Logo
Bozkurt mahir
4 gün önce
"Türk çocuğu, artık Arap çölleri için kanını dökmeyecektir."
MUSTAFA KEMÂL ATATÜRK

Mehmetçiğin Araplar için yapacağı bir şey yoktur.
Onu İngilizlere bir olup Mehmetçiği Oradan kovarken düşüneceklerdi.
Bozkurt mahir
4 gün önce
Birilerinin taptıgı 2.Abdülhamit Kıbrıs'ı İngiltere'ye sattıktan sonra oradaki Türklere ne oldu ?
Bir ögretmen tarihimizin en utanç verici gerceklerinden birini yazmış

4000 Türk kızı yoksulluktan kadın simsarları tarafından Filistinlilere satılıyor sonrası..sonrası tarihimizin en büyük utancı

1974'te adaya giren Türk ordusü Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yaptı diyenler iyice okusun

''ARAPLARA SATILAN KIBRISLI
TÜRK KIZLARI''

Kıbrıs 1974’ den bugüne ikiye bölünmüş bir ada. Kim ne derse desin, Kıbrıs kapanmayan yaralarla dolu. Kapanmayan yaralar bir yana, Kıbrıs’ ın bir de az bilinen eski yaraları var. Bunlardan biri, Araplara satılan Kıbrıslı Türk kızları.
Kıbrıs tarihinin bu az bilinen sayfalarına ışık tutanların başında emekli edebiyat öğretmeni ve yazar Neriman Cahit geliyor. Neriman Cahit hiç bilmedikleri diyarlara, hem de satılarak gönderilen kızların öykülerini topladı ve “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı bir kitapta yayımladı. Bu öyküler ayrımcılığın, yoksulluğun ve acımasızlığın öyküleri; nice çocuk gelinin öyküsü gibi.

FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIZLAR

1920 ile 1950 yılları arasında, Kıbrıs bir İngiliz sömürgesiyken, yaklaşık 4 bin Türk kızı Filistinli Araplara anne babaları tarafından satıldı. Bu kızların çok azı geri dönebildiler. Geri dönemeyenlerin çoğu evlerinin, köylerinin, memleketlerinin özlemi ile yaşadılar ve kaderlerine küstüler.

MÜTHİŞ BİR SUSKUNLUK

Neriman Cahit kitaba varan süreci şöyle anlatıyor: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinde hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; ‘Biz bu kızları sattık’ dedi.”

TARİHLE YÜZLEŞMEK

Neriman Cahit tarihle yüzleşmek gerektiğine inanıyordu: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.”

SATIŞ VE TİCARET

Yoksulluktan kurtulmak, belki de kızlarının yoksulluktan kurtulması umuduyla kimi köylüler çocuklarının para karşılığı ellerinden alınmasına ve evlenmek üzere Filistin’ e götürülmesine izin verirler. Baf, Limasol, Larnaka gibi kıyı bölgelerinden, 10-15 yaşındaki kızlar vapurlarla bir bilinmeze doğru yola çıkar.
Köylü kızların satılması bir süre sonra Araplara kız bulmak için acente gibi çalışan simsarların ortaya çıkmasına da yol açmış. Bu kişiler ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü kızları bulmaya çalışırlar; satılan kızlar için hem anne babalardan, hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış.
Simsarların ille de erkek olduğu sanılmamalı. Gündüzleri kadınlara geceleri de erkeklere hizmet veren Tantin Hamamı’ nı işleten Pembe ve kızı Fatma kadın simsarlara bir örnek.
Damat adayları anne babalara çoğu zaman bir doktor, bir mühendis olarak tanıtılsa da, damatların sözleri çoğu zaman doğru çıkmaz. Satılan kızların çoğu gittikleri yerde büyük bir yoksulluk ile karşılaşırlar. Kimisi kuma durumuna düşer.

KARA HABERLER

Neriman Cahit kızların haberlerinin Kıbrıs’ a gelişini şöyle anlatır: “50’ lere doğru Türk toplumu bu kızlarla ilgili birçok şey öğrendi. Filistin bölgesindeki savaşlara İngilizler Türk askerlerini de götürdüler. Askerler boş zaman bulunca genelevlere giderler. Geneleve giden Rum ve Türk askerleri orada Kıbrıslı bir kıza rastlıyorlar. Kız ağlamaya başlıyor. Nereli ve kim olduğu anlaşılıyor. İnanır mısınız, oradaki askerlerden birinin kardeşi çıkıyor. Meğer kocasının üç karısı varmış. Bizimkini akşam geneleve getiriyor, sabah gelip alıyormuş. Bu kızlar arasından geneleve düşenlerin sayısı az değil. Gariptir bazıları Kıbrıs’ a dönmeyi başardı ama kimse sahip çıkmadığı için genelevlerde çalıştılar, ömürleri orada geçti.”

AMAN NE OLUYORUZ?

Filistin’ e götürülen kızların kötü durumda olduğunu duyanlardan biri de İngiliz ordusuyla birlikte Filistin’ e giden tercüman Mustafa Bitirim’ dir. Bitirim Kıbrıs’ a döndükten sonra, 1943 yılında, “Biz, Kızlarımız ve Araplar… Aman Ne Oluyoruz” adlı 16 sayfalık bir broşür yayınlar.
Bitirim kendisine durumu anlatan asker mektuplarını da yayınlar. Bu askerlerin arasında Kıbrıs Rumlar da vardır. Ama durum Filistin’ in işgaline dek değişmez. O yıllarda İsraillilerin saldırılarından kaçan Filistinlilerin çoğu Ürdün’ e ve çevredeki ülkelere sığınır. Kıbrıslı kızların karşısına bir de sürgün hayatı çıkar. Nice Filistinli gibi onlar da kamplarda yaşamaya başlarlar. Bazıları zaman zaman Kıbrıs’ a gelmeyi ve aileleriyle bağlantı kurmayı başarsa da zamanla tüm ilişkiler kopar.

ÜRDÜN ZİYARETİ

Neriman Cahit günün birinde Ürdün’ de yaşayan Kıbrıslı Emel Muhareb’ le tanışır ve hemen Ürdün’ e, artık neredeyse 90’ lı yaşlarının sonlarına gelen Kıbrıslı kızlarla tanışmaya gider. Neriman Hanım ziyaretini şöyle anlatır: “İsrail zulmünden kaçıp Ürdün’ e sığınan aileleri bulduk. Kıbrıslı kızlara, çocuklarına, torunlarına ulaştık. Gördüklerime, duyduklarıma inanamadım! Her şey çok acıydı… Filistinliler kamplarda, inanılmaz bir yoksulluk var. Ben o kadınların yüzlerindeki derin ifadeyi, her hallerine sinmiş hüznü, küskünlüğü gözlerimle gördüm. İçimde hissettim. Benim onları, o acıyı unutmam mümkün değil. Ben gittim, gördüm ve öldüm…”

LEFKELİ HATİCE TEVFİK

Hatice Tevfik, Neriman Cahit ile tanıştığında altı oğlu bir de kızı 97 yaşında bir kadındır. Ürdün’ de El Vahdet Kampı’ nda yaşamaktadır. Satılmadan önceevin en küçüğüdür. Filistin’ e gönderileceğini öğrenince bir resim çizer. Resimde evdeki dört kardeşi çizer ve kendisini temsil eden figürün üzerini karalar. Çocuk gözüyle, “Niye diğerleri değil de ben?” diye sormaktadır.

Hatice Tevfik küçük evinin kapısından tam dokuz yıldır hiç çıkmamış. Çünkü dünyaya küskün. Türkçe bilmediğini söylüyor. Ama çevirmen aracılığı ile soruyor; “Bunca yıl neredeydiniz?” Neriman Cahit onu ikinci kez ziyarete gittiğinde Hatice Tevfik’ in kızı gizlice şu bilgiyi aktarıyor: “Bütün gece uyumadı eski sandıkları karıştırdı!” Sandıktan yıllar önce giydiği mor bir elbise, mor bir başörtüsü ile Kıbrıs nakışlarıyla dolu bir bohça çıkarıyor. Neriman Hanım, yaşlı kadının acıyla, özlemle, ördüğü duvarı yıkamayacağını düşünüyor. Ama son bir gayret; ekip arkadaşı Eralp Adanır’ a; “Bir Kıbrıs türküsü söylesene” demeyi akıl ediyor. Sıra “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsüne gelince bir feryat kaplıyor ortalığı; yaşlı kadın; “Beni vurdularrr, beni vurdular! Ölmeden beni mezara goydular… Unuttunuz beniii” diye feryat ediyor.

NECLA ÖMER

Neriman Cahit sayesinde ortaya çıkan öykülerden birisi, güzelliği ile dillere destan Necla Ömer’ in yaşam öyküsü. Necla Baf’ ın Evretu köyünden. Yoksulluk içinde babası ile yaşıyor. Bir gün ünlü simsar Halil ile bir Arap damat adayı çıkagelir. Baba direnir, kızını vermez. Ama yoksulluk ağır basar. Necla, aynı köyden Mustafa’ ya âşık olduğu halde babasına karşı gelmez. Kendisini Kıbrıs’ ta doktor olarak tanıtan Necla’ nın kocası kavun- karpuz satan bir manav çıkar. Üstelik Necla’ ya akıl almaz derecede kötü davranır. Bir yandan şiddet, bir yandan aile, memleket özlemi Necla’ yı bitirir. Beterin beteri olur ve geneleve düşer. Bu arada İngilizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşı’ na katılanlardan biri olan Mustafa deli gibi Necla’ yı arar. Necla’ yı genelevde Mustafa’ nın çok yakın arkadaşı bulur. Ama Mustafa’ ya hiçbir şey söylemez, çünkü Necla’ ya söz vermiştir. Yıllar sonra Necla, Lefkoşa’ nın ünlü genelev mahallesi Kuru Çeşme’ de görülür, yaşlanmıştır. Mustafa da Lefkoşa’ dadır, Ama bir daha karşılaşmazlar.

VEDİA MUSTAFA

Vedia Mustafa’ nın öyküsünü torunu Dr. Ahmed Ali Hamiş şöyle anlatıyor: “Dedem, evlenmek için Kıbrıs’ a gitmiş. Simsar aracılığıyla bir miktar para vererek ninem Vedia ile evlenmiş. Ninemin ailesi fakir bir aile.” Beş erkek, iki de kız kardeşi olan Vedia kocasıyla birlikte Filistin’ e gider ve Abu Şusu köyünde yaşamaya başlar. Dr. Ahmed Ali Hamiş nenesini hep hüzünlü hatırlıyor: “Ninemi çok severdim. Çünkü hep üzgündü ve hep ağlardı, çok mutsuzdu. Ben de yanına gider onunla ağlardım. Annem bana kızardı marazi bir çocuk olacaksın diye…” Ahmed Bey, çocuk yaştan itibaren ninesinin vatanını ve ailesini özlediği için mutsuz olduğunu bildiğini söylüyor: “Ninemin mutsuzluğun azaltmak için onun ailesini bulmaya onları buluşturmaya karar verdim. Tabii bu o kadar kolay olmadı…” A
Bozkurt mahir
18 gün önce
ABD boğazları pas geçip kanallar üzerinden Karadeniz'e çıkıp Rusya'yı kuşamak istiyordu..Menderes korktu..Her ne kadar Amerikan ürünü olsada korktu..Önüne zarf kondu..Korkuyla rusyaya yöneldi..Ama ABD natocu subaylarıyla darbe yaptı..Mallar hala Menderes'i Türk askeri astı sanıyorlar..Ben sizin o beyninizi sikeyim..İyi duydunuz sikeyim..Menderes Özal Erdoğan Evren..Hepsi amerikan projesidir..Derin bir el kanala izin vermedi..Rusya'ya yanaşmak zorunda kaldık...
Sonuç idam sehpası...Atmış sene sonra biri gene kanalı kazmaya karar verdi..
Kanal intihardır....Arap parası uğruna intihar

Rusya son sözü söylemedi daha...
İstanbul'un Çanakkale'nin üstünde patlayan iki nükleer bomyla söyler emin olun..
İşte o değil boğazlar Türkiye'nin sonu olur...
Atatürk ne demişti...Rusları kışkırtmayın...

ABD nin ve NATO'nun Karadeniz'e çıkması demek Rusyanın sonu demektir..Rusya karadenizi ve komple güney Rusya'yı kaybder..İçine çöker dağılır..Bu nedenle kanala asla izin vermez..Henüz susuyor..Türkiye'yi haritadan siler kanala izin vermez...Rusa karşı koyacak gücün varmı...Yok
Yunanın adalarını işgalini bile engelleyemiyorsun..Mavi vatanı feda etmişsin..Türbeye sahip çıkamamışsın...Dizi film çevirttirmeye benzemez bu işler..
İdlipte seçme taburunu şehit etti ne yapabildin..Suçlu gibi gidip kapılarda bekledin..

O arkadaşa biri bunu net bir dille söylesin....İstanbul değil Türkiye gider..
Geçtik Kanal çevresine kuracağı Arap şehrini filan..
O tehtidi gören Araplar zaten gelmezler...

Rusyayı iyi izleyin....
Bozkurt mahir
18 gün önce
TÜRK TARİHİNİ BİLMEMEK
Soner Yalçın 31.01.2018

“Rabova” nedir bilir misi­niz?

Hayır, “Rojava” demiyo­rum; “Rabova” diyorum.
Maşallah! “Rojava”yı bilme­yeniniz yok; hepinize ezber­lettiler! Suriye'de; Derik'ten Afrin'e kadar sınırımızda uzanan 700 km'lik alana “Rojava” diyorlar; sözüm ona “Batı Kürdistan!”

Öyle propaganda yaptılar ki… Çoğu kişi sanıyor ki, “Rojava” Kürtlerin yurdu! Bir de ideolojik temel inşa ediyorlar; “Kemalizm'den kaçan Kürtler buraya sığındı!” Bitmez tükenmez PKK ya­lanlarından biri bu.

Neyse... Soruma döneyim:

“Rabova” nedir?

Bilmiyorsunuz değil mi? “Yevmüşşüheda” de­sem…
Yani, “Masum Şehitler Günü”…
Hatırlayanınız çıktı mı? Sanmam!

Yazayım:

Tarih: 30 Eylül 1918. Osmanlı, I. Dünya Savaşı'nı kaybetmek üzereydi artık. Alman Mareşal Liman von Sanders komutasındaki Os­manlı Ordusu, Şam'ı boşaltıp Halep'e çekilme kararı aldı.

Şam'da binlerce Türk aile­si vardı… Binlerce kadın-çocuk Türk yollara düştü. İnsan acıma­sızlığının boyutunu nere­den bilsinler?
Tren, Şam-Rayak demir­yolunun geçtiği Rabova boğazında saldırıya uğradı. Boğazın iki yakasını tutmuş ayrılıkçı Araplar silahlarla treni taramaya başladı. Saldırganların gözü öylesine kin doluydu ki, bir tek sağ çocuk bile bırakmadılar…

Rabova katliamının olduğu her “30 Eylül” günü “Ma­sum Şehitler Günü” olarak anıldı. Zamanla unutuldu gitti!

Sonra, “Ermeni soykırımı” sözleri bilinçlere şırınga edildi!

Sonra, “Rojava direnişi” lafları bilinçlere şırınga edildi!

Bırakınız “Masum Şehitler Günü” anmasını, “Rabova kıyımını” bile bilen kalmadı.

PKK-FETÖ ve liboş düşünce ikliminde yetişen insanımız tarihine düş­man kesildi!
Türklük, faşistlik oluverdi!
30 EYLÜL MASUM ŞEHİTLER GÜNÜ

Bir zamanlar Şam Osmanlı şehri idi. 1. Dünya Savaşında Şam Hastanesinde Filistin Cephesinden gelen yaralı Osmanlı askerleri yatıyordu. Filistin Cephesinde Lawrance komutasındaki Arap Bedevileri “Esir almak yoook!..” bağrışları ile Şam’a doğru çekilmekte olan Türk Mehmetçiğine saldırdılar. İşte bu saldırıdan kurtulanlar Şam Hastanesine yatırılmıştı. Öyle ki hastane yatakları tam dolmuş, hastane avlusunda yüzlerce yaralı Mehmetçik sedyelerde inliyordu. Bedevi atlıları bir sabah gün ışırken geldiler. Önce hastane avlusunda sedyelerde yatan Mehmetçikleri, “Mermi israfı olmasın” diye eğri kılıçlarla kellelerini kesip, karınlarını deştiler, sonra hastane içine girip ağır yaralıları katlettiler. Biz onlarla “Din kardeşi” olduğumuza inanıyorduk değil mi?

Bir zamanlar Osmanlı şehri olan Şam’daki bu vahşetten sonra şehirdeki subay ve memurlar Şam’ın elden çıktığını kabullendiler. Önce çocuklar ve anneler trenle Halep’e taşınmaları gerekiyordu. Binlerce çocuk, anneler ve nineleri vagonlara balık istifi dolduruldu. Masumlar treni Rabova (Barada) Boğazı’na geldiğinde demiryoluna döşenmiş taşlarla tren katarı durduruldu. Boğazın iki yakasında pusuya yatmış Arap Bedevileri ve Ermenilerin yaylım ateşi başladı sonra. Tren vagonlarından yükselen çığlıklar silah seslerini bastırıyordu. Çocuklar annelerine, ninelerine sarılıp kucak kucağa can verdiler. Ümmet kardeşimiz Arap Bedevileri ve Ermeniler vagonlara girdiler sonra, ağır yaralıları da susturdular.

Binlerce masum çocuk; genç, yaşlı kadınların öldürüldüğü 30 Eylül 1918 Cumhuriyet yıllarında “Masum Şehitler Günü” olarak anılırdı. Sonra unuttuk her şeyi, Arap Bedevileri ile yeniden “Ümmet kardeşi” olduk, “Din kardeşi” olduk, sarmaş dolaş olduk…
Alper Aksoy
Bozkurt mahir
22 gün önce
CUMHURİYET ARAP DÜŞMANLIĞI MI ÜRETTİ?..

Suriye ve Filistin Cephesi’nde Arapların Müslüman(!) önderi Edward Lawrence komuta ettiği Bedevi süvari alayına şöyle bağırıyordu:

“Esir almak yok!.. Hücuuum!..”

Filistin Cephesi’nden Anadolu’ya doğru çekilmekte olan Türk ordusu yorgundu, perişandı; at arabalarının üstünde, ilkel sedyelerde yaralılar taşınıyordu; kiminin başı, kiminin omuzu, kiminin kolu sargılıydı… Binlerce bedevi atlısı eğri kılıçları ile Türk ordusuna arkadan saldırdılar. Türk Mehmetçiğinin kelleleri, kolları havada uçuşup çölün kızgın kumlarına düşüyordu. Teslim olmak için el kaldıranların önce kolları, sonra kelleleri alındı. “Ümmet kardeşimiz” Edward Lawrence’nin “Esir almak yok!..” buyruğuna harfiyen uymuştu.

Yüzyıl sonra Beştepe sarayından İbrahim Kalın’ın sesi yükseldi:

“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti.”

***

Suriye ve Filistin Cephesi’nde Lawrence’nin komuta ettiği Bedevi süvari alayının eğri kılıçlarından kellesini kurtaran, yaralı iki bin Mehmetçik Şam’daki hastaneye yatırılmıştı. Hastane dolup taşmış, yüzlerce kişi avludaki sedyelerde yatıyordu. Yeterli sağlık personeli yoktu, ilaç yoktu, narkoz yoktu… Cerrahlar sivri uçlu bıçakları ile yaraya girdiğinde feryatlar göğe yükseliyordu…

İşte öyle bir günde geldi Bedevi atlıları… Lawrence bile “Lanet olsun bunlara” deyip Filistin cephesinden ayrılıp Mısır’a dönmüştü. Ama Bedevi katilleri Türk kanı içme isterisi ile önce hastane avlusunda yatan yaralıların göğsünü hançerle deştiler, sonra hastane odalarına daldılar.

Sağlık personeli dahil, kurtulan tek kişi olmamıştı.

İngiliz gözlemci subayları bile isyan etmişti:

“Bu kadar da vahşet olmaz!.. Evet biz Arapları destekledik ama hastane baskını da istemedik ki…”

Yüzyıl sonra Beştepe sarayından İbrahim Kalın’ın sesi yükseldi:

“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti.”

***

24 Aralık 1963’de Kıbrıs Rum Lideri Makarios tarafından kurulan cinayet örgürü EOKA Tabib Tuğgeneral Nihat İlhan’ın evini basıp eşi ve üç çocuğunu banyoda vahşice öldürdüler. Nihat İlhan cenazeleri kendi elleriyle yıkayıp defnetti.

Lefkoşe’nin Türk mahallerinde 39, Girne’de 7, Baf’da 49, Larnaka’da 21 ve Magusa’da 21 Türk daha Makarios’un cinayet örgütü tarafından katledildi. Toplamda 364 Türk can vermişti.

İşte o günlerde Filistin Lideri Yaser Arafat Kıbrıs’a geldi, Makarios ile kucaklaştı ve şöyle dedi:

“Filistin Halkı Kıbrıs Rumlarını ve haklı mücadelelerini desteklemektedir.”

Bu sözler Türk milletinin yüreğine isli bir ocak taşı katılığında oturmuştu.

Ve Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Uygur Türklerine soykırımı destekleyen demeci:

“Doğu Türkistan’da Çin haklıdır!..”

“Mavi Vatan” mücadelesinde, Filistin ve Arap dünyası Yunanistan’ın yanında, Girit’e Suud uçakları indi, “Pilotlar sizden, uçaklar bizden”…

Ve Beştepe sarayından yükselen kalın ses:

“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti...”

Takdir Yüce Türk Milletindir.

Alper Aksoy
Bozkurt mahir
22 gün önce
Arapların Türklerle ilk karşılaşmaları halife Hz.Ömer zamanında 645 Yılında #İslam ordularının, #İran 'da #Sasani 'leri yenmelerinden sonra, #Kafkaslar bölgesinde #Araplar , #Horasan , #Mavera -ün nehir ve #Toharistan bölgelerinde #Hazar #Türk 'leri ve #Türgeş Türk'leri ile karşılaştılar...
652 yılında Halife Hz. Osman zamanında ise Hazar Türk'leri ile Arap'lar arasında ilk kez #Türk -#Arap savaşları başladı...
Halife #Osman emrindeki Arap orduları, Hazar Türklerinin topraklarına girip, #Derbent 'i alarak Başşehir olan #Belencer 'e dayandılar...
#Emevi 'lerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra, Arapların Türk ülkelerine doğru ilerleyişleri devam etti...
Türkler ile Araplar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar Emevi'ler döneminde yaşandı...
Mervan Bin Muhammed #Azerbaycan 'a vali tayin edildi. Arap'lar en önemli başarılarını onun zamanında elde ettiler...
Araplar, başşehir Belencer ve büyük şehir Semender'i ve öteki Hazar şehirlerini ele geçirdiler...
Türkleri dağınık ve birbirleriyle yardımlaşamaz durumda yakalayan acımasız Emevi ordusu (Ebu #Kuteybe komutasındaki) yakalayabildiği tüm Türk'leri ya kılıçtan geçirdiler ya da her bir ağaca bir Türk asarak öldürdüler...
Ancak #Karaylar gibi #Litvanya 'ya kaçabilenler,
#Gagauz 'lar (Gök #Oğuzlar ) gibi #Rusya 'ya kaçabilenler, #Bulgar Türk'leri, #Macar Türk'leri ve öteki Avrupa'lı Türk'ler gibi Avrupa'ya kaçabilen hristiyanlar ve de Anadolu'ya kaçabilen Aleviler canlarını kurtardılar…
Asla müslümanlığı kabulllenmediler, genelde Araplara kızgınlıklarından #Karay Türkleri gibi topluca Musevi oldular...
Ya da gittikleri toprakların dinini kabullendiler...
Yüzlerce yıl sonrasında çoğunlukla asimile
oldular...!?
Bu dönemde Orta #Asya 'da #Göktürk 'ler egemenliği hüküm sürmekteydi. Birden fazla Göktürk devleti vardı…
Emevi'lerin genel valisi, Bağdat valisi Haccac (Zalim Haccac ) idi...
Emevi'lerin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad,
674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Mavera-ün nehirin önemli şehirlerinden Buhara 'yı kuşattı...
Üç günde Buhara 'da pek çok Göktürk öldürüldü...
Buhara'nın Göktürk Melikesi Kabaç Hatun, ağır bir vergi ve daha ağır kabul edilemez şartlar karşılığında Ubeydullah Bin Ziyad ile anlaşma yaptı...
Bu anlaşma sonucu olarak, Güney Göktürk'ler Emevi tutsaklığını kabul ettiler...
Güney Göktürk gençleri, Kurşun arap askeri oldular...
Arap'lar evli- bekâr istedikleri Güney Göktürk kadınlarını kendilerine cariye yaptılar...
İşe yaramayan öteki Türk'leri de, boyunlarına Damga vurup kendilerine Köle yaptılar ve istedikleri Göktürk'lüyü boyunlarına ip bağlayıp köle olarak alıp sattılar ve köle ticaretini yaptılar...
Bu tutsaklık 150 yıla yakın devam etti...
Hani Türkler için, “Türkler kılıçla Müslüman oldu ” derler ya…!!!
Keşke kılıçla müslüman olsaydık...
Tutsaklık anlaşmasıyla Kölelik yaparak, köle olarak alınıp satılarak, Göktürk Kadınları Araplara cariyelik yaparak müslüman oldular...
Yani Araplar Türkleri, insanlık dışı bir şekilde, zorla müslümanlaştırdılar...
Tarihte ilk defa bir ulus (Güney Göktürk'ler), sözleşme ile tutsaklığı kabul etti...
Araplar, Horasan valisi Ebu Kuteybe Bin Müslim zamanında bütün Mavera-ün nehir'i ve Batı #Türkistan 'ı ele geçirdiler...
Baykent, Buhara, Semerkant ve Kaşgar gibi önemli Türk şehirleri Araplar tarafından yağmalandı...
Pek çok Türk öldürüldü...
Ebu Kuteybe'nin ölümünden sonra Araplar zayıflamaya başladılar...
Göktürk'lerin batı kanadında yer alan Türgeş Türkleri, Arapları çekilmeye zorlamış ve bu mücadele Güney Göktürk'lerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745).
Güney Göktürk egemenliğinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çin'liler, batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır...
Bu dönemde Mavera-ün nehir (Irmağın öte yakası) bölgesinin savunmasını, Türgeş'lerin yerini alan Karluk Türk'leri üstlenmiştir...
Ancak bu mücadeleler 763 yılına kadar devam etmiştir...
763 yılında Emevi'ler yıkılıyor ama Güney Göktürk'ler öylesine kötürüm edilmişler ki, Öylesine köle yapılmışlar, ümmetleştirilmişler ki asla ayağa kalkamıyorlar...
Korkudan kıpırdayamıyorlar...
Emevilerin yerine, 763 de Abbasiler kuruluyor ve Abbasi devlet kararı alıp, Türk'lere kademeli olarak “İyi davranmak” kararı alıyorlar...
Devlet kararlarını Göktürklere anlaşma ile resmen bildiriyorlar...
800 yılları civarında fırsat bulan Göktürk'ler daha batıya, Anadolu'ya doğru kaçıp kurtuluyorlar...
“ Türkü öldürünüz, kanı helaldir ” Sözü kime aittir?
Arap Komutan Ebu Kuteybe'nin şu sözü meşhurdur.”
"Üç kelimelik ömrüm kalsa, (Uktülühü -uktülühü -uktülühü)" derim...
(Hepsini öldürün- hepsini öldürün- hepsini öldürün)
......ve gerçekten de hepsini öldürdüler...
Bu 645 yılından 800 yıllarına kadar süren Türk-Arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;
- 100 binin üzerinde Türk katledilmiştir.
-50 binin üzerinde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
- Şehirler yağmalanmış , “ganimet” diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
- Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamı”nda 40 bin kadar Türkün kafaları kesilerek 4 fersah (yak.24 km) yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.
(Tarihte böyle bir vahşetin örneği çok azdır.)
- Aynı şekilde “Curcan Katliamı”nda"da esir alınan yaklaşık 40 bin Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman tutulmamış, "Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
Tabari bunları hadislerinde açık açık anlatır.
- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
- Bu tarihi gerçekler "aman İslâma leke gelmesin, Islâm etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte, hiç bahsi bile geçmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir.
Bizim sahtekar dinciler,Türkler okuyup uyanmasin, islama zarar gelmesin diye...
Bazı cesur yazarlarda kaynakları ile kitaplar yazmıştır...
Arif TEKİN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Erdogan AYDIN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Zekeriya KİTAPÇI - (TÜRKLER ansiklopedisi
TABERİ tarihi. Arap Tarihçi.)
KAYNAK:
(İslâm, Alimi, Tarihi TABARİ. Cilt/ 3/ sayfa 343).
(Türklere yapılan Talkan ve Curcan Katliamı.
Tarih-i Taberi / Cilt 3)
Bozkurt mahir
23 gün önce
Araplar bizi neden sattı diyenler bu tüfeğe iyi baksınlar!..

Londra'daki Kraliyet Savaş Müzesi'nde Imperial War Museum sergilenen silahlardan biri, üzerindeki irili ufaklı çok sayıda çentik nedeniyle, ziyaretçilerin hemen dikkatini çeker.
★★★
“Lee-Enfield Rifle, 7.7 mm” etiketiyle tanıtılan bu piyade tüfeği, Çanakkale Savaşları sırasında İngilizlerden ele geçirildikten sonra Harbiye Nazırı Enver Paşa'ya hediye ediliyor. Enver Paşa da Hicaz Emiri Şerif Hüseyin'e gönderiyor. Silahın son sahibi kim biliyor musunuz?
Şimdi sıkı durun!
“Arabistan Kahramanı” olarak ünlenen İngiliz Casusu Lawrence!..
★★★
Çentikli tüfeğin tüyler ürperten öyküsü de Lawrence'ın eline geçmesiyle başlıyor!..
1'inci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu Mekke ve Medine gibi kutsal şehirlerin savunması için Cemal Paşa'yı görevlendiriyor. Hicaz'da ise Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in sülalesinden geldiklerini iddia eden Şerif ailesinin hakimiyeti sürüyor. Hicaz kutsal bir yer olduğundan Osmanlı'ya vergi ve asker vermiyor, buna karşılık Osmanlı Hazinesi'nden sürekli altın çekiyor! Hicaz'ın istediği altınlar, padişahın özel hediyeleriyle birlikte Saray'dan Surra Alayı adı verilen birlikler ve törenlerle yollanıyor. Şerif ailesi mensupları yaz aylarını Boğaziçi'ndeki muhteşem yalı ve köşklerde geçiriyorlar. Yani Osmanlı Sarayı'nca adeta baş tacı ediliyorlar…
★★★
Ama gelin görün ki Saray'ın bir dediğini iki etmediği bu aile, 2 Haziran 1916 günü yukarıda anlattığım tüfeği ateşleyerek Osmanlı'ya karşı isyan başlatıyor. Sonra da silah, isyanın anısı olarak casus Lawrence'a hediye ediliyor.
★★★
Dipçikteki bazıları büyük, bir bölümü de küçük olan çok sayıdaki çentiğin dehşet verici hikayesine gelince…
Müzedeki resmi kayıtlara göre; büyük çentikler bizzat Lawrence'ın sıktığı kurşunlarla şehit düşen Türk subaylarını, küçük çentikler ise şehit edilen rütbesiz Türk askerlerini gösteriyor!
Böylece Lawrence bir bakıma Çanakkale'nin intikamını almış oluyor!..
★★★
Giderek yayılan Hicaz kalkışması öylesine vahşi bir isyana dönüşüyor ki asiler, Mekke'de hastanede yatan Türk askerlerini hasta yataklarında bile şehit etme acımasızlığını gösteriyorlar.

Buna karşılık Fahri Paşa komutasındaki bir avuç Türk askeri Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in kabrini, onun sülalesinden geldiklerini söyleyip emperyalistlerle iş birliği yapan, sırtlarını İngilizlere dayayıp Osmanlı'yı sırtından hançerleyen hainlere karşı korumak için I. Dünya Savaşı'nın en zorlu mücadelelerinden birini veriyorlar…
Ve canları pahasına sürdürdükleri bu mücadeleyi insanın okurken gözlerini yaşartan bir marşla anlatıyorlar.
“Bırakmayız Medine'de yatanı, Can veririz, kurtarırız vatanı…”

Çentikli tüfeğin kan donduran hikayesi işte budur!
O tüfek, Çanakkale'de İngilizlerin başını çektiği tarihin en büyük emperyalist saldırılarından birini, bedenini siper ederek, can vererek durduran kahraman vatan evlatlarımızca ele geçirildikten sonra Hicaz Emiri'ne gönderilen, onların da kalkışmada İngiliz casusuna vererek, Türk askerlerini şehit etmesini sağladıkları Arap ihanetinin simgesidir.
Arap Birliği'nin Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Barış Pınarı Harekatı'nı kınamasına hâlâ bir anlam veremeyenler, hatta şaşıranlar varsa, bu tüfeğe ve üzerindeki çentiklere iyi baksınlar.
İhaneti apaçık görürler!...
Bozkurt mahir
29 gün önce
RUM YUNANLI DEĞİLDİR!
TURUVALILAR MI TÜRKTÜR,
TÜRKLER Mİ TURUVALIDIR ?

Büyükada”ya göçtüğümden beri, bir konu bana dokunuyor.
Rum müziği diye Yunan müziği çalınıyor adalarda. Ayrıca Rumların öz yurdu olarak Yunanistan tanınıyor, ötesi Türk- Rum kardeşliği için Yunan bayrağı sallanıyor, hora tepiliyor, Ege Adaları yerine “Yunan Adaları” deniliyor”!

Burada bir geçmiş(tarih) öğretisi vermeyeceğim. Ancak, geçmişin katmanları içinde Gündoğan’a (Anadolu’ya) bakıp, Rum kim, Türk kim ona bakacağız.

Ön Türkler: Türk Dili araştırmacısı Kazım Mirşan’a göre bundan 14 bin yıl önceki Ön Türkler döneminde, Türkler “On”(Ural) ile “Ok”(Altay) Türkleri olarak ikiye ayrılıyordu. Sevgili Sümer Bilimci Muazzez İlmiye Çığ”ın betiklerinde (kitaplarında) yazdığı gibi...

Yaklaşık 13 bin yıl önce Sümerler Orta Altay’dan(Asya’dan) gelmiş bir Turan soyudur.
Onlara “Ok Türkleri” denir.
Kuzeyden Avrupa’ya gidenler “On” Türkleridir.
(Turan; 1. Altay”dan türeyen soyun yayıldığı ülkelerin toplu adı, 2. Çoban, andık(hayvan) güden demektir.)

Sümerler, yazıyı “İki Irmak Arasındaki Yerleşim”de (Ak ur gal’da) (Mezopotamia) bulmadılar, bilerek geldiler. Belki onlar PasifikBaykalı’nda
(okyanusunda) yok olan Mu uygarlığının bir süreğeniydi(devamıydı).

Turan- Sami İlişkisi:
Sami(Arap) soyunun biz Turan soyuna geçmişte 3 kıyımı (katliamı) olmuştur.

Bunlar,

1. Sümer uygarlığını yıkarak, Sümerlerin Kutyak’a(Avrupa’ya) kaçışması, orada yeni uygarlıklar kurması,

2. İslamlaştırmak amacıyla,
8 ve 9.Y. Y.’da Turan boylarını kılıçtan geçirerek güç kullanıp, soykırıma uğramaları,

3. Birinci Dünya Savaşında Arapların Müslüman kardeşi olan Osmanlı’yı, Hıristiyan’larla elbirliği yapıp arkadan vurması.

Sümerlerden kaçabilenler, Akdeniz kıyılarını izleyenler Girit ile Ege Adalarına gidip orada Girit Uygarlığı ile İyon Uygarlıklarını kurmuşlardı.

Çanakkale ile İstanbul Boğazlarını geçenler Kuzey İtalya’ya yerleşip Etrüsk Uygarlığını kurmuşlardı. Etrüskler’de “Ok Türkleri” dir.

Diğer bir deyimle bugünkü İtalyanlar ile Türkiye’deki Türkler birbirlerinin yakınıdır(akrabasıdır). Açıkçası İtalyanlar Turan soyudur. Kafkaslardan gidenler Karadeniz kuzeyinde Kırım dolayında Hazar Uygarlığını kurmuşlar.

Sonra Girit”ten kopup, Güney Batı Anadolu’ya (Muğla, Bodrum, Marmaris) gelen bir kol burada Karya Uygarlığını kuruyor.

Ayrıca, Karadeniz’in kuzeyinden Ural’a(Doğu Avrupa’ya) gelen Avar, On Türkleri(Hunlar), Peçenek, Kuman, Tatar, Bulgar Turanlıları ile birlikte Avrupa’ya Bulgar Turanlıları ile birlikte Avrupa’ya özellikle 6. yüzyıldan sonra yoğunlaşan bir Turan soyu ile Turan Dili(Türkçe) giriyor.

Uzlar bu günkü Batı Trakya ile Pelepones yarım adasına, Bulgarlar Tuna boylarına, Kumanlar, Kumanya’ya(Romanya’ya), On’lar(Hunlar) Macaristan’a, Çekya ile Slovakya’ya,
Finler; Fillandiya, Estonya, Letonya’ya,
Peçenekler; Balkanlar ile Adriyatiğe yerleşiyorlar.

Genelde, kuzey Turanlılar ak tenli, boyalı gözlü bir soy. Kutyak(Batı Avrupa) ile Ural’a(Doğu Avrupa) ilk Turanlı yerleşimi 8500 yıl önce “Ön Türklerce” yapıldığını Avrupa’daki dikilitaşlar üzerindeki Türkçe yazılardan anlıyoruz.

Anadolu’ya Akın.

Bundan 3 bin yıl önce Anadolu varlıklı yer altı kaynakları(altın, gümüş, bakır, kurşun, çinko, demir, manganez, mermer), orman, deniz, ulaşım, tecim, bol su, kızık(jeotermal, kaplıca) nedeniyle oldukça çekici. O nedenle Bitinya; Marmara Denizi çevreleyen alanda kuruluyor, Venedikliler ile Cenevizliler Ege kıyıları ile Karadeniz kıyılarında kent ilkutları(koloniler) kuruyorlar. Misyalı’lar Avrupa’dan gelip Edremit Koyu ile Biga Yarımadası dolayını yurt edinmişler, Turan soyu Frigler Balkanlardan gelip Kütahya, Uşak, Afyon, Isparta, Ankara dolayına yerleşmişler, bugünkü İtalya ile Fransa arasından gelen Lidya’lılar Büyük Menderes ile Bakırçay arasındaki Aydın, Manisa, Uşak dolayını yurt edinmişler, Kimmerler, Truvalılar, Bergamalılar, İyonlar, Miletliler, Likyalılar Batı Anadolu’yu yurt tutmuşlar.

Kafkas kökenli Turan soyu olan Hititler güneyden gelerek Doğu, Orta, Güney-Doğu Anadolu’ya yerleşmişler, Asur’lar Güney Anadolu’da yer tutmuşlar, yine Turan soyu olan Ermeniler Doğu Anadolu’yu yurt edinmişlerdir. Traklar; Paşaeli yarımadasına yerleşmişlerdir.

Bu ilkutçukların çoğunun kendi dilleri, ile kendi tamgaları(alfabeleri) olduğundan anlaşamazlardı.

Bunlar Yunanca yazmadıkları, konuşmadıkları gibi, Ortodoks ta değildiler. Çünkü onların yaşadıkları dönem, İsa’dan çok önceydi.
Batılı ötken bilimcilerin(tarih bilimcilerin) buna “Helenistik Dönem” demesinin altında yayılmacı bir Yunan tutumu(siyaseti) yatar. Oysa, bu uygarlıkların hiç biri Yunan uygarlığı değildi. Yunan; sözcüğü Türkçe olup “Yıkanan” anlamına gelir. Yunanlılar; Pelepones yarım adasının Mora ile Epir bölgesinde yaşayan, Isparta ile Atina kent ilkutçuklarından oluşuyordu.

Persler ile Makedonlar.

Gel zaman, git zaman, Anadolu’da üretilen altının ünü dilden dile, ağızdan ağza tüm dünyayı sardı.

Bu varlığı ele geçirmek üzere Persler (İranlılar) MÖ. 546 yıllında Anadolu ile Peleponesi ele geçirdiler. Makedonya Selanik, Üsküp, Batı Trakya bölgesinde idi. Yazı ile dilleri Makedon dili idi.

Ancak Makedon ilhanı(imparatoru) Filip bir Yunan yazını(edebiyatı) sevdalısıydı. Bu nedenle oğlu İskender’i Yunanlı Bilginlerce eğitti. Ulusuna Yunanca konuşmayı buyurdu. Filip, sonrası Büyük İskender, Makedon güçlerini toplayarak Persleri 4.yy.’da (MÖ.336)Pelepones ile Anadolu, İran, Orta Doğu’dan sürdü attı. İşte bundan yaklaşık 2300 yıl önce Anadolu’ya ilk kez “Yunan dili ile özgeni(kültürü)” böylece girdi. Her biri ayrı diller konuşan Anadolu ilkutları(devletleri) aynı Yunan dilini konuşmaya başladılar. Ancak onlar ne Yunan, ne de Makedondu.

Anadolu 200 yıl Pers egemenliği altında yaşarken, Makedon egemenliğine geçmişti.
Yunanca konuşmaları Anadoluları Helen yapmaz.
Onun için Roma öncesi döneme “Helenistik” dönem demek yanlıştır.

Romalılar Anadolu’da.

Roma Etrüsklerin kurduğu bir ilhanlıktır. Roma, Latinler, Konstantin(MS.330) Anadolu’yu ele geçiriyorlar. Artık Anadolu Makedon ülkesi olmaktan çıkıyor, Roma ülkesi oluyor. Roma yönetimi halkın Yunanca konuşmasına karışmıyor, ancak tüzel(resmi) dil olarak Latince konuşuluyor.
Prof dr.Kazım Mirşan”ın Ön Türk çalışmalarına göre, Roma, Türkçe Urum’dan gelir. Ur; kent, yerleşim yeri demektir. “Urum” ya da ondan türemiş “Rum”; “Romalı” ya da “kentli”,“yerleşik” demektir.
Osmanlılın kentte oturan kendileri için kullandığı “Rumi” de ayni anlama gelir; “kentli” demektir. Osmanlılar, Anadolu”ya “Diyar-ı Rum” demişlerdir. Çünkü, Anadolu’da çeşitli uygarlıklardan kalma 44 bin yerleşim yeri vardır.
Kırsalda, göçebe olarak yaşayanlara ise “Türkmen” demişlerdir. Rumlar, kentliler, yerleşikler ülkesi anlamına kullanılır, “Yunan” anlamına asla kullanılmazdı. Celalettin Rum-i adı da bu anlamda kullanılmış, Osmanlı seçkinleri de kendilerine Türkmen değil, Rumi demişlerdir. Çünkü, Orta Altay(Asya) ile Türkmenler, yerleşik değil göçebe idiler. Yerleşik düzene geçen herkes “Rumi” idi.

Doğu Roma’nın Roma’dan ayrılmasıyla, Doğu Roma’nın egemenliği altında olan Pelepones, Adalar, Kıbrıs ile Anadolu’nun inanç yolu “Ortodoks” oluyor. Başkent “Konstantinapolis”. Atina ile Isparta’da oturan Yunan halkı, yine Yunan.

Ancak çok tanrılı inançtan tek tanrılı inanca, “Ortodoksluğa” geçmiş. Anadolunun yerli halkına ise “Rum” deniliyor. Rumlar, eski Frig, Hitit, Misya, Lidya, Karya, İyon gibi soyların, özgenlerin ortak adı.
Tıpkı “Osmanlı” gibi. Anadolu’lu yeni bir dil konuşuyor, Yunan ile Latinlerden ayrı olarak, buna “Rumca” deniliyor.

Rumca; Yunan tamgası ile yazılıyor. Konuşma kuralları Yunancaya uyumlu, sözcükleri; çoğunlukla Yunanca, Hititçe, Ermenice, Türkçe, Farsça, Arapça olan karma bir dil. Tıpkı Osmanlıca. Osmanlıca; Türkçe grameri, Arapça tamga ile yazılıyor, Osmanlıca; Türkçe, Farsça, Yunanca, Ermenice, Süryanice, Akadca, Asurca, Sümerce karışımı.
Kısacası Anadolu dili olan Rumca, Anadolu ile ile onun doğal uzantısı olan Kıbrıs ile Doğu Ege Adalarında konuşuluyordu.

Yani ne eski Anadolu Uygarlıkları, ne Truva, ne Makedon, ne Roma,ne Doğu Roma, ne Rum, ne de Osmanlı; Yunan değildir.

Ortodoks inancının ortayı(merkezi de) Atina’da değil, Rumları ülkesi olan Konstantinopol’de Fener Patrikevinde idi. Bu konumda, Yunanistan egemen ülke değil, Rum’un egemenliğinde ki bir ülke olarak sayılıyordu. Rum’un simgesi olan bayrak; sarı taban üzerinde, kara, çift başlı kartal, ilkut(devlet) boyası ise “tuğla kızılı al”. İlginçtir, daha sonraları kurulan Turan soylu Selçuk İlhanlığının simgesi de çift başlı kartaldır. Beşiktaş çeynik takımının da tek başlı kartal. Erzurumspor, Konya Selçuk Unv. Ve takımları da çift başlı kartal. Asıl olan, çift başlı kartalın bir Ön Türk simgesi olmasıdır.

Bizantion, Konstantinopol, İstanbul, Yeditepe. 19. yüzyıldan sonra Doğu Roma İmparatorluğuna, “Bizans İmparatorluğu” demek Fransa”nın Anadolu’yu, kasıtlı bir adlamayla, bir Yunan ülkesi yapmayı amaçlar. Oysa bu adla bir imparatorluk
Bozkurt mahir
1 ay önce
Ticaret açısından Yahudilerle Türklerin farkları!

Hiçbir başarı tesadüf değildir" sözünde olduğu gibi ticarette Yahudilerin başarısı da tesadüf değildir. Belirli bir bilgi birikimine ve tecrübelerin nesilden nesile aktarılmasına dayalıdır.

Ticarette esas olan sadece para kazanmak değildir. Para kazanmak ticaretin bir aşamasıdır. Esas olan kazandığınız parayı tutmak ve doğru yerlerde değerlendirmektir. Serveti nesillerden nesillere aktarmak ise başlı başına bir beceridir.

Türklerin ticarette başarılı olması için Yahudilerin ticaret prensiplerini çok iyi anlaması gerekiyor. Geçmişte bunu anlasaydık bugün çok farklı noktalarda olurduk.

Şimdi gelelim Yahudiler ile Türklerin ticaret açısından karşılaştırmasına.

1) Yahudiler 10 liraları varsa en fazla 5 liralık iş yaparlar. 5 lirayı yedekte tutarlar. Türkler ise 10 liraları varsa 100 liralık hatta -imkan bulurlarsa- 1.000 liralık iş yapmaya kalkarlar. Yahudiler ticareti sermayenin gücüyle yapmaya çalışırlar. Yedek akçeleri hatta yedeğin yedeği akçeleri vardır. Türklerde ise varsa yoksa tüm para ticarethane, şirket veya fabrikadadır. Yedek akçe sermayenin onda biri kadar bile yoktur. Yedeğin yedeği ise hak getire..

2) Yahudiler babalarının, dedelerinin veya büyük dedelerinin yaptığı işi yapmaya özen gösterirler. Yani yaptıkları işte ailelerinin bilgi birikimi vardır. Kuşaktan kuşağa aktarılır. Bir Yahudi eczacıysa muhtemelen babası da dedesi de eczacıdır. Çocukları ve torunları da eczacı olur. Biz de baba evladı, evlat babayı beğenmez. Evlatlar özellikle babalarının yaptığı işi yapmamaya özen gösterir. Babasının yaptığı işi yapmayı "ayıp" kabul eder.
Türkler ataerkil görünümlü anaerkil bir toplumdur. Çocuklar amcadan daha çok dayıya yakındır. Çocukluğundan itibaren annenin de etkisiyle tüm kurgusu babayı beğenmemek üzerinedir.
Bunların doğal sonucu olarak Türk ailelerinde ticaret bilgi birikimi oluşmaz. Oluşsa bile kuşaklardan kuşaklara aktarılmaz. Servet, kazananla toprak olup gider. Çoğu kişi servetini ömrünün sonuna kadar koruyamaz.

3) Yahudiler 10 liraları varsa 1 liralık hayat yaşarlar. Gösterişten genel olarak kaçınırlar. Dikkatleri üzerlerine çekmemek için uğraşırlar. Mütevazılık öncelikli tercihleridir.
Türkler ise parayı ve serveti gösteriş için kazanır. Harcar. 10 lirası varsa "100 lirası var" havası oluşturmayı sever. Gösterişte kullanılmayacak serveti "lüzumsuz" olarak görürler.
Arapların ticaret yetenekleri Yahudilerden aşağı kalmaz. Bir Arap atasözü der ki: Bir baba kudretinden aşağı derecede, çocukları kudreti nisbetinde, kadını da kudretinin fevkinde giyinmelidir.

4) Yahudiler aile içi eğitime çok önem verirler. Milattan Sonra 70 yılında Romalılar İsrail'i yerle bir ettikten sonra Yahudileri dünyanın dört bir tarafına dağıtmışlar. Yahudiler ayakta kalabilmek için her aileyi okul haline getirmişler. Çocuklarına 3 -4 yaşında İbranice'yi 7 yaşında Yidişçe'yi öğretmişler. Bir de yaşadıkları ülkenin dilini öğrenmişler. Evrensel dillerden en az birini de bilirler. Yani bir Yahudi en az 3-4 dil bilir.
Türkler eğitime önem vermezler. Anadillerine bile hakim değillerdir. Dünyanın her yerinde el-kol ile anlaşırlar :) Evrensel dillerden sadece el-kol ile anlaşmayı bilirler. Ana dilden sonra nüfusun tamamı bu dili bilir :)

5) Yahudiler ticaretten kazandıkları parayı genelde nakitte ve nakite kolay dönüşecek varlıklarda tutarlar. Türkler ise parayı nakite en zor dönüşecek varlık grubu olan taşa toprağa yatırırlar.

6) Yahudiler çocukları öğrenciyken hafta sonları ve yaz tatillerinde çocuklarını çalıştırırlar. Burada ince bir detay vardır. Kendi iş yerlerinde değil. Başka Yahudi ailelerin iş yerlerinde... Niye? Başka ailelerdeki ticaret kültürünü görsün. Kendi ailesindeki ticaret kültürü ile karşılaştırsın. Eksiklikleri ve yanlışlıkları tamamlasın diye...
Türklerde ise çocuklar babalarının iş yerlerinde "prens" ya da "prenses" ünvanıyla iş hayatına atılır. Sonrası malumunuz :)

7) Yahudilerin önceliği komisyonculuktur. Yani sermaye koymadan para kazanmaktır. Bir Yahudi oğluna ticareti öğretiyormuş. Tavsiyesi şu olmuş: Oğlum çok para kazanmak istiyorsan bir şeyler yap-sat. Üret-sat. Daha çok kazanmak istiyorsan al-sat. Daha daha çok kazanmak istiyorsan almadan sat. Önce sat. Sonra al.
Türklerde ise komisyonculuk muteber bir iş değildir. Yapılacak işe sermaye bağlanır. Sermaye bağlanmadan iş yapmayı Türklerin hafsalası almaz.
😎 Yahudilerde iş yaptıkları insanları kalkındırmak esastır. İş yaptıkları insanlar ne kadar kalkınırsa kendilerinin de kazançları o oranda artacağına inanırlar.
Türkler ise iş yaptıkları insanları düşman olarak görür. İş yaptıkları insanların kendileri için yaptığı işte zarar etmesinden keyif alır.

9) Yahudiler yılın belli bölümlerden dünyayı dolaşır. Yenilikleri görür. İnceler. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki yeni ürünleri gelişmemiş ülkelere götürerek para kazanır. İnovasyona açıktır.
Türkler ise işlerinden başlarını kaşıyacak vakitleri yoktur. Değişime kapalıdır. Bir yol tuttururlar. Tutturdukları yolun sonsuza kadar gideceğine inanırlar.

10) Dünyada seks endüstrisinde para harcayan 4 millet vardır. Bunlar sırasıyla; Araplar, Yahudiler, İtalyanlar ve Türklerdir.
Yahudiler her ne kadar çapkınlık ve kaçamak yapsalar da aile birliğini ayakta tutmaya çalışırlar. Yattıkları fahişelerle evlenmeyi düşünmezler.
Türkler ise parayı bulduktan sonra yaptıkları ilk iş ya boşanmak ya ikinci evlilik ya da metres ilişkisidir.
Ailenin önemini genelde serveti kaybettikten sonra anlarlar.

11) Yahudilerde aile birliği ve dirliği esastır. Aile huzuru önemlidir. Aile içi çatışmalardan kaçınılır. Sorunlar yaşanmaz mı? Mutlaka yaşanır. Ama çözülmesi için aile üyeleri elinden geleni yapar.
Türklerde ise servet oluşmaya başladıktan sonra aile içi gerginlikler artar. Kim kime dum duma psikolojisine girilir. Aile içi savaşlar servetin bitmesine neden olur.

12) Yahudiler tüm anlaşmaları yazılı olarak yaparlar. Sözleşmeye önem verirler. Sözleşme işin parçasıdır.
Türklerde ise her şey güvene dayalıdır. Sözleşme istemek karşısındakine hakaret olarak kabul edilir.
Durumun özeti 80 yaşın üstündeki bir avukata atfedilen şu sözü hatırlayın: Yaklaşık 60 yıla yakın meslek hayatımda baktığım davaların yüzde 90'ından fazlası güvene ve güvene dayalı ilişkilerden kaynaklanıyordu.

13) Yahudiler bir işi araştırıken olumlu ve olumsuz tüm yönlerini didik didik incelerler. Öncelikle olumsuz yönlerine dikkat kesilirler. Matematiksel düşünceden hiç ayrılmazlar. Kesin kazancı görmeden kolları sıvamazlar.
Türkler ise bir işe inanmaları yeterlidir. İnandıktan sonra işin hep olumlu taraflarını düşünürler. Olumsuz taraflarını söyleyenleri sevmezler.

14) Yahudilerde tasarruf kültürü vardır. Günlük, aylık veya yıllık kazancın belirli bir kısmını "yedek akçe" olarak ayırırlar.
Türkler geçmişte tasarrufa önem verirdi. Tencerede pişirip kapağında yedi. 1980 sonrasında tasarruf kültürünü bir yana bıraktı. Şimdilerde borçla yaşıyorlar.

15) Yahudiler girecekleri işlerde başkalarının deneyimlerine önem verirler. Başkalarının deneyimlerini önemserler. Kendilerine ders çıkartırlar.
Türkler ise deneme yanılma yöntemiyle öğrenirler. Bir şeyi anlamaları için illa ki damdan düşmeleri gerekir. Damdan düşmeden öğrenmeyi bilmezler.

16) Yahudilerde dayanışma kültürü vardır. İş yaparken birbirleriyle dayanışma içindedirler. Birbirlerine el verirler. Ticarette birlik ve beraberlik içinde hareket ederler.
Türklerde ise dayanışma yerine savaş vardır. Birbirlerinin kuyusunu kazmaya meraklıdırlar. Hasetle hareket ederler. Başarana çamur atarlar. Başaranın tepesi üstü çakılması için elinden geleni yaparlar"
Bozkurt mahir
1 ay önce
NİYE GENÇ OSMAN’IN TORUNUYUM DİYEMİYORSUN ?
ÇÜNKÜ ;
ONU BİR AY GECELİ GÜNDÜZLÜ TECAVÜZ ETTİKTEN SONRA BOĞANLAR SENİN DEDELERİNDİ !....
BEN TÜRK’ÜM DİYEMEZSİN. ÇÜNKÜ SEN TÜRK DEĞİLSİN.
SEN NE DERSİN. ANCAK VE ANCAK BEN OSMANLI TORUNUYUM
DERSİN.
İYİ DE, OSMANLININ İÇİNDE KAVM-İ SADIKA DEDİKLERİ, ERMENİLER DE BEN OSMANLININ TORUNUYUM DİYOR, SENİN GİBİ,
KAVM-İ NECİP DEDİKLERİ ARAPLAR DA ,
BEN OSMANLININ TORUNUYUM DİYOR, SENİN GİBİ,
GENÇ OSMANI ; BOĞAN, TECAVÜZ EDEN YENİÇERİLERİN TORUNLA
RI DA, BEN OSMANLININ TORUNUYUM DİYOR, SENİN GİBİ.
SIRP, HIRVAT, RUM, RUS, VEZİRLERİN, PAŞALARIN SADRAZAMLARIN
ÇOCUKLARI, TORUNLARI DA
BEN OSMANLININ TORUNUYUM DİYOR, SENİN GİBİ.
ANADOLU'DA 100 000 TÜRKMENİN BAŞINI KESTİREREK KUYULARA
DOLDURAN HIRVAT SADRAZAM KUYUCU MURATIN ÇOCUKLARI DA BEN OSMANLININ TORUNUYUM DİYOR, SENİN GİBİ.
AMA !
BUNLARDAN HİÇ BİRİSİ BEN TÜRKÜM DİYEMİYOR, SENİN GİBİ.
ÇÜNKÜ BUNLARIN HİÇBİRİSİ DE TÜRK DEĞİLDİ, TIPKI SENİN GİBİ.
SEN ; BEN OSMANLININ TORUNUYUM DERKEN ;
KENDİ OĞLU MUSTAFAYI VE TORUNLARINI GÖZÜNÜ KIRPMADAN
ÖLDÜREN, ANADOLU'DA HAKKINI ARAYAN TÜRKMENLERİ, HIRVAT
SADRAZAMI KUYUCU MURAT MARİFETİYLE KAFALARINI KESTİREREK KUYULARA DOLDURTAN, ZAMANINDA TÜRKÇE, RUMCA VE HIRVATÇANIN ORTAKDİL OLARAK KULLANILDIĞI DEVLETTE GÖREV ALMAK VE YÜKSELMENİN TEK ŞARTININ MÜSLÜMAN VE
TÜRK OLMAMAK OLDUĞU DÖNEMİN PADİŞAHI KANUNİ’NİN TORUNUYUZ DER, ADINI DA HER YERLERE VERİRSİNİZ.
YA DA;
MISIRA SEFERE GİDERKEN ANADOLUDA 40 000 TÜRKMENİ KILIÇTAN GEÇİREN, HALİFELİĞİ ALDIKTAN SONRA, ARAP EŞARİ DİN ADAMLARINI YURDUMUZA GETİREREK, AKLA DAYALI MATURİDİ
İNANCIMIZI ORTADAN KALDIRAN, DOĞU DA BABA KURTHAN GİBİ
TÜRK AŞİRETLERİNİN ADINI BABA KÜRDİ DİYE DEGİŞTİREREK VE
İLK DEFA O BÖLGEMİZE KÜRDİSTAN DİYEN, ALEVİ SUNNİ, TÜRK
KÜRT BÖLÜNMESİNİ YAPIP O GÜN BUGÜNDÜR KARDEŞ KANI DÖKÜLMESİNİN BAŞ SORUMLULARINDAN OLAN YAVUZ SULTAN
SELİM’İN TORUNUYUZ DERSİNİZ. İSMİNİ DE HERYERE KUTSAL BİR ŞEYMİŞ GİBİ VERİRSİNİZ.
ÇÜNKÜ AYNI ÇİZGİDESİNİZ ONLARIN İZİNDESİNİZ. ONLAR TÜRK
MİLLETİNE NE YAPTILARSA, NASIL BAKTILARSA SİZDE AYNISINI
YAPMAK İÇİN YANIP TUTUŞUYORSUNUZ.
AMA!
SULTAN II OSMAN’I YANİ “GENÇ OSMAN”I HİÇ TANIMAZSINIZ.
ONUN TORUNU DA DEĞİLSİNİZ, O'NUN ADINI DA ÖYLE HAR YERE
VERMEZSİNİZ.
ÇÜNKÜ ;
O TÜRKÇÜ İDİ. ÇÜNKÜ O AVRUPALILARIN 168 YIL SONRA FRANSIZ İHTİLALİ İLE GÖREBİLDİKLERİ MİLLET GERÇEĞİNİ,
O ,1621 YILINDA DÜNYA GÜNDEMİNE SOKMAYA ÇALIŞIYORDU.
O SANKİ “TÜRK AYDINLANMASINI SAĞLAMAK İSTİYORDU. EĞER
BAŞARSAYDI, OSMANLI DEVLETİ, ÇAĞIN İLERİSİNDE BİR ZİHNİYET TEMSİLCİSİ OLABİLİRDİ.”
PEKİ NE YAPMAK İSTİYORDU GENÇ OSMAN ?
-ÖNCELİKLE “SOYSUZ YENİÇERİLERİ YOK EDİP, YERİNE ANADOLU TÜRK'ÜNÜ DOLDURMAK.
-DÖNME VE DEVŞİRMELERİN KÖKÜNÜ KURUTMAK.
-FİTNE KAYNAĞI YABANCI KADINLARLA DOLU HAREM’İ ORTADAN KALDIRIP, SARAY’A TÜRKTEN BAŞKA KADIN SOKMAMAK
-DEVLET MERKEZİNİ TÜRKLÜĞÜN BAĞRINA, ANADOLUYA TAŞIMAK.
-DİN ADAMLARINI DEVLET İŞLERİNE KARIŞTIRMAMAK.
-SARAY GELENEKLERİNİ, KIYAFETLERİNİ, ESKİYEN KANUNLARI DEĞİŞTİRMEK.
YALNIZ GENÇ OSMANIN BU DÜŞÜNCELERİ, SOYSUZ YENİÇERİLER
TARAFINDAN ÖĞRENİLMİŞTİ. BUNUN ÜZERİNE O SOYSUZLAR
HEM PADİŞAH, HEM HALİFELERİ OLAN GENÇ OSMANI YAKALAYIP ORTA CAMİ AVLUSUNA GETİRDİLER. SONRA DA ÇIRIL ÇIPLAK SOYUP BİR AT ARABASINA BİNDİREREK, ÇOK ÇİRKİN HAREKETLERLE YEDİKULE ZİNDANLARINA GÖTÜRDÜLER. ZİNDANDA GERÇEKTEN
ÇOK ÇİRKİN HAREKETLERDE BULUNARAK ÇİRKİN TECAVÜZLERDE
BULUNDULAR. DAHA SONRA BOĞAZINA İP TAKARAK ÖLDÜRDÜLER.
GENÇ OSMAN’IN 1621’DE YAPMAK İSTEYİPTE YAPAMADIKLARININ
TAMAMINI BÜYÜK ATATÜRK 302 YIL SONRA GERÇEKLEŞTİRDİ.
ATATÜRK BU YAPTIKLARI İLE GENÇ OSMAN’INDA İNTİKAMINI
ALMIŞ OLUYORDU.
ŞİMDİ.
O GÜN GENÇ OSMAN’A KİMLER ŞEREFSİZCE SALDIRARAK O ŞEREFSİZLİKLERİ YAPARAK CANINI ALMIŞLARSA,
BU GÜN DE;
BÜYÜK ATATÜRK’E ŞEREFSİZCE SALDIRANLAR, O ŞEREFSİZLERİN ŞEREFSİZ KÖKSÜZ TORUNLARIDIR.

Nejat Gölbaşı alıntı
Bozkurt mahir
1 ay önce
MEVALİ

2020 Yılı Mart Ayında Suudi Müftüsü: “Türk’ler Mevalidir, İslamı Temsil Edemezler” Diye Fetva Verdi...
Mevali Ne Demek?

İslamiyetten önce Araplar “Azad edilmiş kölelere” Mevali diyordu.

İslamiyetten sonra, Mevali kavramı, Arap olmayan Müslüman Milletler için kullanıldı. Kullanılıyor.

Arap geleneğine göre; Mevali'nin malı, parası, karısı, kızı Araba helal sayılıyor.

Mevaliden doğan çocuk veliaht olamıyor.

Arap tarihinde, Mevali denildiği zaman akla Türk’ler geliyor.

Türk’ler, islamiyet dünyaya indiği 612 yılından, üç asır sonra, 934 yılında Müslüman olmuşlardı.

Onlara göre Kuran “Mekke ve etrafında yaşayan insanları uyarmak için, arapça inmiş” bir kitaptı ve bu ayet ile sabitti. O dönemde, Mekke etrafında Araplar yaşadığına göre mekanın sahibi onlardı.

“Her millete bir peygamber gönderdik” şeklindeki Kuran hükmünü, Araplar, “Hz. Muhammed Araplar için gelmiş Peygamberdir” diye anladılar.
Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler.

Sonradan Müslüman olan başka milletleri MEVALİ diye tanımladılar.

Emevi döneminde başlayan, İslamdaki ayrıcalığa ilk karşı çıkan Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (699-767) olmuştur. Büyük İmam diye tanımlanan Ebu Hanife, mevali geleneğine karşı çıkması yüzünden, arapların hışmına uğramıştır.

Sonradan Müslüman olan Türklerin Hanefi Mezhebini seçmeleri tesadüf değildir.

Mevali kavramı, sadece Emevilere mahsus değildi. Abbasiler’de aynı geleneği devam ettiriler. Bağdattaki Abbasi Halifesi, kendini kurtaran Selçuklu Sultanı Tuğrul Beye kızını vermedi. Gerekçe, Tuğrul Bey'in Türk olması ve Mevali sayılmasıydı.

Tarihin hiç bir döneminde, Araplar, Türklerin İslami liderliğini ve egemenliğini tanımadılar. İlk fırsatta Türklere karşı isyan ettiler...

Hilafeti temsil eden Osmanlıya karşı, İngilizlerle beraber savaşan Arap isyancılar binlerce Mehmetçiğimizin vahşice kanını akıttılar...
Bu anlayışın gerisinde MEVALİ geleneği yatıyordu...
Nitekim;
- Osmanlıya isyan eden Arapların başındaki isyancı Şerif Hüseyin İstanbul doğumluydu. Ve Haşimi soyundan geldiği için Mekke Şerifi tayin edilmişti. Hain Şerif Hüseyine göre, Türkler Mevali idi. Mevaliden Halife olamazdı...

Mevali'nin iktidarına karşı gelmek, İslama karşı durmak anlamına gelmezdi...
Bu anlayış, Arapların Türklere karşı isyan etmelerine yeterli gelmiştir...
-
2020 yılı Mart ayında Suudi Müftüsü: “Türkler mevalidir, İslamı temsil edemezler” diye fetva verdi...

Türklere karşı Suudilerin, Yunan tarafını tutması ve PKK'ya para yardımı yapmasının gerisinde Mevali anlayışı yatıyor...

Tarihin hiç bir döneminde Araplar (yöneticiler), Türkleri kendileri ile eşit Müslüman saymadılar...

Zira, Arap kültürüne göre, Mevali'nin iktidarı meşru sayılmıyor. Türkler ise ısrarla tüm bunlara rağmen Araplara layık olmadıkları sevgiyi göstermişler, siyasi ümmetcilik yaparak, arapları bile kendilerine güldürmüşlerdir...

Bu tarihi gerçeği her Türk insanı bilmeli, ona göre hareket etmelidir...

-Ramazan Kurtoğlu-

Hiçbirşey Bulunamadı!

Üzgünüz, ancak {{search_query}} arama sorgunuz için veritabanımızda hiçbir şey bulamadık. Lütfen başka anahtar kelimeler yazarak tekrar deneyin.