Logo
Bozkurt mahir
2 saat önce
MEMLEKET YANIYOR 🔥

“Bir evi yeniden inşa edebilirsiniz; bir köprüyü tekrar kurabilirsiniz; selde sürüklenen bir yolu onarabilirsiniz.

Ama bir ağaç için yapabileceğiniz tek şey, yasını tutmaktır.”

Louise Dickinson Rich, "We Took to the Woods"

ALLAH mücadele eden ekiplerin yardımcısı olsun ...
🔥🌲🌳🔥🌲🌳🔥
Bozkurt mahir
22 saat önce
Biliyor musunuz..? İngiltere'de yargıçların maaşı yoktur....!
Peki; NEDEN MAAŞ almaz?
Maaş yerine ihtiyaçları oldukça kullandıkları kredisi sınırsız çek defterleri vardır...!
İngiliz devleti , hakimlerine o kadar güvenir.
Bir gün hakimin biri bir bankaya gidip 1.000.000 poundluk bir çek bozdurmak istediğini söylemiş.
Tabii ortalık birbirine girmiş....
Banka yöneticileri en üst makamdan onay almadan bu kadar parayı veremeyeceklerini söyleyip hemen İçişleri Bakanlığı'na, Adalet Bakanlığı'na ve Başbakanlığa telefon etmişler.
Ancak aradıkları her yerden gelen cevap aynıymış: Ödeyın...!
Gel gelelim ,bankada o kadar nakit yokmuş....
Banka yetkilileri bu kadar nakit paranın ellerinde olmadığı için ödeyemeyeceklerini ve Hakimden Ertesi gün gelmesini rica etmişler.
Ertesi gün para bir bavul içinde hazırlanmış ve hakime teslim edilmiş...
Aradan bir gün daha geçmiş. Hakim , tekrar bankaya gelmiş.
Parayı bankaya geri vermek istiyormuş.
Banka yönetimi şaşırıp kalmış. Hemen Adalet Bakanlığı'nı aramışlar.
Derhal Bakanlık müfettişleri devreye girmiş ve hakimi arayarak bu hareketinin sebebini sormuşlar.
Hakim ; Benim parayla marayla işim yok. Sadece İngiltere'de "Kraliçe Hükümetinin " bize gerçekten bu kadar güvenip güvenmediğini merak ettim demiş.....
Raporlar Hazırlanmış ve Bakanlığa iletilmiş ve aynı gün hakim görevden azledilmiş.....
Adalet Bakanlığı hakime gönderdiği yazıda gerekçeyi şöyle açıklamış: ''Kraliçe hükümetinin saygın bir hakimi, Devletine güvenmiyor ve onu sınıyorsa, devleti ona asla güvenmez .''
GÜVEN çok ince bir çizgidir..... Onu kalınlaştırarak kırılmasını engelleyen tek şey ; iki taraflı , yani karşılıklı olmasıdır.
Bozkurt mahir
2 gün önce
Bozkurt mahir
2 gün önce
Bozkurt mahir
2 gün önce
Bozkurt mahir
2 gün önce
ALİ GÜNGÖR’ ABİMIN DİLİNDEN DEVLET BAHÇELİ.
Ali Güngör’ün kitabından alıntıdır..
Devlet Bey, Ali Güngör’e her grup toplantısından sonra ''odamda öğlen yemeklerinde buluşalım sohbet edelim'' teklifinde bulunuyor. Ali Bey de kabul ediyor.

SON YEMEĞİNİ ALİ BEYDEN DİNLEYELİM;
‘’Toplantı bitti, Sayın Bahçelinin daveti üzerine odasına çıktık, yemekleri söyledi ve konuşmaya başladık. Kendisine hemen aşağıdaki şu soyu sordum;

‘’Hükumet kararı olmadan bir Büyükelçi kendiliğinden uluslararası anlaşmalarda Türkiye’nin daha önceden koyduğu bir şerhi kaldırabilir mi?’’

Bu sorum üzerine Devlet Bahçeli, ‘’tabi ki kaldıramaz öyle şey olur mu’’ diye cevap verdi. Ben de kendisine, ‘’peki o zaman Volkan Vural’ın bu İkiz Yasalar denen sözleşmeyi imzalayacağından haberiniz vardı öyleyse’’ dedim.

Devlet Bey ‘’biliyorsun Meclisten geçmeden yürürlüğe girmez. Meclisten geçmeden önce yeniden değerlendiririz’’ dedi.

Arkasından şu soruyu sordum;
‘’Hükumet kararı olmadan o hükumetin bir Bakanı yine kendiliğinden uluslararası bir sözleşmedeki Türkiye’nin şerhini kaldırabilir mi?’’

Devlet Bey, bu soruma da ‘’tabi ki kaldıramaz’’ cevabını verdi. O zaman Devlet Beye, Rüştü Kazım Yücelen’in idamla ilgili şerhi kaldırmasından da haberinin ve onayının olduğunu söyledim. Yüzü kıpkırmızı oldu, dudakları titredi ve sustu…

Son söz olarak dedim ki;
Eğer bunlara evet dersek, millet te, MHP’liler de, Ülkücüler de bizi affetmez.

Bahçeliden aldığım cevap;
‘’Ali ağa, sıkma canını boş ver, millet te, ülkücüler de unuturlar merak etme…”

Allah rahmet eylesin mekanı Cennet olur inşallah....

(Ali Güngör'ün kitabından bir bölüm)

Not;
İkiz Yasalar ile SEVR arasında en küçük bir fark yoktur.
GERCEK ULKÜCÜLERİ SARAY KAPISINDA YAL BEKLEYEN KÖPEKÇİ MI ZANNEDDIN DEVLET BAHCELİ ....TÜRKCULERİ MHP DEN ATARAK BUGUNLERE ZEMIN HAZIRLADIĞINI BILMIYORMUYUZ....
Bozkurt mahir
2 gün önce
Erzak götüren helikopterin tarandığı söylendi. Özel Harekat Taburu olarak Teke Tepe Mevkii’ne gittik.

Arama tarama yaptık. Bir tona yakın patlayıcı madde bulduk. Büyük bidonlar içerisinde kablo düzenekleri çekilmişti. Yerin altına giriyordu. Tabur komutanımıza haber verdik, “Hemen çıkın oradan!” dedi, bölgeden uzaklaştık. Baktık, birkaç yeri ateşe vermişler, bir de çay demlemişler. Bir çaydanlık gördük. Üstü yok. Ama altı yanıyor. Komutanımız, “Dikkatli bir şekilde kapağını kaldırın, çayın demi çökmüş mü, çökmemiş mi söyleyin” dedi. Baktık, daha çökmemişti. Dedi ki, “Temas muhtemel! En yakın hakim tepeyi alın!”

“Komutanım patika var. Üstünden mi, altından mı geçelim?” dedik. “Kesinlikle üstünden!” dedi. O sırada Osmaniyeli bir uzman çavuş vardı, mayına bastı, iki bacağı kasıklarından koptu. Helikopter çağırdık. Acil müdahalesini yapıp, gönderdik.

Sonra Tugay Komutanımız geldi, olanları anlattık. O sırada öncülerimizden biri, dere yatağı tarafında bir iki kişiyi gördüğünü söyledi. Harekete geçtik. Tam o sırada, sanki vücuduma elektrik verilir gibi oldu. Bütün bedenim sallandı, havaya uçtum ve düştüm.

Baktım sırt çantam hâlâ sırtımda ama silahım yok. Sol koluma baktım, yok. Sağ kolum kasığımdan sarkıyor, sağ kulağım var ama sadece kemikleri duruyor, et plastik gibi erimiş, et yok. Bacağıma eğildim yok, kopmuş, dizim de yok. Arkadakiler bir şey bulduklarında yukarı fırlatıyorlardı. Biri fırlattı, baktım bir bacak. Ayakkabısına baktım, botumla beraber duruyordu.

Ama nedense ağzımdan çıkan laf, “Tüfeğim yok, tüfeğimi bulun!” oldu. Tabur komutanı dedi ki, “Oğlum tüfek önemli değil artık! Buluruz onu…” Üzerimde dört şarjör, tüfeğim ve iki el bombası vardı. Biri duruyordu, biri yoktu, dört şarjör de erimişti.

Altı kere kelimeyi şehadet getirdim. Çünkü üç atar damarım kopmuştu. Kanın yedi dakikada boşalması ve benim şehit olmam lazımdı. Ölmeyi bekliyordum. Ama ölmedim. Sonra öğrendim ki, mayın 3000 kilovat ısıyla yakmış damarlarımı. Yani denk geldiği yerleri kopartırken, pişirmiş ve yapıştırmış. O yüzden de kan boşalımı olmamış. Bu sayede hayatta kalmışım.”

Gazi Uzman Çavuş Yılmaz Yiğit 🇹🇷
Bozkurt mahir
3 gün önce
Yılmaz Özdil, Kurt işareti ve Mustafa Kemal'in Askeriyiz sloganının hikayesini anlattı

Yılmaz Özdil, Merih Demiral ile tartışma konusu olan Bozkurt İşareti'nin tarihi hikayesini anlattı, bozkurt işaretinin aslında kime ait olduğunu açıkladı.
You Tube kanalında Merih Demiral Bozkurt İşareti başlıklı yayınında Atatürk'ün Kurt simgesini önemsediğini anlatan Yılmaz Özdil, MHP'nin sanılan Kurt İşareti ve CHP'nin sanılan Mustafa Kemal'in Askerleriyiz' sloganının aslında kime ait olduğu ile ilgili dikkat çekici bilgiler verdi.

Yılmaz Özdil, video yayınında, bozkurt işareti ve Mustafa Kemal'in askerleriyiz sloganının asıl sahibini şu sözlerle anlattı.
"1991 yılıydı Ebulfez Elçibey Bakü'de 1 milyon kişinin katıldığı bir miting düzenledi. Alparslan Türkeş o mitingde ordaydı. Azarbaycan Türkleri o mitingde bozkurt işareti yaptı. Türkeş o işareti getirdi, Türkiyede kullanılmaya başlandı. Kurt işaretinin çıkış noktası, miladı Azerbaycan'dır, Elçibey'dir Azerbaycan Türkleridir. Miladi itibari ile MHP'nin değildir. 1980'den önce Türkiye'de kurt işareti yapan yoktu, DEM partililerin de kullandığı zafer işareti de Churchill'in işaretidir. 2'inci dünya savaşında Churchill zafer anlamına gelen bu işareti kullandı. Bu İngilizce işaret PKK'lı işareti zannediliyor. Cehalet böyle bir şey. CHP seçmeninin sloganı olan Mustafa Kemal'in askerleriyiz sloganıda Elçibeyindir. Men Atatürk'ün askeriyim diyordu. Sovyetler tarafından tutuklandı. Çok işkence gördüm, çok çektirdiler hiç birine yanmam da Atatürk rozeti vardı yakamda, onu aldılar, ona yanarım dedi. Çıkar çıkmaz devam etti. Sovyetler dağılınca Azerbaycan Cumhurbaşkanı oldu. İlk resmi ziyaretini Türkiyeye yaptı. Anıtkabir'de deftere 'Senin askerin Elçi bey' diye yazdı. Mustafa Kemal'in askeriyiz sloganının miladi işte buydu. Sözde değil özde Atatürkçüydü. MHP'nin zannedilen bozkurt işareti Elçibey'den, CHP'nin sanılan Mustafa Kemal'in askeriyiz sloganı da Elçibeyindi. Elçibey'e bizim teşekkürümüz nasıl oldu biliyor musunuz. Kendisini sırtıntan bıçaklayarak. İşbirlikçi subaylarla ayaklanma başlatıldı. Ankara'dan yardım istedi ancak büyük hayal kırıklığına uğradı. ABD'nin kucağına oturan Ankara siyasetçileri Azerbaycan'ı satmıştı."
Mustafa Kemal’in askerleriyiz

Hiç düşündünüz mü…

Nereden çıktı bu slogan?

İlk kim söyledi?

Sene 2006.

Aylardan haziran.

Yer, Danıştay.

Mustafa Kemal’in doğumunun 125’inci yılı dolayısıyla konferans düzenleniyor, ayakta alkışlanan konuşmacı anlatıyor: “Atatürk Türkiyesi’nden rahatsız olanların ilk yapması gereken, Atatürk’ü unutturmaktı. Onu yapıyorlar. Cumhuriyet’in nasıl kurulduğunu, milli mücadeleyi çocuklarımıza iyi anlatmak zorundayız. 1948’den beri Mustafa Kemal’in askeriyim, terhis olmak istemiyorum.”

Turgut Özakman’dı o.

Mucidi odur.

(1992 yılında Türkiye’ye gelen Azerbaycan cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey, Anıtkabir özel defterine “senin esgerin” yazmıştı. Ama... Turgut Özakman’dan önce, haziran 2006’dan önce Türkiye’de böyle bir slogan yoktu. Tarihimizde ilk defa Turgut Özakman tarafından dile getirildi, yukarıda özetlediğim konferanstan sonra yayıldı.)

Peki “1948’den beri askeriyim” diyen, “terhis olmak istemiyorum” diyen rahmetli Turgut Özakman, 1948’de yedek subay filan mıydı?

Malum, içinde “asker” kelimesi geçiyor ya... Dincileri-liboşları-sorosçuları boşverdim, Chp’ye monte edilen bazı tipler bile “militarist” zannediyor.

Halbuki, tam tersine sivil’dir.

Hukuki’dir.

Turgut Özakman 1948’de henüz 18 yaşındadır, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisidir.

Milli mücadelenin izini sürebilmek için, hatıraları derleyebilmek için, arkadaşlarıyla birlikte Ankara’dan Afyon’a kadar yürür.

Mecazi anlamda söylemiyorum... Otomobil veya trene binmeden, tabana kuvvet yürür.

Güzergah üzerinde yaşayan, Kurtuluş Savaşı’na bizzat şahit olmuş ve 1948’de hâlâ hayatta olanları bulur. Hatıralarını dinler, defterler dolusu notlar alır, fotoğraflar toplar.

Bıyıkları yeni yeni terlemeye başlamış bu delikanlının yaya olarak gerçekleştirdiği tarihi seyahat, 10 gün sürer...

Ve, bu attığı adımlar “Şu Çılgın Türkler” fikrinin çıkış noktasıdır.

1948’den beri askeriyim dediği, işte budur.

Bireysel şuurdur.Cumhuriyet tarihinin en çarpıcı sloganı Mustafa Kemal’in askerleriyiz... Cumhuriyet tarihinin en çarpıcı kitabı Şu Çılgın Türkler’in özetidir.

Terhis olmak istemiyorum’dan kastı ise, bıkmadan usanmadan, anlatmaya devam etme azmidir.

“Hakikate ihanet etmeyelim” derdi, rahmetli Turgut Özakman.

Buna didindi, son nefesine kadar.

Huzur içinde yat hocam...

Vatan sana minnettar.

Buradayız.

“Hakikate ihanet etmelerine” izin vermeyeceğiz, son nefesimize kadar.
Bozkurt mahir
3 gün önce
SİZ ÜLKÜCÜ DEĞİLSİNİZ...ÇÜNKÜ...
Ülkücü ,
Vurulur düşer
Pusuda düşer
Cebinde 35 kuruşla düşer
Aç susuz düşer
Ama Gaflete düşmez !
Ülkücüler ,
Tabutluğa
Kafese düşer
Şansına darağacı düşer ama İhanete düşmez !

Ülkücülerden ,
Vatan'a Kurban çıkar
Bayrağa Kan çıkar
Devlet Millet için Şehit çıkar

Dar ağacında Mustafa
İskencede Önkuzu
Fakültede Fırat
Sınırda Mehmet çıkar

Ama Vatan'a Hain çıkmaz !

Ülkücüler,
Kan verir Toprağı Vatan yapar
Kan verir Bayrağı Al yapar
Can verir Devlet'i ilelebet payidar yapar

Ama Devlet'e hainlik yapmaz !

Ülkücüler ,
Baraj altı kalır
Bakansız vekilsiz kalır
Meclis dışı kalır
Belediyesiz kalır

Ama Devlet'siz kalmaz kalamaz !

Ülkücülerden ,
Rant çıkmaz
İş çıkmaz
İhale çıkmaz

Vatan'a Teminat nesiller çıkar !

Ülkücüler,

Konjonktürün Adamı olmaz
Dönemin Adamı olmaz
Güçlünün Adamı olmaz

Milletin Adamı olur !

Ülkücüler,
Çakal olmaz
Tilki olmaz
Şirkte oynayan Fil
Köprüyü geçen Ayı olmaz

Boynuna tasma geçirilemeyen Bozkurt olur !

Ülkücüler !
Horlanır
İtilir kakılır
Atılır
Satılır

Ama Devlet'e küs kalmaz !

Ülkücüler ,
Sever hemde nasıl sever
Kimsenin aklı ermez !
Bozkurt mahir
3 gün önce
AşıkVeysel'in ŞeyhSait Şiiri:

Şeyh Said’de yüzün tuttu isyana
Milletini hor baktırdı vatana
Fakir fukarayı boyadı kana
Öyle şeyhler çoktur külhanımızdan

Çağırdım Şeyh Said sağır mı diye
Başında sarığı değirmi diye
Tarttılar şeyhleri ağır mı diye
Haberin doğrulttun urganımızdan

Şeriatı düşündüler şerciler
Birtakım millete fesat verdiler
Her biri bir yerde hep geberdiler
Onlar kurtulmadı toplarımızdan

Aklı başında olan düşünür bunu
Şeriatçı oldu tüketen onu
Dağda belde fukaraya soygunu
Veren onlar idi vatanımızdan
Bozkurt mahir
4 gün önce
YAHUDİ İBNİ SEBE'NİN YOLUNDA BİR HAŞHAŞİ, HASAN SABBAH'IN ÖLÜMÜ,

12 HAZİRAN 1124

Hasan sabbah Harâmlara helâl diyerek, çok kimseleri yoldan çıkardı.
Alamut kalesi ve civârı bunun taraftarları ile doldu.

Ehl-i sünnete yezîdî diyorlardı. Bir yezîdî öldürmek,
On kâfiri öldürmekden dahâ sevâbdır diyordu.

Ama kendisi, Eşkıyalık yaparak gırtlağına kadar haramzade işlerle uğraşıyordu.

Bunun için, hâcıları, hâkimleri, âlimleri, askerleri hançer saplayıp öldürürlerdi.

Bunlara, (Bâtınıyye) veyâ (İsmâ’îliyye) de denir. Kâfir ve azgın kimselerdi.

Müritlerine cenneti vadediyor ve cennetteki mutluluğu dünyada
Hissetmeleri için onlara esrar, afyon veya haşhaş içiriyordu.

Bu şekilde, emirleri koşulsuz yerine getiren birer fedai (terörist) hâline geliyorlardı.

Farsça "Haşhaşin" süikastçı demektir.

1400 yıl öncede bu böyleydi İslam güneşi doğup
Her yere yayılınca, kâfirlerin ve müşriklerin
Kalbleri yanıp tutuştu.
Kur’an-ı kerimde lanetlenen Yahudiler, İran Mecusileri,
Hindular ile İslam’a hile ve tuzak hazırlamaya başladılar.
Fitne çıkardılar kan dökülmesine sebep oldular.

İslamiyet’e ilk fitneyi de Yahudiler soktu.
Müslüman gözüken,
Kâfirliğini gizleyenlerin başında Yahudi Abdullah bin Sebe geliyordu.

Yahudiler, Hazret-i Osman’ın hilafeti zamanında Medine’ye gelip,
Hazret-i Ali’yi de kendilerine kalkan ederek Onun taraftarı, dostu gibi göründüler.

Müslümanların, Resulullahın halifesi, damadı Hazret-i Osman’a karşı
Ceşitli yalan ve iftiralar uydurarak ayaklanmalarını teşviklediler.

İslam inancına ters fikirler yaymaya başladılar. Kendilerine (Ali şiası)
Yani Ali taraftarları adını vererek, İslamı içerden yıkmaya çalışıyorlar, Bugün kü Şia'cılık Batınicilik,
İsmailicilik, Hüseyincilik hepsi bu planın bir parçasıdır.

Asla islam değildir, Ama hakiki İslam yani Ehl-i sünnet,
ALLAH'ın (c.c) izni ve yardımı ile çığ gibi her tarafa yayıldı.

Haşhaşîlik, Şiî/İsmailî bir inancı içinde barındırdığı,
İslam ile uzaktan yakından bir ilgisi olmadığı için,
Büyük Selçuklu Devleti bu inanç ve düşüncenin karşısında mücadele etmiştir.

Nizâmü’l-Mülk de Şiî/Bâtınîlik hareketinin ileride
Selçuklular için büyük tehlike oluşturabileceğini düşünerek
Sünnîliği korumak için, sadece silahlı değil ilmî ve fikrî mücadelenin de
Gerekliliğini ortaya koymuş, şart görmüştür.

Sultan Alp Arslan’ın desteği ve yardımlarıyla onun devrinde,
Ve daha sonra Sultan Melikşah zamanında başta Bağdad olmak üzere,
Irâk-ı Arab, Irâk-ı Acem, Horasan, Mâverâünnehr,
Suriye ve Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde “Nizâmiye Medreseleri”
Tesis ettirerek ilmi medeniyet çığırı başlatmıştır.

Hasan Sabbâh, 35 sene çok kimselerin dinlerine ve canlarına kıydı.

Sonra reîs olan torunu Ahund Hasan hepsinden dahâ alçak zındıkdı.

Müslimânları aldatmak için, kendisine (Alevî) adını takan bu hâindir.

Hazret-i Alînin şehîd edilmiş olduğu Ramazânın onyedisinde,
Bir meydânda minbere çıkıp, (Beni Alî gönderdi. Ben bütün müslimânların imâmıyım. İslâmiyyetin aslı, faslı yokdur.

İş kalbdedir, Kalbi temiz olana günâh zarar vermez.
Herşeyi halâl etdim. Keyfinize bakınız!) dedi.

Kadın erkek, karma karışık şarap içdiler. O günü yıl başlangıcı yapdılar.
Bu zındık sonra kaynı tarafından öldürüldü.

Torunu, Celâleddîn Hasan, bu bozuk yolu bırakdı.
Ehl-i sünnet mezhebine girdiğini halîfeye bildirdi.
Hasan bin Sabbâhın yazdığı zındıklık kitâblarını toplayıp yakdırdı.

Yerine geçen oğlu Ahund Alâeddîn Muhammed,
İsmâîliyye devletinin yedinci hükümdârı olup, dedelerinin bozuk yolunu tutdu.
Harâmları helâl yapdı.
Oğlu Ahund Rükneddîn de bu habîsi yatağında öldürtdü.

Babasının hapsetdiği şî’î âlimlerinden Nasîreddîn-i Tûsîyi vezîr yapdı.

Fakat Hülâgünün kardeşi, Mâverâünnehrde, bunu idâm etdi.
Moğol Hülâgü, İsmâîlî mülhidlerini kılıçdan geçirdi.

Alamut kale'si 1256 yılında, Bağdatı İşgal eden Hülâgû komutasındaki
Moğol ordusu tarafından Haşhaşiler'e açılan savaşta
Kalede bulunan neredeyse tüm Haşhaşiler öldürülmüştür.
Kale tahrip edilerek, kütüphanesi yakılmıştır.
Bozkurt mahir
4 gün önce
BU KADAR HAİN NASIL YETİŞTİ?
Başta Sayın Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere, şu anda ülke yönetiminde etkin rol üstlenen tüm yetkililere bu yazıyı okumaları ve ellerini başlarının arasına alıp derin derin düşünmeleri için ÇAĞRI YAPIYORUM…
Bu yazının ve yazının özüne sinmiş düşüncenin çıkış kaynağı Sayın Kamran İnan’dır…
***
Kamran İnan, çok yönlü bir kişiliğe sahip… Diplomat ve siyasetçi…
KÜRT kökenli oluşu onu hiçbir zaman bu ülkenin çıkarlarını göz ardı etmeye itmemiş, ömrünü örnek sayılacak bir yaşam biçimiyle ülkemize adamıştır.
Hakkında söylenecek övgü dolu çok şey var!..
Sözcü Gazetesi’nde çıkan bir söyleşide söyledikleri, daha doğrusu HAYKIRIŞI gözlerimizi yaşarttı…
İbret dolu cümleler!..
Bu ülkenin bölünmekte olduğuna inanmakta zorlananların tarih dolu bu kişiliğin söylediklerine kulak kabartmaları gerçekleri görmelerinde yardımcı olacaktır.
***
Diyor ki:
“Ailem geçmişte haksızlıklara uğramasına rağmen hiçbir zaman devlete küsmedim. Ülkemin sorunlarıyla yakından ilgileniyorum. Ülkemde olan bitenlere yalnız gözlerimle bakmakla yetinmem, incelerim de… İnsanımız yanlış yolda! Ne yazık ki benim vatanım HAİN yetiştiriyor.“
Ülkenin her yanına pislik yuvalarının dolduğu, kokuşmaya başlayan oluşumların ülkenin her yanını sarıp sarmaladığını anlatan son cümleyi bir kez daha tekrarlamak isteriz.
NE YAZIK Kİ BENİM VATANIM HAİN YETİŞTİRİYOR.
Ne acı bir tespit değil mi?
Üstelik ürkütücü,
Dehşet verici,
Ve korkutucu…
***
“NE YAZIK Kİ BENİM VATANIM HAİN YETİŞTİRİYOR.” cümlesi karşısında,
Uyanmak, silkinmek ve çırpınıp ayağa kalkmak için daha ne beklenir bilmem ki!..
Üç beş kuruş uğruna bu ülkeyi cehennem azabına doğru sürükleyenleri görmemek mümkün mü?
Siyasi çıkar hesapları uğruna gerçekleri gizleyenler bu yazıları okuyup biraz olsun utanmazlar mı?
***
Konuşmasının devamında diyor ki:
“HAİNLİK VE İHANET ÜRETEN BİR ÜLKE OLDUK!..
Bunun ilacını da bulamadık.
Devlet adamı yetiştiremez hâle geldik!..
Eğitim iflas hâlinde…
Bu kadar önemli bir yerde DEVLETİMİZİ BÜYÜK ÇABALARLA KÜÇÜLTMEK İSTEYENLER VAR. Devletimize sadakatle hizmet edenlerin başına çok işler getiriliyor. TÜRKİYE’DE HAİNLER MAKBUL…
Bu kadar VATAN HAİNİ NASIL YETİŞTİ, mutlaka araştırılıp bulunmalı, ortaya çıkarılıp önlemler alınmalıdır.”
***
Saygıdeğer okuyucularım!
Lütfen bu sözleri 5-10 kez okuyup derin düşüncelere dalınız.
Gerekirse tanıdıklarınıza, dostlarınıza ve yakınlarınıza da okuyunuz, okutunuz…
Öyle ki bu düşünceler dalga dalga dağılsın!..
Siz de dağılın yurdun dört bir yanına,
İFŞA edin VATAN HAİNLERİNİ,
Gizlenmelerine, örtü altına saklanmalarına izin vermeyiniz…
Bu vatan sizindir, bizimdir, hepimizindir bilmez misiniz?

Hüseyin Yeğin
Bozkurt mahir
5 gün önce
Şimdi, eski ve fakir Türkiye’de kısa bir yolculuğa çıkacaksınız...

★★★

Yıl, 1974...

Başbakan Bülent Ecevit, 1971’de yasaklanan haşhaş ekimini ABD’ye rağmen yeniden başlattı.

Ecevit’in bu kararı, ABD’ye rağmen atılan bir adımdı.

★★★

1974...

Koalisyon hükümeti Başbakanı Ecevit ve ortağı Erbakan...

Kıbrıs Barış Harekatı’nı büyük bir diplomatik ve askeri başarıyla zafere ulaştırdı.

Koalisyon hükümetinin başarısıydı bu zafer....

★★★

5 Şubat 1975...

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle, ABD Türkiye’ye ağır bir silah ambargosu uyguladı.

Türkiye’nin ambargoya cevabı sert oldu.

13 Şubat 1975’te, Kıbrıs Türk Federe Devleti’nin kuruluşu ilan edildi.

★★★

25 Temmuz 1975...

Başbakan Süleyman Demirel’di.

ABD, silah ambargosunun kaldırmadı.

Bunun üzerine, 25 Temmuz 1975’te Bakanlar Kurulu Kararnamesi’yle ABD’nin Türkiye’de bulunan 21 üs ve tesisi kapatıldı.

Yaklaşık beş bin ABD’li asker ve sivil ülkeyi terk etti.

★★★

Muhtemelen şaşırdınız...

Şaşırmayın...

Eski ve fakir Türkiye böyleydi...

★★★

26 Eylül 1978...

ABD Başkanı Carter’ın onayıyla, Türkiye’ye uygulanan ambargo kaldırıldı.

Başbakan Ecevit, ambargonun kaldırılmış olmasına rağmen, ABD’nin üs ve tesislerini açmadı.

Neden?

Çünkü, sağ sol iktidar fark etmez, Devlette devamlılık ilkesi ve geleneği vardı.

★★★

Üs ve tesisler, 12 Eylül yönetimi tarafından 18 Kasım 1980’de açıldı.

Kim açtı?

ABD’nin “bizim çocuklar” dediği 12 Eylül yönetimi...

★★★

Yıl, 1976...

1974 Kıbrıs Barış Harekâtı nedeniyle, Yunanistan NATO’nun askeri kanadından ayrıldı.

İki yıl sonra, tekrar NATO askeri kanadına dönmek istedi.

Başbakan Ecevit ve Başbakan Demirel, ABD’nin baskısına rağmen, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüşünü onaylamadı.

Neden?..

Çünkü, Ege’de Türkiye’nin ulusal çıkarlar bunu gerektiriyordu.

★★★

Şaşırmayın...

O eski Türkiye böyleydi...

Sağı da, solu da ulusal çıkar doğrultusunda hareket ederdi.

★★★

20 Ekim 1980...

12 Eylül yönetiminin Devlet Başkanı Kenan Evren’di.

ABD bastırdı.

Evren, Ege ile ilgili sorunlarda ve AB konusunda, Türkiye’nin beklentilerinin dikkate alınacağı taahhüdünü aldı.

★★★

Ama, Evren’in önemli bir koşulu vardı:

“Eleştiri görmeyecekleri kısa bir zaman süresi” istiyordu.

Yani, ABD’ye “içerde atacağımız adımlara bir süre sessiz kalın” dendi.

ABD de, kabul etti.

★★★

Evren, Yunanistan’ın NATO askeri kanadına dönüşünü onayladı.

Ve, 12 Eylül yönetimi ciddi bir eleştiri almadan yoluna devam etti.

★★★

3 Kasım 2002...

Adalet ve Kalkınma Partisi iktidar olur.

★★★

1 Mart 2003...

ABD Irak Harekatı’na, yani işgaline başlayacaktı.

ABD askerinin Türkiye’de konuşlanmasına ilişkin tezkerenin, TBMM’den geçeceği düşünülüyordu.

Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı da, tezkerenin onayını istiyordu.

★★★

TBMM, tezkereye “hayır” dedi.

ABD, büyük bir hayal kırıklığına uğradı.

★★★

TBMM’nin bu kararı, Türkiye’nin dış politika geleneği doğrultusunda son bağımsızlık adımıydı.

★★★

Şimdi, burada biraz nefes alın...

Artık, Yeni Türkiye’desiniz...

★★★

Tarih, 4 Temmuz 2003...

Kuzey Irak’ın Süleymaniye kentinde, ABD askerleri tarafından 11 Türk askerinin başına çuval geçirilir.

Bu olay, NATO müttefiki ABD’nin Türkiye’ye karşı düşmanca tutumuydu.

Türkiye, ABD’ye NOTA bile vermedi.

★★★

Yıl, 2009...

Fransa 1967’de NATO Askeri kanadından ayrılmıştı.

2009’da tekrar dönmek istedi.

PKK/PYD terör örgütüne, en fazla destek veren ülkeler arasındaydı.

Türkiye, Fransa’nın NATO Askeri kanadına dönüşünü onayladı.

★★★

Yunanistan, uluslararası antlaşmalara aykırı olarak Ege’de Askersizleştirilmiş adaları silah deposuna çevirdi.

Kendisine ait olmayan ada/adacıkları sahiplendi.

Türkiye, sadece kınama açıklamalarıyla yetindi.

★★★

Oysa, Eski Türkiye’de, 1996 Kardak Krizi’nde Yunan Bayrağı indirilmiş ve Türk Bayrağı dalgalandırılmıştı.

★★★

26 Temmuz 2018...

ABD vatandaşı Rahip Brunson, casusluk suçlamasıyla Türkiye’de tutukluydu.

ABD Başkanı Trump, Brunson’ın serbest bırakılması için Türkiye’yi tehdit etti.

Brunson, serbest kaldı.

★★★

27 Şubat 2020...

Rusya, Suriye’de 35 askerimizi şehit etti.

Özür bile dilemedi.

Türkiye, NOTA bile vermedi.

★★★

5 Ekim 2023...

ABD, Suriye’de Türk Silahlı Hava Aracı’nı (SİHA) uyarı bile yapmadan düşürdü.

Bu, düşmanca bir tutumdu.

Türkiye, sadece kınadı.

★★★

20 Eylül 2024...

Yunan sahil güvenlik botu, Bodrum’da Türk karasularını ihlal etti.

Ardından, 23 Eylül 2024’te Datça’ya kadar geldi, karaya ayak bastı.

Türkiye, NOTA bile vermedi.

★★★

Yıl, 2023, 2024...

Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliğini, Türkiye kayda değer bir kazanç elde etmeden onayladı...

★★★

Ve, insan merak ediyor haliyle...

Fakir eski Türkiye’nin, nasıl böyle cesurca adımlar attığını...

Naim Babüroğlu

01 Nisan 2025
Bozkurt mahir
6 gün önce
(BİR YETİŞTİRME YURDU ÇOCUĞUNUN KALEMİNDEN)

TEK İNANDIĞIM ŞEY ASLA VE ASLA VAZ GEÇMEMEK...

1982 yılında Bursa’ya taşınmışız. Büyük bir arazinin ortasında dış sıvası yapılmamış, çatısı olmayan, her yağmurda tavandan su damlayan iki odalı bir evde kalıyorduk. Soba ile ısınan, şebeke suyu olmayan, gaz lambası ile aydınlanan sarı, sıcak ve mutlu yuvamız 1984 yılında babamın vefatı ile dağılmaya başladı. Babam eve geldiğinde beni hep kucağına alır severdi. O gün beni kucağına almadı, sobanın yanındaki yatağa uzandı, evde bir telaş ve bir sıkıntı olduğunu annemin hareketlerinden anlıyordum. Babam kusuyor, annem panik halinde mutfaktan tencere, tava ne varsa alıp getiriyor bir taraftan da komşulara bağırıyordu. Sonra iki adam gelip babamı götürdüler. Daha sonra babamı hiç görmedim.
Beni bir kez daha kucağına almasını çok isterdim. Babam beyin kanaması geçirmiş, çocuk aklımla anneme hep o iki adama soruyormuşum “babamı götürdüler getirmediler.” diye. Annem bana baktıkça hep ağlıyordu, neden olduğunu bir baba olduğum bu zamanda daha iyi anlıyorum. 1984 yılında annem 6 çocukla dul kaldı, Dayımın girişimleri ile beni ve iki abimi devlet korumasına verdi. Yuvaya bırakıldığımız ilk gün ciğerlerim parçalanacak şekilde ağladığımı hatırlıyorum. Annem gidiyordu ve ben ikinci dağılmanın temelini hissediyordum. Alışmak çok zordu her gece evimizin tavanı gibi gözümden damlalar akıyordu ve inanın battaniyenin altında tek ağlayan ben değildim. Her şeyimi değiştirdiler kılık kıyafetimi hatta lastik ayakkabılarımı bile. Annem almıştı onları. Annemin özenle giydirdiği eşyalarımı çöpe attılar, hayatımda görmediğim elbiseleri giydirdiler ve hiç bilmediğim yemekleri orada gördüm. Yuvanın tüm odaları sıcaktı ama bir annenin kucağı kadar değildi. Alışmak zaman aldı kabullenmiştim artık yuva hayatını, annem ziyaretime geliyordu yaz tatillerinde eve gidiyordum. Nihayet okula başlama yaşım gelmişti. Bu döneme kadar yurtta kalmanın toplum bakımından bir sıkıntı olduğunu bilmiyordum. Bizler okula resmi plakalı ve yanında “Resmi Hizmete Mahsustur” yazılı bir servis ile gidiyor ve okuldaki tüm çocukların bakışları ile otobüsten iniyorduk. Velilerin ve çocukların bizlere acıyarak bakmasına sinir oluyordum. Bazı günlerde sırf o bakışları görmemek için yürüyerek gidiyordum. Okul hayatım tam bir kaos ortamıydı benim için. Özellikle ortaokul dönemim.
Yuva hayatı bitmiş yurt hayatına atıldığım bu dönemde okul üniformaların bakım ve temizliği kendimize aitti ve o yaştaki bir çocuk için bunları yapabilmesi veya görmediğinden yapamaması okula kirli,yırtık ve ütüsüz bir şekilde gitmesine neden oluyordu. Dönem başında verilen elbiseler zamanın içinde sana ait olmuyor tüm çocukların oluyordu. Bursa’nın Kükürtlü semtinde elit bir okula gidiyordum. Grup hocandan dayak yememek için, analar odasından aldığım gelişigüzel okul üniformaları giyiyordum. Aldığım bu elbiseler beden ölçülerime ya büyük ya da küçük geliyordu; ceket küçük, içimdeki gömlek büyük, kravat yemek menüsü gibi ¬her yerinde yemek lekesi¬ var, pantolonun kemeri yok iple bağlanmış, ayakkabılarım top oynamaktan altları delik, saç asker tıraşı gibi okula gidiyordum, bu halimde sınıfta kimse beni yanına oturtturmuyordu, bana bir tabure verildi sınıf girişinde sol tarafa sınıfa dönük olarak oturuyordum. Türkçe dersi, öğretmen Cevahir ATASÜLLAH sınıfa girdi tüm sınıf ayağa kalktı öğretmen sınıfı süzüyordu. Bir ara gözü bana ilişti, uzun bir süre süzdükten sonra tüm sınıfı oturttu ve kürsüsünden indi. Topuklu ayakkabı sesi ile kalp ritmim aynı şekilde çarpıyordu. Yanıma kadar geldi, elini başıma koyup “Nedir bu halin senin oğlum, senin annen–baban yok mu?” dedi. Ciğerlerim parçalanacak şekilde ikinci kez ağladım, tüm sınıfın ‘o yurtlu’ demesi de, yurdun bir barınma yerinin olmadığını ve toplumun içinde ön yargıların olduğu bir kurum olarak algılamama sebep oldu. Artık kimliğimi saklamaya ve temiz ve ütülü üniforma ile okula gitmeye çalışıyordum. Kirli, ütüsüz eşyalarım varsa o gün okula gitmiyordum aynı duyguları yaşamamak için. Zaman geçiyordu. Yurt hayatına o kadar alışmıştım ki yaz tatillerinde eve gitmiyor, kardeşlerimle zaman geçirmeyi tercih ediyordum. Kardeşlerimle o kadar güzel anılar yaşadım ki, insanın hayatında kurtarılmış anlar vardır ya işte o anlardı. Hastalandığımda yanı başımdan ayrılmayan, kavgada beraber dayak yiyen, yemeğini paylaşmak için yemekhanede yanına oturan, kız arkadaşımla çıktığında cebindeki parayı veren, giydiği elbiseyi sana daha iyi yakışır diyen, oyundan anlamasan da öğrenirsin hadi diyen, dertlerini ve mutluluğunu senle paylaşan ve ayrılık gününde sımsıkı sarılıp ağlayan çoğu insana nasip olmayan bir kardeşlik vardı yurtta, “Bizde dostluk ve kardeşlik tahammül edilemeyecek kadar hat safhadadır.” Kurumdan ayrılma yaşım gelmişti. Babamın vefatından 15 yılı, benim koruma altında 14 yılım geçmişti. Hayatınızda noktaları ileriye doğru bileştiremezsiniz geriden ileriye doğru bileştirirsiniz, geçen 14 yıla baktığımda yurt hayatımda doğum günümün kutlandığını hiç hatırlamıyorum, hatta doğum günümün tarihini yurttan ayrılma günü geldiğinde öğrenmiştim. Koğuş sistemi, televizyon odası, grup halinde banyo, aynı tip tıraşlar, aynı tip elbiseler, farklı farklı karakterli anneler, kendinize ait olmayan oyuncaklar… Bir dönem gelip geçti ve bende büyük travmalar bıraktı.
Yurttan ayrıldıktan sonra ailemin yanına gittiğimde ağabeylerim arasında kırgınlıklar vardı birbiriyle görüşmüyorlar, evli olanlar ise annemle küs durumdaydılar. Özlem duyduğum bir aile ortamı yoktu, bunun yurtta kalmakla bir ilgisi de yoktu aslında, tek sorunun dev bir çınarın yıkılması ile ilgiliymiş. Hala ağabeylerim birbirleriyle konuşmuyorlar. Bayramlarda aile ziyaretlerinde bulunmuyorlar. 1984 yılında ölen bir babadan daha öteymiş meğer. Aile bireylerin birbirlerinden uzaklaşması ve zamanla yabancılaşması aile bütünlüğünü etkilemeye ve akraba ilişkilerinin zedelenmesine neden oluyordu bu da çöküş dönemi anlamına geliyordu. Şu anda evli, iki kız babasıyım. Kendi ayaklarımın üstünde kimseye muhtaç olmadan yaşamaya çalışıyorum. Bunları icra ederken de devlet korumasında kalan kardeşlerimize desteklerimizi sürdürüyorum ve antrenör olarak çocukların sporla hayata uyumlarını sağlamaya çalışıyorum. Yurdun bir kulübünü çalıştırıyorum gönüllü olarak. Biliyorum hepimizin bahaneleri var başarılı olamadığımız için, tek inandığım şey asla ama asla vazgeçmemek!
Bozkurt mahir
7 gün önce
BİR YETİŞTİRME YURDU ÇOCUĞUNUN KALEMİNDEN...

TAHTA VALİZ

Yıl 1972... Sonbahar mevsimi… Hep ayrılık çağrıştırır bana. Yaprakların ağaçlardan birer birer ayrılması gibi ben de memleketimden ayrılıyordum. Hem de tek başıma. Adam olmaya, okumaya gidecektim. Koca İstanbul… Yer bilmem, yurt bilmem. Sora sora Bağdat bulunuyor da İstanbul bulunmaz mı?
Benden istenen gerekli evrakları tamamlamıştım. Bilenlere soruyordum. Çapa Öğretmen Okulunu nasıl bulurum? Bilenler sıkı sıkı tembihliyordu. “Paranı elin ulaşılamayacak yere sakla. Parana sıkı sıkı sahip ol. Gurbet orası.”
Ayağımda iskarpin ayakkabı … Elimde tahta valiz… Yaş onbeş ...Düşmüştüm yola. Gece 00.30. İstanbul Haydarpaşa Mavi Tren homurdanarak yanaşmıştı gara. Uğurlamaya gelen kimsem yoktu. Trenin basamaklarına adımı attığımda düşlerim canlandı. Biraz buruk, arkamda sevdiklerimi bırakarak; ama heyecanlı.
Tahta valizimi yanıma aldım, yerime oturdum. 8-9 saatlik sürecekmiş yol. Uyku mu tutar beni? Her istasyona geldiğinde kondüktörün sesi geliyordu. Zaten uyku da yok. Sadece düşlerim vardı.
Sabah gökyüzü ışımaya başlayınca göz kapaklarım kapanır gibi olmuştu. Uyursam kim uyandıracaktı. Ama son durakta ineceğimden dalmışım. Omzuma bir el dokundu: “Hemşehrim Haydarpaşa! Son durak” Hemen sıçradım. Vagonda kimse kalmamıştı. Trenden çabukça indim. Vapura binip karşıya geçeceğimi tembihlemişlerdi. Herkes gibi kuyruğa girdim. Turnikeden geçtim. Vapuru beklemeye başladım. Hafif ayaz vardı. Vapurların homurtulu kornaları dikkatimi çekti. İlk deniz görüyordum. Kitaplarda görüp de hiç görmediğim vapura binecektim.
Bir vapur yanaştı iskeleye. Kocaman urganlarla bağlandı. Kalaslar sürüldü. Sıra bana gelince dikkatlice geçtim kalastan. Elimde tahta valiz... ( Asker valizi) Yolcular bindi. Önce kalaslar çekildi. Büyük urganlardan çözüldü. Kocaman vapur… Bir homurtu... Deniz köpürdü. Vapur geri geri çıktı. Denizde yol almaya başlamıştı. İlk vapura binişim… İlk denizi görüşüm…
Karşıda 4 minareli kocaman heybetli bir cami görünüyordu. Karaköy İskelesine yanaştı vapurumuz. İnsan kalabalığı vapura inenler, binenler. Herkes bir telaş içinde. Elimde tahta valiz… Galata Köprüsünü geçeceğim. Öyle tembihlenmişti. 84 numaralı İETT arabasına binecektim. Otobüslerin boynuzlarında yazılan rakamlara bakıyorum. 84 Topkapı otobüsü geldi. Otobüsün ilk merdivenine adımı attığımda tembihler aklıma geldi. “Biner binmez şöföre Çapa’da ineceğim” dedim. Şoförün arkasına oturdum. İnsanlar sel gibi sağdan soldan akıyordu.
İETT otobüs şoförü: “ Burası Çapa durağı,” dedi. İndim. Karşımda dev gibi yapı. “İşte burası okulun” dediler. Sağıma soluma baktım. Kızlı erkekli öğrenciler o dev yapılı okula giriyorlardı. Şaşkın ve endişeli, kapıdan içeri girdim. Kapıda duran bıyıklı, kafasında bekçi şapkası olan bir adamı gördüm : “Yeni kayda geldim,” dedim. “Tamam, 2. Kata çık Müdür Başyardımcısı orada,” dedi.
Aşınmış mermer merdivenlerin her basamağına adımlayarak ağır ağır çıktım. Kocaman kapıdan girdim. Kocaman kocaman dev gibi aynalar… İrkildim. Elimde tahta valizim. 2. Kata çıktım. Müdür Başyardımcısı Yümni Sezen yazıyordu. Biraz soluklandım. Kocaman devasa sınıf kapıları, kocaman koridor. Müdür Başyardımcısı Yümni Sezen’in kapısını korka korka çekinerek tıklattım. Bekledim ses gelmedi. Bir daha tıklattım. “Gel,” sesini duydum. İçeri girdim.
“Gel yavrum,” dedi babacan görüntülü adam. Makamında oturuyor. Girer girmez elimdeki tahta valize baktı. “Buyur yavrum,” diyerek bana yer gösterdi.
“Hocam Afyon’dan geliyorum Kayıt yaptıracağım,” dedim. “Evrakların hazır mı?” dedi. “Hazır efendim,” dedim. Memlekette hazırladığım dosyayı sundum. Baktı, kontrol etti. “Evrakların tamam,” dedi. Hiç beklemediğim soruyu sordu: “Velin nerde? “ dedi. “Ne velisi hocam?” dedim. “Bizde Veli yok,” Dedim, çekinerek. “Evladım, sen 18 yaşını doldurmadığın için çocuk sayılıyorsun. Mutlaka velin olması lazım,” dedi. Ben yine: “Bizde Veli yok,” dedim. “Yanında kimse yok mu?” dedi. “ Kimse yok Hocam” dedim. “Sen yalnız mı çıkageldin?” dedi. “Benim kimsem yok ki Hocam!” dedim. “Kendim geldim,” dedim
Bana bakakaldı. Cık! Cık! Cık! Seslerini duydum. “Allah! Allah! Oğlum, mutlaka senin anan baban ya da yakınınla geleceksin demediler mi?” dedi. “Yok, efendim Benim kimsem yok.” dedim. Şöyle ayağımdan başıma kadar süzdü, bıyıklı Müdür Başyardımcısı. Yine cık! Cık! Sesleri… Başını sağa sola salladı. “Kimse yok mu?” dedi. Ben de yine, “Yok!” dedim korkarak. “ Ben seni nasıl kayıt edeceğim?” dedi. Korkmaya başladım. Kayıt olamayacak mıydım? Diye endişe sardı beni. Tekrar süzdü. “Sen, Afyon’dan buraya tek başına mı geldin?” dedi. “Evet efendim,” dedim. Baktı, baktı, “Sen zeki bir çocuğa benziyorsun. Velin ben olacağım; ama benim yüzümü kara çıkartma!” dedi
Kayıt edilmiştim. Tahta valizime baktı. “Şu valizini yukarıda yatakhane var oraya koy, sen de 1-E sınıfına git,” dedi babacan yapılı adam. ” Kapıyı çal Öğretmene bu kağıdı ver. Derslerine de iyi çalış bak! beni mahcup etme. Bir sıkıntın olursa bana gel,” demeyi de ihmal etmedi.
4 yıl bitti. Yıl boyunca bir defa idareye çağrılmıştım. Beni şikayet eden öğretmen ve O babacan görünüşlü adam yani velim vardı odada. Bana şöyle bir baktı. “Naptın” dedi. Ben bir şey yapmadım dedim. Olayı anlattım. Öğretmene döndü. “Tamam Hocam siz gidebilirsiniz” dedi. O’na inanmamıştı. Benim söylediklerime inandı.
4 yılın sonunda öğretmen olarak Şanlurfa’ya düştü yolumuz. Yıllar yılları kovaladı. Tam 35 yıl geçmişti. 2007 yılında İstanbul Öğretmen Okulu Mezunları ilk buluşma etkinliği düzenlemiştik. Antalya’da bir oteldi buluşma adresimiz. Kimler gelecekti merak içindeydim. Otele birer ikişer girenleri bakıyor, tanıdık bir yüz bekliyordum. Salonda toplandık. Sırası gelen adını soyadını söylüyordu.
İki öğretmenimizin geldiklerini duymuştum. Birini tanımıştım. Okula ilk geldiğimde beni kaydeden Yümni Sezen gelenler arasındaydı. Prof. Dr. Yümni Sezen… Sıra bana gelmişti. Kendimi takdim etim. Son cümlemde yutkuna yutkuna: “ Hocam ben sizin sayenizde okudum. Velim yoktu. Siz velim oldunuz,” dedim; ama boğazım düğümlenmişti. Hocamın gözlerinden yaşların süzüldüğünü görmüştüm. Ellerine sarıldım öptüm. O da kucaklamıştı.
İyi ki velim oldunuz, Yümni Sezen. İlk tayin yerim de O’nun memleketi idi. Şanlıurfa... Hayat işte böyle. Asla tesadüf diye bir şey yoktur. Tahta Valiz hala en değerli eşyalarımın arasındadır.
Ünal Yılmaz Uzman öğretmen...
Bozkurt mahir
9 gün önce
BİLİYOR MUSUNUZ?

Zeytin ile incir ağacı bağlantısını eğer bilimsel olarak mercek altına alırsak; zeytin ağacı ile incir ağacı doğaya ters çalışır. Bütün bitkiler gündüz oksijen verirken, zeytin ve incir ağaçları karbondioksit salınımı yapar. Gece ise diğer ağaçlar karbondioksit verirken, zeytin ve incir ağaçları ise oksijen vermeye başlar. İncir ağacı yapraklarını döker ama zeytin ağacı hiçbir zaman yapraklarını dökmez. Zeytin ağacı devamlı bir oksijen salgılamaktadır. Bu durum İtalya ile Edremit Körfezinde kendisini daha net gösterir. Zeytin ağacı geceleri oksijen verirken, bir yandan da sabaha kadar atmosfere iyot saçan denizimiz ve Kaz dağlarından gelen temiz hava ile karışan bir havamız bulunmaktadır. Tan yeri ağarırken, deniz kıyısından gözlendiğinde, bu durum bir bulut ve sis halinde göze çarpar.

Zeytin ağacı ile incir ağaçları aynı dönemde meyve verir. Bu dönem zeytin sineğinin üremeye başladığı zamanlardır. Zeytin sineğinin, zeytin ağaçları ve zeytin meyvesine zarar vereceği dönemlerde, iyice olgunlaşan incir ağaçlarının meyveleri bal dökmeye başlar. İncirin balı, zeytin sineğine cazip gelir ve zeytin yerine incir meyvesini tercih eder. Zeytinliklerdeki incir ağaçları tıpkı bir paratoner gibi zeytin sineklerini üzerine çeker. İncir balını yiyen zeytin sinekleri bir süre sonra zehirlenerek ölür. Mübadele öncesinde Ege kıyılarında yaşayan Rumların her zeytin tarlasına 3-4 adet incir ağacı dikmiş olmasının sebebi de budur. Oysa bizim özellikle yeni nesil zeytin üreticilerimizin bir çoğu bu gerçeği bilmedikleri için, zeytin bahçelerindeki yüzlerce incir ağacını sinek topluyor diye kesmişler ve odun yapmışlardır. Bunun sonucunda da bugün zeytin sineği başta olmak üzere zeytin zararlısı uçkunlar çoğalmıştır.

Ziraat Mühendisi
Özer BAŞARAN
Bozkurt mahir
9 gün önce
İNÖNÜ ve MENDERES TÜRKİYE'NİN GELECEĞİNİ NASIL YOK ETTİ!?..

Türkiye Nasıl Oyuna Getirildi? Bir Havacılık Rüyasının Sessizce Katledilişi.

II. Dünya Savaşı'nın ardından Türkiye'nin önünde eşsiz bir fırsat vardı. Sadece göklere yükselmek değil, aynı zamanda bağımsız bir gelecek inşa etmek mümkündü. Genç Cumhuriyet, kendi uçaklarını tasarlıyor, kendi mühendislerini yetiştiriyor, kendi fabrikalarında üretim yapıyordu. Bu çabanın merkezinde ise Türk Hava Kurumu (THK) yer alıyordu.

THK-5, THK-13, ve hatta jet motorlu THK-16 Mehmetçik gibi projeler, Türkiye’nin kendi savaş uçağını üretebilecek seviyeye geldiğini gösteriyordu.

Ancak sonra birkaç "yardım paketi", birkaç dostane ziyaret, birkaç yeni hükümet kararıyla bu hayaller yere çakıldı. Ve bu çöküş, başarısızlıktan değil; başarılı olmaları istenmediği için yaşandı.

Bu yazı, Türkiye’nin nasıl oyuna getirildiğinin, havacılık sanayisinin nasıl sabote edildiğinin, ve bundan alınması gereken dersin hikâyesidir.

THK’nın Yükselişi: Bağımsızlık İçin Kanat Açmak:

1930'lar ve 40'larda Türkiye, Atatürk'ün hedeflediği çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmak için sanayileşmeye hız vermişti. Havacılık, bu modernleşme projesinin merkezindeydi. Etimesgut Uçak Fabrikası, Türkiye’nin kendi uçağını tasarlayıp ürettiği bir yerdi.

Bu dönemde THK:

THK-5 gibi sivil ve askeri kullanıma uygun küçük uçaklar üretti,
THK-13 gibi araştırma planörleri tasarladı,
Ve en önemlisi, THK-16 Mehmetçik ile jet çağının kapısını araladı.

Türkiye, sadece montaj yapmıyordu; uçak tasarlıyor, üretiyor, test ediyordu.

NATO ve Marshall Planı: Yardım mı, Pranga mı?
1952’de Türkiye NATO’ya katıldı. Marshall Planı kapsamında Amerika Birleşik Devletleri’nden bolca askeri yardım aldı. Uçaklar, silahlar, danışmanlar geldi.

Ancak bu yardımların açıkça söylenmeyen bir bedeli vardı:
“Amerikan uçakları varken yerli uçakla uğraşmayın.”
“Askeri sisteminizi NATO standartlarına göre kurun.”
“Biz size veririz, siz üretmeyin.

Ve bu politikalara, iktidara yeni gelen Adnan Menderes liderliğindeki Demokrat Parti tam anlamıyla boyun eğdi.

Demokrat Parti’nin Rolü: Egemenliği Teslim Etmek:

Demokrat Parti’nin uygulamalarıyla:
- THK’nın üretim sorumluluğu Makine ve Kimya Endüstrisi Kurumu’na (MKEK) devredildi.
- THK-5, THK-13, THK-16 gibi projeler raf kaldırıldı ya da yok edildi.

- Havacılığa dair kamu yatırımları kesildi, projeler “ekonomik değil” denilerek durduruldu.
- Bazı prototipler yakıldı, belgeler kayboldu, mühendisler tasfiye edildi.
- Kısacası Türkiye, “nasıl olsa ABD’den geliyor” diyerek bağımsız havacılığını kendi elleriyle yok etti.

ABD Ne Yaptı? "Hayalet" Uçaklar İnşa Etti
- Aynı dönemde Amerika, kendi savunma sanayine dev yatırımlar yaparak:
- F-117 Nighthawk: Dünyanın ilk operasyonel radar görünmez uçağını,
- B-2 Spirit: Kıtalararası menzilli hayalet bombardıman uçağını,
- F-22 Raptor ve F-35 Lightning II: 5. nesil, görünmez ve akıllı savaş uçaklarını geliştirdi.
Amerika bunu başarabildi çünkü:
- Savunma sanayisini korudu,
- Uzun vadeli bilimsel araştırmalara yatırım yaptı,
- Yerli sanayiye güvendi, dışarıya bağımlı hale gelmedi.

Türkiye’ye ise, “Sen uğraşma, biz verelim” denildi. Ve bu teklif, “iyi niyetli yardım” gibi gösterildi.

Bedeli Ne Oldu?
Bu teslimiyetin sonuçları çok ağır oldu:
- Türkiye kendi jetini üretebilecekken onlarca yıl dışa bağımlı kaldı.
- NATO’dan dışlandığında ya da ABD ambargo koyduğunda hiçbir alternatif üretemedi.
- Yerli mühendisler, tasarımcılar ya göç etti, ya görmezden gelindi, ya da tarihten silindi.

- Bugün Türkiye, F-35 programından çıkarıldığında, bunu telafi edecek bir alternatifi hemen sunamadı çünkü 1950’lerde bu altyapı bilerek yok edilmişti.

Geri Dönüş: Geç Ama Umutlu:

Son yıllarda Türkiye bu tarihi hatayı telafi etmeye çalışıyor:

—Hürkuş: Yerli temel eğitim uçağı,
—Bayraktar ve Anka, Aksungur: Dünya çapında tanınan SİHA’lar,
—KAAN (TF-X): Türkiye’nin 5. nesil savaş uçağı projesi.

Bunlar sadece askeri projeler değil; yeniden kanatlanan bir ulusal iradenin sembolü.
Ama unutmayalım: Bu yola 1945’te devam edilseydi, bugün Türkiye belki de kendi hayalet uçağını çoktan üretmiş olurdu.

Kanatlarını Satarsan, Uçamazsın:

THK’nın, MKEK’in ve Etimesgut’un hikâyesi basit bir sanayi başarısızlığı değildir. Bu, bir milletin kandırılışının, aldatılışının, ve suskun sabotajının hikâyesidir.

Bugün hâlâ geç değil. Ama bu kez şu dersi unutmayalım:
"Yardım olarak gelen zinciri, bilezik sanma.
Kendi uçağını yapmazsan, başkasının savaşında piyon olursun."

—Gazete İnsan

Necattin Kökten
Bozkurt mahir
9 gün önce
And olsun ki; ihaneti: 'Paraşütsüz Atlayış Eğitimi'ne tábi tutacağız...

17 Düvel ve baş çeken: abd-ingiliz ve israeloğulu; Anadolu'yu işgal edmek için: AkEpE yi kendine ortak seçdi..
2005 den itibaren hududlarımızın telörgü kulübe ve mayınlarını sökdürddüler.
Ordu'nun kozmik odalarına girdirdiler.
Özel Kuvetler kadrosunu tasfiye eddirdi.
370 generali 90 bin Sb- Asb rütbeliyi harcaddı.
Jandarmayı, harb gücü olmakdan çıkardı: 280 bin kişilik savaş gücünü, polis seviyesine indirgeddi.
Jandarmanın Harb-Silah - Arac - gerec - cihaz sistem ve tüm gereclerini elinden alıb, envanterini yok ederek, başka güçlere kaydırdı. İhalede, açık bazarlarda ünimog komando arabalarını sivil örgüt temsilcilerine satdırdı.
Dinci fetöye darbe yapdırdı.
Ordumuzu dağıddırdı.
Deniz Kuvetlerimizi enkaza çevirddi.
Sahil Güvenliği askeri rütbeli komutanlarını - 122 si hariç- tümünü tasfiye eddirdi.
820 bin kişilik orduyu: 380 bin mevcuda düşürddü.
Bir Türk askeri şehid olduğunda; halkın 40-50 binleri merasim için sokağa dökülür idi. Şimdi hergün şehid var; kimseye duyurulmuyor. Şehidliği sıradan hâle getirddi.
MIT'i teslim aldırddı,
Gn kurmayı kendine bağlı olan ingiliz yetişdirmesi birine bağladdı.
Ülkeyi soyub, İngiltere'ye taşıddı.
Ülke topraklarının 5 de ikisini yabancıya satdırddı.
Bilgates'e Anadolu'dan : 187 Bin hektar toprak satınaldırdı.
Katar, FinansB, Muçe aracılığıyıla: Batı Akdeniz, Ege, Marmara, Trakya ve Batı Karadeniz topraklarını gizli gizli ingiliz kıraliyeti adına aldırdı.
Kamu kuruluşlarını satdırdı.
Askeri fabrikalar dahil Tüm devlet mallarını satdırdı.
Cemat tarikatları silahlandırtdı.
Suriye'de Irak'da görevi biten terör örgütlerini Anadolu'ya doldurddu.
Milli eğitimi bozdurddu.
Banka ve müzelerine çökdürdü.
Uyuşdurucu merkezi yapdırdı.
Kıbrıs'daki askeri gücümüzü 13 bine düşürddü.
Hava- Deniz gücü oluşdurdmadı..
Genel kurmaydan kuvvetleri ayırıb, İngiliz temsilcisi bakana bağladdı.
Hava Kuvetlerini, pilotlarını, saf dışı eddirdi.
Uçaklarını yeniletmeyib, hurdaya heke çevirddi.
İşgal hazırlığında 17 düvel 518 savaş gemisi ile Ege'de ve Akdeniz'de bekliyor.
Trakya da: 2500 Amerikan amfibik tankı 50 savaş helikopteri bekliyor. Suriye cephesinde: saldıracak:400 bin kişilik abd-israel ordusu hazır bekliyor.
Saros körfezine 100 geminin aynı anda boşaltım yapacağı askeri liman yapdırtdı.
İkizdere - Boçka'ya askeri yol ve liman yapdırtıyor. Ermenistan ve Azerbaycan'a harekat için..
İsraeloğulu na dil hazırlamak için diyarıBekir'de İbranice kurs okulları açdırddı.
Makro israelin kurulması için şimdi de: cebine:10 bin$ koyarak doğu devletlerinden pers-İsrarloğlu melezi peştun soyunu İSRAEL ordusunu kurmak üzere 2,5 milyonu Türkiye'ye taşıdıyor..
Doğu Almanya'nın ordu silahlarını burada Ankara Güvercinlik'den alıb dağıdacak ayrıca farklı silahlarla donatarak, Makro İsrael Ordusunu kuracaklar.
Türk Milleti'nin alım gücünü düşürdüler, ekmeğe muhtac, bir mermi bile alacak gücünü yokeddiler.
Manavgat yangını başladığında, ne tesadüfdür ki; Bilgates yatı ile Bodrum'dayıdı..
Ege'deki:HAARP Gemisi ile, depremleri doğal afetleri hadda yangınları yapıyorlar.
Şimdi de:' Son Türk'ün mevzisi' olan Toros/ TorOğuz Dağları'nın örtüsünü yakdırıyorlar.
THK nu CIA ya bağlı paravan bir hayına ihale eddirdiler. Ordu'yu yangın söndürmek görevinden azleddirdiler.
Tek adam emir verib, millî afete orduyu sokdurdmadılar..
Görevli gnrleri: birer zeyyad-ı bî insafa hizmetden zevk alan keleb eddirdiler..
EmÖzlHrk ve halka su sıkan tomaların afete müdahalesini engelleddiler..
EMASYA pılanlarını yok eddirdiler..
Yangın uçaklarını Etimesgut hangarına çekdirdiler.
Bu güne dek: 7700 pilot: 80 bin pataşütcü yetişdiren, binlerce yangın noktasını söndüren Türk Kuruluşu'nu, devre dışı eddirdiler..
Meclisi devre dışı eddirdiler.
Yasama,yargı, yürütmeyi esir eddirdiler.
Merkez Bankası'na çökdürdüler.
"Ac gebersinler" diye, hayvancılığı tarımı yok eddirdiler.
Önemli bakanlıklara, kendi yetiştirdikleri kendilerine hizmet edecekleri azınlıkları getirddiler..
Teröristlere, masum asker ve öğrencilerimizi öldürtdüler.
2.100.000 Mağden ruhsatı ile ülke dağlarının tamamını satın aldılar.
Eğitimli bilge insanlarımızı ülkeden kaçırddılar.
KHK larla ağızını açanı hapise atdırdılar.
Şeriata ülkeyi boğdurddular.
TC yi sildirdiler..
12 milyon gacgın göçmeni doldurddular.
Demografik yapıyı bozdurdular.
C-19 ile, aşı ile, halkımızı öldürtüyorlar...
Şimdi de ülkemizi savunmak için son savunmak mevzilerimiz olan TorOğuz/ TürkOğuz/ Dağlarımızı ateşe verdirdiler, Yörük Türkmen, Avşar, Oğuzboylarını; evlerinde yakıyorlar..
Son savunucu bizlerin: nacağımıza sap , gizlenecek örtü, sokulacak mevzi, HAYİDAME'miz için yiyecek ot, bitgi bulamamızın zeminini hazırladıyorlar.
İç düşman dış düşman birleşdi. BOP un son kalesi Anadolu'yu düşürecekler.
Sözde Anadolu'ya gelen peştun gaçgınları, gerçeğinde İsrail ırkı peştun askerleri olub, Türkiye'de Makro İsrail Peştun Ordusu'nu oluşdurmak, Türkiye'yi özellik ile TorOğuz dağlarını, ve Türk Yörük, Avşar, Türkmen, Oğuz boylarını yakmak taktiğini uygulamaya koyan Beştepedekine de Emir veren: Peştun Kızı Kamala Harris ile Joe Biden'dır...

Türk Milleti'nin ipi, picin puştun, Peştun'un eline geçdi.. ( Puşt sözcüğünün de nereden kaynaklı olduğunu böylece öğrenmiş olursunuz)

Ama:
Biz daha ölmedik..
And olsun ki : bu ihanet çetelerini, uçakları Etimesgut Hangarı'na çekdirib, yanan Türk'ün fecaatini tepeden seyir edib kıskıs gülenleri, o THK / TÜRKKUŞU uçaklarına bindirerek, paraşütsüz atlayış eğitimine tabi tutacağız..
Yusuf özkara Araşdırmacı Akın 01.08.2021
Bozkurt mahir
9 gün önce
YÜZYILIN FOTOĞRAFI
İran, İsrail'e niçin yenildi?.. İslam dünyası nokta kadar İsrail'e neden hep yeniliyor?.. Hristiyan Avrupa'ya sığınmak için Müslümanlar Akdeniz sularında neden boğuluyor?.. 500 yıldır İslam dünyası neden buluş yapan bir bilim adamı yetiştiremiyor?..
Yüzlerce değil, binlerce sorunun yanıtı işte bu fotoğrafta.
1989'da İran İslam Cumhuriyeti Lideri Humeyni ölüyor. Kefenlenip toprağa verilecek. Aaa!.. O da ne?.. İslam Cumhuriyeti Müslümanları önce Humeyni'nin tabutunu parçalıyorlar sonra "kutsal" olarak gördükleri kefeninden bir parça koparma saldırısına başlıyorlar. Peki kefenden kopardıkları bez parçası ne işlerine yarayacak?.. Sırat köprüsünü bununla geçecekler, cennete bununla girecekler... Bez parçası cennetin bileti sanki...
Fotoğrafın çekildiği anda Humeyni'nin omuzu, bacakları açıkta, az sonra karnı ve cinsel organı da görünecek. Belki de kefen tümden sıyrılıp alınacak... Bedeninden parçalar koparıldı m?.. Orasını bilemiyoruz.
"Farsların köklü bir kültürü var" diyenlere inanmayın. Farsların kültürünün nasıl bir yobazlık olduğunu bu fotoğraf sergiliyor. Yönetim biçimine "İslam Cumhuriyeti" demişler bir de... Kuran inmeye başladığı günden bu yana, İslam İslam olalı böyle bir vahşet, böyle bir şirk, böyle bir yobazlık görmedi.
Alper Aksoy
Bozkurt mahir
10 gün önce
Bir buluŋda yegânimen, nigârım yok,
Kiçiliri kara bastı, tumârım yok,
Bu hayattın özge yeme ḫumârım yok,
Cimcitlıkta ḫıyâl ezdi, amâlım yok.

(Bir köşede yalnızım, sevdiğim yok,
Geceleri kara bastı, tılsımım yok,
Bu hayattan başka, hiç isteğim yok,
Sessizlikte hayaller ezdi, çarem yok.)

Men kim idim, nime boldum, bilelmidim,
Kimge deymen dil sözümni, diyelmidim,
Yâ pelekniŋ ḫuy peylini sizelmidim,
Yar kışiŋge baray deymen, karârım yok.

(Ben kim idim, ne oldum, bilemedim,
Kime deyim yürek sözümü, diyemedim,
Belki de feleğin işini sezemedim,
Yâre varmak isterim, karârım yok.)

Pesillerni bilip turdum burceklerdin,
Hiçbir ḫever alalmidim çiçeklerdin,
Bu sığınişler ötüp ketti süŋeklerdin,
Kandak yer bu, karârım bar, yanarım yok.

(Mevsimleri fark ettim çatlaklardan,
Hiçbir haber alamadım çiçeklerden,
Bu özleyişler geçip gitti kemiklerden,
Nasıl yer bu, karârım var, yolum yok.)

(Şiir: Abdukadir Calalidin / Türkiye Türkçesine Çeviren: Ahmet Bican Ercilasun)

Kardeşine sessiz kalma!
Bozkurt mahir
10 gün önce
ÜLKÜMÜZÜN BİRLİK VE BERABERLİĞİNİN ÖZLEMİ İÇERSİNDE BULUNDUĞUMUZ, YAKIŞANINDA YAKIŞMAYANINDA BOZKURT İŞARETİ YAPTIĞI BU DEVRİN ÜZÜNTÜSÜNE OZAN ARİF'TEN VAZGEÇMEM DAVAMDAN ŞİİRİ:
Benim davam açık Allah davası
Geçen geçsin ben vazgeçmem davamdan.
İlay-ı Kelimetullah davası
Geçen geçsin ben vazgeçmem davamdan.
🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Dedem Saltuk Buğra Han’dan bu yana,
Türk-İslam ülküsü demişim ona,
O yüzden ülkücü denilmiş bana
Geçen geçsin ben vazgeçmem davamdan.
🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Bu dava vatandır, dindir, millettir,
Bu dava devlet-i ebet müddettir,
Bendeki sevdası ilelebettir
Geçen geçsin ben vazgeçmem davamdan.
🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Ben hemşehrim eksik olabilirim,
Bazısına ters de gelebilirim,
Amma davam için ölebilirim
Geçen geçsin ben vazgeçmem davamdan.
🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Ha ölebilirim dediysem bakın,
Siz beni ölmedi sanmayın sakın,
Şehit verdim şehit beş bine yakın
Geçen geçsin ben vazgeçmem davamdan.
🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Hareket olarak verdiğim bunlar,
Ya daha önceki şehit olanlar,
Düşünmeli hazır vatan bulanlar
Geçen geçsin ben vazgeçmem davamdan.
🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Ama geçen varmış varsa yazıktır,
Gaflettense döner; zaten eziktir
Gafletten değilse kanı bozuktur
Geçen geçsin ben vazgeçmem davamdan.
🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Kan bozuk olmazsa mazi satılmaz,
Takım tutar gibi dava tutulmaz,
Moda da değildir her yıl atılmaz
Geçen geçsin ben vazgeçmem davamdan.
🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Bu Ozan Arif’i bey yapsanız bey
Diyecektir size ‘Bu beylik de ney? ’
Davama kölelik daha güzel şey
Geçen geçsin ben vazgeçmem davamdan.
Ozan ARİF
Bozkurt mahir
10 gün önce
BÜYÜK TÜRK MİLLETİ. KELİMELER VE KAVRAMLAR.

TÜRK İSLAM SENTEZİ.
ÜST KİMLİK.

Türk İslam Sentezi diye bir kavram özellikle son 70 yıllık bir serüvenle Müslüman Türk Toplumu’nun gündemine girmiştir.
Bir tarifi de bugüne kadar yapılamamıştır. Yapılması da mümkün değildir.
Ontolojik olarak böyle bir şey mümkün değildir.

Sentez:
İki farklı nesne kendi doğal yapılarından ayrılacak. Kimyasal özelliklerini kaybedecek Birbirleriyle karışarak, yeni bir kimyasal özellikte nesneye dönüşecek.

TÜRK: Bir ırk kategorisidir.
İSLAM : Bir din kategorisidir.

Şimdi bir meyve ağacı ile bir sebze fidanını birbirleriyle sentezleyebilir misiniz.?
Bir meyve ağacı ile bir meyve ağacı sentezlenirse, yeni bir görünüm ile yeni bir tat ortaya çıkar.
Bir sebze fidanı ile bir sebze sentezlenirse, yeni bir görünüm ile yeni bir tat ortaya çıkar.
Bir ırk kategorisi ile diğer bir ırk kategorisini sentezleyebilir, yeni bir ırk kategorisi oluşturabilirsiniz.
İslam dışında ki bir din ile bir başka dini sentezleyebilir yeni bir din anlayışı oluşturabilirsiniz.
Bir ırk kategorisi ile bir din kategorisinin sentezlenemeyeceği gayet net ve açıktır.
İSLAM
Allah(C.C.)’un sözü ve emridir. Hiçbir payandaya, desteğe ihtiyacı yoktur. Hiçbir kanun, kural, yöntem, yönetim İslam ile kıyas ve kıstas edilemez. Hiçbir şey İslam’ın dengi değildir. Hiçbir şey İslam ile sentezlenemez. Hiçbir şey İslam ile karıştırılamaz. Nasıl karıştırılabilir ki.? Allah(C.C.)’un sözü ve emri. İslam’da olmayan bir şeyi İslam’a karıştırmak bidattır. Bidat İslam dışıdır terk edilmelidir. Bilerek ve isteyerek işlenen bidatlar Müslüman’ı küfre götürür.

Mahkeme-i Kübra, İslamındır. Müslüman’ın ilk Mahkeme-i Kübra’sı yeryüzündedir. Yeryüzünde ne varsa Mahkeme-i Kübra’dan geçer. İslam’a uygun, doğru ve güzel olanlar kabul edilir alınır, gerisi reddedilir.
Peki nereden çıktı bu Türk İslam Sentezi, doğrusu bunu üretenlerinde ne olduğundan haberi yoktur kanaatindeyim.
Amaç; Muhafazakar ve Milliyetçi insanlar için orta yol bulmuşlar.
Sanki İslam mefkuresi ile Milliyetçilik mefkuresi birbirlerine zıtlık teşkil ediyormuş ta, birileri orta yol bulmuş, yeni bir şey keşfederek adına Türk İslam Sentezi demiş.

İlime-bilime, dine-akla- ruh dünyamıza uymayan görüş ve uydurma önermelerle, Milletimizin fikir dünyasını paslandırmaya, puslandırmaya, karartmaya hiç kimsenin hakkı yoktur.
Ürettiğimiz Fikir Meşalesi :
Dünya çapında ilim adamı yetiştirecek. Dünya çapında bilim ve teknoloji adamı yetiştirecek. Dünya çapında tefekkür adamı yetiştirecek. Dünya çapında okur yazar yetiştirecek.
Bütün bu işler; Sahip olduğumuz değerlerimizin gerçekten algılanması, anlaşılması, hayata geçirilesi ile mümkündür.
Bütün bu işler; Kolaycı, oyalayıcı, uydurma fikirlerle olmaz. Sonra ağzı açık seyredersin dünya milletlerini, ellerinde oyuncak olursun. Hint dilencileri gibi el avuç açarsın. Kuru, uydurma söylemlerle ancak uykuya dalar gidersin.
Üzülerek ve içim kan ağlayarak söylüyorum içinde bulunduğumuz durumu. Bu fikre gönül vermiş ama ne olduğundan da haberi olmayan aziz dava kardeşlerimizin durumu ortada. O zaman bir yerlerde hata yapılıyor, bir şeyler ters gidiyor demektir.
Saatin zembereği ters dönüyor, birileri ileri yol alırken, birilerinin geri yol alması, düşünen ve akıl eden insanlar için acilen yorumlanması ve çözüm üretilmesi gereken konudur.
HEDEFE varmanın ilk ve tek yolu, dine-ilime-bilime-akla-ruh dünyasına, yaratılış fıtratına. uygun fikir meşalesi geliştirmekten geçer.

Yoksa av tavşanı gibi koşar koşar, ilk başladığın yere geri dönersin.
Milliyetçilik: Irkçılık olarak yorumlanmamalıdır.

Miliyetçilik; Türkiye Cumhuriyetine Vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür. Türk Kültür ve Medeniyetine bağlıdır. T.C. Kuran irade; Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, 1000 yılın sonunda büyük sıkıntılar ve olayların sonunda bu birleştirici formülü bulmuşlardır.

T.C. ÜST KİMLİĞİ TÜRKLÜKTÜR.

Aile kimliği Dili, Dini, İnancı, Mezhebi ne olursa olsun, BÜYÜK TÜRK MİLLETİNİN. BİR FERDİDİR.

MİLLİYETÇİLİK VE ÜST KİMLİK BUDUR.

SON ZAMANLARDA; SAHTE ÜST KİMLİK arayışları. Hız kazandı. Etnik kimlik bölücülerinin ve. Din Ticareti bölücülerinin zehirli dillerine; Büyük Türk Milleti geçit vermeyecek feraset olgunluk seviyesine ulaşmıstır.

Bir Türk’e mefkuresi sorulduğu zaman;
Türk İslam Sentezcisi değil,
İyi bir Müslüman Türk’üm. İyi bir Türk Milliyetçisiyim ifadesi doğru olacaktır.
Bozkurt mahir
10 gün önce
24 HAZİRAN 1980 GÜNÜ MHP GAZİOSMANPAŞA İLÇE BAŞKANIMIZ ALİ RIZA ALTINOK, EŞİ FAHRİYE ALTINOK VE 16 YAŞINDAKİ KIZI NİLGÜN ALTINOK AİLECEK ŞEHİT EDİLDİLER. ALLAH RAHMET EYLESİN, MEKANLARI CENNET OLSUN. EL FATİHA. 😢🤲
Bozkurt mahir
11 gün önce
İngiliz Times Gazetesi:
“100 yıldır savaşmayan bir milletin savaşı unutmuş olması lazım. Fakat Türkler; bırak unutmayı, savaşı özlemişler.”
Bozkurt mahir
11 gün önce
Bozkurt mahir
11 gün önce
DOĞU TÜRKİSTAN UYGURLAR ÖTÜGEN ERGENEKON ATTİLA
Bozkurt mahir
11 gün önce
İĞNELİ FIÇI NEDİR?
Yahudilerin, kaçırdıkları Yahudi olmayan çocukların kanlarını almak için kullandıkları yöntemlerden biri. Fıçının içi iğnelerle kaplıdır. Çocuğu fıçının içine canlı canlı kapatan hahamlar, ardından fıçıyı dakikalarca yuvarlarlar. Daha sonra fıçının dibinde bulunan musluk açılır ve toplanan kan ayinlerde kullanılmak ya da Mayasız Bayramında yenilen mayasız ekmeklere karıştırılmak üzere alınırdı.
Yahudilikte, insan kanının ikinci bir kullanım yeri ise Pessah (mayasız) bayramları olmuştur. Pessah bayramında bir hafta boyunca mayasız ekmek yapılır ve yenir. Yahudilerin bazı kollarına göre, bu ekmeklerin en makbul olanları ise içine insan kanı katılanlardır. Bazı tarihçilerin bildirdiklerine göre, Pessah bayramları, Ayrupa’da her yıl küçük çocukların kaybolduğu dehşet dönemleri olmuştur.
Kan içme konusunu şimdiye dek en iyi açıklamış kaynaklardan biri, 1803’te Moldavya’lı rahip Neophite’in yazdığı kitaptır. Bir hahamın oğlu olan Neophite, Yahudilikten çıktıktan sonra hristiyanlığı kabul edip rahip olmuştur. Babasının inancındaki bütün kanla ilgili ayinleri açıklamıştır. Bazı Yahudi tarikatlarının, insan kanı kullandıklarında Yehova katında daha “üstün” olduklarına inandıklarını anlatmıştır.
İşte Yahudilerin bulundukları ülkelerden sürülmelerinin nedenlerinden birisi de bu sapık adettir. Özellikle İspanya’da, kan içme olayları defalarca gündeme gelmiş, bu olaylar halk arasında büyük huzursuzluk meydana getirmiştir. Sayısız çocuk kaybolmuş, cesetlerin bir kısmı tamamen kanı çekilmiş bir durumda bulunmuştur. Osmanlı İmparatorluğuna geldikten sonra da, Yahudilerin bazı kolları, bu sapık adetlerine devam ettiler.
Osmanlı zabıtlarında bu konuda gelişmiş pek çok olay vardır. Bunların en önemlileri 1715’te Amasya’da, 1840’ta Şam’da ve Rodos’ta, 1633-1843 ve 1866’da İstanbul’da, 1863-1868 ve 1870’te İzmir’de kayda geçen olaylardır. Bu olaylarda pek çok Yahudi suçlu bulunmuş ve idam edilmiştir. Yahudi tarihçi-yazar Avram Galante, “Histoire Des Juifs de Turquie” isimli kitabında bu konuda gelişmiş olan olayları uzun bir şekilde anlatmaktadır.
İstanbul Kadılığı 1715’te (11 Şevval 1128) olan kan içme olayında, Ahmet isminde bir Türk çocuğunu kaçırıp kanını içen Menahim, Sabetay ve Avram isimli üç Yahudiyi idam cezasına çarptırmıştır. Fanatik Yahudiler kan içme adetlerini bugün hala uyguluyorlar. Filistin’li pek çok küçük çocuk bu korkunç ibadetin (!) kurbanı olmuştur.
Yıl 2006’nın Mayıs Ayı. Ankara’nın fakir semtlerinden Sincan’da, organları alındıktan sonra çöpe veya duvar diplerine bırakılmış 7-8 yaşlarındaki çocuk cesetlerinin sayısı 13’e ulaşmış. Türkiye’deki organ mafyasının ardında Yahudiler’in olduğuna ve bu organların İsrail’li hastalara nakledildiğine dikkat eder misiniz?!!!
Sadist hahamların uydurduğu bu akıl almaz vahşet, tarih boyunca sayısız masum insanın acımasızca öldürülmesine yol açmıştır.
Yahudiler Tevrat’ta emredilen bütün vahşet türlerini İsrail devleti kurulduktan sonra çok rahat uygulama fırsatı buldular. İşgal ettiği topraklardaki savunmasız halk İsrail’in sapık ibadetlerinin kurbanı oldu. Haber alınamayan binlerce kayıp Filistin’li çocuktan birkaçının cesetleri kanları çekilmiş olarak bulunmuştur. Bugün İsrail hapishanelerine konulan, yüzlercesi kadın ve çocuk olmak üzere on bini aşkın Filistin’linin akibeti bilinmemektedir.
Azınlıkta oldukları ülkelerde bile bu korkunç ibadetlerini terketmeyen yahudi fanatiklerinin, tamamen hakim oldukları Filistin’de aynı kan ayinlerini uyguladıklarını tahmin etmek güç değil.....
Sunay Korkmaz

https://foucaultsarkaci.wo...
Bozkurt mahir
11 gün önce
ÜLKÜCÜLERİ KİM BÖLER- YENİ MİLLİ KİMLİK- LİDER VE ÜLKÜCÜLER

Soru: Ülkücüleri kim böler?
Cevap: Ahmet bölemez. Mehmet bölemez. Ben bölemem. Sen bölemezsin. Esat bölemez.
Peki! Kim böler? Partiyi ve bizi yönetenler böler.

Bireyler ne kadar bölmek istese istesin bölemez. Bunu hala anlamadınız mı?
Bizi birbirimize düşürüyorlar. Kendi suçlarını, kendi ihanetlerini bizim üstümüze yıkıyorlar.

Bazı arkadaşlar ballandıra ballandıra ‘’ Ne yani AKP’ye oy vermeyip CHP li mi? olsaydık deyip solcularla kavgamızı anlatıyorlar. Ama asıl kırılma noktalarını atlıyorlar.
Solcularla kim hükümet kurdu arkadaşlar biz mi? HAYIR!

Peki! Kim? O öve öve bitiremediğiniz lider ve partiniz değil mi? Eee
Doğru değil mi bu? Doğruysa ne zırvalayıp duruyorsunuz.
Bu doğruysa bugün niye konuşuyorsunuz?
Bugün konuşacağınıza o gün konuşsaydınız ya. Yanlışı lider yapınca yanlış, yanlış olmuyor mu beyler?

Şimdi dün yaptıklarının bugün tam tersini yapıyorlar.
Peki! Yapan kim? Yine aynıları. Yine LİDER VE PARTİYİ YÖNETENLER.
Dikkatinizi çekiyorum. Yine biz değiliz arkadaşlar.
Yine sarı çizmeli Mehmet ağa olan gariban ülkücüler değil.
Yine Kurşungeçirmez, pardon KUSUR GEÇİRMEZ YELEKLİ PARTİLİ RUHBANLAR LİDER VE PP TAKIMI.

Dün solla Rahşan’ın ‘’KATİLLER’’ hakaretine rağmen ülkücüleri bölenler, bugünde ‘’SOLLA İLETİŞİM HAİNLİKTİR’’ diyerek bölüyorlar. BÖLENLERDE AYNI BÖLÜNENLERDE
Tıpkı burada sosyal medyada olduğu gibi.

Kırk yıllık ülkücü arkadaşlar, kırk yıllık ülkücü arkadaşlara solcuları PKK ve CHP ‘yi niye anlatıyorlar? Yahu onların, arkadaşlarınızın zaten solla mücadeleden geldiklerini bilmiyor musunuz?
Anlatacaksanız LİDERİNİZE, PARTİNİZE anlatsanıza.

Birlik olursak iktidar olurmuşuz. Biz zaten biriz arkadaşlar.
Ne zaman anlayacaksınız ayrı olan biz değiliz ki bizi yönetenler. Lideriniz ve partiniz.

Bize kalsa biz bugün can ciğer kuzu sarması olur. Yarın da iktidar oluruz. Buna inanın.
Ülkücülerin sinir uçlarını felç edip iktidar olmasını istemeyenler BİZİ YÖNETENLER. BİZ DEĞİLİZKİ!

Biz her zaman EŞEK GİBİ ÇALIŞTIK.
HER MHP mitinginde SEN DE, BEN DE, BİZ DE, SİZ DE orada değil miydik?
KİM KİME BU KADAR DESTEK VERDİ? KİM KİMİN PEŞİNDEN BUKADAR KOŞTU?
İçimizdeki tilkileri geçin sırtımızdaki KENELER BİLE KRAL OLDU BE!

Dün iyi olan, dün ülkücü olan bir insan bir anda nasıl HAİN OLDU?
Dün hiçbir ..ok olmayan siz nasıl bir anda kral oldunuz?

Atilalar, Suatlar, Alişanlar, Mustafalar, Mehmetler, Hasanlar, Kemaller…Bir anda nasıl hain oldu da, onların yerine Olcaylar, Ahmetler kahraman oldu? Böyle bir ülkücülük var mı?

Bunların hepsi bizim arkadaşlarımız arkadaşlar. Ahmetler, Mehmetler, Suatlar
En az sizin kadar, en az lideriniz kadar ülkücü beyler.
Hain main değiller. Bunlar bu harekete ömürlerini, gençliklerini hatta her şeylerini veren insanlar.
HAİN OLAN SİSTEM. HAİN OLAN HAİN DİYENLER.

Atila, Alişan, ben, sen, o hepimiz hain oluyoruz da onlar niye hain olmuyorlar?
Mesela o, niye hiç hain olmuyor? Anası onu Cuma günü mü doğurdu? Bunu hiç düşündünüz mü?
Veya DYP’Lİ CeMal, viskici Cemih, referanscı Yaşar niye hiç hain olmuyor? Bizim 60 yıllık ömrümüze hainlik dâhil her türlü iftira sığıyor da onların ömürlerine niye hiçbir şey sığmıyor?

Gerçi öz be öz kardeşlerimiz sattıktan sonra bunlara ne diyelim ki
Hayatta en nefret ettiğim insanlar eline fırsat geçince ülkücülüğün ırzına geçenler.
Plaketli kurtta, plaketsiz çakal mı lan Allahsızlar! Ülkücülüğümüzü siz mi verdiniz ki siz alıyorsunuz?
Sizi bizden daha ülkücü yapan ne özelliğiniz var? Volvo’ya binip vızzzt diye sattınız da ne geçti elinize?
Türkeş’in sağlığında bir kere gelmediğiniz MHP de Türkeş’ten sonra keramet mi keşfettiniz.

Yarın sizde hain olacaksın. SİNAN oldu zaten.
Olmakla da kalmadı öldürdüler biliyorsunuz.

Biz ömrümüzde böyle bir ülkücülük görmedik.
Bize göre bütün ülkücüler saygın. Bu işin ne dört dörtlüğü ne de dört ikiliği var.

Herkes kendince bir yük taşıdı. Herkes kendince bir fedakârlık yaptı.
Herkes kendince bir kavga verdi. Herkes kendince bir bedel ödedi.
MHP ‘LİSİ, MHP’SİZİ, partilisi partisizi, demokratı, sivili, muhafazakârı hepsi ülkücüdür.
Kardeştir, ülküdaştır, candır. En kötümüz, en garibanımız bile elli tane Ahmet, yüz tane Olcay eder.

‘’Yeni bir milli kimlik ‘’ arandığı, ülkücü şehitlerin DEM’ le aynı gün anıldığı, ülkücü ile ülkücülükten geçinenlerin kabak gibi ayrışacağı günlerden geçiyoruz. Ayrım arıyorsanız ayrımın kralına geldik. Ülkücülerinde milletinde kimliği bellidir TÜRKTÜR. Belli olmayanlar düşünsün ‘’Her şeyin bir vakti vardır ve o vakit artık gelmiştir’’ diyenlerin ilan edecekleri ‘’Yeni milli kimliklerini’’ merakla bekliyoruz.

Biz bunların derdinin ülkücülük olmadığını ta baştan biliyoruz. Umarım açıklamalarından sonra bilmeyenlerde öğrenir diyeceğimde. ‘’Partiyi ocağı kapattık. PKK’ ya, DEM’ e iltihak ettik ‘’dese de sizden umudum yok. Çünkü siz, ülkücülüğün bütün kriterlerini alt üst eden değişik bir ülkücüsünüz(!)

HASAN GÖMLEKSİZ 29 Mayıs 2025
Bozkurt mahir
11 gün önce
DESTANLAŞAN ÜLKÜCÜ HAREKETİN AKSAKALLILARINDAN BIR ÇINAR DAHA DEVRİLDİ 😢BEYAZ ATLARA BİNİP GİDİYORUZ
HER NEFİS ÖLÜMÜ TADACAKTIR RUHUN ŞAD MEKANIN CENNET OLSUN CAN GARDAŞIM...
ALLAH TAKSİRATINI AF EYLESİN...
GERİDE KALAN SEVDİKLERİNE AİLE EFRADINA SABIRLAR DİLİYORUM...😢🤲

MUSTAFA KARACA CAN GARDAŞIM BURSA-ÜLKÜ OCAKLARI DAVASI SANIKLARINDAN..İDAM CEZASI ALDI...BURSA-EĞİTİM ENSTİTÜSÜ’NDE ÖĞRENCİ İDİ..
HATÂY - REYHANLI'NIN YİĞİDİ.. HER ZORLUGA VEFASIZLIĞA HEP ONURLUCA DİRENDİ MENFAAT BİRLİKTELİĞİ ÇIKAR DÜŞÜNMEYEN ENDER ÜLKÜCÜ NESLİ TÜKENMEKTE OLAN ŞAHSİYETLİ ONURLU GURURLU MENFAAT BEKLEMEYEN DAVA ADAMIYDI BİRLİKTE SEKSEN İHTİLALİ ÖNCESİ 2 AY GİBİ ÖNCEDE BİRLİKTE FİRAR EDECEKKEN BAZI İÇİMİZDEKİ MÜPTEZELLER İN İSPİYONU SONUCU KAÇIŞIMIZ ENGELLENMİŞTİ...İHTİLALDEN SONRADA BEN SIKIYÖNETİM MAHKEMESINDE ALDIGIM CEZAM ASKERİ YARGITAYDAN BOZUNCA TEKRAR İSTANBULA GÖNDERİLDİM AYRILDIK ORDA BENDEN SONRASINDA DA
,BURSA-ÖZEL TİP CEZA EVİNE GÖNDERİLMİŞ,ORDA DA İDAMLIK 4 ÜLKÜDAŞIMIZ İLE FİRARA TEŞEBBÜS ETTİLER KAÇAMADILAR..
BINBIR ZORLUKLARDAN SONRA YILLAR YILLARI TAKİP ETTİ ÖZGÜRLÜĞÜMÜZE KAVUŞTUK AMA HAYAT YAŞAM ZORLUKLARIDA ÜSTÜNE EKLENİNCE HAYAT HEPİMİZİ YORDU MUSTAFAMI ÇOK DAHA YORDU KALBİNDEN RAHATSIZDI,KALBİNE PİL TAKILMIŞTI ENSONDA BÖBREK YETMEZLİĞİ ONU İYİCENE BİTİRDİ HASTAHANEYE YATIP ÇIKTIKTAN SONRA SESİNİ DUYMAK KONUŞMAK NASİP OLMUŞTU KARDEŞİMIZ ÖMER DEN SAĞLIĞI HAKKINDA SIK SIK BİLGİ ALIYORKEN ANİDEN MUSTAFAM'DA BİZLERİ BIRAKTI GİTTİ RUHUN ŞAD MEKANIN CENNET OLSUN İNŞALLAH 😢🤲😢🤘🇹🇷🤘
Bozkurt mahir
11 gün önce
Delikanlı Askeri Deniz Lisesini kazanır ve Heybeliada da okula başlar. Bu arada tanıştığı
o Çanakkaleli kıza aşık olmuştur. Okulla beraber aşkını büyüterek geliştirir. Arada mektuplaşmalar yazışmalar ve gün gelir okul biter. Deniz Harp Okulunu da bitiren delikanlı artık Teğmen olmuştur.

Yine her zaman buluştukları kır kahvesinde buluşmak için randevulaşırlar. Önce delikanlı gelir sonra da genç kız. Genç kız geldiğinde delikanlının yüzü düşmüş suratı asık onu beklemektedir. Genç kız bu suratı hiç beğenmemiştir. Ayrılık vakti geldi diye düşünerek hazırlamıştır kendini. Önceki buluşmalarda ki o heyecan o sevinç artık yoktur delikanlıda. Usulca yanına yaklaşır ve "Hoş geldin" der. Kuru bir "sen de hoş geldin" diye aldığı cevap iyice hüzne boğmuştur genç kızı. Artık bu aşkın sonuna geldiğini düşünerek sorar;

- Senin bir sıkıntın mı var?

- Evet!

- Hadi söyle o zaman, her şeye hazırlıklıyım.

- Yaa beni bir denizaltıya verdiler. dedi kızgınca.

Genç kız artık rahatlamıştır. Sorunun kendisi değil denizaltı olduğunu duyunca içinden bir ohh çeker.

- Ne var bunda? diye sorar genç kız.

- Yaa öyle deme, biz denizciler gemideyken sevdiklerimizle haberleşemiyoruz denizaltıdan nasıl haberleşeceğiz? Delikanlı üzgün bir sesle sorar genç kıza;

- İstersen ayrılalım!

- Hayır asla. Ben seni bırakmam . diye cevaplar genç kız.

Delikanlı beklediği bu cevabı alır almaz heyecanlanır ve elinde tuttuğu paketi kıza uzatır.

- Sana armağan getirdim al.

Kızın kalbi hızla atmaya başlar. Neredeyse duracak gibi olur ve içinde yüzük olduğunu tahmin ettiği paketi heyecanla açar ama şaşkınlıktan duraklar. Paketin içinde bir fener ve mors kitabı bulunmaktadır. Kız şaşkınlıkla yine sorar.

- Bunlar da ne?

- Yaa biz Çanakkale boğazından denizaltı ile çok geçeceğiz ve geçişlerimiz hep satıhtan olur. Sen de fenerle mors alfabesini kullanarak sana haber verdiğim zamanlarda yazışırız. Olmaz mı?

- Bunlarla mı yazışacağız? diye sorar genç kız yeniden.

- İstemiyorsan ayrılalım. der delikanlı.

- Yok hayır. der gençkız. Ayrılık yok yaşasın mors. diye yineler delikanlıya.

Genç kız mors alfabesi üzerinde çalışmaya başlar. Tüm detayıyla öğrenir ve kullanabilir hale gelir artık. Bir kaç gün sonra haber gelir delikanlıdan. Gelen mesaja göre 5 gün sonra gece saat 01:00 de geçeceğini ve kendisine mesaj yazmasını kendisinin de ona mesaj yazacağını iletir. Gençkız söylenen zaman ve saatte pencerede hazır bekler. Gelibolu da denizaltı denizden süzülerek geçerken çevrenin zifiri karanlığında uzaklardan bir yerden yanan ışık pırıltılarını fark eder güvertedeki komutan ve diğer subaylar. İçlerinden birisi,

- Bakın bakın ilerden bir yerden ışık yanıp sönüyor. diye dikkat çeker.

- Çabuk okuyun bakalım ne diyorlarmış. diye emir verir komutan. Subaylardan biri heceleyerek okur;

- Se ni se vi yo rum.

- Bu ne lan. der komutan.

Hemen yanında duran delikanlı Teğmen,

- Efendim, o benim sevgilim. der en lirin haliyle.

- Ne iş oğlum bu?

- Efendim mors alfabesi hediye etmiştim ve ben geçince bana yazarsın demiştim işte o. diye cevaplar delikanlı Teğmen.

- Vayy be aferin lan! desene biz bunca zaman boğazları hep boş geçmişiz.

- İzin verir misiniz komutanım ben de bir mesaj yazayım.

- Neyle?

- Cep fenerim var komutanım. der delikanlı teğmen.

- Lan ne feneri aç projektörü geç başına ver mesajını. der komutanı Teğmenine.

Projektörü açan teğmen yanıp söndürürken sanki Gelibolu'yu yakıp tutuşturuyordu aşkından. İlk kez böyle bir şeyle karşılaşan Gelibolu sanki uzaylılar istila etmiş gibi heyecan yapmışlardı teğmen ile gençkızın aşkından.

Gelen mesajları heceleyerek kağıda dökmeye çalışan gençkız denizaltı geçtikten sonra elindeki kağıdı okudu. "Sonsuza kadar" yazılıydı delikanlıdan gelen mesajda.

Bu olay tüm denizaltıcılar arasında duyulmuştu. Artık herkes delikanlı Teğmen ile gençkızın aşkını anlatıyordu.

Birkaç gün sonra bir haber daha gelir. " Bir hafta sonra gece saat 02:45 de pencerede ol ben geçiyorum bana mesaj yaz. Ama dikkat et konvoy halinde geliyoruz ve ilk denizaltıda ben varım sakın sırayı şaşırma. "

Gençkız yine söylenen saatte pencerede bekler. Gecenin karanlığında Ege denizinden Çanakkale boğazına giren denizaltılar süzülerek ilerliyorlardı. Genç kız fenerini yakıp söndürerek mesajını vermeye başladı. Denizaltıdaki mesajı gören denizciler;

- Bakın bakın ışık yanıp sönüyor okuyun; "se ni se vi yo rum"

- Vay be, duyduğumuz doğruymuş böyle bir aşk varmış. der denizaltının kaptanı Bahri Kunt.

- İyi de bu kızın sevgilisinin denizaltısı öndeydi niye bize mesaj yazdı ki? diye kendine sormadan sormadan edemez kaptan.

- Efendim herhalde uyuyakaldı ya da sırayı şaşırmıştır. diye cevaplar subaylardan biri.

- Yahu geçip gideceğiz şimdi kız haber almazsa yanlış anlayacak rahat uyuyamaz. Nasılsa gecenin karanlığı kimse anlamaz açın şu projektörü. emrini verir kaptan Bahri Kunt.

Ve mesajı gönderir "Sonsuza kadar"

Tarih 04/04/1953 o konvoyun 1. gemisi Dumlupınar Çanakkale Nara burnu açıklarında İsveç Bandıralı ve buzkıran donanımlı bir geminin çarpması sonucu Boğazın derin sularına gömülmüştü. 2. Gemi bunu hiç fark etmeden devam etmiş ve boğazdan ilk geçen gemi olmuştu. 81 Denizcimiz ile beraber o delikanlı Sonsuza kadar sürecek olan son uykularına dalıyorlardı.
_
Sunay Akın