3 saat önce
Baybars: 800 dirheme alınan köle.
1242 yılında Suriye'deki köle pazarlarından birinde bir Bulgar tüccar köle satıyordu. İçlerinde uzun boylu, beyaz tenli, gözünde ben olan bir genç de vardı. Memlük emiri Alaeddin Aytegin el-Bundukdari, Poloveçli köleyi 800 dirhem karşılığında Mısır'a götürdü.
Yeni edinilen kölelerin çoğu Kahire'de savaş eğitimi alıyordu. Baybars el-Bundukdari adını alan köle, eğitim sırasında olağanüstü dövüş yetenekleri gösterdi. Bir süre sonra Mısır Sultanı es-Salih Eyyub bin Muhammed'in dikkatini çekti ve 1246 yılında o da onu kendi muhafız birliklerinden birinin komutanı olarak atadı.
Sonraki on beş yıl Baybars için Yedinci Haçlı Seferi sırasında Haçlılarla yapılan savaşlarla ve iç siyasi entrikalarla geçti: Memlükler, Turan Şah'ın devrilmesinde yer aldı, Suriye'ye kaçtı ve ancak 1259'da Mısır'a döndü. Ertesi yıl, Suriye'yi ele geçiren ve neredeyse Mısır'a ulaşan Kit-Buga Moğol ordusuyla savaştı. Moğollar yenilmiş, Mısırlılar Suriye'ye yerleşmiş, hırslı Baybars ise silah arkadaşı Sultan Kutuz'u öldürerek Mısır'ın hükümdarı olmuştu.
17 yıllık eski köle ve seçkin askeri lider Baybars I, tahtta geçirdi ve bu süre boyunca hep savaştı. Sultan, topraklarındaki Moğol akınlarına başarıyla direndi, İranlı Hülagüoğulları İlhanlı Devleti'yle savaştı, Filistin'deki Haçlı Kudüs Krallığı'na saldırdı ve Kilikya Devleti'ni geri püskürttü ve 1268'de Antakya Prensliği'ni ele geçirdi. Baybars halk arasında “Zaferlerin Babası” anlamına gelen Ebul-Futuh lakabı ile anılırdı.
Warspot web sitesi materyali
1242 yılında Suriye'deki köle pazarlarından birinde bir Bulgar tüccar köle satıyordu. İçlerinde uzun boylu, beyaz tenli, gözünde ben olan bir genç de vardı. Memlük emiri Alaeddin Aytegin el-Bundukdari, Poloveçli köleyi 800 dirhem karşılığında Mısır'a götürdü.
Yeni edinilen kölelerin çoğu Kahire'de savaş eğitimi alıyordu. Baybars el-Bundukdari adını alan köle, eğitim sırasında olağanüstü dövüş yetenekleri gösterdi. Bir süre sonra Mısır Sultanı es-Salih Eyyub bin Muhammed'in dikkatini çekti ve 1246 yılında o da onu kendi muhafız birliklerinden birinin komutanı olarak atadı.
Sonraki on beş yıl Baybars için Yedinci Haçlı Seferi sırasında Haçlılarla yapılan savaşlarla ve iç siyasi entrikalarla geçti: Memlükler, Turan Şah'ın devrilmesinde yer aldı, Suriye'ye kaçtı ve ancak 1259'da Mısır'a döndü. Ertesi yıl, Suriye'yi ele geçiren ve neredeyse Mısır'a ulaşan Kit-Buga Moğol ordusuyla savaştı. Moğollar yenilmiş, Mısırlılar Suriye'ye yerleşmiş, hırslı Baybars ise silah arkadaşı Sultan Kutuz'u öldürerek Mısır'ın hükümdarı olmuştu.
17 yıllık eski köle ve seçkin askeri lider Baybars I, tahtta geçirdi ve bu süre boyunca hep savaştı. Sultan, topraklarındaki Moğol akınlarına başarıyla direndi, İranlı Hülagüoğulları İlhanlı Devleti'yle savaştı, Filistin'deki Haçlı Kudüs Krallığı'na saldırdı ve Kilikya Devleti'ni geri püskürttü ve 1268'de Antakya Prensliği'ni ele geçirdi. Baybars halk arasında “Zaferlerin Babası” anlamına gelen Ebul-Futuh lakabı ile anılırdı.
Warspot web sitesi materyali
1 gün önce
(E)
#Filistin
"Biz bunlara bakıp korkmamalıyız. Düşmanlarımız korksun. Hem de nasıl korkuyorlar. Korkularından bize bu zulümleri yapıyorlar. Yüz elli yıldır bizi tüketmeye uğraşıyorlar. Korkmasaydılar yapmazdılar."
"Biz bunlara bakıp korkmamalıyız. Düşmanlarımız korksun. Hem de nasıl korkuyorlar. Korkularından bize bu zulümleri yapıyorlar. Yüz elli yıldır bizi tüketmeye uğraşıyorlar. Korkmasaydılar yapmazdılar."
4 gün önce
👉Çok Nadir👈 Bulunan Bir Fotoğraf Karesi Bu Kardeşlikler
Her yerde göremezsiniz, tam Arşivlik yani
Ve belkide #Tapu yerine bile geçebilir.
#Filistinli bir #Osmanlı_Polisi , Ya'hu'di bir adamı #Yafa şehrinin kapısında teftiş ederken..
1900’lü yılların başı..
Bu fotoğraf karesi Filistin'in gerçek sahibinin kim olduğunu gösteriyor
👉Hır'sız kim
👉Mal sahibi kim
Kararı siz verin
Her yerde göremezsiniz, tam Arşivlik yani
Ve belkide #Tapu yerine bile geçebilir.
#Filistinli bir #Osmanlı_Polisi , Ya'hu'di bir adamı #Yafa şehrinin kapısında teftiş ederken..
1900’lü yılların başı..
Bu fotoğraf karesi Filistin'in gerçek sahibinin kim olduğunu gösteriyor
👉Hır'sız kim
👉Mal sahibi kim
Kararı siz verin
13 gün önce
Birilerinin taptıgı 2.Abdülhamit Kıbrıs'ı İngiltere'ye sattıktan sonra oradaki Türklere ne oldu ?
Bir ögretmen tarihimizin en utanç verici gerceklerinden birini yazmış
4000 Türk kızı yoksulluktan kadın simsarları tarafından Filistinlilere satılıyor sonrası..sonrası tarihimizin en büyük utancı
1974'te adaya giren Türk ordusü Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yaptı diyenler iyice okusun
''ARAPLARA SATILAN KIBRISLI
TÜRK KIZLARI''
Kıbrıs 1974’ den bugüne ikiye bölünmüş bir ada. Kim ne derse desin, Kıbrıs kapanmayan yaralarla dolu. Kapanmayan yaralar bir yana, Kıbrıs’ ın bir de az bilinen eski yaraları var. Bunlardan biri, Araplara satılan Kıbrıslı Türk kızları.
Kıbrıs tarihinin bu az bilinen sayfalarına ışık tutanların başında emekli edebiyat öğretmeni ve yazar Neriman Cahit geliyor. Neriman Cahit hiç bilmedikleri diyarlara, hem de satılarak gönderilen kızların öykülerini topladı ve “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı bir kitapta yayımladı. Bu öyküler ayrımcılığın, yoksulluğun ve acımasızlığın öyküleri; nice çocuk gelinin öyküsü gibi.
FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIZLAR
1920 ile 1950 yılları arasında, Kıbrıs bir İngiliz sömürgesiyken, yaklaşık 4 bin Türk kızı Filistinli Araplara anne babaları tarafından satıldı. Bu kızların çok azı geri dönebildiler. Geri dönemeyenlerin çoğu evlerinin, köylerinin, memleketlerinin özlemi ile yaşadılar ve kaderlerine küstüler.
MÜTHİŞ BİR SUSKUNLUK
Neriman Cahit kitaba varan süreci şöyle anlatıyor: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinde hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; ‘Biz bu kızları sattık’ dedi.”
TARİHLE YÜZLEŞMEK
Neriman Cahit tarihle yüzleşmek gerektiğine inanıyordu: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.”
SATIŞ VE TİCARET
Yoksulluktan kurtulmak, belki de kızlarının yoksulluktan kurtulması umuduyla kimi köylüler çocuklarının para karşılığı ellerinden alınmasına ve evlenmek üzere Filistin’ e götürülmesine izin verirler. Baf, Limasol, Larnaka gibi kıyı bölgelerinden, 10-15 yaşındaki kızlar vapurlarla bir bilinmeze doğru yola çıkar.
Köylü kızların satılması bir süre sonra Araplara kız bulmak için acente gibi çalışan simsarların ortaya çıkmasına da yol açmış. Bu kişiler ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü kızları bulmaya çalışırlar; satılan kızlar için hem anne babalardan, hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış.
Simsarların ille de erkek olduğu sanılmamalı. Gündüzleri kadınlara geceleri de erkeklere hizmet veren Tantin Hamamı’ nı işleten Pembe ve kızı Fatma kadın simsarlara bir örnek.
Damat adayları anne babalara çoğu zaman bir doktor, bir mühendis olarak tanıtılsa da, damatların sözleri çoğu zaman doğru çıkmaz. Satılan kızların çoğu gittikleri yerde büyük bir yoksulluk ile karşılaşırlar. Kimisi kuma durumuna düşer.
KARA HABERLER
Neriman Cahit kızların haberlerinin Kıbrıs’ a gelişini şöyle anlatır: “50’ lere doğru Türk toplumu bu kızlarla ilgili birçok şey öğrendi. Filistin bölgesindeki savaşlara İngilizler Türk askerlerini de götürdüler. Askerler boş zaman bulunca genelevlere giderler. Geneleve giden Rum ve Türk askerleri orada Kıbrıslı bir kıza rastlıyorlar. Kız ağlamaya başlıyor. Nereli ve kim olduğu anlaşılıyor. İnanır mısınız, oradaki askerlerden birinin kardeşi çıkıyor. Meğer kocasının üç karısı varmış. Bizimkini akşam geneleve getiriyor, sabah gelip alıyormuş. Bu kızlar arasından geneleve düşenlerin sayısı az değil. Gariptir bazıları Kıbrıs’ a dönmeyi başardı ama kimse sahip çıkmadığı için genelevlerde çalıştılar, ömürleri orada geçti.”
AMAN NE OLUYORUZ?
Filistin’ e götürülen kızların kötü durumda olduğunu duyanlardan biri de İngiliz ordusuyla birlikte Filistin’ e giden tercüman Mustafa Bitirim’ dir. Bitirim Kıbrıs’ a döndükten sonra, 1943 yılında, “Biz, Kızlarımız ve Araplar… Aman Ne Oluyoruz” adlı 16 sayfalık bir broşür yayınlar.
Bitirim kendisine durumu anlatan asker mektuplarını da yayınlar. Bu askerlerin arasında Kıbrıs Rumlar da vardır. Ama durum Filistin’ in işgaline dek değişmez. O yıllarda İsraillilerin saldırılarından kaçan Filistinlilerin çoğu Ürdün’ e ve çevredeki ülkelere sığınır. Kıbrıslı kızların karşısına bir de sürgün hayatı çıkar. Nice Filistinli gibi onlar da kamplarda yaşamaya başlarlar. Bazıları zaman zaman Kıbrıs’ a gelmeyi ve aileleriyle bağlantı kurmayı başarsa da zamanla tüm ilişkiler kopar.
ÜRDÜN ZİYARETİ
Neriman Cahit günün birinde Ürdün’ de yaşayan Kıbrıslı Emel Muhareb’ le tanışır ve hemen Ürdün’ e, artık neredeyse 90’ lı yaşlarının sonlarına gelen Kıbrıslı kızlarla tanışmaya gider. Neriman Hanım ziyaretini şöyle anlatır: “İsrail zulmünden kaçıp Ürdün’ e sığınan aileleri bulduk. Kıbrıslı kızlara, çocuklarına, torunlarına ulaştık. Gördüklerime, duyduklarıma inanamadım! Her şey çok acıydı… Filistinliler kamplarda, inanılmaz bir yoksulluk var. Ben o kadınların yüzlerindeki derin ifadeyi, her hallerine sinmiş hüznü, küskünlüğü gözlerimle gördüm. İçimde hissettim. Benim onları, o acıyı unutmam mümkün değil. Ben gittim, gördüm ve öldüm…”
LEFKELİ HATİCE TEVFİK
Hatice Tevfik, Neriman Cahit ile tanıştığında altı oğlu bir de kızı 97 yaşında bir kadındır. Ürdün’ de El Vahdet Kampı’ nda yaşamaktadır. Satılmadan önceevin en küçüğüdür. Filistin’ e gönderileceğini öğrenince bir resim çizer. Resimde evdeki dört kardeşi çizer ve kendisini temsil eden figürün üzerini karalar. Çocuk gözüyle, “Niye diğerleri değil de ben?” diye sormaktadır.
Hatice Tevfik küçük evinin kapısından tam dokuz yıldır hiç çıkmamış. Çünkü dünyaya küskün. Türkçe bilmediğini söylüyor. Ama çevirmen aracılığı ile soruyor; “Bunca yıl neredeydiniz?” Neriman Cahit onu ikinci kez ziyarete gittiğinde Hatice Tevfik’ in kızı gizlice şu bilgiyi aktarıyor: “Bütün gece uyumadı eski sandıkları karıştırdı!” Sandıktan yıllar önce giydiği mor bir elbise, mor bir başörtüsü ile Kıbrıs nakışlarıyla dolu bir bohça çıkarıyor. Neriman Hanım, yaşlı kadının acıyla, özlemle, ördüğü duvarı yıkamayacağını düşünüyor. Ama son bir gayret; ekip arkadaşı Eralp Adanır’ a; “Bir Kıbrıs türküsü söylesene” demeyi akıl ediyor. Sıra “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsüne gelince bir feryat kaplıyor ortalığı; yaşlı kadın; “Beni vurdularrr, beni vurdular! Ölmeden beni mezara goydular… Unuttunuz beniii” diye feryat ediyor.
NECLA ÖMER
Neriman Cahit sayesinde ortaya çıkan öykülerden birisi, güzelliği ile dillere destan Necla Ömer’ in yaşam öyküsü. Necla Baf’ ın Evretu köyünden. Yoksulluk içinde babası ile yaşıyor. Bir gün ünlü simsar Halil ile bir Arap damat adayı çıkagelir. Baba direnir, kızını vermez. Ama yoksulluk ağır basar. Necla, aynı köyden Mustafa’ ya âşık olduğu halde babasına karşı gelmez. Kendisini Kıbrıs’ ta doktor olarak tanıtan Necla’ nın kocası kavun- karpuz satan bir manav çıkar. Üstelik Necla’ ya akıl almaz derecede kötü davranır. Bir yandan şiddet, bir yandan aile, memleket özlemi Necla’ yı bitirir. Beterin beteri olur ve geneleve düşer. Bu arada İngilizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşı’ na katılanlardan biri olan Mustafa deli gibi Necla’ yı arar. Necla’ yı genelevde Mustafa’ nın çok yakın arkadaşı bulur. Ama Mustafa’ ya hiçbir şey söylemez, çünkü Necla’ ya söz vermiştir. Yıllar sonra Necla, Lefkoşa’ nın ünlü genelev mahallesi Kuru Çeşme’ de görülür, yaşlanmıştır. Mustafa da Lefkoşa’ dadır, Ama bir daha karşılaşmazlar.
VEDİA MUSTAFA
Vedia Mustafa’ nın öyküsünü torunu Dr. Ahmed Ali Hamiş şöyle anlatıyor: “Dedem, evlenmek için Kıbrıs’ a gitmiş. Simsar aracılığıyla bir miktar para vererek ninem Vedia ile evlenmiş. Ninemin ailesi fakir bir aile.” Beş erkek, iki de kız kardeşi olan Vedia kocasıyla birlikte Filistin’ e gider ve Abu Şusu köyünde yaşamaya başlar. Dr. Ahmed Ali Hamiş nenesini hep hüzünlü hatırlıyor: “Ninemi çok severdim. Çünkü hep üzgündü ve hep ağlardı, çok mutsuzdu. Ben de yanına gider onunla ağlardım. Annem bana kızardı marazi bir çocuk olacaksın diye…” Ahmed Bey, çocuk yaştan itibaren ninesinin vatanını ve ailesini özlediği için mutsuz olduğunu bildiğini söylüyor: “Ninemin mutsuzluğun azaltmak için onun ailesini bulmaya onları buluşturmaya karar verdim. Tabii bu o kadar kolay olmadı…” A
Bir ögretmen tarihimizin en utanç verici gerceklerinden birini yazmış
4000 Türk kızı yoksulluktan kadın simsarları tarafından Filistinlilere satılıyor sonrası..sonrası tarihimizin en büyük utancı
1974'te adaya giren Türk ordusü Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yaptı diyenler iyice okusun
''ARAPLARA SATILAN KIBRISLI
TÜRK KIZLARI''
Kıbrıs 1974’ den bugüne ikiye bölünmüş bir ada. Kim ne derse desin, Kıbrıs kapanmayan yaralarla dolu. Kapanmayan yaralar bir yana, Kıbrıs’ ın bir de az bilinen eski yaraları var. Bunlardan biri, Araplara satılan Kıbrıslı Türk kızları.
Kıbrıs tarihinin bu az bilinen sayfalarına ışık tutanların başında emekli edebiyat öğretmeni ve yazar Neriman Cahit geliyor. Neriman Cahit hiç bilmedikleri diyarlara, hem de satılarak gönderilen kızların öykülerini topladı ve “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı bir kitapta yayımladı. Bu öyküler ayrımcılığın, yoksulluğun ve acımasızlığın öyküleri; nice çocuk gelinin öyküsü gibi.
FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIZLAR
1920 ile 1950 yılları arasında, Kıbrıs bir İngiliz sömürgesiyken, yaklaşık 4 bin Türk kızı Filistinli Araplara anne babaları tarafından satıldı. Bu kızların çok azı geri dönebildiler. Geri dönemeyenlerin çoğu evlerinin, köylerinin, memleketlerinin özlemi ile yaşadılar ve kaderlerine küstüler.
MÜTHİŞ BİR SUSKUNLUK
Neriman Cahit kitaba varan süreci şöyle anlatıyor: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinde hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; ‘Biz bu kızları sattık’ dedi.”
TARİHLE YÜZLEŞMEK
Neriman Cahit tarihle yüzleşmek gerektiğine inanıyordu: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.”
SATIŞ VE TİCARET
Yoksulluktan kurtulmak, belki de kızlarının yoksulluktan kurtulması umuduyla kimi köylüler çocuklarının para karşılığı ellerinden alınmasına ve evlenmek üzere Filistin’ e götürülmesine izin verirler. Baf, Limasol, Larnaka gibi kıyı bölgelerinden, 10-15 yaşındaki kızlar vapurlarla bir bilinmeze doğru yola çıkar.
Köylü kızların satılması bir süre sonra Araplara kız bulmak için acente gibi çalışan simsarların ortaya çıkmasına da yol açmış. Bu kişiler ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü kızları bulmaya çalışırlar; satılan kızlar için hem anne babalardan, hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış.
Simsarların ille de erkek olduğu sanılmamalı. Gündüzleri kadınlara geceleri de erkeklere hizmet veren Tantin Hamamı’ nı işleten Pembe ve kızı Fatma kadın simsarlara bir örnek.
Damat adayları anne babalara çoğu zaman bir doktor, bir mühendis olarak tanıtılsa da, damatların sözleri çoğu zaman doğru çıkmaz. Satılan kızların çoğu gittikleri yerde büyük bir yoksulluk ile karşılaşırlar. Kimisi kuma durumuna düşer.
KARA HABERLER
Neriman Cahit kızların haberlerinin Kıbrıs’ a gelişini şöyle anlatır: “50’ lere doğru Türk toplumu bu kızlarla ilgili birçok şey öğrendi. Filistin bölgesindeki savaşlara İngilizler Türk askerlerini de götürdüler. Askerler boş zaman bulunca genelevlere giderler. Geneleve giden Rum ve Türk askerleri orada Kıbrıslı bir kıza rastlıyorlar. Kız ağlamaya başlıyor. Nereli ve kim olduğu anlaşılıyor. İnanır mısınız, oradaki askerlerden birinin kardeşi çıkıyor. Meğer kocasının üç karısı varmış. Bizimkini akşam geneleve getiriyor, sabah gelip alıyormuş. Bu kızlar arasından geneleve düşenlerin sayısı az değil. Gariptir bazıları Kıbrıs’ a dönmeyi başardı ama kimse sahip çıkmadığı için genelevlerde çalıştılar, ömürleri orada geçti.”
AMAN NE OLUYORUZ?
Filistin’ e götürülen kızların kötü durumda olduğunu duyanlardan biri de İngiliz ordusuyla birlikte Filistin’ e giden tercüman Mustafa Bitirim’ dir. Bitirim Kıbrıs’ a döndükten sonra, 1943 yılında, “Biz, Kızlarımız ve Araplar… Aman Ne Oluyoruz” adlı 16 sayfalık bir broşür yayınlar.
Bitirim kendisine durumu anlatan asker mektuplarını da yayınlar. Bu askerlerin arasında Kıbrıs Rumlar da vardır. Ama durum Filistin’ in işgaline dek değişmez. O yıllarda İsraillilerin saldırılarından kaçan Filistinlilerin çoğu Ürdün’ e ve çevredeki ülkelere sığınır. Kıbrıslı kızların karşısına bir de sürgün hayatı çıkar. Nice Filistinli gibi onlar da kamplarda yaşamaya başlarlar. Bazıları zaman zaman Kıbrıs’ a gelmeyi ve aileleriyle bağlantı kurmayı başarsa da zamanla tüm ilişkiler kopar.
ÜRDÜN ZİYARETİ
Neriman Cahit günün birinde Ürdün’ de yaşayan Kıbrıslı Emel Muhareb’ le tanışır ve hemen Ürdün’ e, artık neredeyse 90’ lı yaşlarının sonlarına gelen Kıbrıslı kızlarla tanışmaya gider. Neriman Hanım ziyaretini şöyle anlatır: “İsrail zulmünden kaçıp Ürdün’ e sığınan aileleri bulduk. Kıbrıslı kızlara, çocuklarına, torunlarına ulaştık. Gördüklerime, duyduklarıma inanamadım! Her şey çok acıydı… Filistinliler kamplarda, inanılmaz bir yoksulluk var. Ben o kadınların yüzlerindeki derin ifadeyi, her hallerine sinmiş hüznü, küskünlüğü gözlerimle gördüm. İçimde hissettim. Benim onları, o acıyı unutmam mümkün değil. Ben gittim, gördüm ve öldüm…”
LEFKELİ HATİCE TEVFİK
Hatice Tevfik, Neriman Cahit ile tanıştığında altı oğlu bir de kızı 97 yaşında bir kadındır. Ürdün’ de El Vahdet Kampı’ nda yaşamaktadır. Satılmadan önceevin en küçüğüdür. Filistin’ e gönderileceğini öğrenince bir resim çizer. Resimde evdeki dört kardeşi çizer ve kendisini temsil eden figürün üzerini karalar. Çocuk gözüyle, “Niye diğerleri değil de ben?” diye sormaktadır.
Hatice Tevfik küçük evinin kapısından tam dokuz yıldır hiç çıkmamış. Çünkü dünyaya küskün. Türkçe bilmediğini söylüyor. Ama çevirmen aracılığı ile soruyor; “Bunca yıl neredeydiniz?” Neriman Cahit onu ikinci kez ziyarete gittiğinde Hatice Tevfik’ in kızı gizlice şu bilgiyi aktarıyor: “Bütün gece uyumadı eski sandıkları karıştırdı!” Sandıktan yıllar önce giydiği mor bir elbise, mor bir başörtüsü ile Kıbrıs nakışlarıyla dolu bir bohça çıkarıyor. Neriman Hanım, yaşlı kadının acıyla, özlemle, ördüğü duvarı yıkamayacağını düşünüyor. Ama son bir gayret; ekip arkadaşı Eralp Adanır’ a; “Bir Kıbrıs türküsü söylesene” demeyi akıl ediyor. Sıra “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsüne gelince bir feryat kaplıyor ortalığı; yaşlı kadın; “Beni vurdularrr, beni vurdular! Ölmeden beni mezara goydular… Unuttunuz beniii” diye feryat ediyor.
NECLA ÖMER
Neriman Cahit sayesinde ortaya çıkan öykülerden birisi, güzelliği ile dillere destan Necla Ömer’ in yaşam öyküsü. Necla Baf’ ın Evretu köyünden. Yoksulluk içinde babası ile yaşıyor. Bir gün ünlü simsar Halil ile bir Arap damat adayı çıkagelir. Baba direnir, kızını vermez. Ama yoksulluk ağır basar. Necla, aynı köyden Mustafa’ ya âşık olduğu halde babasına karşı gelmez. Kendisini Kıbrıs’ ta doktor olarak tanıtan Necla’ nın kocası kavun- karpuz satan bir manav çıkar. Üstelik Necla’ ya akıl almaz derecede kötü davranır. Bir yandan şiddet, bir yandan aile, memleket özlemi Necla’ yı bitirir. Beterin beteri olur ve geneleve düşer. Bu arada İngilizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşı’ na katılanlardan biri olan Mustafa deli gibi Necla’ yı arar. Necla’ yı genelevde Mustafa’ nın çok yakın arkadaşı bulur. Ama Mustafa’ ya hiçbir şey söylemez, çünkü Necla’ ya söz vermiştir. Yıllar sonra Necla, Lefkoşa’ nın ünlü genelev mahallesi Kuru Çeşme’ de görülür, yaşlanmıştır. Mustafa da Lefkoşa’ dadır, Ama bir daha karşılaşmazlar.
VEDİA MUSTAFA
Vedia Mustafa’ nın öyküsünü torunu Dr. Ahmed Ali Hamiş şöyle anlatıyor: “Dedem, evlenmek için Kıbrıs’ a gitmiş. Simsar aracılığıyla bir miktar para vererek ninem Vedia ile evlenmiş. Ninemin ailesi fakir bir aile.” Beş erkek, iki de kız kardeşi olan Vedia kocasıyla birlikte Filistin’ e gider ve Abu Şusu köyünde yaşamaya başlar. Dr. Ahmed Ali Hamiş nenesini hep hüzünlü hatırlıyor: “Ninemi çok severdim. Çünkü hep üzgündü ve hep ağlardı, çok mutsuzdu. Ben de yanına gider onunla ağlardım. Annem bana kızardı marazi bir çocuk olacaksın diye…” Ahmed Bey, çocuk yaştan itibaren ninesinin vatanını ve ailesini özlediği için mutsuz olduğunu bildiğini söylüyor: “Ninemin mutsuzluğun azaltmak için onun ailesini bulmaya onları buluşturmaya karar verdim. Tabii bu o kadar kolay olmadı…” A
18 gün önce
KİM TÜRK DÜŞMANI?..
Filistin'in Kıbrıs Rum kesimi ile doğalgaz ortaklığı var. Akdeniz'de Türkiye'nin tam karşısında, hatta düşmanca...
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin Karabağ'ın Ermenistan toprağı olduğunu iddia ediyor, dahası Ermeni soykırımını tanıyor.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin Diyarbakır'a "Kürdistan'ın başkenti, PKK özgürlük savaşçılarıdır" diyor.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin, Doğu Türkistan'da Çin'in soykırım politikasını destekliyor, "Çin haklıdır" diyor hatta.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Son Karabağ savaşında İsrail Azerbaycan'a, Filistin Ermenistan'a açık destek vermişti.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin'e Arap dünyası sahip çıksın, onların tüyü bile kıpırdamıyor. Filistin benim kırmızı çizgim değil. Başıma daha saksı düşmedi.
Filistin dostları Türk düşmanıdır!.. Seçimde algı rüzgarının önünde kuru bir yaprak gibi savrulmayın!..
Ey Türk titre ve kendine dön!..
Alper Aksoy
Filistin'in Kıbrıs Rum kesimi ile doğalgaz ortaklığı var. Akdeniz'de Türkiye'nin tam karşısında, hatta düşmanca...
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin Karabağ'ın Ermenistan toprağı olduğunu iddia ediyor, dahası Ermeni soykırımını tanıyor.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin Diyarbakır'a "Kürdistan'ın başkenti, PKK özgürlük savaşçılarıdır" diyor.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin, Doğu Türkistan'da Çin'in soykırım politikasını destekliyor, "Çin haklıdır" diyor hatta.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Son Karabağ savaşında İsrail Azerbaycan'a, Filistin Ermenistan'a açık destek vermişti.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin'e Arap dünyası sahip çıksın, onların tüyü bile kıpırdamıyor. Filistin benim kırmızı çizgim değil. Başıma daha saksı düşmedi.
Filistin dostları Türk düşmanıdır!.. Seçimde algı rüzgarının önünde kuru bir yaprak gibi savrulmayın!..
Ey Türk titre ve kendine dön!..
Alper Aksoy
27 gün önce
TÜRK TARİHİNİ BİLMEMEK
Soner Yalçın 31.01.2018
“Rabova” nedir bilir misiniz?
Hayır, “Rojava” demiyorum; “Rabova” diyorum.
Maşallah! “Rojava”yı bilmeyeniniz yok; hepinize ezberlettiler! Suriye'de; Derik'ten Afrin'e kadar sınırımızda uzanan 700 km'lik alana “Rojava” diyorlar; sözüm ona “Batı Kürdistan!”
Öyle propaganda yaptılar ki… Çoğu kişi sanıyor ki, “Rojava” Kürtlerin yurdu! Bir de ideolojik temel inşa ediyorlar; “Kemalizm'den kaçan Kürtler buraya sığındı!” Bitmez tükenmez PKK yalanlarından biri bu.
Neyse... Soruma döneyim:
“Rabova” nedir?
Bilmiyorsunuz değil mi? “Yevmüşşüheda” desem…
Yani, “Masum Şehitler Günü”…
Hatırlayanınız çıktı mı? Sanmam!
Yazayım:
Tarih: 30 Eylül 1918. Osmanlı, I. Dünya Savaşı'nı kaybetmek üzereydi artık. Alman Mareşal Liman von Sanders komutasındaki Osmanlı Ordusu, Şam'ı boşaltıp Halep'e çekilme kararı aldı.
Şam'da binlerce Türk ailesi vardı… Binlerce kadın-çocuk Türk yollara düştü. İnsan acımasızlığının boyutunu nereden bilsinler?
Tren, Şam-Rayak demiryolunun geçtiği Rabova boğazında saldırıya uğradı. Boğazın iki yakasını tutmuş ayrılıkçı Araplar silahlarla treni taramaya başladı. Saldırganların gözü öylesine kin doluydu ki, bir tek sağ çocuk bile bırakmadılar…
Rabova katliamının olduğu her “30 Eylül” günü “Masum Şehitler Günü” olarak anıldı. Zamanla unutuldu gitti!
Sonra, “Ermeni soykırımı” sözleri bilinçlere şırınga edildi!
Sonra, “Rojava direnişi” lafları bilinçlere şırınga edildi!
Bırakınız “Masum Şehitler Günü” anmasını, “Rabova kıyımını” bile bilen kalmadı.
PKK-FETÖ ve liboş düşünce ikliminde yetişen insanımız tarihine düşman kesildi!
Türklük, faşistlik oluverdi!
30 EYLÜL MASUM ŞEHİTLER GÜNÜ
Bir zamanlar Şam Osmanlı şehri idi. 1. Dünya Savaşında Şam Hastanesinde Filistin Cephesinden gelen yaralı Osmanlı askerleri yatıyordu. Filistin Cephesinde Lawrance komutasındaki Arap Bedevileri “Esir almak yoook!..” bağrışları ile Şam’a doğru çekilmekte olan Türk Mehmetçiğine saldırdılar. İşte bu saldırıdan kurtulanlar Şam Hastanesine yatırılmıştı. Öyle ki hastane yatakları tam dolmuş, hastane avlusunda yüzlerce yaralı Mehmetçik sedyelerde inliyordu. Bedevi atlıları bir sabah gün ışırken geldiler. Önce hastane avlusunda sedyelerde yatan Mehmetçikleri, “Mermi israfı olmasın” diye eğri kılıçlarla kellelerini kesip, karınlarını deştiler, sonra hastane içine girip ağır yaralıları katlettiler. Biz onlarla “Din kardeşi” olduğumuza inanıyorduk değil mi?
Bir zamanlar Osmanlı şehri olan Şam’daki bu vahşetten sonra şehirdeki subay ve memurlar Şam’ın elden çıktığını kabullendiler. Önce çocuklar ve anneler trenle Halep’e taşınmaları gerekiyordu. Binlerce çocuk, anneler ve nineleri vagonlara balık istifi dolduruldu. Masumlar treni Rabova (Barada) Boğazı’na geldiğinde demiryoluna döşenmiş taşlarla tren katarı durduruldu. Boğazın iki yakasında pusuya yatmış Arap Bedevileri ve Ermenilerin yaylım ateşi başladı sonra. Tren vagonlarından yükselen çığlıklar silah seslerini bastırıyordu. Çocuklar annelerine, ninelerine sarılıp kucak kucağa can verdiler. Ümmet kardeşimiz Arap Bedevileri ve Ermeniler vagonlara girdiler sonra, ağır yaralıları da susturdular.
Binlerce masum çocuk; genç, yaşlı kadınların öldürüldüğü 30 Eylül 1918 Cumhuriyet yıllarında “Masum Şehitler Günü” olarak anılırdı. Sonra unuttuk her şeyi, Arap Bedevileri ile yeniden “Ümmet kardeşi” olduk, “Din kardeşi” olduk, sarmaş dolaş olduk…
Alper Aksoy
Soner Yalçın 31.01.2018
“Rabova” nedir bilir misiniz?
Hayır, “Rojava” demiyorum; “Rabova” diyorum.
Maşallah! “Rojava”yı bilmeyeniniz yok; hepinize ezberlettiler! Suriye'de; Derik'ten Afrin'e kadar sınırımızda uzanan 700 km'lik alana “Rojava” diyorlar; sözüm ona “Batı Kürdistan!”
Öyle propaganda yaptılar ki… Çoğu kişi sanıyor ki, “Rojava” Kürtlerin yurdu! Bir de ideolojik temel inşa ediyorlar; “Kemalizm'den kaçan Kürtler buraya sığındı!” Bitmez tükenmez PKK yalanlarından biri bu.
Neyse... Soruma döneyim:
“Rabova” nedir?
Bilmiyorsunuz değil mi? “Yevmüşşüheda” desem…
Yani, “Masum Şehitler Günü”…
Hatırlayanınız çıktı mı? Sanmam!
Yazayım:
Tarih: 30 Eylül 1918. Osmanlı, I. Dünya Savaşı'nı kaybetmek üzereydi artık. Alman Mareşal Liman von Sanders komutasındaki Osmanlı Ordusu, Şam'ı boşaltıp Halep'e çekilme kararı aldı.
Şam'da binlerce Türk ailesi vardı… Binlerce kadın-çocuk Türk yollara düştü. İnsan acımasızlığının boyutunu nereden bilsinler?
Tren, Şam-Rayak demiryolunun geçtiği Rabova boğazında saldırıya uğradı. Boğazın iki yakasını tutmuş ayrılıkçı Araplar silahlarla treni taramaya başladı. Saldırganların gözü öylesine kin doluydu ki, bir tek sağ çocuk bile bırakmadılar…
Rabova katliamının olduğu her “30 Eylül” günü “Masum Şehitler Günü” olarak anıldı. Zamanla unutuldu gitti!
Sonra, “Ermeni soykırımı” sözleri bilinçlere şırınga edildi!
Sonra, “Rojava direnişi” lafları bilinçlere şırınga edildi!
Bırakınız “Masum Şehitler Günü” anmasını, “Rabova kıyımını” bile bilen kalmadı.
PKK-FETÖ ve liboş düşünce ikliminde yetişen insanımız tarihine düşman kesildi!
Türklük, faşistlik oluverdi!
30 EYLÜL MASUM ŞEHİTLER GÜNÜ
Bir zamanlar Şam Osmanlı şehri idi. 1. Dünya Savaşında Şam Hastanesinde Filistin Cephesinden gelen yaralı Osmanlı askerleri yatıyordu. Filistin Cephesinde Lawrance komutasındaki Arap Bedevileri “Esir almak yoook!..” bağrışları ile Şam’a doğru çekilmekte olan Türk Mehmetçiğine saldırdılar. İşte bu saldırıdan kurtulanlar Şam Hastanesine yatırılmıştı. Öyle ki hastane yatakları tam dolmuş, hastane avlusunda yüzlerce yaralı Mehmetçik sedyelerde inliyordu. Bedevi atlıları bir sabah gün ışırken geldiler. Önce hastane avlusunda sedyelerde yatan Mehmetçikleri, “Mermi israfı olmasın” diye eğri kılıçlarla kellelerini kesip, karınlarını deştiler, sonra hastane içine girip ağır yaralıları katlettiler. Biz onlarla “Din kardeşi” olduğumuza inanıyorduk değil mi?
Bir zamanlar Osmanlı şehri olan Şam’daki bu vahşetten sonra şehirdeki subay ve memurlar Şam’ın elden çıktığını kabullendiler. Önce çocuklar ve anneler trenle Halep’e taşınmaları gerekiyordu. Binlerce çocuk, anneler ve nineleri vagonlara balık istifi dolduruldu. Masumlar treni Rabova (Barada) Boğazı’na geldiğinde demiryoluna döşenmiş taşlarla tren katarı durduruldu. Boğazın iki yakasında pusuya yatmış Arap Bedevileri ve Ermenilerin yaylım ateşi başladı sonra. Tren vagonlarından yükselen çığlıklar silah seslerini bastırıyordu. Çocuklar annelerine, ninelerine sarılıp kucak kucağa can verdiler. Ümmet kardeşimiz Arap Bedevileri ve Ermeniler vagonlara girdiler sonra, ağır yaralıları da susturdular.
Binlerce masum çocuk; genç, yaşlı kadınların öldürüldüğü 30 Eylül 1918 Cumhuriyet yıllarında “Masum Şehitler Günü” olarak anılırdı. Sonra unuttuk her şeyi, Arap Bedevileri ile yeniden “Ümmet kardeşi” olduk, “Din kardeşi” olduk, sarmaş dolaş olduk…
Alper Aksoy
1 ay önce
CUMHURİYET ARAP DÜŞMANLIĞI MI ÜRETTİ?..
Suriye ve Filistin Cephesi’nde Arapların Müslüman(!) önderi Edward Lawrence komuta ettiği Bedevi süvari alayına şöyle bağırıyordu:
“Esir almak yok!.. Hücuuum!..”
Filistin Cephesi’nden Anadolu’ya doğru çekilmekte olan Türk ordusu yorgundu, perişandı; at arabalarının üstünde, ilkel sedyelerde yaralılar taşınıyordu; kiminin başı, kiminin omuzu, kiminin kolu sargılıydı… Binlerce bedevi atlısı eğri kılıçları ile Türk ordusuna arkadan saldırdılar. Türk Mehmetçiğinin kelleleri, kolları havada uçuşup çölün kızgın kumlarına düşüyordu. Teslim olmak için el kaldıranların önce kolları, sonra kelleleri alındı. “Ümmet kardeşimiz” Edward Lawrence’nin “Esir almak yok!..” buyruğuna harfiyen uymuştu.
Yüzyıl sonra Beştepe sarayından İbrahim Kalın’ın sesi yükseldi:
“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti.”
***
Suriye ve Filistin Cephesi’nde Lawrence’nin komuta ettiği Bedevi süvari alayının eğri kılıçlarından kellesini kurtaran, yaralı iki bin Mehmetçik Şam’daki hastaneye yatırılmıştı. Hastane dolup taşmış, yüzlerce kişi avludaki sedyelerde yatıyordu. Yeterli sağlık personeli yoktu, ilaç yoktu, narkoz yoktu… Cerrahlar sivri uçlu bıçakları ile yaraya girdiğinde feryatlar göğe yükseliyordu…
İşte öyle bir günde geldi Bedevi atlıları… Lawrence bile “Lanet olsun bunlara” deyip Filistin cephesinden ayrılıp Mısır’a dönmüştü. Ama Bedevi katilleri Türk kanı içme isterisi ile önce hastane avlusunda yatan yaralıların göğsünü hançerle deştiler, sonra hastane odalarına daldılar.
Sağlık personeli dahil, kurtulan tek kişi olmamıştı.
İngiliz gözlemci subayları bile isyan etmişti:
“Bu kadar da vahşet olmaz!.. Evet biz Arapları destekledik ama hastane baskını da istemedik ki…”
Yüzyıl sonra Beştepe sarayından İbrahim Kalın’ın sesi yükseldi:
“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti.”
***
24 Aralık 1963’de Kıbrıs Rum Lideri Makarios tarafından kurulan cinayet örgürü EOKA Tabib Tuğgeneral Nihat İlhan’ın evini basıp eşi ve üç çocuğunu banyoda vahşice öldürdüler. Nihat İlhan cenazeleri kendi elleriyle yıkayıp defnetti.
Lefkoşe’nin Türk mahallerinde 39, Girne’de 7, Baf’da 49, Larnaka’da 21 ve Magusa’da 21 Türk daha Makarios’un cinayet örgütü tarafından katledildi. Toplamda 364 Türk can vermişti.
İşte o günlerde Filistin Lideri Yaser Arafat Kıbrıs’a geldi, Makarios ile kucaklaştı ve şöyle dedi:
“Filistin Halkı Kıbrıs Rumlarını ve haklı mücadelelerini desteklemektedir.”
Bu sözler Türk milletinin yüreğine isli bir ocak taşı katılığında oturmuştu.
Ve Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Uygur Türklerine soykırımı destekleyen demeci:
“Doğu Türkistan’da Çin haklıdır!..”
“Mavi Vatan” mücadelesinde, Filistin ve Arap dünyası Yunanistan’ın yanında, Girit’e Suud uçakları indi, “Pilotlar sizden, uçaklar bizden”…
Ve Beştepe sarayından yükselen kalın ses:
“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti...”
Takdir Yüce Türk Milletindir.
Alper Aksoy
Suriye ve Filistin Cephesi’nde Arapların Müslüman(!) önderi Edward Lawrence komuta ettiği Bedevi süvari alayına şöyle bağırıyordu:
“Esir almak yok!.. Hücuuum!..”
Filistin Cephesi’nden Anadolu’ya doğru çekilmekte olan Türk ordusu yorgundu, perişandı; at arabalarının üstünde, ilkel sedyelerde yaralılar taşınıyordu; kiminin başı, kiminin omuzu, kiminin kolu sargılıydı… Binlerce bedevi atlısı eğri kılıçları ile Türk ordusuna arkadan saldırdılar. Türk Mehmetçiğinin kelleleri, kolları havada uçuşup çölün kızgın kumlarına düşüyordu. Teslim olmak için el kaldıranların önce kolları, sonra kelleleri alındı. “Ümmet kardeşimiz” Edward Lawrence’nin “Esir almak yok!..” buyruğuna harfiyen uymuştu.
Yüzyıl sonra Beştepe sarayından İbrahim Kalın’ın sesi yükseldi:
“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti.”
***
Suriye ve Filistin Cephesi’nde Lawrence’nin komuta ettiği Bedevi süvari alayının eğri kılıçlarından kellesini kurtaran, yaralı iki bin Mehmetçik Şam’daki hastaneye yatırılmıştı. Hastane dolup taşmış, yüzlerce kişi avludaki sedyelerde yatıyordu. Yeterli sağlık personeli yoktu, ilaç yoktu, narkoz yoktu… Cerrahlar sivri uçlu bıçakları ile yaraya girdiğinde feryatlar göğe yükseliyordu…
İşte öyle bir günde geldi Bedevi atlıları… Lawrence bile “Lanet olsun bunlara” deyip Filistin cephesinden ayrılıp Mısır’a dönmüştü. Ama Bedevi katilleri Türk kanı içme isterisi ile önce hastane avlusunda yatan yaralıların göğsünü hançerle deştiler, sonra hastane odalarına daldılar.
Sağlık personeli dahil, kurtulan tek kişi olmamıştı.
İngiliz gözlemci subayları bile isyan etmişti:
“Bu kadar da vahşet olmaz!.. Evet biz Arapları destekledik ama hastane baskını da istemedik ki…”
Yüzyıl sonra Beştepe sarayından İbrahim Kalın’ın sesi yükseldi:
“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti.”
***
24 Aralık 1963’de Kıbrıs Rum Lideri Makarios tarafından kurulan cinayet örgürü EOKA Tabib Tuğgeneral Nihat İlhan’ın evini basıp eşi ve üç çocuğunu banyoda vahşice öldürdüler. Nihat İlhan cenazeleri kendi elleriyle yıkayıp defnetti.
Lefkoşe’nin Türk mahallerinde 39, Girne’de 7, Baf’da 49, Larnaka’da 21 ve Magusa’da 21 Türk daha Makarios’un cinayet örgütü tarafından katledildi. Toplamda 364 Türk can vermişti.
İşte o günlerde Filistin Lideri Yaser Arafat Kıbrıs’a geldi, Makarios ile kucaklaştı ve şöyle dedi:
“Filistin Halkı Kıbrıs Rumlarını ve haklı mücadelelerini desteklemektedir.”
Bu sözler Türk milletinin yüreğine isli bir ocak taşı katılığında oturmuştu.
Ve Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Uygur Türklerine soykırımı destekleyen demeci:
“Doğu Türkistan’da Çin haklıdır!..”
“Mavi Vatan” mücadelesinde, Filistin ve Arap dünyası Yunanistan’ın yanında, Girit’e Suud uçakları indi, “Pilotlar sizden, uçaklar bizden”…
Ve Beştepe sarayından yükselen kalın ses:
“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti...”
Takdir Yüce Türk Milletindir.
Alper Aksoy
1 ay önce
Kürşat Zorlu'ya Yaşar Yurtseven okkalı bir yanıt vermiş. Okuyun, siz de hak verecek misiniz?.. Ben verdim.
GÜNÜN EN İYİ PAYLAŞIMI:
Bugün Aşağı Ayrancı'da Aslan Gençer abiye uğradım.
Havadan, sudan, doğal beslenmeden, şekerden tansiyondan söyleştik, konu geldi siyasete..
Dedi ki;
"Şu Orta Asya'daki üç Türk devletinin Güney Kıbrıs'la siyasi ilişki kurmasına bozuldum ama adamlar haksız değil."
Ve konuyu açtı;
"Sen Türkiye olarak onlara ağabeylik yapacağına, siyasi, ekonomik, askeri, eğitim, sağlık, teknoloji konularında destek olacağına..
● Kalkıp haritada yerini bilmediğin Sudan, Somali, Katar, Mynmar'a yatırımlar yaparsan..
● Hayvancılıkta lider ülke olan Kazakistan'ı görmeyip Brezilya'dan Angus sığırı getirirsen..
● Uçsuz bucaksız tarım arazileri olmasına rağmen buğdayı oradan almazsan..
● Petrol için aklına gelmezse..
● Çin'deki Uygur Türklerine yapılanları görmezden gelip, sabah Filistin, akşam Gazze diye ağlarsan...
● Mısır'daki darbeyi aylarca siyaset malzemesi yapıp, Türk ortaklığı için söz ve girişimlerde bulunan Nazarbayev'in devrilmesine ses çıkarmazsan..
● Türk cumhuriyetleri ile doğru dürüst bir ilişki kurmazsan, onlar için 'Aksakallı'nın ne olduğunu bilmeyip Binali Yıldırım'a o ünvanı verirsen..
● Türk dünyasına sırtını dönüp, yüzünü Arap dünyasına çevirirsen..
● Seni mevali (köle) görmelerine rağmen, onları uçak kapılarında karşılayıp uğurlarsan, çocuklarının elini öpersen...
● Ve bu Arap dünyası Gazze dahil hiç bir konuda seninle aynı yerde durmazken, sana fayda sağlamazken..
Türk devletlerİ Güney Kıbrıs'I tanıyınca ağlamayacaksın."
Evet onlara kızdık söylendik ama bu gerçekleri unutamayız ki.
Yaşar Yurtseven
GÜNÜN EN İYİ PAYLAŞIMI:
Bugün Aşağı Ayrancı'da Aslan Gençer abiye uğradım.
Havadan, sudan, doğal beslenmeden, şekerden tansiyondan söyleştik, konu geldi siyasete..
Dedi ki;
"Şu Orta Asya'daki üç Türk devletinin Güney Kıbrıs'la siyasi ilişki kurmasına bozuldum ama adamlar haksız değil."
Ve konuyu açtı;
"Sen Türkiye olarak onlara ağabeylik yapacağına, siyasi, ekonomik, askeri, eğitim, sağlık, teknoloji konularında destek olacağına..
● Kalkıp haritada yerini bilmediğin Sudan, Somali, Katar, Mynmar'a yatırımlar yaparsan..
● Hayvancılıkta lider ülke olan Kazakistan'ı görmeyip Brezilya'dan Angus sığırı getirirsen..
● Uçsuz bucaksız tarım arazileri olmasına rağmen buğdayı oradan almazsan..
● Petrol için aklına gelmezse..
● Çin'deki Uygur Türklerine yapılanları görmezden gelip, sabah Filistin, akşam Gazze diye ağlarsan...
● Mısır'daki darbeyi aylarca siyaset malzemesi yapıp, Türk ortaklığı için söz ve girişimlerde bulunan Nazarbayev'in devrilmesine ses çıkarmazsan..
● Türk cumhuriyetleri ile doğru dürüst bir ilişki kurmazsan, onlar için 'Aksakallı'nın ne olduğunu bilmeyip Binali Yıldırım'a o ünvanı verirsen..
● Türk dünyasına sırtını dönüp, yüzünü Arap dünyasına çevirirsen..
● Seni mevali (köle) görmelerine rağmen, onları uçak kapılarında karşılayıp uğurlarsan, çocuklarının elini öpersen...
● Ve bu Arap dünyası Gazze dahil hiç bir konuda seninle aynı yerde durmazken, sana fayda sağlamazken..
Türk devletlerİ Güney Kıbrıs'I tanıyınca ağlamayacaksın."
Evet onlara kızdık söylendik ama bu gerçekleri unutamayız ki.
Yaşar Yurtseven
1 ay önce
(E)
"CIMHIRİYETİN NE HIYRINI GÖRDÜM."
Tarihçi Sinan Meydan’dan DEM’li Sırrı Süreyya Önder’e cevap!
DEM Partili Sırrı Süreyya Önder:
"Türkiye Cumhuriyeti kurulurken kendisini Allah'ın yerine koydu.
Allah'ı sildiler." demiş.
Allah ile aldatan Sırrı Süreyya'ya yanıt Sinan Meydan'dan...
"Cumhuriyetin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyorsunuz.
Her şeyden önce Cumhuriyet sayesinde kul değil birey, tebaa değil yurttaşsınız.
Hatta; bugün o Cumhuriyetin meclisini yönetiyorsunuz.
Ama; her fırsatta, o Cumhuriyete saldırıyorsunuz.
Nasıl, rahat mı meclis koltukları? Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyetin, Atatürk'ün kurduğu meclisinden Atatürk'ün devrimleriyle elde ettiğiniz kazanımlarla Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti olur olmaz eleştirmek müthiş bir lüks olsa gerek?
Eğleniyor musunuz?
Suriye'de, Irak'ta, Filistin'de, Ortadoğu'da sizin gibi iyi koşullara sahip vekiller yok.
Ne vekili?
Meclis bile yok...
Bugün Türkiye'nin etrafında dinciliğin, mezhepçiliğin, etnik bölünmenin girdabında cihatçı çetelerin, terör örgütlerinin cirit attığı, yıllardır dikta rejimlerinin halkın kanını emdiği, emperyalizmin oyun alanına dönen Ortadoğu'da oluk oluk kan akarken, her gün çocuklar öldürülürken, insanlar demokrasi ve barışa hasret kalmışken, sizin hala Atatürk'ün kurduğu laik cumhuriyetin anlam ve önemini kavrayamamanız trajik doğrusu.
Cumhuriyet tabi ki eleştirilebilir. Ancak; cumhuriyeti şeriat hukuku yerine laik hukuku kabul ettiği için eleştirmek bağnazlık veya cehalet göstergesinden başka bir şey değildir.
Klasik siyasal İslamcı ağzıyla konuşuyorsunuz.
Neymiş?
Cumhuriyet kendini Allah'ın yerine koymuş!
Koca bir palavra...
● Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.
diyen Atatürk'ün kurduğu bu cumhuriyet, egemenliği saraydan, sultandan alıp asıl sahibine, ulusa verdi.
Bu amaçla Atatürk; savaşın ortasında, orduyu kurmadan önce meclisi kurdu. Bu meclis, saray saltanatına, şeriat hukukuna son verdi.
Atatürk; Türkiye'yi dinsel kurallarla değil, insan aklının eseri çağdaş kurallarla yönetecek laik bir düzen kurdu.
Çok da doğru yaptı.
Laiklik olmadan o dilinize doladığınız demokrasinin kurulması olanaksızdır.
İyi kötü işleyen bir Türk demokrasisi varsa, daha doğrusu yakın zamanlara kadar vardı, bunun temelinde Atatürk'ün laik karakterli devrimlerinin olduğunu biraz tarih ve sosyoloji bilen herkes görebilir.
Kaç tane pkk var biliyor musunuz?
Cumhuriyet, kendini Allah'ın yerine falan koymadı.
Cumhuriyet; halkçı bir anlayışla, 7'den 70'e halkın aydınlanması için bir eğitim devrimi yaptı. Cumhuriyet, köye okul ve öğretmen götürdü.
Siz de cumhuriyetin o okullarından yetişmediniz mi?
Cumhuriyet; halkın kanını emen aşiret yapısına, ağalık düzenine, tarikat, cemaat baskısına, medrese kafasına karşı çıktı. Çağdaş uygarlık değerlerini savundu.
Cumhuriyet, kadına insanlık onuruna yakışır haklar verdi.
Cumhuriyet; bağımsız, üniter, laik bir ulus devlet olarak kuruldu.
Atatürk; Lozan'da elde edilen barışı, yurtta barış, dünyada barış formülüyle bir barış düzeni haline getirdi.
Cumhuriyet; uzak, yakın, neredeyse tüm ülkelerle iyi ilişkiler kurdu.
O cumhuriyet; etrafı ateş çemberi ile çevrili bu coğrafyada, şimdilik 101 yıldır yeni bir savaşın parçası olmadı.
Başı sıkışan herkes soluğu Türkiye'de aldı, alıyor.
Cumhuriyet dine değil yobazlığa karşı çıktı.
Camiler açıktı.
Cumhuriyeti kuranlar savaşta zarar görmüş ve tarihi değeri olan camileri tamir ettiler.
Kuran'ı Türkçeye tefsir ettirdiler. Dini bayramlar özgürce kutlandı. Ezan hep okundu.
Ezanın 1932'den itibaren Türkçe okunmasını 'Allah'ı yasakladılar!' diye açıklamak ise düpedüz bir aldatmacadır.
Türk ulusunun Allah'a, kendi dilinde, tanrı diye seslenmesinden daha doğal ne olabilir.
Bundan ancak Arap hayranları ve Türkçeye düşman olanlar rahatsız olur.
Bu Cumhuriyeti sokakta bulmadık. Bu Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanıp her fırsatta bu cumhuriyete saldırdığınızda karşınızda beni bulacaksınız."
Sinan Meydan
***
DİP NOT:
"Cumhuriyetin Hıyrını görmeyen" İnsan, İlk, Orta, Lise ve Üniversite'yi Türkiye Cımhırıyetinde beleş okumuş ama yetmemiş.
Hıyarını görmediği Türkiye Cumhuriyeti'nde 5 dönem Vekillik yapmış, Devletin tüm maddi imkanlarını salına kadar kullanmış ama yine de hıyrını görmemiş.
Kalp krizi geçirince Hıyarını görmediği Türkiye için bir saat içinde Türkiye'nin en iyi kalp cerrahlarını ameliyatı masasının etrafında toplamış...
Hıyrını görmediği Türkiye Cumhuriyeti'in Valisi ve Rektörü sabaha kadar hastahane koridorunda nöbeti tutmuş...
Ülen tüm bunlara resmen eğer sen "Türkiye Cumhuriyeti'nin hıyrını görmemişsen" biz olsa olsa CIMHIRİYETİN HIYARINI görmüşüz...
Sanırım Kandil'in HIYRINI daha çok görmüştür.
Tarihçi Sinan Meydan’dan DEM’li Sırrı Süreyya Önder’e cevap!
DEM Partili Sırrı Süreyya Önder:
"Türkiye Cumhuriyeti kurulurken kendisini Allah'ın yerine koydu.
Allah'ı sildiler." demiş.
Allah ile aldatan Sırrı Süreyya'ya yanıt Sinan Meydan'dan...
"Cumhuriyetin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyorsunuz.
Her şeyden önce Cumhuriyet sayesinde kul değil birey, tebaa değil yurttaşsınız.
Hatta; bugün o Cumhuriyetin meclisini yönetiyorsunuz.
Ama; her fırsatta, o Cumhuriyete saldırıyorsunuz.
Nasıl, rahat mı meclis koltukları? Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyetin, Atatürk'ün kurduğu meclisinden Atatürk'ün devrimleriyle elde ettiğiniz kazanımlarla Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti olur olmaz eleştirmek müthiş bir lüks olsa gerek?
Eğleniyor musunuz?
Suriye'de, Irak'ta, Filistin'de, Ortadoğu'da sizin gibi iyi koşullara sahip vekiller yok.
Ne vekili?
Meclis bile yok...
Bugün Türkiye'nin etrafında dinciliğin, mezhepçiliğin, etnik bölünmenin girdabında cihatçı çetelerin, terör örgütlerinin cirit attığı, yıllardır dikta rejimlerinin halkın kanını emdiği, emperyalizmin oyun alanına dönen Ortadoğu'da oluk oluk kan akarken, her gün çocuklar öldürülürken, insanlar demokrasi ve barışa hasret kalmışken, sizin hala Atatürk'ün kurduğu laik cumhuriyetin anlam ve önemini kavrayamamanız trajik doğrusu.
Cumhuriyet tabi ki eleştirilebilir. Ancak; cumhuriyeti şeriat hukuku yerine laik hukuku kabul ettiği için eleştirmek bağnazlık veya cehalet göstergesinden başka bir şey değildir.
Klasik siyasal İslamcı ağzıyla konuşuyorsunuz.
Neymiş?
Cumhuriyet kendini Allah'ın yerine koymuş!
Koca bir palavra...
● Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.
diyen Atatürk'ün kurduğu bu cumhuriyet, egemenliği saraydan, sultandan alıp asıl sahibine, ulusa verdi.
Bu amaçla Atatürk; savaşın ortasında, orduyu kurmadan önce meclisi kurdu. Bu meclis, saray saltanatına, şeriat hukukuna son verdi.
Atatürk; Türkiye'yi dinsel kurallarla değil, insan aklının eseri çağdaş kurallarla yönetecek laik bir düzen kurdu.
Çok da doğru yaptı.
Laiklik olmadan o dilinize doladığınız demokrasinin kurulması olanaksızdır.
İyi kötü işleyen bir Türk demokrasisi varsa, daha doğrusu yakın zamanlara kadar vardı, bunun temelinde Atatürk'ün laik karakterli devrimlerinin olduğunu biraz tarih ve sosyoloji bilen herkes görebilir.
Kaç tane pkk var biliyor musunuz?
Cumhuriyet, kendini Allah'ın yerine falan koymadı.
Cumhuriyet; halkçı bir anlayışla, 7'den 70'e halkın aydınlanması için bir eğitim devrimi yaptı. Cumhuriyet, köye okul ve öğretmen götürdü.
Siz de cumhuriyetin o okullarından yetişmediniz mi?
Cumhuriyet; halkın kanını emen aşiret yapısına, ağalık düzenine, tarikat, cemaat baskısına, medrese kafasına karşı çıktı. Çağdaş uygarlık değerlerini savundu.
Cumhuriyet, kadına insanlık onuruna yakışır haklar verdi.
Cumhuriyet; bağımsız, üniter, laik bir ulus devlet olarak kuruldu.
Atatürk; Lozan'da elde edilen barışı, yurtta barış, dünyada barış formülüyle bir barış düzeni haline getirdi.
Cumhuriyet; uzak, yakın, neredeyse tüm ülkelerle iyi ilişkiler kurdu.
O cumhuriyet; etrafı ateş çemberi ile çevrili bu coğrafyada, şimdilik 101 yıldır yeni bir savaşın parçası olmadı.
Başı sıkışan herkes soluğu Türkiye'de aldı, alıyor.
Cumhuriyet dine değil yobazlığa karşı çıktı.
Camiler açıktı.
Cumhuriyeti kuranlar savaşta zarar görmüş ve tarihi değeri olan camileri tamir ettiler.
Kuran'ı Türkçeye tefsir ettirdiler. Dini bayramlar özgürce kutlandı. Ezan hep okundu.
Ezanın 1932'den itibaren Türkçe okunmasını 'Allah'ı yasakladılar!' diye açıklamak ise düpedüz bir aldatmacadır.
Türk ulusunun Allah'a, kendi dilinde, tanrı diye seslenmesinden daha doğal ne olabilir.
Bundan ancak Arap hayranları ve Türkçeye düşman olanlar rahatsız olur.
Bu Cumhuriyeti sokakta bulmadık. Bu Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanıp her fırsatta bu cumhuriyete saldırdığınızda karşınızda beni bulacaksınız."
Sinan Meydan
***
DİP NOT:
"Cumhuriyetin Hıyrını görmeyen" İnsan, İlk, Orta, Lise ve Üniversite'yi Türkiye Cımhırıyetinde beleş okumuş ama yetmemiş.
Hıyarını görmediği Türkiye Cumhuriyeti'nde 5 dönem Vekillik yapmış, Devletin tüm maddi imkanlarını salına kadar kullanmış ama yine de hıyrını görmemiş.
Kalp krizi geçirince Hıyarını görmediği Türkiye için bir saat içinde Türkiye'nin en iyi kalp cerrahlarını ameliyatı masasının etrafında toplamış...
Hıyrını görmediği Türkiye Cumhuriyeti'in Valisi ve Rektörü sabaha kadar hastahane koridorunda nöbeti tutmuş...
Ülen tüm bunlara resmen eğer sen "Türkiye Cumhuriyeti'nin hıyrını görmemişsen" biz olsa olsa CIMHIRİYETİN HIYARINI görmüşüz...
Sanırım Kandil'in HIYRINI daha çok görmüştür.
1 ay önce
Cuma gecemiz, günümüz mübarek olsun.Rabbim başta Filistin, Doğu Türkistan,Arakan olmak üzere dünya üzerinde ne kadar zulüm gören müslüman varsa hepsini refaha kavuştursun.Bu zulümleri revan görenleri kâhrı perişan etsin,cehennemin dibine göndersin.. amiiin...🤲🏻
2 ay önce
İsrail, Türkiye’ye meydan okurken...
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto ile ortak basın toplantısında, “Önümüzdeki dönemde Gazze'nin yeniden inşasında ve Filistin davasının savunulmasında Endonezya ile birlikte çalışmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da, Antalya Diplomasi Forumu'nda konuştu ve Filistinlileri yerinden eden bir anlaşmaya Türkiye’nin evet demeyeceğini belirterek “Katar, Mısır ve ABD'nin öncülük ettiği ateşkes görüşmelerini destekliyoruz. Arap ligi tarafından kabul edilen Gazze'nin yeniden inşası planını destekliyoruz. İsrail'e Filistinlilerle barışma ve ateşkes ilan etme çağrısında bulunuyoruz.” dedi.
İki konuşmayı birlikte değerlendirirsek, Gazze’nin yeniden inşası ihale edilmiş de ihale Türkiye’ye verilmiş gibi bir tablo ortaya çıkıyor!
İhale Türkiye’ye verilmişse, hak edişleri kim ödeyecek? Arap ligi mi?
***
Bu arada Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto’nun, “Gençken bir ikonum vardı, hayranlık duyduğum biri vardı; benim kahramanım benim ikonum Mustafa Kemal Atatürk'tü. Fatih Sultan Mehmet de idol ve kahramanlarımdan biriydi. Sadece Endonezya'da değil. Ben küresel güneyden bahsediyorum. Özellikle gelişmekte olan ülkelerden bahsediyorum. Tüm bu ülkelerde Mustafa Kemal bir idoldür ve bir örnektir, cesaretin bir temsilidir. Bir lider örneğidir, bir vatansever örneğidir. Bir vazgeçmeme örneğidir. Azim örneğidir.” sözleri TRT tarafından verilmedi ve Erdoğan-Dem Parti görüşmesi haberine geçildi!
Ne hazindir ki bugünkü Türkiye, açıkça söyleyemeseler de Atatürk’e kin güdenler tarafından yönetiliyor!
***
Bugünlerde bütün önemli haberler, İsrail etrafında oluşuyor! Jerusalem Post gazetesinin “İsrail'den Türkiye'ye: Suriye'deki asker konuşlandırmasında değişiklik, kırmızı çizgimizdir” başlıklı haberinde “Azerbaycan’da Türkiye ve İsrail heyetleri arasında yapılan görüşmelerde, tarafların bölgedeki çıkarlarını ortaya koyduğu ve güvenlik istikrarının sağlanması amacıyla diyaloğun sürdürülmesi konusunda mutabakata varıldığı belirtildi. Bir kaynak, İsrail'e tehlike oluşturacak herhangi bir eylemin Suriye hükümetini de riske atacağını söyledi” denildi.
İsrail, Hama’da Türkiye’nin hava savunma sistemi kurmak istediği askeri üssü bombalamıştı...
washingtoninstitute’de yayınlanan analizde ise “Ankara, Şam ile daha derin siyasi, ekonomik ve askeri iş birliği peşinde koşarken, İsrail'in sınır ötesi askeri müdahaleleri artıyor ve yetkililer Suriye'de silahsızlandırılmış bir bölge kurmak istediklerini belirtiyorlar. Washington ise şu anda Şara'nın eski bir cihatçı olarak görülmesi gerektiğine inananlar ile onunla etkileşime girmeye değer olduğuna inananlar arasında bölünmüş durumda. Dışişleri Bakanlığı, Washington'ın ülkeye uyguladığı Esad dönemi yaptırımlarını kaldırabilmesi için Şam'ın karşılaması gereken kriterlerin bir listesini yayınladı; o zamana kadar ABD yaptırımları ekonominin yeniden inşası önünde önemli bir engel olmaya devam ediyor.” denildi.
***
Milli Savunma Bakanlığı eski genel sekreteri Ümit Yalım, Yunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dimitrios Choupis’in, 3 Nisan 2025’de Aydın İl sınırları içinde bulunan Bulamaç Adası’na, 04 Nisan 2025’de de Muğla İl sınırları içinde bulunan Kalolimnoz ve Keçi adalarına gelerek Yunan bayrağı altında Türkiye’ye meydan okuduğunu açıkladı.
Yalım, “Genelkurmay Başkanı Metin Gürak, 04 Nisan 2025’de, İspanya’da NATO Birleşik Hava Harekât Merkezi’nde brifing alırken, Mevkidaşı Yunan Genelkurmay Başkanı Dimitrios’u taşıyan Yunan Askeri Helikopteri, Türk Hava Sahasını ihlal ediyordu.” dedi.
Ayrıca Ege´de düzenlenen Iniochos 2025 hava tatbikatına, ABD ve Yunanistan öncülüğünde İsrail, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kıbrıs Rum Kesimi, Hindistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Polonya, Slovenya ve İspanya katıldı.
Şalom gazetesi, “Tatbikatın amacı, Doğu Akdeniz’de istikrarı sağlamak ve ticaret yollarının güvenliğini garanti altına almak olarak açıklandı. Ancak organizasyonda Türkiye'nin yer almaması, bölgesel güç dengeleri açısından dikkat çeken bir gelişme oldu.” diye yazdı.
Türkiye, Ege’de Mavi Vatan’ı da kendi adalarını da fiilen bırakmış durumda...
***
Toparlayalım... İsrail, ABD ve İngiltere desteğinde, Filistin’de, Suriye’de ve Ege’nin her yerinde Türkiye’ye meydan okuyor. Yunanistan, Türk adaların işgal etti, hava sahasını ihlal ediyor ve Kıbrıs Rum Kesimi, Türk Cumhuriyetleri tarafından Kıbrıs devleti olarak tanındı!
Bu aşamada PKK, Suriye’deki MOSSAD destekli SDG’ye yani YPG’ye katıldı bile. Bunu açıklayan da Hakan Fidan’dır. Fidan, “PKK'nın 2 bine yakın kadrosu şu anda SDG yönetiminin tepesinde oturuyor.” demişti.
Türkiye, dört bir taraftan sıkıştırılırken Erdoğan, Gazze’yi yeniden inşa etmekten söz ediyor!
Arslan Bulut
12 Nişan 2025
Yeniçağ Gazetesi
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto ile ortak basın toplantısında, “Önümüzdeki dönemde Gazze'nin yeniden inşasında ve Filistin davasının savunulmasında Endonezya ile birlikte çalışmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da, Antalya Diplomasi Forumu'nda konuştu ve Filistinlileri yerinden eden bir anlaşmaya Türkiye’nin evet demeyeceğini belirterek “Katar, Mısır ve ABD'nin öncülük ettiği ateşkes görüşmelerini destekliyoruz. Arap ligi tarafından kabul edilen Gazze'nin yeniden inşası planını destekliyoruz. İsrail'e Filistinlilerle barışma ve ateşkes ilan etme çağrısında bulunuyoruz.” dedi.
İki konuşmayı birlikte değerlendirirsek, Gazze’nin yeniden inşası ihale edilmiş de ihale Türkiye’ye verilmiş gibi bir tablo ortaya çıkıyor!
İhale Türkiye’ye verilmişse, hak edişleri kim ödeyecek? Arap ligi mi?
***
Bu arada Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto’nun, “Gençken bir ikonum vardı, hayranlık duyduğum biri vardı; benim kahramanım benim ikonum Mustafa Kemal Atatürk'tü. Fatih Sultan Mehmet de idol ve kahramanlarımdan biriydi. Sadece Endonezya'da değil. Ben küresel güneyden bahsediyorum. Özellikle gelişmekte olan ülkelerden bahsediyorum. Tüm bu ülkelerde Mustafa Kemal bir idoldür ve bir örnektir, cesaretin bir temsilidir. Bir lider örneğidir, bir vatansever örneğidir. Bir vazgeçmeme örneğidir. Azim örneğidir.” sözleri TRT tarafından verilmedi ve Erdoğan-Dem Parti görüşmesi haberine geçildi!
Ne hazindir ki bugünkü Türkiye, açıkça söyleyemeseler de Atatürk’e kin güdenler tarafından yönetiliyor!
***
Bugünlerde bütün önemli haberler, İsrail etrafında oluşuyor! Jerusalem Post gazetesinin “İsrail'den Türkiye'ye: Suriye'deki asker konuşlandırmasında değişiklik, kırmızı çizgimizdir” başlıklı haberinde “Azerbaycan’da Türkiye ve İsrail heyetleri arasında yapılan görüşmelerde, tarafların bölgedeki çıkarlarını ortaya koyduğu ve güvenlik istikrarının sağlanması amacıyla diyaloğun sürdürülmesi konusunda mutabakata varıldığı belirtildi. Bir kaynak, İsrail'e tehlike oluşturacak herhangi bir eylemin Suriye hükümetini de riske atacağını söyledi” denildi.
İsrail, Hama’da Türkiye’nin hava savunma sistemi kurmak istediği askeri üssü bombalamıştı...
washingtoninstitute’de yayınlanan analizde ise “Ankara, Şam ile daha derin siyasi, ekonomik ve askeri iş birliği peşinde koşarken, İsrail'in sınır ötesi askeri müdahaleleri artıyor ve yetkililer Suriye'de silahsızlandırılmış bir bölge kurmak istediklerini belirtiyorlar. Washington ise şu anda Şara'nın eski bir cihatçı olarak görülmesi gerektiğine inananlar ile onunla etkileşime girmeye değer olduğuna inananlar arasında bölünmüş durumda. Dışişleri Bakanlığı, Washington'ın ülkeye uyguladığı Esad dönemi yaptırımlarını kaldırabilmesi için Şam'ın karşılaması gereken kriterlerin bir listesini yayınladı; o zamana kadar ABD yaptırımları ekonominin yeniden inşası önünde önemli bir engel olmaya devam ediyor.” denildi.
***
Milli Savunma Bakanlığı eski genel sekreteri Ümit Yalım, Yunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dimitrios Choupis’in, 3 Nisan 2025’de Aydın İl sınırları içinde bulunan Bulamaç Adası’na, 04 Nisan 2025’de de Muğla İl sınırları içinde bulunan Kalolimnoz ve Keçi adalarına gelerek Yunan bayrağı altında Türkiye’ye meydan okuduğunu açıkladı.
Yalım, “Genelkurmay Başkanı Metin Gürak, 04 Nisan 2025’de, İspanya’da NATO Birleşik Hava Harekât Merkezi’nde brifing alırken, Mevkidaşı Yunan Genelkurmay Başkanı Dimitrios’u taşıyan Yunan Askeri Helikopteri, Türk Hava Sahasını ihlal ediyordu.” dedi.
Ayrıca Ege´de düzenlenen Iniochos 2025 hava tatbikatına, ABD ve Yunanistan öncülüğünde İsrail, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kıbrıs Rum Kesimi, Hindistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Polonya, Slovenya ve İspanya katıldı.
Şalom gazetesi, “Tatbikatın amacı, Doğu Akdeniz’de istikrarı sağlamak ve ticaret yollarının güvenliğini garanti altına almak olarak açıklandı. Ancak organizasyonda Türkiye'nin yer almaması, bölgesel güç dengeleri açısından dikkat çeken bir gelişme oldu.” diye yazdı.
Türkiye, Ege’de Mavi Vatan’ı da kendi adalarını da fiilen bırakmış durumda...
***
Toparlayalım... İsrail, ABD ve İngiltere desteğinde, Filistin’de, Suriye’de ve Ege’nin her yerinde Türkiye’ye meydan okuyor. Yunanistan, Türk adaların işgal etti, hava sahasını ihlal ediyor ve Kıbrıs Rum Kesimi, Türk Cumhuriyetleri tarafından Kıbrıs devleti olarak tanındı!
Bu aşamada PKK, Suriye’deki MOSSAD destekli SDG’ye yani YPG’ye katıldı bile. Bunu açıklayan da Hakan Fidan’dır. Fidan, “PKK'nın 2 bine yakın kadrosu şu anda SDG yönetiminin tepesinde oturuyor.” demişti.
Türkiye, dört bir taraftan sıkıştırılırken Erdoğan, Gazze’yi yeniden inşa etmekten söz ediyor!
Arslan Bulut
12 Nişan 2025
Yeniçağ Gazetesi
2 ay önce
Gazze'yí Konuş , anlat , Haykır
#GazzeyíUnutmaUnutturma 🇵🇸
GAZZE'YÍ
KONUŞACAK
TEK SEN
KALMIŞSIN GÍBÍ
HAYKIRMAYA
DEVAM ET !
-----------------
Fílístín őzgűr olana kadar Susmayacağız ☝🏻
#GazzeyíUnutmaUnutturma 🇵🇸
GAZZE'YÍ
KONUŞACAK
TEK SEN
KALMIŞSIN GÍBÍ
HAYKIRMAYA
DEVAM ET !
-----------------
Fílístín őzgűr olana kadar Susmayacağız ☝🏻
2 ay önce
Gazze'yí Konuş , anlat , Haykır
#GazzeyíUnutmaUnutturma 🇵🇸
GAZZE'YÍ
KONUŞACAK
TEK SEN
KALMIŞSIN GÍBÍ
HAYKIRMAYA
DEVAM ET !
-----------------
Fílístín őzgűr olana kadar Susmayacağız ☝🏻
#GazzeyíUnutmaUnutturma 🇵🇸
GAZZE'YÍ
KONUŞACAK
TEK SEN
KALMIŞSIN GÍBÍ
HAYKIRMAYA
DEVAM ET !
-----------------
Fílístín őzgűr olana kadar Susmayacağız ☝🏻
2 ay önce
YAŞI 50/75 ARASI OLANLAR MUTLAKA OKUYUN
Bir solukta okuyacağınız çok güzel bir yazı.
Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…....
PEKİ KİM BUNLAR
1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı
70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…
Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…
Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş,
bir garip nesil…
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…
Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…
Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…
Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar
bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…
Harp görmüş, darp görmüş…
Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş…
Karakolda sorgu da Filistin askısını, ceza evinde isyanla tanışmış.
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…
Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş,
direnç abidesi bir nesil...
Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış.
68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları,
ipe sapa gelmeyen savaşçıları da bu neslin temsilcileri tarihe adlarını kanları ile yazmıştır…
Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız
bu vatanı sevmiş…
1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…
Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…
Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…
Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…
Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış.
Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…
Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğan dinazorlar…
İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının.…
Bunlara iyi bakın,Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…
Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?
Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…
Dozer gibi dünya milletleri geçti…
Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…
Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…
Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…
Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…
Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…
Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…
Yani bu 1950 ve 1970 yılları arasında doğan dinazorlar tam bir müzelik antika nesildir…
Onun için 1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba,
amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!
Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…
Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır...
Alıntı
Bir solukta okuyacağınız çok güzel bir yazı.
Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…....
PEKİ KİM BUNLAR
1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı
70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..
Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…
Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…
Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş,
bir garip nesil…
Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…
Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…
Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…
Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar
bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…
Harp görmüş, darp görmüş…
Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş…
Karakolda sorgu da Filistin askısını, ceza evinde isyanla tanışmış.
En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…
En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…
Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş,
direnç abidesi bir nesil...
Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış.
68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları,
ipe sapa gelmeyen savaşçıları da bu neslin temsilcileri tarihe adlarını kanları ile yazmıştır…
Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız
bu vatanı sevmiş…
1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…
Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…
Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…
Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…
Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış.
Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…
Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğan dinazorlar…
İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının.…
Bunlara iyi bakın,Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…
Bunların üretimi sonlandı…
Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…
Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?
Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…
Dozer gibi dünya milletleri geçti…
Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…
Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…
Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…
Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…
Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…
Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…
Yani bu 1950 ve 1970 yılları arasında doğan dinazorlar tam bir müzelik antika nesildir…
Onun için 1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba,
amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!
Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…
Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…
Sonra arar da bulamazsınız…
Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır...
Alıntı
2 ay önce
Surıye'de SEDNEYA,Türkiye'de MAMAK...
Suriye'de Esat,Türkiye'de Evren vb diktatörler
FIRAVUNLARINN SONU
(Sıtkı ŞEREMETLİ)
Dünyanın meşhur diktatörleri vardır.
Eski çağlara ''Firavun''gibi
Yakın tarihte Hitler,Mussoluni,Stalin vb.gibi.
Türkiyede'de unutulmayacak bir diktatör vardır;''Kenan EVREN''
Öncelikle şu tespiti iyi yapalım:''Kenan EVREN kahraman Türk ordusunun bir komutanı değildir.O,işgalci ABD ordusunun Türkiye'yi ele geçirmeye çalışan hain bir emir eridir.''
Darbe yaptı.
Binlerce insana zulmetti.
Adaleti katletti.
İnsanları mahkemeye çıkarmadan idam etti.
Koskoca ülkeyi çık hapishane haline çevirdi.
Bu dönemde kendini ''Firavun''zannetti.
Ve de başında bulunduğu zulüm dönemi hiç bitmeyecek zannetti.
Lakin bitti.
Ordudan atıldı.
Elleri ile diktiği heykelleri yıkıldı.
Koskoca bir millet arkasından lanet etti.
Yaşarken bir zalimin yaşayabileceği en aşağılık günleri yaşadı.
Öyleki,ölmek istedi.
KEŞKE ALLAH BU KADAR YAŞATMASAYDI
Daha önce halk yargılanmasını isterse intihar edeceğini açıklayan Kenan Evren yaşamının son günlerinde yine benzer bir çıkışta bulunarak "Çok yaşamak da iyi değil. Keşke Allah bu kadar yaşatmasaydı. Ölseydim de bugünleri görmeseydim." dedi.
ZALİM BİR HAİN
Ve öldü.
Cenazesinde kimse yoktu.
Ardından rahmet okuyan olmadı.
Tarihe ''Devlet Başkanı'' olarak değil,''Zalim bir HAİN''olarak geçti
Tarih en adil hüküm sahibidir
Tarih herkesi zaman içinde hak ettiği yere koyuyor.
Diktatör Kenan EVREN ve cuntacı arkadaşları bugün lanet ile anılırken
onların idam ettikleri ''Kahraman''olarak anılıyor.
Zindanlara atıp zulmettikleri ''Başı dik,şerefli insanlar''olarak yaşamlarını sürdürüyor.
İŞKENCE VE 12 EYLÜL
12 Eylül sabahında Kenan Evren başkanlığındaki Darbe yönetimi daha önceden hazırladığı programı uygulamaya geçirerek on binlerce Ülkücüyü tutuklamıştır.Özel kurulan işkencehanelerde Ülkücüler vahşet derecesinde işkencelere tabi tutulmuştur."
12 EYLÜL'ÜN İŞKENCE METODLARI
12 Eylül hakkında gerçek hükmü verebilmek için 12 Eylül işkencelerinin ne olduğunu bilmek gerekir.Falaka en bilinen metoddur.Ama tutukluluk ve sorgu dönemlerinde işkencecilerin iyi bildikleri ve pek çok Ülkücüye ahlaksızca uyguladıkları daha pek çok işkence metodu vardır.FİLİSTİN ASKISI'larına astılar gençleri.ELEKTİRK verdiler tutuklu gençlere.Ayrıca pek çok çeşidi ile nice manevi işkenceler yaptılar.Bunların hepsini burada sayabilmem elbetteki mümkün değildir.
xxx
Bunları niçin yazdım?
Komşumuz Suriye'de diktatör Esat ülkesinden kaçtı
Bu kaçıştan sonra Suriye'de yaşanan zulüm ortaya çıktı
SEDNEYA Hapishanesinde yaşanan zulüm ve işkenceler gözler önüne serildi
Böyle acı bir dönemi 1980 darbesinde bizler de yaşadık
Orada yaşananları en iyi biz anlarız
Şimdi Suriye ve SEDNEYA Hapishanesi gerçeklerine birlikte bakalım
XXX
''Suriye'de devrilen rejimin Sednaya Hapishanesi'ndeki işkence ve öldürme sistematiği vahşeti gözler önüne seriyor
Suriye'de devrilen Beşşar Esed rejiminin işkence merkezi olarak bilinen Sednaya Hapishanesi'nde tutsaklar yerleşkeye gelir gelmez işkenceler başlarken, yargısız infazlar sonucu öldürülen tutsakların cesetleri toplu mezarlara gömüldü.
Suriye'de devrilen rejimin Sednaya Hapishanesi'ndeki işkence ve öldürme sistematiği vahşeti gözler önüne seriyor
Çöken rejimin Savunma Bakanlığına bağlı Sednaya Askeri Hapishanesi, 2011'de Suriye iç savaşının başlamasıyla gelişen olayların ardından alıkonulan rejim karşıtı göstericilerin tutulduğu ve işkence gördüğü yer olarak biliniyor.
Suriye'de devrilen rejim 50'den fazla merkezde 72 ayrı işkence uyguladı
Suriye'de Sednaya'daki gizli bölmeleri araştıran ekipler, cezaevinde gizli alan bulunmadığını açıkladı
Esed rejiminin kısa süre önce işkenceyle öldürdüğü kişilerin cesetlerini görüntülendi
Başkent Şam'a yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta bulunan cezaevinde alıkonulan binlerce kişi rejim güçleri tarafından sessiz ve sistematik şekilde öldürüldü.
Uluslararası kuruluşların raporları, rejimin, Sednaya'da "toplu idam" yoluyla yargısız infazlar yaptığını, alıkoyduklarını kasıtlı şekilde insanlık dışı koşullarda tuttuğunu, onlara defalarca işkence yaptığını ve sistematik olarak yiyecek, su, ilaç ve tıbbi bakımdan mahrum bıraktığını gösteriyor.
"Beyaz bina" ile "kırmızı bina"
Sednaya'daki işkence ve infazlara ilişkin açık kaynaklardan derlenen bilgilere göre, cezaevi yerleşkesinde, "beyaz bina" ve "kırmızı bina" olarak adlandırılan 2 gözaltı tesisi bulunuyor.
"Kırmızı bina"da tutulanların çoğunluğunu 2011'den bu yana alıkonulan siviller oluştururken, "beyaz bina"da ise rejime "sadakatsizlik ettiği" gerekçesiyle alıkonulan subay ve askerler yer aldı. Tutsaklar, genellikle Şam'ın Mezze bölgesinde bulunan askeri mahkemelerden birinde adaletsiz yargılamalarla karşı karşıya kalmalarının ardından bu binalara transfer edildi.
Eski cezaevi yetkilileri ve tutsakların demeçlerine göre, 2011'den bu yana kırmızı binada tutulan kişilerin çoğunluğunu, Suriye rejiminin kendilerine muhalif gördüğü toplumun her kesiminden siviller oluşturdu.
İşkenceler, tutsaklar yerleşkeye gelir gelmez başlıyor
Eski tutsaklar, devrilen rejimin güvenlik güçlerinin çeşitli birimlerinden Sednaya'ya "et dolabı" olarak adlandırılan beyaz kamyonlarla nakledildiklerini anlattı.
Cezaevine vardıklarında, hapishane yetkililerince "hoş geldin partisi" olarak isimlendirilen şiddetli dayağa ve işkenceye maruz kaldıklarını belirten tutsaklar, bu dayaklar sırasında genellikle kafalarına darbe aldıklarını ve bazı arkadaşlarının bu nedenle öldüğünü kaydetti.
Bu uygulamayı teyit eden eski bir cezaevi yetkilisi, "Gelen beyaz kamyonun içinde genellikle 50 ila 60 kişi bulunurdu. Bu kişilerin gözleri bağlı olurdu. İki gardiyan aracın yanına gider ve onları kamyondan atmaya başlardı. Yüzüklerini, saatlerini, her şeylerini alırdı. Gardiyanlar isimleri kayıt altına alırken, onları tekmeler ve döverdi." ifadelerini kullandı.
Alıkonulanların, daha sonra 5 ila 15 kişilik gruplar halinde gardiyanlar arasında "yalnızlar" olarak adlandırılan yeraltı hücrelerine götürüldüğü kaydedildi.
İşkence yöntemleri
Sednaya'daki düzenli ve yoğun fiziksel şiddet en yaygın işkence yöntemi olarak kullanıldı. Tutsaklar, maruz kaldıkları şiddetin, bazen ömür boyu sürecek hasara ve sakatlığa yol açtığını söyledi.
Raporlar, rejimin, Sednaya'da alıkoyduklarını kasıtlı şekilde insanlık dışı koşullarda tuttuğunu ve sistematik olarak yiyecek, su, ilaç ile tıbbi bakımdan mahrum bıraktığını gösterdi.
Tutsaklara yeterli gıda verilmediğine, bunun da yetersiz beslenme ve açlığa yol açtığına işaret eden raporlarda, bu kişilerin, kişisel ve tıbbi bakıma erişimlerinin engellenmesi neticesinde enfeksiyon ve uyuz gibi hastalıkların sık sık yayıldığı kaydedildi.
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) raporuna göre, Baas rejimi fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet içeren 72 ayrı işkence türü uyguladı.
Rejimin fiziksel işkence uygulamaları arasında, mağdurun vücudunun farklı yerlerine kaynar su dökme, başını suya sokarak boğma hissi verme, elektrikli sopayla vücuduna elektrik verme, mağduru çıplak bir şekilde metal sandalyeye oturtarak sandalyeye elektrik verme, naylon poşeti yakarak vücuduna damlatma, bedeninde sigara söndürme, mağdurun parmaklarını, saçlarını ve kulaklarını çakmakla yakma, ısıtılmış metali bedenin farklı bölgelerine değdirerek cildi yakma, bedene kızgın yağ damlatma, yanıcı böcek ilaçlarını üzerine dökerek yakma gibi insanlık dışı yöntemler yer aldı.
"İnfaz odası"
Kırmızı binada bulunan binlerce kişi, insanlık dışı koşullarda tutulduktan sonra gizli yargısız infazlarla öldürüldü.
Tutsaklar, genellikle "toplu idam" şeklinde gerçekleşen infazlardan önce Şam'ın El Kabun Mahallesi'nde bulunan Askeri Saha Mahkemesi'nde 1 veya 3 dakika süren "duruşmalarda" ölüme mahkum edildi.
Sednaya yetkilileri, "parti" olarak adlandırdıkları idamları gerçekleştirdikleri gün, tutsakları hücrelerinden sivil bir cezaevine nakledileceklerini söyleyerek topladı. Bunun yerine kırmızı binanın bodrum katında bulunan bir hücreye getirilen tutsaklar, 2 ya da 3 saat boyunca fiziksel şiddete maruz kaldı.
Tutsaklar, gecenin bir yarısı gözleri bağlanarak kamyonlar ve minibüslerle, beyaz binanın güneydoğu köşesinde bulunan "infaz odasına" götürüldü.
Süreç boyunca kurbanların gözleri bağlı kaldı ve ölüm cezasına çarptırıldıkları kendilerine infaz gerçekleştirilmeden sadece birkaç dakika önce söylendi.
Raporlarda, 2011 ile 2015 yılları arasında her hafta, bazen de iki haftada bir yaklaşık 50 kişinin asıldığı kaydedildi.
Cesetler, Şam yakınlarındaki toplu mezarlara taşınıyor
İnfaz gerçekleştirildikten sonra kurbanların cesetleri kamyonlara yüklendi ve kayıt tutulması için Şam'daki Tişrin Askeri Hastanesi'ne taşındı.
Sednaya'daki eski cezaevi yetkilileri ile Tişrin Hastanesi'nde görevli doktorlara göre, bu tıbbi raporlarda ve ölüm belgelerinde ölüm nedeni olarak ya kalp ya da solunum yetmezliği gösterildi.
Ölümleri hastanede kayıt altına alındıktan sonra cesetler, Tişrin'deki morga ve oradan da toplu mezarlara gönderildi.
Bu mezarl
Suriye'de Esat,Türkiye'de Evren vb diktatörler
FIRAVUNLARINN SONU
(Sıtkı ŞEREMETLİ)
Dünyanın meşhur diktatörleri vardır.
Eski çağlara ''Firavun''gibi
Yakın tarihte Hitler,Mussoluni,Stalin vb.gibi.
Türkiyede'de unutulmayacak bir diktatör vardır;''Kenan EVREN''
Öncelikle şu tespiti iyi yapalım:''Kenan EVREN kahraman Türk ordusunun bir komutanı değildir.O,işgalci ABD ordusunun Türkiye'yi ele geçirmeye çalışan hain bir emir eridir.''
Darbe yaptı.
Binlerce insana zulmetti.
Adaleti katletti.
İnsanları mahkemeye çıkarmadan idam etti.
Koskoca ülkeyi çık hapishane haline çevirdi.
Bu dönemde kendini ''Firavun''zannetti.
Ve de başında bulunduğu zulüm dönemi hiç bitmeyecek zannetti.
Lakin bitti.
Ordudan atıldı.
Elleri ile diktiği heykelleri yıkıldı.
Koskoca bir millet arkasından lanet etti.
Yaşarken bir zalimin yaşayabileceği en aşağılık günleri yaşadı.
Öyleki,ölmek istedi.
KEŞKE ALLAH BU KADAR YAŞATMASAYDI
Daha önce halk yargılanmasını isterse intihar edeceğini açıklayan Kenan Evren yaşamının son günlerinde yine benzer bir çıkışta bulunarak "Çok yaşamak da iyi değil. Keşke Allah bu kadar yaşatmasaydı. Ölseydim de bugünleri görmeseydim." dedi.
ZALİM BİR HAİN
Ve öldü.
Cenazesinde kimse yoktu.
Ardından rahmet okuyan olmadı.
Tarihe ''Devlet Başkanı'' olarak değil,''Zalim bir HAİN''olarak geçti
Tarih en adil hüküm sahibidir
Tarih herkesi zaman içinde hak ettiği yere koyuyor.
Diktatör Kenan EVREN ve cuntacı arkadaşları bugün lanet ile anılırken
onların idam ettikleri ''Kahraman''olarak anılıyor.
Zindanlara atıp zulmettikleri ''Başı dik,şerefli insanlar''olarak yaşamlarını sürdürüyor.
İŞKENCE VE 12 EYLÜL
12 Eylül sabahında Kenan Evren başkanlığındaki Darbe yönetimi daha önceden hazırladığı programı uygulamaya geçirerek on binlerce Ülkücüyü tutuklamıştır.Özel kurulan işkencehanelerde Ülkücüler vahşet derecesinde işkencelere tabi tutulmuştur."
12 EYLÜL'ÜN İŞKENCE METODLARI
12 Eylül hakkında gerçek hükmü verebilmek için 12 Eylül işkencelerinin ne olduğunu bilmek gerekir.Falaka en bilinen metoddur.Ama tutukluluk ve sorgu dönemlerinde işkencecilerin iyi bildikleri ve pek çok Ülkücüye ahlaksızca uyguladıkları daha pek çok işkence metodu vardır.FİLİSTİN ASKISI'larına astılar gençleri.ELEKTİRK verdiler tutuklu gençlere.Ayrıca pek çok çeşidi ile nice manevi işkenceler yaptılar.Bunların hepsini burada sayabilmem elbetteki mümkün değildir.
xxx
Bunları niçin yazdım?
Komşumuz Suriye'de diktatör Esat ülkesinden kaçtı
Bu kaçıştan sonra Suriye'de yaşanan zulüm ortaya çıktı
SEDNEYA Hapishanesinde yaşanan zulüm ve işkenceler gözler önüne serildi
Böyle acı bir dönemi 1980 darbesinde bizler de yaşadık
Orada yaşananları en iyi biz anlarız
Şimdi Suriye ve SEDNEYA Hapishanesi gerçeklerine birlikte bakalım
XXX
''Suriye'de devrilen rejimin Sednaya Hapishanesi'ndeki işkence ve öldürme sistematiği vahşeti gözler önüne seriyor
Suriye'de devrilen Beşşar Esed rejiminin işkence merkezi olarak bilinen Sednaya Hapishanesi'nde tutsaklar yerleşkeye gelir gelmez işkenceler başlarken, yargısız infazlar sonucu öldürülen tutsakların cesetleri toplu mezarlara gömüldü.
Suriye'de devrilen rejimin Sednaya Hapishanesi'ndeki işkence ve öldürme sistematiği vahşeti gözler önüne seriyor
Çöken rejimin Savunma Bakanlığına bağlı Sednaya Askeri Hapishanesi, 2011'de Suriye iç savaşının başlamasıyla gelişen olayların ardından alıkonulan rejim karşıtı göstericilerin tutulduğu ve işkence gördüğü yer olarak biliniyor.
Suriye'de devrilen rejim 50'den fazla merkezde 72 ayrı işkence uyguladı
Suriye'de Sednaya'daki gizli bölmeleri araştıran ekipler, cezaevinde gizli alan bulunmadığını açıkladı
Esed rejiminin kısa süre önce işkenceyle öldürdüğü kişilerin cesetlerini görüntülendi
Başkent Şam'a yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta bulunan cezaevinde alıkonulan binlerce kişi rejim güçleri tarafından sessiz ve sistematik şekilde öldürüldü.
Uluslararası kuruluşların raporları, rejimin, Sednaya'da "toplu idam" yoluyla yargısız infazlar yaptığını, alıkoyduklarını kasıtlı şekilde insanlık dışı koşullarda tuttuğunu, onlara defalarca işkence yaptığını ve sistematik olarak yiyecek, su, ilaç ve tıbbi bakımdan mahrum bıraktığını gösteriyor.
"Beyaz bina" ile "kırmızı bina"
Sednaya'daki işkence ve infazlara ilişkin açık kaynaklardan derlenen bilgilere göre, cezaevi yerleşkesinde, "beyaz bina" ve "kırmızı bina" olarak adlandırılan 2 gözaltı tesisi bulunuyor.
"Kırmızı bina"da tutulanların çoğunluğunu 2011'den bu yana alıkonulan siviller oluştururken, "beyaz bina"da ise rejime "sadakatsizlik ettiği" gerekçesiyle alıkonulan subay ve askerler yer aldı. Tutsaklar, genellikle Şam'ın Mezze bölgesinde bulunan askeri mahkemelerden birinde adaletsiz yargılamalarla karşı karşıya kalmalarının ardından bu binalara transfer edildi.
Eski cezaevi yetkilileri ve tutsakların demeçlerine göre, 2011'den bu yana kırmızı binada tutulan kişilerin çoğunluğunu, Suriye rejiminin kendilerine muhalif gördüğü toplumun her kesiminden siviller oluşturdu.
İşkenceler, tutsaklar yerleşkeye gelir gelmez başlıyor
Eski tutsaklar, devrilen rejimin güvenlik güçlerinin çeşitli birimlerinden Sednaya'ya "et dolabı" olarak adlandırılan beyaz kamyonlarla nakledildiklerini anlattı.
Cezaevine vardıklarında, hapishane yetkililerince "hoş geldin partisi" olarak isimlendirilen şiddetli dayağa ve işkenceye maruz kaldıklarını belirten tutsaklar, bu dayaklar sırasında genellikle kafalarına darbe aldıklarını ve bazı arkadaşlarının bu nedenle öldüğünü kaydetti.
Bu uygulamayı teyit eden eski bir cezaevi yetkilisi, "Gelen beyaz kamyonun içinde genellikle 50 ila 60 kişi bulunurdu. Bu kişilerin gözleri bağlı olurdu. İki gardiyan aracın yanına gider ve onları kamyondan atmaya başlardı. Yüzüklerini, saatlerini, her şeylerini alırdı. Gardiyanlar isimleri kayıt altına alırken, onları tekmeler ve döverdi." ifadelerini kullandı.
Alıkonulanların, daha sonra 5 ila 15 kişilik gruplar halinde gardiyanlar arasında "yalnızlar" olarak adlandırılan yeraltı hücrelerine götürüldüğü kaydedildi.
İşkence yöntemleri
Sednaya'daki düzenli ve yoğun fiziksel şiddet en yaygın işkence yöntemi olarak kullanıldı. Tutsaklar, maruz kaldıkları şiddetin, bazen ömür boyu sürecek hasara ve sakatlığa yol açtığını söyledi.
Raporlar, rejimin, Sednaya'da alıkoyduklarını kasıtlı şekilde insanlık dışı koşullarda tuttuğunu ve sistematik olarak yiyecek, su, ilaç ile tıbbi bakımdan mahrum bıraktığını gösterdi.
Tutsaklara yeterli gıda verilmediğine, bunun da yetersiz beslenme ve açlığa yol açtığına işaret eden raporlarda, bu kişilerin, kişisel ve tıbbi bakıma erişimlerinin engellenmesi neticesinde enfeksiyon ve uyuz gibi hastalıkların sık sık yayıldığı kaydedildi.
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) raporuna göre, Baas rejimi fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet içeren 72 ayrı işkence türü uyguladı.
Rejimin fiziksel işkence uygulamaları arasında, mağdurun vücudunun farklı yerlerine kaynar su dökme, başını suya sokarak boğma hissi verme, elektrikli sopayla vücuduna elektrik verme, mağduru çıplak bir şekilde metal sandalyeye oturtarak sandalyeye elektrik verme, naylon poşeti yakarak vücuduna damlatma, bedeninde sigara söndürme, mağdurun parmaklarını, saçlarını ve kulaklarını çakmakla yakma, ısıtılmış metali bedenin farklı bölgelerine değdirerek cildi yakma, bedene kızgın yağ damlatma, yanıcı böcek ilaçlarını üzerine dökerek yakma gibi insanlık dışı yöntemler yer aldı.
"İnfaz odası"
Kırmızı binada bulunan binlerce kişi, insanlık dışı koşullarda tutulduktan sonra gizli yargısız infazlarla öldürüldü.
Tutsaklar, genellikle "toplu idam" şeklinde gerçekleşen infazlardan önce Şam'ın El Kabun Mahallesi'nde bulunan Askeri Saha Mahkemesi'nde 1 veya 3 dakika süren "duruşmalarda" ölüme mahkum edildi.
Sednaya yetkilileri, "parti" olarak adlandırdıkları idamları gerçekleştirdikleri gün, tutsakları hücrelerinden sivil bir cezaevine nakledileceklerini söyleyerek topladı. Bunun yerine kırmızı binanın bodrum katında bulunan bir hücreye getirilen tutsaklar, 2 ya da 3 saat boyunca fiziksel şiddete maruz kaldı.
Tutsaklar, gecenin bir yarısı gözleri bağlanarak kamyonlar ve minibüslerle, beyaz binanın güneydoğu köşesinde bulunan "infaz odasına" götürüldü.
Süreç boyunca kurbanların gözleri bağlı kaldı ve ölüm cezasına çarptırıldıkları kendilerine infaz gerçekleştirilmeden sadece birkaç dakika önce söylendi.
Raporlarda, 2011 ile 2015 yılları arasında her hafta, bazen de iki haftada bir yaklaşık 50 kişinin asıldığı kaydedildi.
Cesetler, Şam yakınlarındaki toplu mezarlara taşınıyor
İnfaz gerçekleştirildikten sonra kurbanların cesetleri kamyonlara yüklendi ve kayıt tutulması için Şam'daki Tişrin Askeri Hastanesi'ne taşındı.
Sednaya'daki eski cezaevi yetkilileri ile Tişrin Hastanesi'nde görevli doktorlara göre, bu tıbbi raporlarda ve ölüm belgelerinde ölüm nedeni olarak ya kalp ya da solunum yetmezliği gösterildi.
Ölümleri hastanede kayıt altına alındıktan sonra cesetler, Tişrin'deki morga ve oradan da toplu mezarlara gönderildi.
Bu mezarl
2 ay önce
ÇANAKKALE SAVAŞI'NI KİM KAZANDI?
1915'de savaşın başlamasından önce İngilizler bir kart bastırdı. "Çanakkale'de Türkleri gökten inen azizlerle yeneceğiz" dediler. Onların azizleri gökten inerken geç kaldı, 57. Alay İngilizlere son darbeyi vurdu.
Osmanlı medrese hocalarını, öğrencilerini, imamları, tarikat müritlerini, şeyhleri askere almazdı. O yüzden Çanakkale Savaş'ında yoktular, Medine savunmasında yoktular, Suriye, Filistin cephelerinde yoktular...
İstanbul'daki medrese hocaları, tarikat müridleri de yan gelip yatarken hurafeler uydurdular:
"Çanakkale Savaşı'nı 'gökten inen azizler' değil bulutlardan inen yeşil sarıklılar kazandı."
Çanakkalede mermiler havada çarpışırken İstanbul'da hurafeler savaşı başlamıştı.
Çanakkale Savaşı'nda toplam şehit sayımız 55-60.000 arası. Peki, savaşı bulutlardan inen yeşil sarıklılar kazandıysa bu kadar şehidi niye verdik?.. Yeşil sarıklılar bulutlardan niye geç indiler?.. Ayıp etmediler mi yani?..
Ah bu İstanbul'da yan gelip yatan din tüccarları yok mu?.. İslam'ı hurafelerle doldurdukları yetmezmiş gibi tarihe de hurafe sokuşturdular.
Alper Aksoy
1915'de savaşın başlamasından önce İngilizler bir kart bastırdı. "Çanakkale'de Türkleri gökten inen azizlerle yeneceğiz" dediler. Onların azizleri gökten inerken geç kaldı, 57. Alay İngilizlere son darbeyi vurdu.
Osmanlı medrese hocalarını, öğrencilerini, imamları, tarikat müritlerini, şeyhleri askere almazdı. O yüzden Çanakkale Savaş'ında yoktular, Medine savunmasında yoktular, Suriye, Filistin cephelerinde yoktular...
İstanbul'daki medrese hocaları, tarikat müridleri de yan gelip yatarken hurafeler uydurdular:
"Çanakkale Savaşı'nı 'gökten inen azizler' değil bulutlardan inen yeşil sarıklılar kazandı."
Çanakkalede mermiler havada çarpışırken İstanbul'da hurafeler savaşı başlamıştı.
Çanakkale Savaşı'nda toplam şehit sayımız 55-60.000 arası. Peki, savaşı bulutlardan inen yeşil sarıklılar kazandıysa bu kadar şehidi niye verdik?.. Yeşil sarıklılar bulutlardan niye geç indiler?.. Ayıp etmediler mi yani?..
Ah bu İstanbul'da yan gelip yatan din tüccarları yok mu?.. İslam'ı hurafelerle doldurdukları yetmezmiş gibi tarihe de hurafe sokuşturdular.
Alper Aksoy
2 ay önce
TÜRKİYE CUMHURİYETİ BİZLERE NELER VERDİ
Tarihçi Sinan Meydan’dan DEM’li Sırrı Süreyya Önder’e cevap!
DEM Partili Sırrı Süreyya Önder:
"Türkiye Cumhuriyeti kurulurken kendisini Allah'ın yerine koydu.
Allah'ı sildiler." demiş.
Allah ile aldatan Sırrı Süreyya'ya yanıt Sinan Meydan'dan...
"Cumhuriyetin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyorsunuz.
Her şeyden önce Cumhuriyet sayesinde kul değil birey, tebaa değil yurttaşsınız.
Hatta; bugün o Cumhuriyetin meclisini yönetiyorsunuz.
Ama; her fırsatta, o Cumhuriyete saldırıyorsunuz.
Nasıl, rahat mı meclis koltukları? Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyetin, Atatürk'ün kurduğu meclisinden Atatürk'ün devrimleriyle elde ettiğiniz kazanımlarla Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti olur olmaz eleştirmek müthiş bir lüks olsa gerek?
Eğleniyor musunuz?
Suriye'de, Irak'ta, Filistin'de, Ortadoğu'da sizin gibi iyi koşullara sahip vekiller yok.
Ne vekili?
Meclis bile yok...
Bugün Türkiye'nin etrafında dinciliğin, mezhepçiliğin, etnik bölünmenin girdabında cihatçı çetelerin, terör örgütlerinin cirit attığı, yıllardır dikta rejimlerinin halkın kanını emdiği, emperyalizmin oyun alanına dönen Ortadoğu'da oluk oluk kan akarken, her gün çocuklar öldürülürken, insanlar demokrasi ve barışa hasret kalmışken, sizin hala Atatürk'ün kurduğu laik cumhuriyetin anlam ve önemini kavrayamamanız trajik doğrusu.
Cumhuriyet tabi ki eleştirilebilir. Ancak; cumhuriyeti şeriat hukuku yerine laik hukuku kabul ettiği için eleştirmek bağnazlık veya cehalet göstergesinden başka bir şey değildir.
Klasik siyasal İslamcı ağzıyla konuşuyorsunuz.
Neymiş?
Cumhuriyet kendini Allah'ın yerine koymuş!
Koca bir palavra...
● Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.
diyen Atatürk'ün kurduğu bu cumhuriyet, egemenliği saraydan, sultandan alıp asıl sahibine, ulusa verdi.
Bu amaçla Atatürk; savaşın ortasında, orduyu kurmadan önce meclisi kurdu. Bu meclis, saray saltanatına, şeriat hukukuna son verdi.
Atatürk; Türkiye'yi dinsel kurallarla değil, insan aklının eseri çağdaş kurallarla yönetecek laik bir düzen kurdu.
Çok da doğru yaptı.
Laiklik olmadan o dilinize doladığınız demokrasinin kurulması olanaksızdır.
İyi kötü işleyen bir Türk demokrasisi varsa, daha doğrusu yakın zamanlara kadar vardı, bunun temelinde Atatürk'ün laik karakterli devrimlerinin olduğunu biraz tarih ve sosyoloji bilen herkes görebilir.
Kaç tane pkk var biliyor musunuz?
Kaç tane pkk var biliyor musunuz?
Cumhuriyet, kendini Allah'ın yerine falan koymadı.
Cumhuriyet; halkçı bir anlayışla, 7'den 70'e halkın aydınlanması için bir eğitim devrimi yaptı. Cumhuriyet, köye okul ve öğretmen götürdü.
Siz de cumhuriyetin o okullarından yetişmediniz mi?
Cumhuriyet; halkın kanını emen aşiret yapısına, ağalık düzenine, tarikat, cemaat baskısına, medrese kafasına karşı çıktı. Çağdaş uygarlık değerlerini savundu.
Cumhuriyet, kadına insanlık onuruna yakışır haklar verdi.
Cumhuriyet; bağımsız, üniter, laik bir ulus devlet olarak kuruldu.
Atatürk; Lozan'da elde edilen barışı, yurtta barış, dünyada barış formülüyle bir barış düzeni haline getirdi.
Cumhuriyet; uzak, yakın, neredeyse tüm ülkelerle iyi ilişkiler kurdu.
O cumhuriyet; etrafı ateş çemberi ile çevrili bu coğrafyada, şimdilik 101 yıldır yeni bir savaşın parçası olmadı.
Başı sıkışan herkes soluğu Türkiye'de aldı, alıyor.
Cumhuriyet dine değil yobazlığa karşı çıktı.
Camiler açıktı.
Cumhuriyeti kuranlar savaşta zarar görmüş ve tarihi değeri olan camileri tamir ettiler.
Kuran'ı Türkçeye tefsir ettirdiler. Dini bayramlar özgürce kutlandı. Ezan hep okundu.
Ezanın 1932'den itibaren Türkçe okunmasını 'Allah'ı yasakladılar!' diye açıklamak ise düpedüz bir aldatmacadır.
Türk ulusunun Allah'a, kendi dilinde, tanrı diye seslenmesinden daha doğal ne olabilir.
Bundan ancak Arap hayranları ve Türkçeye düşman olanlar rahatsız olur.
Bu Cumhuriyeti sokakta bulmadık. Bu Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanıp her fırsatta bu cumhuriyete saldırdığınızda karşınızda beni bulacaksınız."
Sinan Meydan
DİP NOT:
—Mevlâ : Farsça
—Rab : İbranice
—Allâh : Arapça
— Tanrı : Türkçe.
CIAsal İslamcılar ve CIAsal Kürkçüler ele vererek "aman Tanrı derseniz günah" derler..
Ülen, Mevlâ ve Râb deyince cennete mi gidiyorsunuz?!..
Tarihçi Sinan Meydan’dan DEM’li Sırrı Süreyya Önder’e cevap!
DEM Partili Sırrı Süreyya Önder:
"Türkiye Cumhuriyeti kurulurken kendisini Allah'ın yerine koydu.
Allah'ı sildiler." demiş.
Allah ile aldatan Sırrı Süreyya'ya yanıt Sinan Meydan'dan...
"Cumhuriyetin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyorsunuz.
Her şeyden önce Cumhuriyet sayesinde kul değil birey, tebaa değil yurttaşsınız.
Hatta; bugün o Cumhuriyetin meclisini yönetiyorsunuz.
Ama; her fırsatta, o Cumhuriyete saldırıyorsunuz.
Nasıl, rahat mı meclis koltukları? Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyetin, Atatürk'ün kurduğu meclisinden Atatürk'ün devrimleriyle elde ettiğiniz kazanımlarla Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti olur olmaz eleştirmek müthiş bir lüks olsa gerek?
Eğleniyor musunuz?
Suriye'de, Irak'ta, Filistin'de, Ortadoğu'da sizin gibi iyi koşullara sahip vekiller yok.
Ne vekili?
Meclis bile yok...
Bugün Türkiye'nin etrafında dinciliğin, mezhepçiliğin, etnik bölünmenin girdabında cihatçı çetelerin, terör örgütlerinin cirit attığı, yıllardır dikta rejimlerinin halkın kanını emdiği, emperyalizmin oyun alanına dönen Ortadoğu'da oluk oluk kan akarken, her gün çocuklar öldürülürken, insanlar demokrasi ve barışa hasret kalmışken, sizin hala Atatürk'ün kurduğu laik cumhuriyetin anlam ve önemini kavrayamamanız trajik doğrusu.
Cumhuriyet tabi ki eleştirilebilir. Ancak; cumhuriyeti şeriat hukuku yerine laik hukuku kabul ettiği için eleştirmek bağnazlık veya cehalet göstergesinden başka bir şey değildir.
Klasik siyasal İslamcı ağzıyla konuşuyorsunuz.
Neymiş?
Cumhuriyet kendini Allah'ın yerine koymuş!
Koca bir palavra...
● Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.
diyen Atatürk'ün kurduğu bu cumhuriyet, egemenliği saraydan, sultandan alıp asıl sahibine, ulusa verdi.
Bu amaçla Atatürk; savaşın ortasında, orduyu kurmadan önce meclisi kurdu. Bu meclis, saray saltanatına, şeriat hukukuna son verdi.
Atatürk; Türkiye'yi dinsel kurallarla değil, insan aklının eseri çağdaş kurallarla yönetecek laik bir düzen kurdu.
Çok da doğru yaptı.
Laiklik olmadan o dilinize doladığınız demokrasinin kurulması olanaksızdır.
İyi kötü işleyen bir Türk demokrasisi varsa, daha doğrusu yakın zamanlara kadar vardı, bunun temelinde Atatürk'ün laik karakterli devrimlerinin olduğunu biraz tarih ve sosyoloji bilen herkes görebilir.
Kaç tane pkk var biliyor musunuz?
Kaç tane pkk var biliyor musunuz?
Cumhuriyet, kendini Allah'ın yerine falan koymadı.
Cumhuriyet; halkçı bir anlayışla, 7'den 70'e halkın aydınlanması için bir eğitim devrimi yaptı. Cumhuriyet, köye okul ve öğretmen götürdü.
Siz de cumhuriyetin o okullarından yetişmediniz mi?
Cumhuriyet; halkın kanını emen aşiret yapısına, ağalık düzenine, tarikat, cemaat baskısına, medrese kafasına karşı çıktı. Çağdaş uygarlık değerlerini savundu.
Cumhuriyet, kadına insanlık onuruna yakışır haklar verdi.
Cumhuriyet; bağımsız, üniter, laik bir ulus devlet olarak kuruldu.
Atatürk; Lozan'da elde edilen barışı, yurtta barış, dünyada barış formülüyle bir barış düzeni haline getirdi.
Cumhuriyet; uzak, yakın, neredeyse tüm ülkelerle iyi ilişkiler kurdu.
O cumhuriyet; etrafı ateş çemberi ile çevrili bu coğrafyada, şimdilik 101 yıldır yeni bir savaşın parçası olmadı.
Başı sıkışan herkes soluğu Türkiye'de aldı, alıyor.
Cumhuriyet dine değil yobazlığa karşı çıktı.
Camiler açıktı.
Cumhuriyeti kuranlar savaşta zarar görmüş ve tarihi değeri olan camileri tamir ettiler.
Kuran'ı Türkçeye tefsir ettirdiler. Dini bayramlar özgürce kutlandı. Ezan hep okundu.
Ezanın 1932'den itibaren Türkçe okunmasını 'Allah'ı yasakladılar!' diye açıklamak ise düpedüz bir aldatmacadır.
Türk ulusunun Allah'a, kendi dilinde, tanrı diye seslenmesinden daha doğal ne olabilir.
Bundan ancak Arap hayranları ve Türkçeye düşman olanlar rahatsız olur.
Bu Cumhuriyeti sokakta bulmadık. Bu Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanıp her fırsatta bu cumhuriyete saldırdığınızda karşınızda beni bulacaksınız."
Sinan Meydan
DİP NOT:
—Mevlâ : Farsça
—Rab : İbranice
—Allâh : Arapça
— Tanrı : Türkçe.
CIAsal İslamcılar ve CIAsal Kürkçüler ele vererek "aman Tanrı derseniz günah" derler..
Ülen, Mevlâ ve Râb deyince cennete mi gidiyorsunuz?!..