22 gün önce
Arapların Türklerle ilk karşılaşmaları halife Hz.Ömer zamanında 645 Yılında #İslam ordularının, #İran 'da #Sasani 'leri yenmelerinden sonra, #Kafkaslar bölgesinde #Araplar , #Horasan , #Mavera -ün nehir ve #Toharistan bölgelerinde #Hazar #Türk 'leri ve #Türgeş Türk'leri ile karşılaştılar...
652 yılında Halife Hz. Osman zamanında ise Hazar Türk'leri ile Arap'lar arasında ilk kez #Türk -#Arap savaşları başladı...
Halife #Osman emrindeki Arap orduları, Hazar Türklerinin topraklarına girip, #Derbent 'i alarak Başşehir olan #Belencer 'e dayandılar...
#Emevi 'lerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra, Arapların Türk ülkelerine doğru ilerleyişleri devam etti...
Türkler ile Araplar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar Emevi'ler döneminde yaşandı...
Mervan Bin Muhammed #Azerbaycan 'a vali tayin edildi. Arap'lar en önemli başarılarını onun zamanında elde ettiler...
Araplar, başşehir Belencer ve büyük şehir Semender'i ve öteki Hazar şehirlerini ele geçirdiler...
Türkleri dağınık ve birbirleriyle yardımlaşamaz durumda yakalayan acımasız Emevi ordusu (Ebu #Kuteybe komutasındaki) yakalayabildiği tüm Türk'leri ya kılıçtan geçirdiler ya da her bir ağaca bir Türk asarak öldürdüler...
Ancak #Karaylar gibi #Litvanya 'ya kaçabilenler,
#Gagauz 'lar (Gök #Oğuzlar ) gibi #Rusya 'ya kaçabilenler, #Bulgar Türk'leri, #Macar Türk'leri ve öteki Avrupa'lı Türk'ler gibi Avrupa'ya kaçabilen hristiyanlar ve de Anadolu'ya kaçabilen Aleviler canlarını kurtardılar…
Asla müslümanlığı kabulllenmediler, genelde Araplara kızgınlıklarından #Karay Türkleri gibi topluca Musevi oldular...
Ya da gittikleri toprakların dinini kabullendiler...
Yüzlerce yıl sonrasında çoğunlukla asimile
oldular...!?
Bu dönemde Orta #Asya 'da #Göktürk 'ler egemenliği hüküm sürmekteydi. Birden fazla Göktürk devleti vardı…
Emevi'lerin genel valisi, Bağdat valisi Haccac (Zalim Haccac ) idi...
Emevi'lerin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad,
674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Mavera-ün nehirin önemli şehirlerinden Buhara 'yı kuşattı...
Üç günde Buhara 'da pek çok Göktürk öldürüldü...
Buhara'nın Göktürk Melikesi Kabaç Hatun, ağır bir vergi ve daha ağır kabul edilemez şartlar karşılığında Ubeydullah Bin Ziyad ile anlaşma yaptı...
Bu anlaşma sonucu olarak, Güney Göktürk'ler Emevi tutsaklığını kabul ettiler...
Güney Göktürk gençleri, Kurşun arap askeri oldular...
Arap'lar evli- bekâr istedikleri Güney Göktürk kadınlarını kendilerine cariye yaptılar...
İşe yaramayan öteki Türk'leri de, boyunlarına Damga vurup kendilerine Köle yaptılar ve istedikleri Göktürk'lüyü boyunlarına ip bağlayıp köle olarak alıp sattılar ve köle ticaretini yaptılar...
Bu tutsaklık 150 yıla yakın devam etti...
Hani Türkler için, “Türkler kılıçla Müslüman oldu ” derler ya…!!!
Keşke kılıçla müslüman olsaydık...
Tutsaklık anlaşmasıyla Kölelik yaparak, köle olarak alınıp satılarak, Göktürk Kadınları Araplara cariyelik yaparak müslüman oldular...
Yani Araplar Türkleri, insanlık dışı bir şekilde, zorla müslümanlaştırdılar...
Tarihte ilk defa bir ulus (Güney Göktürk'ler), sözleşme ile tutsaklığı kabul etti...
Araplar, Horasan valisi Ebu Kuteybe Bin Müslim zamanında bütün Mavera-ün nehir'i ve Batı #Türkistan 'ı ele geçirdiler...
Baykent, Buhara, Semerkant ve Kaşgar gibi önemli Türk şehirleri Araplar tarafından yağmalandı...
Pek çok Türk öldürüldü...
Ebu Kuteybe'nin ölümünden sonra Araplar zayıflamaya başladılar...
Göktürk'lerin batı kanadında yer alan Türgeş Türkleri, Arapları çekilmeye zorlamış ve bu mücadele Güney Göktürk'lerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745).
Güney Göktürk egemenliğinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çin'liler, batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır...
Bu dönemde Mavera-ün nehir (Irmağın öte yakası) bölgesinin savunmasını, Türgeş'lerin yerini alan Karluk Türk'leri üstlenmiştir...
Ancak bu mücadeleler 763 yılına kadar devam etmiştir...
763 yılında Emevi'ler yıkılıyor ama Güney Göktürk'ler öylesine kötürüm edilmişler ki, Öylesine köle yapılmışlar, ümmetleştirilmişler ki asla ayağa kalkamıyorlar...
Korkudan kıpırdayamıyorlar...
Emevilerin yerine, 763 de Abbasiler kuruluyor ve Abbasi devlet kararı alıp, Türk'lere kademeli olarak “İyi davranmak” kararı alıyorlar...
Devlet kararlarını Göktürklere anlaşma ile resmen bildiriyorlar...
800 yılları civarında fırsat bulan Göktürk'ler daha batıya, Anadolu'ya doğru kaçıp kurtuluyorlar...
“ Türkü öldürünüz, kanı helaldir ” Sözü kime aittir?
Arap Komutan Ebu Kuteybe'nin şu sözü meşhurdur.”
"Üç kelimelik ömrüm kalsa, (Uktülühü -uktülühü -uktülühü)" derim...
(Hepsini öldürün- hepsini öldürün- hepsini öldürün)
......ve gerçekten de hepsini öldürdüler...
Bu 645 yılından 800 yıllarına kadar süren Türk-Arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;
- 100 binin üzerinde Türk katledilmiştir.
-50 binin üzerinde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
- Şehirler yağmalanmış , “ganimet” diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
- Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamı”nda 40 bin kadar Türkün kafaları kesilerek 4 fersah (yak.24 km) yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.
(Tarihte böyle bir vahşetin örneği çok azdır.)
- Aynı şekilde “Curcan Katliamı”nda"da esir alınan yaklaşık 40 bin Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman tutulmamış, "Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
Tabari bunları hadislerinde açık açık anlatır.
- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
- Bu tarihi gerçekler "aman İslâma leke gelmesin, Islâm etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte, hiç bahsi bile geçmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir.
Bizim sahtekar dinciler,Türkler okuyup uyanmasin, islama zarar gelmesin diye...
Bazı cesur yazarlarda kaynakları ile kitaplar yazmıştır...
Arif TEKİN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Erdogan AYDIN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Zekeriya KİTAPÇI - (TÜRKLER ansiklopedisi
TABERİ tarihi. Arap Tarihçi.)
KAYNAK:
(İslâm, Alimi, Tarihi TABARİ. Cilt/ 3/ sayfa 343).
(Türklere yapılan Talkan ve Curcan Katliamı.
Tarih-i Taberi / Cilt 3)
652 yılında Halife Hz. Osman zamanında ise Hazar Türk'leri ile Arap'lar arasında ilk kez #Türk -#Arap savaşları başladı...
Halife #Osman emrindeki Arap orduları, Hazar Türklerinin topraklarına girip, #Derbent 'i alarak Başşehir olan #Belencer 'e dayandılar...
#Emevi 'lerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra, Arapların Türk ülkelerine doğru ilerleyişleri devam etti...
Türkler ile Araplar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar Emevi'ler döneminde yaşandı...
Mervan Bin Muhammed #Azerbaycan 'a vali tayin edildi. Arap'lar en önemli başarılarını onun zamanında elde ettiler...
Araplar, başşehir Belencer ve büyük şehir Semender'i ve öteki Hazar şehirlerini ele geçirdiler...
Türkleri dağınık ve birbirleriyle yardımlaşamaz durumda yakalayan acımasız Emevi ordusu (Ebu #Kuteybe komutasındaki) yakalayabildiği tüm Türk'leri ya kılıçtan geçirdiler ya da her bir ağaca bir Türk asarak öldürdüler...
Ancak #Karaylar gibi #Litvanya 'ya kaçabilenler,
#Gagauz 'lar (Gök #Oğuzlar ) gibi #Rusya 'ya kaçabilenler, #Bulgar Türk'leri, #Macar Türk'leri ve öteki Avrupa'lı Türk'ler gibi Avrupa'ya kaçabilen hristiyanlar ve de Anadolu'ya kaçabilen Aleviler canlarını kurtardılar…
Asla müslümanlığı kabulllenmediler, genelde Araplara kızgınlıklarından #Karay Türkleri gibi topluca Musevi oldular...
Ya da gittikleri toprakların dinini kabullendiler...
Yüzlerce yıl sonrasında çoğunlukla asimile
oldular...!?
Bu dönemde Orta #Asya 'da #Göktürk 'ler egemenliği hüküm sürmekteydi. Birden fazla Göktürk devleti vardı…
Emevi'lerin genel valisi, Bağdat valisi Haccac (Zalim Haccac ) idi...
Emevi'lerin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad,
674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Mavera-ün nehirin önemli şehirlerinden Buhara 'yı kuşattı...
Üç günde Buhara 'da pek çok Göktürk öldürüldü...
Buhara'nın Göktürk Melikesi Kabaç Hatun, ağır bir vergi ve daha ağır kabul edilemez şartlar karşılığında Ubeydullah Bin Ziyad ile anlaşma yaptı...
Bu anlaşma sonucu olarak, Güney Göktürk'ler Emevi tutsaklığını kabul ettiler...
Güney Göktürk gençleri, Kurşun arap askeri oldular...
Arap'lar evli- bekâr istedikleri Güney Göktürk kadınlarını kendilerine cariye yaptılar...
İşe yaramayan öteki Türk'leri de, boyunlarına Damga vurup kendilerine Köle yaptılar ve istedikleri Göktürk'lüyü boyunlarına ip bağlayıp köle olarak alıp sattılar ve köle ticaretini yaptılar...
Bu tutsaklık 150 yıla yakın devam etti...
Hani Türkler için, “Türkler kılıçla Müslüman oldu ” derler ya…!!!
Keşke kılıçla müslüman olsaydık...
Tutsaklık anlaşmasıyla Kölelik yaparak, köle olarak alınıp satılarak, Göktürk Kadınları Araplara cariyelik yaparak müslüman oldular...
Yani Araplar Türkleri, insanlık dışı bir şekilde, zorla müslümanlaştırdılar...
Tarihte ilk defa bir ulus (Güney Göktürk'ler), sözleşme ile tutsaklığı kabul etti...
Araplar, Horasan valisi Ebu Kuteybe Bin Müslim zamanında bütün Mavera-ün nehir'i ve Batı #Türkistan 'ı ele geçirdiler...
Baykent, Buhara, Semerkant ve Kaşgar gibi önemli Türk şehirleri Araplar tarafından yağmalandı...
Pek çok Türk öldürüldü...
Ebu Kuteybe'nin ölümünden sonra Araplar zayıflamaya başladılar...
Göktürk'lerin batı kanadında yer alan Türgeş Türkleri, Arapları çekilmeye zorlamış ve bu mücadele Güney Göktürk'lerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745).
Güney Göktürk egemenliğinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çin'liler, batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır...
Bu dönemde Mavera-ün nehir (Irmağın öte yakası) bölgesinin savunmasını, Türgeş'lerin yerini alan Karluk Türk'leri üstlenmiştir...
Ancak bu mücadeleler 763 yılına kadar devam etmiştir...
763 yılında Emevi'ler yıkılıyor ama Güney Göktürk'ler öylesine kötürüm edilmişler ki, Öylesine köle yapılmışlar, ümmetleştirilmişler ki asla ayağa kalkamıyorlar...
Korkudan kıpırdayamıyorlar...
Emevilerin yerine, 763 de Abbasiler kuruluyor ve Abbasi devlet kararı alıp, Türk'lere kademeli olarak “İyi davranmak” kararı alıyorlar...
Devlet kararlarını Göktürklere anlaşma ile resmen bildiriyorlar...
800 yılları civarında fırsat bulan Göktürk'ler daha batıya, Anadolu'ya doğru kaçıp kurtuluyorlar...
“ Türkü öldürünüz, kanı helaldir ” Sözü kime aittir?
Arap Komutan Ebu Kuteybe'nin şu sözü meşhurdur.”
"Üç kelimelik ömrüm kalsa, (Uktülühü -uktülühü -uktülühü)" derim...
(Hepsini öldürün- hepsini öldürün- hepsini öldürün)
......ve gerçekten de hepsini öldürdüler...
Bu 645 yılından 800 yıllarına kadar süren Türk-Arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;
- 100 binin üzerinde Türk katledilmiştir.
-50 binin üzerinde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
- Şehirler yağmalanmış , “ganimet” diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
- Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamı”nda 40 bin kadar Türkün kafaları kesilerek 4 fersah (yak.24 km) yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.
(Tarihte böyle bir vahşetin örneği çok azdır.)
- Aynı şekilde “Curcan Katliamı”nda"da esir alınan yaklaşık 40 bin Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman tutulmamış, "Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
Tabari bunları hadislerinde açık açık anlatır.
- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
- Bu tarihi gerçekler "aman İslâma leke gelmesin, Islâm etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte, hiç bahsi bile geçmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir.
Bizim sahtekar dinciler,Türkler okuyup uyanmasin, islama zarar gelmesin diye...
Bazı cesur yazarlarda kaynakları ile kitaplar yazmıştır...
Arif TEKİN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Erdogan AYDIN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Zekeriya KİTAPÇI - (TÜRKLER ansiklopedisi
TABERİ tarihi. Arap Tarihçi.)
KAYNAK:
(İslâm, Alimi, Tarihi TABARİ. Cilt/ 3/ sayfa 343).
(Türklere yapılan Talkan ve Curcan Katliamı.
Tarih-i Taberi / Cilt 3)
29 gün önce
RUM YUNANLI DEĞİLDİR!
TURUVALILAR MI TÜRKTÜR,
TÜRKLER Mİ TURUVALIDIR ?
Büyükada”ya göçtüğümden beri, bir konu bana dokunuyor.
Rum müziği diye Yunan müziği çalınıyor adalarda. Ayrıca Rumların öz yurdu olarak Yunanistan tanınıyor, ötesi Türk- Rum kardeşliği için Yunan bayrağı sallanıyor, hora tepiliyor, Ege Adaları yerine “Yunan Adaları” deniliyor”!
Burada bir geçmiş(tarih) öğretisi vermeyeceğim. Ancak, geçmişin katmanları içinde Gündoğan’a (Anadolu’ya) bakıp, Rum kim, Türk kim ona bakacağız.
Ön Türkler: Türk Dili araştırmacısı Kazım Mirşan’a göre bundan 14 bin yıl önceki Ön Türkler döneminde, Türkler “On”(Ural) ile “Ok”(Altay) Türkleri olarak ikiye ayrılıyordu. Sevgili Sümer Bilimci Muazzez İlmiye Çığ”ın betiklerinde (kitaplarında) yazdığı gibi...
Yaklaşık 13 bin yıl önce Sümerler Orta Altay’dan(Asya’dan) gelmiş bir Turan soyudur.
Onlara “Ok Türkleri” denir.
Kuzeyden Avrupa’ya gidenler “On” Türkleridir.
(Turan; 1. Altay”dan türeyen soyun yayıldığı ülkelerin toplu adı, 2. Çoban, andık(hayvan) güden demektir.)
Sümerler, yazıyı “İki Irmak Arasındaki Yerleşim”de (Ak ur gal’da) (Mezopotamia) bulmadılar, bilerek geldiler. Belki onlar PasifikBaykalı’nda
(okyanusunda) yok olan Mu uygarlığının bir süreğeniydi(devamıydı).
Turan- Sami İlişkisi:
Sami(Arap) soyunun biz Turan soyuna geçmişte 3 kıyımı (katliamı) olmuştur.
Bunlar,
1. Sümer uygarlığını yıkarak, Sümerlerin Kutyak’a(Avrupa’ya) kaçışması, orada yeni uygarlıklar kurması,
2. İslamlaştırmak amacıyla,
8 ve 9.Y. Y.’da Turan boylarını kılıçtan geçirerek güç kullanıp, soykırıma uğramaları,
3. Birinci Dünya Savaşında Arapların Müslüman kardeşi olan Osmanlı’yı, Hıristiyan’larla elbirliği yapıp arkadan vurması.
Sümerlerden kaçabilenler, Akdeniz kıyılarını izleyenler Girit ile Ege Adalarına gidip orada Girit Uygarlığı ile İyon Uygarlıklarını kurmuşlardı.
Çanakkale ile İstanbul Boğazlarını geçenler Kuzey İtalya’ya yerleşip Etrüsk Uygarlığını kurmuşlardı. Etrüskler’de “Ok Türkleri” dir.
Diğer bir deyimle bugünkü İtalyanlar ile Türkiye’deki Türkler birbirlerinin yakınıdır(akrabasıdır). Açıkçası İtalyanlar Turan soyudur. Kafkaslardan gidenler Karadeniz kuzeyinde Kırım dolayında Hazar Uygarlığını kurmuşlar.
Sonra Girit”ten kopup, Güney Batı Anadolu’ya (Muğla, Bodrum, Marmaris) gelen bir kol burada Karya Uygarlığını kuruyor.
Ayrıca, Karadeniz’in kuzeyinden Ural’a(Doğu Avrupa’ya) gelen Avar, On Türkleri(Hunlar), Peçenek, Kuman, Tatar, Bulgar Turanlıları ile birlikte Avrupa’ya Bulgar Turanlıları ile birlikte Avrupa’ya özellikle 6. yüzyıldan sonra yoğunlaşan bir Turan soyu ile Turan Dili(Türkçe) giriyor.
Uzlar bu günkü Batı Trakya ile Pelepones yarım adasına, Bulgarlar Tuna boylarına, Kumanlar, Kumanya’ya(Romanya’ya), On’lar(Hunlar) Macaristan’a, Çekya ile Slovakya’ya,
Finler; Fillandiya, Estonya, Letonya’ya,
Peçenekler; Balkanlar ile Adriyatiğe yerleşiyorlar.
Genelde, kuzey Turanlılar ak tenli, boyalı gözlü bir soy. Kutyak(Batı Avrupa) ile Ural’a(Doğu Avrupa) ilk Turanlı yerleşimi 8500 yıl önce “Ön Türklerce” yapıldığını Avrupa’daki dikilitaşlar üzerindeki Türkçe yazılardan anlıyoruz.
Anadolu’ya Akın.
Bundan 3 bin yıl önce Anadolu varlıklı yer altı kaynakları(altın, gümüş, bakır, kurşun, çinko, demir, manganez, mermer), orman, deniz, ulaşım, tecim, bol su, kızık(jeotermal, kaplıca) nedeniyle oldukça çekici. O nedenle Bitinya; Marmara Denizi çevreleyen alanda kuruluyor, Venedikliler ile Cenevizliler Ege kıyıları ile Karadeniz kıyılarında kent ilkutları(koloniler) kuruyorlar. Misyalı’lar Avrupa’dan gelip Edremit Koyu ile Biga Yarımadası dolayını yurt edinmişler, Turan soyu Frigler Balkanlardan gelip Kütahya, Uşak, Afyon, Isparta, Ankara dolayına yerleşmişler, bugünkü İtalya ile Fransa arasından gelen Lidya’lılar Büyük Menderes ile Bakırçay arasındaki Aydın, Manisa, Uşak dolayını yurt edinmişler, Kimmerler, Truvalılar, Bergamalılar, İyonlar, Miletliler, Likyalılar Batı Anadolu’yu yurt tutmuşlar.
Kafkas kökenli Turan soyu olan Hititler güneyden gelerek Doğu, Orta, Güney-Doğu Anadolu’ya yerleşmişler, Asur’lar Güney Anadolu’da yer tutmuşlar, yine Turan soyu olan Ermeniler Doğu Anadolu’yu yurt edinmişlerdir. Traklar; Paşaeli yarımadasına yerleşmişlerdir.
Bu ilkutçukların çoğunun kendi dilleri, ile kendi tamgaları(alfabeleri) olduğundan anlaşamazlardı.
Bunlar Yunanca yazmadıkları, konuşmadıkları gibi, Ortodoks ta değildiler. Çünkü onların yaşadıkları dönem, İsa’dan çok önceydi.
Batılı ötken bilimcilerin(tarih bilimcilerin) buna “Helenistik Dönem” demesinin altında yayılmacı bir Yunan tutumu(siyaseti) yatar. Oysa, bu uygarlıkların hiç biri Yunan uygarlığı değildi. Yunan; sözcüğü Türkçe olup “Yıkanan” anlamına gelir. Yunanlılar; Pelepones yarım adasının Mora ile Epir bölgesinde yaşayan, Isparta ile Atina kent ilkutçuklarından oluşuyordu.
Persler ile Makedonlar.
Gel zaman, git zaman, Anadolu’da üretilen altının ünü dilden dile, ağızdan ağza tüm dünyayı sardı.
Bu varlığı ele geçirmek üzere Persler (İranlılar) MÖ. 546 yıllında Anadolu ile Peleponesi ele geçirdiler. Makedonya Selanik, Üsküp, Batı Trakya bölgesinde idi. Yazı ile dilleri Makedon dili idi.
Ancak Makedon ilhanı(imparatoru) Filip bir Yunan yazını(edebiyatı) sevdalısıydı. Bu nedenle oğlu İskender’i Yunanlı Bilginlerce eğitti. Ulusuna Yunanca konuşmayı buyurdu. Filip, sonrası Büyük İskender, Makedon güçlerini toplayarak Persleri 4.yy.’da (MÖ.336)Pelepones ile Anadolu, İran, Orta Doğu’dan sürdü attı. İşte bundan yaklaşık 2300 yıl önce Anadolu’ya ilk kez “Yunan dili ile özgeni(kültürü)” böylece girdi. Her biri ayrı diller konuşan Anadolu ilkutları(devletleri) aynı Yunan dilini konuşmaya başladılar. Ancak onlar ne Yunan, ne de Makedondu.
Anadolu 200 yıl Pers egemenliği altında yaşarken, Makedon egemenliğine geçmişti.
Yunanca konuşmaları Anadoluları Helen yapmaz.
Onun için Roma öncesi döneme “Helenistik” dönem demek yanlıştır.
Romalılar Anadolu’da.
Roma Etrüsklerin kurduğu bir ilhanlıktır. Roma, Latinler, Konstantin(MS.330) Anadolu’yu ele geçiriyorlar. Artık Anadolu Makedon ülkesi olmaktan çıkıyor, Roma ülkesi oluyor. Roma yönetimi halkın Yunanca konuşmasına karışmıyor, ancak tüzel(resmi) dil olarak Latince konuşuluyor.
Prof dr.Kazım Mirşan”ın Ön Türk çalışmalarına göre, Roma, Türkçe Urum’dan gelir. Ur; kent, yerleşim yeri demektir. “Urum” ya da ondan türemiş “Rum”; “Romalı” ya da “kentli”,“yerleşik” demektir.
Osmanlılın kentte oturan kendileri için kullandığı “Rumi” de ayni anlama gelir; “kentli” demektir. Osmanlılar, Anadolu”ya “Diyar-ı Rum” demişlerdir. Çünkü, Anadolu’da çeşitli uygarlıklardan kalma 44 bin yerleşim yeri vardır.
Kırsalda, göçebe olarak yaşayanlara ise “Türkmen” demişlerdir. Rumlar, kentliler, yerleşikler ülkesi anlamına kullanılır, “Yunan” anlamına asla kullanılmazdı. Celalettin Rum-i adı da bu anlamda kullanılmış, Osmanlı seçkinleri de kendilerine Türkmen değil, Rumi demişlerdir. Çünkü, Orta Altay(Asya) ile Türkmenler, yerleşik değil göçebe idiler. Yerleşik düzene geçen herkes “Rumi” idi.
Doğu Roma’nın Roma’dan ayrılmasıyla, Doğu Roma’nın egemenliği altında olan Pelepones, Adalar, Kıbrıs ile Anadolu’nun inanç yolu “Ortodoks” oluyor. Başkent “Konstantinapolis”. Atina ile Isparta’da oturan Yunan halkı, yine Yunan.
Ancak çok tanrılı inançtan tek tanrılı inanca, “Ortodoksluğa” geçmiş. Anadolunun yerli halkına ise “Rum” deniliyor. Rumlar, eski Frig, Hitit, Misya, Lidya, Karya, İyon gibi soyların, özgenlerin ortak adı.
Tıpkı “Osmanlı” gibi. Anadolu’lu yeni bir dil konuşuyor, Yunan ile Latinlerden ayrı olarak, buna “Rumca” deniliyor.
Rumca; Yunan tamgası ile yazılıyor. Konuşma kuralları Yunancaya uyumlu, sözcükleri; çoğunlukla Yunanca, Hititçe, Ermenice, Türkçe, Farsça, Arapça olan karma bir dil. Tıpkı Osmanlıca. Osmanlıca; Türkçe grameri, Arapça tamga ile yazılıyor, Osmanlıca; Türkçe, Farsça, Yunanca, Ermenice, Süryanice, Akadca, Asurca, Sümerce karışımı.
Kısacası Anadolu dili olan Rumca, Anadolu ile ile onun doğal uzantısı olan Kıbrıs ile Doğu Ege Adalarında konuşuluyordu.
Yani ne eski Anadolu Uygarlıkları, ne Truva, ne Makedon, ne Roma,ne Doğu Roma, ne Rum, ne de Osmanlı; Yunan değildir.
Ortodoks inancının ortayı(merkezi de) Atina’da değil, Rumları ülkesi olan Konstantinopol’de Fener Patrikevinde idi. Bu konumda, Yunanistan egemen ülke değil, Rum’un egemenliğinde ki bir ülke olarak sayılıyordu. Rum’un simgesi olan bayrak; sarı taban üzerinde, kara, çift başlı kartal, ilkut(devlet) boyası ise “tuğla kızılı al”. İlginçtir, daha sonraları kurulan Turan soylu Selçuk İlhanlığının simgesi de çift başlı kartaldır. Beşiktaş çeynik takımının da tek başlı kartal. Erzurumspor, Konya Selçuk Unv. Ve takımları da çift başlı kartal. Asıl olan, çift başlı kartalın bir Ön Türk simgesi olmasıdır.
Bizantion, Konstantinopol, İstanbul, Yeditepe. 19. yüzyıldan sonra Doğu Roma İmparatorluğuna, “Bizans İmparatorluğu” demek Fransa”nın Anadolu’yu, kasıtlı bir adlamayla, bir Yunan ülkesi yapmayı amaçlar. Oysa bu adla bir imparatorluk
TURUVALILAR MI TÜRKTÜR,
TÜRKLER Mİ TURUVALIDIR ?
Büyükada”ya göçtüğümden beri, bir konu bana dokunuyor.
Rum müziği diye Yunan müziği çalınıyor adalarda. Ayrıca Rumların öz yurdu olarak Yunanistan tanınıyor, ötesi Türk- Rum kardeşliği için Yunan bayrağı sallanıyor, hora tepiliyor, Ege Adaları yerine “Yunan Adaları” deniliyor”!
Burada bir geçmiş(tarih) öğretisi vermeyeceğim. Ancak, geçmişin katmanları içinde Gündoğan’a (Anadolu’ya) bakıp, Rum kim, Türk kim ona bakacağız.
Ön Türkler: Türk Dili araştırmacısı Kazım Mirşan’a göre bundan 14 bin yıl önceki Ön Türkler döneminde, Türkler “On”(Ural) ile “Ok”(Altay) Türkleri olarak ikiye ayrılıyordu. Sevgili Sümer Bilimci Muazzez İlmiye Çığ”ın betiklerinde (kitaplarında) yazdığı gibi...
Yaklaşık 13 bin yıl önce Sümerler Orta Altay’dan(Asya’dan) gelmiş bir Turan soyudur.
Onlara “Ok Türkleri” denir.
Kuzeyden Avrupa’ya gidenler “On” Türkleridir.
(Turan; 1. Altay”dan türeyen soyun yayıldığı ülkelerin toplu adı, 2. Çoban, andık(hayvan) güden demektir.)
Sümerler, yazıyı “İki Irmak Arasındaki Yerleşim”de (Ak ur gal’da) (Mezopotamia) bulmadılar, bilerek geldiler. Belki onlar PasifikBaykalı’nda
(okyanusunda) yok olan Mu uygarlığının bir süreğeniydi(devamıydı).
Turan- Sami İlişkisi:
Sami(Arap) soyunun biz Turan soyuna geçmişte 3 kıyımı (katliamı) olmuştur.
Bunlar,
1. Sümer uygarlığını yıkarak, Sümerlerin Kutyak’a(Avrupa’ya) kaçışması, orada yeni uygarlıklar kurması,
2. İslamlaştırmak amacıyla,
8 ve 9.Y. Y.’da Turan boylarını kılıçtan geçirerek güç kullanıp, soykırıma uğramaları,
3. Birinci Dünya Savaşında Arapların Müslüman kardeşi olan Osmanlı’yı, Hıristiyan’larla elbirliği yapıp arkadan vurması.
Sümerlerden kaçabilenler, Akdeniz kıyılarını izleyenler Girit ile Ege Adalarına gidip orada Girit Uygarlığı ile İyon Uygarlıklarını kurmuşlardı.
Çanakkale ile İstanbul Boğazlarını geçenler Kuzey İtalya’ya yerleşip Etrüsk Uygarlığını kurmuşlardı. Etrüskler’de “Ok Türkleri” dir.
Diğer bir deyimle bugünkü İtalyanlar ile Türkiye’deki Türkler birbirlerinin yakınıdır(akrabasıdır). Açıkçası İtalyanlar Turan soyudur. Kafkaslardan gidenler Karadeniz kuzeyinde Kırım dolayında Hazar Uygarlığını kurmuşlar.
Sonra Girit”ten kopup, Güney Batı Anadolu’ya (Muğla, Bodrum, Marmaris) gelen bir kol burada Karya Uygarlığını kuruyor.
Ayrıca, Karadeniz’in kuzeyinden Ural’a(Doğu Avrupa’ya) gelen Avar, On Türkleri(Hunlar), Peçenek, Kuman, Tatar, Bulgar Turanlıları ile birlikte Avrupa’ya Bulgar Turanlıları ile birlikte Avrupa’ya özellikle 6. yüzyıldan sonra yoğunlaşan bir Turan soyu ile Turan Dili(Türkçe) giriyor.
Uzlar bu günkü Batı Trakya ile Pelepones yarım adasına, Bulgarlar Tuna boylarına, Kumanlar, Kumanya’ya(Romanya’ya), On’lar(Hunlar) Macaristan’a, Çekya ile Slovakya’ya,
Finler; Fillandiya, Estonya, Letonya’ya,
Peçenekler; Balkanlar ile Adriyatiğe yerleşiyorlar.
Genelde, kuzey Turanlılar ak tenli, boyalı gözlü bir soy. Kutyak(Batı Avrupa) ile Ural’a(Doğu Avrupa) ilk Turanlı yerleşimi 8500 yıl önce “Ön Türklerce” yapıldığını Avrupa’daki dikilitaşlar üzerindeki Türkçe yazılardan anlıyoruz.
Anadolu’ya Akın.
Bundan 3 bin yıl önce Anadolu varlıklı yer altı kaynakları(altın, gümüş, bakır, kurşun, çinko, demir, manganez, mermer), orman, deniz, ulaşım, tecim, bol su, kızık(jeotermal, kaplıca) nedeniyle oldukça çekici. O nedenle Bitinya; Marmara Denizi çevreleyen alanda kuruluyor, Venedikliler ile Cenevizliler Ege kıyıları ile Karadeniz kıyılarında kent ilkutları(koloniler) kuruyorlar. Misyalı’lar Avrupa’dan gelip Edremit Koyu ile Biga Yarımadası dolayını yurt edinmişler, Turan soyu Frigler Balkanlardan gelip Kütahya, Uşak, Afyon, Isparta, Ankara dolayına yerleşmişler, bugünkü İtalya ile Fransa arasından gelen Lidya’lılar Büyük Menderes ile Bakırçay arasındaki Aydın, Manisa, Uşak dolayını yurt edinmişler, Kimmerler, Truvalılar, Bergamalılar, İyonlar, Miletliler, Likyalılar Batı Anadolu’yu yurt tutmuşlar.
Kafkas kökenli Turan soyu olan Hititler güneyden gelerek Doğu, Orta, Güney-Doğu Anadolu’ya yerleşmişler, Asur’lar Güney Anadolu’da yer tutmuşlar, yine Turan soyu olan Ermeniler Doğu Anadolu’yu yurt edinmişlerdir. Traklar; Paşaeli yarımadasına yerleşmişlerdir.
Bu ilkutçukların çoğunun kendi dilleri, ile kendi tamgaları(alfabeleri) olduğundan anlaşamazlardı.
Bunlar Yunanca yazmadıkları, konuşmadıkları gibi, Ortodoks ta değildiler. Çünkü onların yaşadıkları dönem, İsa’dan çok önceydi.
Batılı ötken bilimcilerin(tarih bilimcilerin) buna “Helenistik Dönem” demesinin altında yayılmacı bir Yunan tutumu(siyaseti) yatar. Oysa, bu uygarlıkların hiç biri Yunan uygarlığı değildi. Yunan; sözcüğü Türkçe olup “Yıkanan” anlamına gelir. Yunanlılar; Pelepones yarım adasının Mora ile Epir bölgesinde yaşayan, Isparta ile Atina kent ilkutçuklarından oluşuyordu.
Persler ile Makedonlar.
Gel zaman, git zaman, Anadolu’da üretilen altının ünü dilden dile, ağızdan ağza tüm dünyayı sardı.
Bu varlığı ele geçirmek üzere Persler (İranlılar) MÖ. 546 yıllında Anadolu ile Peleponesi ele geçirdiler. Makedonya Selanik, Üsküp, Batı Trakya bölgesinde idi. Yazı ile dilleri Makedon dili idi.
Ancak Makedon ilhanı(imparatoru) Filip bir Yunan yazını(edebiyatı) sevdalısıydı. Bu nedenle oğlu İskender’i Yunanlı Bilginlerce eğitti. Ulusuna Yunanca konuşmayı buyurdu. Filip, sonrası Büyük İskender, Makedon güçlerini toplayarak Persleri 4.yy.’da (MÖ.336)Pelepones ile Anadolu, İran, Orta Doğu’dan sürdü attı. İşte bundan yaklaşık 2300 yıl önce Anadolu’ya ilk kez “Yunan dili ile özgeni(kültürü)” böylece girdi. Her biri ayrı diller konuşan Anadolu ilkutları(devletleri) aynı Yunan dilini konuşmaya başladılar. Ancak onlar ne Yunan, ne de Makedondu.
Anadolu 200 yıl Pers egemenliği altında yaşarken, Makedon egemenliğine geçmişti.
Yunanca konuşmaları Anadoluları Helen yapmaz.
Onun için Roma öncesi döneme “Helenistik” dönem demek yanlıştır.
Romalılar Anadolu’da.
Roma Etrüsklerin kurduğu bir ilhanlıktır. Roma, Latinler, Konstantin(MS.330) Anadolu’yu ele geçiriyorlar. Artık Anadolu Makedon ülkesi olmaktan çıkıyor, Roma ülkesi oluyor. Roma yönetimi halkın Yunanca konuşmasına karışmıyor, ancak tüzel(resmi) dil olarak Latince konuşuluyor.
Prof dr.Kazım Mirşan”ın Ön Türk çalışmalarına göre, Roma, Türkçe Urum’dan gelir. Ur; kent, yerleşim yeri demektir. “Urum” ya da ondan türemiş “Rum”; “Romalı” ya da “kentli”,“yerleşik” demektir.
Osmanlılın kentte oturan kendileri için kullandığı “Rumi” de ayni anlama gelir; “kentli” demektir. Osmanlılar, Anadolu”ya “Diyar-ı Rum” demişlerdir. Çünkü, Anadolu’da çeşitli uygarlıklardan kalma 44 bin yerleşim yeri vardır.
Kırsalda, göçebe olarak yaşayanlara ise “Türkmen” demişlerdir. Rumlar, kentliler, yerleşikler ülkesi anlamına kullanılır, “Yunan” anlamına asla kullanılmazdı. Celalettin Rum-i adı da bu anlamda kullanılmış, Osmanlı seçkinleri de kendilerine Türkmen değil, Rumi demişlerdir. Çünkü, Orta Altay(Asya) ile Türkmenler, yerleşik değil göçebe idiler. Yerleşik düzene geçen herkes “Rumi” idi.
Doğu Roma’nın Roma’dan ayrılmasıyla, Doğu Roma’nın egemenliği altında olan Pelepones, Adalar, Kıbrıs ile Anadolu’nun inanç yolu “Ortodoks” oluyor. Başkent “Konstantinapolis”. Atina ile Isparta’da oturan Yunan halkı, yine Yunan.
Ancak çok tanrılı inançtan tek tanrılı inanca, “Ortodoksluğa” geçmiş. Anadolunun yerli halkına ise “Rum” deniliyor. Rumlar, eski Frig, Hitit, Misya, Lidya, Karya, İyon gibi soyların, özgenlerin ortak adı.
Tıpkı “Osmanlı” gibi. Anadolu’lu yeni bir dil konuşuyor, Yunan ile Latinlerden ayrı olarak, buna “Rumca” deniliyor.
Rumca; Yunan tamgası ile yazılıyor. Konuşma kuralları Yunancaya uyumlu, sözcükleri; çoğunlukla Yunanca, Hititçe, Ermenice, Türkçe, Farsça, Arapça olan karma bir dil. Tıpkı Osmanlıca. Osmanlıca; Türkçe grameri, Arapça tamga ile yazılıyor, Osmanlıca; Türkçe, Farsça, Yunanca, Ermenice, Süryanice, Akadca, Asurca, Sümerce karışımı.
Kısacası Anadolu dili olan Rumca, Anadolu ile ile onun doğal uzantısı olan Kıbrıs ile Doğu Ege Adalarında konuşuluyordu.
Yani ne eski Anadolu Uygarlıkları, ne Truva, ne Makedon, ne Roma,ne Doğu Roma, ne Rum, ne de Osmanlı; Yunan değildir.
Ortodoks inancının ortayı(merkezi de) Atina’da değil, Rumları ülkesi olan Konstantinopol’de Fener Patrikevinde idi. Bu konumda, Yunanistan egemen ülke değil, Rum’un egemenliğinde ki bir ülke olarak sayılıyordu. Rum’un simgesi olan bayrak; sarı taban üzerinde, kara, çift başlı kartal, ilkut(devlet) boyası ise “tuğla kızılı al”. İlginçtir, daha sonraları kurulan Turan soylu Selçuk İlhanlığının simgesi de çift başlı kartaldır. Beşiktaş çeynik takımının da tek başlı kartal. Erzurumspor, Konya Selçuk Unv. Ve takımları da çift başlı kartal. Asıl olan, çift başlı kartalın bir Ön Türk simgesi olmasıdır.
Bizantion, Konstantinopol, İstanbul, Yeditepe. 19. yüzyıldan sonra Doğu Roma İmparatorluğuna, “Bizans İmparatorluğu” demek Fransa”nın Anadolu’yu, kasıtlı bir adlamayla, bir Yunan ülkesi yapmayı amaçlar. Oysa bu adla bir imparatorluk
2 ay önce
👍GÜNEŞİ TOPLAYAN ADAMIN HİKAYESİ👍
Osmanlı’nın Bulgaristan’da hakimiyetini sürdürdüğü son dönemler olan 1800’lü yıllarda geçen hikayeye göre; o dönem Osmanlı toprağı olan Bulgaristan’ın Tırnova (Tırnovo) şehrinde yaşayan bir aile vardır.
Dizide geçen kalburla güneş toplayan adamın gerçek hikâyesi de işte burada yaşanmıştır.
Mehmet ve Fatme, Tırnova şehrinin kırsal kesimlerinde çiftçilik yapmakta olan Müslüman bir ailedir.
Evliliklerinin üzerinden 10 yıl geçmiş ama halen çocukları olmamıştır.
Mehmet ve Fatme birbirlerini o kadar çok sevmişlerdir ki, hikayelerde anlatılan aşklar bu ikisi için basit kalabilecek bir seviyededir.
Fakat Fatme’nin o dönemlerde çaresi olmayan bir hastalığa yakalanması ile bu büyük aşk gölgelenmiş, Mehmet ile Fatme’nin sevgilerini doya doya yaşamalarına fırsat kalmamıştır.
O bölgede yaşayan herkes neredeyse istisnasız bu hikâyeyi dedelerinden ve ninelerinden dinlemişlerdir.
Birbirlerini büyük bir aşkla seven Mehmet ve Fatme’nin imtihanı da çok büyük olmuştur. Fatme evliliklerinin onuncu yılında hastalığından ötürü iki gözünü de kaybetmiştir.
Mehmet onun gözlerini açtırabilmek için her yolu denemiş hatta elinde ne var ne yoksa bu uğurda satarak harcamıştır.
Gitmediği doktor, çalmadığı şifacı kapısı kalmamıştır, ama olumlu bir sonuç alamamışlardır.
Mehmet ise Fatme’sini kurtarmak için ellerinde avuçlarında olan her şeyi satar ve o dönem Osmanlı'nın başkenti olan İstanbul'a büyük hekimlere götürmek için yola revan olurlar. İstanbul’un hekimlerinin karısının gözlerini açacağı umuduyla yola çıkarken ise başına geleceklerden habersizdir.
Mehmet ve Fatme’nin İstanbul yolculuğu tam bir yıl sürer.
Gitmedik doktor, uygulanmadık şifacı ilacı bırakmazlar.
Ellerinde avuçlarında olanı tüketince de gerisin geriye memleketleri Tırnova’ya dönmeye karar verirler.
O dönem şartlarında yolculuk yapmak hiç kolay değildir.
İstanbul Tırnova arası yaklaşık 500 Km’dir.
Yola çıktıktan kısa bir süre sonra ise Fatme’nin rahatsızlığı iyice artar ve artık onun için yaşadığı sancılar dayanılmaz hal almaya başlamıştır.
Fatme yolculuğun sonuna doğru çok sevdiği eşi Mehmet’in kolları arasında hayata gözlerini yumar.
O an her şeyini kaybeden Mehmet ise eşine tekrar güneşi gösteremediği, o güzel gözlerine bakamadığı için suçlu hisseder kendisini.
Mehmet ve Fatme’nin beraber yolculuk yaptığı kafile, Tırnova’ya yakın bir yerde mola verir mecburen.
Vefat eden Fatme’yi defin ederler oraya.
Yıkanır, kefenlenir ve bir kabre konulur.
Aslında Fatme ile beraber Mehmet’ de o kabre konulmuştur.
Kafile tüm uğraşlara rağmen Mehmet’i kabrin başından ayırmayı başaramazlar.
Mehmet’i kabrin başında bırakıp yollarına devam etmek zorunda kalırlar.
Mehmet ise eşi Fatme’nin kabrinin yanına bir kabir daha kazar ve o kabirde yatmaya başlar. Eşinin ebedi âleme göçüşünden sonra onun için artık hayatın bir anlamı kalmamıştır.
Bir süre sonra taşlardan ve ağaç parçalarından bir baraka yapar ve orada yaşamaya başlar.
İşte diziye de konu olan bölüm bundan sonra başlar.
Bir gün bir yolcu grubu şehre uğrar.
Uzaklardan gelen bu yolcu grubu yolda gördükleri bir olayı anlattıklarında kimse buna inanamaz.
Yolcu grubunun anlattığı adam, hasta karısı ile birlikte yıllar önce şehirden ayrılan Mehmet’tir. Şehirden hemen birkaç atlı tarif edilen yere varırlar.
Gittiklerinde de gerçekten o adamın Mehmet olduğunu görürler ve uzaktan onu izlemeye başlarlar.
Adam elinde bir kalburla yıkık dökük bir kulübeye güneş taşımaya çalışmaktadır.
Adamı kısa bir süre izleyenler sonrasında yanına giderler, ama adam hiç birisini tanımaz. Adam için her şey silinmiştir, zaman donmuştur.
Kulübenin içine baktıklarında biri dolu diğeri boş iki kabir görürler.
Boş olanı kendisi için hazırladığı her halinden bellidir.
Şehre dönmek için ikna etmeye çalışsalar da, Mehmet dönmeyi kabul etmez.
“Tuttum seni, attım içeri, tuttum seni attım içeri…” sözünden başka bir şey söylemez. Gelenlere göre adam aklını yitirmiştir.
Ama adamın tüm dünya hırkalarını çıkarıp derviş olduğunu kimse düşünmez.
Kalburla güneş toplayan bu meczup adamın köylüleri elleri boş geri dönerler, ancak aralarında da karar verirler.
Her hafta bir kişi bu adama azık götürecektir. Bu sayede her hafta adama bir kişi yemek götürmeye başlar.
Adam azığı getiren herkese tek bir soru sorar.
”Bu azığı kim gönderdi”
Karşısında ki kişi, azığı getiren bir isim yani Ali, Ahmet gibi isimler söylerse bu azığı kabul etmez geri gönderir.
Bir gün kalburla güneş toplayan adamın azığını köyün imamı götürmeye karar verir ve o gün adamla alakalı tüm gerçeklik ortaya çıkar.
İmam efendi adamın yanına vardığında adam yine kalburla güneş toplamaktadır, ‘tuttum seni attım içeri’ diye diye.
Selam verir ve azık getirdiğini söyler.
Meczup adam diğerlerine sorduğu soruyu bu sefer imama sorar ve “Bu azığı kim gönderdi” der.
İmam efendi “Allah! Senin, benim dahi her şeyin sahibi olan Allah gönderdi” der.
Adam anca şimdi kabul eder azığı.
İmam da şehre döndüğünde yaşadıklarını tüm ahaliye olduğu gibi anlatır.
Adama bir daha gideceklerin de vermesi gereken cevap ise artık bellidir.
Ama insanların gözünde artık o bir deli değil velidir.
Bir süre bu şekilde devam eder ve şehirden her hafta bir kişi meczup adama azık götürür.
Sıra yine imama geldiğinde imam azığını alır ve yola koyulur.
Kulübeye geldiğinde ise kalburla güneş toplayan adam kulübenin önünde yoktur.
Çevreye bakar ve dervişi arasa da bulamaz ve kulübeye girer.
Hani kulübenin içinde biri boş diğeri dolu iki kabir vardı ya artı o boş kabir de dolmuştur. Derviş ruhunu hakka teslim etmiş, çok sevdiğine kavuşmuştur.😪
alıntı
Osmanlı’nın Bulgaristan’da hakimiyetini sürdürdüğü son dönemler olan 1800’lü yıllarda geçen hikayeye göre; o dönem Osmanlı toprağı olan Bulgaristan’ın Tırnova (Tırnovo) şehrinde yaşayan bir aile vardır.
Dizide geçen kalburla güneş toplayan adamın gerçek hikâyesi de işte burada yaşanmıştır.
Mehmet ve Fatme, Tırnova şehrinin kırsal kesimlerinde çiftçilik yapmakta olan Müslüman bir ailedir.
Evliliklerinin üzerinden 10 yıl geçmiş ama halen çocukları olmamıştır.
Mehmet ve Fatme birbirlerini o kadar çok sevmişlerdir ki, hikayelerde anlatılan aşklar bu ikisi için basit kalabilecek bir seviyededir.
Fakat Fatme’nin o dönemlerde çaresi olmayan bir hastalığa yakalanması ile bu büyük aşk gölgelenmiş, Mehmet ile Fatme’nin sevgilerini doya doya yaşamalarına fırsat kalmamıştır.
O bölgede yaşayan herkes neredeyse istisnasız bu hikâyeyi dedelerinden ve ninelerinden dinlemişlerdir.
Birbirlerini büyük bir aşkla seven Mehmet ve Fatme’nin imtihanı da çok büyük olmuştur. Fatme evliliklerinin onuncu yılında hastalığından ötürü iki gözünü de kaybetmiştir.
Mehmet onun gözlerini açtırabilmek için her yolu denemiş hatta elinde ne var ne yoksa bu uğurda satarak harcamıştır.
Gitmediği doktor, çalmadığı şifacı kapısı kalmamıştır, ama olumlu bir sonuç alamamışlardır.
Mehmet ise Fatme’sini kurtarmak için ellerinde avuçlarında olan her şeyi satar ve o dönem Osmanlı'nın başkenti olan İstanbul'a büyük hekimlere götürmek için yola revan olurlar. İstanbul’un hekimlerinin karısının gözlerini açacağı umuduyla yola çıkarken ise başına geleceklerden habersizdir.
Mehmet ve Fatme’nin İstanbul yolculuğu tam bir yıl sürer.
Gitmedik doktor, uygulanmadık şifacı ilacı bırakmazlar.
Ellerinde avuçlarında olanı tüketince de gerisin geriye memleketleri Tırnova’ya dönmeye karar verirler.
O dönem şartlarında yolculuk yapmak hiç kolay değildir.
İstanbul Tırnova arası yaklaşık 500 Km’dir.
Yola çıktıktan kısa bir süre sonra ise Fatme’nin rahatsızlığı iyice artar ve artık onun için yaşadığı sancılar dayanılmaz hal almaya başlamıştır.
Fatme yolculuğun sonuna doğru çok sevdiği eşi Mehmet’in kolları arasında hayata gözlerini yumar.
O an her şeyini kaybeden Mehmet ise eşine tekrar güneşi gösteremediği, o güzel gözlerine bakamadığı için suçlu hisseder kendisini.
Mehmet ve Fatme’nin beraber yolculuk yaptığı kafile, Tırnova’ya yakın bir yerde mola verir mecburen.
Vefat eden Fatme’yi defin ederler oraya.
Yıkanır, kefenlenir ve bir kabre konulur.
Aslında Fatme ile beraber Mehmet’ de o kabre konulmuştur.
Kafile tüm uğraşlara rağmen Mehmet’i kabrin başından ayırmayı başaramazlar.
Mehmet’i kabrin başında bırakıp yollarına devam etmek zorunda kalırlar.
Mehmet ise eşi Fatme’nin kabrinin yanına bir kabir daha kazar ve o kabirde yatmaya başlar. Eşinin ebedi âleme göçüşünden sonra onun için artık hayatın bir anlamı kalmamıştır.
Bir süre sonra taşlardan ve ağaç parçalarından bir baraka yapar ve orada yaşamaya başlar.
İşte diziye de konu olan bölüm bundan sonra başlar.
Bir gün bir yolcu grubu şehre uğrar.
Uzaklardan gelen bu yolcu grubu yolda gördükleri bir olayı anlattıklarında kimse buna inanamaz.
Yolcu grubunun anlattığı adam, hasta karısı ile birlikte yıllar önce şehirden ayrılan Mehmet’tir. Şehirden hemen birkaç atlı tarif edilen yere varırlar.
Gittiklerinde de gerçekten o adamın Mehmet olduğunu görürler ve uzaktan onu izlemeye başlarlar.
Adam elinde bir kalburla yıkık dökük bir kulübeye güneş taşımaya çalışmaktadır.
Adamı kısa bir süre izleyenler sonrasında yanına giderler, ama adam hiç birisini tanımaz. Adam için her şey silinmiştir, zaman donmuştur.
Kulübenin içine baktıklarında biri dolu diğeri boş iki kabir görürler.
Boş olanı kendisi için hazırladığı her halinden bellidir.
Şehre dönmek için ikna etmeye çalışsalar da, Mehmet dönmeyi kabul etmez.
“Tuttum seni, attım içeri, tuttum seni attım içeri…” sözünden başka bir şey söylemez. Gelenlere göre adam aklını yitirmiştir.
Ama adamın tüm dünya hırkalarını çıkarıp derviş olduğunu kimse düşünmez.
Kalburla güneş toplayan bu meczup adamın köylüleri elleri boş geri dönerler, ancak aralarında da karar verirler.
Her hafta bir kişi bu adama azık götürecektir. Bu sayede her hafta adama bir kişi yemek götürmeye başlar.
Adam azığı getiren herkese tek bir soru sorar.
”Bu azığı kim gönderdi”
Karşısında ki kişi, azığı getiren bir isim yani Ali, Ahmet gibi isimler söylerse bu azığı kabul etmez geri gönderir.
Bir gün kalburla güneş toplayan adamın azığını köyün imamı götürmeye karar verir ve o gün adamla alakalı tüm gerçeklik ortaya çıkar.
İmam efendi adamın yanına vardığında adam yine kalburla güneş toplamaktadır, ‘tuttum seni attım içeri’ diye diye.
Selam verir ve azık getirdiğini söyler.
Meczup adam diğerlerine sorduğu soruyu bu sefer imama sorar ve “Bu azığı kim gönderdi” der.
İmam efendi “Allah! Senin, benim dahi her şeyin sahibi olan Allah gönderdi” der.
Adam anca şimdi kabul eder azığı.
İmam da şehre döndüğünde yaşadıklarını tüm ahaliye olduğu gibi anlatır.
Adama bir daha gideceklerin de vermesi gereken cevap ise artık bellidir.
Ama insanların gözünde artık o bir deli değil velidir.
Bir süre bu şekilde devam eder ve şehirden her hafta bir kişi meczup adama azık götürür.
Sıra yine imama geldiğinde imam azığını alır ve yola koyulur.
Kulübeye geldiğinde ise kalburla güneş toplayan adam kulübenin önünde yoktur.
Çevreye bakar ve dervişi arasa da bulamaz ve kulübeye girer.
Hani kulübenin içinde biri boş diğeri dolu iki kabir vardı ya artı o boş kabir de dolmuştur. Derviş ruhunu hakka teslim etmiş, çok sevdiğine kavuşmuştur.😪
alıntı
2 ay önce
Mora yarım adasında isyancı yunanlılar azınlıkta kalan osmanlı vatandaşı müslüman türklere acımasızca soy kırım uyguladılar. İngilizlerden aldıkları silahlarla kadın çocuk yaşlı erkek demeden bir kişiyi sağ koymadılar. Müslüman Türk ahaliyi deniz kenarlarına sürüp kesmekten yorulunca boğdular. Osmanlı devleti ne Mora yarım adasında bu kalkışmanın istihbaratını yapmıştı. Ya da Türk azınlığı koruyacak askeri birlikleri sevk etmişti. Ne de Türk müslüman vatandaşlarını silahlandırıp örgütleyerek öz savunma milis güçleri oluşturmuştu. Tamamen insanlarımızın can güvenliği Allaha bırakılmıştı. Aylarca Türk kestiler. Üç ay sonra yarım adada tek Türk kalmamıştı. Adeta hepsi buharlaşmıştı...
Bu olay ders oldu mı derseniz ne gezer? Akabinde ayni olaylar bir ada olan Giritte oldu. En son katliamdan adı Hasan olan tek bir çocuk kurtulmuştu. Ona bile sahip çıkamadık...
Ardından Teselya Makedonya Bosna Arnavutluk SIrbistan Bulgaristan Romanya Kırım Kafkasya.
Siz Rusların Bin Ali Yıldırımın Erzincandaki köyüne kadar geldiğini biliyor muydunuz? Sakın bana oralarda kaç yıl kaldı demeyin. Trabzonda Karsta opera binası yollar kışlalar inşa edecek kadar kalmışlar işte...
Tabi sen bunları hep unuttun. Merak etme acı acı hatırlatırlar.
Alıntı Yakup K.
Lalehan Buyukataman.
Bu olay ders oldu mı derseniz ne gezer? Akabinde ayni olaylar bir ada olan Giritte oldu. En son katliamdan adı Hasan olan tek bir çocuk kurtulmuştu. Ona bile sahip çıkamadık...
Ardından Teselya Makedonya Bosna Arnavutluk SIrbistan Bulgaristan Romanya Kırım Kafkasya.
Siz Rusların Bin Ali Yıldırımın Erzincandaki köyüne kadar geldiğini biliyor muydunuz? Sakın bana oralarda kaç yıl kaldı demeyin. Trabzonda Karsta opera binası yollar kışlalar inşa edecek kadar kalmışlar işte...
Tabi sen bunları hep unuttun. Merak etme acı acı hatırlatırlar.
Alıntı Yakup K.
Lalehan Buyukataman.