Logo
Bozkurt mahir
6 gün önce
Çok ilginç değil mi..??

Amerika Irak'ı işgal ederken
Irak ordusu hiç ortada görünmedi.

Irak ordusunun savaş uçakları hiç kalkmadı.

Tek bir tankı sokağa çıkmadı..?

Amerika pikniğe gider gibi elini kolunu sallaya sallaya Irak'a girdi ve ele geçirdi.

Tüm dünya buna şaşırdı.👎

Peki, neden Amerika bir direnişle karşılaşmadı..?

Saddam Hüseyin direnmeden Irak'ı Amerika'ya teslim mi etmişti..?

İşgalden sonra ne Amerika ne de CIA bu durum hakkında tek açıklama yapmadı.!

Yıllarca bu konu ve soru insanların zihinlerini meşgul etti.

Bu sorunun cevabını bilmek için 1950'de
ABD tarafından CIA desteği ile Irak'ta büyütülen "Keşnizani Tarikatını" bilmeniz gerekir.

CIA desteği ile Irak'ta büyütülen bu tarikat
Avrupa, Amerika ve Orta Asya'ya kadar yayıldı.

Saddam darbe devrim ile Irak'ı ele geçirdiğinde Saddam'a tamamen itaat ettiler.

Saddam da onlara bir şey yapmadı.

Fakat Keşnizani Tarikatı ordu, bürokrasi, emniyet, istihbarata kadar her yere adamlarını sokup
ülkeyi içeriden ele geçirdi.

Genelkurmay Başkanından istihbarat başkanına,İç işleri Bakanından Emniyet amirlerine kadar çoğu kişi Keşnizani Tarikatına bağlıydı.!

Tamamen CIA ve MOSSAD kontrolüne girmişlerdi.

Üstelik Saddam'ın eşi ve akrabaları da Keşnizani Tarikatına bağlanmıştı.

Ve Irak Amerika tarafından artık işgal edilebilirdi.

Kimse direnmeyecekti.

Ve Saddam...
Her şeyi anladığında vakit çok geç olmuştu..👎

Emperyalist ülkeler her zaman tarikatları kullanmışlardır,çünki o tarikatları kuran yine kendileridir....

Bir kez daha düşünün, Bu Ülkede;

-Neden ağır bir ekonomik yıkım yaratıldı...?
-Neden varlıklarımız satıldı...😡...?

-Neden 😤Altın rezervimize kadar ihtiyat akçemiz harcandı...?
-Neden inanılmaz bir dış borç yaratıldı..?

-Neden 😡👎Londra mahkemeleri yetkili kılındı..?

-Neden maliyetinin çok üzerinde alt yapı çalışmaları yapıldı,30 yıllık garantiler verildi hemde enflasyona indeksli kur ile..?

-Neden 😤 Atatürk ismi silinmeye çalışılıyor...?

-Neden 😡 🫱T.C. tabelası kaldırılıyor..?

-Neden sınır güvenliği yok ve vasıfsız milyonlarca sığınmacı ülkeye dolduruldu...?

-Neden bir demografik bozulma yaratıldı?!

-Neden 😡Devlet kurumları yok edildi..?

-Neden kuvvetler ayrılığı kaldırıldı..?
-Neden denge-denetleme mekanizmaları kaldırıldı..?

-Neden Vergilerimizin akibetinin hesabı verilmiyor...?

-Neden 😡 Milli Güvenlik Güçleri sistemi değiştirildi..?

-Neden 😤Askeri okullar ve Askeri hastaneler kapattrıldı..?

-Neden bazı savunma sanayi kuruluşları satıldı
ve üretim yapamaz hale getirildi..?

-Neden ülkenin telekomünikasyonu satıldı?

-Neden😡 Eğitim sistemi Laik sistem dışına çıkarıldı..?

-Neden orta ekonomik sınıf yok edildi..?

-Neden Üniversitelerin kalitesi düşürüldü..?
-Neden Sağlık sistemi kötülestirildi..?

-Neden, 😤🫱 Anayasa hükümlerine uyulmuyor..?

-Neden uyuşturucu ve mafyanın merkezi olduk.?👎

-Neden tarikat ve cemaatler holdingleşip devlete yerleştirildi..?

-Neden ortak akıl devre dışı bırakıldı?
-Neden yetişmiş insan gücümüzü kaybediyoruz?!

-Neden 😤🫱🌳üretim ekonomisinden vazgeçildi?

-Neden kendimize yeten tarım ve hayvancılıkta
dışa bağımlı hale gtirildildik..💵💸..?

-Neden bu kadar çok gaz, petrol nadir element kaynakları keşfedilirken,! Enerjide dışa bağımlılık arttı..💸💵..?

-Neden yıllar öncesinden bir varlık fonu oluşturuldu ve sorgulanamaz kılındı..?!!…

-Neden Biden ile başbaşa yapılan görüşmeye dış işleri bürokratları alınmadı ve arkasından sınırlarda açık kapı politikası ile genç erkek Afgan.
Paki ve diğerleri akın akın ülkeye girmeye başladı..?

Tek cevap: Emperyalist BOP projesi işliyor..?

Ve artık buna VATAN"ini sevenLerin DuR demesi gerekiyor.
Bozkurt mahir
9 gün önce
Türkmenlere göre Türkmen adınının ortaya çıkış efsanesi ve Kaşgarlı Mahmut'un Şu Destanı

Türkmen efsanesine göre Büyük İskender Orta Asya'ya akın edince, kara yağız bir ata binmiş yiğit ile kılıç kılıca tek başına çarpışmıştır. Bütün gün süren çarpışma sonrası iki yiğit de yorgun düşer. İskender, yiğide kim olduğunu, hangi ulusa dahil olduğunu sorar. Soluk soluğa kalmış yiğit, "Men Türkem" demek yerine "Türk menem" diye yanıt vermiştir. Yiğidi ordusuna alan İskender onu Marı denilen bölgeye götürmüş ve orada uzun boylu, güçlü ve yağız/esmer bir kızla evlendirmiş ve efsaneye göre Türkmenler oradan yayılmıştır.

Efsanede adı geçen Marı ile ilgili ne yazık ki bilgi verilmemiş. Çağdaş Türkmenistan'da böyle bir bölge var mı bilmiyorum. İran'da Mari adını taşıyan dört kasaba bulunmakta ama onlar genelde çağdaş yerleşim yerleri. Kadim tarihte Mari adını taşıyan bir Kent-Devleti çağdaş Doğu Suriye bölgesinde bulunmuş ve Büyük İskender döneminden sonra yok olmuştur. Şimdi gelelim Şu Destanı'na.

Kaşgarlı Mahmut'un Divanu Lügat'it-Türk adlı eserinde geçen destana göre Büyük İskender İran'ı kaptıktan sonra Türkistan'a akın etmiştir. Adı "Şu" olan hakan, Büyük İskender'in geldiğini duyunca ona karşı üstün gelemeyeceğini anlayıp, ulusu ile birlikte doğuya çekilmiştir. Türklerden sadece 24 kişi ve ya 24 aile geride kalmıştır. Zamanında kaçamayan bu 24 kişi / aile, İskender'in onlarla uğraşmayacağını, çekip gideceğini ummuşlardır. Türkleri savaş meydanında bekleyen İskender sadece 24 kişi/aile ile karşılaşınca bunların Türk değil, "Türkmanend" (Türk gibi olanlar, Türke benzeyenler) olduklarını söylemiştir ve Türkmen adı böyle ortaya çıkmıştır.

Türkmenistan İlimler Akademisi Mahtumkulu Adındaki Dil, Edebiyat ve Milli El Yazmaları Enstitüsü Elyazmaları Hazinesi. Dosya Nu: 904(f), Derleme tarihi: 01.07.1958

Uygur kökenli Prof. Dr. Alimcan İnayet, Türkmen kökenli Dr. Didar Annaberdiyev, 300 Türkmen Efsanesi, Ötüken Neşriyat A.Ş, İstanbul 2019, s. 99
Bozkurt mahir
10 gün önce
3 Mayıs 1957, Karaçayların 14 yıl boyunca Orta Asya'ya sürülmesinin ardından Kafkasya'ya toplu dönüşünün başlangıcı oldu.

Karaçay-Çerkesya'da bu gün tatil olarak kabul ediliyor.

pancaucasus
Bozkurt mahir
12 gün önce
MERMER BİR PERDEYE SARILMIŞ ZARİF ON DOKUZUNCU YÜZYIL HEYKELİ.

"Sanat tarihinin başyapıtlarından biri olarak kabul edilen Örtülü Bakire", 1850'de İtalyan heykeltıraş Giovanni Strazza tarafından Carrara mermerinden yapılmıştır.

“Peçe” olarak bilinen heykellerin en güzel eserlerinden biri.. Giovanni Strazza (1818-1875)

Strazza bu eserinde Meryem'in imajını temsil ediyor. Carrara mermerinden yapılmış ve narin şeffaf bir örtü ile kaplanmış 48 cm yüksekliğinde bir büsttür. Heykel büyük bir sadeliğe sahip ama aynı zamanda yüzünü gözleri kapalı ve hatırlama tavrıyla görmenizi sağlayan muazzam bir duygusal güce sahip.
Bozkurt mahir
12 gün önce
Pakistan-Hindistan Savaşı ve Türkiye ile Azerbaycan’ın Tarihî Sorumluluğu

Dr. Seyfullah Türksoy’un kaleminden…

7 Mayıs 2025 itibarıyla, Hindistan’ın “Operasyon Sindoor” kapsamında Pakistan ve Pakistan kontrolündeki Keşmir’e yönelik başlattığı hava saldırıları, Güney Asya’da tansiyonu zirveye taşıdı. Hindistan, bu saldırıların, Pahalgam’da 26 kişinin hayatını kaybettiği terör eylemine misilleme olduğunu açıkladı. Pakistan ise saldırıları “savaş ilanı” olarak nitelendirerek sert karşılık verdi. İki nükleer gücün karşı karşıya gelmesi, uluslararası toplumda büyük bir endişe yarattı.

Bu kritik dönemde, Türkiye ve Azerbaycan’ın Pakistan’a destek vermesi, sadece stratejik bir hamle değil, aynı zamanda tarihî, kültürel ve ahlaki bir zorunluluktur. Bu dayanışmanın kökleri, yüzyıllara dayanan kardeşlik bağlarına ve ortak tarihî geçmişe dayanır.

1️⃣ Tarihî Kardeşlik: Osmanlı’dan Günümüze Uzanan Bağlar

Türkiye ve Pakistan arasındaki kardeşlik, Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanır. Hint Müslümanları, Osmanlı Devleti’nin zor zamanlarında “Hilafet Hareketi” ile destek olmuş, İngiliz işgaline karşı İstanbul’u savunma kararlılığı göstermişlerdir. Bu hareket, Pakistan halkının Osmanlı’ya ve Türklüğe olan bağlılığının en somut göstergesidir.

Bağımsızlık sürecinde Pakistan, Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme politikalarını örnek alarak, genç cumhuriyetin reformlarını kendi ülkesine uyarlamıştır. Muhammed Ali Cinnah, Atatürk’ü bir lider olarak örnek almış, “Türkiye’nin başardığını biz de başaracağız” demiştir.

2️⃣ Babür İmparatorluğu: Hindistan Alt Kıtasındaki Türk Mührü

Pakistan topraklarında en güçlü Türk etkisi, Babür İmparatorluğu döneminde hissedildi. 1526 yılında Babür Şah tarafından kurulan imparatorluk, Hindistan alt kıtasının tamamına Türk-İslam medeniyetini taşıdı. Babürler, Türk kökenli bir hanedan olup, saray dili olarak Türkçeyi kullanıyordu. Lahor, Peşaver ve Multan gibi şehirlerde Türk yerleşim yerleri kuruldu ve bu kültürel miras günümüze kadar uzandı.

3️⃣ Pakistan’da Etnik Türkler: Karluklar, Hazaralar ve Türkmenler

Pakistan halkı içerisinde etnik Türk toplulukları bugün hâlâ varlığını sürdürmektedir:
• Karluk Türkleri: Orta Asya’dan göç eden Karluk Türkleri, Pakistan’ın kuzeyindeki Gilgit-Baltistan bölgesinde yaşamaktadır. Geleneklerini ve dillerini büyük ölçüde korumayı başarmışlardır.
• Hazara Türkleri: Pakistan’ın Belucistan eyaletindeki Quetta şehrinde yoğun olarak yaşamaktadırlar. Afganistan’dan göç eden Hazara Türkleri, Şii Müslüman kimlikleriyle bilinirler. Günümüzde de kültürlerini koruyarak sosyal hayatta önemli bir yer tutmaktadırlar.
• Türkmenler: Afganistan sınırına yakın bölgelerde yaşayan Türkmenler, geleneksel yaşam tarzlarını devam ettirirler. Özellikle kırsal bölgelerde, çadır kültürü ve Türkmen halıları hâlâ yaygındır.

4️⃣ Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan Üçgeni: Stratejik Ortaklık

Türkiye ve Azerbaycan, Pakistan ile stratejik düzeyde güçlü ilişkilere sahiptir.
• Savunma İşbirliği: Türkiye, Pakistan’ın savunma sanayisini güçlendirmek adına MİLGEM Projesi kapsamında savaş gemileri inşa etmektedir. Bu projeler, iki ülkenin savunma kapasitelerini artırırken ortak güvenlik stratejileri geliştirmelerini sağlamaktadır.
• Azerbaycan-Pakistan Dayanışması: Azerbaycan, Dağlık Karabağ Savaşı sırasında Pakistan’ın tam desteğini almıştır. Pakistan, Ermenistan’ı tanımayan tek ülke olarak, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne olan desteğini net bir şekilde göstermiştir. Bugün de Azerbaycan, Pakistan’ın Keşmir meselesinde yanında durmaktadır.

5️⃣ Uluslararası Hukuk ve Adalet Meselesi

Hindistan’ın Pakistan kontrolündeki Keşmir’e yönelik saldırıları, BM Kararları’na ve uluslararası hukuka aykırıdır. Keşmir, 1947’den bu yana çözülmemiş bir çatışma bölgesidir ve halkın iradesine saygı gösterilmesi gerekmektedir. Türkiye ve Azerbaycan, uluslararası platformlarda Pakistan’ın yanında durarak barışçıl çözüm arayışlarını desteklemelidir.

6️⃣ Kardeşlik ve Tarihî Sorumluluk

Türkiye ve Azerbaycan’ın Pakistan’a desteği, tarihî bağların bir gereği ve aynı zamanda stratejik bir zorunluluktur. Osmanlı döneminden bu yana süregelen kardeşlik bağı, Babürler döneminde güçlenmiş, modern çağda ise savunma ve diplomasi alanında stratejik ortaklıklara dönüşmüştür.

Bölgedeki istikrar ve barışın sağlanması, sadece Pakistan için değil, tüm Türk-İslam coğrafyası için önem arz etmektedir. Bu nedenle Türkiye ve Azerbaycan, tarihî sorumluluğunu yerine getirerek Pakistan’ın yanında durmalı ve bölgesel barış için öncülük etmelidir.
Bozkurt mahir
22 gün önce
Arapların Türklerle ilk karşılaşmaları halife Hz.Ömer zamanında 645 Yılında #İslam ordularının, #İran 'da #Sasani 'leri yenmelerinden sonra, #Kafkaslar bölgesinde #Araplar , #Horasan , #Mavera -ün nehir ve #Toharistan bölgelerinde #Hazar #Türk 'leri ve #Türgeş Türk'leri ile karşılaştılar...
652 yılında Halife Hz. Osman zamanında ise Hazar Türk'leri ile Arap'lar arasında ilk kez #Türk -#Arap savaşları başladı...
Halife #Osman emrindeki Arap orduları, Hazar Türklerinin topraklarına girip, #Derbent 'i alarak Başşehir olan #Belencer 'e dayandılar...
#Emevi 'lerin 661 yılında halifeliği ele geçirmelerinden sonra, Arapların Türk ülkelerine doğru ilerleyişleri devam etti...
Türkler ile Araplar arasında en şiddetli mücadeleler ve savaşlar Emevi'ler döneminde yaşandı...
Mervan Bin Muhammed #Azerbaycan 'a vali tayin edildi. Arap'lar en önemli başarılarını onun zamanında elde ettiler...
Araplar, başşehir Belencer ve büyük şehir Semender'i ve öteki Hazar şehirlerini ele geçirdiler...
Türkleri dağınık ve birbirleriyle yardımlaşamaz durumda yakalayan acımasız Emevi ordusu (Ebu #Kuteybe komutasındaki) yakalayabildiği tüm Türk'leri ya kılıçtan geçirdiler ya da her bir ağaca bir Türk asarak öldürdüler...
Ancak #Karaylar gibi #Litvanya 'ya kaçabilenler,
#Gagauz 'lar (Gök #Oğuzlar ) gibi #Rusya 'ya kaçabilenler, #Bulgar Türk'leri, #Macar Türk'leri ve öteki Avrupa'lı Türk'ler gibi Avrupa'ya kaçabilen hristiyanlar ve de Anadolu'ya kaçabilen Aleviler canlarını kurtardılar…
Asla müslümanlığı kabulllenmediler, genelde Araplara kızgınlıklarından #Karay Türkleri gibi topluca Musevi oldular...
Ya da gittikleri toprakların dinini kabullendiler...
Yüzlerce yıl sonrasında çoğunlukla asimile
oldular...!?
Bu dönemde Orta #Asya 'da #Göktürk 'ler egemenliği hüküm sürmekteydi. Birden fazla Göktürk devleti vardı…
Emevi'lerin genel valisi, Bağdat valisi Haccac (Zalim Haccac ) idi...
Emevi'lerin Horasan valisi Ubeydullah bin Ziyad,
674 yılında ilk kez Ceyhun nehrini geçerek Mavera-ün nehirin önemli şehirlerinden Buhara 'yı kuşattı...
Üç günde Buhara 'da pek çok Göktürk öldürüldü...
Buhara'nın Göktürk Melikesi Kabaç Hatun, ağır bir vergi ve daha ağır kabul edilemez şartlar karşılığında Ubeydullah Bin Ziyad ile anlaşma yaptı...
Bu anlaşma sonucu olarak, Güney Göktürk'ler Emevi tutsaklığını kabul ettiler...
Güney Göktürk gençleri, Kurşun arap askeri oldular...
Arap'lar evli- bekâr istedikleri Güney Göktürk kadınlarını kendilerine cariye yaptılar...
İşe yaramayan öteki Türk'leri de, boyunlarına Damga vurup kendilerine Köle yaptılar ve istedikleri Göktürk'lüyü boyunlarına ip bağlayıp köle olarak alıp sattılar ve köle ticaretini yaptılar...
Bu tutsaklık 150 yıla yakın devam etti...
Hani Türkler için, “Türkler kılıçla Müslüman oldu ” derler ya…!!!
Keşke kılıçla müslüman olsaydık...
Tutsaklık anlaşmasıyla Kölelik yaparak, köle olarak alınıp satılarak, Göktürk Kadınları Araplara cariyelik yaparak müslüman oldular...
Yani Araplar Türkleri, insanlık dışı bir şekilde, zorla müslümanlaştırdılar...
Tarihte ilk defa bir ulus (Güney Göktürk'ler), sözleşme ile tutsaklığı kabul etti...
Araplar, Horasan valisi Ebu Kuteybe Bin Müslim zamanında bütün Mavera-ün nehir'i ve Batı #Türkistan 'ı ele geçirdiler...
Baykent, Buhara, Semerkant ve Kaşgar gibi önemli Türk şehirleri Araplar tarafından yağmalandı...
Pek çok Türk öldürüldü...
Ebu Kuteybe'nin ölümünden sonra Araplar zayıflamaya başladılar...
Göktürk'lerin batı kanadında yer alan Türgeş Türkleri, Arapları çekilmeye zorlamış ve bu mücadele Güney Göktürk'lerin yıkılmasına kadar devam etmiştir (745).
Güney Göktürk egemenliğinin sona ermesiyle Türk toprakları doğudan Çin'liler, batıdan Arapların ilerlemesine maruz kalmıştır...
Bu dönemde Mavera-ün nehir (Irmağın öte yakası) bölgesinin savunmasını, Türgeş'lerin yerini alan Karluk Türk'leri üstlenmiştir...
Ancak bu mücadeleler 763 yılına kadar devam etmiştir...
763 yılında Emevi'ler yıkılıyor ama Güney Göktürk'ler öylesine kötürüm edilmişler ki, Öylesine köle yapılmışlar, ümmetleştirilmişler ki asla ayağa kalkamıyorlar...
Korkudan kıpırdayamıyorlar...
Emevilerin yerine, 763 de Abbasiler kuruluyor ve Abbasi devlet kararı alıp, Türk'lere kademeli olarak “İyi davranmak” kararı alıyorlar...
Devlet kararlarını Göktürklere anlaşma ile resmen bildiriyorlar...
800 yılları civarında fırsat bulan Göktürk'ler daha batıya, Anadolu'ya doğru kaçıp kurtuluyorlar...
“ Türkü öldürünüz, kanı helaldir ” Sözü kime aittir?
Arap Komutan Ebu Kuteybe'nin şu sözü meşhurdur.”
"Üç kelimelik ömrüm kalsa, (Uktülühü -uktülühü -uktülühü)" derim...
(Hepsini öldürün- hepsini öldürün- hepsini öldürün)
......ve gerçekten de hepsini öldürdüler...
Bu 645 yılından 800 yıllarına kadar süren Türk-Arap savaşlarının en önemli noktaları ve sonuçları;
- 100 binin üzerinde Türk katledilmiştir.
-50 binin üzerinde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
- Şehirler yağmalanmış , “ganimet” diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
- Tüm zenginlikler, tarihi eserler yok edilmiş, yakılmış, yıkılmıştır.
- Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan “Talkan Katliamı”nda 40 bin kadar Türkün kafaları kesilerek 4 fersah (yak.24 km) yol boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.
(Tarihte böyle bir vahşetin örneği çok azdır.)
- Aynı şekilde “Curcan Katliamı”nda"da esir alınan yaklaşık 40 bin Türk'ün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehrin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
- “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiç bir zaman tutulmamış, "Şeriat söz tanımaz” denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
- Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan çok büyük servet elde etmişlerdir.
Tabari bunları hadislerinde açık açık anlatır.
- Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
- Bu tarihi gerçekler "aman İslâma leke gelmesin, Islâm etkilenmesin" düşüncesiyle gizlenmekte, hiç bahsi bile geçmemektedir.
Türkçü siyasetçiler dahi konuyu geçiştirmektedir.
Bizim sahtekar dinciler,Türkler okuyup uyanmasin, islama zarar gelmesin diye...
Bazı cesur yazarlarda kaynakları ile kitaplar yazmıştır...
Arif TEKİN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Erdogan AYDIN - (Türkler nasıl müslüman oldu?)
Zekeriya KİTAPÇI - (TÜRKLER ansiklopedisi
TABERİ tarihi. Arap Tarihçi.)
KAYNAK:
(İslâm, Alimi, Tarihi TABARİ. Cilt/ 3/ sayfa 343).
(Türklere yapılan Talkan ve Curcan Katliamı.
Tarih-i Taberi / Cilt 3)
Bozkurt mahir
29 gün önce
RUM YUNANLI DEĞİLDİR!
TURUVALILAR MI TÜRKTÜR,
TÜRKLER Mİ TURUVALIDIR ?

Büyükada”ya göçtüğümden beri, bir konu bana dokunuyor.
Rum müziği diye Yunan müziği çalınıyor adalarda. Ayrıca Rumların öz yurdu olarak Yunanistan tanınıyor, ötesi Türk- Rum kardeşliği için Yunan bayrağı sallanıyor, hora tepiliyor, Ege Adaları yerine “Yunan Adaları” deniliyor”!

Burada bir geçmiş(tarih) öğretisi vermeyeceğim. Ancak, geçmişin katmanları içinde Gündoğan’a (Anadolu’ya) bakıp, Rum kim, Türk kim ona bakacağız.

Ön Türkler: Türk Dili araştırmacısı Kazım Mirşan’a göre bundan 14 bin yıl önceki Ön Türkler döneminde, Türkler “On”(Ural) ile “Ok”(Altay) Türkleri olarak ikiye ayrılıyordu. Sevgili Sümer Bilimci Muazzez İlmiye Çığ”ın betiklerinde (kitaplarında) yazdığı gibi...

Yaklaşık 13 bin yıl önce Sümerler Orta Altay’dan(Asya’dan) gelmiş bir Turan soyudur.
Onlara “Ok Türkleri” denir.
Kuzeyden Avrupa’ya gidenler “On” Türkleridir.
(Turan; 1. Altay”dan türeyen soyun yayıldığı ülkelerin toplu adı, 2. Çoban, andık(hayvan) güden demektir.)

Sümerler, yazıyı “İki Irmak Arasındaki Yerleşim”de (Ak ur gal’da) (Mezopotamia) bulmadılar, bilerek geldiler. Belki onlar PasifikBaykalı’nda
(okyanusunda) yok olan Mu uygarlığının bir süreğeniydi(devamıydı).

Turan- Sami İlişkisi:
Sami(Arap) soyunun biz Turan soyuna geçmişte 3 kıyımı (katliamı) olmuştur.

Bunlar,

1. Sümer uygarlığını yıkarak, Sümerlerin Kutyak’a(Avrupa’ya) kaçışması, orada yeni uygarlıklar kurması,

2. İslamlaştırmak amacıyla,
8 ve 9.Y. Y.’da Turan boylarını kılıçtan geçirerek güç kullanıp, soykırıma uğramaları,

3. Birinci Dünya Savaşında Arapların Müslüman kardeşi olan Osmanlı’yı, Hıristiyan’larla elbirliği yapıp arkadan vurması.

Sümerlerden kaçabilenler, Akdeniz kıyılarını izleyenler Girit ile Ege Adalarına gidip orada Girit Uygarlığı ile İyon Uygarlıklarını kurmuşlardı.

Çanakkale ile İstanbul Boğazlarını geçenler Kuzey İtalya’ya yerleşip Etrüsk Uygarlığını kurmuşlardı. Etrüskler’de “Ok Türkleri” dir.

Diğer bir deyimle bugünkü İtalyanlar ile Türkiye’deki Türkler birbirlerinin yakınıdır(akrabasıdır). Açıkçası İtalyanlar Turan soyudur. Kafkaslardan gidenler Karadeniz kuzeyinde Kırım dolayında Hazar Uygarlığını kurmuşlar.

Sonra Girit”ten kopup, Güney Batı Anadolu’ya (Muğla, Bodrum, Marmaris) gelen bir kol burada Karya Uygarlığını kuruyor.

Ayrıca, Karadeniz’in kuzeyinden Ural’a(Doğu Avrupa’ya) gelen Avar, On Türkleri(Hunlar), Peçenek, Kuman, Tatar, Bulgar Turanlıları ile birlikte Avrupa’ya Bulgar Turanlıları ile birlikte Avrupa’ya özellikle 6. yüzyıldan sonra yoğunlaşan bir Turan soyu ile Turan Dili(Türkçe) giriyor.

Uzlar bu günkü Batı Trakya ile Pelepones yarım adasına, Bulgarlar Tuna boylarına, Kumanlar, Kumanya’ya(Romanya’ya), On’lar(Hunlar) Macaristan’a, Çekya ile Slovakya’ya,
Finler; Fillandiya, Estonya, Letonya’ya,
Peçenekler; Balkanlar ile Adriyatiğe yerleşiyorlar.

Genelde, kuzey Turanlılar ak tenli, boyalı gözlü bir soy. Kutyak(Batı Avrupa) ile Ural’a(Doğu Avrupa) ilk Turanlı yerleşimi 8500 yıl önce “Ön Türklerce” yapıldığını Avrupa’daki dikilitaşlar üzerindeki Türkçe yazılardan anlıyoruz.

Anadolu’ya Akın.

Bundan 3 bin yıl önce Anadolu varlıklı yer altı kaynakları(altın, gümüş, bakır, kurşun, çinko, demir, manganez, mermer), orman, deniz, ulaşım, tecim, bol su, kızık(jeotermal, kaplıca) nedeniyle oldukça çekici. O nedenle Bitinya; Marmara Denizi çevreleyen alanda kuruluyor, Venedikliler ile Cenevizliler Ege kıyıları ile Karadeniz kıyılarında kent ilkutları(koloniler) kuruyorlar. Misyalı’lar Avrupa’dan gelip Edremit Koyu ile Biga Yarımadası dolayını yurt edinmişler, Turan soyu Frigler Balkanlardan gelip Kütahya, Uşak, Afyon, Isparta, Ankara dolayına yerleşmişler, bugünkü İtalya ile Fransa arasından gelen Lidya’lılar Büyük Menderes ile Bakırçay arasındaki Aydın, Manisa, Uşak dolayını yurt edinmişler, Kimmerler, Truvalılar, Bergamalılar, İyonlar, Miletliler, Likyalılar Batı Anadolu’yu yurt tutmuşlar.

Kafkas kökenli Turan soyu olan Hititler güneyden gelerek Doğu, Orta, Güney-Doğu Anadolu’ya yerleşmişler, Asur’lar Güney Anadolu’da yer tutmuşlar, yine Turan soyu olan Ermeniler Doğu Anadolu’yu yurt edinmişlerdir. Traklar; Paşaeli yarımadasına yerleşmişlerdir.

Bu ilkutçukların çoğunun kendi dilleri, ile kendi tamgaları(alfabeleri) olduğundan anlaşamazlardı.

Bunlar Yunanca yazmadıkları, konuşmadıkları gibi, Ortodoks ta değildiler. Çünkü onların yaşadıkları dönem, İsa’dan çok önceydi.
Batılı ötken bilimcilerin(tarih bilimcilerin) buna “Helenistik Dönem” demesinin altında yayılmacı bir Yunan tutumu(siyaseti) yatar. Oysa, bu uygarlıkların hiç biri Yunan uygarlığı değildi. Yunan; sözcüğü Türkçe olup “Yıkanan” anlamına gelir. Yunanlılar; Pelepones yarım adasının Mora ile Epir bölgesinde yaşayan, Isparta ile Atina kent ilkutçuklarından oluşuyordu.

Persler ile Makedonlar.

Gel zaman, git zaman, Anadolu’da üretilen altının ünü dilden dile, ağızdan ağza tüm dünyayı sardı.

Bu varlığı ele geçirmek üzere Persler (İranlılar) MÖ. 546 yıllında Anadolu ile Peleponesi ele geçirdiler. Makedonya Selanik, Üsküp, Batı Trakya bölgesinde idi. Yazı ile dilleri Makedon dili idi.

Ancak Makedon ilhanı(imparatoru) Filip bir Yunan yazını(edebiyatı) sevdalısıydı. Bu nedenle oğlu İskender’i Yunanlı Bilginlerce eğitti. Ulusuna Yunanca konuşmayı buyurdu. Filip, sonrası Büyük İskender, Makedon güçlerini toplayarak Persleri 4.yy.’da (MÖ.336)Pelepones ile Anadolu, İran, Orta Doğu’dan sürdü attı. İşte bundan yaklaşık 2300 yıl önce Anadolu’ya ilk kez “Yunan dili ile özgeni(kültürü)” böylece girdi. Her biri ayrı diller konuşan Anadolu ilkutları(devletleri) aynı Yunan dilini konuşmaya başladılar. Ancak onlar ne Yunan, ne de Makedondu.

Anadolu 200 yıl Pers egemenliği altında yaşarken, Makedon egemenliğine geçmişti.
Yunanca konuşmaları Anadoluları Helen yapmaz.
Onun için Roma öncesi döneme “Helenistik” dönem demek yanlıştır.

Romalılar Anadolu’da.

Roma Etrüsklerin kurduğu bir ilhanlıktır. Roma, Latinler, Konstantin(MS.330) Anadolu’yu ele geçiriyorlar. Artık Anadolu Makedon ülkesi olmaktan çıkıyor, Roma ülkesi oluyor. Roma yönetimi halkın Yunanca konuşmasına karışmıyor, ancak tüzel(resmi) dil olarak Latince konuşuluyor.
Prof dr.Kazım Mirşan”ın Ön Türk çalışmalarına göre, Roma, Türkçe Urum’dan gelir. Ur; kent, yerleşim yeri demektir. “Urum” ya da ondan türemiş “Rum”; “Romalı” ya da “kentli”,“yerleşik” demektir.
Osmanlılın kentte oturan kendileri için kullandığı “Rumi” de ayni anlama gelir; “kentli” demektir. Osmanlılar, Anadolu”ya “Diyar-ı Rum” demişlerdir. Çünkü, Anadolu’da çeşitli uygarlıklardan kalma 44 bin yerleşim yeri vardır.
Kırsalda, göçebe olarak yaşayanlara ise “Türkmen” demişlerdir. Rumlar, kentliler, yerleşikler ülkesi anlamına kullanılır, “Yunan” anlamına asla kullanılmazdı. Celalettin Rum-i adı da bu anlamda kullanılmış, Osmanlı seçkinleri de kendilerine Türkmen değil, Rumi demişlerdir. Çünkü, Orta Altay(Asya) ile Türkmenler, yerleşik değil göçebe idiler. Yerleşik düzene geçen herkes “Rumi” idi.

Doğu Roma’nın Roma’dan ayrılmasıyla, Doğu Roma’nın egemenliği altında olan Pelepones, Adalar, Kıbrıs ile Anadolu’nun inanç yolu “Ortodoks” oluyor. Başkent “Konstantinapolis”. Atina ile Isparta’da oturan Yunan halkı, yine Yunan.

Ancak çok tanrılı inançtan tek tanrılı inanca, “Ortodoksluğa” geçmiş. Anadolunun yerli halkına ise “Rum” deniliyor. Rumlar, eski Frig, Hitit, Misya, Lidya, Karya, İyon gibi soyların, özgenlerin ortak adı.
Tıpkı “Osmanlı” gibi. Anadolu’lu yeni bir dil konuşuyor, Yunan ile Latinlerden ayrı olarak, buna “Rumca” deniliyor.

Rumca; Yunan tamgası ile yazılıyor. Konuşma kuralları Yunancaya uyumlu, sözcükleri; çoğunlukla Yunanca, Hititçe, Ermenice, Türkçe, Farsça, Arapça olan karma bir dil. Tıpkı Osmanlıca. Osmanlıca; Türkçe grameri, Arapça tamga ile yazılıyor, Osmanlıca; Türkçe, Farsça, Yunanca, Ermenice, Süryanice, Akadca, Asurca, Sümerce karışımı.
Kısacası Anadolu dili olan Rumca, Anadolu ile ile onun doğal uzantısı olan Kıbrıs ile Doğu Ege Adalarında konuşuluyordu.

Yani ne eski Anadolu Uygarlıkları, ne Truva, ne Makedon, ne Roma,ne Doğu Roma, ne Rum, ne de Osmanlı; Yunan değildir.

Ortodoks inancının ortayı(merkezi de) Atina’da değil, Rumları ülkesi olan Konstantinopol’de Fener Patrikevinde idi. Bu konumda, Yunanistan egemen ülke değil, Rum’un egemenliğinde ki bir ülke olarak sayılıyordu. Rum’un simgesi olan bayrak; sarı taban üzerinde, kara, çift başlı kartal, ilkut(devlet) boyası ise “tuğla kızılı al”. İlginçtir, daha sonraları kurulan Turan soylu Selçuk İlhanlığının simgesi de çift başlı kartaldır. Beşiktaş çeynik takımının da tek başlı kartal. Erzurumspor, Konya Selçuk Unv. Ve takımları da çift başlı kartal. Asıl olan, çift başlı kartalın bir Ön Türk simgesi olmasıdır.

Bizantion, Konstantinopol, İstanbul, Yeditepe. 19. yüzyıldan sonra Doğu Roma İmparatorluğuna, “Bizans İmparatorluğu” demek Fransa”nın Anadolu’yu, kasıtlı bir adlamayla, bir Yunan ülkesi yapmayı amaçlar. Oysa bu adla bir imparatorluk
Bozkurt mahir
29 gün önce
Kürşat Zorlu'ya Yaşar Yurtseven okkalı bir yanıt vermiş. Okuyun, siz de hak verecek misiniz?.. Ben verdim.

GÜNÜN EN İYİ PAYLAŞIMI:

Bugün Aşağı Ayrancı'da Aslan Gençer abiye uğradım.
Havadan, sudan, doğal beslenmeden, şekerden tansiyondan söyleştik, konu geldi siyasete..
Dedi ki;
"Şu Orta Asya'daki üç Türk devletinin Güney Kıbrıs'la siyasi ilişki kurmasına bozuldum ama adamlar haksız değil."
Ve konuyu açtı;
"Sen Türkiye olarak onlara ağabeylik yapacağına, siyasi, ekonomik, askeri, eğitim, sağlık, teknoloji konularında destek olacağına..
● Kalkıp haritada yerini bilmediğin Sudan, Somali, Katar, Mynmar'a yatırımlar yaparsan..
● Hayvancılıkta lider ülke olan Kazakistan'ı görmeyip Brezilya'dan Angus sığırı getirirsen..
● Uçsuz bucaksız tarım arazileri olmasına rağmen buğdayı oradan almazsan..
● Petrol için aklına gelmezse..
● Çin'deki Uygur Türklerine yapılanları görmezden gelip, sabah Filistin, akşam Gazze diye ağlarsan...
● Mısır'daki darbeyi aylarca siyaset malzemesi yapıp, Türk ortaklığı için söz ve girişimlerde bulunan Nazarbayev'in devrilmesine ses çıkarmazsan..
● Türk cumhuriyetleri ile doğru dürüst bir ilişki kurmazsan, onlar için 'Aksakallı'nın ne olduğunu bilmeyip Binali Yıldırım'a o ünvanı verirsen..
● Türk dünyasına sırtını dönüp, yüzünü Arap dünyasına çevirirsen..
● Seni mevali (köle) görmelerine rağmen, onları uçak kapılarında karşılayıp uğurlarsan, çocuklarının elini öpersen...
● Ve bu Arap dünyası Gazze dahil hiç bir konuda seninle aynı yerde durmazken, sana fayda sağlamazken..
Türk devletlerİ Güney Kıbrıs'I tanıyınca ağlamayacaksın."
Evet onlara kızdık söylendik ama bu gerçekleri unutamayız ki.

Yaşar Yurtseven
BOZKURTBEY
1 ay önce
Avrupa Birliği’nin Semerkant’ta düzenlediği AB-Orta Asya Zirvesi’nde açıklanan 12 milyar Avroluk yatırım paketinin 3,5 milyar Avrosunun Türkiye üzerinden Orta Koridor’a ayrılması olumlu bir gelişme olsa da, bu desteğin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin vetosunu aşmak amacıyla bazı Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine GKRY’yi “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıma ve bu ülkeye büyükelçi atama yönünde baskıyla ilişkilendirilmesi derin bir endişe yaratmıştır.

Kardeş devletlerimizin bu yönde adımlar atması ve zirve bildirisine bu konuya ilişkin ifadelerin girmesi, son derece ciddi ve düşündürücü bir gelişmedir. Türkiye’nin bu gelişmelere sessiz kalması, dış politikamızda bir zaafiyet görüntüsü doğurmakta ve bilinçli bir tercih olduğu izlenimini vermektedir.

Bu durumda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin siyasi statüsü zedelenmiş, milli menfaatlerimiz ise görmezden gelinmiştir. Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliği ilkesine saygı gösterilmeli; Türk dünyasının dayanışma ruhuna zarar verecek adımlardan kaçınılmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni, bu önemli gelişme karşısında kararlı ve etkin bir diplomatik duruş sergilemeye ve kardeş devletlerin hükümetlerini de bu yanlıştan dönmeye davet ediyoruz...
BOZKURTBEY
1 ay önce
-----TUTKU-----

Tanrı dağı denince aklımıza ilk gelen şey Doğu Türkistan olsa gerek, kan gözyaşı ve zulmün ana vatanı Doğu Türkistan. Elbette Türkistan denince de aklımıza TURAN geliyor.
Oysa Türk yurdu sadece Türkistan'dan oluşmaz.

Büyük okyanustan Avrupa içlerine, kuzeyde Sibirya, güneyde Hindistan'ında içinde bulunduğu büyük bir coğrafyadır Türk yurdu. Ve elbette bu yurdun simgesidir Tanrı Dağı.

Şiirlerimize, türkülerimize, marşlarımıza taşıdığımız ve hiç görmediğimiz halde içimizi burkan bir güzelliktir Tanrı Dağı.
Tanrı Dağı Kızıl Elma'ya yapılan kutlu yolculuğun başlangıç noktasıdır.

Tanrı Dağı zaman zaman bozulan Türk birliğinin yeniden toparlanmak için seçtiği bir baba otağıdır.
Karlı zirvelerine bakıp özgürlüğü yüreğimizde hissettiğimiz, yamaçlarında hayvanlarımızı otlattığımız, etrafı çöllerle kaplı Türk yurdunun yaşam kaynağıdır bir bakıma.
Bağrından çıkan buz gibi sularıyla hayat verir ovalara, vadilere, tabiat ve insanlığa.

Tanrı Dağı Tarihte adı geçen, geçmeyen unutulmuş büyük kahramanlara ait destanların yazıldığı yerlerdir.
Böylesine büyük kahramanlıkların yaşandığı bu coğrafyaya şimdi hüzünlü bir bakış sergilememizde sanırım bizlerin de hataları olsa gerek.

Tanrı dağının en tepesine ulu hakanının ismini verenler, bugün bu topraklar da Turan'a ulaşamadığı için boynu bükük bir ifade ile mazide yaşadığı o haşmetli günlerini arıyor. Kağan Tanrı tepesi (Khan tengri) kutsal Tanrı dağının zirvesinden, Türk'ün silik mazisine hüzünle bakıyor.

Tanrı dağları'nın tepelerinde kar, eteklerinde her rengin kuşağını içinde barındıran yeşillik vardır. Ormanlarla kaplı Tanrı dağı'nın çoğunluğunu çam, ardıç, şimşir gibi ağaçların kaplar.
İşte bu ağaç ve bitki kokularının büyüsü Tanrı dağına ayrı bir güzellik ve haşmet verir.

Kendisi birer efsane olan Türkler Tanrı dağını kutsal bilmiş, ne Tanrı dağının altında nede üstünde "altın" olmadığı halde bazen "altın dağları" demiş, içinden çıkan nice kahramanlarına yuva olan bu tepelere ağıtlar yakmıştır.

Dağları yaşamlarıyla ilişkilendiren Türkler dağların ulaşılamaz devasa haşmetinden etkilenmiş ve nice efsanelerine taşımışlardır. Türklerin ilk medeniyetini Tanrı dağları etrafında kurduklarını söyleyen birçok kaynak vardır.

Eski Türk kültüründe büyük bir dağa sahip olmayan medeniyetlerin yok olacağı inancı hâkimdi.
Asya'nın geniş alanlarına dağılmış Türk budunları efsaneleştirdiği Tanrı dağına daima kutsal gözle bakmış, tarihten gelen gücünü ve kudretini neredeyse Tanrı dağından almıştır.

Bu gün Oğuz soyunun sahibi olan Anadolu Türklerinin Tanrı dağına ilgisini anlayabilmek için, önce Türk gibi düşünmek zarureti vardır.

Kaldı ki daha dün gerçekleşmiş gibi anlatacağınız ve adına "geçmiş" yakıştırması yapacağınız Türk tarihi 10 bin yıllık bir gelenekten gelirse, bu köklü kültürün dünya medeniyetindeki önemini anlamış ve sahiplenmiş oluruz.

Dünyanın neresinde olursa olsun "Yesi" de "Çimkent" de Uluğ Türkistan da bir gün yaşamak, bir Türk için ne güzel kavuşmadır.
Ve hasretin dinmesi anlamını taşır. Aslında nerede olursak olalım hepimizin sılası öz vatanı değimlidir Tanrı Dağı.

Bugün biz Türklerin içinde bulunduğu en büyük sıkıntı, hiç şüphesiz tarihine küsmüş, geçmişine düşman bir vurdumduymazlıkla mazisine kayıtsız kalmasıdır.

Biz yüreklerinde bu büyük Mefküreyi yaşatanlar ve ecdadına sahip çıkarak yüceltenler olarak Tanrı Dağlarının o sisli tepelerine hala özlem ile bakıyoruz.

Khan Tengri nin heyecanını, yaşanan kahramanlık hikâyelerini içimizde sımsıcak tutuyoruz.
Dağlar acılı insanların meramını sinesinde saklar. Sisli puslu dağlar bilinmez manevi bir güç verir adeta, dağları ardına alanlara.

Tanrı dağları ne kadar uzak olsa da, Türk'ün içinde beslediği o büyük mefkûre onları canlı ve diri tutmaya yetecektir.
Tanrı dağları bir dilektir. Türkün şerefli mazisinin devasa ispatıdır.
Doğu Türkistan'ın gelecekte bağımsızlığına da şahit olacak, geçmişten bugüne uzayan Türk'ün hürriyet ateşinin yakılacağı mekânın adıdır.

Şimdi titreyip kendimize gelme zamanı, daha ne kadar zaman Tanrı Dağının boynunu bükük bırakacağız.
Şimdi ayağa kalkma zamanı.
Yıllarca bu coğrafyaya hükmetmiş kahramanlıkları tüm dünyaca bilinen atalarımız; Hanlar hanı Oğuz Han, Yoktan bir millet, bir devlet kuran Tiğin Mete, Savaşların ustası Cengiz Han, Dönemin en bilgilisi, Bilge Kağan, Avrupa'yı titreten Atilla.

Tam bitti derken yeniden dünyanın sahnesine çıkaran Mustafa Kemal ve diğer sayamadığımız sayısız Türk büyüğünün uğraşlarını, çabaların boşa mı çıkaracağız.

Herbirimiz bir Türk Milliyetçisi ve Turan sevdalısı olarak şaha kalkmanın zamanı geldi. Bozkırlarda başıboş gezen bozkurtların bir araya gelme ve Tanrı Dağına yürüme vaktidir vakit.

Herkesin uyuduğu yerde uyanık kalmak, herkesin uyanık olduğu yerde gözümüzü dört açmak gerek...
Bozkurt mahir
1 ay önce
«Ergenekon» Destanı, Büyük Türk Destanı'nın bir parçasıdır. Kök-Türkler çağını konu alır. «Ergenekon» Destanı'nın, Türk destanlarının içinde ayrı ve seçkin bir yeri olup, en büyük Türk destanlarından biridir. «Ergenekon» Destanı'nın, Türk toplum yaşamında yüzyıllarca etkisi olduğu gibi, bugün bile Anadolu'nun dağlık köylerinde, birtakım gelenek ve göreneklerde etkisi görülmektedir. «Ergenekon» Destanı, «Bozkurt» Destanı'nın ana çizgileri üzerine kurulmuş olup, bu destanın serbestçe genişletilmiş biçimidir diyebiliriz. Daha doğrusu «Bozkurt» Destanı ile kaynağını belirleyen Türk soyu, «Ergenekon» Destanı ile de gelişip güçlenmesini, yayılış ve büyüyüş dönemlerini anlatmıştır. Çin tarihlerinin de yazmış olduğu «Bozkurt» Destanı'nın bittiği yerde, «Ergenekon» Destanı başlar. «Bozkurt» Efsanesi'nin devamı, «Ergenekon» Destanı'dır. «Ergenekon» Destanı, Cengiz Han çağında moğollaştırılmıştır. Ancak bu efsanenin kökleri ve ana motifleri, açıkça Kök Türkler ile ilgilidir.
***
Kök Türk Devleti, MS 6.yy.dan itibaren bir cihan imparatorluğu olmuş ve 200 yıl yaşamıştır. Böyle büyük ve güçlü bir devletin, ilkel Moğollar'dan bir efsane alıp kökenlerini ona dayandırması mümkün değildir. Ayrıca, Ergenekon Destanı'nın ana motiflerinden biri, Demirci'dir. Destanda demirci, dağda demir madeni bulur ve Türkler bu demir madenini eriterek Bozkurt'un önderliğinde «Ergenekon»'dan çıkarlar. Unutmamak gerekir ki, Göktürkler'in ataları da demirci idiler. Onlar en iyi çelikleri işler, başka devletlere silah olarak satarlardı. Göktürkler'in ataları, demir cevherleriyle dolu dağların eteklerinde türemişler, demirleri eriterek yeryüzüne çıkmışlardı. Sonradan kendilerinin de demirci olmaları bundan ileri gelmektedir.

Göktürkler'in temel toprakları olan Altay ve Sayan dağları, zengin demir madenlerinin bulunduğu bir yerdi. Burada çıkan demirin yüksek cevherli olması ve Türkler tarafından mükemmel bir biçimde işlenmesi, çağın Türk savaş endüstrisinin en önemli özelliği idi. Göktürkler çağında Türkler'in işlettikleri demir ocakları ve dökümevleri bulunmuştur. Göktürkler demirden ürettikleri kılıç, kargı, bıçak gibi savaş araçlarının yanında yine demirden saban, kürek, orak gibi tarım araçlarını yapmakta da usta idiler. Oysa, Göktürklerden tam beş yüzyıl sonra, yine Türklerle birlikte olmak üzere bir devlet kuran Moğollar, demirciliği bilmezlerdi.

Cengiz Han zamanında Moğollar'a elçi olarak gönderilen Çin'deki Sung sülalesinin generali Men Hung, yazmış olduğu «Meng-Ta Pei-lu» adlı ünlü seyahatnamesinde, Moğollar'ın Cengiz Han'dan önce maden işlemeyi bilmediklerini, ok uçlarını bile kemikten yaptıklarını, Moğollar'a demir silahların Uygur Türkleri'nden geldiğini anlatmaktadır. Zaten Moğollar, demirciliği Uygur Türkleri'nden öğrenmişlerdir. Aslında demircilik, o çağın Moğol düşüncesine göre büyücülere özgü korkunç bir sanattı. Ayrıca Bozkurt, Türkler'in kutsal hayvanıdır. Moğollar'ın kutsal hayvanı köpektir.
***
«Ergenekon» Destanı'nda Türkler, Ergenekon ovasından çıkmak istediklerinde yol bulamazlar. Çare olarak da dağların demir madeni içeren bölümlerini eritip bir geçenek açmayı düşünürler. Demir madenini eritmek için dağların çevresine odun-kömür dizilir ve yetmiş deriden yetmiş körük yapılıp yetmiş yere konulur. Yedi ve yetmiş sayıları, dokuz ve katları ile birlikte, Türkler'in mitolojik sayılarındandır. Moğollar'ın mitolojik sayıları ise altı ve altmıştır. Destanda altmış yerine yetmiş sayısına yer verilmesi, bu efsanenin Moğolca bir metinden öğrenilmemiş olduğunu, Türkler'e ait olduğunu gösterir. Mağaralar, Türk mitolojisinde ve Türk halk düşüncesinde önemli bir yer tutarlar. Bu, yalnızca Göktürk efsanelerinde, Bozkurt ve Ergenekon destanlarında değil, Anadolu'daki masallarda da böyledir.

Göktürk efsanelerinin, «Bozkurt» ve «Ergenekon» destanlarındaki motiflerin ufak değişikliklere uğramış örneklerini, Anadolu efsanelerinde de bulabiliriz. Hatta islami hikayelerde bile: Bir Anadolu efsanesinde Muhammed Hanefi (Hz. Ali'nin Hz. Fatma'dan sonra evlendiği ve bu evlilikten olan dört çocuğundan biridir. Diğer Çocukları; ise Ümmü Gülsüm, Zeynep ve Kasım'dır), önüne çıkan bir geyiği kovalar. Geyik bir mağaradan içeri girer. Muhammed Hanefi de geyiğin arkasından mağaraya girer. Mağaradan geçerek büyük bir ovaya varır ve burada Mine Hatun'la karşılaşır. Dikkat edilirse, bu Anadolu efsanesindeki mağara, Bozkurt'un hayatta kalan tek Türk gencini götürdüğü mağaranın ve mağaradan çıkılan ova da yine «Bozkurt» Destanı'ndaki kurdun, yaşayan tek Türk gencini mağaradan geçerek götürdüğü ovanın aynısıdır. Ayrıca yine bu ova, «Ergenekon» Destanı'ndaki Kayı ile Tokuz Oguz'un yurt tuttukları ovanın aynısıdır.

Altay Türkleri'nin efsanelerinde de «Bozkurt» ve «Ergenekon» destanlarının izlerini görmek mümkündür. Bir Altay efsanesinde, bir bahadır avlanırken karşısına çıkan geyiği kovalamağa başlar. En sonunda bir Bakır-Dağ'ın önüne gelirler. Baştan başa bakırdan yapılmış olan dağ birden açılır ve geyik açılan delikten içeri girer. Genç bahadır da geyiği izler. Az sonra geyik kaybolur. Efsanenin devamında bahadır türlü canavarla, iyi yürekli yaşlı kişilerle, çok güzel kızlarla karşılaşır. Bu Altay efsanesinde de aynı mağara ve mağaradan geçilerek ulaşılan ova motifleri vardır ve bu Altay efsanesi, Muhammed Hanefi'nin efsanesine belirgin bir biçimde benzemektedir. Altay masal ve efsanelerinde bu tür öykülerin daha mitolojik biçimde olanları da vardır.
***
Asya Büyük Hun Devleti'nde, bizzat Hun hakanının başkanlık ettiği törenler vardır. Bu törenlerden en önemlisinde, devletin ileri gelenleri toplanarak Ata Mağarası'na giderler ve orada, hakanın başkanlığında dini törenler yapılır, atalara saygı gösterilir. Aynı törenler, Göktürk Devleti'nde de yapılagelmiştir. Bu adı geçen Ata Mağarası, Bozkurt'un Türk gencini düşmandan kaçırıp sakladığı ve Ergenekon'a ulaştırdığı mağaradır. Ancak bugün, bu mağaranın yeri bilinmiyor. Tabgaçlar da kayaları mağara biçiminde oyarlar ve burada yere, göğe, ata ruhlarına kurban sunarlardı. Bu kurban töreninden sonra da, çevreye kayın ağaçları dikilir, o bölgede kutsal bir orman oluşturulurdu. Asıl önemli olan nokta ise, bütün milletçe bunlara inanılması ve devletin de bu efsaneye saygı göstermesidir. Ayrıca, Aybek üd-Devâdârî'nin anlattığı, Türkler'in kökenine ilişkin «Ay Ata Efsanesi»'nde de mağara ve mağarada türeme motifi vardır. Bu efsanede de, Türkler'in ilk atası olan Ay Ata, bir mağarada meydana gelir. «Ay Ata Efsanesi»'ndeki mağara, ilk ataya bir ana rahmi görevi görmüştür.

«Ergenekon» Destan'ı, Türkler'in yüzyıllarca çift sürerek, av avlayarak, maden işleyerek yaşayıp çoğaldıkları, etrafı aşılmaz dağlarla çevrili kutsal toprakların öyküsüdür. «Ergenekon» Destanı'nın önemli bir çizgisi, Türkler'in demircilik geleneğidir. Maden işlemek, demirden ve en iyi çelikten silahlar yapmak, Eski Türkler'in doğal sanatı ve övüncü idi. Ergenekon Destanı'nda Türkler, demirden bir dağı eritmiş ve bunu yapan kahramanlarını da ölümsüzleştirmişlerdir. «Ergenekon» Destanı ilk kez, Cengiz Han'ın kurmuş olduğu Türk-Moğol Devleti'nin tarihçisi Reşideddin tarafından saptanmıştır. Reşideddin, «Câmi üt-Tevârih» adlı eserinde «Ergenekon» Destanı ile ilgili geniş bilgiler vermektedir. Fakat Reşideddin, – yukarıda da değinildiği gibi – bir Türk destanı olan Ergenekon Destanı'nı moğollaştırmıştır («Ergenekon» Destanı'nın nasıl moğollaştırıldığı hakkında Prof.Dr.Bahaeddin Ögel'in, «Türk Mitolojisi» adlı yapıtında geniş bilgiler vardır).
***
Ergenekon Destanı, Hıve hanı Ebulgazi Bahadır Han'ın 17.yy.da yazmış bulunduğu «Şecere-Türk» (Türkler'in Soy Kütüğü) adlı esere de kaydedilmiştir. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Kurtuluş Savaşında'ki Anadolu'yu, «Ergenekon»'a benzeterek aynı adı taşıyan bir kitap yazmıştır. «Ergenekon» Destanı'nda Bozkurt, öteki Türk destanlarında da olduğu gibi, ön planda ve baş roldedir. Bu kez Türkler'e yol göstericilik, kılavuzluk yapmaktadır. Bir rivayete göre Türkler, Ergenekon'dan 9 Martta çıkmışlardır. Başka bir rivayet ise bu tarihi 21 Mart (Nevruz Bayramı) olarak verir. Öyle anlaşılıyor ki, Ergenekon'dan çıkış işlemleri 9 Martta başlamış, 21 Martta da tamamlanmıştır.
Kayıtlı Üye
Kaynak https://www.msxlabs.org/fo...
Bozkurt mahir
1 ay önce
Bunu Biliyor muydunuz?

Çerkesler ya da Adigeler, Kuzey Kafkasya'da, tarihi Çerkesya'nın yerli halkı olan etnik grup. Rus İmparatorluğu tarafından işlenen Çerkes Soykırımı'nın sonucunda Çerkeslerin çoğu öldürülmüş, kalanlar ise Osmanlı topraklarına sürülmüştür. Çerkesler Çerkesçe konuşur ve neredeyse tamamı Sünni Müslümandır.

Çerkesler ya da Adigeler (Çerkesçe: Адыгэхэр), Kuzey Kafkasya'da, tarihi Çerkesya'nın yerli halkı olan etnik grup.
Rus İmparatorluğu tarafından işlenen Çerkes Soykırımı'nın sonucunda Çerkeslerin çoğu öldürülmüş, kalanlar ise Osmanlı topraklarına sürülmüştür.

Çerkesler Çerkesçe konuşur ve neredeyse tamamı Sünni Müslümandır. Çerkesya eski zamanlardan beri istilalara maruz kalmıştır; izole edilmiş arazisi, bitmeyen savaşlarla birlikte Çerkes ulusal kimliğini büyük ölçüde etkilemiştir.

Çerkes bayrağı Çerkeslerin millî bayrağıdır ve yeşil zemin üzerinde dokuzu yay, üçü yatay şekilde on iki altunî yıldız ve üç çapraz oktan oluşur.
Çerkesler (Adığeler)
Адыгэхэр

Çerkes bayrağı ile çocuklar

Çerkeslerin yaşadığı ülkeler
Önemli nüfusa sahip bölgeler
Türkiye Türkiye
2.000.000 — 3.000.000
Rusya Rusya
751.487
Ürdün Ürdün
170.000
Suriye Suriye
100.000
Mısır Mısır
50.000
Almanya Almanya
40.000
Irak Irak
30.000
Suudi Arabistan Suudi Arabistan
15.000
Libya Libya
15.000
İran İran
10.000
Amerika Birleşik Devletleri ABD
9.000
İsrail İsrail
5.000
Özbekistan Özbekistan
1.257
Ukrayna Ukrayna
1.010
Polonya Polonya
1.000
Hollanda Hollanda
500
Diller
Çerkes dilleri
(Adigece ve Kabardeyce)
Türkçe, Rusça, Arapça, İbranice, İngilizce
Din
Çoğunluk:
İslam (Hanefi Sünni)
Azınlık:
Ortodoks Hristiyanlık
Çerkesler yerleştikleri bölgelerde önemli roller oynamışlardır: Türkiye'de Çerkesler geldikleri andan itibaren büyük roller üstlenmiş, Türk Kurtuluş Savaşında var olmuştur;
Ürdün'de başkent Amman'ı kurmuş ve ülkedeki neredeyse tüm önemli pozisyonlarda bulunmuşlardır; Suriye ve Libya'da orduda üst rütbelere sahiptirler; Mısır'ın kurucu unsurlarından biridirler.
Türkiye'de yaşayan Çerkesler ve diğer diaspora Çerkesleri Kafkasya'dan sürgün edilmeleri tarihini 21 Mayıs 1864 Çerkes Sürgünü ve Soykırımı Anma Günü olarak kabul etmektedirler.
BOZKURTBEY
1 ay önce
Türklerin ilk yazı dilleri hakkında
Prof. Dr. Mirfatih Zekiev
Yazının ortaya çıkışı, yazı dilinin kurallaşmaya başlaması doğrudan doğruya devletçiliğin ortaya çıkmasına bağlıdır. Eski halklar kendi aralarında sağlam bir münasebet kurmuşlar, hayat tecrübesi değiştirmişler. Devlet kurmak, haberi uzağa göndermek için, yazı sistemini oluşturan tecrübe de bir halktan diğerine çabuk geçmiştir. Bugünkü Türkoloji biliminde ilk Türk devletleri olarak (M.Ö. VII. asırdan M.S. II. asra kadar yaşayan Saka-İskit (Sak-Skif) imparatorluğu, bu çağda kurulup, M.S. V. asra kadar yaşamış Kanglı (Kenwgeves Peçeneg) devletçiliği gösterilir ve oradaki yazı Kök Türk alfabesiyle idi fikri ileri sürülür (Seferoğlu, Müder-risoğlu, 1986. İL, 20). M.Ö. VII. asırda kurulup, M.S. I-V asırlara kadar yaşayan Asya-Hun, Avrupa-Hun, Ak-Hun (Eftalit) devletlerinde, yazı Orhon-Rum alfabesine dayanmış diye gösterilir (yline burada 25-27). Orhon Run yazmasının ta eskiden, yani M.Ö. kullanılanı umumiyetle Kök Türk yazısı diye adlandırırlar. Bu yazı ile beraber Türkolojide Asya Hunlarının Çin ve Skiflerin ise Grek yazısını kullandığı hakkında da haberler vardır.
M.Ö. binlerce yıl önce yaşamış ve Roma İmparatorluğuna kadar büyük bir medeniyet kuran Etrüskler de etnik yönden, temelde Türk'e dayanır ve onların yazı dilleri de Türkçe'dir, diye görüş var. Etrüsk medeniyetinin temelinde Roma medeniyeti teşekkül eder, Etrusk yazısı Latin alfabesine temel olarak alınır. Bu düşünceyi Roma tarihiyle uğraşan Fransız âlimleri söylerler, Etrüskler ile uğraşan Adile Ayda bu düşünceyi daha da güçlendirir (Adliya Ayda, 1992,215-222).
Türk alfabesinin tarihini öğrenmek yepyeni deliller verir. 1924'te Fransa'nın Vich bölgesinde bir toprak sahibi, yaklaşık üç bin kadar parçadan oluşan yazma bulur. Onlar, M.Ö. 2500 yıllarında yazılmışlar ve şimdi Glozel' Müzesinde korunurlar. Onları dünyadaki en eski yazılara dayanarak çok araştırırlar; fakat hangi dile ait olduklarını açıklayamamışlar. O yazılara Paris'te yaşayan etnomü-zikolog Haluk Tarcan dikkat eder ve onların fotokopilerini Türkiye âlimi Kazım Mirşan'a gönderir. Bu işte çok deneyim kazanan ve kitaplar çıkaran Kazım Mirşan (menşeine göre Sibir Tatarlarından) Glozel' yazmalarının Eski Türk yazısında Eski Türkçe yazıldığını açıklar, onun alfabesini yapar. Bu açıklamayı Kazım Mirşan ve Haluk Tarcan Sorbonne Üniversitesindeki konferansta söylerler. Onların haberleri âlimler arasında tama-men desteklenir. Glozel' yazmalarındaki alfabe Etrüsk harflerine çok yakındır (Elveren, 1993,15).
İdil-Kama boylarında, Doğu Avrupa'nın başka yerlerinde bulunmuş kaplara I-VI asırlarda yazılmış yazıları da bugüne kadar âlimler okuyamadılar. Kazan Üniversitesi âlimi Ezher Möhemmedî, onların Bakteriyedeki M.Ö. II-I. asır paraları yazısı ile karşılaştırıp, Türkçe-Hunca okudu. Bu yazılarda da aynı Kök Türk alfabesi kulanılmış olsa gerek (Möhemmedî E., 1973). Şimdi artık eski Türk yazısının tam bir sistemini oluşturmak için, Türk medeniyetini daha iyi ve daha esaslı bir şekilde bilmek için Kazım Mirşan ve Haluk Tarcan tarafından açıklanan ve 4500 yıl önce yazılmış alfabeyi, Etrüsk alfabesini, Kök Türk - Run alfabesini ve Hun alfabesini kıyaslayıp öğrenmek âlimlerin övünçlü ve zaruri bir borcudur. Bundan daha büyük borç da bu alfabede yazılmış bütün zenginliği yeniden Türk medeniyetine kazandırmaktır. Elbette, onların bulunanları ve çeşitli müzelerce yerleştirilenleri bile Türk dünyasına çok zengin tarihî-edebî miras verecek seviyededir..
Bozkurt mahir
2 ay önce
OSMANLI’NIN EFSANE SİLAHŞÖRÜ:
YAKUP CEMİL - 1
1903'te Harp Okulunu bitirdi, dağlarda yıllarca eşkiya kovaladı. Başarılarının yanında sertliği ve acımasızlığı ile dillere destan olmuştu.
Sonra İttihad ve Teraki Cemiyeti'ne girdi. 1908'de Meşrutiyet ilán edilince askerlikten ayrıldı. Artık sadece İttihat Terakki için çalışacaktı. 1911'de İtalyanlar Libya'yı işgal edince, Yakup Cemil Enver Bey ve Mustafa Kemal'e birlikte gönüllü olarak Libya'ya gitti. Göğüs göğüse çarpışmalarda yıldızı daha da parladı.
İttihatçılar 1913'ün 23 Ocak günü Babıali'yi basıp yönetimi ele geçirdiler. Yakup Cemil baskın sırasında olayın baş kahramanı olan Enver Bey'in yanıbaşında ve en önde idi. Binaya girmelerinden sonra Harbiye Nazırı Nazım Paşa'yı şakağından vurdu. ‘‘Ne yaptın Yakup Cemil?’’ diye soran Enver'e yanıtı şöyle oldu:
"Bu işin şakası yok, ihtilal yapıyoruz Enver Bey!.. Başaramazsak bizim kellemiz gidecek’’
Eğer Yakup Cemil Nazım Paşa’yı vurmasaydı her şey tersine dönebilirdi.
Sonraki yıllarda Osmanlı 1. Dünya Savaşına girdi. Enver Paşa, ta Rumeli'de eşkiya kovaladıkları günlerden beri siláh arkadaşı olan Yakup Cemil'e Nazım Paşa cinayeti için ceza vermek istemedi ve onu Teşkilatı Mahsusa’ya müfreze komutanı olarak aldı. Ama Yakup Cemil’in bir şartı vardı müfreze subaylarını ve askerlerini kendisi seçecekti. İsteği kabul edildi ve beraberindeki subaylarla atını Sinop Cezaevine topukladı.
Sinop Cezaevi imparatorluğun en azılı mahkumlarının toplandığı yerdi. Değil gardiyanlar, Jandarmalar bile mahkumların arasına giremezdi. Ama Yakup Cemil avluya tek başına indi. Avluda bir sandalyenin üstüne çıktı ve gür bir sesle onlara seslendi:
“Hepiniz hayatı beş para etmeyen adamlarsınız!..Burada lağım fareleri gibi yasayıp it gibi öleceksiniz... Benim adım Yakup Cemil... Namımı duyanlar duymayanlara anlatsın... Sizi vatan hizmetinde savaşmak için buradan almaya geldim. Ya benim emrimde “öl” dediğimde onurunuzla şehit olacaksınız ya da burada it gibi gebereceksiniz.”
Avludaki katillerden birinin 14 cinayeti vardı. Berberdi ve bütün cinayetlerini ustura ile boğazları keserek işlemişti. Bu bilgileri katilden öğrenen Yakup Cemil elini cebine atıp usturasını çıkardı:
“Al bakalım usturayı, elin hafif mi ağır mı görelim" dedi.
Yakup Cemil sandalyeyi altına çekip oturdu. Berber usturayı eline aldı. 14 kişinin boğazını kesen berberin elinde ustura, elinin altında Yakup Cemil'in boğazı vardı. Cezaevi subayları, askerleri, avludaki mahkumlar, herkes nefesini tutmuş olayı izliyordu. Berber traşa başladığında bütün kalpler duracak gibiydi. Ölüm ile liderlik arasındaki süre saniyeden de kısaydı. Yakup Cemil’in verdiği liderlik sınavını herkes önce korku sonra hayranlıkla izledi.
Traş bittikten sonra Yakup Cemil ayağa kalktı:
“Aferin” dedi, “elin baya hafifmiş. Seni özel berberim tayin ettim.”
Sinop Cezaevi katilleri atlandırılıp Kafkasya Cephesi'ne doğru dizgin doldurdular. İlk geceyi geçirecekleri yer Çorum idi. Bütün hanlar dolunca emrindekilerin bir kısmını evlere dağıttı. Sabah Çorum Saat Kulesi’nin çevresinde toplanılacaktı. Sinop Cezaevi katillerinin hiçbirisi kaçmamıştı.
Yakup Cemil buna sevinirken yaşlı bir adam ağlayarak yanına geldi.
“Cepheye giden asker diye evimize alıp konuk ettik. Böyle asker mi olur? Evimize aldığımız iki kişi gece kızıma ve gelinime tecavüz ettiler. Ne biçim subaysın sen beee!..” diye bağırıyordu yaşlı adam.
Yakup Cemil’in tepesi atmıştı. “Göster o iki kişiyi bana” diye bağırdı. Yaşlı adam onları bulup gösterdi. Yakup Cemil tecavüzcü mahkumları iki ağaca urganla bağlattı. 14 kişiyi ustura ile öldüren berberi çağırdı yanına.
“Bunların başındaki saçları kazı hemen” diye bağırdı. Denilen yapıldıktan sonra Yakup Cemil yine sertleşti. “Şimdi ustura ile arkadan öne doğru bir elif çiz, yarık derin olsun ama.”
Tecavüzcülerin başlarında derin bir yarık açıldığında yüzü, boynu kanlar içinde kalmıştı. Acı bir sesle bağırıyorlardı. Bu bağrış arasında Yakup Cemil toplanma alanındaki askerlere seslendi:
“Herkes üstündeki elbislerinden üç tane bit bulup bu şerefsizlerin başına atacaksınız.”
Elbiselerde bitin çok olduğu yıllardı. Üç bit bulmak zor olmadı. Bulunan bitler tecavüzcülerin başına bırakıldığında binlerce bit kanı görünce baş etinin altında gidebildiği kadar gidip bayram ediyorlardı. Ortalık tecavüzcü mahkumların çığlıkları ile inliyordu. Bir süre sonra da beyinlerine giren bitlere mağlup olup sesleri kesildi. Diğer mahkumlar korku içinde olanları izlerken Yakup Cemil’in gür sesi yükseliyordu:
“İçinizden her kim ki benim emrime uymaz, vatanın namusunu, vatandaşın namusunu kirletirse sonunuz işte böyle olacaktır.”
Ve o günden sonra Sinop Cezaevi mahkumları Kafkasya Cephesinde kahramanca savaştılar, hiçbir disiplinsizlik olmadı. Çünkü komutanları Yakup Cemil’di.
Rusların gemilerle Batum Limanı'na indirdiği askerlere daha onlar silah kuşanmadan gece karanlığında baskın yaptılar. Binlerce askeri Batum Limanı'nda etkisiz duruma getirip karanlıkta kayboldular. Artık Kafkasya Cephesinde Yakup Cemil efsanesi dağlarda yankılanıyordu.
Alper Aksoy
Bozkurt mahir
2 ay önce
Muammer Kaddafi neden öldürüldü?
Libya önderi, halkı zenginleştiren siyasetiyle Batı’yı rahatsız etti.
İşte önemli ayrıntılı nedenler:

1. Libya’da elektrik ödencesi yoktu, elektrik ücretsizdi. Bu, halkın yaşamını kolaylaştırdı, ama erk devlerinin tekelini tehdit etti.
Batı, bu bağımsızlık kurumlaşmasından korktu.

2. Bankalar devletindi, vatandaşlara faizsiz kredi veriliyordu. Bu, küresel finans düzenine meydan okudu ve Kaddafi’yi Batı bankalarının hedefi yaptı.

3. Kaddafi, ailesine ev almadı; önce tüm Libyalılar’a ev sahibi olmayı vadetti. Toplumsal adalet bu siyasetiyle güçlendi, ama Batı’nın sömürü oyunlarını bozdu.

4. Yeni evlenen çiftlere 60.000 dinar veriliyordu. Bu, aile kurmayı teşvik etti, halkın refahını artırdı, ama Batı’nın iktisadi denetimini zorlaştırdı.

5. Eğitim ve sağlık ücretsizdi. Okuma oranı %25’ten %83’e çıktı. Bu, halkın bilinçlenmesini sağladı, bu şekilde Batı’nın etki alanını zorlaştırdı.

6. Çiftçilere ücretsiz alet, tohum ve hayvan veriliyordu. Kırsal kalkınma, Libya’yı tarımda bağımsız kıldı, ama küresel şirketleri rahatsız etti.

7. Tedavi bulunamazsa, yurtdışı için 2.300$ (73.600 TL) + konaklama ödüyordu. Bu, halkın sağlığını korudu, ama Batı’nın sağlık sömürüsünü baltaladı.

8. Araç alımında devlet %50 katkı sağlıyordu. Bu, halkın yaşam derecesini yükseltti, ama erk devlerinin kârını azalttı.

9. Benzin 0,14$/litre (4,48 TL/litre)ydi. Ucuz yakıt, halka destekti, ama petrol şirketlerinin yüksek kâr beklentilerini tehdit etti. Batı bu yapılanı sevmedi.

10. Libya’nın dış borcu yoktu, 150 milyar$ dış kaynağı vardı (şimdi donduruldu vesavaş masrafı denilerek el konuldu). Ekonomik bağımsızlık, Batı’nın Libya’yı denetlemesini zorlaştırdı.

11. İş bulamayanlara ortalama işsizlik maaşı ödüyordu. İşsizlik azaldı, halk desteklendi, ama bu, Batı’nın Libya’yı istikrarsızlaştırma tasarılarını bozdu.

12. Taşyağı (petrol) satışından gelen gelir, tüm vatandaşlara dağıtılıyordu. Bu, halkı zenginleştirip sömürüyü engelledi, Batı’yı tedirgin etti.

13. Çocuk doğuran annelere 5.000$ (160.000 TL) veriliyordu. Nüfus artışı ve refah, Batı’nın Libya’yı zayıflatma oyunlarına darbe vurdu.

14. Büyük Sulama Projesi’yle çölde su sağlandı. Libya’yı tarımda bağımsız kıldı, ama bu, küresel güçlerin çıkarlarını tehdit etti.
15. Yetenekli öğrenciler, ücretsiz yurtdışında okutuluyordu. Eğitimle halkın bilgi düzeyi yükseldi, ama Batı’nın kültürel etkisini azalttı.

16. 40 somun ekmek 0,15$’a (4,8 TL) satılıyordu. Ucuz gıda, halkı destekledi, ama küresel gıda devlerini rahatsız etti. Kaddafi, bu siyaset yüzünden hedef alındı.

17. Kaddafi, altın destekli dinarla petrol ticaretini değiştirmek istedi. Altın dinarla Afrika ülkeleri alış verişe başlayacaktı. Bu, Batı’nın petrol ve iktisadi tekelini tehdit etti, onu hedef yaptı.

18. Türkiye'nin Kıbrıs'a yaptığı çıkarma sırasında bazı ülkeler Türkiye'ye silah ambargosu uyguladı. Bu dönemde Kaddafi, Libya'dan Türkiye'ye gizlice akaryakıt ve mühimmat göndererek destek verdi ve ambargoyu deldi.

Hatta Libya'dan gelen bu yardımların Kıbrıs çıkarmasına önemli katkı sağladığı bilinir.
Keza ABD ve Batı'nın Türkiye'ye uyguladığı ambargo sırasında Kaddafi'nin desteği Türkiye için yaşamsal öneme sahipti.

19. TSK, eğitimi almış olan Kaddafi aynı zamanda Atatürk hayranı idi. Ülkesinde yaptıklarını Atatürk devriminden esinlenerek yaptı.

20. Ortadoğu'da yaşanacaklar konusunda Kaddafi, tüm başkanlarını uyarmıştı
"Sıra her birinize gelecek, sizin için gelecekler. Saddam'a olanlar sizi de bekliyor." Bu sözleri duyan Arap liderler güldü!

21. Sömürge olmuş yoksul ülkelerdeki şirketlere ve oradan gelen işçilere yüksek ücretlere çalışma olanakları sağladı. Böylece o ülkelere destek sağlamış oldu.

22. Ülkesine dışarıdan sokulan Selefi, Vahabi, El Nusra, El Kaide gibi Batı güdümlü dincilerin çıkardığı isyan ve NATO saldırılarıyla acımızsa katledildi...
Bozkurt mahir
2 ay önce
Mora yarım adasında isyancı yunanlılar azınlıkta kalan osmanlı vatandaşı müslüman türklere acımasızca soy kırım uyguladılar. İngilizlerden aldıkları silahlarla kadın çocuk yaşlı erkek demeden bir kişiyi sağ koymadılar. Müslüman Türk ahaliyi deniz kenarlarına sürüp kesmekten yorulunca boğdular. Osmanlı devleti ne Mora yarım adasında bu kalkışmanın istihbaratını yapmıştı. Ya da Türk azınlığı koruyacak askeri birlikleri sevk etmişti. Ne de Türk müslüman vatandaşlarını silahlandırıp örgütleyerek öz savunma milis güçleri oluşturmuştu. Tamamen insanlarımızın can güvenliği Allaha bırakılmıştı. Aylarca Türk kestiler. Üç ay sonra yarım adada tek Türk kalmamıştı. Adeta hepsi buharlaşmıştı...

Bu olay ders oldu mı derseniz ne gezer? Akabinde ayni olaylar bir ada olan Giritte oldu. En son katliamdan adı Hasan olan tek bir çocuk kurtulmuştu. Ona bile sahip çıkamadık...

Ardından Teselya Makedonya Bosna Arnavutluk SIrbistan Bulgaristan Romanya Kırım Kafkasya.
Siz Rusların Bin Ali Yıldırımın Erzincandaki köyüne kadar geldiğini biliyor muydunuz? Sakın bana oralarda kaç yıl kaldı demeyin. Trabzonda Karsta opera binası yollar kışlalar inşa edecek kadar kalmışlar işte...
Tabi sen bunları hep unuttun. Merak etme acı acı hatırlatırlar.
Alıntı Yakup K.
Lalehan Buyukataman.
Bozkurt mahir
2 ay önce
BERLİN'DE YATAN İKİ KAHRAMAN
Dr. Bahattin Şakir ve Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey'in Berlin'de Ermeni katiller tarafından şehit edildiler. Vurulduklarında da üst üste düşmüşlerdi... Onlar Berlin Şehitler Camisi avlusunda koyun koyuna yatıyorlar.
Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken bir kahramanlar ordusu ortaya çıkardı: İttihatçılar... Cepheden cepheye koştular, şehit oldular, darağaçlarında idam edildiler, gazi oldular... "Biz bu vatanı karşılıksız sevdik" sloganları atmadılar ama karşılıksız sevmenin destanlarını yazdılar.
Teşkilatı Mahsusa'nın siyasi büro şefi Dr. Bahattin Şakir, Kafkasya Cephesi'nde oradan oraya mekik dokumaktadır. Canını adadığı vatanını Rus işgalinden kurtarmak, insanımızı Ermeni katliamından korumak için çırpınmaktadır.
1914'de eşi Canan Hanım'a yazdığı mektupta şu ifadeler yer alır:
"...Şimdi Artvin’deyim. Bana çekmiş olduğunuz telgrafı burada aldım ve derhal cevap yazdım... Bir Rus baytarının evindeyiz. Orası hükümet konağı yapılmıştır. Evin sahipleri piyanoya varıncaya kadar her şeylerini bırakıp gitmişler. Kuş tüyünden yastıklar, yorganlar, kısaca her şey var. İstanbul’dan çıktığımdan beri ilk defa eve benzer bir yerde kaldım. Bu gece yattığım yatak o kadar rahat ki, vücudum çoktan beri yumuşak yerde dinlenmeye alışmadığı için bütün gece uyuyamadım…"
Haklarında Nemrud Mustafa Divanı İngiliz Devletinin talimatlarına uyarak tek celsede idam cezası verdi. Mecburen yurt dışına çıktılar... Sürgüne giderken hazinenin anahtarı ellerindeydi... "Tüyü bitmedik yetim hakkı olduğu için" yanlarına maaşlarından gayrı bir para almadılar.
İttihatçıları yerden yere vuran İslamcılar onları karalayan yazılar, kitaplar yazdılar, her şeyi söylediler ama bir şeyi yazamadılar: "İttihatçılara hırsızdır" diyemediler, "korkaktır" diyemediler... Diyemediler çünkü Dr. Bahattin Şakir Berlin'de Ermeni kurşunlarına hedef olduğunda cebinden çıkan mektupta oğulları Alp ve Celasun'a şunları yazmıştı:
"Size bırakacak servetim olmadı, şu an cebimde param bile yok ama ömrü vatan mücadelesi ile geçmiş bir babanın tertemiz mazisini bırakıyorum."
O Bahattin Şakir ki Teşkilatı Mahsusa'nın en güçlü adamıydı. 1915 Ermeni sürgününün en güçlü teorisyeni ve uygulayıcısı idi... Sürgün ettiği Ermenilerin servetine el koysa çocukları İstanbul'un en zengini olurdu. Servetini altına çevirip gemiye yüklese gemileri batırırdı ama o "hırsız" sıfatı ile anılmak istemedi.
Bugün hileli ihalelerden kazandığı serveti yurt dışına kaçıran “hırsız” sıfatı ile anılmaktan hiç korkmayan İslamcılar Dr. Bahattin Şakir’in soylu duruşundan ders alsalar diyecektim de demeyeceğim; Allah’tan korkmayan kuldan utanır mı?
***
O yüzden ne zaman yolum Berlin'e düşse Dr. Bahattin Şakir ve Trabzon valisi Cemal Azmi Bey'in kabrinde Fatihamı okurum.
Alper Aksoy

Hiçbirşey Bulunamadı!

Üzgünüz, ancak {{search_query}} arama sorgunuz için veritabanımızda hiçbir şey bulamadık. Lütfen başka anahtar kelimeler yazarak tekrar deneyin.