Logo
Bozkurt mahir
10 saat önce
ATA Parti Lideri
Namık Kemal Zeybek’ten
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a...
“Birisi Recep Tayyip Erdoğan’a öğretmeli:
1. Timur, Şah İsmail Türk Kağanlarıdır. İkisi de Yıldırım’dan, Yavuz’dan daha Türktürler.
2. Timur’la Yıldırımın, Şah İsmail ile Yavuz’un yaptıkları kardeş kavgasıdır. Türklük bilincinde olanlar geçmişe böyle bakarlar.
3. Timur, Türkistan Türklerinin övüncüdür. Ona çatmak Türkistanlıları incitir.
4. Şah İsmail Azerbaycan, İran Türklerinin başbuğudur. Ona söz söylemek, onlarla kavga başlatmak demektir. Hatayi (Şah İsmail) milyonlarca Bektaşi/Alevinin şiirlerini Cemlerde okuduğu kutlu ozandır. Türkiye Cumhurbaşkanın milyonlarca yurttaşı incitecek söz söylemesi doğru değildir.
5. Türk Devlet Birliği kurmak isteyen (istiyorsa) bir Türkiye Cumhurbaşkanı böyle sözler söylemez.
6. AKP Genel Başkanı yardımcısı Kürşat Zorlu! Hemen Genel Başkanı’na git! Bu sözlerini geri alsın!
7. Recep Tayyip Erdoğan bu gerçekleri bilerek o sözleri söylediyse… Sözün bittiği yerdeyiz, demektir.”
Bozkurt mahir
16 saat önce
OKUDUKLARINIZA İNANAMAYACAKSINIZ!

Hurşit Adası‘nı bilir misiniz; İstanbul’daki Büyükada’nın beş milli büyüklüğündedir!

Koyun Adası‘nı bilir misiniz; İzmir’in hemen burnunun dibindedir!

Lozan’da hararetli tartışmalara neden olan Eşek Adası‘nı bilir misiniz; Aydın il sınırları içindedir.

Gir vikipedi’ye, yaz ‘’Bulamaç’’ diye; karşına ‘’Farmakos’’ çıkar; ‘’Oniki Ada’ya bağlı küçük ada’’ imiş!

Oysa… Bu dört ada ve Ege Denizi’ndeki Fornoz, Nergizçik, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık Türk adalarıdır.

Keza… Akdeniz’deki Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi de Türk adalarıdır!
Tamı tamına 16 ada…

Lozan Antlaşması’na göre Türk adaları. Lozan Antlaşması’nın ekli 2 No’lu haritada her şey çok açık ve altı kırmızı ile çizili. Görülüyor ki bu adalar, Türkiye Cumhuriyeti egemenliği altında.
Artık değil!…
AKP iktidarıyla birlikte hepsi tek tek Yunanistan tarafından işgal edildi!

Kardak Kayalığı için 1996’da Yunanistan’la savaşın eşiğine gelen Türkiye, 2004 itibariyle 16 adayı sessiz sedasız kaybetti!

Lozan Antlaşması’na göre, Türkiye’nin savaş borcu 84 milyon, Yunanistan’ın borcu 11 milyon ve İtalya’nın borcu 243 bin lira idi. Türkiye mevcut bu 16 ada dahil olmak üzere tüm borçlarını ödedi!

Parasını verdiği adalar Türkiye’nin elinden alındı.

Ayrıca… Adalara salt büyüklük açısından bakmak yanlıştır; çünkü deniz ve hava hukukuna göre adaların etrafında 6 millik karasuları ile hava sahası var. Ayrıca karasularına ilave olarak bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge de bulunmaktadır. Yani…

Kaybedilen 16 ada ile birlikte Yunanistan’ın kıta sahanlığı 7 bin kilometrekareye çıktı!
Böylesine vahim bir olay nasıl gerçekleşti?
AKP ihmali mi? Yoksa ne?..

İşgali gün yüzüne çıkaranlardan biri olan emekli Kurmay Albay Ümit Yalım diyor ki: ‘’AKP Hükümeti Avrupa Birliği (AB) müzakerelerinde gün almak için adaların Yunanistan tarafından ele geçirilmesine göz yumdu!’’

Yunan işgalinin başladığı yıl, 2004 idi.
Peki bu yıl neler yaşanmıştı?

O yılın gündem konusu, Annan Planı idi; BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs’ın tek parça bağımsız bir devlet olması teklifini getirmişti. Rauf Denktaş‘ın plana karşı çıkması üzerine Erdoğan’ın neler dediğini anımsayınız!..

Nisan ayında her iki tarafta yapılan referandum sonucunda plan hayata geçirilemedi. Ne tesadüf, hemen Güney Kıbrıs, 1 Mayıs’ta AB’ye alındı.
Ayrıca…
O yıl, 17 Aralık 2004’te AB, Türkiye ile müzakerelere başlama tarihi aldı.
Bak sen!.. AB üyesi olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs, Türkiye’yi veto etmemişti!

Emekli Albay Yalım, “Ekim-Kasım 2004’te Eşek ve Bulamaç Adaları’nda inşaat faaliyetlerinin başladığı, belediye, polis ve ilk yardım teşkilatı kurulduğu, Yunan Bayrağı çekildiği, silahlı asker, araç, gereç ve hücumbot yerleştirildiğini’’ tespit etti!
Ve… Ne tesadüf! Yunan işgali sürerken Kardak kahramanları kumpasla Silivri Cezaevi‘ne dolduruldu; Deniz Kuvvetleri’nin eli kolu bağlandı!..

Bugün…
Girin bakın Genelkurmay internet sitesine, Ege’de hava sahası ihlali sıfır görünüyor. Çünkü artık, hava sahası ihlalleri ve kara sınırı ihlalleri yayınlanmıyor!

Niye? Çünkü:
Yunan işgali, bir Yunan askeri helikopterinin 31 Aralık 2008 günü, Türk hava sahasını ihlal etmesiyle ortaya çıktı. Yunan askeri helikopterinin Bulamaç Adası bölgesinde, Türk hava sahasını ihlal ettiği haberi, Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesinde aynı gün yayınlanarak kamuoyuna duyuruldu. Gerginlik oldu ve bir gün sonra Yunanistan Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı Bulamaç Adası’na gitti.

Ardından Eşek Adası‘na gitti. Ege Ordusu’nun burnunun dibindeki Koyun Adası‘nda Yunan Bayrağı dalgalandırıldı. Vs…

Açıkça bu bir meydan okumaydı. Türk tarafından ne oldu dersiniz?

Bir general ve bir büyükelçi hava sahası ihlali haberinin Genelkurmay internet sitesinden çıkarılmasını sağladı. Ve o general AKP tarafından 2011’de milletvekili yapıldı. Büyükelçi ise Brüksel’e NATO Daimi Temsilciliği görevine atandı!
Bozkurt mahir
16 saat önce
UNUTMADIM..1..
Habur'u alkışlayan da BEN DEGILDIM VALLAHI...Akpliler ve HDP lilerdi.çözüm sürecini destekleyen de...
Barzani ve şivan phicine alkışlayıp akp kongresinde diyarbakırda. .TÜRKIYE SENİNLE GURUR DUYUYOR Diye bagiranda ben yani ÜLKÜCÜ LER değildi. .

Süleyman Şah'ın türbesi bir gecede apar topar kaçırılırken gurur duyan da, Diyarbakır'daki o meydandan Apo'nun mektubu okunurken gözleri dolan da...VALLAHİ BENIM ÜLKÜCÜM degildi..
alkışlamaya devam edenlerde.. !..
***
Bize.HEPIMIZE Ödettiler ...Irak'ın kuzeyinden Suriye'nin kuzeyine Türkiye sınırları içinden geçerek silah taşıyan teröristlerin yedikleri kebapların, lahmacunların, fasulyelerin, kadayıfların parasını...
. Tıpkı 20 yıldan fazla ödeyeceğimiz, hazine garantili hastanelerin, köprülerin, havaalanlarının parasını öder gibi...
kızıp , ağladigim kahroldugum zamanlardi bunlar ama VALLAHI BENIM ÜLKÜCÜM Bunları onaylamadi o gün ..
o köprülerin bacakları görünür şeklide gurur pozu vererek, aileyle birlikte öz çekim yapanlarda benim ÜLKÜCÜM..değildi..
AMA NEOLDUYSA SONRA OLDU..SARAYA GUDEN PARTIMizin BASKANI ..bey ..biranda cark etti veee
Biz bunlari TÜRK VE ATATÜRK DÜŞMANI
O.smanlı Ç.ocuklarını..Başımıza reyis yaptik..
Bilge lider ve yeni reyis..ulkucu yüm diywn zevat
Gecmişi unuttu..
Unatanin kanı bozuktur
Bozkurt mahir
1 gün önce
Bizler ilkokulda yurttaşlık bilgisi,
lisede:mantık, sosyoloji, felsefe okuyan nesiliz. İşte onun için Kim Milyoner Olmak İster programında 15 Bin Tl yi hiç joker kullanmadan %90 kazanabilen bir nesiliz.

Biz 3 yazılı,1 sözlü imtihan olan ve kopya çekerken öğrenen bir nesiliz.

Biz annesini babasını,huzurevinde terk etmeyen bir nesiliz.
Biz kendine öz güveni olan ama çevresine sevgi ve saygısı olmayan, sadece kendisine yaşayan egoist bir nesil değil : sevgiyi,saygıyı,fedakarlığı,dostluğu,vefa duygusunu , yerine göre başkalarının yaşamı için kendi yaşam tarzından fedakarlık yapan bir nesiliz.

Arkadaşımızın ailesini ,kendi ailemiz kabul eden,namus anlayışını buna göre dizayn eden bir nesiliz.
Biz psikologlarla,pedagoglarla şekillendirilen değil:psikolojik sorunlarını aile ve mahalle ilişkileri içinde bedavaya çözen bir nesiliz.

Biz 40 yıllık 50 yıllık arkadaşlarını köşe bucak arayan ve onlarla birliktelikten zevk alan bir nesiliz...

Kabadayı denilen mahallenin bilekli delikanlısını,bizi soyan değil, bizi koruyan kollayan olarak bilen bir nesiliz.

Biz uzun eşeği, kuka oynamayı, saklambaçı, beştaşı, seksek oynamayı, kovalamaca ve körebe oynamayı, uçurtmayı, futbolu, bakkala kese kağıdı yapmayı, yakan top oynamayı bilen bir nesiliz.

Akşam üstü olunca,ekmeğin üzerine yoğurt sürüp şeker serpip yiyen bir nesiliz.
Dışarıda yemek yemenin ayıp olduğu ve hatta ağız oynatmanın bile ayıplandığı,her lokmanın eşit paylaşıldığı, çay bardağındaki şeker karıştırılırken kaşığın çıkarttığı sesin ayıp olduğu " hoop deve kervanı mı geçiyor? " diye ikaz edilen bir nesiliz.

Ebeveynlerimizin öğretmenimize " eti senin kemiği benim "diye teslim ettiği ve öğretmenimizin de bu emaneti de gözünden sakınarak koruduğu, kulağımızı çeken öğretmenimizi evde şikayet edemediğimiz ve böyle bir durumda babamızdan azar işiteceğimizi bilen bir nesiliz.

Babamızın sözünün geçtiği ama annelerimize değer verdiği ailede fikir paylaşımının olduğu bir nesiliz.

Lise Mezunu Arkadaşlarımızın Bugünkü ÜNİVERSİTE Mezunlarının Yanında DOKTORA Yapmış bir İNSAN Kalitesinde Olduğu bir NESLİN Çocuklarıyız....
Siz bizim nesli küçümsemeyin.
Bence bizim nesle benzemeye çalışın.
İşte o zaman Türkiye kurtulur....

Alıntı
Bozkurt mahir
1 gün önce
Samsun’daki İngiliz Subay, Bandırma Vapuru’na Atatürk’ü tutuklamak için çıkar..

Sonra neler oluyor biliyor musunuz?
Emekli Hava Albayı Kemal İntepe, uçuş eğitimi için gittiği İngiltere’de O İngiliz Subayla tanışır. İntepe o gün yaşananları şöyle anlatır;

1941 yılında
İngiltere’ye uçuş eğitimi için gitmiştik.
Londra’ya vardığımızda, yaşlı bir İngiliz hava binbaşısı, irtibat subayı olarak görevlendirilmişti
Adı Mr. Salter olan bu subay Türkçe’yi bizlerden daha iyi konuşuyordu.
Mr. Salter’i birkaç defa eşi ile birlikte ikindi çayına davet ettim. O da beni akşam yemeklerine evine çağırıyordu.
Emekli Binbaşı Salter bir akşam bana şunları anlattı:

“1919 yılında Piyade Binbaşı Salter olarak Samsun’daki İngiliz İşgal Tabur Komutanı idim. 18 Mayıs 1919 günü İstanbul’daki İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanlığı’ndan şifreli bir telsiz telgrafı aldım...

Bu telgraf, ‘16 Mayıs 1919 günü, Mustafa Kemal adında bir Türk generalinin, Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrıldığını, eğer Samsun’a inecek olursa tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesini’ istemekte idi.

Gerekli emirleri verdikten sonra Samsun’a indim. Şehir her zamankinden daha kalabalıktı. Bu kalabalık pazar kalabalığından farklı görünüyordu. Siyah çizmeli, külot pantolonlu ve siyah kalpaklı, sert bakışlı kimselerin çokluğu dikkatimi çekti. Sonradan bunların Türk subayları olduğunu öğrendim.

Durum çok nazikti. Dört gün önce Yunanlılar İzmir’i işgal etmişler, Türkler buna çok sert bir tepki göstermişlerdi. Rum tercümanım çok korkuyordu.
“19 Mayıs günü sabah erkenden iskeleye gittim. Sabah namazından çıkan herkes sahile inmişti...

Kurtarıcılarını bekliyorlardı. Askerlerimle çevreyi kordon altına aldım.
Denizde, batı tarafında bir duman göründü.Sahildeki kalabalık heyecanlıydı. Bir de baktım ki, her askerimin arkasında siyah çizmeli, kara kalpaklı bir Türk subayı duruyor. Hepsinin silahlı olduğu muhakkak.
Vapur iyice göründü. Görevimi iskele üzerinde yapamayacağımı düşünerek motoruma atlayıp vapura doğru hareket ettim. Mustafa Kemal Paşa’yı orada tutuklayacaktım.
Vapura ilk varan benim motorum oldu. Beraberimde getirdiğim iki erimi motorda bırakarak, tercümanımla birlikte vapurun iskelesine tırmandım..

Güvertede beni selamlayan iki tayfaya: ‘Vapurdaki generali görmek istiyorum’ dedim.
Bir tanesi önümüze düşerek bizi salonun kapısına kadar götürdü. Kapıdaki görevli, durumu içeriye bildirdi ve geriye dönüp bizi salona aldı…Herkes ayakta idi…”

“Ortada, mavi gözlü, sert bakışlı kişi ile göz göze gelince ne söyleyeceğimi şaşırdım. Sert bir asker selamı verirken ağzımdan şu sözler döküldü:‘Taburum emrinizdedir!’
Bunu nasıl söylemiştim? Daha önce hiç böyle bir şeyi aklımdan bile geçirmemiştim.

Rum tercümanım şaşırdı, bir an durakladı. Ben kendisine dönüp bakınca hemen toparlandı ve Türkçe olarak generale iletti.
Mustafa Kemal Paşa’nın yüzünde hafif bir tebessüm belirdi, teşekkür etti ve beni de yanına alarak dışarıya çıktı.
Sanıyorum,bakışlarından etkilenip bir anda teslim olma kararı vermiştim.
Gözlerinin, inanılmaz bir etkileyici gücü vardı.
Öteki sandallar da vapura ulaşmışlar, çevreyi doldurmuşlardı.
Mustafa Kemal Paşa, gemiye çıkan birkaç kişiyle tokalaştıktan sonra, vapurdan benim motorumla ayrıldık.

İskeleye vardığımızda muavinime, taburu safta toplayıp silah çattırmasını ve hepsinin Türk makamlarına teslim olmasını emrettim. Biraz durakladı, sonra asker selamı verip ayrıldı ve emrimi aynen yerine getirdi. Taburu o siyah çizmeli, kara kalpaklıkişiler teslim almıştı…
Bu yüzden, İngiltere’ye dönünce askeri mahkemede yargılandım. ‘Bir İngiliz subayı, nasıl olur da bir Türk generalin emrine girer? Bu vatan hainliğidir!’ diyorlardı.”

Mr. Salter, olayın devamını şöyle anlatıyor:

“Mustafa Kemal Paşa benim yanıma, o siyah çizmeli, kara kalpaklı kişilerden birini vererek kendi makam otomobilimle ve kendi şoförümle birlikte, misafir edileceğimi söyledikleri Ankara’ya gönderdi.
Taburumun tutuklu erlerinin de, Çorum, Çankırı ve Kastamonu’da kurulan esir kamplarına yerleştirildiğini öğrendim.
Türklerin Kurtuluş Savaşı’nın sonuna kadar Ankara’da, Hacıbayram Camii’nin önündeki cadde üzerinde bulunan iki katlı ahşap evde kaldım.
Hizmetimi göreceğini söyledikleri, aslında gardiyanım olan bir kadınla 4 seneye yakın bu evde oturdum.

Savaşın sonunda imzalanan anlaşma gereğince ben ve taburum, Malta’daki Türk esirlerle değiştirildik. İngiltere’ye döner dönmez tutuklandım ve vatana ihanet suçundan divanı harbe verildim. Hakkımda ağır hapis isteniyordu!
Ben askeri hapishanede tutuklu iken ziyaretime gelen ailem ve ebeveynim, savunmamı yapabilmem için bana birçok gazete ve kitap getirmişlerdi.

Onlardan yararlanarak, kısa fakat öz bir savunma hazırladım.
Bana isnat edilen suç, taburumu hiç direnmeden teslim edişim idi.
Savcı, teslimiyetimin vatana ihanetle eşdeğerde bir suç olduğunu iddia ediyor ve en ağır şekilde cezalandırılmamı istiyordu. Yüksek Askeri Mahkeme’nin önüne çıktığımda savunmamı büyük bir soğukkanlılıkla okudum ve şu cümlelerle bitirdim:

‘Sayın hâkimler… Başbakanımız Lloyd George, Avam Kamarası’nda şöyle bir soruya muhatap olmuştur:

Yunanlar silahlandırarak 15 Mayıs 1919’da İzmir’e çıkarttık Ve o tarihten bu yana milyarlarca sterlini bulan masraflar yaptık. Sonuç ne oldu? Yunanlar İzmir’de denize döküldüler.
Ayrıca Anadolu’daki bütün Rumlar atıldılar veya göçe zorlandılar. Bu olayda bizim kazancımız nedir?

Hiç..

Bu akılsızca bir gaf, korkunç bir hata, büyük bir felaket değil midir?’
Bu sert ve suçlayıcı soruya karşılık Başbakanımız Lloyd George şu cevabı vermiştir:

‘Yüzyıllar bir veya iki dâhi yetiştirir. 20’nci yüzyılın dâhisinin Mustafa Kemal adıyla Türkiye’den çıkacağını ben nereden bilebilirdim.

Görüyorsunuz sayın hâkimler…

Karşınızdaki bu subay, Başbakanımızın bahsettiği 20’nci yüzyılın dâhisi ile hiç beklemediği bir anda karşı karşıya ve göz göze gelmişti. Ne yapabilirdi?
Eğer ben o gün başka türlü hareket edecek olsa idim, bugün benimle beraber bütün taburumun mezarlarını ziyarete gelecektiniz. Fakat şimdi, eceli ile ölmüş olan üç erimizin dışında hepimiz sağ salim yurdumuza dönmüş, ailelerimize kavuşmuş durumdayız. Karar yüksek adaletinizindir.’

“Beraat ettim ve terhise tabi tutuldum. Ailemle birlikte Türkiye’ye gidip Mustafa Kemal Paşa’yı ziyaret ettim. Paşa beni muhteşem nezaketiyle karşıladı. Tekrar görevli olarak İngiltere’ye çağırılmasaydım, Türkiye’de kalacaktım…
İngiltere’ye döndüğümde beni, Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne aldılar ve…
İstihbarat Başkanlığı’nda önemli bir görev verdiler.
Türkiye ile İngiltere arasında irtibatı sağlayan grupta görev yapıyorum.”

Emekli Hava Albayı Kemal İntepe anılarında Binbaşı Salter için “İki yıldan fazla bir süre birlikte olduk. Bu süre içinde her zaman bizleri savundu ve kendisini daima bizden biri saydı. Büyük bir Atatürk hayranıydı” diyor.

Biz hâlâ Bandırma Vapuru’nda ATATÜRK"le beraberiz..

#Alıntı
Bozkurt mahir
1 gün önce
Hayır oğlum, burada yalan söyleyenler sizin (Çerkesler)

"1992 yılında Novorossiysk Balık Limanı'nda çalışıyordum. Bir gün Türkiye'den mal getiren bir gemiyi limana yanaştırmamız gerekti. Limanın kaptanı evinde dinleniyordu, ben ve yoldaşım da onun peşinden gittik. Sokaklardan birinde yol, askerler tarafından kalorifer hattı için kazılmış bir hendekle kapatılmıştı. Üzerine kalın bir demir levha atılmıştı ve arabalar bunun üzerinden geçiyordu.

Bu köprüden geçerken, hendeğin her iki tarafında, yüzeyden yaklaşık 50-70 cm yükseklikte, yerden dışarı çıkmış çok sayıda insan kemiği gördüm. Ve böylece hendeğin tüm uzunluğu boyunca. Liman kaptanını aldık, 80'li yaşlarındaydı ama yerine geçecek uygun biri olmadığı için hala çalışıyordu.

Dönüş yolunda yine köprüden geçerken yavaşladım ve yerden çıkan kemikleri göstererek sordum: "Bunlar ovadakiler mi?" diye sordum. Bu düşünce aklıma geldi - Malaya Zemlya'nın Vatanseverlik Savaşı'nda ölen savunucuları.

Yaşlı adam kemiklere baktı ve cevap verdi: "Hayır oğlum, bunlar senin. Büyükbabam bana Çerkesler Türkiye'ye sürüldüğünde birçoğunun burada öldüğünü söyledi. Binlercesi. Ve kimse onları gömmemiş. Sonra ceset kokusu başladı, öyle ki nefes almak imkansızdı.

Novorossiysk komutanı bu konuda bir komisyon topladı ve hepsinin gömülmesine karar verdi. Çocuklar 40 cm, yetişkinler ise 60 cm derinliğe gömüldü.

Ve böylece, askerler ve şehrin yerleşimcileri küreklerle ölü Çerkesleri gömmek için dışarı çıktılar. Bazıları çukur kazdı, ama çoğunlukla cesetleri bir çukura sürüklediler ve hepsini oraya koydular ve üzerlerini toprakla örttüler. Ama yine de koku uzun süre kaldı.

İşte böyle evlat. Hikaye buydu."

Çerkes şarkıcı Ali Khachak.
_____________________________

Нет, сынок, это ваши (черкесы) тут лежат

«В 1992-м году я работал в новороссийском Рыбном порту. Однажды нам надо было завести в порт корабль, который пришел из Турции с товаром. Капитан порта отдыхал у себя дома, и мы с товарищем поехали за ним. На одной из улиц дорогу перегородила траншея, которую рыли солдаты для теплотрассы. Через нее был перекинут толстый лист железа, через который переезжали машины.

Въехав на этот мостик, я увидел огромное количество человеческих костей, которые торчали из грунта по обе стороны траншеи, примерно 50-70 см. от поверхности. И так во всю длину канавы. Мы забрали капитана порта, которому было под 80, но он еще работал, т.к. не было достойной замены.

На обратном пути, опять въехав на мостик, я притормозил и, указав на торчащие из земли кости, спросил: «Это что, малоземельцы?». Мне действительно пришла в голову именно эта мысль - погибшие в Отечественную защитники Малой Земли.

Старик посмотрел на кости и ответил: «Нет, сынок, это ваши тут лежат. Мне дед рассказывал, когда черкесов выселяли в Турцию, много их тут померло. Тысячи. И никто не хоронил. Потом пошел трупный запах такой, что дышать было невозможно.

Комендант Новороссийска собрал комиссию по этому поводу, и она постановила - всех похоронить. Детей в глубину 40 см., а взрослых - 60 см.

И вот, солдаты и поселенцы города с лопатами вышли закапывать умерших черкесов. Кому рыли ямы, а в основном, стаскивали баграми трупы в какую-нибудь балочку и всех туда, а сверху землей присыпали. вот и все. Но все равно долго еще запах стоял.

Вот так вот, сынок. Такая была история.»

Черкесский певец Али Хачак.
Bozkurt mahir
3 gün önce
10 yıl önceki yazım.
Resimlerde V. Murad’ın torunu SELMA SULTAN IN Paris’teki Bobigny müslüman mezarlığındaki kabri ve sağ alt resimde şu anda pariste yaşayan kızı Kenize MURAD var.
Hatice Sultan'ın en küçük çocuğu Selmâ Hanımsultan (1914-1941), aynı zamanda ailenin en farklı şahsiyetlerinden biridir. 1937'de Hindistan'ın Müslüman hükümdarlarından Kutvâre Nevvâbı Seyyid Hüseyin Sâcid Zeydî (1910-1991) ile evlendi. Meşhur gazeteci ve yazar Kenize Murad'ı doğurduktan hemen sonrada ölmüştür. Kendisinin ve kızının hayatı, romanlara mevzuu olacak derecede dikkat çekicidir.

SELMA SULTANIN KIZI KENİZE MURAD'IN ANLATIMI İLE ATATÜRK VE CUMHURİYET hakkında ;
"İmparatorluklar elbet bir gün son bulur fakat Türklerin Varlığı sorun yaratıyordu Batılılar için. Gerçekten de Türkiye’yi esaretten Mustafa Kemal kurtarmıştır. Pek çok kişi yokluk içinde hayatını kaybetti ama bilirsiniz devrimler böyledir, birilerinin canı yanar.
Sürgünden başka bir çözüm olabilir miydi ?
Bence de bu Türkiye’de olamazdı. Daima ayrılıklar, ikilikler çıkardı, Burada işlemezdi. Belki iç karışıklıklar savaşa kadar giderdi. En doğrusu yapıldı. Bugün bile çok anlamsız ve saçma bir ikilik var Türkiye’de. Bunlara hiç gerek yok oysa." Demiştir...

Şu anda dünyanın farklı ülkelerinde modern, yenilikci bir yaşam süren osmanlı padişahlarının soyu ve torunlarından'da anlışılacağı gibi ; Türkiyede osmanlı torunuyuz diyerek gerici ve banaz tutum içinde bulunanlar, aslında Türkiyenin ileriye gitmesini istemeyen, sürekli geriye gitmesini isteyen dış güçlerin bilinçli yada bilinçsiz olarak emellerine alet olmaktadırlar. Bu bağlamda Türk milleti olarak yapmamız gereken tek şey cumhuriyetin ve mustafa Kemal ATATÜRK ün izinden devam ederek Türkiyeyi ve Türk milletini aydınlığa ve daha ileriye götürebilmektir. Bu arada Paris'e geldiğinizde bobigny müslüman mezarlığında ebedi ikametgahında yatan Selma sultanı ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Sevgi ve Saygılarımla esenkalın.
☪︎ ЋץҐИ ☪︎
Süleyman Efe KOCAZEYBEK. 🇹🇷🇦🇿🇰🇬🇹🇲🇺🇿🇰🇿🇭🇺
Bozkurt mahir
4 gün önce
İşte yeni Türkiye bu Afganistan gibi
Bozkurt mahir
4 gün önce
Artık Türkiye'nin yeni düşmanı PKK üniformalı İsrail'dir.

Zaten bitmiş PKK, ortadan kalkacak, yerine KCK çıkacak. Modern silahlarla hendek savaşlarını ve ayaklanmaları şehirlerde başlatacağı iddiaları bölgede konuşulmaya başlandı...

"Gerek kalmadı.." yaygarasıyla koruculuğu kaldırtıp, Suriye ve Irak'tan geçiş koridorlarını boşalttırıp, yeniden giriş çıkış için kullanacaklarmış.

Büyük karakollara gövde gösterisi ve halkı sindirmek için modern hava silahlarıyla saldırılar planlandığı iddiaları haber kaynaklarım tarafından anlatıldı..
ABD/AB/İSRAİL ve İran ele ele vermiş durumda..
Anadolu'yu, teröristleri ve ayaklandıracağı milyonları kullanarak bölme hesapları yapılıyormuş.

Irak'ta Süleymaniye şehir merkezi artık PKK'nın karargahı olmuş durumda.
Tüm üst düzey teröristler orada yaşıyor. Barzani ve Talabani yönetimleri ABD'nin emriyle PKK'ya selam çakar hale getirildiler.

Sözde dost İran'ın molla rejimi tüm havaalanlarını PKK'ya açtı. Almanya'ya her gün gidenler gelenler varmış...

İran, İsrail desteğindeki PKK'ya 50 adet 45 km menzili olan dronlardan vermiş. 6 aydır bu dronlarla birliklerimize saldırılıyor. Mehmetçik teyakkuzda, kuş uçurtmuyor.

ABD, bir süredir Suriye'de yeraltı sığınaklarını arttran YPG'lilerden helikopter. Dron ve uçak pilotu yetiştiriyor. Yeni dönem savaşları ağırlıklı olarak hava savaşları olacak gibi gözüküyor.

Artık eski kalaşnikoflar terk ediliyor, yerine hafif, dürbünlü, otomatik silahlar dağıtılıyor. Muhtemelen eski silahlar sözde teslimde kullanılacak.

Bütün bu sözde barış yalanları gerçekte Türkiye'ye büyük saldırı hazırlığı değilse nedir?

Askerimiz her şeyi biliyor ama iktidar ve medyası can alıcı konularda sessiz kalmaya devam ediyor. Açıklama yapılmıyor.

Bu arada, PKK'nın çürüğe ayırdığı, işine yaramayan yaklaşık 1000 kadar kullanılmış örgüt üyesi Zaho ve çevresinde bir süredir bekletiliyorlardı. Türkiye'ye iade edilecek sözde savaşçılar bu safralar olacakmış diye bir haber aldım..

Şu ana kadar teslim edilmiş bırakın silahı; bir mermi dahi yok..
15 bin tır modern silahlardan bakalım ne teslim edecekler...

HESAP BAŞKA, OYUN BAŞKA.
PKK, SÖZDE KENDİNİ FESH EDERKEN, AYNI TERÖRİSTLER ÜNİFORMA DEĞİŞTİRİP, KCK VE YPG OLARAK SEVR RÖVANŞİSTLERİNİN YENİ PARALI ASKERLERİ OLACAKLAR.

BEKLEDİKLERİ TEK ŞEY BEBEK KATİLİ APO'NUN SERBEST BIRAKILIP SURİYE'YE GÖNDERİLMESİ..

BİRLEŞİK KÜRDİSTAN'IN İLAN EDİLMESİ VE APO ALÇAĞININ İLK BAŞKAN YAPILMASINA AZ KALDI.

TABİ, TÜRK MİLLETİ UYANIP HER ŞEYİ BAŞLARINA GEÇİRMEZSE..
Bozkurt mahir
4 gün önce
Birilerinin taptıgı 2.Abdülhamit Kıbrıs'ı İngiltere'ye sattıktan sonra oradaki Türklere ne oldu ?
Bir ögretmen tarihimizin en utanç verici gerceklerinden birini yazmış

4000 Türk kızı yoksulluktan kadın simsarları tarafından Filistinlilere satılıyor sonrası..sonrası tarihimizin en büyük utancı

1974'te adaya giren Türk ordusü Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yaptı diyenler iyice okusun

''ARAPLARA SATILAN KIBRISLI
TÜRK KIZLARI''

Kıbrıs 1974’ den bugüne ikiye bölünmüş bir ada. Kim ne derse desin, Kıbrıs kapanmayan yaralarla dolu. Kapanmayan yaralar bir yana, Kıbrıs’ ın bir de az bilinen eski yaraları var. Bunlardan biri, Araplara satılan Kıbrıslı Türk kızları.
Kıbrıs tarihinin bu az bilinen sayfalarına ışık tutanların başında emekli edebiyat öğretmeni ve yazar Neriman Cahit geliyor. Neriman Cahit hiç bilmedikleri diyarlara, hem de satılarak gönderilen kızların öykülerini topladı ve “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı bir kitapta yayımladı. Bu öyküler ayrımcılığın, yoksulluğun ve acımasızlığın öyküleri; nice çocuk gelinin öyküsü gibi.

FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIZLAR

1920 ile 1950 yılları arasında, Kıbrıs bir İngiliz sömürgesiyken, yaklaşık 4 bin Türk kızı Filistinli Araplara anne babaları tarafından satıldı. Bu kızların çok azı geri dönebildiler. Geri dönemeyenlerin çoğu evlerinin, köylerinin, memleketlerinin özlemi ile yaşadılar ve kaderlerine küstüler.

MÜTHİŞ BİR SUSKUNLUK

Neriman Cahit kitaba varan süreci şöyle anlatıyor: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinde hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; ‘Biz bu kızları sattık’ dedi.”

TARİHLE YÜZLEŞMEK

Neriman Cahit tarihle yüzleşmek gerektiğine inanıyordu: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.”

SATIŞ VE TİCARET

Yoksulluktan kurtulmak, belki de kızlarının yoksulluktan kurtulması umuduyla kimi köylüler çocuklarının para karşılığı ellerinden alınmasına ve evlenmek üzere Filistin’ e götürülmesine izin verirler. Baf, Limasol, Larnaka gibi kıyı bölgelerinden, 10-15 yaşındaki kızlar vapurlarla bir bilinmeze doğru yola çıkar.
Köylü kızların satılması bir süre sonra Araplara kız bulmak için acente gibi çalışan simsarların ortaya çıkmasına da yol açmış. Bu kişiler ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü kızları bulmaya çalışırlar; satılan kızlar için hem anne babalardan, hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış.
Simsarların ille de erkek olduğu sanılmamalı. Gündüzleri kadınlara geceleri de erkeklere hizmet veren Tantin Hamamı’ nı işleten Pembe ve kızı Fatma kadın simsarlara bir örnek.
Damat adayları anne babalara çoğu zaman bir doktor, bir mühendis olarak tanıtılsa da, damatların sözleri çoğu zaman doğru çıkmaz. Satılan kızların çoğu gittikleri yerde büyük bir yoksulluk ile karşılaşırlar. Kimisi kuma durumuna düşer.

KARA HABERLER

Neriman Cahit kızların haberlerinin Kıbrıs’ a gelişini şöyle anlatır: “50’ lere doğru Türk toplumu bu kızlarla ilgili birçok şey öğrendi. Filistin bölgesindeki savaşlara İngilizler Türk askerlerini de götürdüler. Askerler boş zaman bulunca genelevlere giderler. Geneleve giden Rum ve Türk askerleri orada Kıbrıslı bir kıza rastlıyorlar. Kız ağlamaya başlıyor. Nereli ve kim olduğu anlaşılıyor. İnanır mısınız, oradaki askerlerden birinin kardeşi çıkıyor. Meğer kocasının üç karısı varmış. Bizimkini akşam geneleve getiriyor, sabah gelip alıyormuş. Bu kızlar arasından geneleve düşenlerin sayısı az değil. Gariptir bazıları Kıbrıs’ a dönmeyi başardı ama kimse sahip çıkmadığı için genelevlerde çalıştılar, ömürleri orada geçti.”

AMAN NE OLUYORUZ?

Filistin’ e götürülen kızların kötü durumda olduğunu duyanlardan biri de İngiliz ordusuyla birlikte Filistin’ e giden tercüman Mustafa Bitirim’ dir. Bitirim Kıbrıs’ a döndükten sonra, 1943 yılında, “Biz, Kızlarımız ve Araplar… Aman Ne Oluyoruz” adlı 16 sayfalık bir broşür yayınlar.
Bitirim kendisine durumu anlatan asker mektuplarını da yayınlar. Bu askerlerin arasında Kıbrıs Rumlar da vardır. Ama durum Filistin’ in işgaline dek değişmez. O yıllarda İsraillilerin saldırılarından kaçan Filistinlilerin çoğu Ürdün’ e ve çevredeki ülkelere sığınır. Kıbrıslı kızların karşısına bir de sürgün hayatı çıkar. Nice Filistinli gibi onlar da kamplarda yaşamaya başlarlar. Bazıları zaman zaman Kıbrıs’ a gelmeyi ve aileleriyle bağlantı kurmayı başarsa da zamanla tüm ilişkiler kopar.

ÜRDÜN ZİYARETİ

Neriman Cahit günün birinde Ürdün’ de yaşayan Kıbrıslı Emel Muhareb’ le tanışır ve hemen Ürdün’ e, artık neredeyse 90’ lı yaşlarının sonlarına gelen Kıbrıslı kızlarla tanışmaya gider. Neriman Hanım ziyaretini şöyle anlatır: “İsrail zulmünden kaçıp Ürdün’ e sığınan aileleri bulduk. Kıbrıslı kızlara, çocuklarına, torunlarına ulaştık. Gördüklerime, duyduklarıma inanamadım! Her şey çok acıydı… Filistinliler kamplarda, inanılmaz bir yoksulluk var. Ben o kadınların yüzlerindeki derin ifadeyi, her hallerine sinmiş hüznü, küskünlüğü gözlerimle gördüm. İçimde hissettim. Benim onları, o acıyı unutmam mümkün değil. Ben gittim, gördüm ve öldüm…”

LEFKELİ HATİCE TEVFİK

Hatice Tevfik, Neriman Cahit ile tanıştığında altı oğlu bir de kızı 97 yaşında bir kadındır. Ürdün’ de El Vahdet Kampı’ nda yaşamaktadır. Satılmadan önceevin en küçüğüdür. Filistin’ e gönderileceğini öğrenince bir resim çizer. Resimde evdeki dört kardeşi çizer ve kendisini temsil eden figürün üzerini karalar. Çocuk gözüyle, “Niye diğerleri değil de ben?” diye sormaktadır.

Hatice Tevfik küçük evinin kapısından tam dokuz yıldır hiç çıkmamış. Çünkü dünyaya küskün. Türkçe bilmediğini söylüyor. Ama çevirmen aracılığı ile soruyor; “Bunca yıl neredeydiniz?” Neriman Cahit onu ikinci kez ziyarete gittiğinde Hatice Tevfik’ in kızı gizlice şu bilgiyi aktarıyor: “Bütün gece uyumadı eski sandıkları karıştırdı!” Sandıktan yıllar önce giydiği mor bir elbise, mor bir başörtüsü ile Kıbrıs nakışlarıyla dolu bir bohça çıkarıyor. Neriman Hanım, yaşlı kadının acıyla, özlemle, ördüğü duvarı yıkamayacağını düşünüyor. Ama son bir gayret; ekip arkadaşı Eralp Adanır’ a; “Bir Kıbrıs türküsü söylesene” demeyi akıl ediyor. Sıra “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsüne gelince bir feryat kaplıyor ortalığı; yaşlı kadın; “Beni vurdularrr, beni vurdular! Ölmeden beni mezara goydular… Unuttunuz beniii” diye feryat ediyor.

NECLA ÖMER

Neriman Cahit sayesinde ortaya çıkan öykülerden birisi, güzelliği ile dillere destan Necla Ömer’ in yaşam öyküsü. Necla Baf’ ın Evretu köyünden. Yoksulluk içinde babası ile yaşıyor. Bir gün ünlü simsar Halil ile bir Arap damat adayı çıkagelir. Baba direnir, kızını vermez. Ama yoksulluk ağır basar. Necla, aynı köyden Mustafa’ ya âşık olduğu halde babasına karşı gelmez. Kendisini Kıbrıs’ ta doktor olarak tanıtan Necla’ nın kocası kavun- karpuz satan bir manav çıkar. Üstelik Necla’ ya akıl almaz derecede kötü davranır. Bir yandan şiddet, bir yandan aile, memleket özlemi Necla’ yı bitirir. Beterin beteri olur ve geneleve düşer. Bu arada İngilizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşı’ na katılanlardan biri olan Mustafa deli gibi Necla’ yı arar. Necla’ yı genelevde Mustafa’ nın çok yakın arkadaşı bulur. Ama Mustafa’ ya hiçbir şey söylemez, çünkü Necla’ ya söz vermiştir. Yıllar sonra Necla, Lefkoşa’ nın ünlü genelev mahallesi Kuru Çeşme’ de görülür, yaşlanmıştır. Mustafa da Lefkoşa’ dadır, Ama bir daha karşılaşmazlar.

VEDİA MUSTAFA

Vedia Mustafa’ nın öyküsünü torunu Dr. Ahmed Ali Hamiş şöyle anlatıyor: “Dedem, evlenmek için Kıbrıs’ a gitmiş. Simsar aracılığıyla bir miktar para vererek ninem Vedia ile evlenmiş. Ninemin ailesi fakir bir aile.” Beş erkek, iki de kız kardeşi olan Vedia kocasıyla birlikte Filistin’ e gider ve Abu Şusu köyünde yaşamaya başlar. Dr. Ahmed Ali Hamiş nenesini hep hüzünlü hatırlıyor: “Ninemi çok severdim. Çünkü hep üzgündü ve hep ağlardı, çok mutsuzdu. Ben de yanına gider onunla ağlardım. Annem bana kızardı marazi bir çocuk olacaksın diye…” Ahmed Bey, çocuk yaştan itibaren ninesinin vatanını ve ailesini özlediği için mutsuz olduğunu bildiğini söylüyor: “Ninemin mutsuzluğun azaltmak için onun ailesini bulmaya onları buluşturmaya karar verdim. Tabii bu o kadar kolay olmadı…” A
Bozkurt mahir
4 gün önce
KCK DURUYOR , KONGRA-GEL DURUYOR.
Kürt ulusal ya da siyasal hareketinin yapısını bilmeyenler açısından PKK’nın (yoksa PKK’nin mi demeliydim) PKK’nın dünkü açıklaması çok önemli gelebilir.
Ama gerçekten öyle mi!
PKK, yıllardır Türkiye’yi kana bulamış teröristlerin en namlılarının fotoğraflarından oluşturduğu bir dekoru “Türk milliyetçilerinin” gözüne soktuğu bir basın toplantısı ile kendini feshettiğini açıkladı.
Ancak “sadece ve sadece” PKK feshedildi.
Bu ne demek!
Siyasal Kürt Hareketi, 1960’ların ve 70’lerin şiddete dayalı devrimcilik siyasetini benimseyen kanadını kapattı.
Çünkü her ne kadar fesih bildirgesinde sözünü etmese de çağdışıydı, yeni dünyaya uygun değildi ve dönemini tamamlamıştı.
Hiçbir etkisi olmadığı halde Kürt hareketine “terörist” damgası yapışmasına neden oluyor, “düşmanlarının” eline koz veriyordu.
Bir anlamda “ihtiyaç fazlası” idi.
1978 yılında kurulan PKK 47 yıllık siyasi, 42 yıllık terör faaliyetine son verdi.
1980’lerin başında Özal’ın “mekaplılar” dileyerek küçümsediği, sonrasında ise Türkiye’nin başına büyük bela olan örgüt kapandı.
Tabii yersen!
Peki KONGRA-GEL ne oldu!
KONGRA-GEL dediğin, PKK tarafından oluşturulmuş “Kürt parlamentosu”, PKK bu parlamentonun bir parçası idi sadece.
KONGRA-GEL kendini feshetti mi!
Yooo!
Aynen devam.
Peki ya KCK.
Siz KCK’yı PKK ile aynı şey zannedenlerden misiniz!
Güldürmeyin beni.
KCK Kürdistan Topluluklar Birliği demek. Yani içinde PKK, PYD (evet bildiğiniz PYD), PJAK ve PÇDK’yı barındıran yapı!
KCK kendi feshetti mi!
Tabii ki hayır!
Sadece içindeki partilerden biri “Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi” bıraktı.
Peki, ne oldu!
KCK ve KONGRA-GEL yani Kürt Milliyetçi Hareketi, Türk Milliyetçi Hareketi’ne karşı önemli bir üstünlük elde etti.
Kendi liderini Türk milliyetçi hareketine “kurucu önder” olarak kabul ettirdi.
Türk Milliyetçi Hareketi’nin ideolojik temelini ortadan kaldırdı.
MHP’nin söylem etkinliğini bitirdi.
PKK’nin fesih kararı, aslında MHP’nin ideolojik olarak fesih kararıdır.
PKK ortadan kalkmış, ama KCK ve KONGRA-GEL olarak yoluna devam edecektir.
MHP de artık kendini gereksiz hale getirmiştir.
Bundan sonraki süreçte muhtemelen AKP içinde eriyip kaybolacaktır.
Fatih Altaylı
tarikhaber
4 gün önce
Trump: Putin Türkiye'de olmamı istiyor ve bu bir olasılık https://tarikhaber.com/hab...
K_Cemal
5 gün önce
... Türkler; İslam'ı seçmekle kalmamış, kendilerini hak bildiklerine savunmaya adamıştır. Bir yerden sonra savunmayla birlikte Liderlik de üzerlerine farz olmuş, İslam'ın ilk yeşerdiği ve geliştiği Arap Milletinden daha fazla Halifelik süresine sahip olmuşturlar. Bu süreçteÜmmet'in en dar ve sıkıntılı anlarında abilik, yer yer babalık, yapmış; Çin'den İspanya'ya, Hidnistan'dan İngiltere'ye kadar kâfirin kabusu olmuştur.

Günümüzde Türklerin en güçlü devleti olan Türkiye; Selçuklu ve Osmanlı'nın devamı olan, 1000 küsurlük bir devlet olmasının yanı sıra, Cihan Devleti vasfını ve üzerine Halifelik makamını (tırtışmasız bir biçimde) birçok milletin bütün tarihinden daha fazla taşımış, güçlü ordusu ve bağımsızlığıyla -daha önce hiç sömürgeleşmemesiyle- milli hafızasıyla, liderlik için gereken şartları büyük oranda sağlamasıyla, Ümmet'in ekseriyetiyle kurduğu güçlü bağlarla tekrardan Halifeliği (ilk etapta İslam Birliği Başkanlığına) en güçlü adaydır.

Diğer adayları saymak gerekirse; Suudi Arabistan, İran ve Mısır diye biliriz. Bu üç ülkedense ilk ikisi (S.Arabistan ve İran) meshepsel bakış açıları sebebiyle gerçek bir liderlikten bahsedemez. Nitekim görüşleri Ümmet'in kahir ekseriyetiyle alakasız olup, kendileri dışında kalanlara karşıda düşmanca bir tavır sergilemektedirler. (İran için Suriye İç Savaşı, Suudlar için Yemen'e bakılması yererlidir.) Gerçke bir liderlik içinse kapsayıcı bir bakış açısı şarttır. Birlik sağlanacak yerde bir azınlığın liderlik yapması mümkün değildir.
Bilhassa Şia, devlet politikası olarak zaman zaman ortaya çıkan ve devletin dağılmasıyla hızla güç kaybedip asimile olan ve zayıf bir görüştür. Ehli-Sünnet'e bakışlarıysa onları kendi içlerinde yaşamaya sevk etmiş, kendilerini Ümmette yabancılaştırmıştır. Bunun yansımaları Suriye İç Savaşında görülmüş ve Şia, Ümmet için ciddi bir risk olarak kabul görmüştür.
Suudlarında Vehhabilik anlayışı Şia'ya benzer bir serüven yaşasa da 1800'lede ortaya çıkması ve gelişimini tamamlayamayışla toy kalmış, bu toylukları onlara "Devlet" tanımı yapmaktan bile alı koymuştur. Yansımalarınıysa Yemen'de gördük. İkisinin de Ümmet tarafından kabul görmesi muhtemel değildir.
Mısır; zayıf devlet yapısı, kendini kanıtlayan ayan ordusu, siyasi sorunları ve halkın liderlikten uzaklığı gibi ciddi sorunlarından dolayı potansiyeli yüksek lakin pratikte olmayan bir adaydır. Yaşadığı sorunlar bir yana; Mısır, İslam Medeniyeti için vaz geçilemeyecek yerlerden birisidir. Tarihi ve kültürü ile, İslam'ın geliştiği ve yayıldığı en önemli yerlerden birisi olmasıyla, halen devam eden Alimler silsilesiyle, Halifelik makamına ev sahipliği yapmışlığıyla, geçmişiyle ve gelecek potansiyeliyle -Halifelik için olmasa bile- önemli bir konumdadır.

Türkiye ise halkının böylesi ağır bir vazifeye hazır olmaması uğraşmak zorundadır.
Allah, bizleri vazife vaktinde hazır eylesin.
İstesek de istemesek de vazife omuzlarıma yüklenecek. O vakit kabul etmez yahut kaldıramazsak, altında bir biz değil, bütün bir Ümmet kalacaktır. Biz bunu Haçlılarda, Moğollarda, Sömürgecilik döneminde yaşadık. Bugün yaşananların mesluliyeti bizdedir. Bunu inkar etmek de fayda sağlamaz. Tarih birkez daha başrolü bize yazdı, oynamak zorundayız.
Bozkurt mahir
6 gün önce
PKK TERÖR ÖRGÜTÜ FESİH BİLDİRİSİNDE;

-TC Devleti soykırımla suçlanıyor,
-Türk-Kürt savaşı deniliyor,
-Lozan’ı reddediyor, yani Cumhuriyeti reddediyor,
-Yani Atatürk’ün ulus, üniter devlet yapısı reddediliyor.
-“Soykırım” ve “Türk-Kürt” savaşı 5-10 yıl sonra uluslararası mahkemelerde ve yurt dışında Türkiye’nin başına büyük bela olacak.
-TC Devleti bu ifadeleri hemen reddetmelidir.
Naim Babüroğlu
Bozkurt mahir
6 gün önce
SADECE PKK’NIN ADINI FESİH ETTİLER!.

Her yandan yandaş kanallarda sabahtan beri bayram havası estiriliyor!..
Terör örgütü PKK, “fesih” kararını “resmen” açıklamış… Açıklama metninin tamamını defalarca okudum. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne dayatmaların ve pazarlık taleplerinin derhal yerine getirilmesini içeren uzun direktif namede en dikkatimi çeken ifade, “PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı” satırıydı. Tiyatroyu, tezgahı anlayabilmek adına başka hiçbir şeye gerek kalmadı. PKK çoktan düzenli orduya geçmiş ve “YPG/SDG” adını almıştı. Bu satırla, teröristler, bizdeki siyasetçilerden de daha dürüst davrandıklarını göstermiş oldular!.. Aynı zamanda, “durmak yok, yola devam” dediler!.. Anlayacağınız fesih sadece adda kaldı!..
PKK’nın Suriye’deki uzantısı YPG, Türkiye tarafından artık terör örgütü olarak görülmüyor. MSB, geçtiğimiz günlerde bu yapıya YPG yerine SDG diyerek ilk işareti zaten vermişti.
Saray iktidarının elindeki daha önce hazırlanmış kutlama açıklamaları da sabahın ilk saatleriyle hemen servis edilmeye başlandı.
Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum,“Türkiye Yüzyılı; Türk ve Kürt yüzyılıdır” deyiverdi. Uçum’un açıklaması aynı zamanda yakın zaman yol haritasını da gösterir nitelikteydi. Şöyle;
“Demokrasi ve hukuk alanında kapsamlı reformların yapılacağı, ulusal ve yurtsever demokrasi hukukunun somutlandığı yeni bir aşamaya geçileceği herkesin kabulündedir. Görüldüğü üzere Kurtuluşla başlayan, Cumhuriyetin ilanıyla tescillenen Kuruluş sürecimiz, Terörsüz Türkiye’ye geçişi takiben yeni anayasa başta olmak üzere kapsayıcı reformların yapılmasıyla tamamlanacaktır.”

Devlet Bahçeli’nin çalışma ofisinin yanındaki odada hazır bekletilen af yasası ve anayasa değişiklikleri çok yakında ortaya çıkacak. O zaman “Türk ve Kürt Yüzyılı” ete, kemiğe bürünmüş olacak!.
***
Ben söylemiştim, ben yazmıştım demekten hiç hazzetmem. Çok nadir ancak ve ancak çok zorunlu hallerde geriye dönüş yaparım ve hatırlatma babında “ ben demiştim” derim. Yine çok zorunda kaldım!.. “PKK’nın fesih” süreci ile ilgili yapay gündem senaryolarının eşliğinde gelişmeleri takip ediyorsunuz. Nasıl bir aldatmacanın tuzağında olduğumuzu defalarca yazdım. Bu sefer, sizleri, biraz daha geriye götüreceğim. Yeniçağ Gazetesinin Ankara Temsilciliği görevini yürütürken “Adsız” da yazdığım 18 Ağustos 2016 tarihli “Afrin'den iki kare...” başlıklı köşe yazımın tamamına tekrar yer vereceğim. O zamanlar bu bilgileri Genelkurmay Başkanlığı üst düzey yetkililerinden bizzat alıyordum. Fotoğrafları da öyle.. Yine kaynağımı açıklamayacağım. Bu yazıyı kaleme aldığım günler Yaşar Güler Genelkurmay ikinci başkanıydı. Şimdi Savuma Bakanı… Kulakları çınlasın!.

İşte o yazı;
- Afrin'den iki kare...
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry gelecekti 24 Ağustos'ta... Üst akıl bu... Tabii ki sorgu sual edilemez!.. Kararını değiştirdi. ABD, Başkan Yardımcısı Joe Biden'ı yolluyor Türkiye'ye...

ADSIZ'ın sıkı takipçileri, Biden'ın her Türkiye gelişinde saltanat mensuplarına ne ev ödevleri verdiğini yakından bilirler. Görüntüye bakarsanız, bizimkiler Biden'den hiç haz etmezler ama bir dediğini de ikiletmezler.

15 Temmuz hain darbe girişimin ardından Türkiye içine kapanırken, TSK tasfiye edilirken, kırmızı çizgilerimiz kimsenin hatırına bile gelemezken sessiz sedasız değil, göstere göstere işi hallediverdiler!.. Menbic'i PYD/PKK'ya teslim ettiler. Suriye'nin Kuzey'inde Kürt koridorunu tamamladılar.
Görüntüye bakarsanız; AKP iktidarı "FETÖ"nün iadesi için ABD ile sıkı bir kavga içinde. Karşılıklı açıklamalara bakarsanız da, pazarlıkta borsa dalgalı bir seyir izliyor. Resmi açıklamalara bakarsanız, kavgaya kuzu kuzu inanır giderseniz. Fakat, sizlere, 15 Temmuz öncesinde de arşivleri karıştırmanızı ve her sözde şiddetli ABD kavgasının ardından okyanus ötesinden gelen ziyaretçilerle görüşmeler sonrası Suriye'de neler olduğunu, bir dizi kazığı nasıl afiyetle yediğimizi görmenizi öneririm.
"Azez-Mare hattı kırmızı çizgimiz"di... ABD üniformalı YPG/PKK militanları ile yaptıkları operasyonların fotoğraflarını dalga geçercesine gözümüze sokuverdiler. Sonra bizimkiler başladı masala, "ABD söz verdi, güvence verdi, Kürt koridoru olmayacak" diye.

Hain darbe girişiminin gecesinden sonra beklendiği üzere "FETÖ" kavgası senarist ABD ile daha da alevlendi. Türkiye'ye iade edilirdi... Edilmezdi... Derken hafta başında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ortalıkta görünüverdi. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na, MHP yöneticilerine gidiverdi. İsrail mutabakatının Meclis'ten geçirilmesi için arıza çıkarılmamasını istedi.

"Menbic operasyonu bittikten sonra PYD'nin tekrar Fırat Nehri'nin doğusuna geçeceği yönünde ABD'nin sözü var. Şimdi ABD'nin bu sözünü tutması gerekiyor. Bu konuda temaslarımızı sürdürüyoruz" da dedi. Yersen pazarı!..

Şimdi sizlerin dikkatine, burnumuzun dibinden Hatay'ımızın hemen karşısından Kuzey Suriye/Afrin'den 2 kare fotoğrafı sunacağım;
*****
Yakın zamanda güvenlik güçlerimizin elde ettiği bu fotoğraf kareleri Afrin'deki PKK kamplarına ait. Bu fotoğraflar ne anlatıyor aslında?..

* Kanlı bölücü terör örgütünün düzenli orduya geçtiğini.

* Bu hainleri çıplak gözle görebildiğimiz halde hiçbir müdahalede bulunamadığımızı.

* Kandil'e şiddetle bomba yağdırdık söylemlerinin kamuoyunun gazını almaktan ibaret olduğunu.

* Atı alanın çoktaan Üsküdar'ı geçtiğini!..
Güneydoğu'da her gün bombalar patlıyor. Şehit haberleri ile kavruluyoruz. Dün sabah, TSK'nın tasfiye sürecinde bir adım daha atan yeni bir kanun hükmünde kararname ve cezaevlerinde kısmi affı düzenleyen kararname ile uyandık. Televizyonlardan af sevinci pompalanırken bir de baktık ki İsrail mutabakatı Meclis'e gönderilmiş.

"Bu ne acele" demeyeceğim!..

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, 24 Ağustos'ta Türkiye'ye geliyor...

Kim?..

Hani şu çapulcu başı Barzaniye, "müsterih olun. İkimizin de ömrü Kürt Devleti görmeye yetecektir" diyen zat-ı muhterem!..

Siz esas, 25 Ağustos'u bekleyin... İtirafçı kanallardan ne masallar dinleyeceksiniz?.. "FETÖ"nün iadesi hakkında Biden'a nasıl sert çaktığımız hakkında!.. Ver kavurmayı gör savurmayı misali!..

Biden'ın her gelişinde bizimkilerin önüne koyduğu Kıbrıs ödevlerini yine merak bile etmeyeceksiniz. ABD'nin verdiği sözleri tutmasını beklerken, TSK'nın tasfiye edilmesi ile birlikte Kıbrıs'ta neler başımıza gelebileceğini tahmin bile edemeyeceksiniz.

Afrin'den iki kare...

Terör örgütü ile mücadele!..

Bakalım!.. Ömrümüz bir sabah uyandığımızda Büyük İsrail Devleti'ne atanan büyükelçinin kararnamesini görmeye yetecek mi?..

Ahmet Takan
tarikhaber
7 gün önce
Zelenskiy: Ben perşembe günü Türkiye'de Putin'i bekleyeceğim https://tarikhaber.com/hab...
Bozkurt mahir
8 gün önce
BAKIN NE DEDİ PERVİN BULDAN ?

İkinci aşamadan 3 cü aşamaya
geçeceğız.Gelin bu aşamaları hep
beraber irdeleyelım.

Birincı aşama pkk nın kuruluş aşa-
masıydı.Tam 40 yil sürdü bu aşa-
ma.
İkinci aşamada birincı ve ikincı çö-
züm süreçleriydı.Birincı çözüm sü-
recı başarılı olamadı.Ama ikinci
çözüm sürecınden pkk istediğini
almış görünüyor.Bunu Pervin
Buldanın açıklamalarından anliyo-
ruz.Bakın Pervin Buldan ne diyor ?

Suriyedeki Kürtler istediğini elde
ettiler.Çok önemli bir statüye ka-
vuştular.Bu durum ikinci aşama
diyor.Ve dağdaki pkk nın üst düzey
yöneticilerinın isimlerını tek,tek
sayarak artık Türkiyeye gelip siya-
set yapmalarını istiyor.Ne diyor
Pervin Buldan ? Sıra Türkiyede di-
yor.Türkiyedede mücadeleye de-
vam edeceğiz.Taki Suriyedekiler
gibi bir statü elde edinceye kadar.

Ve som aşamaya geçilecek.Öyle
diyor Pervin Buldan.Türkiyeden
aldıkları toprakları Suriyedekilerle
birleştırerek ABD VE İSRAİLIN is-
tedikleri Küdüstanı kurmuş olacak-
lar.
Bozkurt mahir
8 gün önce
KİM TÜRK DÜŞMANI?..
Filistin'in Kıbrıs Rum kesimi ile doğalgaz ortaklığı var. Akdeniz'de Türkiye'nin tam karşısında, hatta düşmanca...
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin Karabağ'ın Ermenistan toprağı olduğunu iddia ediyor, dahası Ermeni soykırımını tanıyor.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin Diyarbakır'a "Kürdistan'ın başkenti, PKK özgürlük savaşçılarıdır" diyor.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin, Doğu Türkistan'da Çin'in soykırım politikasını destekliyor, "Çin haklıdır" diyor hatta.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Son Karabağ savaşında İsrail Azerbaycan'a, Filistin Ermenistan'a açık destek vermişti.
Olsun, Filistin bizim kırmızı çizgimizdir!..
Filistin'e Arap dünyası sahip çıksın, onların tüyü bile kıpırdamıyor. Filistin benim kırmızı çizgim değil. Başıma daha saksı düşmedi.
Filistin dostları Türk düşmanıdır!.. Seçimde algı rüzgarının önünde kuru bir yaprak gibi savrulmayın!..
Ey Türk titre ve kendine dön!..
Alper Aksoy
Bozkurt mahir
10 gün önce
Dicle nehri kısına oturup Türkiye'yi fotoğrafla tehtit eden Saddam Hüseyin.
Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal Irak'ın su kaynağını kestiğinde, Saddam Hüseyin önce diplomatik yollarla suyu serbest bırakması için Türkiye başvurdu, ancak Türk hükümeti suyu serbest bırakmayıp Dicle Nehri'ne baraj inşa etmek istediğinde, Saddam Hüseyin Dicle Nehri kıyısına oturdu.
Sonra Türkiye Cumhurbaşkanı'na bir mesaj gönderdi.
"Sigaram bitmeden su serbest bırakılmazsa füzelerim Türkiye'nin başkenti Ankara'ya doğru yönelecek."
Sonra Türkiye suyu bıraktı
Bu meczup aklı her estiğinde Türkiye'yi tehtit ederdi bugün Türkiye'ye Terör belası ile uğraşıyorsa, Irak Türkmenlerin yurtları demografik değişime uğradıysa bu kukla en büyük müsebbibidir. Kürtlere baskı, ve katliam yaparak bir çoğunu Türkiye topraklarına gönderdi o Kürtler bizim karsimiza PKK terör örgütü olarak çıktı ve hâlâ uğraşıyoruz. Körfez Savaşı'ndan önce Türkiye'de çok az Kürt nüfusu vardı bu kukla Türkiye'nin demografik yapisını da değiştirdi. Ve mantar gibi türüyorlar tabiki bunlar öyle alalede tesadüfen olan şeyler değil hepsi bir plan proje dahilinde olan şeyler..
Batılı şeytani Emperyalist devletler bir yere yerleşmek için önce orada bir kahraman yaratırlar o kukla sayesinde o ülkeye iyice yerleşirler sonra da hain ilan ederler ortadan kaybederler işleri bittiğinde..
ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger der ki;
"ABD'nin düşmanı olmak tehlikeli olabilir ama ABD'nin dostu olmak ölümcüldür."
Bozkurt mahir
11 gün önce
ŞİMDİKİ PAŞALAR NAYLONDAN !..

***** ***** ***** ***** *****
HASAN KUNDAKÇI, NAMI DİĞER "TAMBURALI PAŞA"...!

Amerikalı Generalin ''Ben Onunla Aynı Tatbikata Katılmam. O Bizim kafamıza sıkar !'' dediği Komutan...

14 Ağustos 1996'da KKTC topraklarında, Türk Bayrağını yere indirmeye çalışan Rum'un başına gelen olay ! ...

11 Ağustos 1996 yılında yolculuğa Batı Almanya'dan başlayan; Batı Avrupalı, Rum ve Yunanlı motosikletliler Kıbrıs'ta sınırları delip, Türk topraklarına girerek, Türk bayrağını indirip yerine Rum Bayrağı çekeceklerini açıklıyorlar.

Motosikletlilere Rum-Yunan Ortodoks kiliseleri destek veriyor. ABD Büyükelçisi de iki günde bir Hasan Kundakçı Korgeneral'e gelip, "Motosikletliler sınırınızı geçip, bayrak direğinize bir bez parçası (Rum bayrağını kastediyor) asacaklar. Bundan bir şey olmaz" diyor.
Kundakçı Paşa da ABD Büyükelçisine, "Öyleyse Rauf Denktaş Bey'den izin
alın, ben sessiz kalayım" diyerek, onlara zekice bir tuzak kuruyor.

Fakat bu tuzağa düşmeyen Büyükelçi de diyor ki;
"O zaman KKTC'yi
tanımış oluruz".
Bunun üzerine Kundakçı Paşa, "O halde bizi zorlamayın. Bizim sınırımızı geçmeye kalkan kim olursa olsun, KURŞUNLARIM !"

"Onun için sakın sınırda bulunan bayrak direğine çıkıp, Türk Bayrağı'nı indirmeye ve Rum bayrağı çekmeye yeltenmesinler"
çıkışını yapıyor.

Hasan Kundakçı Paşa, Türk askerlerine şunu söylüyor;
"Eğer sınırlarımızı bir kişi geçer, Bayrağımızı indirirse, ben
Türkiye'ye dönmem, dönemem. Alnıma tabancayı dayar, dokunurum tetiğe".

11 Ağustos 1996 günü, işin ciddiyetini anlayan motosikletlilerden en
az yarısı bu işlerden vazgeçiyor, ortada sadece Rum ve Yunanlılar
kalıyor.

14 Ağustos 1996 günü 35-40 fanatik Rum ve Yunanlı, sınırımızı delip Bayrağımızı indirmeye kalkınca, bayrak direğine tırmanan bir Rum, Türk Bayrağına dokunamadan tek kurşunla yere indiriliyor. Bu fanatiklere
destek veren iki İngiliz askeri de kalçalarından vuruluyor.

Korgeneral Hasan Kundakçı anlatıyor ;
- Olaydan on dakika sonra odamda oturuyordum, BM Barış Gücü Komutanı Tuğgeneral ve BM Kurmay Başkanı İngiliz Albay geldi:
- "Sayın Generalim, çok kötü şeyler oldu. Bayrak direğine çıkan bir
kişi öldü ve iki de İngiliz askeri kalçasından yaralı !"

- Onlara dedim ki; "Sizi kaç gündür uyarıyorum. Bu işe mani
olabilirdiniz, olmadınız. Üstelik o vurulan İngiliz askerleri de,
motosikletli fanatiği direğe doğru yönelttiler. Engel olabilirlerdi,
olmadılar. Merak etmeyin Albayım, biz bu iki sümüklü İngiliz askerini uyardık. İsteseydik öldürebilirdik, sadece uyardık, öldürmedik. Onun için kalçalarından kurşunladık !"

BM Kurmay Başkanı Albay:
- "Ölebilirlerdi Generalim" diye yüksek sesle konuştu.

İngiliz Albay küstahlaşınca,
Kundakçı Paşa odadaki havalı tabancayı alır ve ingiliz Albaya der ki;
"Yan taraftaki hedefi yenile !"
Albay şaşkındır ama, hedefi yeniler.

Paşa, 25 metreden, 5 el ateş eder.
- "Oku puanları, Albayım !"

Puanlar okunur. 50 üzerinden 5 kurşun da, 49'a isabet
etmiştir...

Biraz önce küstahça konuşan İngiliz Albay şaşırır ve susar.

Korgeneral Kundakçı devam eder, "Şimdi anladınız mı ?..
Türk Bayrağını indirmek isteyeni, şah damarından vurup öldürmek istedik, ve öldürdük. Sizin iki İngiliz'i öldürmek istemedik, sadece uyardık !.."

***** ***** ***** ***** *****
🇹🇷 Büyük Devlet vizyonunun gereği;
sağı solu ağlama duvarı haline getirip, salya-sümük ondan bundan medet ummazsınız.
Gereğini gerektiğinde, yapar geçersiniz ! ...

– Fevzi M. GÜLTEKİN –
Bozkurt mahir
12 gün önce
Pakistan-Hindistan Savaşı ve Türkiye ile Azerbaycan’ın Tarihî Sorumluluğu

Dr. Seyfullah Türksoy’un kaleminden…

7 Mayıs 2025 itibarıyla, Hindistan’ın “Operasyon Sindoor” kapsamında Pakistan ve Pakistan kontrolündeki Keşmir’e yönelik başlattığı hava saldırıları, Güney Asya’da tansiyonu zirveye taşıdı. Hindistan, bu saldırıların, Pahalgam’da 26 kişinin hayatını kaybettiği terör eylemine misilleme olduğunu açıkladı. Pakistan ise saldırıları “savaş ilanı” olarak nitelendirerek sert karşılık verdi. İki nükleer gücün karşı karşıya gelmesi, uluslararası toplumda büyük bir endişe yarattı.

Bu kritik dönemde, Türkiye ve Azerbaycan’ın Pakistan’a destek vermesi, sadece stratejik bir hamle değil, aynı zamanda tarihî, kültürel ve ahlaki bir zorunluluktur. Bu dayanışmanın kökleri, yüzyıllara dayanan kardeşlik bağlarına ve ortak tarihî geçmişe dayanır.

1️⃣ Tarihî Kardeşlik: Osmanlı’dan Günümüze Uzanan Bağlar

Türkiye ve Pakistan arasındaki kardeşlik, Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanır. Hint Müslümanları, Osmanlı Devleti’nin zor zamanlarında “Hilafet Hareketi” ile destek olmuş, İngiliz işgaline karşı İstanbul’u savunma kararlılığı göstermişlerdir. Bu hareket, Pakistan halkının Osmanlı’ya ve Türklüğe olan bağlılığının en somut göstergesidir.

Bağımsızlık sürecinde Pakistan, Türkiye Cumhuriyeti’nin modernleşme politikalarını örnek alarak, genç cumhuriyetin reformlarını kendi ülkesine uyarlamıştır. Muhammed Ali Cinnah, Atatürk’ü bir lider olarak örnek almış, “Türkiye’nin başardığını biz de başaracağız” demiştir.

2️⃣ Babür İmparatorluğu: Hindistan Alt Kıtasındaki Türk Mührü

Pakistan topraklarında en güçlü Türk etkisi, Babür İmparatorluğu döneminde hissedildi. 1526 yılında Babür Şah tarafından kurulan imparatorluk, Hindistan alt kıtasının tamamına Türk-İslam medeniyetini taşıdı. Babürler, Türk kökenli bir hanedan olup, saray dili olarak Türkçeyi kullanıyordu. Lahor, Peşaver ve Multan gibi şehirlerde Türk yerleşim yerleri kuruldu ve bu kültürel miras günümüze kadar uzandı.

3️⃣ Pakistan’da Etnik Türkler: Karluklar, Hazaralar ve Türkmenler

Pakistan halkı içerisinde etnik Türk toplulukları bugün hâlâ varlığını sürdürmektedir:
• Karluk Türkleri: Orta Asya’dan göç eden Karluk Türkleri, Pakistan’ın kuzeyindeki Gilgit-Baltistan bölgesinde yaşamaktadır. Geleneklerini ve dillerini büyük ölçüde korumayı başarmışlardır.
• Hazara Türkleri: Pakistan’ın Belucistan eyaletindeki Quetta şehrinde yoğun olarak yaşamaktadırlar. Afganistan’dan göç eden Hazara Türkleri, Şii Müslüman kimlikleriyle bilinirler. Günümüzde de kültürlerini koruyarak sosyal hayatta önemli bir yer tutmaktadırlar.
• Türkmenler: Afganistan sınırına yakın bölgelerde yaşayan Türkmenler, geleneksel yaşam tarzlarını devam ettirirler. Özellikle kırsal bölgelerde, çadır kültürü ve Türkmen halıları hâlâ yaygındır.

4️⃣ Türkiye, Azerbaycan ve Pakistan Üçgeni: Stratejik Ortaklık

Türkiye ve Azerbaycan, Pakistan ile stratejik düzeyde güçlü ilişkilere sahiptir.
• Savunma İşbirliği: Türkiye, Pakistan’ın savunma sanayisini güçlendirmek adına MİLGEM Projesi kapsamında savaş gemileri inşa etmektedir. Bu projeler, iki ülkenin savunma kapasitelerini artırırken ortak güvenlik stratejileri geliştirmelerini sağlamaktadır.
• Azerbaycan-Pakistan Dayanışması: Azerbaycan, Dağlık Karabağ Savaşı sırasında Pakistan’ın tam desteğini almıştır. Pakistan, Ermenistan’ı tanımayan tek ülke olarak, Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne olan desteğini net bir şekilde göstermiştir. Bugün de Azerbaycan, Pakistan’ın Keşmir meselesinde yanında durmaktadır.

5️⃣ Uluslararası Hukuk ve Adalet Meselesi

Hindistan’ın Pakistan kontrolündeki Keşmir’e yönelik saldırıları, BM Kararları’na ve uluslararası hukuka aykırıdır. Keşmir, 1947’den bu yana çözülmemiş bir çatışma bölgesidir ve halkın iradesine saygı gösterilmesi gerekmektedir. Türkiye ve Azerbaycan, uluslararası platformlarda Pakistan’ın yanında durarak barışçıl çözüm arayışlarını desteklemelidir.

6️⃣ Kardeşlik ve Tarihî Sorumluluk

Türkiye ve Azerbaycan’ın Pakistan’a desteği, tarihî bağların bir gereği ve aynı zamanda stratejik bir zorunluluktur. Osmanlı döneminden bu yana süregelen kardeşlik bağı, Babürler döneminde güçlenmiş, modern çağda ise savunma ve diplomasi alanında stratejik ortaklıklara dönüşmüştür.

Bölgedeki istikrar ve barışın sağlanması, sadece Pakistan için değil, tüm Türk-İslam coğrafyası için önem arz etmektedir. Bu nedenle Türkiye ve Azerbaycan, tarihî sorumluluğunu yerine getirerek Pakistan’ın yanında durmalı ve bölgesel barış için öncülük etmelidir.
Bozkurt mahir
15 gün önce
HİÇ SES VARMI SURİYE FATİHLERİNDEN ?

Suriyeyi feth etmiş Emevi camiinde namaz kılmıştık sırada Kudüs ve Gazze vardı yeterki asrın liderimiz izin verse hadi dese idi.........!
Asrın liderimizin ve yanaşmasının başka işleri vardı. Terörsüz Türkiye yüzyılı diyerek yeni bir çözüm müzakere ve açılım peşinde idiler gerekçeleri de aslında çok komikti ama ülkemizde bu komikliye inanan kitlede var maalesef.

Komiklik şu idi; terör örgütü şartsız, ama sız, pazarlıksız silah bırakacak kendini fesh edecek bize böyle söyleniyor inananlar oluyordu mutlaka. Hiç kimse sormuyor soramıyordu; Teröristleri dağa çıkaran gerekçeler nelerdi ? Onlarda hangi değişiklikler oldu da silah bırakıyorlar ? Hemde şartsız ve pazarlıksız öğlemi ? Neyin karşılığı idi bu olacak dediğiniz şeyler.? PKK'nın kafasına taş mı düştü 40 yıldan fazladır yapmadığı iş kalmayan örgüt amasız,pazarlıksız, şartsız silah bıraksın ?

PKK kendini fesh ediyor (!) kurucu iradeye şato tahsisi işine bakılıyordu.

Ama bizden saklanan çok şey var zaten saray beslemesi basın bunun için oluşturuldu hani biz Suriye Fatih'i idik ama feth ettiğimiz (!) ülkede İsrail canı çektiği zaman kendisine tehlike gördüğü her yeri vuruyor bizim Suriye Fatihlerinden ses seda yok. Hatta bizim üs kuracağımız yeri vurdu yine ses Seda yok bu nasıl Suriye fatihliği ise ?

İsrail Cani çektiği yerleri vururken 26 Nisanda Suriye kamışlıda Kürt ulusal konferansı toplantısı yapıldı katlılanların hepsini yazmaya gerek yok ama karar önemli Konferans sonrası Kürtlerin haklarının anayasal olarak tanınması için Şam ile müzakere etmek üzere ortak bir Kürt heyetinin oluşturulması kararı alındığı belirtildi. Konferansa DEM Parti heyeti de katıldı.

Biz PKK'ya silah bıraktırıyoruz öğlemi ? PKK - KCK yapılanması içerisinde Suriye'de Irakın kuzeyinde olduğu gibi özerk otonom bir bölgeye kavuşuyor. Ama bize resmen alenen yalan söyleniyor. PKK kendini fesh ediyor diye. PKK - SDG' ye katılarak Suriye'de Özerk Yönetimi'nin silahlı gücü haline gelmiştir. Bize PKK silah bırakıyor masaları anlatılıyor artık sıranın kimde olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yok değil mi ?

Bu planların sahibi İngiltere,ABD ve İsrail dir. Onların planları tıkır tıkır işlerken biz Emevi camiinde namazla yetineceğiz gibi görünüyor.

Suriye'de bu zamana kadar oluşturduğumuz ÖSO'dan kurdurduğumuz hükümet ve kadrolarından fayda görmedik yıllarca onları bu fakir millettin paraları ile aylığa bağlatmıştık hiç bir faydaları olmadı.

Kravat taktırılarak Suriye'nin başına getirilen bizimde desteklediğimiz Colani ( Şaraa ) kamışlıdaki konferans sonrası yapılan açıklamasında; SDG adını kullanan terör örgütü PKK/YPG’nin “federasyon” talebine tepki gösterdi.. Açıklamada, “SDG’nin yaptığı federasyon çağrısında bulunan ve sahada ayrı bir yapı oluşturmayı amaçlayan hareketler ve açıklamaları (Şam yönetimi-SDG) anlaşmanın içeriğiyle açık bir şekilde çelişmekte ve ülkenin birliği ile toprak bütünlüğünü tehdit etmektedir. Suriye’nin toprak bütünlüğü bizim için kırmızı çizgidir ve buna yönelik her türlü ihlal ve sapma; Suriye’nin birleşik kimliğine saldırı olarak değerlendirilir” denildi.

De.... kim takar seni ? SDG ,ABD desteğinde bir kolordu gücünde ve ağır silahlar ile donatılmış durumda senin Toyota kamyonetlerinle mi eğitimsiz hırpani görünümlü adamlarınla mı onları kontrol edeceksin ?

İşler iyiye gitmiyor ve bunlar başka meseleler ile gündemin dışında tutuluyor ama sonunda Suriyeyi feth ettik masalı ve avuntusu ile acı gerçekle iş işten geçtikten sonra haberimiz olacak maalesef.

Tez zamanda uyanmaz isek, tedbir almaz isek geçmiş olsun derim.
Bozkurt mahir
16 gün önce (E)
GERÇEKTEN ÇOK İLGİNÇ....SİZ NE DÜŞÜNÜYOR SUNUZ?

Abdullah Gül cumhurbaşkanı iken karşısında diz çöküp saygı duruşunda bulunan bu adam kim?
Fiji Cumhuriyeti'nin Ankara Büyükelçisi Robin Nair.
Özellikle Abdullah Gül'e neden böyle bir saygı duruşunda bulunmuştu?
Dikkkat buyurun o zaman.
İngiliz Milletler Topluluğunu bilir misiniz?
16 ülke direk bu topluluğa bağlıdır.
Bu topluluk da direk "İngiliz Kraliçesine" bağlıdır.
Kraliçe'yi devlet başkanı kabul ederler.
Kraliçe bu devletlere vali atar. Bu vali, Kraliçe adına o devletleri yönetir.
Kanada da bu devletlerden bir tanesidir mesela.
Fiji Cumhuriyeti de bu devletlerden bir tanesidir.
Fiji Cumhuriyeti'nin bayrağı bile İngiltere devleti ile aynıdır.
Bu devletlerin vatandaşı olmak isteyen Kraliçe'ye bağlılık yemini etmek zorunda.
Bu devletlerin eğitim sistemini İngilizler inşaa etmiştir.
Yetişen nesil Kraliçe ve İngiliz Devletine hayranlık duyarak yetişir.
Ve Kraliçe'nin dünyadaki tüm adamlarına özel saygı gösterisinde bulunurlar.
Abdullah Gül?

İngiliz Kraliçesi 2008'de ülkemize gelip bir şahsa “Büyük Şövalye Nişanı” taktı.
Bu şahıs Cumhurbaşkanı Abdullah Gül idi.
Gül hayatının ilk smokinini Kraliçe için giydi, eşi Hayrünnisa Hanım duygularını, “Kraliçe geldiğinde, aile yakınımız ziyaret etmiş gibi oldu. Akraba gelmiş gibiydi” sözleriyle ifade etti.
Büyük Şovalye Nişanı ancak İngiltere'nin kutsal saydığı değerleri ölümü pahasına savunanlara kraliçe tarafından verilir.
İngiliz politikasından ayrı düşenlerden bu nişan geri alınıyor.
Mesela bu nişan Zimbabve lideri Robert Mugabe'den 2008 yılında geri alındı.
Bu sebeple nişanı kaybetmemek için İngiltere'ye sadık kalınmalı.
Bitti mi? Hayır. En önemli yere geldik.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, İngiltere Kraliçesi 2. Elizabeth’ten 2010 “Chatham House Ödülü”nü almak üzere İngiltere’ye gitti ve ödülü aldı.
Chatham House, İngiliz derin devletinin kararlar alıp uygulamaya koyduğu "Yuvarlak Masaydı"
Resmen 1920’de kuruldu. İsrail devletinin kuruluşuna öncülük eden, Osmanlı’yla, Orta Doğu’yu ilk parçalayan Sykes–Picot haritalarını çizen ve Sevr’i yapan bu masaydı.
Dünyaya yön veren bir merkez.

Chatham House, İngiltere'deki Exter Üniversitesi ile bağlantılıdır.
Bu üniversite ise İngiliz istihbarat servisi MI6'ya adam yetiştiren yerdir.
Özellikle Ortadoğu'ya İngiliz ajanı burada yetiştirilir. Abdullah Gül de bu okul da okumuştur.
Bu okuldan mezun olanlar ülkelerinde önemli görevlere getirilir.
Fiji Cumhuriyeti büyükelçisi de gelip o şahsın huzurunda diz çöküp en büyük saygı gösterisini yapmak zorundadır.
Buna "Kraliçe Dayanışması" diyoruz.
Gül 2011'de Kraliçe'nin özel davetlisi olarak Saray'a gitmişti.
Gül oradaki görkemli programda yaptığı konuşmada "GELECEK İÇİN ORTAK VİZYONUMUZ VAR” demişti.
Acaba neymiş o vizyon?
Kazmayı daha derine vurayım.
Dikkat.

Abdullah Gül'ün Türkiye'de 3 tane prensi vardır.
Bunlardan biri Ali Babacan'dır.
1990 yılında "Fulbright bursu" kazanarak, ABD'ye gitti üniversite okudu.
Abdullah Gül'ün aracılığı ile İngiltere'de önemli bağlantılar kurdu.
2002'de bizzat Abdullah Gül onu siyaset sahnesine çıkardı.
Abdullah Gül "Ali Babacan'ı ben yetiştirdim. İngiltere'ye gönderdim. İleride yıldızı parlayacak" demişti siyasete sokarken.
Ali Babacan yeni parti kurunca İngiliz medyası çok gündem edip övgüler dizmeye başladı.
Ekrem İmamoğlu seçimi kazanınca İngiltere Chatham House'ye gitti.
Aracı ve kefil olan Abdullah Gül idi.
Abdullah Gül sayesinde istediğini aldı oradan.
İmamoğlu Londra belediye başkanı ile resim çekilip "Londra ile bundan sonra hiç olmadığı kadar yakın ve ortak akılla çalışacaz" dedi.
Nasıl bir ortak akıl ki bu?
Şimdi dikkat.

Geçtiğimiz başkanlık seçiminde CHP, SP ve HDP Abdullah Gül'ü ortak aday kabul etti ve çıkaracaktı.
Fakat bazı sorunlar sebebiyle olmadı.
Saadet Partisi Abdullah Gül'ü nasıl ortak aday kabul etmişti?
Hani Abdullah Gül siyonist uşağı, Batı uşağıydı, haindi Saadet için.
Dikkat.
Temel Karamollaoğlu kim?
Uzun dönem İngiltere'de eğitim gördü.
Temel Karamollaoğlu Manchester Üniversitesi'nde okudu.
2018'de seçimden önce İngiliz gazetesi The Guardian'a verdiği demeçte "İngiliz tarzı sekülerizim ve laiklik istiyoruz" dedi.
Chatham House'nin kodlarına uyma garantisi verdi.
Bak şu işe.
Ve Abdullah Gül'ün ortak aday olmasını kabul etmişti.
Kraliçe Dayanışması olmasın bu.
Gül devlete çalışan çift taraflı adam olabilir mi?

Ve son soru.
Recep Tayyib Erdoğan kim?
Uzun konu.
Şu kadarını söyleyeyim.
Erdoğan piyasaya 2 tane prens sürdü.

Kalın sağlıcakla...

-- Mustafa Güldağı --
Bozkurt mahir
16 gün önce
Gazı MEHMET
BEDRİ ALIUCLU
BİNBAŞI!
Bugün benim bir akrabam aradı halamın oğlu çok ağır yazılar yazıyorsun beni takip eden akrabam kendisi imamlıktan emekli tuzu kuru çocuklar Okumuş kamuda görev yapıyor.
Bu kuruma binbaşı Belki de bugün General olacaktı Şimdi soruyorum Abdullah Öcalan'ı Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne davet eden şehit ve gazilerimizin hakkını nasıl ödeyecekler.
Kendisine telefonda konuştuğumuzu Aynen yazmak istiyorum ben hayatta kimseye hakaretli yazı yazmam kalbini de kırmam fakat 23 yıldır devletimizi yöneten yönettiğini zannedenler Türk ordusunu adeta tehdit ettiler Ergenekon Balyoz diye Türk ordusuna kumpas kurdular . ben erkenekon . savcısıyım.dendi söylendi Savcı Zekeriya Özün altına zırhlı araç verdiler bugün fetö'den aranıyor daha Acaba nerede? yakalanmaz mi? kozmik odaya girenleri neden yargılanmaz? 500'e yakın general en ağır cezayı aldı 10 tanesi içeride öldü ona yakını İntıhar etti intihar etti. bunların sorumlusu yok mu? acaba kozmik odaya açanları. yargılanmayacaklar mı ?adil bir şekilde ben bunları söyledim inşallah halin 15 Temmuz darbesini yapanlar mutlaka cezalarını çekmeli onlara sebebiyet verenler onlar da cezasını çekmeli Teröre yardım yataklık yapanlar mutlaka cezasını çekmeli?
Varlığım Türk varlığına armağan olsun bu subay kardeşimize Bundan Böyle Rabbim sağlık versin aklı sağlığını her zaman korusun biliyorum ki huzurları Perişan çocukları eşi doya doya bugünkü yüzüne bakamıyor. üzüntü ile bakıyorlar. Yüzündeki izler yaralar milletimizin Şeref madalyası.
Aklını Beynini kiraya vermiş Devlet Bahçeli'ye sesleniyorum. şehitleri unuttunuz bizim bu gazilerimizin lütfen yüczüne bakınız..

40.000 kişinin katili İmralı'da devlete akıl vermeye kalkıyor. devlet yöneticileri İmralı adası'nı adeta otoban gibi yol geçen hanına dönderdi Bir Mahkum hem de katil hem de bölücü Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Gazi meclise nasıl davet edersiniz.. bizim Gazilerimize sordunuz mu ?Şehit hanımlarına sordunuz mu?.
Uzuv ları ni kaybeden Gazilerimize sordunuz mu??
Bozkurt mahir
17 gün önce
Bolu Belediye Başkanı Tanju ÖZCAN ;
REZİLLİĞE BAKINIZ !
İtalyan Başbakanı Meloni, Türkiye’den gelen sığınmacı sıfıra indi diyor, teşekkür ediyor ve bizim Cumhurbaşkanı da alkışlıyor. Yazıklar olsun, bizi Avrupa’nın sığınmacı çöplüğü yaptınız ve bundan dolayı teşekkür aldım diye alkışlıyorsunuz. Biz besleyelim, büyütelim, ekmeğimizi bölüşelim sığınmacılarla, halkımız bu yüzden yoksul kalsın, İtalyan Başbakanı tabi ki teşekkür eder. Ben bu ülkenin Türk Milliyetçisi bir vatandaşı olarak teşekkür etmeyi bırak, hakkımı dahi helal etmiyorum…
Bozkurt mahir
17 gün önce
3 Mayıs 1944 Milliyetçilik Olayı

İkinci Dünya Savaşı yılları, tüm Avrupa ateşler içinde milyonlarca insan hayatını kaybetmiş, Avrupa’nın birçok büyük şehri viran olmuş harabeye dönüşmüştü. 1944 yılında tanınmış Türk düşünürü, şair ve yazar Nihal Atsız Boğaziçi Lisesi’nde edebiyat öğretmeniyken Orhun dergisini çıkarıyordu. Nihal Atsız bu dergide Başbakan Şükrü Saraçoğlu’na hitaben iki açık mektup yayınladı. Siyasi tarihimizde önemli izler bırakan olaylar bu mektuplarla başladı.
Şükrü Saraçoğlu Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı bir konuşmada, “Ben Türkçü bir Başbakanım. Türkçülük bizim için bir kültür meselesi olduğu kadar bir kan meselesidir,” dedi. Bu beyan matbuata geniş bir yer buldu. Bu sözlere kayıtsız kalamayan Nihal Atsız;
“Memlekette açıktan açığa Komünizm propagandası yapan dergiler çıkmaktadır. Bu dergiler Milli Eğitim Bakanlığı’nın emriyle ve devlet parası ile satın alınarak bütün okullara dağıtılmaktadır. Ankara DTC Fakültesi, Devlet Konservatuarı’nda ve daha birçok mevkide memleketimizi Komünistleştirmek isteyen, buralarda faaliyet ve çaba gösteren insanlar vardır.
Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ya bunları görmüyor, o halde akıl kabul etmez derecede büyük bir gaflet içinde bulunmaktadır. Yahut bilerek görerek bu işleri yaptırmaktadır ki, bu takdirde kendisi de ihanet halindedir. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel derhal vazifeden alınmalıdır, yahut kendisi daha vatansever bir jest göstermeye davet edilmeli, hemen istifa etmesi istenmelidir.”
Milli vicdanlarda bu açık mektup büyük akisler yaptı. Memleketin bütün aydınları korkusuzca yapılmış bu politik çıkış karşısında heyecanla sarsıldı. Hiçbir bakan bugüne kadar böyle aleni bir tenkit görmemişti. Milli Şef döneminde vekillere imalı bir söz bile söylemek kimsenin haddine değildi.
Bu cüretkarlığı yapan kişiye haddini bildirmek gerekiyordu. Nihal Atsız aleyhine, kendisine vatan haini dedi diye Sabahattin Ali’ye bir hakaret davası açtırdılar. Davanın arkasında CHP vardı. Sabahattin Ali’ye izleyeceği yol anlatıldı, partinin avukatına Atsız’a karşı suç duyurusunda bulunması için vekaletname çıkarıldı. Çarklar dönmeye başlamıştı. Avukat ve savcı aldıkları talimat doğrultusunda Atsız hoca aleyhine kamu davası açılmasını sağladılar.
Atsız duruşmada hazır bulunmak için gittiğinde Ankara Garı’nda yüzlerce üniversiteli genç çiçeklerle karşıladı. Gençler heyecanlıydı, Atsız’ın Ankara’ya geliş sebebi üniversiteli gençler arasında hızla yayıldı. Gençler bu korkusuz Türk aydınını yalnız bırakmak istemiyordu. Birçoğu Orhun dergisini okuyordu. Bu atmosfer içinde kalabalık gittikçe arttı. Binlerce gencin haykırdığı “Kahrolsun Komünistler!” sloganlarıyla yer gök inledi. Gençler Atsız’ı misafir etmek için bir otele götürdüler. Otelin önünde Nazım Hikmet ve Sabahattin Ali’nin kitaplarını yaktılar. CHP iktidarını protesto ettiler.
Binlerce genç “Milliyetçi Türkiye!” diye bağırıyordu. Gelişmeler üzerine Milli Şef, İçişleri Bakanı’nı ve Başbakanı köşke çağırdı ve şiddetli bir şekilde azarladı. Döneminde kim böyle bir gösteri yapabilirdi? Bu gençlerin haddini bildirmek gerekiyordu. İçişleri Bakanlığı’ndan verilen talimat üzerine gençlerin etrafı polislerce sarıldı, tamamı dayaktan geçirildi, yerlerde sürüklendi, bazıları ağır şekilde yaralandı ve hastahaneye kaldırıldı. Birçoğu gözaltına alındı.
3 Mayıs 1944’te Nihal Atsız hakim huzuruna çıkarıldı; hukuka ve usule aykırı bir şekilde tutuklandı.
Atatürk ve silah arkadaşlarının devletin kuruluş felsefesi olarak belirlediği değerler suç olarak kabul ediliyordu.
Ne tutuklamalar, ne dayak, ne işkenceler milliyetçi gençleri yıldıramadı, yollarından döndüremedi. Gösteriler aralıksız olarak devam etti. Olaylar sonrasında CHP iktidarı istifa etmek zorunda kaldı. Milli direniş karşısında tek parti iktidarı aciz kalmıştı.
Atsız’ın evinde yapılan aramalar sırasında rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş’in bazı yazı ve mektupları ele geçirildi. Türkeş Erdek’te görevliydi. Evinde bulunan 500 kadar kitaba el konuldu. Kendisi Sıkıyönetim Komutanlığı’na sevk edildi ve Tophane’de bulunan Merkez Komutanlığı Cezaevi’nde bir hücreye konuldu. Bu cezaevinde her türlü suçlu bulunmaktaydı: kaçakçılar, uyuşturucu kullananlar, komünistler, casuslar, katiller, hırsızlar…

Aylar geçiyor, ancak hakim huzuruna çıkarılmıyordu.
O günlerde Türk milliyetçiliğinin “tehlikeli ve zararlı” bir görüş olduğu CHP toplantılarında ve gazetelerinde sık sık yazılıyordu. Hitler’in yenilgisi kaçınılmaz olunca, daha önce övgüler düzen gazeteler bir anda sövgü yarışına girdi. Türk milliyetçileri için Hitler; zafer kazandığında da yenildiğinde de aynıydı: şerefsiz bir katil ve insanlık düşmanıydı.
Türkeş, ışıksız, havasız, lağım sularının aktığı hücrede geçirdiği günlerin sonunda hastalandı. Günlerin çoğu aç ve susuz geçiyordu. Türkeş’in sağlığı hızla bozuldu ve cezaevi idaresi mecburen hastaneye kaldırılmasına karar verdi. Sevk evrakında:
“Dikkat: Siyasi suçludur. Türkçü ve Turancıdır. Başkalarıyla temas ve konuşma yapması yasaktır.” yazılıydı.
Bu ifadeler bile CHP iktidarının Türk dünyasına bakışını yansıtmaya yeterliydi.
Tüm bu olumsuzluklar içinde kaldırıldığı hastanede Tabip Tuğgeneral Fikri Akın adlı bir Türk subayı, Alparslan Türkeş’e “Oğlum, Türkçülük, Turancılık diye bir suç olamaz, üzülme. Senin tedavini burada yaptıracağım,” dedi. Bu yüce insan, verdiği sözünü tuttu. Alparslan Türkeş’i sağlığına kavuşturmak için gerekli tüm tedavileri eksiksiz uyguladı.
Bu sırada ülke ve dünya çapında haklı bir şöhret kazanmış olan ilim adamı merhum Prof. Dr. Zeki Velidi Togan Sansaryan Han’da işkence görüyordu. Kendisine bazı yazılarla mukayese yapacağız diye boş kağıtlar imzalatılmıştı. Bu boş kağıtların üzeri sorgucular tarafından doldurularak suç ikrarı olarak kullanılmaya kalkışıldı. Zalimler hiçbir ahlaki disiplini tanımıyordu.
Sansaryan Han’ın hücrelerinde sadece Zeki Velidi Togan yoktu. Yüzlerce vatansever ağır sorgulardan, işkencelerden geçiyordu. Bu gençlerden biri de Reha Oğuz Türkkan’dı. İşkence altında bir gözünü kaybetmişti.
İşkencecilerin başında Sıkıyönetim Komutanı Korgeneral Sabit Noyan, Savcı Kazım Alöç, Polis Müdürü Ahmet Demir bulunmaktaydı.

Türkçülük, Turancılık suçlamasıyla tevkif ettikleri askerleri Tophane’de bulunan Merkez Komutanlığı emrindeki askeri cezaevinde tutuyorlardı.
Piyade Üsteğmen Alparslan Türkeş, Doktor Binbaşı Hasan Ferit Cansever, Doktor Üsteğmen Fethi Tevetoğlu, Teğmen Nurullah Barıman, Asteğmen Zeki Sofuoğlu tutuklu askerlerin önde gelen isimleriydi.
Emniyet Müdürlüğü’nde, yani Sansaryan Han’da gözaltında bulunanların durumu, Tophane Askeri Cezaevi’nde bulunanlardan çok daha kötüydü. İsimlerini bugün hürmet ve saygıyla andığımız Türk milliyetçileri, “tabutluk” adı verilen yarım metrekarelik bir yerde, 2,5 metre yüksekliğinde beton duvar içinde, tepelerinde üç adet 500 mumluk ampul, demir prangalarla kol ve bellerinden bağlanarak duvara yapılmış oyuklarda tutuluyordu.
Tutuklamaların çoğu Mayıs ayı sonlarında yapılmış, işkenceler Haziran ve Temmuz aylarında aralıksız devam etmişti.
CHP’nin tek parti yönetimi, Türk aydınını, Türk milliyetçilerini tabutluklarda işkencelerden geçirdi. Bu gençlerden bazıları ömür boyu sakat kaldı. Tıp Fakültesi öğrencisi Mehmet Külahlıoğlu bu gençlerden biridir. Emniyet Müdürü Ahmet Demir’in işkence tezgahlarından geçenler arasında Hikmet Tanyu, Hamza Şadi Özbek, Cemal Serdengeçti, Mehmet Külahlı, Necdet Özgelen, Sait Bilgiç, Oğuz Öçalan, Osman Yüksel Serdengeçti gibi birçok vatan evladı bulunmaktadır.
Uzun çileli günlerden sonra nihayet duruşmalar başladı. Memleketini ve milletini sevmekten başka hiçbir gaye gütmeyen temiz ve masum milliyetçi Türk çocukları, Milli Şef iktidarı savcılarınca hazırlanan iddianamelerde “vatan haini” gösterildi.
Mahkemeye verilen dilekçeler, duruşma yargıcı Osman Cevdet Erkut tarafından sanıkların yüzüne atılıyordu. Avukatlar da sindirilmiş, bir şey söyleyemez hale gelmişlerdi.
Sanıklar her şeye rağmen Emniyet Müdürlüğü’nde işkence gördüklerini zapta geçirttiler.

1944 yılında Türkçülük-Turancılık davası sebebiyle yüzlerce kişi gözaltına alındı. Ancak 23 kişi mahkemeye gönderildi.
Duruşmalar üç yıldan fazla sürdü. Heyetler değişti. Sonunda 10 kişinin mahkûmiyetine, 13 sanığın beraatine karar verildi. Ceza verilenlerin başında Nihal Atsız gelmekteydi.
Beraat edenler aleyhine dönemin savcısı temyize başvurdu.
Temyiz incelemesi sonunda Askeri Yargıtay beraat kararını ittifakla onayladı ve tutuklu sanıkların derhal tahliyesine karar verdi.
Devletin Milli Mücadele ruhundan ve Türk ülküsünden uzaklaştırılmasına sebep olan yöneticiler, devlete sızan dönme devşirme taifesinin yaptıkları, tek parti diktasının zulmü Türk milliyetçileri tarafından asla unutulmadı.
3 Mayıs, tutuklamaları ve tek parti iktidarını protesto eden binlerce milliyetçi gencin yürüyüşünü ve dayanışmasını simgeleyen gündür.
İlk defa 1945 yılında cezaevinde anılmaya başlanmıştır. Tutuklu on milliyetçi genç adam cezaevinde kırık dökük bir masanın etrafında toplanıp 3 Mayıs anmalarını
tarikhaber
17 gün önce
Ülkemizin kalkınması, milletimizin refahı için canla başla alın ve akıl teri döken; güçlü Türkiye'nin mimarları işçi ve emekçi kardeşlerimin #1Mayıs Emek ve Dayanışma Günü'nü tebrik ediyorum.
Bozkurt mahir
18 gün önce
ABD boğazları pas geçip kanallar üzerinden Karadeniz'e çıkıp Rusya'yı kuşamak istiyordu..Menderes korktu..Her ne kadar Amerikan ürünü olsada korktu..Önüne zarf kondu..Korkuyla rusyaya yöneldi..Ama ABD natocu subaylarıyla darbe yaptı..Mallar hala Menderes'i Türk askeri astı sanıyorlar..Ben sizin o beyninizi sikeyim..İyi duydunuz sikeyim..Menderes Özal Erdoğan Evren..Hepsi amerikan projesidir..Derin bir el kanala izin vermedi..Rusya'ya yanaşmak zorunda kaldık...
Sonuç idam sehpası...Atmış sene sonra biri gene kanalı kazmaya karar verdi..
Kanal intihardır....Arap parası uğruna intihar

Rusya son sözü söylemedi daha...
İstanbul'un Çanakkale'nin üstünde patlayan iki nükleer bomyla söyler emin olun..
İşte o değil boğazlar Türkiye'nin sonu olur...
Atatürk ne demişti...Rusları kışkırtmayın...

ABD nin ve NATO'nun Karadeniz'e çıkması demek Rusyanın sonu demektir..Rusya karadenizi ve komple güney Rusya'yı kaybder..İçine çöker dağılır..Bu nedenle kanala asla izin vermez..Henüz susuyor..Türkiye'yi haritadan siler kanala izin vermez...Rusa karşı koyacak gücün varmı...Yok
Yunanın adalarını işgalini bile engelleyemiyorsun..Mavi vatanı feda etmişsin..Türbeye sahip çıkamamışsın...Dizi film çevirttirmeye benzemez bu işler..
İdlipte seçme taburunu şehit etti ne yapabildin..Suçlu gibi gidip kapılarda bekledin..

O arkadaşa biri bunu net bir dille söylesin....İstanbul değil Türkiye gider..
Geçtik Kanal çevresine kuracağı Arap şehrini filan..
O tehtidi gören Araplar zaten gelmezler...

Rusyayı iyi izleyin....
Bozkurt mahir
18 gün önce
Trabzonlu bir yiğit ADAM vardı...
Bir istihbaratçı aynı zamanda Türk subayı idi... Bilge lider Aliya İzzetbegoviç sırp keskin nişancılarla başa çıkamıyordu, Türkiye'den giden ekibin başında bulunan Kemal Kahraman diye tanınan şahıs aslında o idi yaralandı ama keskin nişancıları da temizledi, aynı zamanda Kardak krizinde botlarla çıktığı seferde Yunan kayalıklarını Yunanlıların elinden alan bordobereli de o idi. Doğu Türkistanda uygurların yanında o vardı adı İSYANDI, Afganistanda adı KARTALDI Türk general raşit dostumu savunma bakanı yaptırdı, Azerbaycanda adı KÖROĞLUYDU, Azerbaycan ordusunun kurulmasında ermenilerle mücadelede ön saflardaydı, onun Türk istihbaratandaki adı HAYALETTİ. O Büyük kahraman... KAŞİF KOZİNOĞLU... vücuduna giren üç kurşun onu öldüremedi ama Fetullahçı savcı hakimler onu tutukladılar. Duruşmasına 8 gün kala esrarengiz bir şekilde öldürüldü. 13 kasım 2011de şehit edildi. Bu millet bu vatana hizmet etmiş evlatlarını hiçbir zaman unutmaz...

Mustafa Yazıcı
tarikhaber
19 gün önce
Türkiye ile İtalya arasında 11 anlaşma! Cumhurbaşkanı Erdoğan: Yeni ticaret hacmi hedefimiz 40 milyar dolar https://tarikhaber.com/hab...

Hiçbirşey Bulunamadı!

Üzgünüz, ancak {{search_query}} arama sorgunuz için veritabanımızda hiçbir şey bulamadık. Lütfen başka anahtar kelimeler yazarak tekrar deneyin.