalarını izlemekten, onları yargılamaktan, kendi günahımızla ve hatalarımızla yüzleşmeye vakit bulamıyoruz...
Allah affederken, kul yargılıyor.
Kula, kulun sorması gereken soruları sormamız lazım iken, Allah'ın soracağı soruları soruyoruz...
KUSUR HATA ARIYORSAN BÜTÜN AYNALAR SENİN...!
DÖN AYNAYA BAK....
Halk öfkelidir...
Kadının recm cezasıyla taşlanarak öldürülmesini istemektedir…
Hz. İsa kavminin bu isteğini reddetmez… Eğilir yerden bir taş alır…
Ve yere bir daire çizer…
Daire Allah'ın izni ve kudretiyle bir aynaya çevrilir...
Ve aynaya bakan herkes geçmişte işlediği günahları tüm çıplaklığıyla görür...
Hz. İsa doğrulur,
0 kalabalığa doğru döner ve;
"Hadi, ilk taşı en günahsız olanınız atsın" der.
Kimse kadına taş atmaya cesaret edemez…
Çünkü herkes haddinden fazla günahkardır…
Biri kadına taş atacak olsa günahları herkesin içinde ifşa olacaktır…
Kimse taş atmaya cesaret edemeyince,
Hz. İsa kadını affederek oradan gönderir....
Evet, cennetteki yerini babadan kalan miras malı gibi garanti görenler şimdi söyleyin, bakalım…
Hangimiz diğerimizden daha az günahsızız?
Amel defterlerimiz boynumuza asılı kalsaydı acaba kaçımızın birbirine bakacak yüzü olurdu?
Veyahut, günahlarımızın rengi yüzümüze yansısaydı kaç tanemiz sokaklarda rahat gezebilirdik?
Sorular çok ağır mı oldu?
Ahirette daha ağırı olacak…
Evet, hiç birimiz günahsız veya hatasız değiliz…
Ama her nedense hepimiz cüretkarız…
Her birimiz, başkalarının günahlarını ve hatalarını izlemekten, onları yargılamaktan, kendi günahımızla ve hatalarımızla yüzleşmeye vakit bulamıyoruz...
Allah affederken, kul yargılıyor.
Kula, kulun sorması gereken soruları sormamız lazım iken, Allah'ın soracağı soruları soruyoruz...
KUSUR HATA ARIYORSAN BÜTÜN AYNALAR SENİN...!
DÖN AYNAYA BAK....
4 ay önce