Logo
Bozkurt mahir
19 saat önce
SİYAHİ ABAZALAR
Çeviri: HAPİ Cevdet Yıldız

Ortaya çıkışları: Birtakım görüşlere göre Siyah Abazalar Kolhidlerden türemedir ama bunu tam bir gerçek olarak Kabul edemeyiz. Kolhidya’da siyah bir nüfusun yaşamakta olduğuna ilişkin bir belge yok.

Bu siyahilerin Mısır Kıptileri (Koptlar) ya da Falaşlar, Etiyopya Yahudilerinden türeme oldukları düşünülebilir. Abhaz yazarı Dmitriy Gulia’nın “Abhazya Tarihi” adlı kitabında, Abhazya ve Etiyopya yer adları karşılaştırılıyor. Vardığı sonuca göre de, birçok yer adı örtüşüyor: Bagada-Bagada, Gumma-Gumma, Tabakur-Tabakur, vb. Yazar Maksim Gorki, 1927 yılında bu konu ile ilgileniyor, Abhazya merkezi seçim komisyonu başkanı ve Abhaz yazarı Samson Çanboy ile görüşüyor. Birlikte Adzbu köyüne gidiyorlar, köydeki en yaşlı siyahiler ile görüşmeler yapıyorlar. Köylülerin anlattıklarını değerlendiren Maksim Gorki’nin, Etiyopya’ya ilişkin görüşleri derinleşti.

Öyküler: Abhaz zencilere ilişkin değişik öyküler bulunuyor. Bunlar arasında İvan İsakov’un Nikita Kruşçev’e gönderdiği yazı da bulunuyor. Yazıda anlatıldığına göre, esir taşıyan bir Osmanlı gemisi büyük bir fırtınaya yakalanıyor ve gemi Abhazya sahillerine vuruyor. Şimdiki Siyahi Abazalar da gemiden sağ kurtulmuş olanların torunları. Öykü, geminin buraya -Karadeniz’e- geliş nedenini ise, açıklamıyor.

Başka bir anlatıda da Nartların Afrika seferinden yüzlerce kişi eşliğinde, -Abhazya’ya değin- uğurlandıkları söyleniyor. Bu gelenler dönmediler ve Abhazya’da kaldılar.

Üçüncü öyküye göre, Zenci Abhazlar, I. Petro’nun (Пётр Великий) hizmetinde idiler. I. Petro/Deli Petro, Arapları Rusya’ya getirtiyordu. Devletin kuzeyde olan merkezi St. Petersburg’un serin havasına alışamayanları Petro, Abaza beylerine satıyordu. Tarihçi İgor Burtsev’in yazdığına göre, I. Petro’nun Abhazlara “hediye” olarak verdikleri de az değildi.
Tarih ve günümüz: İvan İsakov’un Kruşçev’e yazdığı yazıda Siyahi Abazalara Gürcü dilinde şavi katsi (siyah insan) dendiği belirtiliyor. Çar’ın Kafkasya bölgesi yöneticisi İllarion Vorontsov-Daşkov da, I. Petro gibi silahlı birliklerine Zencileri de alıyordu. Zenciler Çerkes elbiseleri (Цыехэр) içinde ona eşlik ediyorlardı. Gagra’yı kuran Prens Aleksandr Oldenburski’ye, Kafkasya’nın Karadeniz kıyılarında barınan toplulukların hepsi bağlıydı. Siyahlar da buna dahildi.

19. yüzyılda Zenci Abazaların tümü Abazaca konuşuyorlardı ve kendilerini Abaza ulusundan sayıyorlardı. Dini inanışlarına ilişkin farklı görüşler vardır. Abhazya’da Siyahi-Hıristiyan'la, Siyahi-Müslümanlar ve Siyahi-Yahudiler yaşıyorlardı, bugün de yaşıyorlar. Siyahi Abazalar üzüm ve mısır yetiştiriyorlardı. Tkuarçala kömür ocaklarında ve Sohum’da değişik işlerde çalışanları da vardı. Diğer Abazalar gibi, Siyahi Abazalar da Rusça biliyor ve konuşuyorlar. Şimdi çoğu Kodor vadisinden ayrılmış olarak Abhazya, Gürcistan ve Rusya’nın değişik köşelerinde barınıyorlar.
Kanıtlar: Abhaz Zencileri ya da bunların ataları üzerine değişik anlatılar bulunuyor:

“Kolhidler, kanılarıma göre Mısırlıdırlar. Başkalarından duymamdan önce, bunu anlamıştım. İlgi duyarak, durumu Kolhida ve Mısır’da da soruşturdum. Mısır halkına ilişkin olarak Kolhidlerin anıları daha fazla. Kolhidlerin tenleri siyah, saçları da kıvırcık. Ancak bu kadarı yeterli bir kanıt olamaz. Benzeri görünüm ve özellikler taşıyan başka halklar da var. Ancak bir durumu daha önemli buluyoruz. Sünnet (хъитан) geleneği olan üç ulus var: Kolhidler, Mısırlılar ve Etyopyalılar” (Heredot. Tarih kitabı, 2001 baskısı).

“Tropik topraklara bayıldım. Gür otlar arasından küçücük evler görünüyor, kapkara çocuklar koşuşturup oynuyorlar, kapkara insanlar beyaz entariler içinde dolaşıyorlar. Zenciler Abazalardan pek de farklı sayılmazlar, Abazaca konuşuyor, aynı dine inanıyorlar”. Etnograf E. Markov, “Kavkaz” gazetesi, 1913.

Günümüze değin Abhazya dağlarında Siyahi Abazalar yaşamaya devam ediyorlar. Abhazya’daki siyahi köylerindeki yaşam, Afrika’dakilere göre çok daha kaliteli. Afrika’daki zenciler yoksullar ve eğitimsizler. Siyahlar Abazalar ise kendi kimliklerini koruyor ve diğer Abhazlardan uzakta olan dağlarda yaşıyorlar. Okumak istiyorlar, kadınların okuma-yazma bilmedikleri ve zorlu bir yaşam sürdürdükleri, Rusça bilen gençleri tarafından söyleniyor”. Jozef Stalin’in kızı Svetlana Alliluyeva. 1969.

“Abaza siyahileri ilk kez Sohum Sinagog’unda gördüm. Saçları kıvırcık olan siyahi erkeklerle orada karşılaştım, gerçek zenci tipinde idiler. Abazaca konuşuyorlardı. Arkalarından birine sordum: “Bunlar Siyahi Yahudi midirler? Buralara nereden geldiler?”. N. Orlv, “Alef” dergisi.

“Sovyetler Birliği’nde ne biçim bir yaşam sürdürüyorlar?
Sözünü ettiğin bu siyahi kişiler neye benziyorlar, diye sordu ev sahibi. Sizi soruyorum, dedi Prens sofrada oturan siyahilere bakarak.
Biz Siyahi değil, -Biz, Abaza’yız- yanıtını verdi ev sahibi de.
Yazar Fazil İskander (Fazıl İskender), 1989.

Not: 1960’lar sonunda Sakarya/Hendek Soğuksu köyünde, bir Abaza düğününde bir Zenci ile karşılaştım, Abazaca olarak oraya buraya komut veriyor, gençleri yönetiyordu. “Bu kim, Abaza mı, nereden geldi?” dedim, “Buralı, Abaza” yanıtını almıştım. -HCY
Bozkurt mahir
2 gün önce
• YANİ DİYOR Kİ;
* SİZ VERGİ VERİN,
* SİZ AÇLIK SINIRININ ALTINDA MAAŞ ALIN,
* PORSİYONLARINIZI KÜÇÜLTÜN,
* ÇOCUKLARLA MARKETE GİTMEYİN.
* BİZ SARAYLARDA "Ş.İ.İ.R" GİBİ YAŞAYALIM,
* OSMANLI'NIN LÂLE DEVRİ'NDEKİ GİBİ DIŞARDAN YÜKSEK FAİZLE BORÇ ALIP İTİBADAN TASARRUF OLMAZ DİYEREK CAKA SATALIM,
* YANDAŞ YAREN, EŞ DOST-AKRABA, AİLE EFRADI, GİZLİ YABANCI ORTAKLAR LÜKS İÇİNDE YAŞARKEN FAKİR FUKARA GARİP GURABA FİTREYE MUHTAÇ KILINAN EMEKLİ
N'OLURSA OLSUN,
KISACASI SİZLER ÜRETİN, KAZANIN, VERİN, BİZ YİYELİM.
SİZ ŞÜKREDİN, SİZLER FAKİR KALIN Kİ; 500 YIL ÖNCE CENNET'E GİDİN VE PEYGAMBERE KOMŞU OLUN !!!
Alıntı
**************
• Biz SIZE YETEMEYİZ !!!
- Hobaraa diye memlekete doldurdukları beş milyon Suriyeli'ye şimdilik kaç para harcadılar? 52 milyar dolar harcadılar.
- Filistin'e yaptıkları yardım iki milyar doları geçti.
- Sudan'a 750 Milyon Dolar bağışladılar.
- Somali'ye 750 Milyon Dolar verdiler.
- Afganistan'a 650 Milyon Dolar ödediler.
- Libya'ya gönüllerinden Yarım Milyar Dolar koptu.
- Şeriatçı Mursi'nin cumhurbaşkanı olması şerefine Mısır'daki müslüman kardeşler'e tiko para ne gönderdiler? İki milyar dolarcık gönderdiler.
- Afrika'ya verdikleri para Yedi Milyar Doları aştı…
- Komor'a stadyum yaptılar.
- Tanzanya'ya, Burkina Faso'ya su kuyuları açtılar.
- Zimbabwe'ye pazar yeri inşa ettiler.
- Gana'ya Togo'ya Uganda'ya kırtasiye malzemesi gönderdiler.
- Moritanya'ya ahır kurdular.
- Mozambik'e inek dağıttılar.
- Gambiya'ya dökümhane kurdular.
- Kongo'ya okul yaptılar.
- Eritre'ye, Lesoto'ya üniforma hediye ettiler.
- Kamerun'a deterjan verdiler.
- Cibuti'ye ambulans verdiler.
- Somali'ye, Mali'ye Tunus'a, Mısır'a çöp kamyonları verdiler, çöp kamyonlarını teslim töreninde konuşan şehircilik bakanımız “bu çöp kamyonları kardeşliğimizi pekiştirecek” dedi.
- Sierra Leone'ye vidanjör verdiler.
- Arakan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
- Yemen'e 50 milyon dolar gönderdiler.
- Lübnan'a 50 milyon dolar gönderdiler.
Bizzat asrın liderimiz anlattı…
- “Barzani kendi memurunun maaşını ödeyemiyordu, bana geldi, iki milyar dolar verdim” dedi.
- Pakistan'da köylülere keçi dağıttılar.i
- Yemen'e un verdiler.
- Okyanusya ülkesi Palau'ya VIP minibüs hediye ettiler.
- Karayip Denizi'ndeki Antigua'ya bilgisayar hibe ettiler.
- Büyük Okyanus'ta sadece dokuz mercan adacığından oluşan ve nüfusu sadece 12 bin kişi olan Tuvalu'ya “size ne verelim?” diye sordular, “bizim çocuklar futbol seviyor, nizami futbol topumuz yok” cevabı gelince, futbol topu ve pompa gönderdiler.
(Bu kadar da olmaz diyenler, lütfen internete girsin, tek tek bu haberleri okusun.)
- Teee ABD'nin Oregon eyaletinde yaşayan Kızılderililere 200 bin dolar hibe ettiler iyi mi…
- Washington'a direkt uçuş başlatan Türk Hava Yolları'nın ilk seferinde Apaçi, Novajo, Cheyenne ve Mohikan kabilelerinden 17 şefi, İstanbul'a getirdiler, yedirip içirip, gezdirdiler.
- 98 ülkede 100 bin kişiye ramazan kolisi verdiler.
- Kenya'da, Bangladeş'te, Çad'ta, Nijer'de Somali'de, Sudan'da, Yemen'de 300 bin kişiye iftar verdiler.
- Son sekiz yılda 175 ülkeye para dağıttılar.
Elaleme para saçma konusunda dünyanın en zengin ülkelerine tur bindirdiler, dünyadaki bütün yardımların üçte birini tek başına Türkiye'ye yaptırdılar.
ABD'den iki milyar dolar fazla yardım yaptılar, İngiltere'den altı milyar dolar fazla yardım yaptılar, Japonya'dan yedi milyar dolar fazla yardım yaptılar.
Böylece, Küresel Yardım Raporu'na göre “dünyanın en cömert hükümeti” ilan edildiler!
- 170 milyon dolar harcadılar, Rusya'ya cami yaptılar, kubbesini altın varaklarla kapladılar.
100 milyon dolar harcadılar, ABD'ye cami yaptılar.
- 30 milyon dolar harcadılar, İngiltere'ye, Avrupa'nın ilk çevre dostu camisini yaptılar.
35 milyon dolar harcadılar, Kırgızistan'a 50 bin metrekare, Orta Asya'nın en büyük camisini yaptılar.
- Karada yer kalmamış gibi, denizi doldurdular, Cibuti'ye cami yaptılar.
- Haiti'ye cami yaptılar.
- Filipinler'e cami yaptılar.
- Somali'ye Mali'ye cami yaptılar.
- Teee elalemin ülkelerine toplam yarım milyar dolarlık cami diktiler.
- Tayland'ta Etiyopya'da türbe yaptılar.
- Şu anda Sudan'da Sevakin adası'nı komple inşa ediyorlar, mühendisler, mimarlar, haritacılar, şehir planlamacıları gönderdiler, 100 milyon dolar döküyorlar.
(Bu arada… Kendileri bi lokma bi hırka yaşıyorlar.
* “İtibardan tasarruf olmaz” dediler,
- Buckhingham Sarayı'nın dört misli büyüklüğünde 1.150 küsur odalı saray yaptılar.
- Beş tane makam uçağı aldılar, en son alınan uçaktan Trump'ta bile yok.
- Vahdettin Köşkü'nü, Dolmabahçe Sarayı'nı, Beylerbeyi Sarayı'nı, Huber Köşkü'nü, Yıldız Sarayı Mabeyn Köşkü'nü, Beykoz Kasrı'nı, Savarona'yı Abdülaziz'in altın varaklı padişah koltuğunu kullanıyorlar, Marmaris'e ve Ahlat'a saray yaptırıyorlar..
- Chia tohumu eşliğinde ejder meyveli smoothie içip, starex meyvesi eşliğinde aloevera'yla zencefilli somon suşi yiyorlar.)
Asrın liderimiz geçen seneki Kurban Bayramı'nda bağışını diyanet'e yaptı, asrın liderimizin bağışladığı kurban Afrika'da Togo'da kesildi.
Daha önceki kurban bayramlarında Kızılay'a bağış yapmıştı, kurbanları Moritanya, Çad, Etiyopya'da kesilmişti.
- Kuzey Irak'a 30 bin maske hibe ettiler.
- İran'a bin test kiti, 4 bin tulum, 20 bin önlük, 2 bin gözlük, 4 bin N95 maske, 78 bin maske hibe ettiler.
Bizzat sağlık bakanımız gururla anlattı, ABD'ye 500 bin test kiti verdiler.
* “Biz bize yeteriz” dedikleri, işte bu.
E haliyle “size” yetebilmeleri mümkün değil tabii...
Kefen parasını yedikleri milleti, ceset torbasıyla gömüp, üste para istemeleri sürpriz değil yani
!
Sözcü Gazetesi
Yılmaz ÖZDİL
Bozkurt mahir
2 gün önce
Herodotus’un Kayıp Nehri: Sahra’nın Altındaki Atlantis?

Yazan: Arşen Kaan
#Herodot #TamanrassetNehri #KayıpNehir #Atlantis #Tarih #Sahra #Platon #Mısır #AntikBilgi



Giriş: Tarihin Babasının Haritasındaki Sır

Antik Yunan tarihçisi Herodot, milattan önce 5. yüzyılda yazdığı eserleriyle “Tarihin Babası” olarak anılmıştır. Ancak onun bazı betimlemeleri uzun yıllar boyunca bilimsel olarak sorgulanmış, hatta bazen tamamen hatalı sayılmıştır. Bu sorgulamalardan biri, Herodot’un Kuzey Afrika’yı büyük bir nehrin çevrelediğine dair açıklamaları ve haritalarıdır.

Günümüzde bu iddiaların yeniden değerlendirilmesini gerektiren önemli jeolojik bulgulara ulaşılmıştır. Herodot’un haritasında Atlas Dağları’ndan doğup Sahra Çölü’nü geçen ve Nil Nehri’ne dönüşerek Akdeniz’e ulaşan büyük bir nehir çizimi yer alır. Uzun yıllar boyunca bu çizim, antik bir yanlış anlamanın ya da mitolojik bir abartının ürünü sayılmıştır. Ancak modern araştırmalar, bu nehrin gerçek olabileceğini ve Herodot’un iddialarının arkasında kadim, kayıp bir bilgi yattığını düşündürmektedir.



Herodot’un Haritası ve Kayıp Nehir

Herodot’un haritasında gösterilen nehir, bugünkü bilgilerimiz ışığında oldukça dikkat çekici. Haritaya göre bu büyük nehir, Atlas Dağları’ndan doğarak Sahra boyunca ilerliyor, Mısır’ı katediyor ve sonunda Akdeniz’e dökülüyor. Nehrin çevrelediği bölge neredeyse bir “ada” görünümünde: kuzeyde Akdeniz, doğuda ve batıda ise bu devasa su kaynağı yer almakta.

Bu nehir, geleneksel olarak Nil sanılsa da aslında bu tanımlamanın farklı bir su sistemini betimlediği anlaşılmaktadır. Bu haritada Herodot’un, bugün “Tamanrasset Paleonehri” olarak adlandırılan, artık kurumuş olan devasa bir nehir sistemini tanımladığı öne sürülmektedir.



Tamanrasset Nehri: Bir Zamanlar Akan Dev

Günümüzde jeologlar tarafından yapılan çalışmalarda, Sahra Çölü’nün altındaki devasa bir fosil nehir sistemi ortaya çıkarılmıştır: Tamanrasset Nehri. Uydu radarları ve yer altı taramaları sayesinde, bu nehrin yaklaşık 15.000 ila 7.000 yıl önce aktif olduğu ve büyüklük bakımından Nil ile kıyaslanabileceği anlaşılmıştır.

Tamanrasset Nehri, Atlas Dağları’nın güneyinden doğarak Sahra’nın ortasından geçiyor ve Batı Afrika’daki Nijer Nehri havzasına bağlanıyor. Bazı kollarının doğuya, Nil yönüne aktığı da düşünülmektedir. Yani Herodot’un, Atlas Dağları’ndan çıkan bir nehrin Nil’e dönüştüğünü söylemesi, tam anlamıyla yanlış olmayabilir. Antik bilgiler, yerel halktan ya da artık kaybolmuş metinlerden aktarılmış olabilir.



Bilgi Mirası: Herodot’un Eriştiği Kayıp Belgeler mi?

Burada şaşırtıcı olan nokta, Herodot’un yaşadığı dönemde Tamanrasset Nehri çoktan kurumuştu. Peki, Herodot bu nehirden nasıl haberdar oldu? Ona bu bilgiyi kim ya da ne verdi?

Bu soru, yalnızca Herodot’u değil, aynı zamanda Platon’un Atlantis anlatısını da yeniden gündeme getiriyor. Platon’a göre, büyük bir ada uygarlığı olan Atlantis, 12.000 yıl önce büyük bir felaket sonucu yok oldu. Platon’un tarif ettiği bu “ada”, Herodot’un betimlediği suyla çevrili Kuzey Afrika bölgesiyle şaşırtıcı biçimde örtüşüyor.

Acaba Herodot ve Platon, aynı kayıp medeniyetin kalıntılarına ait bilgileri mi aktardılar? Herodot’un Sahra’daki dev nehrinden, Platon’un denizin altındaki uygarlığına uzanan bu çizgi, belki de geçmişin karanlık sularından yükselen bir gerçeğin izini taşıyor.



Bilim ve Efsane Arasında İnce Bir Çizgi

Modern bilim, antik metinleri her zaman eleştirel bir gözle değerlendirmiştir. Ancak radar taramaları, jeolojik araştırmalar ve paleoiklim çalışmalarının ortaya koyduğu bilgiler, zaman zaman antik anlatıların beklenmedik şekilde doğruluğunu ortaya çıkarıyor. Tamanrasset Nehri örneği, bunun en güçlü örneklerinden biri olabilir.

Herodot’un çizdiği nehir, bir zamanlar gerçekten de Sahra’yı ikiye bölen, Kuzey Afrika’yı suyla çevreleyen ve “ada” görünümü veren devasa bir akarsuydu. Bilim bunu bugün biliyor. Ancak Herodot bunu nasıl biliyordu? İşte bu, tarih ve bilimin hala yanıtlayamadığı büyük bir sorudur.



Sonuç: Sahra’nın Altındaki Kadim Bilgelik

Herodot’un “hatalı” sayılan çizimlerinin ardında, bugün bile çözülememiş gizemli bilgiler yatıyor olabilir. Sahra’nın altındaki kadim nehir, tarihsel hafızanın, sözlü anlatıların ya da kayıp belgelerin izleriyle Herodot’a ulaşmış olabilir. Bu da, antik bilgilerin çağlar boyunca nasıl korunduğu ve aktarıldığına dair önemli bir ipucu sunar.

Herodot’un Tamanrasset’i Nil sanması, bir hata değil, geçmişe dair eksik halkaların birleşimidir. Ve belki de Atlantis’in izlerini ararken, en derin sırlar Sahra’nın altında çoktan gizlenmiştir…



Kaynakça:
• Skonieczny, C. et al. (2015). African humid periods triggered the reactivation of a large river system in Western Sahara. Nature Communications.
• Herodotus. Histories.
• Amazon yayını: Herodotus’un haritasını içeren kitap
• Platon. Timaeus ve Critias
• NASA Earth Observatory, Paleochannel Radar Data

@sıkı hayranlar
Bozkurt mahir
4 gün önce
TÜRKÇE'DE UNUTULMAYA YÜZ TUTMUŞ KELİMELER
Anadolu'nun taşını toprağını vatan yapan,yuva yapan Anadolu kadınından işte o kelimelerle kurulmuş harika cümleler

"Ak benizli" bir kadındı.
"Yakağan" sineği çok olduğundan "cibindirik"te yatardı.
"Er yatar, er kalkardı."
"Daha üstüne gün doğmamıştı."
Ramazanda "er ekmeğini" yedi mi yatmazdı.
Sümerbank bezinden diktiği "dolama"sını giyer, sabahın serinliğinde "delme"sini sırtından eksik etmezdi,İçinde "göynek" olurdu. "Ak yağlığını" "yağlanır", gök "çekisini" alnına çekerdi.

Bir yere giderken "bürgü"sünü bürünürdü. Delinen örgü çorabını "gözerdi".
Naylon ayakkabıları "yoraklıydı". Bir de "şibidik"i vardı. "Örtme"deki kuzuları salar, koşuştuklarını görünce "çenikmişler bunlar" diye severdi. "Kuzuluğun kapısalığını" sağlam bağlardı; yoksa kuzular anaları dağdan gelince emişirler, buğdaylığa dalarlarsa "tenelerlerdi". İneğini "nahıra" sürerdi.

Yaz günü inekleri "gövelek" tutardı. Buzağısının "örmesi" kendi ellerinin ürünüydü. Dere kenarında "yün yur, çul tokuçlardı." Yunak"ta çocuklarını çimdirir, yunak taşında "sırtlarını" "sırkıtırdı". Evlatları iyiyse dirlik bulurdu, kötüyse "dirliği dışlığı kalmazdı".
Çocuklarını ağlatmazdı, "uğundurmazdı"
Kötü haberlerini alsa "yayan yapıldak" yollara düşerdi. Anasını anımsadıkça "ağıt yakar ağlardı."

Köyde biri ölse "ölgü" evine giderdi. Yüklükte kefen bezinin yanında "sümük sargılığı", onların üstünde yatakları olurdu. Odayı havalandırmak için kapıyı "govşaltır", pencerenin bir "çenedini" "kıynatırdı" (gıynatırdı). "Gurk tavuğu gurka yatar", "cibi" çıkarırdı. Akşam "pinnik"e tünerlerdi.

Zaman olur "ölet" gelir tavukları kırılırdı. "Gene dama "ötüğünler" konan "guggulumavık"ın uğursuzluğu bu" derdi. Duvara gök boncuk asardı, "göz değmezdi". Cesura "karagözlü", korkağa "akgözlü", durmadan şaşırana "gökgözlü" derdi. Ona göre insanlar durumlarına göre gözlerini karartır, ağartır, göğertirdi. Ona göre, gözler kararır, ağarır ve göğerirdi. Çok renkliye "ala", desensize "yoz", açık toprak rengine "boz" derdi.

Halı ve kilim için "çezgi çezerdi". Çezgisi "yönet" olurdu. Kirmen ile yün eğirir, ip "koşardı". İplerini kazanlarda kaynatıp kendi boyardı. Saçları hep bağlı iki tane "belik" olurdu. Kışın atkı atılır, ele elcek geçirilirdi. Üşüdü mü "boynu, çiyni, döşü" ağrır, "böğrü"ne sancı girerdi.

Göbeği düşenin göbeğini kaldırır, kuyruğu batanın kuyruğunu doğrulturdu. Teyzesinden el almıştı. Göçebe olmayan herkese Köylü derdi, çünkü kendisi Yörüktü. Ağırın karşıtı "yeyni", yakının karşıtı "ırak", kalının karşıtı "yuka (yufka)" idi. Ağırbaşlı olmayan "yeynicek" idi. Yeni ev kurana "yeni yaka" denirdi. Renk değiştiren giysi "göynürdü". Sevdiği akıllı oğlan çocuğa "lök", güçlü toparlak çocuğa "tosun", "toklu", zayıf kıza "çebiç", güzel kıza "beserek", "celfin" ve "şişek" derdi.Yaramazlar, hareketliler "yılkı" idi.

Ayrana "çalkama", "çalkamaç", cacığa "çintme", kompostoya "sulamaç" derdi. Yemek "haranı"da pişer, "çanak"ta yenirdi. "Ölemeç (övelemeç), bulamaç, ovmaç (oğmaç)" pişirir, ayrana "yufka ekmek" doğrar "doğramaç" olurdu. "Kaçamak" yemeğini, toğga çorbasını iyi yapardı. Süt "taşırır", "ağız döndürür", ayran yayar, peynir basardı. Bazen "dolaz" yapardı. Bulgurdan taş "ürtlerdi". "Vergili" kıza düğür gidilmez derdi.

Düğün için gönderilen çağrıya "okuntu" der, düğün evine "okuntuluk" götürürdü. Okuma yazmaya "oku" derdi. Kendisinin ise "okusu yoktu". Kocası "yörev" bir adamdı, "yörev yörev" konuşurdu, kızdı mı gözleri "pertlerdi". Kendisi kimseye "çelermezdi", yüzünü "çelertmezdi". Yaşamında çok "ezgiler çekmişti". "İki çift laf etmeyi severdi", ama "kovu"dan hoşlanmazdı. "İlenmeyi" sevmezdi ama bazen de ilenirdi; en kötü "ilenci" "odun ocağın sönsün", "ciğerinin sapından bul" olurdu.

Çerçiden "arpayına, buğdayına barabara "kırıntı" alırdı". Fazla para aldığını düşünürse "üttü beni çerçi" derdi. Çerci de ütücü çerçi olurdu. Balta duvarın "kırağında" durur, keser "yamacına" konurdu.Yerleri belli olurdu, dolay dolay aramak zorunda kalmazdı. Orak ile arpa "orardı". "Aşanesinde" un çuvalları, en başında yük çuvalı olurdu. Yük çuvalında "deve boncuğu" işliydi. Hamur yoğurur, "ekmek atardı". "İtesi" dokuma kilimdi. Ekmeğini kocası çevirirdi. Ekmekleri üst üste yığar, ekmek yapma işi bitince ekmekleri teklerlerdi..."

(alıntıdır) görsel:Remzi Taşpınar
Bozkurt mahir
4 gün önce
OSMANLI'NIN SAVAŞARAK YIKTIĞI BAZI TÜRK DEVLETLER
Osmanlı İmparatorluğu, tarih boyunca birçok farklı Türk devletiyle savaşmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır:

1. **Akkoyunlular**: Osmanlılar ile Akkoyunlular arasında özellikle 15. yüzyılın ikinci yarısında savaşlar yaşanmıştır. Bu savaşların en bilinenlerinden biri 1473 yılında Fatih Sultan Mehmet ile Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan arasında gerçekleşen Otlukbeli Savaşı'dır.

2. **Karakoyunlular**: Akkoyunlular gibi Karakoyunlular da Doğu Anadolu ve Azerbaycan bölgelerinde Osmanlı ile rekabet içinde olmuşlardır. Ancak doğrudan büyük çaplı savaşlardan ziyade, daha çok nüfuz mücadelesi yaşanmıştır.

3. **Memlükler**: Memlük Sultanlığı, 16. yüzyıla kadar Osmanlılar ile özellikle Suriye, Filistin ve Mısır bölgelerinde rekabet etmiş ve savaşmıştır. Yavuz Sultan Selim'in 1516-1517 yılları arasında yaptığı seferlerle Memlükler yenilmiş ve Memlük Devleti sona erdirilmiştir.

4. **Safeviler**: 16. yüzyıldan itibaren Osmanlılar ile Safevi Devleti arasında İran, Irak ve Kafkasya bölgelerinde yoğun çatışmalar yaşanmıştır. Bu çatışmalar genellikle mezhep farklılıkları ve toprak rekabeti üzerinden şekillenmiştir. Çaldıran Savaşı (1514) bu çatışmaların en önemlilerindendir.

Bu Türk devletleri, Osmanlı İmparatorluğu'nun genişleme döneminde karşılaştığı ve zaman zaman mücadele ettiği önemli aktörler arasında yer almaktadır.
Bozkurt mahir
6 gün önce
TÜRKLÜĞÜNÜ UNUTAN TÜRKLER
Değerli çalışmalarıyla okurlarını Türk tarihinin derinliklerine taşıyan Prof. Dr. Kürşat Yıldırım, “Bir Zamanlar Türk İdiler” kitabıyla Çin’e yerleşip asimile olmuş Türk kökenli aileleri Çin kaynaklarına dayanarak gün ışığına çıkarıyor. Prof. Dr. Kürşat Yıldırım bu noktada şu önemli tespitte bulunuyor:
“Türkler, iklim şartları birbirinden çok farklı ülkelerde hayatlarını sürdürebilmiş bir millettir. Konar-göçerlik esasına dayanan, geniş yayla ve otlaklar üzerinde hayvancılık yaparak çadırlarda sürdürülen bu hareketli hayat tarzı, bozkırlı Türklerin kültürel karakterlerini de belirlemiş ve bu yapının özünü oluşturmuştur. Bu bakımdan, bozkırlı Türkler, böyle hareketli bir yaşayış tarzından yerleşik yabancı toplumların durağan kültür çevreleri içine girdikleri zaman, derhal karakteristik niteliklerini yitirmiş, mağlup ettikleri yerleşik topluluklar tarafından kolaylıkla asimile edilmişlerdir. Hemen bir iki nesil içinde aslî yapılarını, isimlerini, yaşayış tarzlarını oturak medeniyet çevresindeki yapıyla, isimlerle, yaşayış tarzlarıyla değiştiriveren
Türkler, gerek Çin’de, gerek Rusya ve İran’da, gerek Mısır ve Hindistan’da, gerek Batı ve Orta Avrupa’da hükümranlık sürdükleri memleketlerde birçok nesillerini, buralarda oturan farklı kavimlerin içinde eritmişlerdir. Bu kimlik kaybının en ilk ve en yoğun yaşandığı ülkelerden biri, tarihleri Türk tarihiyle aynı derinliklere uzanan, fakat kültürleri oturak bir kültüre dayanan Çinliler içinde olmuştur.
Türklerin Çin’e yerleşip Çinlileşenlerini, Çin kaynaklarına dayanarak büyük ölçüde aile adları üzerinden takip etmek mümkündür.
Çin tarihinde geçen bir kişinin geçmişini ve soyunu öğrenmek için onun ailesine bakılır. Aile adları eski Çin toplumunda kişilerin kimlikleridir. Dünyanın en kalabalık nüfusunu barındıran bugünkü Çin Halk Cumhuriyeti içerisinde, geleneksel Çin nüfusunun yaşadığı bölgelerde birçok Türk kökenli aile yaşamaktadır. Hunlardan başlamak üzere çok eski devirlerde Çin’e yerleşmiş ve Çinlileşmiş olan bu ailelerin dilleri, kültürleri, kısaca her şeyleri Çinlidir.
Bununla beraber ailelerin kaydedildiği kaynaklar belirli bir metotla ele alınarak bu ailelerin yüzyıllara ve hatta bin yıllara dayanan kökleri izlenebilmektedir. Böylece kimliğini kaybeden Türklerin tarihini yazmak bir nebze de olsa mümkün olmaktadır. Bu suretle kaybolan Türklerin tarihî seyirleri, Çinli olarak addedilen insanların ve bunlar içinde Türklerin terkibi, Türklerin etnik teşekkül safhaları, Türklükten kopan boyların ve ailelerin listesi ortaya çıkarılabilir.”
Orkun kitabelerinde Türk Hakanı Bilge Kağan’ın bu konudaki öğüdüne de dikkat çeken Prof. Dr. Kürşat Yıldırım, “kültürel kayıp” konusunun Türkler için bir varlık mücadelesi olarak görüldüğünü ve Türklere Ötüken’de kalıp yurtlarını terk etmemeleri tavsiyesinde bulunduğunu belirtiyor. Prof. Dr. Kürşat Yıldırım tespitlerini şöyle noktalıyor:
“Bu öğüt, Türkler arasında çok eski bir geleneğin ve tedbirin tekrar dillendirilmesinden başka bir şey değildir. Çin’e giden Türk, tarih boyunca yok olmuştur. Bozkırlı Türkler Çin’e gitmişler, yerleşmişler, Çin devletlerinin hizmetine girmişler, birkaç kuşak sonra Çinlileşmişler ve Çince aile adları alarak kimliklerini tamamen yitirmişlerdir. Eski Türk geleneğinde aile veya soyadı yoktur, hatta seksen yıl öncesine kadar Türkiye’de de durum böyleydi, bugün hâlâ Uygurlar gibi aile adı kullanmayan Türkler vardır. Dolayısıyla Çinlileşen Türk ilk olarak Çince aile adı almaktadır. Bir diğer ifadeyle, Çince aile adı alan, kendi adı ile baba ve boy adını bırakan bir Türk, istisnalar bir tarafa artık hızla Çinlileşme sürecine girmiş demektir.”
Bozkurt mahir
6 gün önce
Baybars: 800 dirheme alınan köle.
1242 yılında Suriye'deki köle pazarlarından birinde bir Bulgar tüccar köle satıyordu. İçlerinde uzun boylu, beyaz tenli, gözünde ben olan bir genç de vardı. Memlük emiri Alaeddin Aytegin el-Bundukdari, Poloveçli köleyi 800 dirhem karşılığında Mısır'a götürdü.
Yeni edinilen kölelerin çoğu Kahire'de savaş eğitimi alıyordu. Baybars el-Bundukdari adını alan köle, eğitim sırasında olağanüstü dövüş yetenekleri gösterdi. Bir süre sonra Mısır Sultanı es-Salih Eyyub bin Muhammed'in dikkatini çekti ve 1246 yılında o da onu kendi muhafız birliklerinden birinin komutanı olarak atadı.
Sonraki on beş yıl Baybars için Yedinci Haçlı Seferi sırasında Haçlılarla yapılan savaşlarla ve iç siyasi entrikalarla geçti: Memlükler, Turan Şah'ın devrilmesinde yer aldı, Suriye'ye kaçtı ve ancak 1259'da Mısır'a döndü. Ertesi yıl, Suriye'yi ele geçiren ve neredeyse Mısır'a ulaşan Kit-Buga Moğol ordusuyla savaştı. Moğollar yenilmiş, Mısırlılar Suriye'ye yerleşmiş, hırslı Baybars ise silah arkadaşı Sultan Kutuz'u öldürerek Mısır'ın hükümdarı olmuştu.
17 yıllık eski köle ve seçkin askeri lider Baybars I, tahtta geçirdi ve bu süre boyunca hep savaştı. Sultan, topraklarındaki Moğol akınlarına başarıyla direndi, İranlı Hülagüoğulları İlhanlı Devleti'yle savaştı, Filistin'deki Haçlı Kudüs Krallığı'na saldırdı ve Kilikya Devleti'ni geri püskürttü ve 1268'de Antakya Prensliği'ni ele geçirdi. Baybars halk arasında “Zaferlerin Babası” anlamına gelen Ebul-Futuh lakabı ile anılırdı.
Warspot web sitesi materyali
Affan Özoğlu
11 gün önce
Üstad,KADİR MISIROĞLU
Bozkurt mahir
14 gün önce
"BEN TÜRK'ÜM" DİYORSANIZ BUNLARI DA BİLMEK ZORUNDASINIZ...

1. Tarihte Kurulan İlk Türk Devleti, Asya Hun Devleti
2. Türk Adı İle Kurulan İlk Milli Türk Devleti,I.Göktürk Devleti
3. Yerleşik Yaşama Geçen İlk Türk Devleti, Uygurlar
4. Yazıyı İlk Kullanan Türkler, II. Göktürk ( Kutluklar )
5. Avrupa’da Kurulan İlk Türk Devleti, Avrupa Hun Devleti
6. İstanbul’u İlk Kuşatan Türkler, Avarlar
7. Alfabeyi İlk Kullanan Türkler, Türgişler
8. Parayı ilk kullanan Türkler, Sibirler
9. İlk Türk Parasını Basan Türkler, Türgişler
10. Bizans’la Siyasal İlişki Kuran İlk Türkler, Göktürkler
11. Türk Tarihinin İlk Yazılı Antlaşması, Asya Hun-Çin Ant.
12. İlk Türk Alfabesi, Göktürk –Orhon Alfabesi
13. Töreyi yazı hale getiren ilk Türkler, Uygurlar
14. Türk Tarihi ile ilk yazılı belgeler, Orhun Kitabeleri
15. Tarihte ilk onlu sisteme dayalı ordu, Asya Hunları-Metehan
16. İlk Türk Hükümdarı, Teoman, Asya Hun Devleti
17. Türk adı ilk defa, ÇİN KAYNAKLARINDA Geçer.
18. Türklerin ilk başkenti, Ötüken
19. İlk hayvan sanat üslubu, İSKİTLER
20. İlk ceket, pantolon, kemer ve kemer tokası, İskitler
21. Yabancı dinleri benimseyen ilk Türkler, Uygurlar
22. Anadolu’ya ilk gelen Türkler, Hunlar
23. İlk atlı göçebe Türk uygarlığı, İskitler
24. Kâğıt ve matbaayı ilk kullanan Türkler, Uygurlar
25. Tarihte atı ilk evcilleştirilen millet, Türkler
26. İlk yazılı Türk Milli Tarih kaynağı, Orhun Kitabeleri
27. İlk yoğurt, pastırma ve konserve et, Türkler
28. En uzun destanı, Manas-Kırgızlar
29. Musevi olan tek Türkler, Hazarlar
30. İslamiyet’i kabul eden ilk Türk boyu,Karluklar
31. İlk Müslüman Türk devleti,Karahanlılar
32. İlk Müslüman Türk İmparatorluğu,Gazneliler
33. Mısır’da kurulan ilk Türk İslam Devleti, Tolunoğulları
34. Hicaz bölgesine hâkim olan ilk Türk devleti, İhşitler
35. Hindistan’a İslamiyet’i ilk götüren Türkler, Gazneliler
36. Türkçeyi resmi dil ilan eden ilk Türk Devleti, Karahanlılar
37. Türkçeyi resmi dil ilan eden ilk Türk Beyliği, Karamanoğulları
38. Türklerin Anadolu’daki ilk başkenti, İznik
39. İlk Türk denizcisi ve Amirali, Çaka Bey
40. Selçukluların Bizans’la yaptığı ilk savaş, Pasinler
41. Türk âleminin ilk sözlüğü, Divan-I Lügati’t Türk

“alıntı”
Bozkurt mahir
15 gün önce
*BU YAZIYI KİM YAZMIŞSA TEBRİK EDİYORUM. MUTLAKA SABIRLA SONUNA KADAR OKUYUN.! 🧠*
Osmanlıyı 1299 yılında Oğuz Türklerinin Kayı Boyu kurmuştur.
Osmanlı imparatorluğu;
- 1299 da kurulmuş, 1579'a kadar 3 asır YÜKSELMİŞ....
- 1579 dan 1699 kadar,
1 Asır DURAKLAMIŞ.
- 1699 dan 1919 kadar.
GERİLEMİŞ VE YIKILMIŞTIR.
Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı;
- Halifeliğe kadar olan Osmanlı... (1299-1517) Nam-ı diğer Türk İmparatorluğu
- 1517 tarihinde Halifeliğin alınmasından sonraki Araplaşan Osmanlı İmparatorluğumuz… Ve Araplaştıkça daha çok batan koca Osmanlı İmparatorluğumuz…
Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu...
Ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar…
O günkü şartlarda halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri Memlüklülerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler...
Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerdedir. (1517)
Ama çok büyük bir sorun çıkar, çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler...
İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur.
Bu yol Mısır’dan ve Arap diyarlarından seçilecek iki bin civarında ulemanın, Mollanın, Ebussuud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmeleri sağlanır...
İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir deyişle; Türk İslam’ının terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmesini sağlamak konusunda anlaşırlar.
Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta “bugün de kısmen olduğu gibi” Türk kelimesi yasaklanır, “Türk’üm!”, “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir.
Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşanın “Türk’üm!", “Türkmen’im!” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir.
Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine, Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur...
1603 yılına gelindiğinde artık Ehl-i Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır, kapatılır; yerine Halidî, Nakşî, Kürdî Tekkeler kurulur.
Yine bu dönem Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir,
1839 birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar. (Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir…)
Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilirler…
Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, böylece kırdırılırlar, ganimet bile toplatmazlar…
Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar…
Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak için de Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler.
Bu aşiretler ve boyların en büyükleri Avşarlardır, Halaçlardır, Mukri, Bayat, Beğdili, Evya, Yıvadır… Buna tarihimizde “Ekrad (kürtleşmiş) Türkmanlar” denir…
Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a gider. (Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır…)
Böylece yüzyıllarca başımızı ağrıtacak Kürt sorunu ve bu politikalar sonucu gelişir ve büyür.
Osmanlı öyle bir açmaza düşmüştür ki, ne halifelikten vazgeçebilir, artık ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir... Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmış, mezhepçiliğe kurban edilmiştir…
Mollalar, başta matbaa olmak üzere bir sürü saçma sapan fetva verirler…
Ve sonuçta Osmanlı’ya Rönesans’ı ıskalatırlar, Rönesans’ı İngiltere kapar…
Matbaa Osmanlı’ya ilk kez 1480’de Yahudiler ile gelir, sonra 1527’de Ermeniler matbaaya kavuşur. 1563’te ise Rumların matbaası vardır.
Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler, ta ki Batı Rönesans’ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani 240 yıl sonra, 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz; ama bilgiye sahip olmak için artık çok geçtir…
Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır:
1299’dan 1683 Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir Türk imparatorluğu (Osmanlı) varken; neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de Kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır?
Osmanlı bu dönemde; yani yaklaşık son 250 sene, 1683 Viyana Bozgunu’ndan, nihayet 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşını kazanana kadar tüm savaşları kaybetmiştir.
Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi mezhepçi politikalara dönülmeseydi; koca bir imparatorluk batar mıydı?
Ve yine; Yunus Emre'lerin, Hacı Bektaş'ların, Seyit Gazi'lerin, Ahmet Yesevi'lerin İslam’ı, İslam değil miydi?
Osmanlıyı kuran Şeyh Edebali'lerin İslam’ı, Akşemseddin'lerin İslam’ı İslam değil miydi de, Ebussuud'lara teslim edip batırdık koca imparatorluğu…
Bugün de aynı sürecin devam etmesi tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir.
Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi der ki:
*“Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”*
İşte bu yüzden "Arap sevici, mezhepçi" değil, Cumhuriyetçiyiz, Türk'üz, Atatürkçüyüz...
Ne Mutlu Türküm diyene...!!!
Alıntı.
Bozkurt mahir
16 gün önce
*BU YAZIYI KİM YAZMIŞSA TEBRİK EDİYORUM. MUTLAKA SABIRLA SONUNA KADAR OKUYUN.! 🧠*
Osmanlıyı 1299 yılında Oğuz Türklerinin Kayı Boyu kurmuştur.
Osmanlı imparatorluğu;
- 1299 da kurulmuş, 1579'a kadar 3 asır YÜKSELMİŞ....
- 1579 dan 1699 kadar,
1 Asır DURAKLAMIŞ.
- 1699 dan 1919 kadar.
GERİLEMİŞ VE YIKILMIŞTIR.
Gerçekte iki farklı Osmanlı vardı;
- Halifeliğe kadar olan Osmanlı... (1299-1517) Nam-ı diğer Türk İmparatorluğu
- 1517 tarihinde Halifeliğin alınmasından sonraki Araplaşan Osmanlı İmparatorluğumuz… Ve Araplaştıkça daha çok batan koca Osmanlı İmparatorluğumuz…
Aslında Türkler için her şey güzel gidiyordu...
Ta ki Halifelik sevdasına düşülene kadar…
O günkü şartlarda halifeliği olmazsa olmaz gören Yavuz Sultan Selim ile akıl hocası Şeyh İdris-i Bitlis-i ve diğerleri Memlüklülerin elinden Abbasi halifeliğini almak için Mercidabık ve Ridaniye savaşlarını tertip ederler...
Bu savaşların sonunda, kılıç zoruyla artık halifelik Türklerdedir. (1517)
Ama çok büyük bir sorun çıkar, çünkü Arap dünyası halifeliğin kendilerinden alınmasına şiddetle karşı çıkar ve Türk halifeye biat etmek istemezler...
İşte bu sorunu çözmek, Arapları, Türk halifeye bağlamak için Arapların da kabul edeceği bir orta yol bulunur.
Bu yol Mısır’dan ve Arap diyarlarından seçilecek iki bin civarında ulemanın, Mollanın, Ebussuud Efendilerin İstanbul’a davet edilerek, para, mal, mülk, arazi de verilerek kalıcı olarak yerleşmeleri sağlanır...
İmparatorluğu Araplaştırmak, diğer bir deyişle; Türk İslam’ının terk edilerek, Arap İslam’ına doğru evrilmesini sağlamak konusunda anlaşırlar.
Bu projeyi Araplar da destekleyince proje hayata geçer ve maalesef bundan sonra artık imparatorlukta “bugün de kısmen olduğu gibi” Türk kelimesi yasaklanır, “Türk’üm!”, “Türkmen’im!” diyen Kızılbaş diye aşağılanır, dışlanır, kafası kesilir.
Bu dönem sadece Kuyucu Murat Paşanın “Türk’üm!", “Türkmen’im!” dedikleri için kafasını kestirip, kuyulara doldurduğu insan sayısı 158 bindir.
Maalesef Osmanlının son 350 yılı ilk 250 yılın aksine, Türklere zulümle geçer, sıkı bir Arap tandanslı mezhepçilik kurulur...
1603 yılına gelindiğinde artık Ehl-i Beyt Türk Tekkeleri yasaklanır, kapatılır; yerine Halidî, Nakşî, Kürdî Tekkeler kurulur.
Yine bu dönem Kürtlere sayısız imtiyazlar verilir,
1839 birinci Tanzimat Fermanına kadar Kürtler askerlikten bile muaf tutulurlar. (Kürtlere Şah İsmail diyeti ödenir…)
Yine bu dönem Türkler, saraydan, ordudan ve müesses nizamdan tasfiye edilirler…
Türklerin askeri ve siyasi gücünü kırmak için bu Arap mollaların fetvalarıyla, serdengeçti birlikleri sadece Türklerden oluşturulur ve en ön safta savaştırılır, böylece kırdırılırlar, ganimet bile toplatmazlar…
Ganimeti de saraylardaki Arap mollalar ile işbirliği yapan yeniçeriler kendi aralarında paylaşırlar…
Ordudan, saraydan ve müesses nizamdan yavaş yavaş tasfiye edilen, kafası kesilen, sürgün edilen Türklerin bir kısmı bu mollalara kızar ve canını kurtarmak için de Kürtleşmeyi ana stratejik hedef olarak seçerler.
Bu aşiretler ve boyların en büyükleri Avşarlardır, Halaçlardır, Mukri, Bayat, Beğdili, Evya, Yıvadır… Buna tarihimizde “Ekrad (kürtleşmiş) Türkmanlar” denir…
Yine Kelkit’ten Hakkâri’ye kadar olan bölgede yaşayan Akkoyunluların büyük bir kısmı İran’a gider. (Bugün dünyanın en büyük Türk nüfusunun yaşadığı başkent Tahran’dır…)
Böylece yüzyıllarca başımızı ağrıtacak Kürt sorunu ve bu politikalar sonucu gelişir ve büyür.
Osmanlı öyle bir açmaza düşmüştür ki, ne halifelikten vazgeçebilir, artık ne de imparatorluğun kan kaybetmesini durdurabilir... Çünkü imparatorluğu kuran asli unsur Türkmenler dışlanmış, mezhepçiliğe kurban edilmiştir…
Mollalar, başta matbaa olmak üzere bir sürü saçma sapan fetva verirler…
Ve sonuçta Osmanlı’ya Rönesans’ı ıskalatırlar, Rönesans’ı İngiltere kapar…
Matbaa Osmanlı’ya ilk kez 1480’de Yahudiler ile gelir, sonra 1527’de Ermeniler matbaaya kavuşur. 1563’te ise Rumların matbaası vardır.
Bu meşhur mollalarımız her seferinde yeni bir fetva ile bizimkilerin matbaaya kavuşmasını engellerler, ta ki Batı Rönesans’ı ve aydınlanmayı yakaladıktan, yani 240 yıl sonra, 1727’de İbrahim Müteferrika’nın çabaları ile matbaaya kavuşuruz; ama bilgiye sahip olmak için artık çok geçtir…
Şimdi açıkça şu soru sorulmalıdır:
1299’dan 1683 Viyana Bozgunu’na kadar savaştığı tüm savaşları kazanan bir Türk imparatorluğu (Osmanlı) varken; neden son 250 yılda girdiği tüm savaşları kaybedip, bir de Kurtuluş savaşı yapmak zorunda kalmıştır?
Osmanlı bu dönemde; yani yaklaşık son 250 sene, 1683 Viyana Bozgunu’ndan, nihayet 1922’de Ankara, Haymana Ovası’nda yapılan Sakarya Savaşını kazanana kadar tüm savaşları kaybetmiştir.
Acaba; Halifelik ve akabinde yürütülen Türk düşmanı, Arap tipi mezhepçi politikalara dönülmeseydi; koca bir imparatorluk batar mıydı?
Ve yine; Yunus Emre'lerin, Hacı Bektaş'ların, Seyit Gazi'lerin, Ahmet Yesevi'lerin İslam’ı, İslam değil miydi?
Osmanlıyı kuran Şeyh Edebali'lerin İslam’ı, Akşemseddin'lerin İslam’ı İslam değil miydi de, Ebussuud'lara teslim edip batırdık koca imparatorluğu…
Bugün de aynı sürecin devam etmesi tarihten hiç ders almadığımızı göstermektedir.
Pir-i Türkistan Ahmet Yesevi der ki:
*“Din bir seçimdir, ama Türklük kaderdir!”*
İşte bu yüzden "Arap sevici, mezhepçi" değil, Cumhuriyetçiyiz, Türk'üz, Atatürkçüyüz...
Ne Mutlu Türküm diyene...!!!
Alıntı.
K_Cemal
21 gün önce
... Türkler; İslam'ı seçmekle kalmamış, kendilerini hak bildiklerine savunmaya adamıştır. Bir yerden sonra savunmayla birlikte Liderlik de üzerlerine farz olmuş, İslam'ın ilk yeşerdiği ve geliştiği Arap Milletinden daha fazla Halifelik süresine sahip olmuşturlar. Bu süreçteÜmmet'in en dar ve sıkıntılı anlarında abilik, yer yer babalık, yapmış; Çin'den İspanya'ya, Hidnistan'dan İngiltere'ye kadar kâfirin kabusu olmuştur.

Günümüzde Türklerin en güçlü devleti olan Türkiye; Selçuklu ve Osmanlı'nın devamı olan, 1000 küsurlük bir devlet olmasının yanı sıra, Cihan Devleti vasfını ve üzerine Halifelik makamını (tırtışmasız bir biçimde) birçok milletin bütün tarihinden daha fazla taşımış, güçlü ordusu ve bağımsızlığıyla -daha önce hiç sömürgeleşmemesiyle- milli hafızasıyla, liderlik için gereken şartları büyük oranda sağlamasıyla, Ümmet'in ekseriyetiyle kurduğu güçlü bağlarla tekrardan Halifeliği (ilk etapta İslam Birliği Başkanlığına) en güçlü adaydır.

Diğer adayları saymak gerekirse; Suudi Arabistan, İran ve Mısır diye biliriz. Bu üç ülkedense ilk ikisi (S.Arabistan ve İran) meshepsel bakış açıları sebebiyle gerçek bir liderlikten bahsedemez. Nitekim görüşleri Ümmet'in kahir ekseriyetiyle alakasız olup, kendileri dışında kalanlara karşıda düşmanca bir tavır sergilemektedirler. (İran için Suriye İç Savaşı, Suudlar için Yemen'e bakılması yererlidir.) Gerçke bir liderlik içinse kapsayıcı bir bakış açısı şarttır. Birlik sağlanacak yerde bir azınlığın liderlik yapması mümkün değildir.
Bilhassa Şia, devlet politikası olarak zaman zaman ortaya çıkan ve devletin dağılmasıyla hızla güç kaybedip asimile olan ve zayıf bir görüştür. Ehli-Sünnet'e bakışlarıysa onları kendi içlerinde yaşamaya sevk etmiş, kendilerini Ümmette yabancılaştırmıştır. Bunun yansımaları Suriye İç Savaşında görülmüş ve Şia, Ümmet için ciddi bir risk olarak kabul görmüştür.
Suudlarında Vehhabilik anlayışı Şia'ya benzer bir serüven yaşasa da 1800'lede ortaya çıkması ve gelişimini tamamlayamayışla toy kalmış, bu toylukları onlara "Devlet" tanımı yapmaktan bile alı koymuştur. Yansımalarınıysa Yemen'de gördük. İkisinin de Ümmet tarafından kabul görmesi muhtemel değildir.
Mısır; zayıf devlet yapısı, kendini kanıtlayan ayan ordusu, siyasi sorunları ve halkın liderlikten uzaklığı gibi ciddi sorunlarından dolayı potansiyeli yüksek lakin pratikte olmayan bir adaydır. Yaşadığı sorunlar bir yana; Mısır, İslam Medeniyeti için vaz geçilemeyecek yerlerden birisidir. Tarihi ve kültürü ile, İslam'ın geliştiği ve yayıldığı en önemli yerlerden birisi olmasıyla, halen devam eden Alimler silsilesiyle, Halifelik makamına ev sahipliği yapmışlığıyla, geçmişiyle ve gelecek potansiyeliyle -Halifelik için olmasa bile- önemli bir konumdadır.

Türkiye ise halkının böylesi ağır bir vazifeye hazır olmaması uğraşmak zorundadır.
Allah, bizleri vazife vaktinde hazır eylesin.
İstesek de istemesek de vazife omuzlarıma yüklenecek. O vakit kabul etmez yahut kaldıramazsak, altında bir biz değil, bütün bir Ümmet kalacaktır. Biz bunu Haçlılarda, Moğollarda, Sömürgecilik döneminde yaşadık. Bugün yaşananların mesluliyeti bizdedir. Bunu inkar etmek de fayda sağlamaz. Tarih birkez daha başrolü bize yazdı, oynamak zorundayız.
Bozkurt mahir
24 gün önce
YILANLARLA DANS...

" PKK'nın 50 yıllık şanlı mücadelesi" ve "PKK'nın kahraman şehitleri..." Vay vay vay, nerelere geldik?...

Bölücü narko-terör örgütü PKK’nın Kandil'deki Karayılan'ı ne demiş biliyor musunuz?

"Savaşta yenilgiyi kabul edenler masaya oturur, anlaşma ister, barış ister...
Benim böyle bir teklifim olmadı...
Demek ki yenilgiyi kabul eden TC'dir.
Ben büyük düşünüyorum.
Büyük Kürdistan'ı düşünüyorum...
TC, bana böyle bir teklifle gelmediği sürece silahları susturmam mümkün değil...
Kürtleri de, Türkleri de boşuna kandırmasınlar. "
Murat Karayılan

"Barış"ı hedeflediği söylenen, PKK'nın kendini feshetmesi yönünde karar alıp, silah bırakacağı iddia olunan 12. kongresi toplandı. MHP'li dostlar "Kan ve kin devri kapandı" dediler; AKP sözcüleri "PKK'nın ön şartsız silah bırakacağı" şeklinde açıklamalar yaptılar...

Ancak PKK üst yönetim kadrosundan açık kaynaklara sızan bilgilere göre "PKK talepleri doğrultusunda demokratikleşme" (???) ; "Apo'nun serbest bırakılması" gibi TC Devleti'ne PKK tarafından yüklenen ev ödevleri yanında "50 yıllık şanlı mücadelelerinin kahraman şehitleri" gibi laflar da sızdı...

Bu ne demek ...

TC 50 yıllık mücadelesinde haksızdı demek değil midir?

PKK'lı ölenler " Şanlı PKK mücadelesinin kahraman şehitleri" ise bizim asker, polis, korucu, bebek, çoluk çocuk, köylü, memur gibi onbinlerce kaybettiğimiz insanın adı ne olacak? Onlara birileri gibi "Kelle" mi diyeceğiz?

Adam kendisini "mısır denesi" insanları da kendisini yem yerine koyup yiyecek olan tavuklar zannedermiş.
Sıkı bir psikolojik/psikiyatrik kapalı devre tedavisi sonrasi nihai test için doktorların karşısına çıkartılmış. "Ben darı değilim, ben mısır denesi değilim" diye onlarca kez tekrarlatmışlar. Nihayet doktorlar birbirlerine bakıp "tamam artık düzeldi, mısır tanesi, darı olmadığını anladı, idrak etti, normalleşti, artık gidebilir" diye karar verirler. Kararlarını da kendisine ve refakatçi yakınlarına beyan ederler. Tam kapıdan çıkacaklarken zavallı adam doktorlara döner ve "tamam ben darı olmadığımı, mısır denesi olmadığımı anladım anlamasına da; bunu tavuklara kim anlatacak?"

AKP'liler, MHP'liler siz kendinizi tedavi ettirmiş olabilirsiniz ( "kan ve kin devrinin bitişi hakkında") Karayılan'a da anlatsanız...

"50 yıllık şanlı PKK geçmişinin kahraman şehitleri ..." deyince 50 yıl boyunca bu memleket evlatlarının mücadelesi "Şan ve şereften yoksun, haksız bir mücadele idi" demeye ve onbinlerce vatan evladının şehadeti boşa çıktı" demeye gelmez mi?

En iyisi bir daha düşünün bu işi...

10 Mayıs 2025

Şevket Bülend YAHNİCİ
Bozkurt mahir
24 gün önce
🏵️HİNDİSTÂN'DA GEÇMİŞ TÜRK-İSLAM DEVLETLERİ
(Prof. Dr. Ramazan Ayvallı
ramazan.ayvalli@tg.com.tr-29 Nisan 2025)
✅TÜRK-İSLAM DEVLETLERİ
▶️1- Âdilşâhlar (Bicapur Devleti)
Hindistân’da Bicapur Devleti hükümdârlık âilesidir. Hânedânın ve devletin kurucusu olan Yûsuf Âdil, Behmenîlerin hâssa askerlerinden idi. ☑️İkinci Muhammed Şâhın takdîrini kazanarak yükseldi. Muhammed Şâhın vefâtından sonra, taht kavgalarından faydalanarak Bicapur’un idâresini eline geçirdi. Âilesiyle Bicapur’a gidip, 1490 (H. 896) senesinde Şâh unvânını aldı ve bağımsızlığını ilân etti...
☑️1504 senesinde Yûsuf Âdilşâh, Şîîliği, devletinin siyâsetine esâs olarak kabûl edince, ülkede ayaklanmalar başgösterdi. 1516 senesinde vefât edince, yerine onüç yaşındaki oğlu İsmâîl Âdilşâh geçti. Fakat vefâtından önce Kemâl Hânı oğluna vasî tâyin ettiği için, bir süre devleti Kemâl Hân idâre etti.
☑️Kemâl Hân, Cuma hutbesini dört hak mezhepten biri olan Hanefi mezhebine uygun olarak okuttu. Ehl-i Sünnet itikâdına uymayı devletin resmî siyâseti olarak kabûl etti...
☑️1579’da Ali Âdilşâh’ın yerine hükümdâr olan İkinci İbrâhîm Âdilşâh’ın dönemi, Bicapur Devleti'nin en parlak yılları oldu. İbrâhîm Şâh, Hindistân'ın en büyük İslâm Devleti olan Gürgâniye Hânedânlığı ile iyi münâsebetler kurdu... Hindistân’ın Dekken bölgesinde Bicapur’a iki yüz yıla yakın hâkim olan Âdilşâhlar, bölgede Türk hâkimiyetini kurdular.

▶️2- Bâbür İmparatorluğu
Hindistân’da kurulan Türk-İslâm devletlerinin en büyüklerindendir. Timur’un beşinci torunu Bâbür tarafından 1526’da kurulmuştur.
☑️1483’te Fergana’da dünyâya gelen Bâbür, 1494’te babası Ömer Şeyh Mirzâ’nın ölümü üzerine Fergana hükümdârı oldu. 1504’te Kâbil’i, daha sonra Kandehâr’ı alarak orada yerleşti.
☑️1508 Eylül’ünde ilk defa Hindistân’a akın yaptı. Üç ay süren bu akında, ülkeyi tanıdı ve pekçok ganîmet elde etti. Kasım 1519’da Hayber’i geçerek Hindistân’a girdi. Peşâver yakınlarına geldi. Beş defa Pencap’a sefer yaptı.
Bu seferler neticesinde, Kuzey Hindistân’ı fethetti.
☑️Kasım 1525’te Hindistân’ı fethetmek üzere Kâbil’den hareket etti. 21 Mayıs 1526’da Pânipat Meydân Muhârebesinde İbrâhîm Lûdî’nin büyük ordusunu yok etti. Böylece Hindistân Türk İmparatorluğu tâcı, Bâbür’e geçmiş oldu. Aralık 1526’da dünyânın en büyük şehirleri arasında olan Delhi, Agra ve Hanpur fethedildi. Bâbür şâh, Agra’yı başkent yaptı.

▶️3- Behmenîler
Hindistân’ın Dekken bölgesinde kurulan Müslümân-Türk Hânedânlığıdır.
☑️Tuğluk-Türk sultânlarından Muhammed bin Tuğluk zamanında çıkan iç karışıklıklarda, Alâeddin Hasan Behmen Şâh, Dekken bölgesinde bağımsızlığını ilân etti ve Gülberge şehrini pâyitaht yaptı. Elinde bulunan toprakları; dört vilâyete böldü. Bağımsızlığını ilân etmesine yardımcı olan beyleri bu vilâyetlere vâlî tâyin etti.
☑️Alâeddin Hasan’ın saltanatı, Hindulara karşı seferlerle geçti. Devleti, Mısır’daki Halîfe tarafından tanındı. 1358 senesinde Gucerat’a karşı yaptığı seferde hastalanıp vefât etti. Yerine oğlu Muhammed geçti. Muhammed Şâhın ilk işi, devlet ve ordu teşkilâtını kurmak oldu.

▶️4- Cavnpûr Şarkî Devleti:
Hindistân’ın Cavnpûr bölgesinde 1394 senesinde Melik Server adında bir bey tarafından kurulan bir devlettir.
☑️Tuğluk Sultânı Mahmûd, Delhî’nin doğusunda ayaklanan Hindûlara karşı Melik Server’i gönderdi. Bölgede sükûneti sağlayan Melik Server, "Sultanüş-Şark" ünvânıyla Cavnpûr’da bağımsızlığını ilân etti. Kısa zamanda topraklarını genişletti.
☑️Tîmûr Hânın Hindistân Seferi sırasında tarafsız kaldı. Fakat o sene vefât etti (1399). Yerine evlâtlığı Melik Karanfil geçti. Melik Karanfil, "Mübârek Şâh" ünvânını alarak kendi adına hutbe okuttu ve para bastırdı.

▶️5- Delhî Türk Sultânlığı:
Hindistân’daki Müslümân Gûrlu Devletinin komutanlarından Kutbeddîn Aybeg tarafından Delhi’de kurulan Türk devletidir. Bu devlete; Muizzîler, Halacîler, Tuğluklar ve Seyyidler olmak üzere dört Türk sülâlesi birbiri arkasından hâkim oldular.
☑️İslâmiyet, Aşağı İndüs vâdisine ilk olarak Emevîler devrinde girmişti. Sonraları, Hindistân içlerine Müslümân askerî kuvvetlerini ilk getiren Gazneli hükümdârlarıydı. Gazneliler, Pencab bölgesini ele geçirerek, burayı Hindistân’daki dâimî merkezleri yaptılar. Lahor merkez olmuştu.
☑️Gaznelilerin yerini alan Gûrlular için Pencab, Hindistân’ın fethi için önemli bir merkezdi. Gûrlu Hânedânından, 1173 senesinden sonra Gazne’de hükümdâr olan Şihâbüddîn (Muizzüddîn) Muhammed, Ganj Ovasında hâkimiyetini genişletti. Muînüddîn Çeştî hazretlerinden aldığı işâretle, Ecmir’i fethetti. Emrindeki Türk asıllı kumandânlarından Kutbeddîn Aybeg’i bütün Hindistân’ın fethiyle vazîfelendirdi.
☑️Hindistân’da İslâmiyetin yayılmasında önemli rol oynayan Muizzüddîn, 1206 senesinde ölünce, Lahor’a giden Kutbeddîn Aybeg, sultânlık teklîfini kabûl etti. Kuzey Hindistân’a hâkim olup, Delhi Türk Devletinin temelini attı.

▶️6- Fârûkîler (Handeş Devleti):
Hindistân’da Gucerât bölgesinin batısındaki Handeş ülkesinde 1399-1601 yılları arasında iki yüz yıl hüküm süren bir hânedândır.
☑️Devletin kurucuları, kendilerinin ikinci İslâm Halîfesi Hazret-i Ömerül-Fârûk’un torunları olduklarını söyledikleri için “Fârûkîler” denilmektedir.
☑️Hânedânın kurucusu Melik Râcî, önceleri Behmenîlerin hizmetinde bulunuyordu. Daha sonra Dehli Sultânı Üçüncü Fîrûz Şâhın hizmetine girdi ve onun tarafından kuzey Dekken’de Handeş bölgesine vâli tâyin edildi. Tuğlukîlerin çöküş yıllarında ise istiklâlini îlân etti.
☑️Melik Râcî’nin ölümü üzerine yerine geçen oğlu Nâsır Hân, Hinduların elinde bulunan Asirgarh şehrini zabtetti. Daha sonra buranın yakınında Burhânpur adı ile yeni bir şehir kurdu ve devlet merkezini de buraya taşıdı.
☑️1437’de Behmenîlerin istilâsına uğrayan Handeş Devleti, birinci Âdil Han ve Birinci Mübârek Han devirlerinde de, Gücerât Sultanlığının nüfûzu altına girdi. İkinci Âdil Hân (1457-1503) döneminde Fârûkîler, en parlak devirlerini yaşadılar.
📌 Derleyen: Sefer EREN
İŞTE BÖYLE. HER YERDE TÜRK İZLERİ VAR. BU İZLERE ULAŞMAK LAZIM. AMA BU GİDİŞATLA ZOR GİBİ. İNŞALLAH OLUR...
Bozkurt mahir
1 ay önce
CUMHURİYET ARAP DÜŞMANLIĞI MI ÜRETTİ?..

Suriye ve Filistin Cephesi’nde Arapların Müslüman(!) önderi Edward Lawrence komuta ettiği Bedevi süvari alayına şöyle bağırıyordu:

“Esir almak yok!.. Hücuuum!..”

Filistin Cephesi’nden Anadolu’ya doğru çekilmekte olan Türk ordusu yorgundu, perişandı; at arabalarının üstünde, ilkel sedyelerde yaralılar taşınıyordu; kiminin başı, kiminin omuzu, kiminin kolu sargılıydı… Binlerce bedevi atlısı eğri kılıçları ile Türk ordusuna arkadan saldırdılar. Türk Mehmetçiğinin kelleleri, kolları havada uçuşup çölün kızgın kumlarına düşüyordu. Teslim olmak için el kaldıranların önce kolları, sonra kelleleri alındı. “Ümmet kardeşimiz” Edward Lawrence’nin “Esir almak yok!..” buyruğuna harfiyen uymuştu.

Yüzyıl sonra Beştepe sarayından İbrahim Kalın’ın sesi yükseldi:

“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti.”

***

Suriye ve Filistin Cephesi’nde Lawrence’nin komuta ettiği Bedevi süvari alayının eğri kılıçlarından kellesini kurtaran, yaralı iki bin Mehmetçik Şam’daki hastaneye yatırılmıştı. Hastane dolup taşmış, yüzlerce kişi avludaki sedyelerde yatıyordu. Yeterli sağlık personeli yoktu, ilaç yoktu, narkoz yoktu… Cerrahlar sivri uçlu bıçakları ile yaraya girdiğinde feryatlar göğe yükseliyordu…

İşte öyle bir günde geldi Bedevi atlıları… Lawrence bile “Lanet olsun bunlara” deyip Filistin cephesinden ayrılıp Mısır’a dönmüştü. Ama Bedevi katilleri Türk kanı içme isterisi ile önce hastane avlusunda yatan yaralıların göğsünü hançerle deştiler, sonra hastane odalarına daldılar.

Sağlık personeli dahil, kurtulan tek kişi olmamıştı.

İngiliz gözlemci subayları bile isyan etmişti:

“Bu kadar da vahşet olmaz!.. Evet biz Arapları destekledik ama hastane baskını da istemedik ki…”

Yüzyıl sonra Beştepe sarayından İbrahim Kalın’ın sesi yükseldi:

“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti.”

***

24 Aralık 1963’de Kıbrıs Rum Lideri Makarios tarafından kurulan cinayet örgürü EOKA Tabib Tuğgeneral Nihat İlhan’ın evini basıp eşi ve üç çocuğunu banyoda vahşice öldürdüler. Nihat İlhan cenazeleri kendi elleriyle yıkayıp defnetti.

Lefkoşe’nin Türk mahallerinde 39, Girne’de 7, Baf’da 49, Larnaka’da 21 ve Magusa’da 21 Türk daha Makarios’un cinayet örgütü tarafından katledildi. Toplamda 364 Türk can vermişti.

İşte o günlerde Filistin Lideri Yaser Arafat Kıbrıs’a geldi, Makarios ile kucaklaştı ve şöyle dedi:

“Filistin Halkı Kıbrıs Rumlarını ve haklı mücadelelerini desteklemektedir.”

Bu sözler Türk milletinin yüreğine isli bir ocak taşı katılığında oturmuştu.

Ve Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın Uygur Türklerine soykırımı destekleyen demeci:

“Doğu Türkistan’da Çin haklıdır!..”

“Mavi Vatan” mücadelesinde, Filistin ve Arap dünyası Yunanistan’ın yanında, Girit’e Suud uçakları indi, “Pilotlar sizden, uçaklar bizden”…

Ve Beştepe sarayından yükselen kalın ses:

“Cumhuriyet Arap düşmanlığı üretti...”

Takdir Yüce Türk Milletindir.

Alper Aksoy
Bozkurt mahir
1 ay önce
Kürşat Zorlu'ya Yaşar Yurtseven okkalı bir yanıt vermiş. Okuyun, siz de hak verecek misiniz?.. Ben verdim.

GÜNÜN EN İYİ PAYLAŞIMI:

Bugün Aşağı Ayrancı'da Aslan Gençer abiye uğradım.
Havadan, sudan, doğal beslenmeden, şekerden tansiyondan söyleştik, konu geldi siyasete..
Dedi ki;
"Şu Orta Asya'daki üç Türk devletinin Güney Kıbrıs'la siyasi ilişki kurmasına bozuldum ama adamlar haksız değil."
Ve konuyu açtı;
"Sen Türkiye olarak onlara ağabeylik yapacağına, siyasi, ekonomik, askeri, eğitim, sağlık, teknoloji konularında destek olacağına..
● Kalkıp haritada yerini bilmediğin Sudan, Somali, Katar, Mynmar'a yatırımlar yaparsan..
● Hayvancılıkta lider ülke olan Kazakistan'ı görmeyip Brezilya'dan Angus sığırı getirirsen..
● Uçsuz bucaksız tarım arazileri olmasına rağmen buğdayı oradan almazsan..
● Petrol için aklına gelmezse..
● Çin'deki Uygur Türklerine yapılanları görmezden gelip, sabah Filistin, akşam Gazze diye ağlarsan...
● Mısır'daki darbeyi aylarca siyaset malzemesi yapıp, Türk ortaklığı için söz ve girişimlerde bulunan Nazarbayev'in devrilmesine ses çıkarmazsan..
● Türk cumhuriyetleri ile doğru dürüst bir ilişki kurmazsan, onlar için 'Aksakallı'nın ne olduğunu bilmeyip Binali Yıldırım'a o ünvanı verirsen..
● Türk dünyasına sırtını dönüp, yüzünü Arap dünyasına çevirirsen..
● Seni mevali (köle) görmelerine rağmen, onları uçak kapılarında karşılayıp uğurlarsan, çocuklarının elini öpersen...
● Ve bu Arap dünyası Gazze dahil hiç bir konuda seninle aynı yerde durmazken, sana fayda sağlamazken..
Türk devletlerİ Güney Kıbrıs'I tanıyınca ağlamayacaksın."
Evet onlara kızdık söylendik ama bu gerçekleri unutamayız ki.

Yaşar Yurtseven
Bozkurt mahir
2 ay önce
İsrail, Türkiye’ye meydan okurken...

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto ile ortak basın toplantısında, “Önümüzdeki dönemde Gazze'nin yeniden inşasında ve Filistin davasının savunulmasında Endonezya ile birlikte çalışmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da, Antalya Diplomasi Forumu'nda konuştu ve Filistinlileri yerinden eden bir anlaşmaya Türkiye’nin evet demeyeceğini belirterek “Katar, Mısır ve ABD'nin öncülük ettiği ateşkes görüşmelerini destekliyoruz. Arap ligi tarafından kabul edilen Gazze'nin yeniden inşası planını destekliyoruz. İsrail'e Filistinlilerle barışma ve ateşkes ilan etme çağrısında bulunuyoruz.” dedi.

İki konuşmayı birlikte değerlendirirsek, Gazze’nin yeniden inşası ihale edilmiş de ihale Türkiye’ye verilmiş gibi bir tablo ortaya çıkıyor!

İhale Türkiye’ye verilmişse, hak edişleri kim ödeyecek? Arap ligi mi?

***

Bu arada Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto’nun, “Gençken bir ikonum vardı, hayranlık duyduğum biri vardı; benim kahramanım benim ikonum Mustafa Kemal Atatürk'tü. Fatih Sultan Mehmet de idol ve kahramanlarımdan biriydi. Sadece Endonezya'da değil. Ben küresel güneyden bahsediyorum. Özellikle gelişmekte olan ülkelerden bahsediyorum. Tüm bu ülkelerde Mustafa Kemal bir idoldür ve bir örnektir, cesaretin bir temsilidir. Bir lider örneğidir, bir vatansever örneğidir. Bir vazgeçmeme örneğidir. Azim örneğidir.” sözleri TRT tarafından verilmedi ve Erdoğan-Dem Parti görüşmesi haberine geçildi!

Ne hazindir ki bugünkü Türkiye, açıkça söyleyemeseler de Atatürk’e kin güdenler tarafından yönetiliyor!

***

Bugünlerde bütün önemli haberler, İsrail etrafında oluşuyor! Jerusalem Post gazetesinin “İsrail'den Türkiye'ye: Suriye'deki asker konuşlandırmasında değişiklik, kırmızı çizgimizdir” başlıklı haberinde “Azerbaycan’da Türkiye ve İsrail heyetleri arasında yapılan görüşmelerde, tarafların bölgedeki çıkarlarını ortaya koyduğu ve güvenlik istikrarının sağlanması amacıyla diyaloğun sürdürülmesi konusunda mutabakata varıldığı belirtildi. Bir kaynak, İsrail'e tehlike oluşturacak herhangi bir eylemin Suriye hükümetini de riske atacağını söyledi” denildi.

İsrail, Hama’da Türkiye’nin hava savunma sistemi kurmak istediği askeri üssü bombalamıştı...

washingtoninstitute’de yayınlanan analizde ise “Ankara, Şam ile daha derin siyasi, ekonomik ve askeri iş birliği peşinde koşarken, İsrail'in sınır ötesi askeri müdahaleleri artıyor ve yetkililer Suriye'de silahsızlandırılmış bir bölge kurmak istediklerini belirtiyorlar. Washington ise şu anda Şara'nın eski bir cihatçı olarak görülmesi gerektiğine inananlar ile onunla etkileşime girmeye değer olduğuna inananlar arasında bölünmüş durumda. Dışişleri Bakanlığı, Washington'ın ülkeye uyguladığı Esad dönemi yaptırımlarını kaldırabilmesi için Şam'ın karşılaması gereken kriterlerin bir listesini yayınladı; o zamana kadar ABD yaptırımları ekonominin yeniden inşası önünde önemli bir engel olmaya devam ediyor.” denildi.

***

Milli Savunma Bakanlığı eski genel sekreteri Ümit Yalım, Yunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dimitrios Choupis’in, 3 Nisan 2025’de Aydın İl sınırları içinde bulunan Bulamaç Adası’na, 04 Nisan 2025’de de Muğla İl sınırları içinde bulunan Kalolimnoz ve Keçi adalarına gelerek Yunan bayrağı altında Türkiye’ye meydan okuduğunu açıkladı.

Yalım, “Genelkurmay Başkanı Metin Gürak, 04 Nisan 2025’de, İspanya’da NATO Birleşik Hava Harekât Merkezi’nde brifing alırken, Mevkidaşı Yunan Genelkurmay Başkanı Dimitrios’u taşıyan Yunan Askeri Helikopteri, Türk Hava Sahasını ihlal ediyordu.” dedi.

Ayrıca Ege´de düzenlenen Iniochos 2025 hava tatbikatına, ABD ve Yunanistan öncülüğünde İsrail, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kıbrıs Rum Kesimi, Hindistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Polonya, Slovenya ve İspanya katıldı.

Şalom gazetesi, “Tatbikatın amacı, Doğu Akdeniz’de istikrarı sağlamak ve ticaret yollarının güvenliğini garanti altına almak olarak açıklandı. Ancak organizasyonda Türkiye'nin yer almaması, bölgesel güç dengeleri açısından dikkat çeken bir gelişme oldu.” diye yazdı.

Türkiye, Ege’de Mavi Vatan’ı da kendi adalarını da fiilen bırakmış durumda...

***

Toparlayalım... İsrail, ABD ve İngiltere desteğinde, Filistin’de, Suriye’de ve Ege’nin her yerinde Türkiye’ye meydan okuyor. Yunanistan, Türk adaların işgal etti, hava sahasını ihlal ediyor ve Kıbrıs Rum Kesimi, Türk Cumhuriyetleri tarafından Kıbrıs devleti olarak tanındı!

Bu aşamada PKK, Suriye’deki MOSSAD destekli SDG’ye yani YPG’ye katıldı bile. Bunu açıklayan da Hakan Fidan’dır. Fidan, “PKK'nın 2 bine yakın kadrosu şu anda SDG yönetiminin tepesinde oturuyor.” demişti.

Türkiye, dört bir taraftan sıkıştırılırken Erdoğan, Gazze’yi yeniden inşa etmekten söz ediyor!

Arslan Bulut
12 Nişan 2025
Yeniçağ Gazetesi
Bozkurt mahir
2 ay önce
NİYE GENÇ OSMAN’IN TORUNUYUM DİYEMİYORSUN ?
ÇÜNKÜ ;
ONU BİR AY GECELİ GÜNDÜZLÜ TECAVÜZ ETTİKTEN SONRA BOĞANLAR SENİN DEDELERİNDİ !....
BEN TÜRK’ÜM DİYEMEZSİN. ÇÜNKÜ SEN TÜRK DEĞİLSİN.
SEN NE DERSİN. ANCAK VE ANCAK BEN OSMANLI TORUNUYUM
DERSİN.
İYİ DE, OSMANLININ İÇİNDE KAVM-İ SADIKA DEDİKLERİ, ERMENİLER DE BEN OSMANLININ TORUNUYUM DİYOR, SENİN GİBİ,
KAVM-İ NECİP DEDİKLERİ ARAPLAR DA ,
BEN OSMANLININ TORUNUYUM DİYOR, SENİN GİBİ,
GENÇ OSMANI ; BOĞAN, TECAVÜZ EDEN YENİÇERİLERİN TORUNLA
RI DA, BEN OSMANLININ TORUNUYUM DİYOR, SENİN GİBİ.
SIRP, HIRVAT, RUM, RUS, VEZİRLERİN, PAŞALARIN SADRAZAMLARIN
ÇOCUKLARI, TORUNLARI DA
BEN OSMANLININ TORUNUYUM DİYOR, SENİN GİBİ.
ANADOLU'DA 100 000 TÜRKMENİN BAŞINI KESTİREREK KUYULARA
DOLDURAN HIRVAT SADRAZAM KUYUCU MURATIN ÇOCUKLARI DA BEN OSMANLININ TORUNUYUM DİYOR, SENİN GİBİ.
AMA !
BUNLARDAN HİÇ BİRİSİ BEN TÜRKÜM DİYEMİYOR, SENİN GİBİ.
ÇÜNKÜ BUNLARIN HİÇBİRİSİ DE TÜRK DEĞİLDİ, TIPKI SENİN GİBİ.
SEN ; BEN OSMANLININ TORUNUYUM DERKEN ;
KENDİ OĞLU MUSTAFAYI VE TORUNLARINI GÖZÜNÜ KIRPMADAN
ÖLDÜREN, ANADOLU'DA HAKKINI ARAYAN TÜRKMENLERİ, HIRVAT
SADRAZAMI KUYUCU MURAT MARİFETİYLE KAFALARINI KESTİREREK KUYULARA DOLDURTAN, ZAMANINDA TÜRKÇE, RUMCA VE HIRVATÇANIN ORTAKDİL OLARAK KULLANILDIĞI DEVLETTE GÖREV ALMAK VE YÜKSELMENİN TEK ŞARTININ MÜSLÜMAN VE
TÜRK OLMAMAK OLDUĞU DÖNEMİN PADİŞAHI KANUNİ’NİN TORUNUYUZ DER, ADINI DA HER YERLERE VERİRSİNİZ.
YA DA;
MISIRA SEFERE GİDERKEN ANADOLUDA 40 000 TÜRKMENİ KILIÇTAN GEÇİREN, HALİFELİĞİ ALDIKTAN SONRA, ARAP EŞARİ DİN ADAMLARINI YURDUMUZA GETİREREK, AKLA DAYALI MATURİDİ
İNANCIMIZI ORTADAN KALDIRAN, DOĞU DA BABA KURTHAN GİBİ
TÜRK AŞİRETLERİNİN ADINI BABA KÜRDİ DİYE DEGİŞTİREREK VE
İLK DEFA O BÖLGEMİZE KÜRDİSTAN DİYEN, ALEVİ SUNNİ, TÜRK
KÜRT BÖLÜNMESİNİ YAPIP O GÜN BUGÜNDÜR KARDEŞ KANI DÖKÜLMESİNİN BAŞ SORUMLULARINDAN OLAN YAVUZ SULTAN
SELİM’İN TORUNUYUZ DERSİNİZ. İSMİNİ DE HERYERE KUTSAL BİR ŞEYMİŞ GİBİ VERİRSİNİZ.
ÇÜNKÜ AYNI ÇİZGİDESİNİZ ONLARIN İZİNDESİNİZ. ONLAR TÜRK
MİLLETİNE NE YAPTILARSA, NASIL BAKTILARSA SİZDE AYNISINI
YAPMAK İÇİN YANIP TUTUŞUYORSUNUZ.
AMA!
SULTAN II OSMAN’I YANİ “GENÇ OSMAN”I HİÇ TANIMAZSINIZ.
ONUN TORUNU DA DEĞİLSİNİZ, O'NUN ADINI DA ÖYLE HAR YERE
VERMEZSİNİZ.
ÇÜNKÜ ;
O TÜRKÇÜ İDİ. ÇÜNKÜ O AVRUPALILARIN 168 YIL SONRA FRANSIZ İHTİLALİ İLE GÖREBİLDİKLERİ MİLLET GERÇEĞİNİ,
O ,1621 YILINDA DÜNYA GÜNDEMİNE SOKMAYA ÇALIŞIYORDU.
O SANKİ “TÜRK AYDINLANMASINI SAĞLAMAK İSTİYORDU. EĞER
BAŞARSAYDI, OSMANLI DEVLETİ, ÇAĞIN İLERİSİNDE BİR ZİHNİYET TEMSİLCİSİ OLABİLİRDİ.”
PEKİ NE YAPMAK İSTİYORDU GENÇ OSMAN ?
-ÖNCELİKLE “SOYSUZ YENİÇERİLERİ YOK EDİP, YERİNE ANADOLU TÜRK'ÜNÜ DOLDURMAK.
-DÖNME VE DEVŞİRMELERİN KÖKÜNÜ KURUTMAK.
-FİTNE KAYNAĞI YABANCI KADINLARLA DOLU HAREM’İ ORTADAN KALDIRIP, SARAY’A TÜRKTEN BAŞKA KADIN SOKMAMAK
-DEVLET MERKEZİNİ TÜRKLÜĞÜN BAĞRINA, ANADOLUYA TAŞIMAK.
-DİN ADAMLARINI DEVLET İŞLERİNE KARIŞTIRMAMAK.
-SARAY GELENEKLERİNİ, KIYAFETLERİNİ, ESKİYEN KANUNLARI DEĞİŞTİRMEK.
YALNIZ GENÇ OSMANIN BU DÜŞÜNCELERİ, SOYSUZ YENİÇERİLER
TARAFINDAN ÖĞRENİLMİŞTİ. BUNUN ÜZERİNE O SOYSUZLAR
HEM PADİŞAH, HEM HALİFELERİ OLAN GENÇ OSMANI YAKALAYIP ORTA CAMİ AVLUSUNA GETİRDİLER. SONRA DA ÇIRIL ÇIPLAK SOYUP BİR AT ARABASINA BİNDİREREK, ÇOK ÇİRKİN HAREKETLERLE YEDİKULE ZİNDANLARINA GÖTÜRDÜLER. ZİNDANDA GERÇEKTEN
ÇOK ÇİRKİN HAREKETLERDE BULUNARAK ÇİRKİN TECAVÜZLERDE
BULUNDULAR. DAHA SONRA BOĞAZINA İP TAKARAK ÖLDÜRDÜLER.
GENÇ OSMAN’IN 1621’DE YAPMAK İSTEYİPTE YAPAMADIKLARININ
TAMAMINI BÜYÜK ATATÜRK 302 YIL SONRA GERÇEKLEŞTİRDİ.
ATATÜRK BU YAPTIKLARI İLE GENÇ OSMAN’INDA İNTİKAMINI
ALMIŞ OLUYORDU.
ŞİMDİ.
O GÜN GENÇ OSMAN’A KİMLER ŞEREFSİZCE SALDIRARAK O ŞEREFSİZLİKLERİ YAPARAK CANINI ALMIŞLARSA,
BU GÜN DE;
BÜYÜK ATATÜRK’E ŞEREFSİZCE SALDIRANLAR, O ŞEREFSİZLERİN ŞEREFSİZ KÖKSÜZ TORUNLARIDIR.

Nejat Gölbaşı alıntı
Bozkurt mahir
2 ay önce
Bunu Biliyor muydunuz?

Çerkesler ya da Adigeler, Kuzey Kafkasya'da, tarihi Çerkesya'nın yerli halkı olan etnik grup. Rus İmparatorluğu tarafından işlenen Çerkes Soykırımı'nın sonucunda Çerkeslerin çoğu öldürülmüş, kalanlar ise Osmanlı topraklarına sürülmüştür. Çerkesler Çerkesçe konuşur ve neredeyse tamamı Sünni Müslümandır.

Çerkesler ya da Adigeler (Çerkesçe: Адыгэхэр), Kuzey Kafkasya'da, tarihi Çerkesya'nın yerli halkı olan etnik grup.
Rus İmparatorluğu tarafından işlenen Çerkes Soykırımı'nın sonucunda Çerkeslerin çoğu öldürülmüş, kalanlar ise Osmanlı topraklarına sürülmüştür.

Çerkesler Çerkesçe konuşur ve neredeyse tamamı Sünni Müslümandır. Çerkesya eski zamanlardan beri istilalara maruz kalmıştır; izole edilmiş arazisi, bitmeyen savaşlarla birlikte Çerkes ulusal kimliğini büyük ölçüde etkilemiştir.

Çerkes bayrağı Çerkeslerin millî bayrağıdır ve yeşil zemin üzerinde dokuzu yay, üçü yatay şekilde on iki altunî yıldız ve üç çapraz oktan oluşur.
Çerkesler (Adığeler)
Адыгэхэр

Çerkes bayrağı ile çocuklar

Çerkeslerin yaşadığı ülkeler
Önemli nüfusa sahip bölgeler
Türkiye Türkiye
2.000.000 — 3.000.000
Rusya Rusya
751.487
Ürdün Ürdün
170.000
Suriye Suriye
100.000
Mısır Mısır
50.000
Almanya Almanya
40.000
Irak Irak
30.000
Suudi Arabistan Suudi Arabistan
15.000
Libya Libya
15.000
İran İran
10.000
Amerika Birleşik Devletleri ABD
9.000
İsrail İsrail
5.000
Özbekistan Özbekistan
1.257
Ukrayna Ukrayna
1.010
Polonya Polonya
1.000
Hollanda Hollanda
500
Diller
Çerkes dilleri
(Adigece ve Kabardeyce)
Türkçe, Rusça, Arapça, İbranice, İngilizce
Din
Çoğunluk:
İslam (Hanefi Sünni)
Azınlık:
Ortodoks Hristiyanlık
Çerkesler yerleştikleri bölgelerde önemli roller oynamışlardır: Türkiye'de Çerkesler geldikleri andan itibaren büyük roller üstlenmiş, Türk Kurtuluş Savaşında var olmuştur;
Ürdün'de başkent Amman'ı kurmuş ve ülkedeki neredeyse tüm önemli pozisyonlarda bulunmuşlardır; Suriye ve Libya'da orduda üst rütbelere sahiptirler; Mısır'ın kurucu unsurlarından biridirler.
Türkiye'de yaşayan Çerkesler ve diğer diaspora Çerkesleri Kafkasya'dan sürgün edilmeleri tarihini 21 Mayıs 1864 Çerkes Sürgünü ve Soykırımı Anma Günü olarak kabul etmektedirler.
Bozkurt mahir
2 ay önce
MORRIS 🚬
Manisa’da Sefarat Yahudilerinden fakir bir ailenin bir erkek çocuğu olur.
İsmini Morris koyarlar.
Morris dokuz yaşında kuşpalazı hastalığına yakalanınca ölümle burun buruna gelir.
Şinasi isimli bir Müslüman doktorun tedavisi neticesinde iyileşince, ailesi ona Şinasi ismini de verir.
Bu bir vefa borcudur.
Bu vefa anlayışı Morris’in ruhuna da işleyecektir.
Derken, Morris on beş yaşına gelince fakir olan ailesine yardım etmek için Yahudi mezarlığında bekçi olarak işe girer.
Okuma yazması olmadığından işten atılır.
Sebebi ise, dışarıdan bir Yahudi ailesi gelir ve mezarlıktaki yakınlarının mezarını görmek ister fakat mezarın yerini bilmiyorlar.
Morris ise okuma bilmediğinden mezarın yerini gösteremez.
Bu aile, karşılaştığı durumu bölgenin Yahudilerine bildirerek Morris’i işten attırır.
İş arayan Şinasi, 1870 yılında henüz 15 yaşlarında iken yine Yahudi olan Garofolo isimli bir tütün tüccarının yanında işe girer.
Kısa zamanda patronunun gözüne giren Morris, gösterdiği başarıdan dolayı patronu tarafından Mısır’a götürülür. Orada da gösterdiği başarılardan dolayı artık patronuyla dost olmuştur.
Morris 1890 yılında Amerika’ya gitmeye karar verir. Patronundan aldığı 25 bin dolarla yeni dünyaya geçer. Orada, Şikago Beynelmilel Fuarında bir sigara yapıştırma makinesi sergiler.
Bu makine oldukça ilgi görür. Buradan kazandığı para ile hem Garofolo'ya olan borcunu öder, hem de bir iş kurma imkânı bulur.
Yıl 1903’e geldiğinde ABD devleti Akdeniz’de ticaret yapabilmek ve gemilerini geçirebilmek için Sultan Abdülhamit’e başvurur. Sultan bu teklifi ABD’nin Osmanlıya HARAÇ vermesi karşılığı kabul eder.
Yalnız bir şart daha koşar ve “Bizden tütün de satın alacaksınız” der.
Amerika bunu da kabul eder ve tarihinde ilk ve tek olarak Osmanlıya HARAÇ verir.
İşte bu tütün anlaşması Morris’in yolunu açar.
Ege tütününü iyi tanır ve bağlantıları da vardır.
Bu bağlantı avantajını iyi kullanır.
Kısa sürede önünde geniş ufuklar açılan Morris, erkek kardeşi Solomon’u da Manisa’dan getirterek, iş alanını iyice geliştirir.
New York’ta Brodway 120, Sokakta
SCHINASI BROTHERS COMPANY isimli bir sigara fabrikası kurar.
Bu bina hala ayakta kalmayı başarmıştır.
Kurduğu bu fabrikada Türkiye’den götürdüğü tütünleri kullanan Morris, kısa zamanda Türk tipi sigaralarla üne kavuşur.
Türkiye’den özellikle Manisa ve Akhisar civarından aldığı tütünleri yine bu bölgeden götürdüğü usta ve kalifiye işçilerle yüksek kalite mamuller elde etmeyi başarır.
1903 yılında Selanik’te iş arkadaşı olan Jozef Ben Rubi’nin kızı Laurette ile tanışıp evlenir.
Victoria, Juliette ve Altina isimli üç kızı ile Leon isimli bir erkek çocuğu olur.
Artık!
Morris çok zengindir.
Hatta Yunan Yahudisi eşi için o döneme göre oldukça gösterişli bir malikane yaptırır. Malikanenin 52 odalı olduğu rivayet edilir.
Bu günlerden diğer bir rivayette şudur:
Morris Yunanistan’da bir basın toplantısı yapar.
Bir gazeteci, bir kağıda bir soru yazar ve Morris’e verir.
Morris kağıdı yanındakine verir ve “ben okuma bilmem sen oku”. der.
Ardından başka bir gazeteci:
-okuma- yazma bilmeden bu kadar zengin oldunuz, bir de tahsilli olsanız kim bilir ne olurdunuz?
Morris şu cevabı verir:
– İyi bir mezar bekçisi olurdum!
1916 yılında şirketinin tüm haklarını Amerikan Tabacco Company’e satar ve iş hayatından çekilir.
Bu arada çocuklarını kurduğu ve Morris’in arkadaşı Philip’in de ortak olduğu (bir rivayete göre Morris bizzat kendisi kurmuştur) ve şu an dünya tütün devi olan Philip Morris Company doğmuştur.
Gerisini bilirsiniz.
Peki, halen Manisa'da hizmet veren Şinasi Morris Hastanesi’nin hikayesi nedir?
Morris 1928 yılında memleketi olan ve doğup büyüdüğü yer olan Manisa’yı hiç unutmaz.
O kadar ki yaptırdığı evi Türk stili yaptırır ve içini de yine Türk şark tarzı ile döşer.
Çocukluğunda çektiği hastalığı ve gördüğü vefayı da unutmaz.
Bu amaçla bir milyon dolarlık bir bütçe ayırır.
Bunu 800 bin doları ile bir hastane yaptırır.
Bu hastane çocuk hastanesidir. Bu hastanenin çok geniş arazisi vardır ve burada inek, koyun, keçi, tavuk gibi hayvanlar beslenir ve sebze meyve yetiştirilir ki çocukları taze besinlerle beslesinler.
Yine bu hastanenin faytondan ambulansı ve başhekimin faytondan makam aracı vardır. Bütün bu ayrıntılar bizzat Morris tarafından düşünülmüştür. Geriye kalan 200 bin dolarla da devlet tahvili alarak; bu tahvillerin getirisi olan 33 bin dolar her yıl iki taksit halinde Morris Şinasi Çocuk Hastanesine gönderilir.
Morris Şinasi kurduğu bir vakıfla hastanenin geleceğini de düşünmüştür; Chemical Bank Of New York’u da mutemet tayin etmiştir.
Üç yılda bir kurduğu vakfın mütevelli heyeti Türkiye’ye gelerek, Manisa’da hastaneyi ziyaret etmekte ve yapılan işleri yerinde denetlemektedirler...
Sağlık bakanlığına bağlı
Morris Şinasi Çocuk Hastanesi olarak
halen hizmet vermekte Manisa’da
🛜: karadenizexpres com

Hiçbirşey Bulunamadı!

Üzgünüz, ancak {{search_query}} arama sorgunuz için veritabanımızda hiçbir şey bulamadık. Lütfen başka anahtar kelimeler yazarak tekrar deneyin.