1 gün önce
#ÂLLÂH râhmet eylesín mekânı Cennet olsun ínşÂLLÂH
#Merhum Cumhurbaşkanımız
#TurgutŐzal
17 Nísan 1993 de ebedí yurduna gőç ettí
#Değerlí Cumhurbaşkanımız
#Malatyanın gururu ídí
#Tűrkíyenín gururu ídí
#Vefatına çok űzűldűm değerlí bírí ídí
#Tűrkíyeye faydası olan bírí ídí
#Mekânı Cennet olsun nur íçínde yatsın ínş'ÂLLÂH
#Sení asla unutmadık unutmayacağız da...
#Merhum Cumhurbaşkanımız
#TurgutŐzal
17 Nísan 1993 de ebedí yurduna gőç ettí
#Değerlí Cumhurbaşkanımız
#Malatyanın gururu ídí
#Tűrkíyenín gururu ídí
#Vefatına çok űzűldűm değerlí bírí ídí
#Tűrkíyeye faydası olan bírí ídí
#Mekânı Cennet olsun nur íçínde yatsın ínş'ÂLLÂH
#Sení asla unutmadık unutmayacağız da...
5 gün önce
-----TUTKU-----
Tanrı dağı denince aklımıza ilk gelen şey Doğu Türkistan olsa gerek, kan gözyaşı ve zulmün ana vatanı Doğu Türkistan. Elbette Türkistan denince de aklımıza TURAN geliyor.
Oysa Türk yurdu sadece Türkistan'dan oluşmaz.
Büyük okyanustan Avrupa içlerine, kuzeyde Sibirya, güneyde Hindistan'ında içinde bulunduğu büyük bir coğrafyadır Türk yurdu. Ve elbette bu yurdun simgesidir Tanrı Dağı.
Şiirlerimize, türkülerimize, marşlarımıza taşıdığımız ve hiç görmediğimiz halde içimizi burkan bir güzelliktir Tanrı Dağı.
Tanrı Dağı Kızıl Elma'ya yapılan kutlu yolculuğun başlangıç noktasıdır.
Tanrı Dağı zaman zaman bozulan Türk birliğinin yeniden toparlanmak için seçtiği bir baba otağıdır.
Karlı zirvelerine bakıp özgürlüğü yüreğimizde hissettiğimiz, yamaçlarında hayvanlarımızı otlattığımız, etrafı çöllerle kaplı Türk yurdunun yaşam kaynağıdır bir bakıma.
Bağrından çıkan buz gibi sularıyla hayat verir ovalara, vadilere, tabiat ve insanlığa.
Tanrı Dağı Tarihte adı geçen, geçmeyen unutulmuş büyük kahramanlara ait destanların yazıldığı yerlerdir.
Böylesine büyük kahramanlıkların yaşandığı bu coğrafyaya şimdi hüzünlü bir bakış sergilememizde sanırım bizlerin de hataları olsa gerek.
Tanrı dağının en tepesine ulu hakanının ismini verenler, bugün bu topraklar da Turan'a ulaşamadığı için boynu bükük bir ifade ile mazide yaşadığı o haşmetli günlerini arıyor. Kağan Tanrı tepesi (Khan tengri) kutsal Tanrı dağının zirvesinden, Türk'ün silik mazisine hüzünle bakıyor.
Tanrı dağları'nın tepelerinde kar, eteklerinde her rengin kuşağını içinde barındıran yeşillik vardır. Ormanlarla kaplı Tanrı dağı'nın çoğunluğunu çam, ardıç, şimşir gibi ağaçların kaplar.
İşte bu ağaç ve bitki kokularının büyüsü Tanrı dağına ayrı bir güzellik ve haşmet verir.
Kendisi birer efsane olan Türkler Tanrı dağını kutsal bilmiş, ne Tanrı dağının altında nede üstünde "altın" olmadığı halde bazen "altın dağları" demiş, içinden çıkan nice kahramanlarına yuva olan bu tepelere ağıtlar yakmıştır.
Dağları yaşamlarıyla ilişkilendiren Türkler dağların ulaşılamaz devasa haşmetinden etkilenmiş ve nice efsanelerine taşımışlardır. Türklerin ilk medeniyetini Tanrı dağları etrafında kurduklarını söyleyen birçok kaynak vardır.
Eski Türk kültüründe büyük bir dağa sahip olmayan medeniyetlerin yok olacağı inancı hâkimdi.
Asya'nın geniş alanlarına dağılmış Türk budunları efsaneleştirdiği Tanrı dağına daima kutsal gözle bakmış, tarihten gelen gücünü ve kudretini neredeyse Tanrı dağından almıştır.
Bu gün Oğuz soyunun sahibi olan Anadolu Türklerinin Tanrı dağına ilgisini anlayabilmek için, önce Türk gibi düşünmek zarureti vardır.
Kaldı ki daha dün gerçekleşmiş gibi anlatacağınız ve adına "geçmiş" yakıştırması yapacağınız Türk tarihi 10 bin yıllık bir gelenekten gelirse, bu köklü kültürün dünya medeniyetindeki önemini anlamış ve sahiplenmiş oluruz.
Dünyanın neresinde olursa olsun "Yesi" de "Çimkent" de Uluğ Türkistan da bir gün yaşamak, bir Türk için ne güzel kavuşmadır.
Ve hasretin dinmesi anlamını taşır. Aslında nerede olursak olalım hepimizin sılası öz vatanı değimlidir Tanrı Dağı.
Bugün biz Türklerin içinde bulunduğu en büyük sıkıntı, hiç şüphesiz tarihine küsmüş, geçmişine düşman bir vurdumduymazlıkla mazisine kayıtsız kalmasıdır.
Biz yüreklerinde bu büyük Mefküreyi yaşatanlar ve ecdadına sahip çıkarak yüceltenler olarak Tanrı Dağlarının o sisli tepelerine hala özlem ile bakıyoruz.
Khan Tengri nin heyecanını, yaşanan kahramanlık hikâyelerini içimizde sımsıcak tutuyoruz.
Dağlar acılı insanların meramını sinesinde saklar. Sisli puslu dağlar bilinmez manevi bir güç verir adeta, dağları ardına alanlara.
Tanrı dağları ne kadar uzak olsa da, Türk'ün içinde beslediği o büyük mefkûre onları canlı ve diri tutmaya yetecektir.
Tanrı dağları bir dilektir. Türkün şerefli mazisinin devasa ispatıdır.
Doğu Türkistan'ın gelecekte bağımsızlığına da şahit olacak, geçmişten bugüne uzayan Türk'ün hürriyet ateşinin yakılacağı mekânın adıdır.
Şimdi titreyip kendimize gelme zamanı, daha ne kadar zaman Tanrı Dağının boynunu bükük bırakacağız.
Şimdi ayağa kalkma zamanı.
Yıllarca bu coğrafyaya hükmetmiş kahramanlıkları tüm dünyaca bilinen atalarımız; Hanlar hanı Oğuz Han, Yoktan bir millet, bir devlet kuran Tiğin Mete, Savaşların ustası Cengiz Han, Dönemin en bilgilisi, Bilge Kağan, Avrupa'yı titreten Atilla.
Tam bitti derken yeniden dünyanın sahnesine çıkaran Mustafa Kemal ve diğer sayamadığımız sayısız Türk büyüğünün uğraşlarını, çabaların boşa mı çıkaracağız.
Herbirimiz bir Türk Milliyetçisi ve Turan sevdalısı olarak şaha kalkmanın zamanı geldi. Bozkırlarda başıboş gezen bozkurtların bir araya gelme ve Tanrı Dağına yürüme vaktidir vakit.
Herkesin uyuduğu yerde uyanık kalmak, herkesin uyanık olduğu yerde gözümüzü dört açmak gerek...
Tanrı dağı denince aklımıza ilk gelen şey Doğu Türkistan olsa gerek, kan gözyaşı ve zulmün ana vatanı Doğu Türkistan. Elbette Türkistan denince de aklımıza TURAN geliyor.
Oysa Türk yurdu sadece Türkistan'dan oluşmaz.
Büyük okyanustan Avrupa içlerine, kuzeyde Sibirya, güneyde Hindistan'ında içinde bulunduğu büyük bir coğrafyadır Türk yurdu. Ve elbette bu yurdun simgesidir Tanrı Dağı.
Şiirlerimize, türkülerimize, marşlarımıza taşıdığımız ve hiç görmediğimiz halde içimizi burkan bir güzelliktir Tanrı Dağı.
Tanrı Dağı Kızıl Elma'ya yapılan kutlu yolculuğun başlangıç noktasıdır.
Tanrı Dağı zaman zaman bozulan Türk birliğinin yeniden toparlanmak için seçtiği bir baba otağıdır.
Karlı zirvelerine bakıp özgürlüğü yüreğimizde hissettiğimiz, yamaçlarında hayvanlarımızı otlattığımız, etrafı çöllerle kaplı Türk yurdunun yaşam kaynağıdır bir bakıma.
Bağrından çıkan buz gibi sularıyla hayat verir ovalara, vadilere, tabiat ve insanlığa.
Tanrı Dağı Tarihte adı geçen, geçmeyen unutulmuş büyük kahramanlara ait destanların yazıldığı yerlerdir.
Böylesine büyük kahramanlıkların yaşandığı bu coğrafyaya şimdi hüzünlü bir bakış sergilememizde sanırım bizlerin de hataları olsa gerek.
Tanrı dağının en tepesine ulu hakanının ismini verenler, bugün bu topraklar da Turan'a ulaşamadığı için boynu bükük bir ifade ile mazide yaşadığı o haşmetli günlerini arıyor. Kağan Tanrı tepesi (Khan tengri) kutsal Tanrı dağının zirvesinden, Türk'ün silik mazisine hüzünle bakıyor.
Tanrı dağları'nın tepelerinde kar, eteklerinde her rengin kuşağını içinde barındıran yeşillik vardır. Ormanlarla kaplı Tanrı dağı'nın çoğunluğunu çam, ardıç, şimşir gibi ağaçların kaplar.
İşte bu ağaç ve bitki kokularının büyüsü Tanrı dağına ayrı bir güzellik ve haşmet verir.
Kendisi birer efsane olan Türkler Tanrı dağını kutsal bilmiş, ne Tanrı dağının altında nede üstünde "altın" olmadığı halde bazen "altın dağları" demiş, içinden çıkan nice kahramanlarına yuva olan bu tepelere ağıtlar yakmıştır.
Dağları yaşamlarıyla ilişkilendiren Türkler dağların ulaşılamaz devasa haşmetinden etkilenmiş ve nice efsanelerine taşımışlardır. Türklerin ilk medeniyetini Tanrı dağları etrafında kurduklarını söyleyen birçok kaynak vardır.
Eski Türk kültüründe büyük bir dağa sahip olmayan medeniyetlerin yok olacağı inancı hâkimdi.
Asya'nın geniş alanlarına dağılmış Türk budunları efsaneleştirdiği Tanrı dağına daima kutsal gözle bakmış, tarihten gelen gücünü ve kudretini neredeyse Tanrı dağından almıştır.
Bu gün Oğuz soyunun sahibi olan Anadolu Türklerinin Tanrı dağına ilgisini anlayabilmek için, önce Türk gibi düşünmek zarureti vardır.
Kaldı ki daha dün gerçekleşmiş gibi anlatacağınız ve adına "geçmiş" yakıştırması yapacağınız Türk tarihi 10 bin yıllık bir gelenekten gelirse, bu köklü kültürün dünya medeniyetindeki önemini anlamış ve sahiplenmiş oluruz.
Dünyanın neresinde olursa olsun "Yesi" de "Çimkent" de Uluğ Türkistan da bir gün yaşamak, bir Türk için ne güzel kavuşmadır.
Ve hasretin dinmesi anlamını taşır. Aslında nerede olursak olalım hepimizin sılası öz vatanı değimlidir Tanrı Dağı.
Bugün biz Türklerin içinde bulunduğu en büyük sıkıntı, hiç şüphesiz tarihine küsmüş, geçmişine düşman bir vurdumduymazlıkla mazisine kayıtsız kalmasıdır.
Biz yüreklerinde bu büyük Mefküreyi yaşatanlar ve ecdadına sahip çıkarak yüceltenler olarak Tanrı Dağlarının o sisli tepelerine hala özlem ile bakıyoruz.
Khan Tengri nin heyecanını, yaşanan kahramanlık hikâyelerini içimizde sımsıcak tutuyoruz.
Dağlar acılı insanların meramını sinesinde saklar. Sisli puslu dağlar bilinmez manevi bir güç verir adeta, dağları ardına alanlara.
Tanrı dağları ne kadar uzak olsa da, Türk'ün içinde beslediği o büyük mefkûre onları canlı ve diri tutmaya yetecektir.
Tanrı dağları bir dilektir. Türkün şerefli mazisinin devasa ispatıdır.
Doğu Türkistan'ın gelecekte bağımsızlığına da şahit olacak, geçmişten bugüne uzayan Türk'ün hürriyet ateşinin yakılacağı mekânın adıdır.
Şimdi titreyip kendimize gelme zamanı, daha ne kadar zaman Tanrı Dağının boynunu bükük bırakacağız.
Şimdi ayağa kalkma zamanı.
Yıllarca bu coğrafyaya hükmetmiş kahramanlıkları tüm dünyaca bilinen atalarımız; Hanlar hanı Oğuz Han, Yoktan bir millet, bir devlet kuran Tiğin Mete, Savaşların ustası Cengiz Han, Dönemin en bilgilisi, Bilge Kağan, Avrupa'yı titreten Atilla.
Tam bitti derken yeniden dünyanın sahnesine çıkaran Mustafa Kemal ve diğer sayamadığımız sayısız Türk büyüğünün uğraşlarını, çabaların boşa mı çıkaracağız.
Herbirimiz bir Türk Milliyetçisi ve Turan sevdalısı olarak şaha kalkmanın zamanı geldi. Bozkırlarda başıboş gezen bozkurtların bir araya gelme ve Tanrı Dağına yürüme vaktidir vakit.
Herkesin uyuduğu yerde uyanık kalmak, herkesin uyanık olduğu yerde gözümüzü dört açmak gerek...
6 gün önce
TÜRK'ÜN DUASI 🇹🇷
Ey, gün doğusu gen yerden kopan TÜRK oğulları!
Arkamızda Dolunayımız önümüzde Güneşimiz hep parlasın! Türkün güneşi, dolunayı hiç batmasın! Bindiğimiz atların kanatları bödrümesin (kırılmasın). Atalarımızın mekanı uçmak olsun. Önderimiz börü-asena-başbuğ olsun! Turnalar, yoldaşımız olsun. Tanrı bizi doğru yoldan, ülkü yolu töreden ayırmasın! Tanrı'nın bize verdiği herşey için binlerce kez esen olsun...
Ey, gün doğusu gen yerden kopan TÜRK oğulları!
Arkamızda Dolunayımız önümüzde Güneşimiz hep parlasın! Türkün güneşi, dolunayı hiç batmasın! Bindiğimiz atların kanatları bödrümesin (kırılmasın). Atalarımızın mekanı uçmak olsun. Önderimiz börü-asena-başbuğ olsun! Turnalar, yoldaşımız olsun. Tanrı bizi doğru yoldan, ülkü yolu töreden ayırmasın! Tanrı'nın bize verdiği herşey için binlerce kez esen olsun...
10 gün önce
Kirkor Divarcı ve Türkiye'nin Unutulan Füzesi: Marmara-1
Hazırlayan✍️ : Dünya Gözüme Kaçtı
Tarih 19 Eylül 1962. Yer İstanbul Ümraniye. Gökyüzüne doğru yükselen küçük bir füze, sessizce bir ilki gerçekleştiriyordu. Adı Marmara-1. Uzunluğu yalnızca 1 metre 33 cm, ağırlığı ise 1,5 kilo. Üzerinde gururla dalgalanan bir Türk bayrağı vardı.
Bu denemenin arkasında, adı bugün pek az hatırlanan ama zekâsı ve azmiyle gerçek bir öncüyü hak eden bir isim vardı: Kirkor Divarcı.
&
Kimdi Kirkor Divarcı?
Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı olan Divarcı, 1930'lu yıllarda doğdu. Genç yaşlardan itibaren elektroniğe, mekanik sistemlere ve havacılığa özel bir ilgisi vardı. Askerliğini yaptıktan sonra, küçük atölyesinde roket ve füze sistemleri üzerine çalışmalar yapmaya başladı. Yüksek lisansı ya da kurumsal bağlantıları yoktu ama sabaha kadar süren deneyleri, çizimleri ve testleriyle, Türkiye’de kimsenin cesaret etmediği bir şeyi başarmaya çalışıyordu.
&
Marmara-1: Umut Dolu Bir Fırlatma
Divarcı, yıllar süren amatör çabalarının ardından Marmara-1 füzesini tasarladı ve üretti. Füzesi başarıyla fırlatıldı, kısa mesafede de olsa yerden yükseldi, yörüngeye oturmasa da kontrollü iniş yaptı. Bu, Türkiye tarihinde bir ilkti. Üstelik devlet destekli bir proje değildi; tamamen kişisel çabayla gerçekleştirilmişti.
&
Gizemli Yangın ve Kayıp Projeler
Ne yazık ki bu başarıdan kısa bir süre sonra, Divarcı’nın evi ve atölyesi çıkan esrarengiz bir yangında kül oldu. Marmara-1’e ait tüm çizimler, belgeler, motor ve sistem planları yok oldu. Yangının nedeni hiçbir zaman açıklanmadı. Resmî kurumlar bu olayın üstüne gitmedi, medya sessiz kaldı. Bu trajik olaydan sonra Kirkor Divarcı sessizliğe gömüldü. Bir daha hiçbir platformda görünmedi, projeleri konuşulmadı.
&
Neden Unutuldu?
Divarcı'nın çalışmaları ne yazık ki o dönemde "ciddiye alınmadı", desteklenmedi. Oysa o, belki de Türkiye’nin ilk yerli füze mühendisiydi. Eğer destek görseydi, bugün savunma sanayimiz çok daha erken bir tarihte kendi temelini atmış olabilirdi. Marmara-1’in başarısı kayda geçmedi, belgelenmedi. Türkiye, kendi yetiştirdiği bu özel beyni kaybetti. Sadece bir fotoğraf kaldı geriye: Elinde kalemiyle füzesini anlatan bir adam ve arkasında yanmamış bir hayalin çizimi.
&
Kirkor Divarcı ve Marmara-1, Türkiye'nin bilimsel tarihinde tozlu raflara itilmiş ama yeri asla doldurulamamış bir öyküdür. Bugün hâlâ bu başarıya dair resmî bir açıklama yok. Ancak bu hikâyeyi bilmek, unutmamak ve hatırlatmak artık bizim sorumluluğumuz.
Hazırlayan✍️ : Dünya Gözüme Kaçtı
Hazırlayan✍️ : Dünya Gözüme Kaçtı
Tarih 19 Eylül 1962. Yer İstanbul Ümraniye. Gökyüzüne doğru yükselen küçük bir füze, sessizce bir ilki gerçekleştiriyordu. Adı Marmara-1. Uzunluğu yalnızca 1 metre 33 cm, ağırlığı ise 1,5 kilo. Üzerinde gururla dalgalanan bir Türk bayrağı vardı.
Bu denemenin arkasında, adı bugün pek az hatırlanan ama zekâsı ve azmiyle gerçek bir öncüyü hak eden bir isim vardı: Kirkor Divarcı.
&
Kimdi Kirkor Divarcı?
Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı olan Divarcı, 1930'lu yıllarda doğdu. Genç yaşlardan itibaren elektroniğe, mekanik sistemlere ve havacılığa özel bir ilgisi vardı. Askerliğini yaptıktan sonra, küçük atölyesinde roket ve füze sistemleri üzerine çalışmalar yapmaya başladı. Yüksek lisansı ya da kurumsal bağlantıları yoktu ama sabaha kadar süren deneyleri, çizimleri ve testleriyle, Türkiye’de kimsenin cesaret etmediği bir şeyi başarmaya çalışıyordu.
&
Marmara-1: Umut Dolu Bir Fırlatma
Divarcı, yıllar süren amatör çabalarının ardından Marmara-1 füzesini tasarladı ve üretti. Füzesi başarıyla fırlatıldı, kısa mesafede de olsa yerden yükseldi, yörüngeye oturmasa da kontrollü iniş yaptı. Bu, Türkiye tarihinde bir ilkti. Üstelik devlet destekli bir proje değildi; tamamen kişisel çabayla gerçekleştirilmişti.
&
Gizemli Yangın ve Kayıp Projeler
Ne yazık ki bu başarıdan kısa bir süre sonra, Divarcı’nın evi ve atölyesi çıkan esrarengiz bir yangında kül oldu. Marmara-1’e ait tüm çizimler, belgeler, motor ve sistem planları yok oldu. Yangının nedeni hiçbir zaman açıklanmadı. Resmî kurumlar bu olayın üstüne gitmedi, medya sessiz kaldı. Bu trajik olaydan sonra Kirkor Divarcı sessizliğe gömüldü. Bir daha hiçbir platformda görünmedi, projeleri konuşulmadı.
&
Neden Unutuldu?
Divarcı'nın çalışmaları ne yazık ki o dönemde "ciddiye alınmadı", desteklenmedi. Oysa o, belki de Türkiye’nin ilk yerli füze mühendisiydi. Eğer destek görseydi, bugün savunma sanayimiz çok daha erken bir tarihte kendi temelini atmış olabilirdi. Marmara-1’in başarısı kayda geçmedi, belgelenmedi. Türkiye, kendi yetiştirdiği bu özel beyni kaybetti. Sadece bir fotoğraf kaldı geriye: Elinde kalemiyle füzesini anlatan bir adam ve arkasında yanmamış bir hayalin çizimi.
&
Kirkor Divarcı ve Marmara-1, Türkiye'nin bilimsel tarihinde tozlu raflara itilmiş ama yeri asla doldurulamamış bir öyküdür. Bugün hâlâ bu başarıya dair resmî bir açıklama yok. Ancak bu hikâyeyi bilmek, unutmamak ve hatırlatmak artık bizim sorumluluğumuz.
Hazırlayan✍️ : Dünya Gözüme Kaçtı
12 gün önce
MEVALİ
2020 Yılı Mart Ayında Suudi Müftüsü: “Türk’ler Mevalidir, İslamı Temsil Edemezler” Diye Fetva Verdi...
Mevali Ne Demek?
İslamiyetten önce Araplar “Azad edilmiş kölelere” Mevali diyordu.
İslamiyetten sonra, Mevali kavramı, Arap olmayan Müslüman Milletler için kullanıldı. Kullanılıyor.
Arap geleneğine göre; Mevali'nin malı, parası, karısı, kızı Araba helal sayılıyor.
Mevaliden doğan çocuk veliaht olamıyor.
Arap tarihinde, Mevali denildiği zaman akla Türk’ler geliyor.
Türk’ler, islamiyet dünyaya indiği 612 yılından, üç asır sonra, 934 yılında Müslüman olmuşlardı.
Onlara göre Kuran “Mekke ve etrafında yaşayan insanları uyarmak için, arapça inmiş” bir kitaptı ve bu ayet ile sabitti. O dönemde, Mekke etrafında Araplar yaşadığına göre mekanın sahibi onlardı.
“Her millete bir peygamber gönderdik” şeklindeki Kuran hükmünü, Araplar, “Hz. Muhammed Araplar için gelmiş Peygamberdir” diye anladılar.
Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler.
Sonradan Müslüman olan başka milletleri MEVALİ diye tanımladılar.
Emevi döneminde başlayan, İslamdaki ayrıcalığa ilk karşı çıkan Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (699-767) olmuştur. Büyük İmam diye tanımlanan Ebu Hanife, mevali geleneğine karşı çıkması yüzünden, arapların hışmına uğramıştır.
Sonradan Müslüman olan Türklerin Hanefi Mezhebini seçmeleri tesadüf değildir.
Mevali kavramı, sadece Emevilere mahsus değildi. Abbasiler’de aynı geleneği devam ettiriler. Bağdattaki Abbasi Halifesi, kendini kurtaran Selçuklu Sultanı Tuğrul Beye kızını vermedi. Gerekçe, Tuğrul Bey'in Türk olması ve Mevali sayılmasıydı.
Tarihin hiç bir döneminde, Araplar, Türklerin İslami liderliğini ve egemenliğini tanımadılar. İlk fırsatta Türklere karşı isyan ettiler...
Hilafeti temsil eden Osmanlıya karşı, İngilizlerle beraber savaşan Arap isyancılar binlerce Mehmetçiğimizin vahşice kanını akıttılar...
Bu anlayışın gerisinde MEVALİ geleneği yatıyordu...
Nitekim;
- Osmanlıya isyan eden Arapların başındaki isyancı Şerif Hüseyin İstanbul doğumluydu. Ve Haşimi soyundan geldiği için Mekke Şerifi tayin edilmişti. Hain Şerif Hüseyine göre, Türkler Mevali idi. Mevaliden Halife olamazdı...
Mevali'nin iktidarına karşı gelmek, İslama karşı durmak anlamına gelmezdi...
Bu anlayış, Arapların Türklere karşı isyan etmelerine yeterli gelmiştir...
-
2020 yılı Mart ayında Suudi Müftüsü: “Türkler mevalidir, İslamı temsil edemezler” diye fetva verdi...
Türklere karşı Suudilerin, Yunan tarafını tutması ve PKK'ya para yardımı yapmasının gerisinde Mevali anlayışı yatıyor...
Tarihin hiç bir döneminde Araplar (yöneticiler), Türkleri kendileri ile eşit Müslüman saymadılar...
Zira, Arap kültürüne göre, Mevali'nin iktidarı meşru sayılmıyor. Türkler ise ısrarla tüm bunlara rağmen Araplara layık olmadıkları sevgiyi göstermişler, siyasi ümmetcilik yaparak, arapları bile kendilerine güldürmüşlerdir...
Bu tarihi gerçeği her Türk insanı bilmeli, ona göre hareket etmelidir...
-Ramazan Kurtoğlu-
2020 Yılı Mart Ayında Suudi Müftüsü: “Türk’ler Mevalidir, İslamı Temsil Edemezler” Diye Fetva Verdi...
Mevali Ne Demek?
İslamiyetten önce Araplar “Azad edilmiş kölelere” Mevali diyordu.
İslamiyetten sonra, Mevali kavramı, Arap olmayan Müslüman Milletler için kullanıldı. Kullanılıyor.
Arap geleneğine göre; Mevali'nin malı, parası, karısı, kızı Araba helal sayılıyor.
Mevaliden doğan çocuk veliaht olamıyor.
Arap tarihinde, Mevali denildiği zaman akla Türk’ler geliyor.
Türk’ler, islamiyet dünyaya indiği 612 yılından, üç asır sonra, 934 yılında Müslüman olmuşlardı.
Onlara göre Kuran “Mekke ve etrafında yaşayan insanları uyarmak için, arapça inmiş” bir kitaptı ve bu ayet ile sabitti. O dönemde, Mekke etrafında Araplar yaşadığına göre mekanın sahibi onlardı.
“Her millete bir peygamber gönderdik” şeklindeki Kuran hükmünü, Araplar, “Hz. Muhammed Araplar için gelmiş Peygamberdir” diye anladılar.
Arap olmayanların Müslümanlığını kabul etmediler.
Sonradan Müslüman olan başka milletleri MEVALİ diye tanımladılar.
Emevi döneminde başlayan, İslamdaki ayrıcalığa ilk karşı çıkan Hanefi Mezhebinin kurucusu Ebu Hanife (699-767) olmuştur. Büyük İmam diye tanımlanan Ebu Hanife, mevali geleneğine karşı çıkması yüzünden, arapların hışmına uğramıştır.
Sonradan Müslüman olan Türklerin Hanefi Mezhebini seçmeleri tesadüf değildir.
Mevali kavramı, sadece Emevilere mahsus değildi. Abbasiler’de aynı geleneği devam ettiriler. Bağdattaki Abbasi Halifesi, kendini kurtaran Selçuklu Sultanı Tuğrul Beye kızını vermedi. Gerekçe, Tuğrul Bey'in Türk olması ve Mevali sayılmasıydı.
Tarihin hiç bir döneminde, Araplar, Türklerin İslami liderliğini ve egemenliğini tanımadılar. İlk fırsatta Türklere karşı isyan ettiler...
Hilafeti temsil eden Osmanlıya karşı, İngilizlerle beraber savaşan Arap isyancılar binlerce Mehmetçiğimizin vahşice kanını akıttılar...
Bu anlayışın gerisinde MEVALİ geleneği yatıyordu...
Nitekim;
- Osmanlıya isyan eden Arapların başındaki isyancı Şerif Hüseyin İstanbul doğumluydu. Ve Haşimi soyundan geldiği için Mekke Şerifi tayin edilmişti. Hain Şerif Hüseyine göre, Türkler Mevali idi. Mevaliden Halife olamazdı...
Mevali'nin iktidarına karşı gelmek, İslama karşı durmak anlamına gelmezdi...
Bu anlayış, Arapların Türklere karşı isyan etmelerine yeterli gelmiştir...
-
2020 yılı Mart ayında Suudi Müftüsü: “Türkler mevalidir, İslamı temsil edemezler” diye fetva verdi...
Türklere karşı Suudilerin, Yunan tarafını tutması ve PKK'ya para yardımı yapmasının gerisinde Mevali anlayışı yatıyor...
Tarihin hiç bir döneminde Araplar (yöneticiler), Türkleri kendileri ile eşit Müslüman saymadılar...
Zira, Arap kültürüne göre, Mevali'nin iktidarı meşru sayılmıyor. Türkler ise ısrarla tüm bunlara rağmen Araplara layık olmadıkları sevgiyi göstermişler, siyasi ümmetcilik yaparak, arapları bile kendilerine güldürmüşlerdir...
Bu tarihi gerçeği her Türk insanı bilmeli, ona göre hareket etmelidir...
-Ramazan Kurtoğlu-