Logo
Cenkrst
24 dakika önce (E)
İlham perisi yok ki gaz verisinde seri paylaşım yapalım..🙄
Sonnsayfam
14 saat önce
Tolstoy'un dediği gibi;
Varlığı bir şey kazandırmayan insanların,
Yokluğu birşey kaybettirmez.
Bahanesi basit insandan,
Kaliteli muhabbet çıkmaz.
Bırak selamı, ziyan olmasın zamanın..."
Bozkurt mahir
18 saat önce
GÜNÜN HİKAYESİ..
''KARPUZ''....
Çocuk durmadan ağlıyordu. Annesi elindeki oklava ile ayaklarına vurdu.
- Daha ağlıyon mu sen.?
- Bana ne ağlıycam işte.
- Koş bakkaldan çay al da gel deftere yazsın Mahmut dayı.
- Bana ne kızın alsın abim alsın.
- Bak çocuk fena dövücem seni haberin olsun.
Çocuk salya sümük az öteye gitti duvara yaslandı.
Annesi tahtadan sokak kapısından bahçeye girdi kapıyı kapattı.
Bahçeden seslendi.
- Eve gelme sakın ayaklarını kırarım.
Ben durmuş öylece bakıyordum.
Az önce geçen karpuzcu traktörle gene geçti.
- Karpuz karpuuz kesmece bunlar.
Ben çocuğa yaklaştım.
- Adın ne senin?
- Neden sordun?
- Hiç benimde oğlum var sen gibi.
Kazağının koluyla burnunu sildi.
- Neden ağladın az önce?
- Anam karpuz almıyo.
-Neden?
- Yeni çıkan şey yenmezmiş. Daha olmazmış. Kelek çıkarmış. Pahalı dedi ucuzlayınca alcam dedi.
- Bekle o zaman sende.
- Hıı neden bekliycem Hasanlar aldı geçende onlar yerken gördüm hem kıpkırmızı hem de tatlıydı, bizim duvardan baktım. Sofrada yediler.
- Çok mu seviyorsun karpuzu.?
- Evet, babam çok alırdı bize.
- Gene alır.
- Alamaz babam öldü benim. Geçen yaz yıldırım çarptı babama Dağda koyun otlatıyodu.
- Kim bakıyor size.?
- Ninem bakıyo anam tütüne gidiyo.
Ninemin maaşı var dedemden.
- Ağlama bak üzersin anneni
- Üzülsün o da beni dövdü ama ayaklarıma vurdu.
- Analar hem döver hem de sever.
-- Anam beni sevmiyo ki.
- Hadi şu çeşmede elini yüzünü yıka da sana soğuk gazoz alayım kahveden.
Çocuğun gözleri parladı.
- Sen kimsin amca?
- Bu okulun yeni öğretmeniyim dün geldim.
- Abimle ablamda o okuldalar.
Yüzünü aceleyle yıkadı.
Elini tuttum.
- Adın yok mu senin.?
- Var Hüseyin benim adım.
- Yaşın kaç?
- Yedi
- Okula gitmiyorum dedin.
- Evet, seneye yazılcam. Kitap defter dergi pahalıymış.
Kahvede bir masaya oturduk.
- Oğlum iki soğuk gazoz getir.
- Amca oğlun nerde.?
- O İzmir'de öbür ay gelecek annesi ile. Senle de arkadaş olur, oynarsınız. Uçurtma uçurursunuz.
- Ben bilmiyom ki yapmasını.
- Olsun ben yaparım sana da.
Çocuk gazozu içti. Sonra eve doğru koştu.
Tekrar geldi.
-Unuttum öğretmen amca gazoz için teşekkür ederim.
Ertesi gün lojmanda temizlik işleri bitti. Karpuzcuya seslendim.
- Karpuzcuu
- Buyur beyim.
- Bak şu caminin dibindeki eve en kocamanından üç karpuz götür. Gel parasını al benden.
- Tamam beyim.
Akşam kahvenin önüne o çocuk geldi. Yüzü gülüyordu.
- Amca biz karpuzun birini yedik kocamandı çok güzelmiş. İçi kan gibiydi hemde kurabiye gibiydi. Ninem öyle söyledi.
Ninem senin ölmüşlerine dua etti.
- Sağ olsun.
- Anam bana kızdı ama ben istemedim ki senden. Karpuzcuya da sordu anam.
- Yok ben kendim aldım.
- Anam yanına mercimekli bulgur pilavı da yaptı. Keşke sende gelip yeseydin.
- Ohh ne güzel. Afiyet olsun.
- Amca sen çok iyi bir öğretmensin.
Bende senin oğluna düdük yaparım söğütten de olur kamıştanda.
- Hele bir gelsinler de.
- Anam bekliyo evde elini öpeyim mi.
Elimi öptü. Gözleri kapkaraydı. Tıpkı oğlumun gözleri gibiydi.
- Selam söyle ninene annene.
Koşarak eve gitti.
O köyde bir kış kaldım. Tayinim Kayseri’ye çıktı. Oğlum ve eşim o kış gelmediler gelemediler. Ben onları trafik kazasında kaybedince bu havası güzel yayla köyüne geçici görevle gönderilmiştim. O kış hep Hüseyin'le uçurtma fırıldak yaptım kâğıttan sepetler ördük. Ona okumayı öğrettim, seneye ikinci sınıfa gidecek. Matematiği zehir gibi. Renkli kâğıt ve çıtalardan uçurtmalar yapıp biriktirdi. Arada bana yufkadan börek, otlu çörekler, mercimekli bulgur pilavı getirdi.
O eşimle oğlumu sordukça bu kış ninesinde kalıyorlar ninesi hastalanmış yaza gelecekler yanıma dedim. Öldüklerini kimselere söyleyemedim...
Hüseyin' in kitaplarını defterlerini hazır ettim. Bir sürü renkli boyalar resim defterleri aldım. Okul çantasını kasabada kendi beğendi.
Artık okul kapanmıştı. Kayseri ye gidecektim. Köyün dolmuşuna elimde valizle binerken arkamdan seslendi.
- Öğretmen amca
Döndüm baktım.
- Al bunları oğluna götür.
Avucuma iki tane düdük koydu. Koştu gözden kayboldu. ..
ZEYNEP KARAASLAN EMAN
Bozkurt mahir
18 saat önce
BELEŞÇİ ZINDIK.🤣

KAVUN MESELESİ, BEKİR COŞKUN.

İsrail’in geliştirdiği değişik bir tür kavunun tohumunu, bizimki nasılsa alıp getirdi...

Ekti...

Hayal kurdu; yetiştirip tohumluk çekirdeğini satarsa köşeyi dönecek...

Çapasını yaptı, gübresini verdi, suyunu eksik etmedi... Her sabah erkenden gidip baktı, kavun çıktı mı?..

Çıktı...

Yapraklarını bile saydı...

Yanına korkuluk yaptı, kendi eski ceketini giydirdi, kasketini taktı korkuluğa ki tilki, karga yaklaşmasın...

Geceleri kavun hayalleri kurdu...

Altına Mercedes çekecek...

Kavun çiçek açtı...

Sarı sarı...

Birkaç hafta sonra ceviz büyüklüğünde kavun gözüktü...

Sabredemeyip sağa sola zengin olacağını bildirdi, isteyene dünyanın en iyi kavununun tohumluk çekirdeğini satabileceğini duyurdu...

Oldu nihayet...

Biraz bekledi ki tohumları olgunlaşsın...

Ve o gün geldi, kavunu eve getirdi...

Kesti...

Baktı...

Çekirdeği yok...

İsrail, tohumu olmayan, dünyanın en iyi kavununu yetiştirmişti...

Ki her seferinde tohumu kendisinden alsınlar...

İsrail’de her beş çocuktan dördü teknik eğitimde...

Seçmeli dersleri motor, mekanik, bilgisayar, havacılık, gemicilik, tasarım, inşaat, tarım, vs...

Bir de sen seçmeli derslerini say istersen...

Yarısı çöl İsrail dünyaya tohum satıyor... Tarım ülkesi Türkiye tohumunu dışarıdan (173.9 milyon dolara) alıyor...

45.7 tonu İsrail’den...

Savaşta dersen...

Şu anda uçan uçaklarımızın son bakımını İsrail yaptıydı... Pilot oturunca şüpheleniyor zaten, yanında sanki gözükmeyen bir İsrailli pilot mu var ne?..

Tankların revizyonunu İsrail yaptı...

İnsansız İsrail uçaklarını daha geçen gün iade ettiler, yedek parça vermediler diye...

Sen imam yetiştir...

Üfürsün, artık kim uçarsa...

Bu sebeptendir...

Dünyanın en hukuksuz, en haksız, en ahlaksız savaşını sürdüren İsrail’in nüfusu 7.5 milyon...

Çevresinde 300 milyon Müslüman...

Ama tümünü pataklıyor...

Kavun meselesidir bu...

Şarkısı da vardır:

Ah felek zalim felek

Kimine kavun yedirdin kimine kelek...”

Söylersiniz artık...
Bozkurt mahir
18 saat önce
ÜLKÜCÜ MÜSÜNÜZ, "TAPINAK ŞÖVALYESİ" Mİ?

Hâla kızınca öfkelenip bağırıp çağırıyorlar " lidere sadakat şerefimizdir.." diye...

Esas olan DAVAYA SADAKATTIR... (Lider dediğiniz kişi için de davaya sadakat şereftir.) Lider davaya sadakat göstermez ise ne olacak? Lider dediğiniz Apo'yu kendine önder etti gidiyor. Hem de Başbuğ Türkeş'in anıt mezarında Başbuğ Türkeş'in manevi huzurunda, bölücü narko-terör örgütü PKK’nın başı Öcalan için "Kurucu Önder" deme/diyebilme cesaretini kendinde bulabiliyor! İçinizden bir kişi çıkıp ta "Sayın Genel Başkan, bu ne biçim laf?" diye sordu mu?
Lidere sadakat arayanlar 1923'e "kanlı darbe" diyene niye ses çıkartmaz/ ya da çıkartamazlar...Bir yanda "Mustafa Kemal'in askeriyiz" sadakati, öte yanda dağdan merdivenle süzülen Bese Hozat...Lidere sorsanıza " bu ne iştir?" diye..."Sadakat" törede önemli bir kelimedir. Liderin lideri Türkeş beydi. Lider dediğinizin "Lider Türkeş'e" sadakatini de sorgulasanız artık.!

Bu iş böyle devam edip gidemez.

Lider, davasına sadık olsun, canımı yesin ...

Osman Öcalan TRTden cumhura oy istediyse., 'Andımız' bu ülkede yasaklandiysa, domuzbağcılar meclise mebus girdiyse, "Apo" ve "apogiller" bir adım sonra "iade-i itibar" noktasına gelebildiyse, 40 yıl dağlarda ölüme yolladığımız şehitler, kolsuz bacaksız gaziler bu derece itibarsız hale getirildiyse, "Mustafa Kemal'in askeriyim" diyen okul birincisi tegmenlere hain muamelesi yapılır, BÜYÜK HAİN Bese Hozat bastacı edildiyse, .bütün bunlar Bahçeli'nin ve O'na kayıtsız şartsız biat halindeki kadrosunun sayesindedir. Bugünleri kime/kimlere borçlu olduğumuzu unutmayalım!..

Ülkücü müsünüz, "Tapınak şövalyesi" mi?

Artık aklınızı başınıza almanın vakti geldi de geçiyor...

Değerlerimizi dumura uğrattığınız yetmedi mi?

15 Temmuz 2025

Şevket Bülend YAHNİCİ
Bozkurt mahir
20 saat önce
Arslan BULUT Yazdı:
Türk Milleti, egemenliğini paylaşmayacaktır!
Tayyip Erdoğan, birinci çözüm sürecinde, “Bu süreçte kimse bizim karşımıza Kürtlükle çıkmasın, kimse bizim karşımıza Türklükle de çıkmasın. Biz her türlü milliyetçiliği, ayaklarının altına almış bir iktidarız” diyordu Şimdi ise, “Türk, Kürt ve Arap” diyor başka bir şey demiyor! Verdiği tarihi örneklerin tamamının yanlış olduğunu da Namık Kemal Zeybek yazdı...
***
Geçtiğimiz gün hayatını kaybeden tarih profesörü Mehmet Saray, 10-15 yıl önce zaman zaman Yeniçağ’a ziyarete gelir, güncel konular hakkındaki değerlendirmelerini anlatırdı...
Saray, “Ülkeyi yönetenler, tarihi, özellikle yakın tarihi bilmek zorundadır” başlıklı makalesinde o zamanki Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na gönderdiği mektuptan da alıntılar yapmıştı.
Prof. Dr. Saray, mektupta diyordu ki; “Birinci Dünya Harbi’ni bitiren Mondros Mütarekesi imzalandığı günlerde Mustafa Kemal Paşa, Suriye ve Irak Cephesini müdafaa eden Yıldırım Orduları Grup Komutanlığı yapıyordu.
Yanında kolordu komutanı olarak vazife gören sınıf arkadaşı Ali Fuat Paşa’ya şu sözleri söyler: ‘Ali Fuat, bu devletin çöküşünü, Anadolu’da Türk milletine dayalı milli bir devlet kurmak suretiyle önleyebiliriz. Onun için halkımızı buralardan göç ettirip Anadolu’da toplayalım ve mücadelemize öyle devam edelim.’
Milli Mücadeleyi veren, sivil-asker, herkes tarafından benimsenen bu fikirle, yani Türk milletine dayalı bir milli devletin kuruluşu için mücadele verilmiştir. Kuruluş fikri ile birlikte, bu mücadeleyi veren insanların çoğunluğunu Türk milletinin teşkil etmesi dolayısıyla bu devlete Türk Devleti denmiştir.
Yokluk içinde kazanılan zaferden sonra kurulan bu devlete hiç kimse niçin ‘Türk Devleti’ deniyor diye itiraz etmemiştir. Çünkü itiraz edecek bir sebep yoktu.”
***
Prof. Dr. Saray, şöyle soruyordu:
* “Yeni bir devlet kurulurken yeni bir anayasa yapılır. Dünyanın her tarafında olduğu gibi Atatürk ve arkadaşları da böyle yapmıştır. Sizler, yeni bir rejim, yeni bir devlet mi kuruyorsunuz? Bunun için mi yeni bir anayasaya ihtiyacınız var?
* İktidar partisini yönetenlerin bitmeyen başkanlık hırsını tatmin etmek ve terör örgütünün seçtirdiği sözde milletvekillerinin kabul edilemez isteklerini gerçekleştirmek için ortaya koyacağınız anayasayı, ülke nüfusunun yüzde seksenini oluşturan ve ‘Ben Türküm’ diyen insanların kabul edeceğini mi zannediyorsunuz?
* Türk adını nasıl inkâr edebilirsiniz? Siz hiç Fransa’da Fransız yok Fransalı var, Almanya’da Alman yok Almanyalı var, İngiltere’de İngiliz yok İngiltereli var dendiğini duydunuz mu? O ülkelerin insanları ve devlet adamları hiç böyle bir şey düşünebilirler mi? Dünyayı, lütfen kendimize güldürmeyelim.”
***
Birinci açılımın devam ettiği günlerde, MHP Genel Sekreteri İsmet Büyükataman, “AKP iktidarının ayaklar altına aldığı, doğrudan Türk milletidir. Türk milli onuru, Türk istikbal ve istiklalidir.” diyordu.
Şimdi AKP iktidarı, aynı işi MHP ve DEM Parti ile koalisyon kurarak yapmaya çalışıyor!
Bu topraklarda egemenlik, kayıtsız şartsız Türk Milleti’ne aittir ama önce ABD Büyükelçisi Tom Barrack, “Osmanlı millet sistemine dönün” diyerek egemenliğin Türk Milleti’nden alınıp yerine Türk, Arap, Kürt Konfederasyonu kurulmasını istedi!
Oysa Anayasa’nın altıncı maddesi, “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.” şeklindedir.
Türk Ceza Yasası’nın 309/1 maddesine göre “Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
***
İktidar, son söylemlerle zaten olmayan meşruiyetini tamamen kaybetmiştir.
Devlet organlarını ele geçirerek, şer koalisyonuna katılmayan partiler, siyasiler ve gazeteciler üzerinde onları Yeni Anayasaya mecbur etmek için terör estirmek, cebir ve şiddet kullanmaktır!
Atatürk, “Şüphe yok ki arkadaşlar, millet, birçok fedakârlık birçok kan bahasına, en nihayet elde ettiği umdei hayatiyesine kimseyi tecavüz ettirmeyecektir. Bugünkü hükümetin, meclisin, kanunların, Teşkilâtı Esasiyenin mahiyet ve hikmeti hep bundan ibarettir.” demiştir.
Buna dayanarak diyorum ki Türk Milleti, Amerika istiyor diye egemenliğini kimseyle paylaşmayacaktır.
NOT: Fotoğraf ve yazı yazarın sayfasından alınmıştı! Saygılarımla.. ST105
Bozkurt mahir
20 saat önce
TANKDA EGZOZ OLUR MU, ATLETLE DONLA TIKANABİLİR Mİ? 🪖
Evet, tanklarda da egzoz sistemi bulunur.
Tıpkı otomobillerde olduğu gibi, tankların motorları da içten yanmalı olduğu için çalışırken egzoz gazı üretir. Bu gazların dışarı atılması için egzoz sistemine ihtiyaç vardır.
Tank egzozu atletle, donla tıkanabilir mi?
Hayır, bir tankın egzozu atletle tıkanamaz.
İşte nedenleri:
🔥 1. Aşırı sıcaklık
Tank motorları çok güçlüdür (örneğin 1.500 beygirlik motorlar) ve egzoz çıkışından çıkan gazlar çok yüksek sıcaklıktadır (300–600°C civarı, hatta daha fazla olabilir).
Bir atlet ya da kumaş parçası egzoz çıkışına temas ettiği anda yanar, buharlaşır veya kömüre döner.
💨 2. Yüksek basınçlı çıkış
Tankın motoru çalışırken egzozdan dışarı doğru güçlü bir hava akımı olur. İnce bir kumaş parçası bu akıma dayanamaz, anında fırlar ya da parçalanır.
🔧 3. Egzoz çapı ve koruması
Tank egzozları otomobil egzozundan büyüktür. Ayrıca çevresi çoğunlukla zırhla korunur ya da özel ızgara sistemleriyle kaplıdır. Bu nedenle bir atletin oraya sıkıca yerleştirilmesi bile neredeyse imkânsızdır.
🧠 4. Taktik önlemler
Tank tasarımcıları, egzoz sistemlerini düşman sabotajlarına karşı dayanıklı yapar. Yani biri tankın arkasına gizlice sızıp atletle egzozu tıkayarak motoru bozamaz.
Sonuç:
Bir tankın egzozunu atletle tıkamak mümkün değildir.
Denenirse sonuç: atlet yanar, motor çalışmaya devam eder.
Tanklardaki egzoz sistemleri hakkında bazı bilgiler:
Konumu farklı olabilir: Tanklarda egzoz çıkışı genellikle yan veya arka kısımdadır. Düşman ateşinden korunmak ve ısıyı dağıtmak için özel olarak konumlandırılır.
Kızılötesi iz bırakabilir: Egzoz gazı sıcaktır ve tankın termal görüntüsünü ortaya çıkarabilir. Bu yüzden bazı modern tanklarda ısıyı dağıtan ya da soğutan sistemler kullanılır (örneğin: egzozun suyla soğutulması veya yönlendirilmesi).
Gizlenme taktikleri: Özellikle modern tanklar, egzozun çıkış yönünü kontrol ederek termal kameralara karşı daha az görünür olmaya çalışırlar.
Zırhla korunur: Egzoz çıkışları da çoğu zaman zırhla korunur ya da gizlenir çünkü zayıf bir nokta olabilir.
Örnek olarak, Leopard 2 tankında egzoz çıkışı tankın sağ arka tarafındadır. T-90 gibi bazı Rus tanklarında ise motor bölmesi arka ortadadır ve egzoz yine arka taraftan çıkar.
🤖: ChatGPT
Bozkurt mahir
20 saat önce
"DİYARI RUM"DA YOKTUNUZ!

Milli Eğitim Eski Bakanı Sayın Hüseyin Çelik'in, bugünlerde bilinmeyen bir nedenle akademisyen ve siyasi kimliğini kullanarak bazı hassasiyet gerektiren mevzuları anlatırken tarihi saptırdığını ve pek dikkatli bir dil kullanmadığını görüyoruz.

"Türkler geldiğinde Kürtler burada vardı" diyor. PKK ağzıyla konuştuğunun farkında mı değil mi bilinmez ama tarih onu ve PKK'lıları bu konuda doğrulamıyor. Türkler milattan önce 7. yüzyılda Kimmerler, iskitler adıyla gelmişler ve sonra da başka adlarla Anadolu'ya zaman zaman akınlar düzenlemenin sonucu olarak kimi Türk boyları kalıcı olmuş, kimi Türk boyları da farklı coğrafyalara giderek kendilerine yurtluk aramıştır. Bu kalıcı olanların bir bölümü Bizanslıların zamanında Balkanlardan gelip Anadolu'ya yerleşen Ortadoks Peçenekler, Kıpçaklar ve Oğuzlar olduğu tarihi kayıtlarda mevcuttur. Türkler çeşitli kavim ve kabile adlarıyla Anadolu'ya akınlar düzenlerken, burada yaşayan milletlerin içinde her nedense Kürtlere hiç rastlamamışlardır.
1070'lı yıllarda Anadolu kapılarını zorlayan Türklerin karşısına geçen Bizans, Anadolu'da müslümanlara yaşam hakkı tanımıyordu. Burada Gürcüler, Ermeniler, Süryaniler, Karamanlı Hristiyan Türkler ve Bizsanlılar yaşıyordu. Ortada Kürt diye bir kavim yoktu. Olsa da Hakkari'nin alt kesimlerinde Irak bölgesinde vardı. Onlar da baskı ve zulümden dolayı ağaç kovuklarında, dağ başlarında, yaylalarda, ormalarda, görünmeyen ve bilinmeyen yerlerde yaşıyorlardı. Varlıklarıyla yoklukları belli değildi. Sebebi ise Anadolu'nun Hristiyanların elinde olması ve bölge müslümanlarının ağır baskı altında kalmasıydı. Buraya müslümanlar "Diyarı Rum" diyorlardı. Sonra Türkler geldi, burasını Anadolu yaptı. Ardından yabancı milletler söz konusu bölgeyi Türkiye diye adlandırdılar. Acaba neden Türklerden önce Anadolu'ya Bizans ve sonra da "Diyarı Rum" dediler? Buna verilecek cevap niçin yoktur? Türkler bu bölgeye geldikten ve yerleştikten sonra neden "Türkiye" dediler de "Kürdiye" demediler? Aynı şekilde buraya "Ermeniye" veya "Gürciye" neden demediler? Demekki Türkler buraya gelir gelmez hem egemenliklerini genişlettiler hem de varlıklarını etkili bir şekilde kabul ettirdiler. Bundan dolayı ecnebiler, "Diyarı Rum'a" Türklerin yaşadığı yer manasına gelen "Türkiye" dediler. Türkler de Cumhuriyet kurulunca bu ismi seve seve kabullenip kurdukları devletin adını "Türkiye" koydular.

Türkler Anadolu'yu veya Türkiye'yi vatanlaştırdıktan sonra başı dara düşen, zor durumda kalan tüm toplumları bağrına basmakta çekinmedi. Buraya her milletten insan gelip yerleşmiştir. Türkler her etnik unsura bağrını açmış ve gelen, göç eden herkesi kucaklamıştır. Çerkezler, Araplar, Kürtler, Pomaklar, Boşnaklar ve benzerleri bu şekilde gelip Türklerle koyun koyuna yaşamışlardır. Bu gelip yerleşen etnik unsurların içinde sadece PKK'lılar toprak ve devlet talebinde bulundular. Eğer vermezseniz "Vahşi yollara baş vuracağız, askerlerinizi, öğretmenlerinizi, çoluğunuzu çocuğunuzu öldüreceğiz" dediler. Türkler de bu sözlere karşılık direnme ve savunma yollarını seçti.

Nitekim tam 40 senedir mehmetçiğimize kurşun sıkıyorlar. İnsanlarımızı öldürüp katliamlar yapıyorlar!
Kucağımızı açtığımız, misafir edip yerleşmelerine imkan tanıdığımız ve her türlü olanakları önlerine serdiğimiz ve içimizden biri olarak gördüğümüz bu etnik yapının PKK'lı kısmı, Türklere ihanet etti. Vefasızlık yaptılar. Brütüs oldular. Nankörlük ettiler! "Besle kargayı oysun gözünü" özdeyişini kendilerine düstur edindiler!

Rumların, Ermenilerin ve Bizanslıların zulmünden kurtarılan bu toplum, Türklerin koruması altında beslenip semizlendikten asırlar
sonra, toprak ve özerklik talebinde bulundular!

Şimdi Sayın Hüseyin Çelik'e soruyorum. PKK'lıların iddia ettikleri ve sizin de onayladığınız gibi Kürtler, Türkiye'nin hangi bölge
sinde mevcudiyetlerini koruyordu ki, böyle bir yargıya varıyorsunuz? Irak tarafından getirilip Safevi Devleti ile Osmanlı Devleti arasında bir tampon bölge oluşturmak maksatıyla yerleştirilen Kürt aşiretlerinin Doğuanadolu'daki devlet destekli varlıkları bile buradaki Türk çoğunluğunu ikinci plana atamamıştır. Çünkü bu bölgede kurulan irili ufaklı Türk devletleri buna en büyük delildir. Akkoyunlular, Karakoyunlular, Artuklular, Danişmentliler, Ahlatlılar ve daha nice güçlü beylikler, Türk varlığının bölgede nüfus yoğunluğuyla birlikte etkinliğinin tezahürüdür.

Sultan Alparslan'ın Bizans'ı dize getirdiği Malazgirt Meydan Muharebesi'nde Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun mahiyetinde ve tebasında bulunan bölge müslümanlarının savaşa katkısı doğrudur ama Bizans ordusundan ayrılıp Türk ordusuna katılan Hristiyan Türklerin de büyük katkısını unutmamak lazımdır.

Tarihi saptırmakla, kamufle etmekle, yalan -yanlış şeyler ekleyip buradan bir sonuç çıkarmakla bir yere varamayız!

FAHRETTİN MASUM BUDAK
Bozkurt mahir
22 saat önce
Ülkücü Hareketin Namaz Şehidi;
Hüseyin Kurumahmutoğlu

1983 yılında Demokrasiye dönülmüştü güya ama takvimler 1987 yılını gösterirken Ülkücülere tüm hapishanelerde işkence yapılmaya devam ediliyordu Mamak askeri zulümhaneside bu mezalimin uygulama merkezi bir askeri hapishaneydi

Hüseyin kafasında Namaz takkesi olduğu için Ölümüne sebep olacak o jop darbesini aldıktan sonra hücreye atılıyor.
Boyun kemiği zedelenmiş , başını dik tutamıyor.siddetli ağrılar içerisinde kıvranıyor.
Hücresinden canhıraş feryatlar yükseliyor.
12 eylül haydutlarının köpekleri onu hastaneye sevketmiyor.

Ağrı kesici, uyuşturucu haplar veriyorlar..
Biraz daha fenalaşıyor.
Bu hal içindeyken bir ülküdaşına bayram tebriği atmış, arkasına şöyle bir not düşmüstü;
“Bilal Hocam, namaz kılarken boynuma aldığım darbe sebebiyle başımı tutamıyorum.
Rüku vu secdelere giderken başımı elimle tutmak zorunda kalıyorum.
Namazım kabul olur mu?”

O şartlarda bile ibadetini terketmeyen bu imanlı nesli ,12 eylülün zalimleri ne hale getirdiler...
Vatan , bayrak ,millet sevdasıyla yüreği dolu olan ülkücü nesli,yaptıkları zulüm ve işkencelerle devlet ve ordu düşmanı haline getirmek için ellerinden gelen her türlü zulmü ülkücüler üzerinde zalimce uyguladılar .

Ansiklopediler dolusu anılar birikti ülkücü hareketin Taşmedreseli Ülkücü hafızalarında , Devlet birimlerinin askerin polisin istihbarat servislerinin içindeki beynini Ameriya Rusyaya Çine ve emperyalist düşman ülkelerine satmış bu iblisler ve işbirlikçi şerefsiz hainleri Ülkücüleri devlet ve millet düşmanı yapmak için bildikleri tüm zulümleri uyguladılar üzerimizde.yinede başaramadılar . İşkence tezgahlarında anamıza avradımıza bacımıza sövdüler . Şehit ettiler sakat bıraktılar ama bizi Devlet düşmanı yapamadılar .

Bir gün bir kaç arkadaş,Rahmetli Hüseyin in babası Salih Amcayı ziyarete gitmişler. Bafra daki Alaçam caddesinde bulunan manifatura dükkanına.
Hüseyin o zaman Askeri hastaneye kaldırılmıştı.
Salih Amca da onu ziyaretten dönmüştü.
Hüseyin ‘in yattığı odada, ziyarette iken hastana komutanı odaları teftiş anın da Hüseyin ‘in odasına giriyor.

Hüseyin ‘in olümüne yakın günler..
Komutan girince Salih Amca orduya saygısından dolayı toparlanmaya çalışıyor.

Onun bu centilmen hareketini gören Hüseyin,
“Yapma baba,bu ihtilalcilerin alayı şerefsiz.Bunlara asla saygı gösterilmez,diyor.
(Onlara karşı kullandığı kelimelerin bir çoğunu burada yazmıyoruz.)

Hüseyin yiğit bir karadeniz delikanlisiydi.
Genç yaşına rağmen olgun bir insan vasfına haizdi.
Rabbim onu inşallah Peygamberimizin sancağı altında Hz.Hamza ve Hz.Ali lerle,Alpaslan larla birlikte haşreylesin.

"Hüseyince Duranlara Selam Olsun"
Bozkurt mahir
24 saat önce
Ömer Hayyam bu şiiri tam 800 yıl önce yazmış!

'Irmaklarından şaraplar akacak' diyorsun
Cennet-i alâ meyhane midir?
'Her mümin'e iki huri' diyorsun
Cennet-i alâ kerhane midir?
* * *
Tanrı bize cennette vaat ettiği şarabı
Niçin haram etsin bu dünyada, akla sığar mı?
Bir sarhoş arap, devesini vurmuş Hamza'nın
Peygamber de yasak etmiş arap'a şarabı
* * *
Beni özene bezene yaratan kim? Sen
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden
Demek günah işleten de sensin bana
O zaman nedir o cennet cehennem?
* * *
Kim senin 'yasa'nı çiğnemedi ki söyle?
Günahsız bir ömrün ne tadı kalır söyle.
Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen eğer
Seninle benim aramda ne fark kalır ki söyle
* * *
Tanrı bizi çamurdan yarattığında
Biliyordu bu dünyada ne işimiz olacak
İşlediğim günahlar hep onun emriyledir
O halde cehennemde beni niçin yakacak?
* * *
İsyan edip karşında duracağım, neredesin?
Karanlığı, ışığa yoracağım, neredesin?
İbadete karşılık cenneti alacaksam
'Bağış mı ticaret mi' diye soracağım, neredesin?
* * *
Kör cehalet çirkefleştirir insanları.
Suskunluğum asaletimdendir.
Her lafa verecek bir cevabım var elbet
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye,
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye
* * *
Dünya, üç beş bilgisizin elinde
Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde
Üzülme, eşek eşeği beğenir
Bir hayır var sana kötü demelerinde
* * *
Sen bu dünyanın sırrına eremezsin
Erenlerin dilini de sökemezsin
Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı
Öteki cennete ya girer, ya giremezsin
* * *
Niceleri geldi, neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
******
İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun kaç para
Hırka, tespih, post, seccade güzel
Ama TANRI KANAR MI BUNLARA?

Sen sofusun hep dinden dem vurursun
Bana da sapık dinsiz der durursun
Peki, ben ne görünüyorsam O'yum
YA SEN NE GÖRÜNÜYORSAN O'MUSUN?

Sen içmiyorsan içenleri kınama bari
Bırak aldatmacayı ikiyüzlülükleri
ŞARAP İÇMEM DİYE ÖVÜNÜYORSUN AMA
YEDİĞİN HALTLAR YANINDA ŞARAP NEDİR Kİ..

Ey kara cübbeli senin gündüzün gece
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere
ONLAR YARATANIN SANATI PEŞİNDELER
SENİNSE AKLIN ABDEST BOZAN ŞEYLERDE....

Ben kadehten çekmem artık elimi;
Tutmam senin kitabını minberini.
Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık
CEHENNEMDE SEN Mİ DAHA İYİ YANARSIN, BEN Mİ?..

Seni kuru softaların softası seni
Seni cehenneme kömür olası seni
Sen mi haktan rahmet dileyeceksin bana ?
HAKKA AKIL ÖĞRETMEK SENİN HADDİNE Mİ ?

Yaşamın sırlarını bileydin
Ölümün de sırlarını çözerdin
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok
YARIN AKILSIZ NEYİ BİLECEKSİN
Ey kör!
Bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş !
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş !
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
BİR NEFESTİR ALACAĞIN, O DA BOŞTUR BOŞ !
Bozkurt mahir
1 gün önce
YUSUF HALAÇOĞLU "Gülen'in köyü ne köyüydü, Öcalan'ın köyü ne köyüydü" diye sordu?
Tarih: 01.03.2013
MHP milletvekili ve Türk Tarih Kurumu eski başkanı Prof Dr Yusuf Halaçoğlu, İmralı tutanaklarda Abdullah Öcalan'ın Said-i Nursi(Kürdi)'nin Ermeni köyünden olduğunu söylemesini de ilginç bulduğunu ifade ederek, şöyle bir soru sordu.
"Madem ki bu yolu açtılar. Gelin hep birlikte araştıralım. Gülen'in köyü ne köyüydü, Öcalan'ın köyü ne köyüydü" dedi.

Halaçoğlu, şöyle dedi:
"Abdullah Öcalan'ın, "Said-i Nursi (gerçek adı Said-i Kürdi) eski Nurs köyündendir. Eski bir Ermeni köyüdür. Gülen, Nur hareketine sızdı" açıklamalarını da çok ilginç buluyorum. Ben daha önce bunu söylediğimde beni kafatasçılık ve ırkçılık yapmakla suçladılar. Ardından savcılığa şikâyet ettiler ve hakkımda soruşturma açıldı. Şimdi benim söylediklerimi Abdullah Öcalan mı teyid ediyor acaba? Eğer böyle bir harekete bakacaksak, o zaman Abdullah Öcalan'ın köyü ne köyüydü, Gülen'in köyü ne köyüydü Herkesi sorgulamaya tabi tutabilirsiniz. Mademki yol açıyorlar, gelin hep birlikte ciddi olarak bu konuyu değerlendirelim."
kaynak: https://www.internethaber....

*

12 Şubat 2018'de Kayseri 38 Kent Tv'de Osman Çiftci'nin programına konuk olan Türk Tarih Kurumu eski başkanı Prof Dr Yusuf Halaçoğlu, FETÖ elebaşısı Gülen'in Ermeni olduğunu söylemişti.

“FETÖ ERMENİ MİDİR?” SORUSUNA
Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ise söyle cevap vermişti: “Bunun dedesi zamanından gelen bir sıkıntı var. Baya ciddi bir katliam var Anadolu'da. Sonra Ermenistan'a gidip sonra Müslüman olarak geri dönmeleri söz konusu. Kimin ne kadar Müslüman olup, olmadığına biz karar veremeyiz. Allah'tan başka hiç kimse bunu bilemez, ama tarihi bir geçmiş varsa bu geçmişi ortaya koyuyoruz” dedi.

Halaçoğlu, Çiftci'nin, “Bu belgeli midir?” sorusuna da, “Özel hatıratlarda var. Devlet belgeleri olarak söz konusu değil. Biz hatıratı birinci elden ilk etapta kaynak gibi görmeyiz ama birkaç yerden aynı yönde şey söz konusuysa bilgi, söz konusuysa o zaman inandırıcı hale geliyor!” diye cevap verdi.

*
Ermeni Yazar Gerçeği Açıkladı – Fethullah Gülen Ermenidir..!
Gülenin dedeleri 1915 yılında Kürtleri ve Türkleri katletmişler.

Qtv.Az Hurriyyet.Org’a verilen bilgiye göre, henüz 2014 şubat 4’de Ermenistan’ın “Novosti Armenii” – “News.Am” sitesinde nurcular tarikatının lideri, Türkiye’de 15 temmuz tarihli başarısız darbe girişiminde itham edilen Fethullah Gülenin ermeni kökenli olduğuna ilişkin araştırma yayımlandı. Güncelliğini kaybetmeyen makaleyi aktarıyoruz.

Yasak konu: Türkiye’yi karıştıran Fethullah Gülen ermenidir?

Türkiye’de ciddi tabu olan konular var. Bunlardan biri, ermenilerin ülke tarihindeki rolüdür
(bu “rol” un ne kadar “olumlu” olduğu göz önündedir, gizlemeye gerek yok – “Hurriyyet.Org”). “Novosti Armenii” – “News.Am” Türkiye toplumunun çeşitli sorunlarını aydınlatıyor. Bu kez sohbet başbakan Recep Tayyip Erdoğan hükümetine vurduğu darbelerle uluslararası dikkatin merkezine dönüşen Fethullah Gülenin ermeni kökenli olmasından gidecek. Türkiye tarih derneği’nin eski başkanı Yusuf Halaçoğlu Gülenin ermeni kökenli olduğuna açık ima etti. Sonra bu konuyu Türk gazeteci Murat Alperen sürdürdü – bildirdi, Gülen ermeni asıllıdır ve onun dedeleri vaktiyle Erzurum’da Türkleri katletmişler.

1999 yılı, 14 haziran’da Türkiye’nin “Star” gazetesi Gülen hakkında Türkiye’nin emniyet müdürü Cevdet Sarın yönetimi altında yazılmış raporu yayınladı – burada Gülenin Türk kökenli olmasının şüphe uyandırdığı ifade ediliyordu.

2013 yıl, 5 temmuz’da Türkiye’nin “Turkish news. Com” sitesi Gülen hakkında materyal yerleştirdi. Burada yazılırdı ki, 1915 olayları sırasında Gülenin dedesi pasinerli İbrahim beyin yanında çalışıyormuş. Beyin yanında çalışan ermeni hizmetçiler onun ailesine hakimiyetine engel olurlar, İbrahim bey de onu ve onun aile üyelerinin bir kısmını öldürerek intihar ediyor. Sadece Gülenin babası sağ kalıyor, kimliğini değiştirerek, 18-19 yaşlarında iken İspirə gelir ve orada bulunuyor, müslüman adını alarak evleniyor. Bundan sonra sürekli Türkleri katleden ermenilere küfrederek her yerde kendini Ehlibeyt yolunda olan mümin müslüman olarak kaleme veriyor. Gülenin babasının ermeni kökenli olduğunu onun kendi deyiminden de anlamak olur: “Öyle bir oğul terbiye ediyorum, onları kendi dinleri ile vuracak”. Başka deyişle değilse, Gülen Türkleri onların kendi dinleri – islam ile vuracaktı (yeni müslüman kimliği ile bir Türk kızıyla evleniyor. Gülenin babasının “Öyle bir evlat yetiştiriyorum bunları kendi dinleri ile vuracak” deyişi de buradan kaynaklanıyor (E.M.h, 2 Haziran 1999)

Gülenin ermeni kökenli olmasına daha bir kanıt onun atalarının vatanı ile ilgilidir. Bellidir ki, Gülenin dedesi Erzurum’a Van gölü yakınlarında bulunan, ermenilerin yaşadığı Xlatdan geldi. Anlatılanlara göre, Gülenin dedesinin Xlatı terk ederek Erzurum’un Basen bölgesinde yerleşmesine neden ailenin namusu ile ilgili olay oldu.

Gülenin dedeleri müslümanların, öncelikle ise kürtlerin katliamlarına katıldıkları için bir süre Erivan’da barınmaya mecbur olmuşlar, fakat burada toprak ve kazanç elde edemediklerinden Türkiye’ye döndü. Öz topraklarda müslümanların katliamlarında itham edildikleri için onlar Erzurum’a yola düşerler
Ayrıca, Gülenin manevi oğlu Eyyub Can ile eşi Elif Şafak da tartışılıyor. Eyyüb Can ABD’DE eğitim alıp, geri döndükten sonra Gülen örgütü genel gazetesi olan “Zaman” da, sonra ise “Radikal” yayınında çalışıyor. Eyyüb Can “Ermenilerin soykırımı” nı (uydurma iddialar planlanıyor – Hurriyyet.Org) tanıyan az sayıdaki gazetecilerden ve “tarihin yüzüne bakmanın gerektiğini” belirtti.

Gülenin gelini, ünlü Türk gazeteci Elif Şafak’ın ise annesinin ermeni olduğu bellidir. O da uzun “Zaman” gazetesinde çalıştı. O, “ermeni soykırımı” konusunda “İstanbullu piç” adlı skandal kitap yazdı. Bu kitaba göre ona karşı 30. madde ile (Türk onurunun hakaretine göre) dava açılmıştı.

Gülen hareketinin, ya da Türkiye’de denildiği gibi, Gülen dini topluluğunun Türkiye içinde ve dışında okulları, üniversiteleri, vakıfları, KİA, hastaneleri, kurumları ve bankaları var.

Fethullah Gülen islam ile demokrasiyi sinezləşdirən, Türkiye’nin dünyadaki saygınlığını güçlendiren adam hesap edilse de, o, önemli siyasi ve ekonomik güce dönüşmüştür (geçmiş zamanda – Hurriyyet.Org). O, Türkiye’nin laik devlet düzeni için tehlike sayılır.

Gülen hareketinin üyeleri neredeyse Türkiye’nin tüm kurumlarında önemli görevler alıyorlar. Sırf onların sayesinde Gülen “Büyük rüşvet” operasyonu aracılığıyla Erdoğan’a ve partisine ani ve keskin darbe vurabilirdi.

Arthur Akopyan- 16.08.2016
kaynak: https://www.asikurtlar.com...

*
DİP NOT: GÜLEN VE ÖÇALAN AYNI KÖYDE DOĞMUŞLARDIR VE BU KÖY ERMENİ KÖYÜDÜR VE GÜLEN BABA TARAFINDAN, ÖÇALAN ANNE TARAFINDAN ERMENİDİRLER. GÜLEN’İN ANNESİNİN İSE YAHUDİ OLDUĞU İDDİALARI DA VARDIR. ERMENİLİĞİNİ GİZLEYENLERİN ALTINI BİRAZ DAHA KAZIRSANIZ ORADAN YAHUDİLİKLERİ MEYDANA ÇIKAR. PAKRADUNİLERİ ANLATMIŞTIK HATIRLARSANIZ.
ÖÇALAN “ŞEYH SAİD'İN DEVAMIYIM” DEDİĞİNE GÖRE ...!
KÜRT SANILAN ŞEYH SAİD.TE ERMENİ MİDİR?
ELBETTE O DA ERMENİ AŞİRETİ ALİKANLARDANDIR.
Bozkurt mahir
1 gün önce
🇹🇷

Hayatını Kurtardığı Anzak Askeri ile yıllar sonra bir araya geldi.

Bir zamanlar karşı cephelerde savaşan Çanakkale gazisi Adil Şahin ve Avustralyalı gazi Len Hall, savaşın bitmesinden yıllar sonra Gelibolu'da bir arada... 1990

Çanakkale Savaşında yaralı olduğu için cephede arkadaşlar tarafından geride bırakılan Len Hall için aslında her şey bitmişti ya kan kaybından ölecekti yada Türk askeri gelip kendisini öldürecekti.

Ölüm beklediği cepheye ilk gelen Adil Şahin'di. Kendi anlatımı ile öyle korkuyordumki altıma yapmıştım. Türk askeri yaklaştı ve bana mataradan su içirdi bir şeyler söylüyordu anlamadım. Beni öldüreceğine kesin emin oldum çünkü defalarca ölecek arkadaşlarına böyle su içiyorlardı. Sonra öğrendim bunun onlar için kutsal olan Zemzem suyu olduğunu.

Beni sırtına aldı cephe gerisine götürdü revire teslim etti. Orada tedavi oluyorum ama neden? Çünkü Türk askerinin bize yamyam oldukları ve insan eti ile beslendiklerini bile söylediler. O asker her gün geldi başımı okşadı gitti 1 ay sonra tedavim bitti ve benim girmeme izin verdiler. Ben kendi askerimin yanına beyaz bayrak sallayarak gittim beni geride bırakıp giden arkadaşlarımın çoğu ya ölmüştü yada geri dönmüşlerdi. O hayatımı kurtaran askerin adı Adil Şahin'di. Geri döndüm bunları anlattığım için kendi devletim beni yargıladı ve ev hapsi cezası aldım. Hep içimde o askere teşekkür etmek isteği vardı. Bunun için Türk Büyükelçiliğine 4 yıl önce başvurdum. Güzel haberi alıncada buraya geldim. Kendisine hayatımı borçluyum, minnettarım. Ben bilmediğim bu ülkeye onları öldürmek için geldim hayatımı onlara borçlu olarak geri döndüm. Bu benim için son görevdi artık huzurla ölebilirim.
Bozkurt mahir
1 gün önce
Çok güzel özetlenmiş okumanızı öneririm...
Gerçek Gündem: Bunlardan Haberiniz Var mı?
1: Diyarbakır Barosu’ndan iki avukat, Kürt diasporası adına Lozan Antlaşması’nın iptali için Danıştay’da dava açtı. Aynı konuda bir başvuru yurt dışından da yapıldı ve Birleşmiş Milletler tarafından işleme alındı. Fakat bu son derece önemli gelişme, medyada tek bir satır yer bulamadı. Türkiye’nin temeli olan Lozan’ı hedef alan bu girişim, halktan bilinçli olarak saklanıyor.
************************
2: PYD Ordulaşıyor, ABD Destekliyor.
KCK, PYD ve alt yapıları silah bırakmıyor çünkü bırakmaları demek, geçmişteki karanlık saldırıların aydınlatılması anlamına geliyor. Bu yapıların arkasında ABD var. Hava savunma sistemlerinden drone teknolojisine kadar bir “ordu” kuruldu. Artık bu gruplar, Suriye'nin kuzeyinde devlet gibi hareket ediyor. Silah bırakmaları belki bir PR çalışması olur ama gerçeklikten uzak.
**************************
3: PKK’nın etkisinin kırıldığı söylenen dönemde, Arap nüfusunun Türkiye’ye yoğun şekilde yerleştirilmesinin nedenleri netleşmeye başladı. Ümit Özdağ bu durumu dile getirdiğinde hemen “ırkçılık” suçlamasıyla karşılaştı. Ancak bugün, Kürtlerin hakları üzerinden başlayan tartışmalar, Arap hakları ve Arapçanın resmi statüsü gibi konularla genişletiliyor. Hatay’da ise tablo vahim: Türkler artık azınlığa düşmek üzere. Şirketlerin büyük kısmı Araplara geçmiş durumda.
*************************
4: Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim öncesinde, “Biz olmazsak Öcalan’ı serbest bırakırlar” dedi. Süleyman Soylu ise, “Karayılan’ı yakalayamazsak yüzümüze tükürün” diyerek meydan okudu. “Açılım yok” denildi. “Kıbrıs satılmayacak”, “Mavi Vatan’dan taviz verilmeyecek”, “Suriyelilere ev yapılıyor, geri dönecekler” gibi vaatlerle seçime gidildi.
Ama gerçekler farklıydı. Açılım sürecini başlatan da, sürdüren de aynı zihniyetti. CHP yapsa kıyamet kopardı belki, ama iktidar yaptığında ses çıkarılmadı. Bu çifte standart, siyasi ironi değil midir?
*************************
5: Mavi Vatan Gitti, Sondaj Başkalarına Kaldı.
Mavi Vatan çoktan sahipsiz kaldı. Türkiye’nin sondaj gemileri Somali’ye ve Karadeniz’e gönderildi. 5: Parsel’de Katar ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi sondaj yapıyor. Yunanistan’ın “ilişkilerimiz iyi” açıklamalarının arkasında, karşılıksız verilen tavizler var.
************************
6: Dünya, Türkiye’yi Çoktan Parçaladı Bile.
Rusya-Ukrayna savaşında ateşkes girişimlerinde, ne Putin ne Trump yer aldı. Türkiye’de ise bu diplomatik temaslar saatlerce başarı olarak anlatıldı. Ancak dünya medyasında esamesi okunmadı bile. Gerçekte bu girişimler, Türkiye’nin değil, sadece jeopolitik konumunun getirdiği zorunluluktur.
*************************
7: ABD, Yunanistan’a F-35 veriyor. Adalar silahlandırılıyor. Erdoğan’ın “dostum” dediği Trump, parasını ödediğimiz uçakları Türkiye’ye vermedi. Ve bu durum artık gündemde bile değil.
NATO ve AB haritalarında Türkiye’nin sınırları defalarca yanlış çiziliyor. Türkiye tepki gösteriyor, özür dileniyor gibi yapılıyor. Ama dünya çoktan “bölünmüş Türkiye haritası”na göre plan yapıyor. Biz hâlâ “terörü bitirdik” diye seviniyoruz.
**************************
8: Gıda, Lira, Etki: Çöküş Sessiz İlerliyor
Tarım ve hayvancılık çöküşte. Gıda fiyatları kontrolden çıktı. Enflasyon önlenemez hale geldi. Türk Lirası ise tarihinin en değersiz dönemini yaşıyor. Buna rağmen ekonomik bağımsızlıkla övünmeye devam ediliyor.
*************************
9: El-Şara ve İslam Projesi, Başkalarına Geçti.
Türkiye'nin etkisi artık zayıf. El-Şara gibi bölgelerde etkinlik Suudi Arabistan’a devredildi. Batı'nın “ılımlı İslam” projesi artık onlara emanet edildi. Trump, Suudi Arabistan’a kadar gitti ama İstanbul’a uğramadı. Küresel güçler, artık Erdoğan’ın yerine Arap dünyasıyla iş tutuyor.
*************************
10: İsrail ise, Şam içinde operasyonlar yapıyor. Türkiye “İsrail’le savaşmak istemiyoruz” diyerek geri çekiliyor. Filistin’e destek isteyen halkın ellerinde kalan bayraklar, meydanlarda yönsüzce dalgalanıyor.
***********************
11: Partiler, Oy ; Halk, Sessizlikte
Partiler hâlâ reklam, taban ve oy derdinde. Gerçek bir muhalefet hâlâ yok. Azınlık oyları için 30 yıldır projelere göz yuman liderler, bugün de aynı tutumu sürdürüyor. Sözde farklı çizgideki partilerle farklı kesimler yönlendirilerek, tek elden yürütülen bir plan uygulanıyor. Dindarlar, milliyetçiler, Atatürkçüler… Hepsi ayrı ayrı hedef alınıyor ama yön aynı.
**********************
12: Türkiye’de asgari ücret, tarihin hiçbir döneminde bir kişinin insanca yaşayabilmesi için yeterli olmadı. Geçim, her zaman bir mücadeleydi. Ama bugün bu yetersizliğe bir de asgari ücreti fersah fersah aşan kira bedelleri eklendi. Artık bir kişi, eğer kendine ait bir evi, yatırımı ya da ek geliri yoksa başını sokacak bir yer bulamıyor. Bulsa bile fahiş kira zamları nedeniyle orada kalması neredeyse imkânsız hale geliyor.
*************************
Ama en trajik olanı, bu derinleşen ekonomik buhrana rağmen toplumun üzerinde adeta bir ölü toprağı serilmiş gibi. Sanki olan biten her şey normalmiş gibi bir kabulleniş var. Oysa bu kabullenişin altında yatan şey, sessiz bir çöküş.
Çocuğuna mama alamadığı için canına kıyan insanlar var bu ülkede. Üç kuruş maaşa, uzun vardiyalarla, ağır koşullarda çalışan milyonlarca kişi, sadece bedenlerini değil, ruhlarını da tüketiyor. Ne ailelerine zaman ayırabiliyorlar ne de hayatlarını inşa edebiliyorlar. Ayırabilseler bile yorgun, stresli, tükenmiş bir bedenle ne kadar mümkün olabilir ki?
İşin ilginç yanı, bu toprakların insanı barınamaz hale gelirken, dışarıdan gelenlerin bir şekilde her yere yerleşebiliyor olması. Bu nasıl mümkün oluyor? Nasıl oluyor da, vatandaş evini kaybederken, onlar yaşam alanlarını genişletiyor? Durun bir dakika! Belki de asıl sorun tam da burada yatıyor…
Bu mesele sadece ekonomik bir çöküş değil. Aynı zamanda bir düzenin, hatta bir planın sonucu olabilir mi...
*************************
Sonuç: Kurtuluş Savaşı Zihinde Başlayacak
Görünen o ki, bu millet bir kurtuluş savaşını daha vermek zorunda kalacak. Ama bu kez düşman tanklarla gelmeyecek. Tehlike; ekonomiyle, nüfus mühendisliğiyle, kültürel kimliksizleşmeyle gelecek. Bu mücadele; sandıkta, medyada, sokakta ve en önemlisi zihinlerde verilecek.
Çünkü bu sefer savaş; görünmeyen, gösterilmeyen ve anlatılmayan bir işgal karşısında yürütülecek.
Yazar : Orcun Alacam
tarikhaber
1 gün önce
Op. Dr. Elif Kaya / Güneş Koruyucunun Önemi: Yaz Kış Kullanmalı Mıyız? https://tarikhaber.com/kos...
tarikhaber
1 gün önce
Adalet Bakanı Tunç'tan süreç değerlendirmesi: "AK Parti'nin kuruluşundan itibaren sürekli engellenmeye çalışıldı" https://tarikhaber.com/hab...
tarikhaber
1 gün önce
Suriye'de çatışmaların şiddeti artıyor: 18 asker öldü, 9 asker rehin alındı https://tarikhaber.com/hab...
Nisan
2 gün önce (E)
Nasılsın sorusuna alınan cevabın % 89'u "iyiyim'dir.. Bu cevap % 69 yalandır.. Ve bu durum o soruyu soranların % 99 unun umurunda bile değildir...
Nasılsınız #simitsi🤭
Bozkurt mahir
2 gün önce
Artık Bir Durun Dedim

Müneccim değilim, falcı hiç değilim, gelecekten haber verenlerden değilim. Yalan dolan eğitimi almadım. İnşallah / Maşallah ile başlayan ilk cümleme başlamam / kurmam ve kuranlardan da ön sezgimi dersiniz, peşin hüküm mü dersiniz fark etmez ilişkime tedbir alırım. Yani Yüce Yaratanın (cc) adıyla yine Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşlarına hakaret edeceklerinden korkarım.

Tarikatmış, Cemaatmiş, Mezhepçiymiş, Aleviymiş Sünni imiş vs. Ayrımcılarla hiç işim olmadı olmazda. Bu böyle biline. Kutsal toprakları gören biri olarak kendi inancım beni bağlar. Adımın önüne bir ekte koymadım / koydurtmadım.

Gelin tanış olalım
İşi kolay kılalım
Sevelim sevilelim
Dünya kimseye kalmaz- “Yunus Emre”

Şimdi iyi durun; yıllardır Toros Dağlarını bir sebeple kendi imkanlarımla çeyrek yüzyılı çoktan geçti geziyorum. (Tarsus – Antalya arası) Yollarda kaldığım, yardıma ihtiyaç duyduğum, hastalandığım Resmî kurumlardan ve bölge halkından yardım talep ettiğim çok oldu.

Kırsal kesimlerde dini eğitim veren Kuran kursu adı altında ki kurumlarda çokça yattım. Birkaç gün mecburen kaldığım oldu. Öğrencilerle, eğitimcilerle her sohbetimizin sonunda şunları gördün ve dinledim…!

• Bizleri bir gecede cahil bıraktı / bıraktılar.
• Said Nursi’nin Risalelerini okumak yeter.
• V.S. Bu iki cümle yetiyor ve artıyor. Dahası var ama, şimdilik açıklamaya gerek duymuyorum.

Bu gözlemlerimi tarihi tarihine, saati saatine not defterime kayıt etmiştim. “Testiyi daima son damla taşırırmış” derler ya. İşte şimdi zurnanın zırt dediği an gelmiş meğerse. Dağınık dosyaları aylardır topluyorum. Hepsi bir klasörün içinde bekliyordu. Bu arada çok ama çok kitap okudum. Said Nursi’nin tüm kitaplarını aldım ve altını çize çize de okudum. Kitaplığımda duruyor. Bunun yanında 4 kutsal kitabı birkaç kez de okudum.

Özün sözün kısası son söz: Aşağıda basılacak kitabımın içindekilerin ayrıntısına girmeden paylaşıyorum. Sizlerden ricam kitabın ismine “İsim Babası” olmanız?

Not: Kitabın ismi örnek teşkil etmesi açısından "SÜLEYMANSIZIM" yazılmıştır.

Saygılarımla.

Şerafettin GÜÇ
Karamanoğulları Tarihi Araştırmacısı- Eğitimci Yazar
Bozkurt mahir
2 gün önce
Yunanistan Neden mi hep
Turizmde kazanıyor?
Çünkü Yunanistan En ağır Ekonomik Krizde bile Kiralara Maliyet Bahanelerine sığınmadı. Yerli Yabancı Turistlerine 1 Kuruş kazık atmadı. Buna rağmen Fiyatlarını Sabit Uygun ve Menüleri
bol tuttu.
Bu da Cazibeyi ve Turistleri cezbetti.
Alıntı erkan yılmazer
Bozkurt mahir
2 gün önce
Bu amca ve teyze gündüzleri İzmir Üçyolda parkta duruyorlar, akşamları ise yakınlarda bir cafe sahip çıkmış cafe de kalıyorlar. Üstelik teyze rahatsız sondayla geziyor..

Bugün akşam biraz yemek, ceket, battaniye, yastık gibi birkaç parça bir şeyler götürmek için dışarı çıktık, yanlarına gittik cafe de bir masada oturmuş makarna ve zeytin yiyorlardı muhtemelen dışarıdaki insanlar getirmişler.
Biz de götürdüğümüz şeyleri verdik, çok mutlu oldular bizi masalarına oturttular yemeklerini bizimle paylaşmak istediler, ısrarla ne içersiniz diye sordular çay söylemek istediler gönülleri o kadar zengindi ki anlatamam..

Biraz muhabbet ettik devlet sığınma yerlerine falan gidemiyor musunuz diye sordum, amca şöyle cevap verdi, devlet bize yer imkanı sağlıyor fakat ayrı ayrı yerler veriyor aynı yerde kalamıyoruz, 27 yıldır evliyiz biz, ben onu görmeyince arıyorum o da beni görmeyince arıyor.

iyi günde kötü günde hastalıkta sağlıkta hep beraber olacağız diye söz verdik o yüzden dışarıda kalıyoruz ama beraber kalıyoruz. Dedi.
Yapabileceğimiz bir şey varsa bir şey lazımsa söyleyin dedik, bize şey lazım amca dedi merakla ne lazım acaba diye dinledik maydanoz dedi maydanoz suyu içmesi gerekiyor eşimin dedi o an içim burkuldu bizim her şeyimiz olduğu halde isteklerimiz hiç bitmezken o amca ve teyze sadece maydanoz suyu istiyorlardı. Onların zengin gönülleri ve birbirlerine olan sevgileri çok duygulandırdı bizi..

😪😪😪😥😥

İZMİR - Bir an olsun birbirlerinden ayrı düşmemek için farklı bakım evlerinde kalmayı reddedip 2 yıldır park ve kafelerde yaşayan çiftin hikayesi, sosyal medyada paylaşım rekoru kırdı. Çifti kaldıkları bir kafede gece yarısı bulan yürekli bir kadın onlar için dayalı döşeli bir ev tutarak aynı yastığa baş koymalarını sağladı.
Bozkurt mahir
2 gün önce
BURASI GEDİKPAŞA..
"AMERİKAN KOVBOYLARI, ELLER YUKARI!."
______________________________________________________________________
Burası Gedikpaşa!.
Ayakkabının, ayakkabıcılığın başkenti..
Henüz sanayileşememiş ayakkabı imalatının, toptancılığının, kalbinin attığı yer..

Her ne kadar adı Gedikpaşa olsa da,
bir ucu Kumkapı'ya,
bir ucu, Çemberlitaş-Tavukpazarı,
bir ucu da Soğanağaya kadar uzanır.

Burada zaman farklı işler..
Gedikpaşa'nın kendine özgü bir jargonu, yaşama biçimi, yeme-içme, hafta sonu kültürü vardır.
Sabah; Çarşıkapı köşe başındaki Aydıner han girişinde Bulgar sütçü Argiri Nedelko'dan baget ekmeğe hazırlanmış bal-kaymak sandviç, ya da Çorlulu Ali paşa medresesi karşısındaki, sebilde börekçi
( şimdilerde Kubbealtı cemiyeti ) İzmirli Cemal'den alınan, kuş üzümü-çam fıstıklı, kıymalı börekle başlar.

Hanın çaycısının saat başlarında çay askısını doldurup alttan yukarı servisleri neredeyse her saat başı devam eder..

Öğle yemeğinde seçenek sınırsızdır..
Bazen Tavukpazarında ciğerci Basri'den ekmek arası ciğer, bazen ayağı çabuk bir çırağa Mercan yokuşu başından aldırılan söğüş kelle, arada Gedikpaşa caddesi üzerinde Şar lokantasından tencere yemekleri, veya Şar'ın karşısındaki işkembeciden bol sarımsaklı damar tuzlama ve zerde, bazen Çemberlitaş'tan Nuruosmaniye'ye doğru giderken Vezir hanı geçince köşe başında,

Erzincanlı balıkçı Ahmet Kehri'den alınmış
balık ekmek..
Yalnız, Ahmet Kehri deyince durup düşünmek gerekiyor.
İstanbul'a gelinceye kadar deniz görmemiş bu adam, tek başına orkestra gibi..
Dükkânda personel, dekor, hatta çatal-bıçak bile yok..

Balığın mevsimine ve cinsine göre tava veya ızgara yapıyor, eğer orada yiyecekseniz; duvara bağlı genişçe, raf görüntülü yer sizin yemek masanızdır, alttan bir tabure çeker oturursunuz...
Servis beklerseniz çok beklersiniz..
Uzun boylu, kasketli, pala bıyıklı biri gelir ne istediğinizi sorar ve gider..

Soru: Hangi balığı yiyeceğinizdir.
O mermer raf görüntülü yere beyaz bir kağıt serilir, üzerine yarım ekmek, bir dilim limon, iki dilim mor soğan konur, biraz sonra da balığınız ızgara veya tavada pişirilip kağıdın üzerinde yerini alır.

Siz on parmağınızla tabaksız, çatal-bıçaksız, kürdansız, peçetesiz o balığı yer ve oranın da daimi müşterisi olursunuz..

Burası Gedikpaşa!..
Bütün ayakkabı sanayii başta semte adını veren, Gedikpaşa caddesi, ve ona dik açıyla bağlanan iki önemli cadde, Cami ve Hamam caddeleri ile bunlara bağlı sokaklardan oluşur.

Burada hangi sokağa girseniz, hangi hanın önünde dursanız, yaz günü açık pencerelerden dışarı taşan ritmik çekiç ve danelya tıkırtılarını duyarsınız ki; bu Gedikpaşa'nın alâmet-i farikasıdır.

Kunduracı; ağzından çivi yoksa; ya futbol konuşur
ya da seyrettiği kovboy filmini..

Kovboy filmi moda..
Çünkü: Henüz Kore savaşının hatıraları taze ve o kunduracı tezgâhı etrafındakiler de okullarda dağıtılan Amerikan süt tozuyla büyüyen nesilden.
Celal Şahin radyoda sesle çizgiler programında "Amerikan kovboyları aslan cinotri" söylüyor..

Sokaktaki çocuklar: "Bir, iki üçler, yaşasın Türkler" diye başlayan, on üç, on dört, on beş Amerika kardeş" diye biten uzun tekerlemeler söylüyorlar.. Ve tam bir Amerikan sarmalındayız..

Sendikasız, sigortasız, mesleki dayanışmadan uzak kundura emekçisinin hatıralarında da, korkularında da ilk sırayı "Patlıcan kesatı" dedikleri yazları olan işsizlik krizi alır ama niyeyse;
kunduracı vahşi! kızılderililerin kaçırdığı sarışın Amerikalı kadına üzülmekten kendi sıkıntılarını, ve çaresizliğini unutur.

Burada hayaller hep kısa vadelidir, sınırı;
Cumartesi gidilecek Beyoğlu, Çiçek pasajı ile pazar günü Dolmabahçe stadındaki maç, belki hafta içi yazlık sinemada bir kovboy filmi..

Haftada bir gün maça gidilir, geri kalan altı gün de maç kritiği yapılır. Bazen yirmi yıl öncesinin şampiyonluğuyla övünülür, bazen de kaçırılmış bir gol için yirmi yıl dövünülür. Üç büyüklerin maçları hararetli tartışılır, iddiaya girilir ama bütün dünyaları bu kadardır..

Gedikpaşa'da en özel gün cumartesidir..
Çünkü: Cumartesi Beyoğlu günüdür!.

Cumartesi dükkânda biraz demlenildikten sonra Beyoğlu'na Çiçek pasajına gidilip madam Anahit dinlenilecektir, veya başka bir yerlere gidilir Arjantin dedikleri votka katkılı bira içilip, dükkânda içilen sonrası, ekonomik çakır keyiflik yakalanacaktır.

Mesleğin kıdemlileri o gün dükkâna kılığına daha dikkat ederek ve tıraş olarak gelir, ayakkabılar pırıl pırıl boyanmış, kimi boyunbağını! da takmıştır, kimi de bağlamayı beceremediği boyunbağını cebinde hazır halde getirip, giderken boynuna takmak üzere duvardaki çiviye asar.

O gün imalathane sahibi, imalatta kullanılan sarf malzemesi çiriş, çivi, pataki, ökçe, taban astarı paralarını malzemeciye, ayakkabının iç tabanındaki yaldızlı persirof baskıyı yapana, sayacıya, dericiye, frezeciye ödemeleri yapar ve sıra dükkandaki personeline gelir.

Her tezgâhın ürettiği ayakkabı hesaplanır, kalfanın her gün aldığı "Prustanca" adı verilen avansları düşülür ödemeler yapılır.

İşte ondan sonrası, gelsin çilingir sofrası..
Alçak hasır iskemlelerin, üstünde, oturmuş üç kişi
70 x 70 santim ölçülerinde ve sandalyelerle mütenasip bir kunduracı tezgâhının etrafındalar.

Tezgahın üzerinde temiz bir gazete, hanın çaycısından ödünç alınmış üç çay bardağı, bir kaç şişe Hamidiye suyu,

Gedikpaşa caddesinde manav Pala'dan alınmış domates salatalık, Pala'nın dükkânının önündeki,
tek dekoru mavi muşamba ve camekân olan lâkerdacıdan alınmış üç ince dilim lakerdayla dörde bölünmüş bir mor soğan, Çarşıkapı alt geçidindeki mezecilerden birinden hazırlatılmış yedi buçuk liralık meze..

O zamanlar, mezeciye kaç kişi olduğunuzu ve bütçeyi söylersiniz, o da size kişi sayısına göre meselâ; altı Kalamata zeytini, üç ince dilim pastırma, üçe bölünmeye uygun ölçüde beyaz peynir, verev dilimlenmiş kornişon turşu, tadımlık Rus salatasını yağlı bir kağıda sarar verirdi. Bilmem şimdilerde böyle bir müşteri profiliyle, böylesi esnaf kalmış mıdır?..

Oturan üç kişi: Sait Faik'in hikaye kahramanları gibi, veya Refik Halit'in eskici hikayesinden fırlamış eskici gibidir.

İkisinin avurtları çökük saç ve sakalları erken kırlaşmış, imalat esnasında ağızlarına çivi doldurmaktan mıdır? bilinmez ama ön dişleri eksik.

Üçüncüsü nispeten genç, dişleri sağlam saçını Engin Çağlar gibi tarayan, bıyığını ona benzetmeye çalışan, filmlerini kaçırmayan, repliklerini ezberleyen hayata geleceğe dair ümitleri olan, ve o kendinden kıdemli meslektaşlarını can can kulağıyla dinleyen biri.

Mekân: Ayakkabı imalathanelerinin bulunduğu adına "Han" denilen, muhtemelen eski güzel günlerin şahidiyken gözden düşmüş eski bir ev.
Şimdilerde ise bayatlamış çiriş, deri, ve odanın her tarafına sinmiş sigara dumanı kokulu bir mekân.

Cumartesi günü bu enva-i çeşit kokuya bir de anason, lakerdanın yanındaki soğan, pastırmanın baskın kokusu ilave oluyor.

Duvarların ne zaman badana yapıldığını hatırlayan yok, çatlaklar delikler futbolcu, artist, şampiyon spor kulüplerinin takım fotoğrafları ile kapatılıyor.

Muhabbetin en kıvamlı yerinde, kapıda bir kovboy!. Sırtında yelek, yeleğin göğsünde yıldız, başında klasik kovboy şapka, belinde fi tarihinden kalma çift altıpatlar tabanca ve boynuna asılı bir fotoğraf makinesi.. Sırıtıp sesleniyor "Hey!.. Amerikan kovboyları eller yukarı.."

Kapıdaki seyyar fotoğrafçıdır.. Aynı zamanda kovboy modasını paraya tahvil eden zekâdır da.. İnsanlar, bir hafta öncesinin kovboy filminden etkilenip, fotoğrafçının yeleği, şapkası ve silahlarıyla kovboy pozu verip fotoğraf çektirir. Fotoğrafçı aynı zamanda, hanları dolaşıp, bir önceki Cumartesi çektiği fotoğrafları teslim edip tahsilatını yapar, bir sonraki haftaya teslim edilmek üzere yeni fotoğraflar çeker.
***
Bu yaşanmışlıkların üzerinden neredeyse elli yılı aşkın bir zaman geçti..
Artık ayakkabı imalatı büyük ölçüde sanayileşti halen o kötü kokulu ve harap iş hanlarıyla o şartlarda çalışan kundura emekçileri var mıdır? bilmiyorum.

O kunduracı tezgâhında üretim yapanlardan yaşayanlar kalmışsa da çoktan seksen yaşını devirmişlerdir.
Artık "Eline yavaş kunduracı olacağına, ayağına çabuk dilenci ol, üç kapı fazla gezersin" diyen Lumbaba Niyazi de,

"Berbere dinlen demişler oturmuş, kunduracıya dinlen demişler, ayağa kalkmış" diyen, sudan bahanelerle kalkıp gezinen, kendine dinlenme sebebi icat eden sağır Bican da yok..

Daha önemlisi ise o insanların yaşama sevinci, hayata tutunma sebebi olan ümit kırıntıları ve güzellikler yok artık.

Artık ne Bulgar sütçü Argiri Nedelko var, ne börekçi İzmirli Cemal, ne Erzincanlı balıkçı Ahmet Kehri ne lakerdacı, ne de akordeonuyla madam Anahit..
Velev ki olsaydılar; İzmirli Cemal'in böreğe koyduğu çam fıstığının kilosu bugün dört bin lira olmuş..

Cemal onu alıp böreğe nasıl koysun, o böreği kaça satsın, ya da bir emekçi o böreği nasıl alıp da yiyebilsin?
Lakerdanın fiyatı an itibarıyla bin beş yüz lira..
Pastırma derseniz; altınla yarışmakta..
***
Ne güzel demiş merhum Ah
Bozkurt mahir
3 gün önce
Diyarbakır’ın ve tüm Doğu’nun , İran’ın ve Azerbaycan’ın Başbuğu, Ulu Türk Beyi, Akkoyunlu Uzun Hasan.

Bir Türkmen Şehri: Diyarbakır

Akkoyunlu Hükümdarı öz be öz Diyarbakırlı Uzun Hasan'ı, yine Diyarbakırlı Karayülük Osman'ı zaten bilmiyorsunuz ama biliyorsanız da; kahramanlıklarını, Osmanlı'ya nasıl kök söktürdüklerini anlatmayın.

300 yüzyıl Orta Doğu'ya hükmettiklerini resmi tarih bize anlatmadı. Aksine Diyarbakır merkezli öz be öz Türkmen devleti olan Akkoyunlular resmi tarihe göre Osmanlı'yı arkadan vuran hain barbarlardı. Her gün kadim şehirde onlarcasını gördüğümüz eserleri bırakan ve Diyarbakır'ı başkent yapan Artuklular'ı hiç yaşamamış sayın.

Diyarbakır ile ilgili en kapsamlı tarihi araştırma olan, 15. Yüzyılda yaşamış İranlı tarihçi Ebubekir Tıhrani'ye ait Kitab'-ı Diyarbekiriye'yi bulduğunuz yerde yakın çünkü o kitapta, Diyarbakır'ın dağını taşını yurt edinen Bayındır Türkmenlerinden dolayı yüzyıllarca Bayındıriye diye bilindiğini anlatır. Bu bilgi sizin için sakıncalıdır.

Yakın! Osmanlı kayıt defterlerini çünkü aşiret aşiret, isim isim kayıtları vardır Diyarbakırlılar'ın. Sizi şaşırtacaktır oradaki bilgiler, belki de kızdıracaktır.

Ulu Camii'nin, Anadolu coğrafyasının Orta Asya Türk mimarisine göre Kilise'den Camii'ye çevrilen ilk eseri olduğunu ancak sanat tarihçileri bilir o nedenle tehlikeli bilgi değildir.

Ama yine de sizin için tehlikeli ise orayı da yıkın. Yedi Kardeş burcunu mutlaka yıkın çünkü orada öz Türkçe isimleri ile esere konu olan Diyarbakırlı yedi kardeşin ismi var, hem de taşa kazılı.

Kendini öz Türk zanneden bazı Batılı cahillerin dalga geçtiği, karaladığı Diyarbakır ağzını yasaklayın kimse konuşmasın. Çünkü; tekmeye tepik, alkışa çepik, beze çapıt, merdivene gezemek, teyzeye dayze, amcaya ami, yiğit'e iğit, düğüne toy, tencereye kuşkana gibi

Diyarbakır'a özgü en az beş bin yıllık binlerce bozulmamış kelime aslında Türkçe'nin bozulmuş hali olan İstanbul ağzına göre milyon kat daha öz Türkçedir. Diyarbakır ağzının en güzel örneklerini veren Diyarbakırlı büyüklerimizi taşlayın gördüğünüz yerde.

Mektup yazdım yaz idi,
Kalemim kiryaz idi,
Da çok yazacaktım,
Mürekkebim az idi...
gibi binlerce Diyarbakır manisini yasaklayın, unutturun öğretmeyin çocuklarınıza çünkü Dede Korkut Türk(men) çesi ile söylenir.

Hep şikayet ettiğiniz sistem, Kürtçe isimleri yasaklattı siz de binlerce yıllık Türkçe isimleri yasaklayın Diyarbakır'da. Mesela değiştirin Karacadağ ismini Türkçedir tehlikelidir. Değiştirin Bismil'in adını, çünkü akrabaları hala Orta Asya Harzem'de yaşayan Basmıl Türkmenleri'nden alır ismini.

Her gün küfredin Çermikli Ziya Gökalp'e, Süleyman Nazif'e çünkü onlar sürgün pahasına emperyalizme karşı Diyarbakır duruşu sergilemişlerdi. Yok sayın Seyyid Nuh'u klasik Türk musikisine yüzlerce eser vermiş Diyarbakırlıdır. Yok olmaya yüz tutmuş Türkçe'nin asli kaynaklarını tekrar kazandıran Diyarbakırlı Ali Emiri'yi de küfürle hatırlayın. İhanet ile suçlayın Celal Güzelses'i, Cahit Sıtkı'yı, Orhan Asena'yı, Adnan Binyazar'ı, Özer Ozankaya'yı siz den farklı düşündükleri için.

Külliyen reddedin Diyarbakır'ın binlerce yıllık tarihini, dost edinin elinden kan damlayan İngiliz'in, Fransız'ın sözüm o'na size dost görünenlerini.

Sisteme olan öfkenizi, tarihinize ihanet ile gösterin. Unutturun Diyarbakır'ı, Diyarbakır yapan renklerinden dikkat buyurun Türk değil TÜRKMEN'e (*)ait ne varsa külliyen yok sayın.

Size göre Diyarbakır'da Kürtler, Zazalar, Suryaniler, Keldaniler, Ermeniler herkes yaşadı. BİR TEK TÜRK (MEN) LER UĞRAMADI BU KADİM ŞEHRE BURAYI BAŞKENT YAPARAK DÖRT DEVLET KURMALARINA RAĞMEN. Bu devletleri kuran (Artukoğulları, İnaloğulları, Nisanoğulları, Akkoyunlular) on binlerce çadırlık Türkmen aşiretleri buhar oldu uçtu. O zaman soralım 18. 19. yüzyılda yaşayan Ermeni ozanlar neden Diyarbakır ağzı ile Türkçe yazdı, Türkçe söyledi. Diyarbakır ağzı dediğimiz o muhteşem dilde mesela İstanbul Türkçesinde olmayan ama Oğuz diline ait binlerce kelime ve deyim var. Çocuğu olmayan ailelere neden bir Diyarbakırlı 'kör ocak' der tıpkı Divan-i Lugat'i Türk'de olduğu gibi. Neden bir Diyarbakırlı kelime başına gelen -Y- sesini okumaz. Mesela yılan değil ilan, yüksek değil üskek, yıldız değil ulduz der tıpkı Kaşgarlı Mahmut gibi.

Hatta mutlaka aranızda yapanlar olacaktır bu satırların yazarı hemşerinize küfredin, önemli değil o sizi önce tarihe ardından TANRIYA havale edecektir.

NOT: Diyarbakır'da yaşayan Türklere teknik anlamda Türkmenler demek daha doğru olur. Çünkü Diyarbakır Türk(men) leri dil, kültür ve fiziki yapı olarak Batı Anadolu, Kafkas, Balkanlar'da yaşayan Türkler'den ziyade Azerbaycan, Türkmenistan, Afganistan, Tacikistan, İran, Irak, Filistin, Mısır ve Suriye'de yaşayan Türkmenler ile aynı özellikleri taşırlar.

GÖKTÜRK GRUBU
tarikhaber
3 gün önce
ÖMER TARIK YILMAZ / Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın İmzasıyla Gerçekleşen TRT Atamaları: Hilal Kaplan'ın Yönetim Kurulu'ndan Çıkarılması Üzerine Bir Analiz https://tarikhaber.com/kos...
tarikhaber
3 gün önce
Yeni Dizi geliyor başrollerini Hande Erçel ve Barış Arduç'un paylaşacağı GÖZYAŞI KRALİÇESİ, dizisine Sanem Çelik https://tarikhaber.com/hab...
Bozkurt mahir
4 gün önce
ABDÜLHAMİT AHLAKI.

Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal, Osmanlı arşiv belgelerine dayanarak anlatıyor:

Sultan II. Abdülhamit’in baskı rejiminde ahlâki çürüme, daha önceki dönemlerle kıyaslanamayacak kadar yaygındı.
Neden mi?

Buyurun birlikte inceleyelim…

1. O dönemin temel “ahlak bozucuları” şunlardı:
• Korku
• Rüşvet
• Kölelik ruhu

Ve bu bozulma bizzat saray eliyle teşvik ediliyordu.
Evet, II. Abdülhamit köleliği destekliyor, cehaleti de bilinçli olarak yayıyordu.

2. Sultan II. Abdülhamit, esir ticaretini destekliyordu.
Çünkü “kölelik ruhu”nu hem seviyor, hem de baskı rejiminin temel taşı olarak görüyordu.

Ona göre baskıya karşı gelmeyen, boyun eğen bir halk yaratmak, en iyi “itaat ekonomisi”ydi.

3. Peki eğitime bakışı nasıldı?

Bir gün Amerikan elçisiyle konuşurken, elçiden şu görüşü duyar:

“Yerlileri uygarlaştırmaya gerek yok, doğal hallerinde kalsınlar.”
Sultan da hemen aynı kararı verir:

“Arnavutlar ve dağlılar için okul açmak gereksizdir.”.

4. Ve bu kararı uygulamaktan gurur duyar.
Çünkü ona göre “dağlıların cesaretlerinden” yararlanmak için onları cehalet içinde bırakmak en etkili yoldur.

Eğitimsiz ama sadık kalsınlar, yeter…

5. İnsanları nasıl sınıflandırırdı dersiniz?

II. Abdülhamit’e göre insanlar 3 sınıftı:

1️⃣ Çıkar karşılığı elde edilecekler

2️⃣ İyilikle kazanılacaklar

3️⃣ Gölge edenler — yani yok edilecekler

Kaba kuvvet son seçeneğin “çözümü”ydü!.

6. Bu “korku rejimi” öyle yayıldı ki,
• Mithat Paşa
• Sait Paşa
• Kâmil Paşa
gibi sadrazamlar (bugünün başbakanları) bile can korkusuyla yabancı elçiliklere sığındılar.

Saray kadınları bile konsolosluk kapısına dayandı!.

7. Rüşvet mi?
Abdülhamit döneminde resmî gelenek haline geldi.
Eskiden rüşvet kanıksansa da meşru sayılmazdı.

Ama II. Abdülhamit, bunu hem savundu hem de kurumsallaştırdı.

Rüşvet artık “mazur görülen” bir kazanç yoluydu!.

8. Devletin dış borçlarına dair bir örnek:
1.300.000 liralık fatura çıkarıldı.
Ama sadece 200.000 lirası gerçekten harcandı.

Geriye kalan:
• 800.000 lira Sultan’ın kişisel hazinesine
• 300.000 lira saray ve vezirlere “pay edildi”

9. Peki memuriyet sistemi nasıldı?
Liyakat? Unutun.
Yalakalık, biat ve kişisel onurdan taviz verip itaat etmek yeterliydi.

Devlet yönetimi, vasıfsız ama sadık adamlara teslim edildi.
Sonuç? Çürüme her yere yayıldı.

10. Din ne için kullanıldı?
Toplumu aydınlatmak için değil…
Yobazlığı yaymak, halkı korkutmak, baskıyı meşrulaştırmak için.

Hocalar; cehennem, günah, azap anlatıp itaat etmeyi kutsal görev gibi pazarladı.
Bu da rejimin “manevi polisi” oldu.

11. Okullarda bile din dersleri, hurafelerle doluydu.
Amaç; “ahlak eğitimi” değil, korku terbiyesi vermekti.
Toplum bilinçlensin diye değil, uysallaşsın diye din dersleri okutuldu.

12. Ve bugün… Cumhurbaşkanı Erdoğan,
II. Abdülhamit için şöyle diyor:
“Ecdadım”
“Rol modelim”

Peki bu yazıda okuduklarınızı gördükten sonra…
Sizce Türkiye bugün ne yaşıyor?

13. Yine korku mu hâkim?
Rüşvet meşrulaştırıldı mı?
Liyakat yerini sadakate mi bıraktı?
Din, birleştirmek yerine bölmek için mi kullanılıyor?

II. Abdülhamit dönemine ne kadar benzediğimizi düşünün.

14. Tarih ibret içindir.
Unutanlar, benzer karanlıkları yeniden yaşar.

Ve gerçek şudur:
Abdülhamit ne
“Ulu Hakan”dı…
Ne de “İslam Halifesi”ne yakışır bir yönetici.

Sadece baskı, korku ve yozlaşmanın sembolüydü.

15. Flood sonu.
Kaynak: gundemarsivi.com/abdulhamit-ahl…

Ord. Prof. Dr. Enver Ziya Karal
• Osmanlı Arşiv Belgeleri
• Anılar ve Resmi Raporlar

🔁 RT ve paylaşın.
Gerçekler yayılırsa, tarih tekerrür etmez.
gundemarsivi.com/Abdülhamit-ahlak..
Bozkurt mahir
4 gün önce
Nazilli Sümerbank, lojmanlarında oturan çalışanlarına kışın yakacakları, tahta parçası ve talaşlarını bile verirdi.

Talaş ve tahta parçaları fabrikanın ağaç işlenen Mekikhane, masurahane ve marangozhane gibi atölyelerinden gelirdi.

Düşünün yaklaşık 450 lojmana bir kış boyunca yetecek kadar talaş ve çıkıntı tahta üretimi yapan atölyeler...

Muazzam bir üretim. Saydığım atölyeler sadece Nazilli fabrikasının değil, Türkiye’deki diğer Sümerbank fabrikalarının ve özel tekstil firmalarının mekik, masura, vurucu kol ve diğer ağaç aksamının üretimini yapıyordu...

Kış ayları yaklaşınca fabrikanın marş motoru olmadığı için önden Z harfine benzer demir manivela sokulup çevrilerek çalışan kahverengi kamyonuna dağ gibi yüksek talaş çuvalları yüklenir, sıra ile ayrım yapılmaksızın her lojmana eşit miktarda dağıtılırdı.

Herkes çuvallarını lojmanlarının bitişiklerine yaptıkları odunluklarına boşaltır, çuvalları teslim eder, dağıtım herkes alıncaya kadar devam ederdi. Tahta parçası almak isteyenlerde isimlerini yazdırır, hatalı üretilen ya da üretim sırasında kırılıp işe yaramaz hale gelen masura, takoz gibi çıkıntılar çuvallara doldurulmuş olarak gelirdi.

Biz Sümerbank çocukları özellikle bu çuvalların gelmesini dört gözle beklerdik. Çuvallardan çıkanlarla kendimize, masuralardan tabanca, takozlardan, tren, araba gibi oyuncaklar yapardık...
Odunluklarımız tepeleme yakacakla dolardı.

Lojmanlar küçük odalardan oluştuğundan, hemen herkes talaş sobası kullanırdı. Talaş sobaları ince sacdan yapılmış, üzerinde tamamen açılabilen kapağı, önünde sürgülü kapaklı küçük bir deliği olan basit sobalardı. Üst kapak açılır önceden hazırlanmış talaş kovası sobaya yerleştirilir, kapak kapatılırdı. Öndeki küçük "Sürgülü kapak" sobanın kontrol merkezi olup yanma hızını ayarlamak bakımından çok önemliydi.

Herkesin en az 2-3 boş talaş kovası olurdu. Talaş kovası hazırlamak başlı başına bir uzmanlık gerektirirdi. Üstünkörü hazırlanan talaş kovası 5 dakikada yanar biter iyi ısıtmazdı. Önceleri bizim kovaları babam hazırlardı. Ortaokula başlayınca bu görev bana devredildi.

Artık kovaları ben basacaktım. "Basmak" fiili öylesine söylenmiş bir kelime değildi. Kovaları hazırlarken ortaya hava deliği için bir boru sokulur etrafına doldurulan talaşlar önce ağır bir tokmakla vurularak sıkıştırılır, kova ortalara kadar gelince üzerine çıkılıp ayakla basılarak sıkıştırıla, sıkıştırıla doluncaya kadar basılırdı. Talaş ne kadar sıkı basılırsa kova o kadar uzun süre dayanırdı.

Gevşek basılan kovalardaki talaş erkenden çöker, çökerken de sobanın alt önündeki delikten kıvılcım püskürtürdü. En çok korktuğumuz şey de kıvılcım tehlikesiydi. Sobanın önündeki halıları, kilimleri yakıp yangın çıkarabilirdi.

Fabrika İtfaiyecileri tarafından her yıl temizlenen lojman bacaları, talaş sobalarının keyfini kat, kat arttırırdı. Ilık havalarda az açılan sürgülü delik ile kalorifer gibi için için yanan talaş sobaları, soğuk havalarda önü açılınca adeta lokomotif gibi "Puf, Puf, puf..." sesleriyle gürül gürül yanardı.

Sobanın ince sacdan kenarları hafiften kızarırdı. İşte o zaman sıra kestanelere gelirdi. Bıçakla kabuğunu yardığımız kestaneleri üst kapağın tamamını kaplayacak kadar dizer, arada bir sobanın ayrılmaz demirbaşı uzun maşalarla kestaneleri çevirir pişirirdik. Kahvaltıda sobanın, üzerinde ekmek kızartıp tereyağı ve peynirle yemek, Sucuğu çatala batırıp sobanın ön deliğinden biraz içeri sokarak sucuk pişirmek ekstra güzelliklerimizdi...

O zamanlar mangaldan, kömür sobasından sızan gazlardan zehirlenmeler, ölümler olurdu. Talaş sobası o bakımdan da özellikle çok emniyetliydi...
İşte böyle...

Yazdıklarım özel bir şey değil her Sümerbank çocuğunun bildiği, yaşadığı güzel şeyler... Aslında Sümerbank'ın o kadar çok anlatılacak hikayesi var ki...

Neyse onları da başka zaman yazarım.
Muhabbetle kalın...

İlhan Öden
18 Kasım 2023 Nazilli
Bozkurt mahir
4 gün önce
Ömer Hayyam bu şiiri tam 800 yıl önce yazmış!

'Irmaklarından şaraplar akacak' diyorsun
Cennet-i alâ meyhane midir?
'Her mümin'e iki huri' diyorsun
Cennet-i alâ kerhane midir?
* * *
Tanrı bize cennette vaat ettiği şarabı
Niçin haram etsin bu dünyada, akla sığar mı?
Bir sarhoş arap, devesini vurmuş Hamza'nın
Peygamber de yasak etmiş arap'a şarabı
* * *
Beni özene bezene yaratan kim? Sen
Ne yapacağımı da yazmışsın önceden
Demek günah işleten de sensin bana
O zaman nedir o cennet cehennem?
* * *
Kim senin 'yasa'nı çiğnemedi ki söyle?
Günahsız bir ömrün ne tadı kalır söyle.
Yaptığım kötülüğü kötülükle ödetirsen eğer
Seninle benim aramda ne fark kalır ki söyle
* * *
Tanrı bizi çamurdan yarattığında
Biliyordu bu dünyada ne işimiz olacak
İşlediğim günahlar hep onun emriyledir
O halde cehennemde beni niçin yakacak?
* * *
İsyan edip karşında duracağım, neredesin?
Karanlığı, ışığa yoracağım, neredesin?
İbadete karşılık cenneti alacaksam
'Bağış mı ticaret mi' diye soracağım, neredesin?
* * *
Kör cehalet çirkefleştirir insanları.
Suskunluğum asaletimdendir.
Her lafa verecek bir cevabım var elbet
Lakin bir lafa bakarım laf mı diye,
Bir de söyleyene bakarım adam mı diye
* * *
Dünya, üç beş bilgisizin elinde
Sanırlar ki tüm bilgiler kendilerinde
Üzülme, eşek eşeği beğenir
Bir hayır var sana kötü demelerinde
* * *
Sen bu dünyanın sırrına eremezsin
Erenlerin dilini de sökemezsin
Öyleyse iç şarabı, cennet et dünyayı
Öteki cennete ya girer, ya giremezsin
* * *
Niceleri geldi, neler istediler
Sonunda dünyayı bırakıp gittiler
Sen hiç gitmeyecek gibisin değil mi?
O gidenler de hep senin gibiydiler
******
İçin temiz olmadıktan sonra
Hacı hoca olmuşsun kaç para
Hırka, tespih, post, seccade güzel
Ama TANRI KANAR MI BUNLARA?

Sen sofusun hep dinden dem vurursun
Bana da sapık dinsiz der durursun
Peki, ben ne görünüyorsam O'yum
YA SEN NE GÖRÜNÜYORSAN O'MUSUN?

Sen içmiyorsan içenleri kınama bari
Bırak aldatmacayı ikiyüzlülükleri
ŞARAP İÇMEM DİYE ÖVÜNÜYORSUN AMA
YEDİĞİN HALTLAR YANINDA ŞARAP NEDİR Kİ..

Ey kara cübbeli senin gündüzün gece
Taş atma dünyayı bilmek isteyenlere
ONLAR YARATANIN SANATI PEŞİNDELER
SENİNSE AKLIN ABDEST BOZAN ŞEYLERDE....

Ben kadehten çekmem artık elimi;
Tutmam senin kitabını minberini.
Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık
CEHENNEMDE SEN Mİ DAHA İYİ YANARSIN, BEN Mİ?..

Seni kuru softaların softası seni
Seni cehenneme kömür olası seni
Sen mi haktan rahmet dileyeceksin bana ?
HAKKA AKIL ÖĞRETMEK SENİN HADDİNE Mİ ?

Yaşamın sırlarını bileydin
Ölümün de sırlarını çözerdin
Bugün aklın var, bir şey bildiğin yok
YARIN AKILSIZ NEYİ BİLECEKSİN
Ey kör!
Bu yer, bu gök, bu yıldızlar, boştur boş !
Bırak onu bunu da gönlünü hoş tut hoş !
Şu durmadan kurulup dağılan evrende
BİR NEFESTİR ALACAĞIN, O DA BOŞTUR BOŞ !
Bozkurt mahir
4 gün önce
Amerika’da benzin istasyonunda durdum.
Sonra arabama dönerken, bir kamyonet yanımda durdu..
Bir vatandaş arabadan çıktı ve gerçekten inanmadım...
Sordum "neden boyle bir
t-shirt giyiyorsun? "
Sandım ki baya bir hikaye anlatacak.
Yok öyle degil.
Yani ağdalı bir hikaye değil..
Dedim ki "Kim bu t-shirt'ün üstündeki şahıs?"
Atatürk demek istedi fakat diyemedi..
Dedim ki "Daha adını söylüyemiyorsun nasıl oluyor da bu t-shirt u giyiyorsun?
Hikaye şöyle:
Dedi ki " Ben ne zaman bir çocuktum, annem babamdan bu şahsın ismini duydum.
(Bu arkadaş 72 yaşında)
EEEE...
Annen baban ne söyledi bu şahıs için?
(çünkü bu şahsın söyleyeceğinden daha çok, anne babasının ne düşündüğünü merak ettim.)
Bu arkadaş Apache Kızılderili, Nevada'dan.
"Annem ve babam dedi ki, bizim tek eksiğimiz böyle bir liderdi, özgürlüğümüzü kazanmak için. Özgürlük her şeydir.
Sonra dedi ki : San Francisco’ya gitmiştim, insanlar her yerde t-shirt satıyorlardı, ne zaman bu
t-shirtü gördüm, annem babam aklıma geldi ve bunu aldım.
Aslında bu arkadaş bizim tarihimizi bilmiyor.
Sadece bildigi bir tek sey var.
"Bu adam (Atatürk) halkını özgürlüğe kavuşturdu ve benim atalarim her zaman onu hayal etti!
Sadece, resmini çekebilir miyim dedim, çünkü sizler ile paylaşmak istedim.
Dedi ki, sen Atatürk’ün ülkesindensin, tabi ki çekebilirsin...
Olay şu arkadaslar, bizler neye sahip oldugumuzun farkında değiliz!!!
Ancak bütün Dünya farkında..

Muhtar Alemdar

İz Bırakanlar sayfasından alınmıştır
Bozkurt mahir
4 gün önce
PKK’nın Silah Bırakması Üzerine

Biz ülkücü bir lise öğrencisi olarak 10 Kasım 1975 ve 8-12 Ocak 1976 Olaylarında bölücü teröre karşı sapan taşı kullanırken PKK henüz kurulmamıştı.
PKK, diğer Kürtçü örgütleri sahadan silen bir derin darbe aparatı olarak sahaya indiğinde de bizim bölücü teröre karşı olan savaşımız devam etti.
MHP’li Bingöl Belediye Başkanı Hikmet Tekin’in annesi ve kardeşiyle birlikte şehit edilmesi, aslına bakarsanız 13 Kasım 1960’ta Alparslan Türkeş’i Hindistan’a süren 9 Martçı Sosyalist cuntanın MHP yönetimine verdiği yeni bir mesajdı.
Ancak “ölümlerle eğlenen tunç yürekli erler”in, vatan ve tarihi mukaddesat için ölmekten ve öldürmekten yana bir kaygısı yoktu.
Ocağın ve partinin son Ülkücü şehitleri Fırat Yılmaz Çakıroğlu ve Cengiz Akyıldız, PKK sempatizanı bölücüler tarafından şehit edildiler.
***
Ve yine biz, 2012 yılı başlarında aşağıda bir bölümünü alıntıladığım ve ekte paylaştığım yazıyı MHP’nin hakemli dergisi olan TÜRKİZ’de 15 sayfalık bir makale halinde kaleme aldığımızda Türkiye’de henüz bu kadar çok ve kahraman strateji enstitüsü de bulunmuyordu.
Evet biz nasıl ki bu Stalinist yapıya karşı bilâ bedel can almış- can vermiş Ülkücü hareketin kalemleri olarak bu konuda en çok yazıp çizme hakkına sahip isek MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli de PKK’nın kaderi ve fesih kararı hakkında inisiyatif kullanma hakkına en az o kadar sahiptir.
O yüzden de Suriye’de Rusya- İran destekli Esad rejiminin yıkılmasından sonra bölgede değişen güç dengeleri dikkate alınarak;
“Kürtlerin İsrail tarafından Suriye’nin toprak bütünlüğü aleyhine kullanılması” tehlikesine karşı Devlet Bey’in radikal bir hamle yapması, Tarihin milli rotasına ve Türk ulusal çıkarlarına uygun bir intelijensiyal faaliyettir.
Bu süreçten siyasal bölücülüğün veya etnik milliyetçiliğin kazançlı çıkması ihtimalini önleyecek olanlar da yine 1970’lerde 9 Işık’la doktrine olmuş Türk Milliyetçilerinden başkası değildir.
Milliyetçi- Ülkücü Hareket bu konunun cahili ve acemisi değildir. PKK terörü, Terörle Mücadele ve Terörsüz Türkiye süreçlerinde hiçbir sahte kahramandan alacağımız bir ders de yoktur.
Özellikle maaşına ve özlük haklarına binaen devlet memuru statüsünde hizmet vermiş eski askerlerin bu kadar muhatap alınmaya değmez gayrimeşru bir örgütün 45 yıldır neden bitirilemediği konusunda bir hesap vermeden bir özeleştiri raporu yazmadan MHP’ye ve Devlet Bey’e doğru atıp tutması, basit bir siyasi propaganda olmanın ötesinde bir anlamı ve değeri yoktur.
Gözlerin Hatice’ye değil neticeye odaklanmasını ve PKK’nın silah bırakırken yaptığı ve yapacağı artistik şovların memleketin hayrı için gözardı edilmesini tüm Ülküdaşlarımdan istirham ediyorum.
Devlet Bey’in başlattığı ve Devletin tamamlamakta olduğu bu operasyonun Vatana ve Millete hayırlı olmasını diliyorum.
Yazımı, MHP’nin hakemli dergisi TÜRKİZ’de bundan 13 yıl önce hükümeti uyarmak amacıyla kaleme aldığım 15 sayfalık makalemden bir kesit sunarak tamamlıyorum.
Saygıyla
Şükrü Alnıaçık
11 Temmuz 2025
***
“…
Gizli, Sinsi ve Tehlikeli Amerikan - İsrail Desteği
Amerika PKK’ya destek veren ülkeler arasında Lozan Antlaşmasını tanımayan tek global güçtür. Türk-Amerikan ilişkilerinde Apo’nun paketlenmesiyle başlayan süreç, gizli bir psikolojik savaşa dönüşmüştür.
11 Eylül saldırılarıyla Orta Doğu’ya Irak ve Afganistan’a kolayca girmek isteyen ABD’nin Türkiye’den beklediği desteği görememesi bu ülkeyi alternatif yerel destek arayışına itmiştir. 1 Mart 2003 Tezkeresi’nin TBMM’de reddedilmesi üzerine ABD Kuzey Irak’taki özerk Kürtleri, Irak Savaşında kendi milis gücü olarak görmeye başlamıştır. Süleymaniye’deki çuval olayıyla gerilen ilişkiler, PKK’nın siyasallaşması sürecinde ABD’yi taraf ve gizli koruyucu konumuna getirmiştir.
Bu durumda ABD, İsrail’i İslam dünyasının kalbinde dost ve “akraba” bir Kürdistan yaratarak kendi karşısındaki Hamas ve Hizbullah’ı dengeleme ve sonuçta Kürtlerle elele Arz-ı Mevud’a
ulaşma yönünde serbest bırakmıştır.
AKP Hükûmetinin Hamas’la yakınlaşması ve Gazze sorununda inisiyatif alması, İsrail tarafından PKK’yı destekleme tercihine meşruiyet kazandıran bir mütekabiliyet sebebi olarak algılanmaktadır.
İnsani yardım gemileri Gazze’ye doğru giderken Apo’nun “sahneden çekilmesi!” ve ertesi gün İskenderun’daki Deniz İkmal Merkezinin saldırıya uğraması bu nedenle kuşkuyla karşılanması gereken olaylardır. PKK, sözde Kürdistan haritalarında İskenderun ve Mersin’i de sınırlarına dâhil etmekte ve gizli bir el iç göçlerle ve yapılan eylemlerle haritaya uygun mesajlar vermektedir.
Buradan çıkarılması gereken sonuç şudur:
PKK, 30 yıl önce dünyanın mazlum halkı Filistinliler safında “işçi” sınıfının devrimci öncüleri gibi yer almaya çalışırken bugün kendisini dünyanın en zalim emperyalistlerine yandaş olarak sunmayı başarabilmiştir. Bu durum Orta Doğulu bir örgüt için gerçekten de övünülecek bir gelişmedir.
Şam’ın arka sokaklarında zor şartlarda hayat mücadelesi veren bakımsız bir fahişenin Pentagon’a kadar çıkabilmesi ve Washington caddelerinde boy göstermesi, bu işin sadece Şark kurnazlığıyla başarılmış bir proleterya zaferi olmadığını gösteriyor.
Ortaya çıkan sonuca baktığımızda PKK’nın, Batılı istihbarat örgütlerinin merkantilist menfaat mikroplarıyla enfekte edildikten sonra Türkiye’nin bünyesine ölümcül zararlar veren bir hastalığa dönüştürüldüğünü kabul etmek zorundayız.
Sorunu sadece intelijensiyal zekâ çözebilir.
Bugüne kadar çözülememesinin nedeni de budur. Çizilen ve müşterilere servis edilen İskenderun’lu- Kars’lı Kürdistan haritaları, başta İsrail ve Ermenistan olmak üzere bölgenin kadim “vatansızlarını” iştahlandırmakta ve ABD’deki merkantilist lobileri harekete geçirmektedir.” = ŞÜKRÜ ALNIAÇIK =
Bozkurt mahir
4 gün önce
ÇAPANDAZ'DAN, TÜRK ANASI AĞLARKEN
Kırım varken, ana yurtta vatanda
Yanın varken, kır bayırda çemende
İlin bağrı, matem ile yananda
Ben ağlarım, sen ağlama desen de
🇹🇷️🐺
🇹🇷️Baka kaldık, Kazak, Kırgız giderken
İlimizi, kanhor düşmanlar yerken
Bize geldi sıra, bize ne derken
Ben ağlarım, sen ağlama desen de
🇹🇷️🐺
🇹🇷️Mermiyle Türk kanı savurdular
Halkımızı, kazansız kavurdular
Beşikteki bebekleri vurdular
Ben ağlarım, sen ağlama desen de
🇹🇷️🐺
🇹🇷️Türk’ün dostu, Türk olur demişlerdi
Kimse demez, nedir bunların derdi
Kani dostlar? Bıçak kemiğe erdi
Ben ağlarım, sen ağlama desen de
🇹🇷️🐺
🇹🇷️Bakmaz mısın, her kaşşaktan kem olduk
Yanmaz mısın, kimler idik kim olduk
Diri diri, köpeklere yem olduk
Ben ağlarım, sen ağlama desen de
🇹🇷️🐺
🇹🇷️Zalim düşman, il bağrını dağlarken
Şehit kanı, pınar olub çağlarken
Türkistan’da, Türk anası ağlarken
Ben ağlarım, sen ağlama desen de
🇹🇷️🐺
🇹🇷️Nerde kaldı, sakız satan hür dünya
Türk deyince, düşman ile bir dünya
Sağır dünya, dilsiz dünya, kör dünya
Ben ağlarım, sen ağlama desen de
🇹🇷️🐺
🇹🇷️Dostlar kaçar bizden, siyaset diye
Düşman Türkü bitirdi, yiye yiye
Hangi güne yararsın, ey Türkiye
Ben ağlarım, sen ağlama desen de
🇹🇷️🐺
🇹🇷️Bir yol bulub, birleşmeyince Türkler
Düşman ile, hırlaşmayınca Türkler
Uçkun gibi, gürleşmeyince Türkler
Ben ağlarım, sen ağlama desen de
Ergeş UÇKUN

Hiçbirşey Bulunamadı!

Üzgünüz, ancak {{search_query}} arama sorgunuz için veritabanımızda hiçbir şey bulamadık. Lütfen başka anahtar kelimeler yazarak tekrar deneyin.