Logo
Bozkurt mahir
4 gün önce
Çok güzel özetlenmiş okumanızı öneririm...
Gerçek Gündem: Bunlardan Haberiniz Var mı?
1: Diyarbakır Barosu’ndan iki avukat, Kürt diasporası adına Lozan Antlaşması’nın iptali için Danıştay’da dava açtı. Aynı konuda bir başvuru yurt dışından da yapıldı ve Birleşmiş Milletler tarafından işleme alındı. Fakat bu son derece önemli gelişme, medyada tek bir satır yer bulamadı. Türkiye’nin temeli olan Lozan’ı hedef alan bu girişim, halktan bilinçli olarak saklanıyor.
************************
2: PYD Ordulaşıyor, ABD Destekliyor.
KCK, PYD ve alt yapıları silah bırakmıyor çünkü bırakmaları demek, geçmişteki karanlık saldırıların aydınlatılması anlamına geliyor. Bu yapıların arkasında ABD var. Hava savunma sistemlerinden drone teknolojisine kadar bir “ordu” kuruldu. Artık bu gruplar, Suriye'nin kuzeyinde devlet gibi hareket ediyor. Silah bırakmaları belki bir PR çalışması olur ama gerçeklikten uzak.
**************************
3: PKK’nın etkisinin kırıldığı söylenen dönemde, Arap nüfusunun Türkiye’ye yoğun şekilde yerleştirilmesinin nedenleri netleşmeye başladı. Ümit Özdağ bu durumu dile getirdiğinde hemen “ırkçılık” suçlamasıyla karşılaştı. Ancak bugün, Kürtlerin hakları üzerinden başlayan tartışmalar, Arap hakları ve Arapçanın resmi statüsü gibi konularla genişletiliyor. Hatay’da ise tablo vahim: Türkler artık azınlığa düşmek üzere. Şirketlerin büyük kısmı Araplara geçmiş durumda.
*************************
4: Cumhurbaşkanı Erdoğan seçim öncesinde, “Biz olmazsak Öcalan’ı serbest bırakırlar” dedi. Süleyman Soylu ise, “Karayılan’ı yakalayamazsak yüzümüze tükürün” diyerek meydan okudu. “Açılım yok” denildi. “Kıbrıs satılmayacak”, “Mavi Vatan’dan taviz verilmeyecek”, “Suriyelilere ev yapılıyor, geri dönecekler” gibi vaatlerle seçime gidildi.
Ama gerçekler farklıydı. Açılım sürecini başlatan da, sürdüren de aynı zihniyetti. CHP yapsa kıyamet kopardı belki, ama iktidar yaptığında ses çıkarılmadı. Bu çifte standart, siyasi ironi değil midir?
*************************
5: Mavi Vatan Gitti, Sondaj Başkalarına Kaldı.
Mavi Vatan çoktan sahipsiz kaldı. Türkiye’nin sondaj gemileri Somali’ye ve Karadeniz’e gönderildi. 5: Parsel’de Katar ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi sondaj yapıyor. Yunanistan’ın “ilişkilerimiz iyi” açıklamalarının arkasında, karşılıksız verilen tavizler var.
************************
6: Dünya, Türkiye’yi Çoktan Parçaladı Bile.
Rusya-Ukrayna savaşında ateşkes girişimlerinde, ne Putin ne Trump yer aldı. Türkiye’de ise bu diplomatik temaslar saatlerce başarı olarak anlatıldı. Ancak dünya medyasında esamesi okunmadı bile. Gerçekte bu girişimler, Türkiye’nin değil, sadece jeopolitik konumunun getirdiği zorunluluktur.
*************************
7: ABD, Yunanistan’a F-35 veriyor. Adalar silahlandırılıyor. Erdoğan’ın “dostum” dediği Trump, parasını ödediğimiz uçakları Türkiye’ye vermedi. Ve bu durum artık gündemde bile değil.
NATO ve AB haritalarında Türkiye’nin sınırları defalarca yanlış çiziliyor. Türkiye tepki gösteriyor, özür dileniyor gibi yapılıyor. Ama dünya çoktan “bölünmüş Türkiye haritası”na göre plan yapıyor. Biz hâlâ “terörü bitirdik” diye seviniyoruz.
**************************
8: Gıda, Lira, Etki: Çöküş Sessiz İlerliyor
Tarım ve hayvancılık çöküşte. Gıda fiyatları kontrolden çıktı. Enflasyon önlenemez hale geldi. Türk Lirası ise tarihinin en değersiz dönemini yaşıyor. Buna rağmen ekonomik bağımsızlıkla övünmeye devam ediliyor.
*************************
9: El-Şara ve İslam Projesi, Başkalarına Geçti.
Türkiye'nin etkisi artık zayıf. El-Şara gibi bölgelerde etkinlik Suudi Arabistan’a devredildi. Batı'nın “ılımlı İslam” projesi artık onlara emanet edildi. Trump, Suudi Arabistan’a kadar gitti ama İstanbul’a uğramadı. Küresel güçler, artık Erdoğan’ın yerine Arap dünyasıyla iş tutuyor.
*************************
10: İsrail ise, Şam içinde operasyonlar yapıyor. Türkiye “İsrail’le savaşmak istemiyoruz” diyerek geri çekiliyor. Filistin’e destek isteyen halkın ellerinde kalan bayraklar, meydanlarda yönsüzce dalgalanıyor.
***********************
11: Partiler, Oy ; Halk, Sessizlikte
Partiler hâlâ reklam, taban ve oy derdinde. Gerçek bir muhalefet hâlâ yok. Azınlık oyları için 30 yıldır projelere göz yuman liderler, bugün de aynı tutumu sürdürüyor. Sözde farklı çizgideki partilerle farklı kesimler yönlendirilerek, tek elden yürütülen bir plan uygulanıyor. Dindarlar, milliyetçiler, Atatürkçüler… Hepsi ayrı ayrı hedef alınıyor ama yön aynı.
**********************
12: Türkiye’de asgari ücret, tarihin hiçbir döneminde bir kişinin insanca yaşayabilmesi için yeterli olmadı. Geçim, her zaman bir mücadeleydi. Ama bugün bu yetersizliğe bir de asgari ücreti fersah fersah aşan kira bedelleri eklendi. Artık bir kişi, eğer kendine ait bir evi, yatırımı ya da ek geliri yoksa başını sokacak bir yer bulamıyor. Bulsa bile fahiş kira zamları nedeniyle orada kalması neredeyse imkânsız hale geliyor.
*************************
Ama en trajik olanı, bu derinleşen ekonomik buhrana rağmen toplumun üzerinde adeta bir ölü toprağı serilmiş gibi. Sanki olan biten her şey normalmiş gibi bir kabulleniş var. Oysa bu kabullenişin altında yatan şey, sessiz bir çöküş.
Çocuğuna mama alamadığı için canına kıyan insanlar var bu ülkede. Üç kuruş maaşa, uzun vardiyalarla, ağır koşullarda çalışan milyonlarca kişi, sadece bedenlerini değil, ruhlarını da tüketiyor. Ne ailelerine zaman ayırabiliyorlar ne de hayatlarını inşa edebiliyorlar. Ayırabilseler bile yorgun, stresli, tükenmiş bir bedenle ne kadar mümkün olabilir ki?
İşin ilginç yanı, bu toprakların insanı barınamaz hale gelirken, dışarıdan gelenlerin bir şekilde her yere yerleşebiliyor olması. Bu nasıl mümkün oluyor? Nasıl oluyor da, vatandaş evini kaybederken, onlar yaşam alanlarını genişletiyor? Durun bir dakika! Belki de asıl sorun tam da burada yatıyor…
Bu mesele sadece ekonomik bir çöküş değil. Aynı zamanda bir düzenin, hatta bir planın sonucu olabilir mi...
*************************
Sonuç: Kurtuluş Savaşı Zihinde Başlayacak
Görünen o ki, bu millet bir kurtuluş savaşını daha vermek zorunda kalacak. Ama bu kez düşman tanklarla gelmeyecek. Tehlike; ekonomiyle, nüfus mühendisliğiyle, kültürel kimliksizleşmeyle gelecek. Bu mücadele; sandıkta, medyada, sokakta ve en önemlisi zihinlerde verilecek.
Çünkü bu sefer savaş; görünmeyen, gösterilmeyen ve anlatılmayan bir işgal karşısında yürütülecek.
Yazar : Orcun Alacam
Bozkurt mahir
6 gün önce
Diyarbakır’ın ve tüm Doğu’nun , İran’ın ve Azerbaycan’ın Başbuğu, Ulu Türk Beyi, Akkoyunlu Uzun Hasan.

Bir Türkmen Şehri: Diyarbakır

Akkoyunlu Hükümdarı öz be öz Diyarbakırlı Uzun Hasan'ı, yine Diyarbakırlı Karayülük Osman'ı zaten bilmiyorsunuz ama biliyorsanız da; kahramanlıklarını, Osmanlı'ya nasıl kök söktürdüklerini anlatmayın.

300 yüzyıl Orta Doğu'ya hükmettiklerini resmi tarih bize anlatmadı. Aksine Diyarbakır merkezli öz be öz Türkmen devleti olan Akkoyunlular resmi tarihe göre Osmanlı'yı arkadan vuran hain barbarlardı. Her gün kadim şehirde onlarcasını gördüğümüz eserleri bırakan ve Diyarbakır'ı başkent yapan Artuklular'ı hiç yaşamamış sayın.

Diyarbakır ile ilgili en kapsamlı tarihi araştırma olan, 15. Yüzyılda yaşamış İranlı tarihçi Ebubekir Tıhrani'ye ait Kitab'-ı Diyarbekiriye'yi bulduğunuz yerde yakın çünkü o kitapta, Diyarbakır'ın dağını taşını yurt edinen Bayındır Türkmenlerinden dolayı yüzyıllarca Bayındıriye diye bilindiğini anlatır. Bu bilgi sizin için sakıncalıdır.

Yakın! Osmanlı kayıt defterlerini çünkü aşiret aşiret, isim isim kayıtları vardır Diyarbakırlılar'ın. Sizi şaşırtacaktır oradaki bilgiler, belki de kızdıracaktır.

Ulu Camii'nin, Anadolu coğrafyasının Orta Asya Türk mimarisine göre Kilise'den Camii'ye çevrilen ilk eseri olduğunu ancak sanat tarihçileri bilir o nedenle tehlikeli bilgi değildir.

Ama yine de sizin için tehlikeli ise orayı da yıkın. Yedi Kardeş burcunu mutlaka yıkın çünkü orada öz Türkçe isimleri ile esere konu olan Diyarbakırlı yedi kardeşin ismi var, hem de taşa kazılı.

Kendini öz Türk zanneden bazı Batılı cahillerin dalga geçtiği, karaladığı Diyarbakır ağzını yasaklayın kimse konuşmasın. Çünkü; tekmeye tepik, alkışa çepik, beze çapıt, merdivene gezemek, teyzeye dayze, amcaya ami, yiğit'e iğit, düğüne toy, tencereye kuşkana gibi

Diyarbakır'a özgü en az beş bin yıllık binlerce bozulmamış kelime aslında Türkçe'nin bozulmuş hali olan İstanbul ağzına göre milyon kat daha öz Türkçedir. Diyarbakır ağzının en güzel örneklerini veren Diyarbakırlı büyüklerimizi taşlayın gördüğünüz yerde.

Mektup yazdım yaz idi,
Kalemim kiryaz idi,
Da çok yazacaktım,
Mürekkebim az idi...
gibi binlerce Diyarbakır manisini yasaklayın, unutturun öğretmeyin çocuklarınıza çünkü Dede Korkut Türk(men) çesi ile söylenir.

Hep şikayet ettiğiniz sistem, Kürtçe isimleri yasaklattı siz de binlerce yıllık Türkçe isimleri yasaklayın Diyarbakır'da. Mesela değiştirin Karacadağ ismini Türkçedir tehlikelidir. Değiştirin Bismil'in adını, çünkü akrabaları hala Orta Asya Harzem'de yaşayan Basmıl Türkmenleri'nden alır ismini.

Her gün küfredin Çermikli Ziya Gökalp'e, Süleyman Nazif'e çünkü onlar sürgün pahasına emperyalizme karşı Diyarbakır duruşu sergilemişlerdi. Yok sayın Seyyid Nuh'u klasik Türk musikisine yüzlerce eser vermiş Diyarbakırlıdır. Yok olmaya yüz tutmuş Türkçe'nin asli kaynaklarını tekrar kazandıran Diyarbakırlı Ali Emiri'yi de küfürle hatırlayın. İhanet ile suçlayın Celal Güzelses'i, Cahit Sıtkı'yı, Orhan Asena'yı, Adnan Binyazar'ı, Özer Ozankaya'yı siz den farklı düşündükleri için.

Külliyen reddedin Diyarbakır'ın binlerce yıllık tarihini, dost edinin elinden kan damlayan İngiliz'in, Fransız'ın sözüm o'na size dost görünenlerini.

Sisteme olan öfkenizi, tarihinize ihanet ile gösterin. Unutturun Diyarbakır'ı, Diyarbakır yapan renklerinden dikkat buyurun Türk değil TÜRKMEN'e (*)ait ne varsa külliyen yok sayın.

Size göre Diyarbakır'da Kürtler, Zazalar, Suryaniler, Keldaniler, Ermeniler herkes yaşadı. BİR TEK TÜRK (MEN) LER UĞRAMADI BU KADİM ŞEHRE BURAYI BAŞKENT YAPARAK DÖRT DEVLET KURMALARINA RAĞMEN. Bu devletleri kuran (Artukoğulları, İnaloğulları, Nisanoğulları, Akkoyunlular) on binlerce çadırlık Türkmen aşiretleri buhar oldu uçtu. O zaman soralım 18. 19. yüzyılda yaşayan Ermeni ozanlar neden Diyarbakır ağzı ile Türkçe yazdı, Türkçe söyledi. Diyarbakır ağzı dediğimiz o muhteşem dilde mesela İstanbul Türkçesinde olmayan ama Oğuz diline ait binlerce kelime ve deyim var. Çocuğu olmayan ailelere neden bir Diyarbakırlı 'kör ocak' der tıpkı Divan-i Lugat'i Türk'de olduğu gibi. Neden bir Diyarbakırlı kelime başına gelen -Y- sesini okumaz. Mesela yılan değil ilan, yüksek değil üskek, yıldız değil ulduz der tıpkı Kaşgarlı Mahmut gibi.

Hatta mutlaka aranızda yapanlar olacaktır bu satırların yazarı hemşerinize küfredin, önemli değil o sizi önce tarihe ardından TANRIYA havale edecektir.

NOT: Diyarbakır'da yaşayan Türklere teknik anlamda Türkmenler demek daha doğru olur. Çünkü Diyarbakır Türk(men) leri dil, kültür ve fiziki yapı olarak Batı Anadolu, Kafkas, Balkanlar'da yaşayan Türkler'den ziyade Azerbaycan, Türkmenistan, Afganistan, Tacikistan, İran, Irak, Filistin, Mısır ve Suriye'de yaşayan Türkmenler ile aynı özellikleri taşırlar.

GÖKTÜRK GRUBU
Bozkurt mahir
7 gün önce
PKK’nın Silah Bırakması Üzerine

Biz ülkücü bir lise öğrencisi olarak 10 Kasım 1975 ve 8-12 Ocak 1976 Olaylarında bölücü teröre karşı sapan taşı kullanırken PKK henüz kurulmamıştı.
PKK, diğer Kürtçü örgütleri sahadan silen bir derin darbe aparatı olarak sahaya indiğinde de bizim bölücü teröre karşı olan savaşımız devam etti.
MHP’li Bingöl Belediye Başkanı Hikmet Tekin’in annesi ve kardeşiyle birlikte şehit edilmesi, aslına bakarsanız 13 Kasım 1960’ta Alparslan Türkeş’i Hindistan’a süren 9 Martçı Sosyalist cuntanın MHP yönetimine verdiği yeni bir mesajdı.
Ancak “ölümlerle eğlenen tunç yürekli erler”in, vatan ve tarihi mukaddesat için ölmekten ve öldürmekten yana bir kaygısı yoktu.
Ocağın ve partinin son Ülkücü şehitleri Fırat Yılmaz Çakıroğlu ve Cengiz Akyıldız, PKK sempatizanı bölücüler tarafından şehit edildiler.
***
Ve yine biz, 2012 yılı başlarında aşağıda bir bölümünü alıntıladığım ve ekte paylaştığım yazıyı MHP’nin hakemli dergisi olan TÜRKİZ’de 15 sayfalık bir makale halinde kaleme aldığımızda Türkiye’de henüz bu kadar çok ve kahraman strateji enstitüsü de bulunmuyordu.
Evet biz nasıl ki bu Stalinist yapıya karşı bilâ bedel can almış- can vermiş Ülkücü hareketin kalemleri olarak bu konuda en çok yazıp çizme hakkına sahip isek MHP Lideri Sayın Devlet Bahçeli de PKK’nın kaderi ve fesih kararı hakkında inisiyatif kullanma hakkına en az o kadar sahiptir.
O yüzden de Suriye’de Rusya- İran destekli Esad rejiminin yıkılmasından sonra bölgede değişen güç dengeleri dikkate alınarak;
“Kürtlerin İsrail tarafından Suriye’nin toprak bütünlüğü aleyhine kullanılması” tehlikesine karşı Devlet Bey’in radikal bir hamle yapması, Tarihin milli rotasına ve Türk ulusal çıkarlarına uygun bir intelijensiyal faaliyettir.
Bu süreçten siyasal bölücülüğün veya etnik milliyetçiliğin kazançlı çıkması ihtimalini önleyecek olanlar da yine 1970’lerde 9 Işık’la doktrine olmuş Türk Milliyetçilerinden başkası değildir.
Milliyetçi- Ülkücü Hareket bu konunun cahili ve acemisi değildir. PKK terörü, Terörle Mücadele ve Terörsüz Türkiye süreçlerinde hiçbir sahte kahramandan alacağımız bir ders de yoktur.
Özellikle maaşına ve özlük haklarına binaen devlet memuru statüsünde hizmet vermiş eski askerlerin bu kadar muhatap alınmaya değmez gayrimeşru bir örgütün 45 yıldır neden bitirilemediği konusunda bir hesap vermeden bir özeleştiri raporu yazmadan MHP’ye ve Devlet Bey’e doğru atıp tutması, basit bir siyasi propaganda olmanın ötesinde bir anlamı ve değeri yoktur.
Gözlerin Hatice’ye değil neticeye odaklanmasını ve PKK’nın silah bırakırken yaptığı ve yapacağı artistik şovların memleketin hayrı için gözardı edilmesini tüm Ülküdaşlarımdan istirham ediyorum.
Devlet Bey’in başlattığı ve Devletin tamamlamakta olduğu bu operasyonun Vatana ve Millete hayırlı olmasını diliyorum.
Yazımı, MHP’nin hakemli dergisi TÜRKİZ’de bundan 13 yıl önce hükümeti uyarmak amacıyla kaleme aldığım 15 sayfalık makalemden bir kesit sunarak tamamlıyorum.
Saygıyla
Şükrü Alnıaçık
11 Temmuz 2025
***
“…
Gizli, Sinsi ve Tehlikeli Amerikan - İsrail Desteği
Amerika PKK’ya destek veren ülkeler arasında Lozan Antlaşmasını tanımayan tek global güçtür. Türk-Amerikan ilişkilerinde Apo’nun paketlenmesiyle başlayan süreç, gizli bir psikolojik savaşa dönüşmüştür.
11 Eylül saldırılarıyla Orta Doğu’ya Irak ve Afganistan’a kolayca girmek isteyen ABD’nin Türkiye’den beklediği desteği görememesi bu ülkeyi alternatif yerel destek arayışına itmiştir. 1 Mart 2003 Tezkeresi’nin TBMM’de reddedilmesi üzerine ABD Kuzey Irak’taki özerk Kürtleri, Irak Savaşında kendi milis gücü olarak görmeye başlamıştır. Süleymaniye’deki çuval olayıyla gerilen ilişkiler, PKK’nın siyasallaşması sürecinde ABD’yi taraf ve gizli koruyucu konumuna getirmiştir.
Bu durumda ABD, İsrail’i İslam dünyasının kalbinde dost ve “akraba” bir Kürdistan yaratarak kendi karşısındaki Hamas ve Hizbullah’ı dengeleme ve sonuçta Kürtlerle elele Arz-ı Mevud’a
ulaşma yönünde serbest bırakmıştır.
AKP Hükûmetinin Hamas’la yakınlaşması ve Gazze sorununda inisiyatif alması, İsrail tarafından PKK’yı destekleme tercihine meşruiyet kazandıran bir mütekabiliyet sebebi olarak algılanmaktadır.
İnsani yardım gemileri Gazze’ye doğru giderken Apo’nun “sahneden çekilmesi!” ve ertesi gün İskenderun’daki Deniz İkmal Merkezinin saldırıya uğraması bu nedenle kuşkuyla karşılanması gereken olaylardır. PKK, sözde Kürdistan haritalarında İskenderun ve Mersin’i de sınırlarına dâhil etmekte ve gizli bir el iç göçlerle ve yapılan eylemlerle haritaya uygun mesajlar vermektedir.
Buradan çıkarılması gereken sonuç şudur:
PKK, 30 yıl önce dünyanın mazlum halkı Filistinliler safında “işçi” sınıfının devrimci öncüleri gibi yer almaya çalışırken bugün kendisini dünyanın en zalim emperyalistlerine yandaş olarak sunmayı başarabilmiştir. Bu durum Orta Doğulu bir örgüt için gerçekten de övünülecek bir gelişmedir.
Şam’ın arka sokaklarında zor şartlarda hayat mücadelesi veren bakımsız bir fahişenin Pentagon’a kadar çıkabilmesi ve Washington caddelerinde boy göstermesi, bu işin sadece Şark kurnazlığıyla başarılmış bir proleterya zaferi olmadığını gösteriyor.
Ortaya çıkan sonuca baktığımızda PKK’nın, Batılı istihbarat örgütlerinin merkantilist menfaat mikroplarıyla enfekte edildikten sonra Türkiye’nin bünyesine ölümcül zararlar veren bir hastalığa dönüştürüldüğünü kabul etmek zorundayız.
Sorunu sadece intelijensiyal zekâ çözebilir.
Bugüne kadar çözülememesinin nedeni de budur. Çizilen ve müşterilere servis edilen İskenderun’lu- Kars’lı Kürdistan haritaları, başta İsrail ve Ermenistan olmak üzere bölgenin kadim “vatansızlarını” iştahlandırmakta ve ABD’deki merkantilist lobileri harekete geçirmektedir.” = ŞÜKRÜ ALNIAÇIK =
Bozkurt mahir
9 gün önce
FRANSIZ İMPARATORUNU TOKATLAYAN PAŞA

Napolyon'un; bileğini bükemediği ve karizmasını yerle bir edip " Kader beni bir ihtiyarın oyuncağı etti ." dedirten Cezzar Ahmed Paşa...
Osmanlı paşası Avrupa imparatoruna dünyayı dar etti. Hem de 80lik bir paşa.
Tüm doğuyu ele geçirme hülyaları içinde olan Napolyon Bonapart, Mısır'ı almak için İskenderiye limanına çıktı. İlk planda kendisini Müslüman olmuş gibi gösterdi, adının artık Ali Bonapart olduğunu söyledi ve etrafı inandırdı.

Mısır'ı ve bugünkü Filistin topraklarını aldı. Bütün Doğu'yu ele geçirmek isteyen Napolyon Bonapart, Akka kalesi önlerine geldi.

Karşısında yaşlı bir Osmanlı Paşası olan Cezzar Ahmed Paşa vardı. Napolyon Akka önlerine geldiğinde kendisine çok güvenmekteydi.

Mısır ve Filistin’i kolaylıkla zapteden Napolyon, Akka Kalesi’nin de bir iki gün içinde düşeceğini hayal etti ve Cezzar Ahmed Paşa’ya şu mektubu yazdı :

"Ben Napolyon Bonapart...
İşte kalenin duvarları önüne geldim.
Bir ihtiyarın geri kalmış birkaç günlük ömrünü almak bana bir şey kazandırmaz.
Seninle savaşmak istemiyorum. Benimle dost ol ve kaleyi teslim et ! "
Cezzar Ahmed Paşa’nın bu mektuba verdiği cevap şöyleydi :

“Allah’a hamd olsun gücümüz yetiyor, elimiz silah tutuyor. Devletim bana düşmanı görünce silahını teslim et demedi. Geri kalmış birkaç günlük ömrümüzü de cenklerde geçiririz ! "

Mağrur Napolyon, Paşa’nın bu cevabını okuyunca etrafındakilere der ki :
“Anlaşıldı, bu ihtiyar bizim birkaç günümüzü heba edecek ama merak etmeyin. Bir iki gün sonra şehrin ortasındayız. "

Fransızların her gün biraz daha artan baskısı hiçbir netice vermez ve Fransızların her hücumu püskürtülür, ağır kayıplar verdirilir.

Yenilmez ünvanı taşıyan Napolyon, kaledekilerin akıllara durgunluk veren kahramanlığı karşısında şaşırıp kalır.
Napolyon’un Akka muhasarası bu şekilde tam 64 gün devam etti.

Napolyon bu defa, yüksek rütbeli bir subayını kaleye gönderdi ve direnmenin netice vermeyeceğini, şehir teslim edilirse Paşa’nın ordusu ve ağırlıklarıyla beraber istediği yere gitmesine müsaade edeceğini bildirdi.

Cezzar Ahmed Paşa’dan aldığı cevap şudur :
" Devletim beni bu kaleyi teslim etmem için vezir yapmadı. Ben Cezzar Ahmed Paşa, şehitlik mertebesine ulaşmadan bir karış toprak vermem!.."

Paşanın bu cevabı Napolyon’u çileden çıkardı. Yaptığı yeni planlarla topçuları gece gündüz Akka kalesini dövdü. Ne var ki açılan gediklerden şehre girebilenler Osmanlı süngüsü ile yok edildiler.

Bu müthiş hezimetle “Kader beni bir ihtiyarın oyuncağı yaptı.” diye avaz avaz haykıran yenilmez ünvanlı Napolyon,
ordusunun yarısını kaybetti ve nihayet 21 Mayıs 1799'da çekilmeye karar verdi.

Ağırlıklarını kumlara gömüp Kahire’ye geri döndü . Orada da işleri umduğu gibi gitmeyen Napolyon, iki gemiyle gizlice Mısır’dan kaçtı. Ordusunu Mısır’da bırakmış bir başkomutan olarak hayatının en büyük dersini Osmanlı’dan, yaşı 80'e merdiven dayamış Cezzar Ahmed Paşa’dan almış oldu.

Tarihler Napolyon Bonapart'ın şu meşhur sözünü nakleder :
" Eğer Akka'da durdurulmasaydım bütün doğuyu ele geçirebilirdim. "
Avrupa imparatoruna bir Osmanlı paşası yetmiş, hayatının hezimetini tattırmıştır.
Bizler Napolyon Bonapart'ı tanıdığımız kadar, onu Akka önlerinde perişan eden Cezzar Ahmed Paşa’yı ne kadar tanıyoruz ?
Ayşe Küçük
Bozkurt mahir
26 gün önce
İĞNELİ FIÇI NEDİR?
Yahudilerin, kaçırdıkları Yahudi olmayan çocukların kanlarını almak için kullandıkları yöntemlerden biri. Fıçının içi iğnelerle kaplıdır. Çocuğu fıçının içine canlı canlı kapatan hahamlar, ardından fıçıyı dakikalarca yuvarlarlar. Daha sonra fıçının dibinde bulunan musluk açılır ve toplanan kan ayinlerde kullanılmak ya da Mayasız Bayramında yenilen mayasız ekmeklere karıştırılmak üzere alınırdı.
Yahudilikte, insan kanının ikinci bir kullanım yeri ise Pessah (mayasız) bayramları olmuştur. Pessah bayramında bir hafta boyunca mayasız ekmek yapılır ve yenir. Yahudilerin bazı kollarına göre, bu ekmeklerin en makbul olanları ise içine insan kanı katılanlardır. Bazı tarihçilerin bildirdiklerine göre, Pessah bayramları, Ayrupa’da her yıl küçük çocukların kaybolduğu dehşet dönemleri olmuştur.
Kan içme konusunu şimdiye dek en iyi açıklamış kaynaklardan biri, 1803’te Moldavya’lı rahip Neophite’in yazdığı kitaptır. Bir hahamın oğlu olan Neophite, Yahudilikten çıktıktan sonra hristiyanlığı kabul edip rahip olmuştur. Babasının inancındaki bütün kanla ilgili ayinleri açıklamıştır. Bazı Yahudi tarikatlarının, insan kanı kullandıklarında Yehova katında daha “üstün” olduklarına inandıklarını anlatmıştır.
İşte Yahudilerin bulundukları ülkelerden sürülmelerinin nedenlerinden birisi de bu sapık adettir. Özellikle İspanya’da, kan içme olayları defalarca gündeme gelmiş, bu olaylar halk arasında büyük huzursuzluk meydana getirmiştir. Sayısız çocuk kaybolmuş, cesetlerin bir kısmı tamamen kanı çekilmiş bir durumda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğuna geldikten sonra da, Yahudilerin bazı kolları, bu sapık adetlerine devam ettiler.
Osmanlı zabıtlarında bu konuda gelişmiş pek çok olay vardır. Bunların en önemlileri 1715’te Amasya’da, 1840’ta Şam’da ve Rodos’ta, 1633-1843 ve 1866’da İstanbul’da, 1863-1868 ve 1870’te İzmir’de kayda geçen olaylardır. Bu olaylarda pek çok Yahudi suçlu bulunmuş ve idam edilmiştir. Yahudi tarihçi-yazar Avram Galante, “Histoire Des Juifs de Turquie” isimli kitabında bu konuda gelişmiş olan olayları uzun bir şekilde anlatmaktadır.
İstanbul Kadılığı 1715’te (11 Şevval 1128) olan kan içme olayında, Ahmet isminde bir Türk çocuğunu kaçırıp kanını içen Menahim, Sabetay ve Avram isimli üç Yahudiyi idam cezasına çarptırmıştır. Fanatik Yahudiler kan içme adetlerini bugün hala uyguluyorlar. Filistin’li pek çok küçük çocuk bu korkunç ibadetin (!) kurbanı olmuştur.
Yıl 2006’nın Mayıs Ayı. Ankara’nın fakir semtlerinden Sincan’da, organları alındıktan sonra çöpe veya duvar diplerine bırakılmış 7-8 yaşlarındaki çocuk cesetlerinin sayısı 13’e ulaşmış. Türkiye’deki organ mafyasının ardında Yahudiler’in olduğuna ve bu organların İsrail’li hastalara nakledildiğine dikkat eder misiniz?!!!
Sadist hahamların uydurduğu bu akıl almaz vahşet, tarih boyunca sayısız masum insanın acımasızca öldürülmesine yol açmıştır.
Yahudiler Tevrat’ta emredilen bütün vahşet türlerini İsrail devleti kurulduktan sonra çok rahat uygulama fırsatı buldular. İşgal ettiği topraklardaki savunmasız halk İsrail’in sapık ibadetlerinin kurbanı oldu. Haber alınamayan binlerce kayıp Filistin’li çocuktan birkaçının cesetleri kanları çekilmiş olarak bulunmuştur. Bugün İsrail hapishanelerine konulan, yüzlercesi kadın ve çocuk olmak üzere on bini aşkın Filistin’linin akibeti bilinmemektedir.
Azınlıkta oldukları ülkelerde bile bu korkunç ibadetlerini terketmeyen yahudi fanatiklerinin, tamamen hakim oldukları Filistin’de aynı kan ayinlerini uyguladıklarını tahmin etmek güç değil.....
Sunay Korkmaz

https://foucaultsarkaci.wo...
Bozkurt mahir
27 gün önce
''ARAPLARA SATILAN KIBRISLI TÜRK KIZLARI'' Kıbrıs 1974’ den bugüne ikiye bölünmüş bir ada. Kim ne derse desin, Kıbrıs kapanmayan yaralarla dolu. Kapanmayan yaralar bir yana, Kıbrıs’ ın bir de az bilinen eski yaraları var. Bunlardan biri, Araplara satılan Kıbrıslı Türk kızları. Kıbrıs tarihinin bu az bilinen sayfalarına ışık tutanların başında emekli İlkokul öğretmeni ve yazar Neriman Cahit geliyor. Neriman Cahit hiç bilmedikleri diyarlara, hem de satılarak gönderilen kızların öykülerini topladı ve “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı bir kitapta yayımladı. Bu öyküler ayrımcılığın, yoksulluğun ve acımasızlığın öyküleri; nice çocuk gelinin öyküsü gibi. FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIZLAR 1920 ile 1950 yılları arasında, Kıbrıs bir İngiliz sömürgesiyken, yaklaşık 4 bin Türk kızı Filistinli Araplara anne babaları tarafından satıldı. Bu kızların çok azı geri dönebildiler. Geri dönemeyenlerin çoğu evlerinin, köylerinin, memleketlerinin özlemi ile yaşadılar ve kaderlerine küstüler. MÜTHİŞ BİR SUSKUNLUK Neriman Cahit kitaba varan süreci şöyle anlatıyor: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinde hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; ‘Biz bu kızları sattık’ dedi.” TARİHLE YÜZLEŞMEK Neriman Cahit tarihle yüzleşmek gerektiğine inanıyordu: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.” SATIŞ VE TİCARET Yoksulluktan kurtulmak, belki de kızlarının yoksulluktan kurtulması umuduyla kimi köylüler çocuklarının para karşılığı ellerinden alınmasına ve evlenmek üzere Filistin’ e götürülmesine izin verirler. Baf, Limasol, Larnaka gibi kıyı bölgelerinden, 10-15 yaşındaki kızlar vapurlarla bir bilinmeze doğru yola çıkar. Köylü kızların satılması bir süre sonra Araplara kız bulmak için acente gibi çalışan simsarların ortaya çıkmasına da yol açmış. Bu kişiler ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü kızları bulmaya çalışırlar; satılan kızlar için hem anne babalardan, hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış. Simsarların ille de erkek olduğu sanılmamalı. Gündüzleri kadınlara geceleri de erkeklere hizmet veren Tantin Hamamı’ nı işleten Pembe ve kızı Fatma kadın simsarlara bir örnek. Damat adayları anne babalara çoğu zaman bir doktor, bir mühendis olarak tanıtılsa da, damatların sözleri çoğu zaman doğru çıkmaz. Satılan kızların çoğu gittikleri yerde büyük bir yoksulluk ile karşılaşırlar. Kimisi kuma durumuna düşer. KARA HABERLER Neriman Cahit kızların haberlerinin Kıbrıs’ a gelişini şöyle anlatır: “50’ lere doğru Türk toplumu bu kızlarla ilgili birçok şey öğrendi. Filistin bölgesindeki savaşlara İngilizler Türk askerlerini de götürdüler. Askerler boş zaman bulunca genelevlere giderler. Geneleve giden Rum ve Türk askerleri orada Kıbrıslı bir kıza rastlıyorlar. Kız ağlamaya başlıyor. Nereli ve kim olduğu anlaşılıyor. İnanır mısınız, oradaki askerlerden birinin kardeşi çıkıyor. Meğer kocasının üç karısı varmış. Bizimkini akşam geneleve getiriyor, sabah gelip alıyormuş. Bu kızlar arasından geneleve düşenlerin sayısı az değil. Gariptir bazıları Kıbrıs’ a dönmeyi başardı ama kimse sahip çıkmadığı için genelevlerde çalıştılar, ömürleri orada geçti.” AMAN NE OLUYORUZ? Filistin’ e götürülen kızların kötü durumda olduğunu duyanlardan biri de İngiliz ordusuyla birlikte Filistin’ e giden tercüman Mustafa Bitirim’ dir. Bitirim Kıbrıs’ a döndükten sonra, 1943 yılında, “Biz, Kızlarımız ve Araplar… Aman Ne Oluyoruz” adlı 16 sayfalık bir broşür yayınlar. Bitirim kendisine durumu anlatan asker mektuplarını da yayınlar. Bu askerlerin arasında Kıbrıs Rumlar da vardır. Ama durum Filistin’ in işgaline dek değişmez. O yıllarda İsraillilerin saldırılarından kaçan Filistinlilerin çoğu Ürdün’ e ve çevredeki ülkelere sığınır. Kıbrıslı kızların karşısına bir de sürgün hayatı çıkar. Nice Filistinli gibi onlar da kamplarda yaşamaya başlarlar. Bazıları zaman zaman Kıbrıs’ a gelmeyi ve aileleriyle bağlantı kurmayı başarsa da zamanla tüm ilişkiler kopar. ÜRDÜN ZİYARETİ Neriman Cahit günün birinde Ürdün’ de yaşayan Kıbrıslı Emel Muhareb’ le tanışır ve hemen Ürdün’ e, artık neredeyse 90’ lı yaşlarının sonlarına gelen Kıbrıslı kızlarla tanışmaya gider. Neriman Hanım ziyaretini şöyle anlatır: “İsrail zulmünden kaçıp Ürdün’ e sığınan aileleri bulduk. Kıbrıslı kızlara, çocuklarına, torunlarına ulaştık. Gördüklerime, duyduklarıma inanamadım! Her şey çok acıydı… Filistinliler kamplarda, inanılmaz bir yoksulluk var. Ben o kadınların yüzlerindeki derin ifadeyi, her hallerine sinmiş hüznü, küskünlüğü gözlerimle gördüm. İçimde hissettim. Benim onları, o acıyı unutmam mümkün değil. Ben gittim, gördüm ve öldüm…” LEFKELİ HATİCE TEVFİK Hatice Tevfik, Neriman Cahit ile tanıştığında altı oğlu bir de kızı 97 yaşında bir kadındır. Ürdün’ de El Vahdet Kampı’ nda yaşamaktadır. Satılmadan önceevin en küçüğüdür. Filistin’ e gönderileceğini öğrenince bir resim çizer. Resimde evdeki dört kardeşi çizer ve kendisini temsil eden figürün üzerini karalar. Çocuk gözüyle, “Niye diğerleri değil de ben?” diye sormaktadır. Hatice Tevfik küçük evinin kapısından tam dokuz yıldır hiç çıkmamış. Çünkü dünyaya küskün. Türkçe bilmediğini söylüyor. Ama çevirmen aracılığı ile soruyor; “Bunca yıl neredeydiniz?” Neriman Cahit onu ikinci kez ziyarete gittiğinde Hatice Tevfik’ in kızı gizlice şu bilgiyi aktarıyor: “Bütün gece uyumadı eski sandıkları karıştırdı!” Sandıktan yıllar önce giydiği mor bir elbise, mor bir başörtüsü ile Kıbrıs nakışlarıyla dolu bir bohça çıkarıyor. Neriman Hanım, yaşlı kadının acıyla, özlemle, ördüğü duvarı yıkamayacağını düşünüyor. Ama son bir gayret; ekip arkadaşı Eralp Adanır’ a; “Bir Kıbrıs türküsü söylesene” demeyi akıl ediyor. Sıra “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsüne gelince bir feryat kaplıyor ortalığı; yaşlı kadın; “Beni vurdularrr, beni vurdular! Ölmeden beni mezara goydular… Unuttunuz beniii” diye feryat ediyor. NECLA ÖMER Neriman Cahit sayesinde ortaya çıkan öykülerden birisi, güzelliği ile dillere destan Necla Ömer’ in yaşam öyküsü. Necla Baf’ ın Evretu köyünden. Yoksulluk içinde babası ile yaşıyor. Bir gün ünlü simsar Halil ile bir Arap damat adayı çıkagelir. Baba direnir, kızını vermez. Ama yoksulluk ağır basar. Necla, aynı köyden Mustafa’ ya âşık olduğu halde babasına karşı gelmez. Kendisini Kıbrıs’ ta doktor olarak tanıtan Necla’ nın kocası kavun- karpuz satan bir manav çıkar. Üstelik Necla’ ya akıl almaz derecede kötü davranır. Bir yandan şiddet, bir yandan aile, memleket özlemi Necla’ yı bitirir. Beterin beteri olur ve geneleve düşer. Bu arada İngilizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşı’ na katılanlardan biri olan Mustafa deli gibi Necla’ yı arar. Necla’ yı genelevde Mustafa’ nın çok yakın arkadaşı bulur. Ama Mustafa’ ya hiçbir şey söylemez, çünkü Necla’ ya söz vermiştir. Yıllar sonra Necla, Lefkoşa’ nın ünlü genelev mahallesi Kuru Çeşme’ de görülür, yaşlanmıştır. Mustafa da Lefkoşa’ dadır, Ama bir daha karşılaşmazlar. VEDİA MUSTAFA Vedia Mustafa’ nın öyküsünü torunu Dr. Ahmed Ali Hamiş şöyle anlatıyor: “Dedem, evlenmek için Kıbrıs’ a gitmiş. Simsar aracılığıyla bir miktar para vererek ninem Vedia ile evlenmiş. Ninemin ailesi fakir bir aile.” Beş erkek, iki de kız kardeşi olan Vedia kocasıyla birlikte Filistin’ e gider ve Abu Şusu köyünde yaşamaya başlar. Dr. Ahmed Ali Hamiş nenesini hep hüzünlü hatırlıyor: “Ninemi çok severdim. Çünkü hep üzgündü ve hep ağlardı, çok mutsuzdu. Ben de yanına gider onunla ağlardım. Annem bana kızardı marazi bir çocuk olacaksın diye…” Ahmed Bey, çocuk yaştan itibaren ninesinin vatanını ve ailesini özlediği için mutsuz olduğunu bildiğini söylüyor: “Ninemin mutsuzluğun azaltmak için onun ailesini bulmaya onları buluşturmaya karar verdim. Tabii bu o kadar kolay olmadı…” Ahmed Bey’ in arayışı çok uzun yıllar sürer ama o hiç vazgeçmez. Günün birinde amacına ulaşır ve Kıbrıs’ taki ailesini bulur. Ve nine Kıbrıs’ a götürülür. Havaalanındaki karşılama anı çok hazin olur. 40 yıldır ailesine hasret olan Vedia nine, sevdiklerine sarılır. Fakat hasretin bittiği an başka bir dram yaşanır. Vedia Hanım’ ın dili tutulur ve hayatının sonuna kadar bir daha konuşamaz. Londra’ da yaşayan kardeşleri onu yanlarına alır ve tedavi ettirmek için çalmadık ka
Bozkurt mahir
1 ay önce
Proje bu; Libya bölündü,Irak bölündü,Suriye bölündü, Filistin kıyameti yaşıyor, Sırada İran ve!
Mesela İsrail'in güvenliği meselesi
ABD bize karşı Terör örgütünü destekliyor
Mülteci akınına ugradak...
Yani herşey açık ve net değilmi?
Bozkurt mahir
1 ay önce
BABAM ÇOBAN OSMAN VE FERDİ ZEYREK

Yeni Akit'in, elektrik çarpması sonucu ölen Manisa BB Başkanı Ferdi Zeyrek için "Geberdi", tepki görünce de "Çarpıldı" manşetleri atması üzerine rahmetli babamı hatırladım.
Rahmetli babam, ergenlik yaşlarında evini basan ve baltayla kapısını kırmaya çalışan bir zorbayı devre dışı bırakmış.
Mahkeme "Meşru müdafaa" şartlarını dikkate alarak babama az bir ceza vermiş.
*
Babası olan dedem, Birinci Dünya Savaşı sırasında, babam henüz ana rahminde iken silah altına alınıp Filistin Cephesinde şehit düştüğü için babam yetim doğmuş ve büyümüş.
Bizim yörenin geçimi hayvancılık olduğu ve yetim büyüyen babam da uzun süre akrabalarının yanında çobanlık yaptığı için Çoban Osman olarak bilinirdi bizim yörede.

Sonra biz çobanlık yapmaya başladık.
Yabanda, yazıda bazen yabancılarla karşılaştığımızda bize kimin çocuğu olduğumuzu sorduklarında biz babamın bilinen lakabıyla "Çoban Osman'ın oğluyum" dediğimiz halde bazen, babamın ergenlik yaşlarında elinden çıkan kazaya atıfta bulunarak "Katil Osman'ın oğlu musun" diyen densizler de çıkardı.

Babam kendisine "Katil" denilmesinden hoşlanmaz, bunu bir hakaret kabul ederdi.
Çünkü o bir kahramandı aslında.
Devre dışı bıraktığı adam, tam bir zorba imiş, şerrinden köye giremeyen köylüler bile varmış.
Onun bunun malına, tarlasına, namusuna el uzattığı olurmuş!
O ölünce köylü ancak rahat nefes almış.
Bu sebeple babam kendisine Katil denilmesini hakaret kabul ederdi.

İşte bize "Katil Osman'ın oğlu" diyenleri babama ilettiğimizde babam bize derdi ki;
-"Oğlum, bir daha size Katil Osman'ın oğlu diyen olursa onlara şöyle deyin: Babam yağcının yağını yedi, balcının balını yedi. Sana ne yaptı, yoksa senin de karını mı s.kti?"
*
O hesap bu Ferdi Zeyrek, yağcının yağını yedi, balcının balını yedi, yoksa "geberdi" ve "çarpıldı" manşetleri atanların da analarını veya karılarını mı düzdü?
Aksi halde bu kadar düşmanlık biraz fazla değil mi ya hu?
Sizin nereniz Müslüman?
Münafık, aşağılık adamlar!
Lan sizin arkadaşlarınız gibi yabancı ülkelerde otel odasında VİAGRA'dan ölmemiş adam, kendi evinde elektrik akımına kapılmış.
*
Görüldüğü kadarıyla son derece temiz yüzlü, güzel bir insan.
Hakkında herhangi bir yolsuzluk iddiası da yok.
Peki böyle güzel ve dürüst bir insan için "Geberdi" ve "Çarpıldı" manşetleri atmak neden?
Siz de hiç mi insan sevgisi kalmadı?
Siz kime ya da kimlere hizmet ediyorsunuz?
*
Allah rahmet eylesin Ferdi Başkan'a.
Yakınlarına, sevenlerine ve CHP'liler baş sağlığı diliyorum.
Doğrusu çok üzgünüm ve şaşkınım.
"Geberdi" diyenlerin bir beklentisi varmış gibi duruyor.
Yoksa bu kadar sevinmezlerdi.
Bu sebeple olay enine, boyuna araştırılmalıdır....

Ömer Sağlam
Bozkurt mahir
1 ay önce
FİLİSTİN KONUSUNDA DAVA ADAMLIĞINA SOYUNAN, FİLİSTİN ÜZERİNDEN TÜRK MİLLETİNİ SIRTINDAN VURMAYA ÇALIŞANLARA GELSİN...

“Filistinli araplar tarih boyunca Türkleri arkadan vurmuştur . Prof ilber ortaylı

FİLİSTİNLİ ÜMMET KARDEŞLERİMİZ'İ BİR DE BURADAN OKUYUN...
YAZILANLAR DA YALAN YANLIŞ VARSA BENİM KAFAMA İLK TAŞI SİZ ATIN...

EY TÜRK MİLLETİ UYAN.

EĞER BUNLARA İTİRAZINIZ YOK DA HALA "MEHMETÇİK FİLİSTİN'E" DİYORSANIZ...
BENİM LÜGATIMDA SİZE ARTIK DİYECEK SÖZ YOK.
ONU DA OKUYAN YORUMCULARA BIRAKIYORUM...
💥
Şu Filistin dost muymuş, düşman mıymış?
Gerçekten işgal edilmiş mi?
Buyurun okuyun...
💥
Yıl 1837...
Filistin nüfus sayımı yapılıyor, Filistin’de bulunan Yahudiler'in toplam nüfusu 9 bin olarak kayıtlara geçiyor.
💥
Filistinli Araplar'ın, Yahudiler'e toprak satması ile bu rakam elli bine yükseliyor. Böylece 1882'de ikinci Yahudi yerleşimi kurulmuş oldu...
💥
1908'de Yahudi nüfusu yüz binin üzerine çıkmıştı.
Bu topraklar devlet tarafından satılmıyordu.
Bizzat o bölgede yaşayan Arap şeyhlerin şahsi mallarıydı.
Ederinin çok üstünde fiyatlara satmak için Filistinli Araplar adeta yarışıyordu.
💥
Hâlbuki Osmanlı Padişahı'nın bu konuda açık emri vardır. Hiçbir Yahudi'ye toprak satılmayacaktır.
💥
Her şeyin kılıfını uyduran Yahudiler, Alman kimliği ile, İngiliz kimlikleri ile toprak satın alıyorlardı.
Filistinli Araplar'ın ise gözü doymak bilmiyordu.
Yani öyle işgal ederek başlamadı her şey!
Adamlar bastılar parayı aldılar toprakları.
💥
Demek ki neymiş?
Vatanın her bir karışı kutsal imiş, kutsalı satar isen başına bunlar gelir imiş!
Osmanlı dönemi sonrası Filistin İngiliz himayesi altına girdi ve toprak satışı yasağı kalkınca Yahudiler satın aldıkları toprakların tapularını kendi üzerlerine aldılar.
💥
1925'te 944 bin dönüm olan arazi satılmıştı!
💥
1927'de 1 Milyon 124 bin dönüm arazi satılmıştı.
💥
1930'da satılan arazi miktarı 1 Milyon 700 bin dönüme çıkmıştı.
💥
Bunlar hep satın alınan arazilerdi. Tapulu belgeliydi!
💥
1948 yılına gelindiğinde bir devlet kurabilecek kadar toprak satın alınmıştı!
💥
Öyle bazılarının söylendiği gibi Filistin işgal edilmiş falan değildi!
💥
Peki, bu Filistinliler nasıl insanlar?
Türkler ile bağları neymiş, bir de ona bakalım...
💥
Yıl 1915...
Filistin askerleri, Türk askerlerine cephe arkasından saldırmış ve 14 Bin Türk askerinin şehit olmasına, bir çok askerin yaralanmasına sebep olmuştur.
Arap ihaneti ile esir düşen 15 bin Türk askerinin gözleri asit kuyularinda kör edilerek eziyet edilmişti.
💥
Kardeş Filistin Haaaa !
💥
Yıl 1916...
Filistin bayrağı, Filistin halkını temsil etmek için kullanılan bayraktır...
İlk olarak Şerif Hüseyin tarafından 1916 yılında Osmanlı Devleti'ne karşı başlatılan Arap ayaklanmasının sembolü olarak dört renkli,
💥
"siyah, beyaz, yeşil ve kırmızı" renklerden oluşan bir bayrak tasarlanır...
💥
En üstteki siyah yatay çizgi, Abbasiler'i;
Ortadaki yeşil renk Şii Fatımiler'i;
Alttaki beyaz renk Emeviler'i temsil eder...
Kırmızı üçgen ise 1916 yılında Osmanlı Devleti'ne isyan eden Şerif Hüseyin’in kabilesi Haşimoğulları'nı, temsil etmektedir.
Diğer bir görüşe göre Araplar'ın Osmanlı Devletine karşı bağımsızlığı için dökülen kanı temsil eder...
💥
Yıl 1917...
Filistinli Araplar İngiliz Lawrance ile bir oluyor ve tarihe Akabe baskını olarak geçecek ihanete imza atıyorlardı. Akabe'deki tüm Türk askerleri katledilmiştir.
Bugün Ürdün-Filistin arasındaki Wadi Rum çölünde, Lawrance Rölyefi ile Lawrance'ı dağlara taşlara kazımışlardır.
Aynı yıl yani 1917'de Kudüs Filistinliler tarafından İngilizlere teslim ediliyor!
Bunla da kalmıyor İngiliz General Edmund Allenby Kudüs’e girerken Filistinli Araplar tarafından "El-Nebi" yani peygamber olarak karşılanıyor...
💥
TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE BİZZAT BENİM ŞAHİT OLDUKLARIMI DA YAZALIM...
💥
Yıl 1978...
Filistin Kurtuluş örgütü terör örgütü PKK'ya kucak açıyor, PKK ile birlikte Türkiye aleyhine faaliyetlere başlıyor...
💥
Yıl 1979...
Ankara'da bulunan Mısır Büyükelçiliği Filistinliler tarafından basılıyor bir polisimiz ve bir bekçimiz şehit oluyor...
💥
Yıl 1980...
Filistin Halk Kurtuluş Cephesi lideri George Habash, Lübnan'ın Sidon şehrindeki kamplarını Asala terör örgütüne açıyor, Asala'nın diplomatlarımızı katlettiği eylemlerine bu Filistinli teröristler de destek veriyor...
💥
Kardeşe bak kardeşe, siz bu kardeşin ihanetini unutabilirsiniz!
Ben ünüversite yıllarımda bunları düşüne düşüne yaşadım...
💥
Yıl 1989...
Yaser Arafat, "Ermenistan'ın haklı davasını destekliyoruz" açıklamaları yapıyor...
Karabağ işgaline ve Ermeni katliamlarına destek veriyor...
Kardeşin ihaneti bitmiyor...
💥
Yıl 1993
Filistinli Araplar, Mesud Barzani'nin "Bağımsız Kürdistan" fikrine de destek oluyor...
Adamlar Türk milletine ihanete doymuyor...
💥
Yıl 2002...
Binbaşı Cengiz Toytunç Batı Şeria'da Barış gücünde görevliyken aracı durdularak şehit ediliyor...
💥
Yıl 2009...
Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas Kıbrıs'ta Türklerin işgalci olduklarını, Rumların tüm tezlerini desteklediklerini dünyaya açıklıyor...
Siz Filistin için ağlarken, Anadolu da Filistinlinin sırtından hançerledikleri Türklerin anası ağlıyor...
💥
Yahu sizin gözünüzdeki bu perde nasıl kalkacak!
💥
Bitmedi...
İhanetin dahası var devamm...

Yıl 2012...
Filistin Devleti Al Nakba kupası adı altında bir organizasyon düzenliyor ve sözde Kürdistan takımını da davet edip, Kürdistan Futbol takımı ile maç yapıyor...
Iyi seyirler futbol severler. Bundan doğal ne olabilir degilmi?
💥
Yıl 2019...
Türkiye'nin Suriye'de başlattığı "Barış Pınarı harekatı" için Filistin’in de içinde olduğu "Arap birliği" kınama mesajı yayınladı.
Tabi bunuda duymadınız...
💥
Yıl 2020...
Filistin, Türkiye'nin Doğu Akdeniz’deki hak iddialarına karşı olarak kurulan Doğu Akdeniz Gaz Forumuna üye oluyor. (Eastern Mediterranean Gas Forum-EMGF)
Yunanistan, Mısır, Kıbrıs Rum kesimi ve İsrail ile birlikte Türkiye'nin Mavi Vatan tezine karşı cephe alıyor...
Siz Filistin için ağlamaya devam edin...
💥
Aynı yıl yani 2020'de
Filistin, Çin'in Uygur Türkleri'ne yaptığı soykırımı destekliyor ve Çin'in Uygur Türkleri politikasına destek verdiğini söylüyor...
Siz ümmet kardeşleriniz için ağlarken, onlar Türk Milletinin evlatlarinin katline onay veriyordu...
💥
Bugün güzel ülkemin güzel sokaklarında bu milletin üzerinde Türk kanının da temsil edildiği Filistin bayrağını şahlandıran bir kesim var.
Onların amaçları nedir bilmiyorum ama, Türkiye’de; İtalyan, Alman, İngiliz şirketleri adı altında İsrail tarafından alınan binlerce dönüm tarım arazisinin satın alındığını herkes biliyor...
💥
Tıpkı vakti zamanında Filistinli Arap şeyhlerin topraklarını sattıkları gibi bizler de topraklarımızı maalesef ecnebilere sattık, satmaya da devam ediyoruz !..
💥
400 bin dolar veren herkes Türk vatandaşı olabiliyor...
💥
Filistinleşiyoruz, ruhunuz duymuyor!
Çocuklarınız sizi nasıl yad edecek ben biliyorum da siz bilmiyorsunuz!
💥
Evinizi, toprağınızı, yerinizi yurdunuzu yabancılara satarken Filistinliler gibi sizde hatıra fotoğrafı çektirmeyi unutmayın!
Belki sizin de vakti zamanında İsraillilere toprak satarken çekilen Filistinliler gibi bir fotoğrafınız tarihe geçer...
Sizinde torunlarınız bugünkü Filistinli çocuklar gibi enkaz altından kurtulmayı beklerken dedelerinin tarihi olaylardan ders çıkarmayışının bedelini öder...
💥
EY TÜRK MİLLETİ UYAN
TİTRE VE KENDİNE DÖN.
BENİM FİLİSTİN DİYE BİR DAVAM YOKTUR.

Tarih danışmanı : prof ilber ortaylı
Mevlüt Kaleli
Bozkurt mahir
2 ay önce
• YANİ DİYOR Kİ;
* SİZ VERGİ VERİN,
* SİZ AÇLIK SINIRININ ALTINDA MAAŞ ALIN,
* PORSİYONLARINIZI KÜÇÜLTÜN,
* ÇOCUKLARLA MARKETE GİTMEYİN.
* BİZ SARAYLARDA "Ş.İ.İ.R" GİBİ YAŞAYALIM,
* OSMANLI'NIN LÂLE DEVRİ'NDEKİ GİBİ DIŞARDAN YÜKSEK FAİZLE BORÇ ALIP İTİBADAN TASARRUF OLMAZ DİYEREK CAKA SATALIM,
* YANDAŞ YAREN, EŞ DOST-AKRABA, AİLE EFRADI, GİZLİ YABANCI ORTAKLAR LÜKS İÇİNDE YAŞARKEN FAKİR FUKARA GARİP GURABA FİTREYE MUHTAÇ KILINAN EMEKLİ
N'OLURSA OLSUN,
KISACASI SİZLER ÜRETİN, KAZANIN, VERİN, BİZ YİYELİM.
SİZ ŞÜKREDİN, SİZLER FAKİR KALIN Kİ; 500 YIL ÖNCE CENNET'E GİDİN VE PEYGAMBERE KOMŞU OLUN !!!
Alıntı
**************
• Biz SIZE YETEMEYİZ !!!
- Hobaraa diye memlekete doldurdukları beş milyon Suriyeli'ye şimdilik kaç para harcadılar? 52 milyar dolar harcadılar.
- Filistin'e yaptıkları yardım iki milyar doları geçti.
- Sudan'a 750 Milyon Dolar bağışladılar.
- Somali'ye 750 Milyon Dolar verdiler.
- Afganistan'a 650 Milyon Dolar ödediler.
- Libya'ya gönüllerinden Yarım Milyar Dolar koptu.
- Şeriatçı Mursi'nin cumhurbaşkanı olması şerefine Mısır'daki müslüman kardeşler'e tiko para ne gönderdiler? İki milyar dolarcık gönderdiler.
- Afrika'ya verdikleri para Yedi Milyar Doları aştı…
- Komor'a stadyum yaptılar.
- Tanzanya'ya, Burkina Faso'ya su kuyuları açtılar.
- Zimbabwe'ye pazar yeri inşa ettiler.
- Gana'ya Togo'ya Uganda'ya kırtasiye malzemesi gönderdiler.
- Moritanya'ya ahır kurdular.
- Mozambik'e inek dağıttılar.
- Gambiya'ya dökümhane kurdular.
- Kongo'ya okul yaptılar.
- Eritre'ye, Lesoto'ya üniforma hediye ettiler.
- Kamerun'a deterjan verdiler.
- Cibuti'ye ambulans verdiler.
- Somali'ye, Mali'ye Tunus'a, Mısır'a çöp kamyonları verdiler, çöp kamyonlarını teslim töreninde konuşan şehircilik bakanımız “bu çöp kamyonları kardeşliğimizi pekiştirecek” dedi.
- Sierra Leone'ye vidanjör verdiler.
- Arakan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
- Yemen'e 50 milyon dolar gönderdiler.
- Lübnan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
Bizzat asrın liderimiz anlattı…
- “Barzani kendi memurunun maaşını ödeyemiyordu, bana geldi, iki milyar dolar verdim” dedi.
- Pakistan'da köylülere keçi dağıttılar.i
- Yemen'e un verdiler.
- Okyanusya ülkesi Palau'ya VIP minibüs hediye ettiler.
- Karayip Denizi'ndeki Antigua'ya bilgisayar hibe ettiler.
- Büyük Okyanus'ta sadece dokuz mercan adacığından oluşan ve nüfusu sadece 12 bin kişi olan Tuvalu'ya “size ne verelim?” diye sordular, “bizim çocuklar futbol seviyor, nizami futbol topumuz yok” cevabı gelince, futbol topu ve pompa gönderdiler.
(Bu kadar da olmaz diyenler, lütfen internete girsin, tek tek bu haberleri okusun.)
- Teee ABD'nin Oregon eyaletinde yaşayan Kızılderililere 200 bin dolar hibe ettiler iyi mi…
- Washington'a direkt uçuş başlatan Türk Hava Yolları'nın ilk seferinde Apaçi, Novajo, Cheyenne ve Mohikan kabilelerinden 17 şefi, İstanbul'a getirdiler, yedirip içirip, gezdirdiler.
- 98 ülkede 100 bin kişiye ramazan kolisi verdiler.
- Kenya'da, Bangladeş'te, Çad'ta, Nijer'de Somali'de, Sudan'da, Yemen'de 300 bin kişiye iftar verdiler.
- Son sekiz yılda 175 ülkeye para dağıttılar.
Elaleme para saçma konusunda dünyanın en zengin ülkelerine tur bindirdiler, dünyadaki bütün yardımların üçte birini tek başına Türkiye'ye yaptırdılar.
ABD'den iki milyar dolar fazla yardım yaptılar, İngiltere'den altı milyar dolar fazla yardım yaptılar, Japonya'dan yedi milyar dolar fazla yardım yaptılar.
Böylece, Küresel Yardım Raporu'na göre “dünyanın en cömert hükümeti” ilan edildiler!
- 170 milyon dolar harcadılar, Rusya'ya cami yaptılar, kubbesini altın varaklarla kapladılar.
100 milyon dolar harcadılar, ABD'ye cami yaptılar.
- 30 milyon dolar harcadılar, İngiltere'ye, Avrupa'nın ilk çevre dostu camisini yaptılar.
35 milyon dolar harcadılar, Kırgızistan'a 50 bin metrekare, Orta Asya'nın en büyük camisini yaptılar.
- Karada yer kalmamış gibi, denizi doldurdular, Cibuti'ye cami yaptılar.
- Haiti'ye cami yaptılar.
- Filipinler'e cami yaptılar.
- Somali'ye Mali'ye cami yaptılar.
- Teee elalemin ülkelerine toplam yarım milyar dolarlık cami diktiler.
- Tayland'ta Etiyopya'da türbe yaptılar.
- Şu anda Sudan'da Sevakin adası'nı komple inşa ediyorlar, mühendisler, mimarlar, haritacılar, şehir planlamacıları gönderdiler, 100 milyon dolar döküyorlar.
(Bu arada… Kendileri bi lokma bi hırka yaşıyorlar.
* “İtibardan tasarruf olmaz” dediler,
- Buckhingham Sarayı'nın dört misli büyüklüğünde 1.150 küsur odalı saray yaptılar.
- Beş tane makam uçağı aldılar, en son alınan uçaktan Trump'ta bile yok.
- Vahdettin Köşkü'nü, Dolmabahçe Sarayı'nı, Beylerbeyi Sarayı'nı, Huber Köşkü'nü, Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü'nü, Beykoz Kasrı'nı, Savarona'yı Abdülaziz'in altın varaklı padişah koltuğunu kullanıyorlar, Marmaris'e ve Ahlat'a saray yaptırıyorlar..
- Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie içip, starex meyvesi eşliğinde aloevera'yla zencefilli somon suşi yiyorlar.)
Asrın liderimiz geçen seneki Kurban Bayramı'nda bağışını diyanet'e yaptı, asrın liderimizin bağışladığı kurban Afrika'da Togo'da kesildi.
Daha önceki kurban bayramlarında Kızılay'a bağış yapmıştı, kurbanları Moritanya, Çad, Etiyopya'da kesilmişti.
- Kuzey Irak'a 30 bin maske hibe ettiler.
- İran'a bin test kiti, 4 bin tulum, 20 bin önlük, 2 bin gözlük, 4 bin N95 maske, 78 bin maske hibe ettiler.
Bizzat sağlık bakanımız gururla anlattı, ABD'ye 500 bin test kiti verdiler.
* “Biz bize yeteriz” dedikleri, işte bu.
E haliyle “size” yetebilmeleri mümkün değil tabii...
Kefen parasını yedikleri milleti, ceset torbasıyla gömüp, üste para istemeleri sürpriz değil yani
!
Sözcü Gazetesi
Yılmaz ÖZDİL
Affan Özoğlu
2 ay önce
Filistin'in yanındayız..🇹🇷☪️🇵🇸
Affan Özoğlu
2 ay önce
Özgür Filistin!🇵🇸🇵🇸🇵🇸
Affan Özoğlu
2 ay önce
Filistin'in sonsuza dek yanındayız!🇹🇷🇵🇸
Bozkurt mahir
2 ay önce
OSMANLI'NIN SAVAŞARAK YIKTIĞI BAZI TÜRK DEVLETLER
Osmanlı İmparatorluğu, tarih boyunca birçok farklı Türk devletiyle savaşmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1. **Akkoyunlular**: Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında özellikle 15. yüzyılın ikinci yarısında savaşlar yaşanmıştır. Bu savaşların en bilinenlerinden biri 1473 yılında Fatih Sultan Mehmet ile Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan arasında gerçekleşen Otlukbeli Savaşı'dır.

2. **Karakoyunlular**: Akkoyunlular gibi Karakoyunlular da Doğu Anadolu ve Azerbaycan bölgelerinde Osmanlı ile rekabet içinde olmuşlardır. Ancak doğrudan büyük çaplı savaşlardan ziyade, daha çok nüfuz mücadelesi yaşanmıştır.

3. **Memlükler**: Memlük Sultanlığı, 16. yüzyıla kadar Osmanlılar ile özellikle Suriye, Filistin ve Mısır bölgelerinde rekabet etmiş ve savaşmıştır. Yavuz Sultan Selim'in 1516-1517 yılları arasında yaptığı seferlerle Memlükler yenilmiş ve Memlük Devleti sona erdirilmiştir.

4. **Safeviler**: 16. yüzyıldan itibaren Osmanlılar ile Safevi Devleti arasında İran, Irak ve Kafkasya bölgelerinde yoğun çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmalar genellikle mezhep farklılıkları ve toprak rekabeti üzerinden şekillenmiştir. Çaldıran Savaşı (1514) bu çatışmaların en önemlilerindendir.

Bu Türk devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişleme döneminde karşılaştığı ve zaman zaman mücadele ettiği önemli aktörler arasında yer almaktadır.
Bozkurt mahir
2 ay önce
Baybars: 800 dirheme alınan köle.
1242 yılında Suriye'deki köle pazarlarından birinde bir Bulgar tüccar köle satıyordu. İçlerinde uzun boylu, beyaz tenli, gözünde ben olan bir genç de vardı. Memlük emiri Alaeddin Aytegin el-Bundukdari, Poloveçli köleyi 800 dirhem karşılığında Mısır'a götürdü.
Yeni edinilen kölelerin çoğu Kahire'de savaş eğitimi alıyordu. Baybars el-Bundukdari adını alan köle, eğitim sırasında olağanüstü dövüş yetenekleri gösterdi. Bir süre sonra Mısır Sultanı es-Salih Eyyub bin Muhammed'in dikkatini çekti ve 1246 yılında o da onu kendi muhafız birliklerinden birinin komutanı olarak atadı.
Sonraki on beş yıl Baybars için Yedinci Haçlı Seferi sırasında Haçlılarla yapılan savaşlarla ve iç siyasi entrikalarla geçti: Memlükler, Turan Şah'ın devrilmesinde yer aldı, Suriye'ye kaçtı ve ancak 1259'da Mısır'a döndü. Ertesi yıl, Suriye'yi ele geçiren ve neredeyse Mısır'a ulaşan Kit-Buga Moğol ordusuyla savaştı. Moğollar yenilmiş, Mısırlılar Suriye'ye yerleşmiş, hırslı Baybars ise silah arkadaşı Sultan Kutuz'u öldürerek Mısır'ın hükümdarı olmuştu.
17 yıllık eski köle ve seçkin askeri lider Baybars I, tahtta geçirdi ve bu süre boyunca hep savaştı. Sultan, topraklarındaki Moğol akınlarına başarıyla direndi, İranlı Hülagüoğulları İlhanlı Devleti'yle savaştı, Filistin'deki Haçlı Kudüs Krallığı'na saldırdı ve Kilikya Devleti'ni geri püskürttü ve 1268'de Antakya Prensliği'ni ele geçirdi. Baybars halk arasında “Zaferlerin Babası” anlamına gelen Ebul-Futuh lakabı ile anılırdı.
Warspot web sitesi materyali
Lütfiye Sude Arda
2 ay önce (E)
#Filistin
"Biz bunlara bakıp korkmamalıyız. Düşmanlarımız korksun. Hem de nasıl korkuyorlar. Korkularından bize bu zulümleri yapıyorlar. Yüz elli yıldır bizi tüketmeye uğraşıyorlar. Korkmasaydılar yapmazdılar."
Bozkurt mahir
2 ay önce
👉Çok Nadir👈 Bulunan Bir Fotoğraf Karesi Bu Kardeşlikler

Her yerde göremezsiniz, tam Arşivlik yani

Ve belkide #Tapu yerine bile geçebilir.

#Filistinli bir #Osmanlı_Polisi , Ya'hu'di bir adamı #Yafa şehrinin kapısında teftiş ederken..

1900’lü yılların başı..

Bu fotoğraf karesi Filistin'in gerçek sahibinin kim olduğunu gösteriyor

👉Hır'sız kim
👉Mal sahibi kim
Kararı siz verin
Affan Özoğlu
2 ay önce
Özgür Filistin🇵🇸🇵🇸🇵🇸
Muhammedus
2 ay önce
Özgür Filistin🇵🇸🇵🇸🇵🇸
Bozkurt mahir
2 ay önce
Birilerinin taptıgı 2.Abdülhamit Kıbrıs'ı İngiltere'ye sattıktan sonra oradaki Türklere ne oldu ?
Bir ögretmen tarihimizin en utanç verici gerceklerinden birini yazmış

4000 Türk kızı yoksulluktan kadın simsarları tarafından Filistinlilere satılıyor sonrası..sonrası tarihimizin en büyük utancı

1974'te adaya giren Türk ordusü Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yaptı diyenler iyice okusun

''ARAPLARA SATILAN KIBRISLI
TÜRK KIZLARI''

Kıbrıs 1974’ den bugüne ikiye bölünmüş bir ada. Kim ne derse desin, Kıbrıs kapanmayan yaralarla dolu. Kapanmayan yaralar bir yana, Kıbrıs’ ın bir de az bilinen eski yaraları var. Bunlardan biri, Araplara satılan Kıbrıslı Türk kızları.
Kıbrıs tarihinin bu az bilinen sayfalarına ışık tutanların başında emekli edebiyat öğretmeni ve yazar Neriman Cahit geliyor. Neriman Cahit hiç bilmedikleri diyarlara, hem de satılarak gönderilen kızların öykülerini topladı ve “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı bir kitapta yayımladı. Bu öyküler ayrımcılığın, yoksulluğun ve acımasızlığın öyküleri; nice çocuk gelinin öyküsü gibi.

FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIZLAR

1920 ile 1950 yılları arasında, Kıbrıs bir İngiliz sömürgesiyken, yaklaşık 4 bin Türk kızı Filistinli Araplara anne babaları tarafından satıldı. Bu kızların çok azı geri dönebildiler. Geri dönemeyenlerin çoğu evlerinin, köylerinin, memleketlerinin özlemi ile yaşadılar ve kaderlerine küstüler.

MÜTHİŞ BİR SUSKUNLUK

Neriman Cahit kitaba varan süreci şöyle anlatıyor: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinde hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; ‘Biz bu kızları sattık’ dedi.”

TARİHLE YÜZLEŞMEK

Neriman Cahit tarihle yüzleşmek gerektiğine inanıyordu: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.”

SATIŞ VE TİCARET

Yoksulluktan kurtulmak, belki de kızlarının yoksulluktan kurtulması umuduyla kimi köylüler çocuklarının para karşılığı ellerinden alınmasına ve evlenmek üzere Filistin’ e götürülmesine izin verirler. Baf, Limasol, Larnaka gibi kıyı bölgelerinden, 10-15 yaşındaki kızlar vapurlarla bir bilinmeze doğru yola çıkar.
Köylü kızların satılması bir süre sonra Araplara kız bulmak için acente gibi çalışan simsarların ortaya çıkmasına da yol açmış. Bu kişiler ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü kızları bulmaya çalışırlar; satılan kızlar için hem anne babalardan, hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış.
Simsarların ille de erkek olduğu sanılmamalı. Gündüzleri kadınlara geceleri de erkeklere hizmet veren Tantin Hamamı’ nı işleten Pembe ve kızı Fatma kadın simsarlara bir örnek.
Damat adayları anne babalara çoğu zaman bir doktor, bir mühendis olarak tanıtılsa da, damatların sözleri çoğu zaman doğru çıkmaz. Satılan kızların çoğu gittikleri yerde büyük bir yoksulluk ile karşılaşırlar. Kimisi kuma durumuna düşer.

KARA HABERLER

Neriman Cahit kızların haberlerinin Kıbrıs’ a gelişini şöyle anlatır: “50’ lere doğru Türk toplumu bu kızlarla ilgili birçok şey öğrendi. Filistin bölgesindeki savaşlara İngilizler Türk askerlerini de götürdüler. Askerler boş zaman bulunca genelevlere giderler. Geneleve giden Rum ve Türk askerleri orada Kıbrıslı bir kıza rastlıyorlar. Kız ağlamaya başlıyor. Nereli ve kim olduğu anlaşılıyor. İnanır mısınız, oradaki askerlerden birinin kardeşi çıkıyor. Meğer kocasının üç karısı varmış. Bizimkini akşam geneleve getiriyor, sabah gelip alıyormuş. Bu kızlar arasından geneleve düşenlerin sayısı az değil. Gariptir bazıları Kıbrıs’ a dönmeyi başardı ama kimse sahip çıkmadığı için genelevlerde çalıştılar, ömürleri orada geçti.”

AMAN NE OLUYORUZ?

Filistin’ e götürülen kızların kötü durumda olduğunu duyanlardan biri de İngiliz ordusuyla birlikte Filistin’ e giden tercüman Mustafa Bitirim’ dir. Bitirim Kıbrıs’ a döndükten sonra, 1943 yılında, “Biz, Kızlarımız ve Araplar… Aman Ne Oluyoruz” adlı 16 sayfalık bir broşür yayınlar.
Bitirim kendisine durumu anlatan asker mektuplarını da yayınlar. Bu askerlerin arasında Kıbrıs Rumlar da vardır. Ama durum Filistin’ in işgaline dek değişmez. O yıllarda İsraillilerin saldırılarından kaçan Filistinlilerin çoğu Ürdün’ e ve çevredeki ülkelere sığınır. Kıbrıslı kızların karşısına bir de sürgün hayatı çıkar. Nice Filistinli gibi onlar da kamplarda yaşamaya başlarlar. Bazıları zaman zaman Kıbrıs’ a gelmeyi ve aileleriyle bağlantı kurmayı başarsa da zamanla tüm ilişkiler kopar.

ÜRDÜN ZİYARETİ

Neriman Cahit günün birinde Ürdün’ de yaşayan Kıbrıslı Emel Muhareb’ le tanışır ve hemen Ürdün’ e, artık neredeyse 90’ lı yaşlarının sonlarına gelen Kıbrıslı kızlarla tanışmaya gider. Neriman Hanım ziyaretini şöyle anlatır: “İsrail zulmünden kaçıp Ürdün’ e sığınan aileleri bulduk. Kıbrıslı kızlara, çocuklarına, torunlarına ulaştık. Gördüklerime, duyduklarıma inanamadım! Her şey çok acıydı… Filistinliler kamplarda, inanılmaz bir yoksulluk var. Ben o kadınların yüzlerindeki derin ifadeyi, her hallerine sinmiş hüznü, küskünlüğü gözlerimle gördüm. İçimde hissettim. Benim onları, o acıyı unutmam mümkün değil. Ben gittim, gördüm ve öldüm…”

LEFKELİ HATİCE TEVFİK

Hatice Tevfik, Neriman Cahit ile tanıştığında altı oğlu bir de kızı 97 yaşında bir kadındır. Ürdün’ de El Vahdet Kampı’ nda yaşamaktadır. Satılmadan önceevin en küçüğüdür. Filistin’ e gönderileceğini öğrenince bir resim çizer. Resimde evdeki dört kardeşi çizer ve kendisini temsil eden figürün üzerini karalar. Çocuk gözüyle, “Niye diğerleri değil de ben?” diye sormaktadır.

Hatice Tevfik küçük evinin kapısından tam dokuz yıldır hiç çıkmamış. Çünkü dünyaya küskün. Türkçe bilmediğini söylüyor. Ama çevirmen aracılığı ile soruyor; “Bunca yıl neredeydiniz?” Neriman Cahit onu ikinci kez ziyarete gittiğinde Hatice Tevfik’ in kızı gizlice şu bilgiyi aktarıyor: “Bütün gece uyumadı eski sandıkları karıştırdı!” Sandıktan yıllar önce giydiği mor bir elbise, mor bir başörtüsü ile Kıbrıs nakışlarıyla dolu bir bohça çıkarıyor. Neriman Hanım, yaşlı kadının acıyla, özlemle, ördüğü duvarı yıkamayacağını düşünüyor. Ama son bir gayret; ekip arkadaşı Eralp Adanır’ a; “Bir Kıbrıs türküsü söylesene” demeyi akıl ediyor. Sıra “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsüne gelince bir feryat kaplıyor ortalığı; yaşlı kadın; “Beni vurdularrr, beni vurdular! Ölmeden beni mezara goydular… Unuttunuz beniii” diye feryat ediyor.

NECLA ÖMER

Neriman Cahit sayesinde ortaya çıkan öykülerden birisi, güzelliği ile dillere destan Necla Ömer’ in yaşam öyküsü. Necla Baf’ ın Evretu köyünden. Yoksulluk içinde babası ile yaşıyor. Bir gün ünlü simsar Halil ile bir Arap damat adayı çıkagelir. Baba direnir, kızını vermez. Ama yoksulluk ağır basar. Necla, aynı köyden Mustafa’ ya âşık olduğu halde babasına karşı gelmez. Kendisini Kıbrıs’ ta doktor olarak tanıtan Necla’ nın kocası kavun- karpuz satan bir manav çıkar. Üstelik Necla’ ya akıl almaz derecede kötü davranır. Bir yandan şiddet, bir yandan aile, memleket özlemi Necla’ yı bitirir. Beterin beteri olur ve geneleve düşer. Bu arada İngilizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşı’ na katılanlardan biri olan Mustafa deli gibi Necla’ yı arar. Necla’ yı genelevde Mustafa’ nın çok yakın arkadaşı bulur. Ama Mustafa’ ya hiçbir şey söylemez, çünkü Necla’ ya söz vermiştir. Yıllar sonra Necla, Lefkoşa’ nın ünlü genelev mahallesi Kuru Çeşme’ de görülür, yaşlanmıştır. Mustafa da Lefkoşa’ dadır, Ama bir daha karşılaşmazlar.

VEDİA MUSTAFA

Vedia Mustafa’ nın öyküsünü torunu Dr. Ahmed Ali Hamiş şöyle anlatıyor: “Dedem, evlenmek için Kıbrıs’ a gitmiş. Simsar aracılığıyla bir miktar para vererek ninem Vedia ile evlenmiş. Ninemin ailesi fakir bir aile.” Beş erkek, iki de kız kardeşi olan Vedia kocasıyla birlikte Filistin’ e gider ve Abu Şusu köyünde yaşamaya başlar. Dr. Ahmed Ali Hamiş nenesini hep hüzünlü hatırlıyor: “Ninemi çok severdim. Çünkü hep üzgündü ve hep ağlardı, çok mutsuzdu. Ben de yanına gider onunla ağlardım. Annem bana kızardı marazi bir çocuk olacaksın diye…” Ahmed Bey, çocuk yaştan itibaren ninesinin vatanını ve ailesini özlediği için mutsuz olduğunu bildiğini söylüyor: “Ninemin mutsuzluğun azaltmak için onun ailesini bulmaya onları buluşturmaya karar verdim. Tabii bu o kadar kolay olmadı…” A
Bozkurt mahir
2 ay önce
KİM TÜRK DÜŞMANI?..
Filistin'in Kıbrıs Rum kesimi ile doğalgaz ortaklığı var. Akdeniz'de Türkiye'nin tam karşısında, hatta düşmanca...
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin Karabağ'ın Ermenistan toprağı olduğunu iddia ediyor, dahası Ermeni soykırımını tanıyor.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin Diyarbakır'a "Kürdistan'ın başkenti, PKK özgürlük savaşçılarıdır" diyor.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin, Doğu Türkistan'da Çin'in soykırım politikasını destekliyor, "Çin haklıdır" diyor hatta.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Son Karabağ savaşında İsrail Azerbaycan'a, Filistin Ermenistan'a açık destek vermişti.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin'e Arap dünyası sahip çıksın, onların tüyü bile kıpırdamıyor. Filistin benim kırmızı çizgim değil. Başıma daha saksı düşmedi.
Filistin dostları Türk düşmanıdır!.. Seçimde algı rüzgarının önünde kuru bir yaprak gibi savrulmayın!..
Ey Türk titre ve kendine dön!..
Alper Aksoy
Bozkurt mahir
3 ay önce
TÜRK TARİHİNİ BİLMEMEK
Soner Yalçın 31.01.2018

“Rabova” nedir bilir misi­niz?

Hayır, “Rojava” demiyo­rum; “Rabova” diyorum.
Maşallah! “Rojava”yı bilme­yeniniz yok; hepinize ezber­lettiler! Suriye'de; Derik'ten Afrin'e kadar sınırımızda uzanan 700 km'lik alana “Rojava” diyorlar; sözüm ona “Batı Kürdistan!”

Öyle propaganda yaptılar ki… Çoğu kişi sanıyor ki, “Rojava” Kürtlerin yurdu! Bir de ideolojik temel inşa ediyorlar; “Kemalizm'den kaçan Kürtler buraya sığındı!” Bitmez tükenmez PKK ya­lanlarından biri bu.

Neyse... Soruma döneyim:

“Rabova” nedir?

Bilmiyorsunuz değil mi? “Yevmüşşüheda” de­sem…
Yani, “Masum Şehitler Günü”…
Hatırlayanınız çıktı mı? Sanmam!

Yazayım:

Tarih: 30 Eylül 1918. Osmanlı, I. Dünya Savaşı'nı kaybetmek üzereydi artık. Alman Mareşal Liman von Sanders komutasındaki Os­manlı Ordusu, Şam'ı boşaltıp Halep'e çekilme kararı aldı.

Şam'da binlerce Türk aile­si vardı… Binlerce kadın-çocuk Türk yollara düştü. İnsan acıma­sızlığının boyutunu nere­den bilsinler?
Tren, Şam-Rayak demir­yolunun geçtiği Rabova boğazında saldırıya uğradı. Boğazın iki yakasını tutmuş ayrılıkçı Araplar silahlarla treni taramaya başladı. Saldırganların gözü öylesine kin doluydu ki, bir tek sağ çocuk bile bırakmadılar…

Rabova katliamının olduğu her “30 Eylül” günü “Ma­sum Şehitler Günü” olarak anıldı. Zamanla unutuldu gitti!

Sonra, “Ermeni soykırımı” sözleri bilinçlere şırınga edildi!

Sonra, “Rojava direnişi” lafları bilinçlere şırınga edildi!

Bırakınız “Masum Şehitler Günü” anmasını, “Rabova kıyımını” bile bilen kalmadı.

PKK-FETÖ ve liboş düşünce ikliminde yetişen insanımız tarihine düş­man kesildi!
Türklük, faşistlik oluverdi!
30 EYLÜL MASUM ŞEHİTLER GÜNÜ

Bir zamanlar Şam Osmanlı şehri idi. 1. Dünya Savaşında Şam Hastanesinde Filistin Cephesinden gelen yaralı Osmanlı askerleri yatıyordu. Filistin Cephesinde Lawrance komutasındaki Arap Bedevileri “Esir almak yoook!..” bağrışları ile Şam’a doğru çekilmekte olan Türk Mehmetçiğine saldırdılar. İşte bu saldırıdan kurtulanlar Şam Hastanesine yatırılmıştı. Öyle ki hastane yatakları tam dolmuş, hastane avlusunda yüzlerce yaralı Mehmetçik sedyelerde inliyordu. Bedevi atlıları bir sabah gün ışırken geldiler. Önce hastane avlusunda sedyelerde yatan Mehmetçikleri, “Mermi israfı olmasın” diye eğri kılıçlarla kellelerini kesip, karınlarını deştiler, sonra hastane içine girip ağır yaralıları katlettiler. Biz onlarla “Din kardeşi” olduğumuza inanıyorduk değil mi?

Bir zamanlar Osmanlı şehri olan Şam’daki bu vahşetten sonra şehirdeki subay ve memurlar Şam’ın elden çıktığını kabullendiler. Önce çocuklar ve anneler trenle Halep’e taşınmaları gerekiyordu. Binlerce çocuk, anneler ve nineleri vagonlara balık istifi dolduruldu. Masumlar treni Rabova (Barada) Boğazı’na geldiğinde demiryoluna döşenmiş taşlarla tren katarı durduruldu. Boğazın iki yakasında pusuya yatmış Arap Bedevileri ve Ermenilerin yaylım ateşi başladı sonra. Tren vagonlarından yükselen çığlıklar silah seslerini bastırıyordu. Çocuklar annelerine, ninelerine sarılıp kucak kucağa can verdiler. Ümmet kardeşimiz Arap Bedevileri ve Ermeniler vagonlara girdiler sonra, ağır yaralıları da susturdular.

Binlerce masum çocuk; genç, yaşlı kadınların öldürüldüğü 30 Eylül 1918 Cumhuriyet yıllarında “Masum Şehitler Günü” olarak anılırdı. Sonra unuttuk her şeyi, Arap Bedevileri ile yeniden “Ümmet kardeşi” olduk, “Din kardeşi” olduk, sarmaş dolaş olduk…
Alper Aksoy
Bozkurt mahir
3 ay önce
CUMHURİYET ARAP DÜŞMANLIĞI MI ÜRETTİ?..

Suriye ve Filistin Cephesi’nde Arapların Müslüman(!) önderi Edward Lawrence komuta ettiği Bedevi süvari alayına şöyle bağırıyordu:

“Esir almak yok!.. Hücuuum!..”

Filistin Cephesi’nden Anadolu’ya doğru çekilmekte olan Türk ordusu yorgundu, perişandı; at arabalarının üstünde, ilkel sedyelerde yaralılar taşınıyordu; kiminin başı, kiminin omuzu, kiminin kolu sargılıydı… Binlerce bedevi atlısı eğri kılıçları ile Türk ordusuna arkadan saldırdılar. Türk Mehmetçiğinin kelleleri, kolları havada uçuşup çölün kızgın kumlarına düşüyordu. Teslim olmak için el kaldıranların önce kolları, sonra kelleleri alındı. “Ümmet kardeşimiz” Edward Lawrence’nin “Esir almak yok!..” buyruğuna harfiyen uymuştu.

Yüzyıl sonra Beştepe sarayından İbrahim Kalın’ın sesi yükseldi:

“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti.”

***

Suriye ve Filistin Cephesi’nde Lawrence’nin komuta ettiği Bedevi süvari alayının eğri kılıçlarından kellesini kurtaran, yaralı iki bin Mehmetçik Şam’daki hastaneye yatırılmıştı. Hastane dolup taşmış, yüzlerce kişi avludaki sedyelerde yatıyordu. Yeterli sağlık personeli yoktu, ilaç yoktu, narkoz yoktu… Cerrahlar sivri uçlu bıçakları ile yaraya girdiğinde feryatlar göğe yükseliyordu…

İşte öyle bir günde geldi Bedevi atlıları… Lawrence bile “Lanet olsun bunlara” deyip Filistin cephesinden ayrılıp Mısır’a dönmüştü. Ama Bedevi katilleri Türk kanı içme isterisi ile önce hastane avlusunda yatan yaralıların göğsünü hançerle deştiler, sonra hastane odalarına daldılar.

Sağlık personeli dahil, kurtulan tek kişi olmamıştı.

İngiliz gözlemci subayları bile isyan etmişti:

“Bu kadar da vahşet olmaz!.. Evet biz Arapları destekledik ama hastane baskını da istemedik ki…”

Yüzyıl sonra Beştepe sarayından İbrahim Kalın’ın sesi yükseldi:

“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti.”

***

24 Aralık 1963’de Kıbrıs Rum Lideri Makarios tarafından kurulan cinayet örgürü EOKA Tabib Tuğgeneral Nihat İlhan’ın evini basıp eşi ve üç çocuğunu banyoda vahşice öldürdüler. Nihat İlhan cenazeleri kendi elleriyle yıkayıp defnetti.

Lefkoşe’nin Türk mahallerinde 39, Girne’de 7, Baf’da 49, Larnaka’da 21 ve Magusa’da 21 Türk daha Makarios’un cinayet örgütü tarafından katledildi. Toplamda 364 Türk can vermişti.

İşte o günlerde Filistin Lideri Yaser Arafat Kıbrıs’a geldi, Makarios ile kucaklaştı ve şöyle dedi:

“Filistin Halkı Kıbrıs Rumlarını ve haklı mücadelelerini desteklemektedir.”

Bu sözler Türk milletinin yüreğine isli bir ocak taşı katılığında oturmuştu.

Ve Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Uygur Türklerine soykırımı destekleyen demeci:

“Doğu Türkistan’da Çin haklıdır!..”

“Mavi Vatan” mücadelesinde, Filistin ve Arap dünyası Yunanistan’ın yanında, Girit’e Suud uçakları indi, “Pilotlar sizden, uçaklar bizden”…

Ve Beştepe sarayından yükselen kalın ses:

“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti...”

Takdir Yüce Türk Milletindir.

Alper Aksoy
Bozkurt mahir
3 ay önce
Kürşat Zorlu'ya Yaşar Yurtseven okkalı bir yanıt vermiş. Okuyun, siz de hak verecek misiniz?.. Ben verdim.

GÜNÜN EN İYİ PAYLAŞIMI:

Bugün Aşağı Ayrancı'da Aslan Gençer abiye uğradım.
Havadan, sudan, doğal beslenmeden, şekerden tansiyondan söyleştik, konu geldi siyasete..
Dedi ki;
"Şu Orta Asya'daki üç Türk devletinin Güney Kıbrıs'la siyasi ilişki kurmasına bozuldum ama adamlar haksız değil."
Ve konuyu açtı;
"Sen Türkiye olarak onlara ağabeylik yapacağına, siyasi, ekonomik, askeri, eğitim, sağlık, teknoloji konularında destek olacağına..
● Kalkıp haritada yerini bilmediğin Sudan, Somali, Katar, Mynmar'a yatırımlar yaparsan..
● Hayvancılıkta lider ülke olan Kazakistan'ı görmeyip Brezilya'dan Angus sığırı getirirsen..
● Uçsuz bucaksız tarım arazileri olmasına rağmen buğdayı oradan almazsan..
● Petrol için aklına gelmezse..
● Çin'deki Uygur Türklerine yapılanları görmezden gelip, sabah Filistin, akşam Gazze diye ağlarsan...
● Mısır'daki darbeyi aylarca siyaset malzemesi yapıp, Türk ortaklığı için söz ve girişimlerde bulunan Nazarbayev'in devrilmesine ses çıkarmazsan..
● Türk cumhuriyetleri ile doğru dürüst bir ilişki kurmazsan, onlar için 'Aksakallı'nın ne olduğunu bilmeyip Binali Yıldırım'a o ünvanı verirsen..
● Türk dünyasına sırtını dönüp, yüzünü Arap dünyasına çevirirsen..
● Seni mevali (köle) görmelerine rağmen, onları uçak kapılarında karşılayıp uğurlarsan, çocuklarının elini öpersen...
● Ve bu Arap dünyası Gazze dahil hiç bir konuda seninle aynı yerde durmazken, sana fayda sağlamazken..
Türk devletlerİ Güney Kıbrıs'I tanıyınca ağlamayacaksın."
Evet onlara kızdık söylendik ama bu gerçekleri unutamayız ki.

Yaşar Yurtseven
Bozkurt mahir
3 ay önce (E)
"CIMHIRİYETİN NE HIYRINI GÖRDÜM."
Tarihçi Sinan Meydan’dan DEM’li Sırrı Süreyya Önder’e cevap!

DEM Partili Sırrı Süreyya Önder:

"Türkiye Cumhuriyeti kurulurken kendisini Allah'ın yerine koydu.

Allah'ı sildiler." demiş.

Allah ile aldatan Sırrı Süreyya'ya yanıt Sinan Meydan'dan...

"Cumhuriyetin nimetlerinden fazlasıyla yararlanıyorsunuz.

Her şeyden önce Cumhuriyet sayesinde kul değil birey, tebaa değil yurttaşsınız.

Hatta; bugün o Cumhuriyetin meclisini yönetiyorsunuz.

Ama; her fırsatta, o Cumhuriyete saldırıyorsunuz.

Nasıl, rahat mı meclis koltukları? Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyetin, Atatürk'ün kurduğu meclisinden Atatürk'ün devrimleriyle elde ettiğiniz kazanımlarla Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyeti olur olmaz eleştirmek müthiş bir lüks olsa gerek?

Eğleniyor musunuz?

Suriye'de, Irak'ta, Filistin'de, Ortadoğu'da sizin gibi iyi koşullara sahip vekiller yok.

Ne vekili?

Meclis bile yok...

Bugün Türkiye'nin etrafında dinciliğin, mezhepçiliğin, etnik bölünmenin girdabında cihatçı çetelerin, terör örgütlerinin cirit attığı, yıllardır dikta rejimlerinin halkın kanını emdiği, emperyalizmin oyun alanına dönen Ortadoğu'da oluk oluk kan akarken, her gün çocuklar öldürülürken, insanlar demokrasi ve barışa hasret kalmışken, sizin hala Atatürk'ün kurduğu laik cumhuriyetin anlam ve önemini kavrayamamanız trajik doğrusu.

Cumhuriyet tabi ki eleştirilebilir. Ancak; cumhuriyeti şeriat hukuku yerine laik hukuku kabul ettiği için eleştirmek bağnazlık veya cehalet göstergesinden başka bir şey değildir.

Klasik siyasal İslamcı ağzıyla konuşuyorsunuz.

Neymiş?

Cumhuriyet kendini Allah'ın yerine koymuş!

Koca bir palavra...

● Benim manevi mirasım ilim ve akıldır.

diyen Atatürk'ün kurduğu bu cumhuriyet, egemenliği saraydan, sultandan alıp asıl sahibine, ulusa verdi.

Bu amaçla Atatürk; savaşın ortasında, orduyu kurmadan önce meclisi kurdu. Bu meclis, saray saltanatına, şeriat hukukuna son verdi.

Atatürk; Türkiye'yi dinsel kurallarla değil, insan aklının eseri çağdaş kurallarla yönetecek laik bir düzen kurdu.

Çok da doğru yaptı.

Laiklik olmadan o dilinize doladığınız demokrasinin kurulması olanaksızdır.

İyi kötü işleyen bir Türk demokrasisi varsa, daha doğrusu yakın zamanlara kadar vardı, bunun temelinde Atatürk'ün laik karakterli devrimlerinin olduğunu biraz tarih ve sosyoloji bilen herkes görebilir.

Kaç tane pkk var biliyor musunuz?
Cumhuriyet, kendini Allah'ın yerine falan koymadı.

Cumhuriyet; halkçı bir anlayışla, 7'den 70'e halkın aydınlanması için bir eğitim devrimi yaptı. Cumhuriyet, köye okul ve öğretmen götürdü.

Siz de cumhuriyetin o okullarından yetişmediniz mi?

Cumhuriyet; halkın kanını emen aşiret yapısına, ağalık düzenine, tarikat, cemaat baskısına, medrese kafasına karşı çıktı. Çağdaş uygarlık değerlerini savundu.

Cumhuriyet, kadına insanlık onuruna yakışır haklar verdi.

Cumhuriyet; bağımsız, üniter, laik bir ulus devlet olarak kuruldu.

Atatürk; Lozan'da elde edilen barışı, yurtta barış, dünyada barış formülüyle bir barış düzeni haline getirdi.

Cumhuriyet; uzak, yakın, neredeyse tüm ülkelerle iyi ilişkiler kurdu.

O cumhuriyet; etrafı ateş çemberi ile çevrili bu coğrafyada, şimdilik 101 yıldır yeni bir savaşın parçası olmadı.

Başı sıkışan herkes soluğu Türkiye'de aldı, alıyor.

Cumhuriyet dine değil yobazlığa karşı çıktı.

Camiler açıktı.

Cumhuriyeti kuranlar savaşta zarar görmüş ve tarihi değeri olan camileri tamir ettiler.

Kuran'ı Türkçeye tefsir ettirdiler. Dini bayramlar özgürce kutlandı. Ezan hep okundu.

Ezanın 1932'den itibaren Türkçe okunmasını 'Allah'ı yasakladılar!' diye açıklamak ise düpedüz bir aldatmacadır.

Türk ulusunun Allah'a, kendi dilinde, tanrı diye seslenmesinden daha doğal ne olabilir.

Bundan ancak Arap hayranları ve Türkçeye düşman olanlar rahatsız olur.

Bu Cumhuriyeti sokakta bulmadık. Bu Cumhuriyetin nimetlerinden yararlanıp her fırsatta bu cumhuriyete saldırdığınızda karşınızda beni bulacaksınız."

Sinan Meydan

***
DİP NOT:
"Cumhuriyetin Hıyrını görmeyen" İnsan, İlk, Orta, Lise ve Üniversite'yi Türkiye Cımhırıyetinde beleş okumuş ama yetmemiş.
Hıyarını görmediği Türkiye Cumhuriyeti'nde 5 dönem Vekillik yapmış, Devletin tüm maddi imkanlarını salına kadar kullanmış ama yine de hıyrını görmemiş.
Kalp krizi geçirince Hıyarını görmediği Türkiye için bir saat içinde Türkiye'nin en iyi kalp cerrahlarını ameliyatı masasının etrafında toplamış...
Hıyrını görmediği Türkiye Cumhuriyeti'in Valisi ve Rektörü sabaha kadar hastahane koridorunda nöbeti tutmuş...
Ülen tüm bunlara resmen eğer sen "Türkiye Cumhuriyeti'nin hıyrını görmemişsen" biz olsa olsa CIMHIRİYETİN HIYARINI görmüşüz...
Sanırım Kandil'in HIYRINI daha çok görmüştür.
Bozkurtcihan
3 ay önce
Cuma gecemiz, günümüz mübarek olsun.Rabbim başta Filistin, Doğu Türkistan,Arakan olmak üzere dünya üzerinde ne kadar zulüm gören müslüman varsa hepsini refaha kavuştursun.Bu zulümleri revan görenleri kâhrı perişan etsin,cehennemin dibine göndersin.. amiiin...🤲🏻
Bozkurt mahir
3 ay önce
İsrail, Türkiye’ye meydan okurken...

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto ile ortak basın toplantısında, “Önümüzdeki dönemde Gazze'nin yeniden inşasında ve Filistin davasının savunulmasında Endonezya ile birlikte çalışmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da, Antalya Diplomasi Forumu'nda konuştu ve Filistinlileri yerinden eden bir anlaşmaya Türkiye’nin evet demeyeceğini belirterek “Katar, Mısır ve ABD'nin öncülük ettiği ateşkes görüşmelerini destekliyoruz. Arap ligi tarafından kabul edilen Gazze'nin yeniden inşası planını destekliyoruz. İsrail'e Filistinlilerle barışma ve ateşkes ilan etme çağrısında bulunuyoruz.” dedi.

İki konuşmayı birlikte değerlendirirsek, Gazze’nin yeniden inşası ihale edilmiş de ihale Türkiye’ye verilmiş gibi bir tablo ortaya çıkıyor!

İhale Türkiye’ye verilmişse, hak edişleri kim ödeyecek? Arap ligi mi?

***

Bu arada Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto’nun, “Gençken bir ikonum vardı, hayranlık duyduğum biri vardı; benim kahramanım benim ikonum Mustafa Kemal Atatürk'tü. Fatih Sultan Mehmet de idol ve kahramanlarımdan biriydi. Sadece Endonezya'da değil. Ben küresel güneyden bahsediyorum. Özellikle gelişmekte olan ülkelerden bahsediyorum. Tüm bu ülkelerde Mustafa Kemal bir idoldür ve bir örnektir, cesaretin bir temsilidir. Bir lider örneğidir, bir vatansever örneğidir. Bir vazgeçmeme örneğidir. Azim örneğidir.” sözleri TRT tarafından verilmedi ve Erdoğan-Dem Parti görüşmesi haberine geçildi!

Ne hazindir ki bugünkü Türkiye, açıkça söyleyemeseler de Atatürk’e kin güdenler tarafından yönetiliyor!

***

Bugünlerde bütün önemli haberler, İsrail etrafında oluşuyor! Jerusalem Post gazetesinin “İsrail'den Türkiye'ye: Suriye'deki asker konuşlandırmasında değişiklik, kırmızı çizgimizdir” başlıklı haberinde “Azerbaycan’da Türkiye ve İsrail heyetleri arasında yapılan görüşmelerde, tarafların bölgedeki çıkarlarını ortaya koyduğu ve güvenlik istikrarının sağlanması amacıyla diyaloğun sürdürülmesi konusunda mutabakata varıldığı belirtildi. Bir kaynak, İsrail'e tehlike oluşturacak herhangi bir eylemin Suriye hükümetini de riske atacağını söyledi” denildi.

İsrail, Hama’da Türkiye’nin hava savunma sistemi kurmak istediği askeri üssü bombalamıştı...

washingtoninstitute’de yayınlanan analizde ise “Ankara, Şam ile daha derin siyasi, ekonomik ve askeri iş birliği peşinde koşarken, İsrail'in sınır ötesi askeri müdahaleleri artıyor ve yetkililer Suriye'de silahsızlandırılmış bir bölge kurmak istediklerini belirtiyorlar. Washington ise şu anda Şara'nın eski bir cihatçı olarak görülmesi gerektiğine inananlar ile onunla etkileşime girmeye değer olduğuna inananlar arasında bölünmüş durumda. Dışişleri Bakanlığı, Washington'ın ülkeye uyguladığı Esad dönemi yaptırımlarını kaldırabilmesi için Şam'ın karşılaması gereken kriterlerin bir listesini yayınladı; o zamana kadar ABD yaptırımları ekonominin yeniden inşası önünde önemli bir engel olmaya devam ediyor.” denildi.

***

Milli Savunma Bakanlığı eski genel sekreteri Ümit Yalım, Yunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dimitrios Choupis’in, 3 Nisan 2025’de Aydın İl sınırları içinde bulunan Bulamaç Adası’na, 04 Nisan 2025’de de Muğla İl sınırları içinde bulunan Kalolimnoz ve Keçi adalarına gelerek Yunan bayrağı altında Türkiye’ye meydan okuduğunu açıkladı.

Yalım, “Genelkurmay Başkanı Metin Gürak, 04 Nisan 2025’de, İspanya’da NATO Birleşik Hava Harekât Merkezi’nde brifing alırken, Mevkidaşı Yunan Genelkurmay Başkanı Dimitrios’u taşıyan Yunan Askeri Helikopteri, Türk Hava Sahasını ihlal ediyordu.” dedi.

Ayrıca Ege´de düzenlenen Iniochos 2025 hava tatbikatına, ABD ve Yunanistan öncülüğünde İsrail, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kıbrıs Rum Kesimi, Hindistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Polonya, Slovenya ve İspanya katıldı.

Şalom gazetesi, “Tatbikatın amacı, Doğu Akdeniz’de istikrarı sağlamak ve ticaret yollarının güvenliğini garanti altına almak olarak açıklandı. Ancak organizasyonda Türkiye'nin yer almaması, bölgesel güç dengeleri açısından dikkat çeken bir gelişme oldu.” diye yazdı.

Türkiye, Ege’de Mavi Vatan’ı da kendi adalarını da fiilen bırakmış durumda...

***

Toparlayalım... İsrail, ABD ve İngiltere desteğinde, Filistin’de, Suriye’de ve Ege’nin her yerinde Türkiye’ye meydan okuyor. Yunanistan, Türk adaların işgal etti, hava sahasını ihlal ediyor ve Kıbrıs Rum Kesimi, Türk Cumhuriyetleri tarafından Kıbrıs devleti olarak tanındı!

Bu aşamada PKK, Suriye’deki MOSSAD destekli SDG’ye yani YPG’ye katıldı bile. Bunu açıklayan da Hakan Fidan’dır. Fidan, “PKK'nın 2 bine yakın kadrosu şu anda SDG yönetiminin tepesinde oturuyor.” demişti.

Türkiye, dört bir taraftan sıkıştırılırken Erdoğan, Gazze’yi yeniden inşa etmekten söz ediyor!

Arslan Bulut
12 Nişan 2025
Yeniçağ Gazetesi
Ayhan Karabaşoğlu
3 ay önce
Gazze'yí Konuş , anlat , Haykır
#GazzeyíUnutmaUnutturma 🇵🇸

GAZZE'YÍ
KONUŞACAK
TEK SEN
KALMIŞSIN GÍBÍ
HAYKIRMAYA
DEVAM ET !
-----------------
Fílístín őzgűr olana kadar Susmayacağız ☝🏻
Ayhan Karabaşoğlu
3 ay önce
Gazze'yí Konuş , anlat , Haykır
#GazzeyíUnutmaUnutturma 🇵🇸

GAZZE'YÍ
KONUŞACAK
TEK SEN
KALMIŞSIN GÍBÍ
HAYKIRMAYA
DEVAM ET !
-----------------
Fílístín őzgűr olana kadar Susmayacağız ☝🏻
Bozkurt mahir
3 ay önce
YAŞI 50/75 ARASI OLANLAR MUTLAKA OKUYUN

Bir solukta okuyacağınız çok güzel bir yazı.

Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…....

PEKİ KİM BUNLAR

1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı
70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..

Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…

Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…

Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş,
bir garip nesil…

Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…

Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…

Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…

Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar
bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…

Harp görmüş, darp görmüş…

Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş…

Karakolda sorgu da Filistin askısını, ceza evinde isyanla tanışmış.

En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…

En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…

Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş,

direnç abidesi bir nesil...

Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış.

68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları,
ipe sapa gelmeyen savaşçıları da bu neslin temsilcileri tarihe adlarını kanları ile yazmıştır…

Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız
bu vatanı sevmiş…

1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…

Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…

Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…

Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…

Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış.

Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…

Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğan dinazorlar…

İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının.…

Bunlara iyi bakın,Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…

Bunların üretimi sonlandı…

Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…

Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?

Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…

Dozer gibi dünya milletleri geçti…

Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…

Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…

Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…

Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…

Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…

Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…

Yani bu 1950 ve 1970 yılları arasında doğan dinazorlar tam bir müzelik antika nesildir…

Onun için 1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba,
amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!

Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…

Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…

Sonra arar da bulamazsınız…

Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır...

Alıntı

Hiçbirşey Bulunamadı!

Üzgünüz, ancak {{search_query}} arama sorgunuz için veritabanımızda hiçbir şey bulamadık. Lütfen başka anahtar kelimeler yazarak tekrar deneyin.