Logo
Ayhan Karabaşoğlu
1 gün önce
#ÂLLÂH râhmet eylesín mekânı Cennet olsun ínşÂLLÂH
#Merhum Cumhurbaşkanımız
#TurgutŐzal
17 Nísan 1993 de ebedí yurduna gőç ettí
#Değerlí Cumhurbaşkanımız
#Malatyanın gururu ídí
#Tűrkíyenín gururu ídí
#Vefatına çok űzűldűm değerlí bírí ídí
#Tűrkíyeye faydası olan bírí ídí
#Mekânı Cennet olsun nur íçínde yatsın ínş'ÂLLÂH
#Sení asla unutmadık unutmayacağız da...
Bozkurt mahir
12 gün önce
YAŞI 50/75 ARASI OLANLAR MUTLAKA OKUYUN

Bir solukta okuyacağınız çok güzel bir yazı.

Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…....

PEKİ KİM BUNLAR

1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı
70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..

Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…

Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…

Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş,
bir garip nesil…

Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…

Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…

Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…

Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar
bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…

Harp görmüş, darp görmüş…

Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş…

Karakolda sorgu da Filistin askısını, ceza evinde isyanla tanışmış.

En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…

En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…

Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş,

direnç abidesi bir nesil...

Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış.

68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları,
ipe sapa gelmeyen savaşçıları da bu neslin temsilcileri tarihe adlarını kanları ile yazmıştır…

Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız
bu vatanı sevmiş…

1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…

Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…

Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…

Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…

Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış.

Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…

Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğan dinazorlar…

İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının.…

Bunlara iyi bakın,Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…

Bunların üretimi sonlandı…

Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…

Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?

Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…

Dozer gibi dünya milletleri geçti…

Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…

Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…

Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…

Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…

Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…

Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…

Yani bu 1950 ve 1970 yılları arasında doğan dinazorlar tam bir müzelik antika nesildir…

Onun için 1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba,
amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!

Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…

Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…

Sonra arar da bulamazsınız…

Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır...

Alıntı
BOZKURTBEY
14 gün önce
‘’Adaletin teminatı, hukukun önündeki şahsi cesarettir.’’
Hukuk devletinin en önemli teminatlarından biri olan ve hukukun üstünlüğü için fedakârca mücadele eden tüm değerli avukatlarımızın, avukatlar günü kutlu olsun!..
BOZKURTBEY
19 gün önce (E)
Değerli sanatçımız, Kuzeyin Oğlu Volkan Konak’ı kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz. Kendisi; sesiyle, şarkılarıyla ve Karadeniz’e kattığı değerle hafızalarımızda daima yaşayacaktır.

Ailesine, sevenlerine ve tüm sanat camiasına başsağlığı diliyoruz.
tarikhaber
20 gün önce
Bozkurt mahir
27 gün önce
MUHSİN BAŞKAN VE ALEVİ BİR AMCA: İnsanlık Mezhep Sormaz/ Musa Avcı

KOÇUM NEREDE?
Yıldızeli’ne seçim çalışmaları için erkenden vardım. Gün henüz tam aydınlanmamış, meydanı saran serinlik taşlara sinmişti. İlçe meydanında arkadaşlarla konuşurken aramızdan sıyrılıp geçen yaşlı bir adam dikkatimi çekti. Yamalarla örülü eski bir ceket, ağır adımlar… Sırtında, tek başına bile kutsal bir yük gibi taşıdığı bir koç vardı. Ama gözleri, daha ağır bir şey taşıyordu.

Meydanın içinde dönüp duruyor, kısık ama titrek bir sesle soruyordu:

“Koçum nerede, koçum nerede?”

Yanımdaki Yıldızelili arkadaşlara döndüm:

“Kim bu amca?”

“Alevi köylerinden bir kardeşimiz.”dediler.

Adamın gözlerindeki hikâye içime işledi. Ömrü boyunca içinde sakladığı, belki de ilk kez dışarı taşan bir cümle gibi duruyordu bakışlarında… Yanına yaklaştım.

“Amca, hangi koçu arıyorsun? Sırtındaki mi?”

Adam başını yavaşça iki yana salladı. Gözleri uzaklara, yılların ötesine daldı. Sesi, içindeki binlerce kelimenin arasından seçilip gelmiş gibiydi:

“Hayır, hayır… Benim koçum Muhsin Başkan’dır.”

Omzundaki koçu yavaşça yere bıraktı. Bir süre sustu. Sonra derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı.

“BABA NE OLUR BENİ BIRAKMA…”

Kızım hastaydı… Sivas’taki doktorlar, "Ankara’ya götürmen lazım, burada elimizden bir şey gelmez." dediler.

Cebimde beş kuruş yoktu. Ama babaydım. Yolda kalamam, vazgeçemem. Kızımı aldım, Ankara yollarına düştüm. Günlerdir içimde büyüyen korkuyla hastanenin kapısından içeri girdim.

Beni kimse görmedi. Daha doğrusu görmek istemedi. Hastane koridorunda, kızım elimde, oradan oraya savruldum. Her kapı bir duvar, her duvar bir sessizlikti. Sonunda dizlerim çözüldü, bir köşeye oturduk. Çaresizlik, insanın en büyük acısıdır.

Bir şeyler yapmak zorundaydım. Meclis'e gitmek en doğrusu olurdu. Neden sonra kalktım. Kızım, solgun gözleriyle bana baktı. Hiçbir şey söylemedi ama gözleri, "Baba, ne olur bırakma beni…" diyordu sanki...

Elini tuttum. İçimdeki yangını ona hissettirmemek için derin bir nefes aldım.

"Beni burada bekle kızım. Bir çare bulacağım." dedim ve çıktım.

"BENİM YÜZÜME BİLE BAKMADILAR"

Meclis’e gittim. Oy verdiğim partinin milletvekillerine ulaşmak istedim. Tek tek kapılarını çaldım ama bırak derdimi dinlemeyi, yüzüme bile bakmadılar.

Kızım hastanede… Ben Meclis’te kapıların yüzüme kapanışını izliyorum… O an içimde bir şeyler koptu.

Dışarı çıktım. Meclis’in soğuk koridorlarında bir yere çöktüm. İnsan, en çok o zaman anlıyor kimsesizliğini.

Kendi dünyamda cedelleşirken bir görevli yaklaştı. Eğildi,

“Amca, iyi misin?”

İyi olmadığımı ikimiz de biliyorduk ama yine de sordu. Beni dinledi. Sonra hafifçe başını kaldırıp başka bir dünyanın kapısını aralar gibi sordu:

“Sen niye Muhsin Yazıcıoğlu’na gitmiyorsun?”

İçimde bir öfke kıpırdandı.

“İyi de ben ona oy vermedim ki!” dedim. “Hem bizim partinin tam zıddı biri.”

Görevli omzuma dokundu.

“O, kimseye oyunu sormaz. O, başka bir adamdır. Bir dene. Kaybedecek bir şeyin yok ya.”

"OTUR ANLAT HELE”

Kapıyı tedirginlikle çaldım. İçeri girdim.

“Muhsin Başkan, ben Sivaslıyım. Sana oy vermedim. Aleviyim. Ama bir derdim var.” dedim.

Başkan gözlerimin içine baktı. Sonra masasının önündeki koltuklardan birini işaret etti.

“Hemşehrim.” dedi. “Ben sana nerelisin, kime oy verdin, hangi mezheptensin diye sordum mu? Bir derdin var ki buradasın. Otur, anlat hele.”

Oturduğumda dizlerimin titrediğini hissettim. Ama içimde ilk kez bir şeyler yerine oturuyordu. İçimden ılık ılık bir şeyler aktı.

Bir çay söyledi. Önündeki bisküvileri önüme koydu.

Sonra dinledi. Tek kelime etmeden, başını bile çevirmeden dinledi ve not aldı küçük bir kâğıda.

Ve aniden ayağa kalktı, dışarı çıktı. Birkaç dakika geçmedi ki geri döndü.

“Hadi.” dedi. “Gidiyoruz.”

Önce lokantaya götürdü, karnımı doyurdu. Sonra arabasına bindirdi. Hastaneye vardık. O da ne! Az önce yüzüme bile bakmayan doktorlar şimdi kızımın başında telaşla koşuşturuyordu.

Muhsin Başkan, sert ama babacan bir sesle konuştu:

“Hocam, bu kız benim hastam.”

“Siz hiç merak etmeyin, Başkanım.” dedi içlerinden biri.

Gençler geldi sonra… Ellerinde torbalar: pijama, terlik, peçete…

Başkan bana baktı ve gülümsedi.

“Bu gençler hastanede kaldığınız sürece burada olacaklar. Kan olur, başka bir şeye ihtiyacınız olur, onlara söylersin. Hastaneden çıkınca da yine bana gel, tamam mı?”

Kucaklaştık. O gitti. Neden sonra elim cebime gidince anladım ki, sarılırken cebime hatırı sayılır bir para koymuş.

“BEN SEVGİMİ GİZLEYEMEM”

Aradan zaman geçti. Kızım iyileşti.

Gençler bizi Meclis’e götürdü. Başkan yine gülümsedi. Kırk yıllık dostmuşçasına hem benimle hem kızımla konuştu.

“Hadi.” dedi, “Bu sefer kızımızla da yemek yiyelim.”

Yedik, konuştuk. O, benim mezhebimi hiç dert etmedi. Kızımla şakalaştı, güldü.

Sonra kalktı, bizi AŞTİ’ye götürdü. Biletlerimizi bile önceden aldırmış meğer. Otobüse binmeden önce bana sarıldı.

“Unutma." dedi. “Bir derdin olursa yine gel.”

İşte şimdi buradayım. Bu koçu da koçum için getirdim. Ona sevgimi gizleyecek değilim ya! Ne yapsam, ne getirsem az gelir. Benim koçum oydu, anladınız mı? Ona bir koç değil, bin koç feda olsun!

"NE GÜZEL BİR MİRAS BIRAKTIN, BAŞKAN…"

O an bir koç getiren Alevi amcaya baktım, bir de gökyüzüne… İçimden geçen tek cümle şu oldu:

“Ne güzel bir miras bıraktın, Başkan…”

Ve tam o anda uzaktan bir araba göründü. Ayağa kalktık. Arabaya baktım. İçinde, Muhsin Başkan vardı…

(Not: Hatırasını bizlerle paylaşan değerli büyüğüm Aytekin Kulmaç a sonsuz teşekkürler.)

#sivas #yıldızeli #meclis #alevi
#muhsinbaşkan
BOZKURTBEY
1 ay önce
Türk Töresi Der ki..!
Kadın; Ana'dır, Annedir.
Abladır, Kız Kardeştir.
Hala, Teyze, Yengedir.
AnneAnne,BabaAnne,Ninedir.

Türk Töresi Der ki...!
Kadın; Dosttur, Arkadaşdır.
Sevgilidir, Yar'dır, Eş'dir.
Diş'i'dir Özeldir. Güzeldir.
Koca Dağın Süslü Kar'ı'dır.
Han'ın'da Hanıdır. Hanım'dır.
Kadın; En Değerli Varlıktır.

Türk Töresi Der ki...!
Kadın; Güneştir. Aydınlıktır.
Gelecektir, Usdur, Uygarlıktır.
Özgür Bir Birey, Bir Kişiliktir.
Erkekle Eşit Hakları Vardır.
Düzdüğü Evi Tanrı Yıkmaz.
Bozduğu Evi Tanrı Yapmaz.

Türk Töresi Der ki...!
Türk Kadını Kutsaldır...Ve..
Ulu'Gök'Tanrı'nın Parçasıdır.
Türk'ün Töresi, Yasası, Kuralı,
Geleneği, Göreneği, Gereği.
Bunu Böyle Buyurur...
Türk'ün Töresi Budur...
Bozkurt mahir
1 ay önce
TÜRKİYE CUMHURİYETİ,
TARİHİNİN ;

" EN KARANLIK"
" EN HAZİN"

DÖNEMİNİ YAŞIYOR!

Yıl 1925.

Büyük Atatürk, genç Cumhuriyetin yurttaşlarına ve dış ülkelere şu tarihi mesajı veriyordu:

“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz!...”

Yıl 2002.

Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olma yolunda, devrimlerden dönüş sürecinin sancılarını yaşıyor...

Geçtiğimiz yüzyılın başında, İngiliz işbirlikçisi Derviş Vahdeti,
Sait Molla,
Dürrizade Abdullah, İskilipli Atıf gibi mürtecilerin tasfiyesi üzerine Cumhuriyet kurulmuştu.

Bugün, küreselleştiği iddia olunan dünyada, gerçek anlamda küreselleşen Türkiye vatandaşı mürteciler,

İngiltere’nin yanısıra, A.B.D.,
Almanya,
Libya,
Suudi Arabistan gibi ülkelerden yönetilmeye, yönlendirilmeye devam ediyorlar.

Yalnız bir farkla ki, A.B.D.’den gelen kimi müritler,
Türkiye’de milletvekili seçilip “türban krizi” yarattıktan sonra tekrar anavatanlarına geri dönerken,
....kimi dervişler de, milletvekili olmadıkları halde, Türk Hükûmeti’ne dışarıdan bakan olarak girebiliyor, yabancı taleplerinin takipçiliğini yapabiliyor.

Ve bu araştırma konusu olan, yasadışı hocaefendi sanını (!) kullanmayı yeğleyen kimi şeyhler de, sanki gizli bir mübadele protokolü varmış gibi, kendi ülkesinden yeni vatan A.B.D.’ne rahatlıkla hicret edebiliyor...

Yeni binyılın şeyhlerinin, dervişlerinin, müritlerinin ve de meczuplarının amaçlarının da değiştiği gözlemleniyor.
.... Artık amaç, bir şeriat devleti kurmak değil.
....Şeriat, iktidarı, parayı, her türlü gücü ele geçirmenin sadece simgesel, klişeleşmiş adı.

Mürtecilik yani gericilik de artık salt dinsel anlamda kullanılmıyor.

.... Tam bağımsız bir devleti
....ve kazanımlarını ortadan kaldırarak, düyunu umumiye döneminde olduğu gibi, ülkeyi uluslararası finans merkezlerinin denetimine sokmak da,
....geriye gitmek anlamında mürtecilik olarak değerlendiriliyor.

Aynı şekilde, koşulsuz AB teslimiyetçiliğini savunarak,
....devlet egemenliğini kayıtsız şartsız ulusa değil, Brüksel’e bağlamaya çalışanlar da, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın uzantıları olarak bu anlamda mürteciliği temsil ediyor.

Anavatan kavramını Türkiye sınırlarından çıkarıp, AB sınırlarına mal edenlerin
milliyetçi- muhafazakârlığı ile,
IMF,
Dünya Bankası ve
AB çıkarlarının sözcülüğünü, savunuculuğunu ve de tetikçiliğini yapanların yeni solculuğu, tıpkı Fethullah Gülen’in ve müritlerinin din ve vatan anlayışı ile birebir örtüşüyor...

Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en karanlık, en hazin dönemini yaşıyor!!!!

Bir tarafta, Türkiye Cumhuriyeti’ni koşulsuz savunan,
....Atatürk ilke ve devrimlerinin sahibi ve takipçisi,
....aydınlanmacı,
....tam bağımsızlıkçı,
....sömürünün her türüne karşı,
....evrensel barıştan yana,
....yurtsever, ilerici, ulusalcı kesim var.

Ancak, ne bir siyasal partiye, ne basın ve yayın kuruluşlarına, ne de kendilerini destekleyecek ulusal sermaye gücüne sahipler.

Ülkenin elden gidişini sessiz çığlıklarla izliyorlar.

....İşlerini ve işyerlerini kaybedenler,
....üniversite kapılarında bekleyenler,
....sefalet sınırının altında yaşayanlar,
....ülke güvenliğini sağlamaya çalışırken baba ocağına tabut içinde dönenler,
....Mumcular,
....Üçoklar,
....Aksoylar,
....Kışlalılar

ve olup-biteni izleyen milyonlarca örgütsüz, dağınık Türk yurtseveri!..

Karşı tarafta ise,
...ülkeyi etnik ve mezhepsel esasa dayalı olarak bölmeye,
....yer altı-yerüstü ekonomik kaynaklarını pazarlamaya,
....din devleti kurmaya ve
....halkın dinsel inançlarını sömürmeye,
....hatta Cumhuriyet’in başına numara koymaya kararlı,
....zengin, güçlü, dış destekli,
....örgütlü vatan hainleri
....ve işbirlikçileri ile peşlerinden sürükledikleri
....ulusal bilinçten yoksun diğer bir kesim!..

İşte “Köstebek” adlı bu çalışma, içinde bulunduğumuz kapkara dönemde,

devletimizin altının nasıl oyulduğunun,
.....nasıl zaafa düşürüldüğünün binlerce örneğinden sadece birine ışık tutuyor:

Türk Devleti’nin istihbarat birimlerine sızmış, kadrolaşmış fethullahçıları!..

Şeyhleri A.B.D.’de yaşayan, ancak kendi ülkesinde Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan;
C.I.A.,
MI6 ve
BND gibi yabancı ülke istihbarat örgütlerine taşeronluk yapan bir cemaate mensup müritlerin, asli görevi kendileri ile mücadele etmek olan
....istihbarat birimlerinde kadrolaşabileceğini
.... devletin gücünü, devleti savunanlara karşı kullanabilecek düzeye gelebileceklerini kim tahmin edebilir ki?

“Köstebek”, bu ihanet öyküsünün adıdır. ..

Siz, hiç fethullahçıları devlete karşı bir tehdit olarak algılayan, şikâyet eden ya da onlarla uğraşan
....bir PKK’lı,
....Brüksel ya da Köln merkezli bir terörist
....ya da bir TÜSİAD üyesi
....ya da bir siyasal parti lideri
....ya da bir ikinci cumhuriyetçi
....ya da bir azınlık mensubu
....ya da misyoner
....ya da Hükûmet üyesi
....ya da bir Başbakan
gördünüz mü?

Nitekim, fethullahçıları kontr-espiyonaj kapsamında iç ve dış tehdit odağı olarak tanımlayan ve mücadele konsepti geliştiren gelmiş-geçmiş
....bir İçişleri Bakanı,
....bir Emniyet Genel Müdürü ve
....bir M.İ.T. Müsteşarı da göremezsiniz!!!
gösteremezsiniz!!!..

Haklı olarak sorarsınız, kendi iç güvenliğini sağlayamayan, sızıntılara engel olamayan bir ulusal istihbarat birimi, nasıl olur da ülkenin güvenliğini sağlar?!.

Bu sorunun yanıtı, doğal olarak olumsuzdur. Önünüzde iki tercih vardır;

.... ya çoğunluğun yaptığı gibi bu çelişkiye karşı başınızı çevirir, farketmemiş gibi yaparsınız
.....veya risk üstlenerek araştırmaya ve mücadeleye başlarsınız!..

Fethullahçılar,
Türkiye’de Mevleviler, Bektaşiler, Cerrahiler gibi salt dinsel inancını yaşamaya çalışan bir cemaat değildir.

Uluslararası alanda at koşturan, son derecede tehlikeli bağlantılarıyla,
.... ekonomik kaynakları
....ve eğitim kurumlarıyla, Türkiye’nin yüzyüze olduğu en tehlikeli tehdit odağıdır.

Örgütlenme modeli itibariyle Türkiye’de bir eşi yoktur;
örgütlenme modeli olarak, tamamı C.I.A. denetimindeki
Moon,
Falun-Gong,
Scientology
gibi tarikatlarla benzeşmektedir.

Fethullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını, yapılabilecek en akılcı ve en değerli alana, eğitim yatırımına tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler.

Necip Hablemitoğlu, Köstebek
tarikhaber
2 ay önce
ÖMER TARIK YILMAZ / Ukrayna ve ABD Arasında Değerli Maden Anlaşması: Jeopolitik Etkiler ve Ekonomik Beklentiler Üzerine Bir Analiz https://tarikhaber.com/kos...
tarikhaber
2 ay önce
Ukrayna ile ABD değerli madenler için anlaştı! Zelenskiy, Beyaz Saray'da Trump ile görüşecek https://tarikhaber.com/hab...
tarikhaber
2 ay önce
Son dakika: Ukrayna ABD ile değerli madenler için anlaştı https://tarikhaber.com/hab...

Hiçbirşey Bulunamadı!

Üzgünüz, ancak {{search_query}} arama sorgunuz için veritabanımızda hiçbir şey bulamadık. Lütfen başka anahtar kelimeler yazarak tekrar deneyin.