Logo
Bozkurt mahir
(BİR YETİŞTİRME YURDU ÇOCUĞUNUN KALEMİNDEN)

TEK İNANDIĞIM ŞEY ASLA VE ASLA VAZ GEÇMEMEK...

1982 yılında Bursa’ya taşınmışız. Büyük bir arazinin ortasında dış sıvası yapılmamış, çatısı olmayan, her yağmurda tavandan su damlayan iki odalı bir evde kalıyorduk. Soba ile ısınan, şebeke suyu olmayan, gaz lambası ile aydınlanan sarı, sıcak ve mutlu yuvamız 1984 yılında babamın vefatı ile dağılmaya başladı. Babam eve geldiğinde beni hep kucağına alır severdi. O gün beni kucağına almadı, sobanın yanındaki yatağa uzandı, evde bir telaş ve bir sıkıntı olduğunu annemin hareketlerinden anlıyordum. Babam kusuyor, annem panik halinde mutfaktan tencere, tava ne varsa alıp getiriyor bir taraftan da komşulara bağırıyordu. Sonra iki adam gelip babamı götürdüler. Daha sonra babamı hiç görmedim.
Beni bir kez daha kucağına almasını çok isterdim. Babam beyin kanaması geçirmiş, çocuk aklımla anneme hep o iki adama soruyormuşum “babamı götürdüler getirmediler.” diye. Annem bana baktıkça hep ağlıyordu, neden olduğunu bir baba olduğum bu zamanda daha iyi anlıyorum. 1984 yılında annem 6 çocukla dul kaldı, Dayımın girişimleri ile beni ve iki abimi devlet korumasına verdi. Yuvaya bırakıldığımız ilk gün ciğerlerim parçalanacak şekilde ağladığımı hatırlıyorum. Annem gidiyordu ve ben ikinci dağılmanın temelini hissediyordum. Alışmak çok zordu her gece evimizin tavanı gibi gözümden damlalar akıyordu ve inanın battaniyenin altında tek ağlayan ben değildim. Her şeyimi değiştirdiler kılık kıyafetimi hatta lastik ayakkabılarımı bile. Annem almıştı onları. Annemin özenle giydirdiği eşyalarımı çöpe attılar, hayatımda görmediğim elbiseleri giydirdiler ve hiç bilmediğim yemekleri orada gördüm. Yuvanın tüm odaları sıcaktı ama bir annenin kucağı kadar değildi. Alışmak zaman aldı kabullenmiştim artık yuva hayatını, annem ziyaretime geliyordu yaz tatillerinde eve gidiyordum. Nihayet okula başlama yaşım gelmişti. Bu döneme kadar yurtta kalmanın toplum bakımından bir sıkıntı olduğunu bilmiyordum. Bizler okula resmi plakalı ve yanında “Resmi Hizmete Mahsustur” yazılı bir servis ile gidiyor ve okuldaki tüm çocukların bakışları ile otobüsten iniyorduk. Velilerin ve çocukların bizlere acıyarak bakmasına sinir oluyordum. Bazı günlerde sırf o bakışları görmemek için yürüyerek gidiyordum. Okul hayatım tam bir kaos ortamıydı benim için. Özellikle ortaokul dönemim.
Yuva hayatı bitmiş yurt hayatına atıldığım bu dönemde okul üniformaların bakım ve temizliği kendimize aitti ve o yaştaki bir çocuk için bunları yapabilmesi veya görmediğinden yapamaması okula kirli,yırtık ve ütüsüz bir şekilde gitmesine neden oluyordu. Dönem başında verilen elbiseler zamanın içinde sana ait olmuyor tüm çocukların oluyordu. Bursa’nın Kükürtlü semtinde elit bir okula gidiyordum. Grup hocandan dayak yememek için, analar odasından aldığım gelişigüzel okul üniformaları giyiyordum. Aldığım bu elbiseler beden ölçülerime ya büyük ya da küçük geliyordu; ceket küçük, içimdeki gömlek büyük, kravat yemek menüsü gibi ¬her yerinde yemek lekesi¬ var, pantolonun kemeri yok iple bağlanmış, ayakkabılarım top oynamaktan altları delik, saç asker tıraşı gibi okula gidiyordum, bu halimde sınıfta kimse beni yanına oturtturmuyordu, bana bir tabure verildi sınıf girişinde sol tarafa sınıfa dönük olarak oturuyordum. Türkçe dersi, öğretmen Cevahir ATASÜLLAH sınıfa girdi tüm sınıf ayağa kalktı öğretmen sınıfı süzüyordu. Bir ara gözü bana ilişti, uzun bir süre süzdükten sonra tüm sınıfı oturttu ve kürsüsünden indi. Topuklu ayakkabı sesi ile kalp ritmim aynı şekilde çarpıyordu. Yanıma kadar geldi, elini başıma koyup “Nedir bu halin senin oğlum, senin annen–baban yok mu?” dedi. Ciğerlerim parçalanacak şekilde ikinci kez ağladım, tüm sınıfın ‘o yurtlu’ demesi de, yurdun bir barınma yerinin olmadığını ve toplumun içinde ön yargıların olduğu bir kurum olarak algılamama sebep oldu. Artık kimliğimi saklamaya ve temiz ve ütülü üniforma ile okula gitmeye çalışıyordum. Kirli, ütüsüz eşyalarım varsa o gün okula gitmiyordum aynı duyguları yaşamamak için. Zaman geçiyordu. Yurt hayatına o kadar alışmıştım ki yaz tatillerinde eve gitmiyor, kardeşlerimle zaman geçirmeyi tercih ediyordum. Kardeşlerimle o kadar güzel anılar yaşadım ki, insanın hayatında kurtarılmış anlar vardır ya işte o anlardı. Hastalandığımda yanı başımdan ayrılmayan, kavgada beraber dayak yiyen, yemeğini paylaşmak için yemekhanede yanına oturan, kız arkadaşımla çıktığında cebindeki parayı veren, giydiği elbiseyi sana daha iyi yakışır diyen, oyundan anlamasan da öğrenirsin hadi diyen, dertlerini ve mutluluğunu senle paylaşan ve ayrılık gününde sımsıkı sarılıp ağlayan çoğu insana nasip olmayan bir kardeşlik vardı yurtta, “Bizde dostluk ve kardeşlik tahammül edilemeyecek kadar hat safhadadır.” Kurumdan ayrılma yaşım gelmişti. Babamın vefatından 15 yılı, benim koruma altında 14 yılım geçmişti. Hayatınızda noktaları ileriye doğru bileştiremezsiniz geriden ileriye doğru bileştirirsiniz, geçen 14 yıla baktığımda yurt hayatımda doğum günümün kutlandığını hiç hatırlamıyorum, hatta doğum günümün tarihini yurttan ayrılma günü geldiğinde öğrenmiştim. Koğuş sistemi, televizyon odası, grup halinde banyo, aynı tip tıraşlar, aynı tip elbiseler, farklı farklı karakterli anneler, kendinize ait olmayan oyuncaklar… Bir dönem gelip geçti ve bende büyük travmalar bıraktı.
Yurttan ayrıldıktan sonra ailemin yanına gittiğimde ağabeylerim arasında kırgınlıklar vardı birbiriyle görüşmüyorlar, evli olanlar ise annemle küs durumdaydılar. Özlem duyduğum bir aile ortamı yoktu, bunun yurtta kalmakla bir ilgisi de yoktu aslında, tek sorunun dev bir çınarın yıkılması ile ilgiliymiş. Hala ağabeylerim birbirleriyle konuşmuyorlar. Bayramlarda aile ziyaretlerinde bulunmuyorlar. 1984 yılında ölen bir babadan daha öteymiş meğer. Aile bireylerin birbirlerinden uzaklaşması ve zamanla yabancılaşması aile bütünlüğünü etkilemeye ve akraba ilişkilerinin zedelenmesine neden oluyordu bu da çöküş dönemi anlamına geliyordu. Şu anda evli, iki kız babasıyım. Kendi ayaklarımın üstünde kimseye muhtaç olmadan yaşamaya çalışıyorum. Bunları icra ederken de devlet korumasında kalan kardeşlerimize desteklerimizi sürdürüyorum ve antrenör olarak çocukların sporla hayata uyumlarını sağlamaya çalışıyorum. Yurdun bir kulübünü çalıştırıyorum gönüllü olarak. Biliyorum hepimizin bahaneleri var başarılı olamadığımız için, tek inandığım şey asla ama asla vazgeçmemek!
6 gün önce

Henüz Yanıt Yok

Görünüşe göre bu yayının henüz herhangi bir yorumu yok. Bu yayına Bozkurt mahir tarafından yanıt vermek için, alttaki üzerine tıklayın