Logo
Bozkurt mahir
BİR YETİŞTİRME YURDU ÇOCUĞUNUN KALEMİNDEN...

ACABA BENİM ANNEMDE BENİM İÇİN AĞLAR MIYDI?...
Bir öğrenci arkadaş daha varmış hastaneye gitmesi gereken. Müdür Bey onu da söz ederek:

- Hatta ikisi birden gitsin. Birbirine arkadaş olurlar, dedi. Baba adamdı gerçekten.

- Peki efendim...

Artık kaçış yoktu. Korkum ve endişem ise daha da büyüdü Müdür Bey in bu kadar önem vermesi hayra alamet değildi. Yoksa ciddi bir rahatsızlığım mı vardı?

Ertesi gün Tokat Devlet Hastanesi ne gittik. Beni muayene ettiler. Sonra o yıllann imkânlarına göre röntgen çekildi, tahliller yapıldı. Ve doktor kararını verdi:

- Cerrahi müdahale ile orada biriken kist alınacak.

Lokal anestezi ile yapılacaktı operasyon. Çok korkuyordum ama elimden bir şey gelmiyordu. Beni teselli edecek bir annem, bir babam yoktu tabii ki orada...

Alt kata indik. Ameliyathaneye... Üst kısmım çıplak hâldeydi. Göğsümdeki o şiş kısmın etrafına üç yerden iğne yaptılar. Her birinde içim yanıyordu ama ses çıkartamıyordum.
Ağlayamıyordum bile. Sadece bir hırıltı çıkardığımı hatırlıyorum. Saniyeler yıl gibi geliyordu. Narkozun etkisinin başladığına kanaat getirdikten sonra genişçe bir masaya yatırdılar. Geniş ameliyat masası. Kocaman dev lambaları, beyaz fayansları her yeri görüyorum.

Göğsümün üzerinde kesiyorlar, biçiyorlar, bir şeyler yapıyorlar ama acımıyor. Narkozdan uyuşmuş durumda On beş-yırmi dakikalık süreçte 'Tamam!' dediler.

O bolümden kisti almışlar ve yarayı dikip üzerini kapatarak yukarıya çıkartmışlardı.
Hastanede odada yatarken pansuman için gelen hemşirelerden Sebahat isimli bir abla, bana çok yakın ilgi gösterdi:

- Yurttan mı geldin sen?

- Evet...

- Ah, tatlım benim... Annen-baban yok mu senin?

-Bilmiyorum, tanımıyorum hiçbirini...

- Sen ne şeker şeysin... Bak sana ne diyeceğim. Ben aynı zamanda. Sağlık Kolejinde öğrenciyim.

- Ne iyi...

- Sen iyileşip yurda gittiğinde arkadaşlarına da söylersin. Sizi koleje bekliyorum. Birlikte top oynarız, yemek yeriz, bahçede piknik yaparız. Tamam mı?

Onun bir abla şefkatiyle benimle ilgilenmesi beni o kadar mutlu etti ki ameliyattan sonraki acımı unuttum.

Hastanede yaklaşık bir aya yakın süre yattım. Yaranın iyice kapanma süresi bir ayı buldu. Artık yara iyileşip de pansuman aşaması da bitince taburcu oldum.

Yurda geldiğim bir gündü. Bir baktım beni idareden çağırıyorlar. Telefonum varmış.
Ne yalan söyleyeyim, çok heyecanlandım. Beni kim arayabilirdi ki...

Şimdiye kadar herkese telefon gelirdi ama bana asla... Herkes tatilde, bayramda bir yerlere geçici de olsa giderdi, ben ise asla... Çünkü benim hiç ama hiç kimsem yoktu tanıdığım...

Telefonu açıp "Alo!" dediğimde dünyalar benim oldu.

Arayan o Sebahat hemşireydi.

- Alo, Demirhan nasılsın canım?
- İyiyim Sebahat abla...
- Koleje geleceksin değil rm?
- Gelmeye çalışacağım...
- Mutlaka gel bak... Üzülürüm...

Durumu öğretmenlerime söyledim, izin istedim. Öğretmenlerim bize gösterilen bu sevgiye çok sevindiler. Dediler ki:

- Diğer arkadaşlarını da al, hep beraber gidin.

Biz koleje giden arkadaşlar bayramlık elbiselerimizi giydik, öyle sevinçliydik ki. kolejde bizi Sebahat abla karşıladı. Sonra bizi aldı başhemşirenin yanına götürdü. O ilgi bizi sevince boğmuştu. Binayı gezdik. Yedik, içtik, bahçede oynadık. Gerçekten bizi çok iyi karşıladılar. O gün çok eğlendik. Dönüşte de aynı samimiyetle dediler ki:

- Her hafta gelin tamam mı?
-Tamam.

Gerçekten daha sonraki birkaç hafta hep gittik. Her defasında aynı sevgi ve samimiyet bizi misafir ettiler Hemşire Sebahat ablanın o abla sıcaklığını ömrüm boyunca unutmam. Bana bir aile sıcaklığı hissettirdi. Merhametli ablam benim.

Ve bir gün...

Yine hafta sonu gelince randevusuz, teklifsiz giyinip kuşanıp koleje gittik. Kolej galiba dönem sonu idi ki kapanmıştı. Sebahat abla ile irtibat kuramadık. İçimizde tarifi imkânsız üzüntülerle geri döndük. Daha sonra onun gibi ilgilenen çıkmadığı için de kolej gezi maceramız ve gidip gelmeler bitmişti. Ama benim gırtlağımdaki yara iyileşse de içimdeki kistleşme bitmeyecek, yeniden nüksedecekti.
Iki-ûç ay içerisinde ayda bir kontrollere gidiyorduk.

Üçüncü ayında olması lazım, böyle kontrollerin birinde Dr. Erhan Bey dedi ki:

- Bu yine nüksetmiş. Bunun burada basit bir operasyonla üstesinden gelemeyeceğiz
- Nasıl yani, der gibi bakmıştım.
- Seni Ankara'ya sevk edeceğim Ankara Dr Sami Ulus Çocuk Hastanesine.

Bu haber beni fena hâlde korkuttu. Ankara'ya nasıl gidecektim? Kimle gidecektim? Ankara'da başıma ne gelecekti? Hepsi birer meçhuldü.

Doktorun sevk kâğıdıyla birlikte yurda döndük. Yurt müdürlüğünde beni Ankara'ya götürecek öğretmen belli olmuştu.

Kendine burada koru dedikleri ve ödümüzü koparan öğretmen...

Esmer, beyaz saçlı, çok sert bir öğretmendi. Çok fena dayak atan biriydi. Öğrenciler onun dayağından kurtulmak için fellik fellik kaçardı. Ve ben bu öğretmenle Tokat'tan Ankara'ya kadar beraber gidecektim Aman Allah'ım, yol boyu ne yapacaktım?

Fakat daha yurttan ayrılır ayrılmaz otobüs terminalinden başlayıp Ankara'nın kalabalık caddelerinde, hastanenin ilaç kokan koridorlarında yanına sokulduğum tek insandı Bir tek onu tanıyordum büyük olarak En yakınım bir tek oydu.

Peki; o haşin, o korkunç öğretmen bu yolculukta ne yaptı dersiniz?
Hakkını yemeyeyim. Gerçekten bana bir baba şefkati gösterdi. Hiç bağırmadı. Hastaneye kadar tam bir babalık örneği gösterdi.

Hastanede müracaatımızı, sevk işlemlerimizi gayet sabırla ve yüksünmeden yerine getirdi bu öğretmenim.

Başhekim ile bizzat kendisi görüştü. Ben de yanındayım. Başhekim ise Türkiye'nin tanıdığı meşhur hekimlerden Dr. Haluk Nurbakı idi.
Benimle ilgili dosyayı inceledikten sonra pala dudağıyla sordu:

Nereden geliyorsunuz?
-Tokat'tan...

Seni hemen ameliyathaneye göndereceğiz. Bekletmeyelim.

Öğretmenim beni Başhekime teslim etlikten sonra ameliyatı bekledi mi. yoksa Tokat'a hemen geri döndü mü. orasını hatırlamıyorum...

Ankara'da da yine Tokat'taki gibi bir operasyon daha geçirdim. Yine aynı yerden. Yine iki-üç hafta kadar tedavim pansuman ve kontrol üzere devam etti.

Bu bekleyiş süresinde tabii çocukluğun verdiği çeviklikle hastane koridorlarında ceylan gibi sekiyorum.

Hemşiresi, hasta bakıcısı, hatta kimi doktorlar bile artık beni tanıyor. Yetiştirme yurdundan geldiğim için de doğrusu benim bu serbest hareketimi kısıtlamaya yönelik herhangi bir engellemede bulunmuyor...

Bir kaza olmuştu bir teyze ağlıyor 'bir yakınınız mı öldü?' dedim.

Ben bu soruyu çocukça bir rahatlıkla söyledim ama teyzenin gözlerinden damlalar dökülmeye başladı. Susuyordu...

Konuşamıyordu... Oğlunun kaybettiğini söyleyemiyordu. O öldü diyemiyordu. İç çeke çeke ağladı.

Ben de onun gözü yaşlı çehresinde kendi annemi hayal ettim. Acaba benim annem de benim için ağlar mıydı?

Ben ölsem benim için ağlayan olmazdı ki... Çünkü benim kimsem yoktu ki. Ne enteresan duygu bir bilseniz.

O yalnızlığınız ve kimsesizliğiniz en olmadık anda bile her bir vesileyle gelip karşınıza çıkıveriyordu.

Yetiştirilmiş Hayatlar

-Demirhan Kadıoğlu
20 gün önce

Henüz Yanıt Yok

Görünüşe göre bu yayının henüz herhangi bir yorumu yok. Bu yayına Bozkurt mahir tarafından yanıt vermek için, alttaki üzerine tıklayın