Logo
Zehra Sevinç
18 saat önce
"Bir Bardak Su İkram Edene
Bile Teşekkürü Borç Bilen İnsanoğlunun,
Nimetlerin Asıl Sahibi Olan ALLAH'A Şükürden
Gafil Kalması Vefasızlıktır."
Zehra Sevinç
2 gün önce
"Teslim Olduğun Ne İse,
Teselli Bulduğun da Odur.
Teslimiyet Yalnızca ALLAH'ADIR.
ALLAH'A Teslim Ol ki Teselli Bulasın!"

#gazze
#Doğutürkistan
#Afrika
#Arakan
#Boykotadevam
BURAK
2 gün önce
Günaydın Bitig sitesi sakinleri X sitesinde mavi tıksızlara kısıtlama yapılıyor kahrolsun amerika ve uygulamaları yerli sitelerin sayısı artsın
İnşallah
Ravşan Rustam
3 gün önce
Selamün aleyküm. #Ramazan bayramımız kutlu olsun. Allah'ın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Ayhan Karabaşoğlu
4 gün önce
Sízlerín ve tűm Íslâm âlemínín Ramazan Bayramı'nı kutlarız. Âílenízín ve sevdíklerínízle bírlíkte sağlık, mutluluk ve bereket dolu bír Bayram geçírmeníz díleğíyle. Ramazan Bayramı'nız műbârek olsun ínş'ÂLLÂH☝️ÂmííííííN🤲
BOZKURTBEY
4 gün önce
Allah, vatan, namus, ittehat...
cenk rst
5 gün önce
Son sahur son iftar Allah tekrar Ramazan ayına kavuşmayı nasip etsin.
Bozkurt mahir
5 gün önce
Yer ADIYAMAN.
Ülkücü hareketin yuvası eğitim ve tedrisat alanı olan ocağı işgal eden bir akp milletvekili.
Türk düşmanlığını her alanda bağıran aslında türk olamayan biri.

(Partisinin liderinin gözünde)
Biz ülkücüleri her alanda aşağılayıp.

Fatiha bilmez.
Kafatascı.
Irkçı.
Kan emici.
Eşrefi mahluk.
Morg bekçisi.
Diyerek aşağılayıcı konuştuğu.

Ülkücülerin yine kürsüde bulunan Bozkurt resmi önünde.
Akp li trolorlere seminer verdiği ve bu seminerden hiç verim alamadığı ortaya çıktı.
Vah Metiner efendi vah.
Düştüğünüz duruma bakınız ki.
O aşağılayıp küçümsediğiniz ocaklara da muhtaç oldunuz.
İşgal ettiğiniz yerde, işgaliniz altındaki gençlere ne anlatıyor sunuz acaba sn Metiner?
Acziyetiniz, düştüğünüz durum.

Dedem Korkut derdi hep.

ESKİ DUTUN BİTİ,
ÖKSÜZ OĞLANIN SÖZÜ ACI OLUR.
Öksüz bırakılan onlarca ocak mensubu gardaşım ve ailelerin ayrı ayrı ellerinden öpüyorum.

Haa resimdeki sureti haktan görünen zat mı?
Üzerinde durmanıza değmez!
Zira Türklüğü kabul etmeyenlerle Türk milletinin de işi olmaz...

Ülküdaşım amann ha bunları kınamayın.
Allah büyük konuşanı iddiasından vuruyor.
İzleyin ve ibret alın.

Saygılarımla selamlıyorum 🌹
Allah'a emanet olun.
Zehra Sevinç
5 gün önce
"ALLAH;
Yorulanların da RABBİ'DİR,
Yanılanların da,
Yenilenlerin de,
ve Yeniden Başlayanlarında.."
BOZKURTBEY
5 gün önce
Hayırlı Akşamlar
Bereketli İftarlar Dilerim
Allah kabul etsin inşaAllah 🤲
Ayhan Karabaşoğlu
6 gün önce
#Oruç__Aşktır ...💞
Ímsaktan íftara kadar sűren #Sâbır makamıdır
#Ezanı duyunca tűm hűcreLerín bayramıdır
Műkafatı íse #ÂLLÂH 'tan bekLeyíşín huzurudur sení tutanLara sana tutunanLara
#SELÂM🙋‍♂️ oLsun...💞

#HayırLı__BereketLí__ÍftarLar
#Râbbímíz__KãbuL__Etsín__ÍnşÂLLÂH☝️

#ÂmííííííN🤲🌸🕊️🌸

herkes
Bozkurt mahir
6 gün önce
👍GÜNEŞİ TOPLAYAN ADAMIN HİKAYESİ👍

Osmanlı’nın Bulgaristan’da hakimiyetini sürdürdüğü son dönemler olan 1800’lü yıllarda geçen hikayeye göre; o dönem Osmanlı toprağı olan Bulgaristan’ın Tırnova (Tırnovo) şehrinde yaşayan bir aile vardır.
Dizide geçen kalburla güneş toplayan adamın gerçek hikâyesi de işte burada yaşanmıştır.

Mehmet ve Fatme, Tırnova şehrinin kırsal kesimlerinde çiftçilik yapmakta olan Müslüman bir ailedir.
Evliliklerinin üzerinden 10 yıl geçmiş ama halen çocukları olmamıştır.
Mehmet ve Fatme birbirlerini o kadar çok sevmişlerdir ki, hikayelerde anlatılan aşklar bu ikisi için basit kalabilecek bir seviyededir.

Fakat Fatme’nin o dönemlerde çaresi olmayan bir hastalığa yakalanması ile bu büyük aşk gölgelenmiş, Mehmet ile Fatme’nin sevgilerini doya doya yaşamalarına fırsat kalmamıştır.
O bölgede yaşayan herkes neredeyse istisnasız bu hikâyeyi dedelerinden ve ninelerinden dinlemişlerdir.
Birbirlerini büyük bir aşkla seven Mehmet ve Fatme’nin imtihanı da çok büyük olmuştur. Fatme evliliklerinin onuncu yılında hastalığından ötürü iki gözünü de kaybetmiştir.
Mehmet onun gözlerini açtırabilmek için her yolu denemiş hatta elinde ne var ne yoksa bu uğurda satarak harcamıştır.
Gitmediği doktor, çalmadığı şifacı kapısı kalmamıştır, ama olumlu bir sonuç alamamışlardır.
Mehmet ise Fatme’sini kurtarmak için ellerinde avuçlarında olan her şeyi satar ve o dönem Osmanlı'nın başkenti olan İstanbul'a büyük hekimlere götürmek için yola revan olurlar. İstanbul’un hekimlerinin karısının gözlerini açacağı umuduyla yola çıkarken ise başına geleceklerden habersizdir.

Mehmet ve Fatme’nin İstanbul yolculuğu tam bir yıl sürer.
Gitmedik doktor, uygulanmadık şifacı ilacı bırakmazlar.
Ellerinde avuçlarında olanı tüketince de gerisin geriye memleketleri Tırnova’ya dönmeye karar verirler.

O dönem şartlarında yolculuk yapmak hiç kolay değildir.
İstanbul Tırnova arası yaklaşık 500 Km’dir.
Yola çıktıktan kısa bir süre sonra ise Fatme’nin rahatsızlığı iyice artar ve artık onun için yaşadığı sancılar dayanılmaz hal almaya başlamıştır.

Fatme yolculuğun sonuna doğru çok sevdiği eşi Mehmet’in kolları arasında hayata gözlerini yumar.
O an her şeyini kaybeden Mehmet ise eşine tekrar güneşi gösteremediği, o güzel gözlerine bakamadığı için suçlu hisseder kendisini.

Mehmet ve Fatme’nin beraber yolculuk yaptığı kafile, Tırnova’ya yakın bir yerde mola verir mecburen.
Vefat eden Fatme’yi defin ederler oraya.
Yıkanır, kefenlenir ve bir kabre konulur.
Aslında Fatme ile beraber Mehmet’ de o kabre konulmuştur.
Kafile tüm uğraşlara rağmen Mehmet’i kabrin başından ayırmayı başaramazlar.
Mehmet’i kabrin başında bırakıp yollarına devam etmek zorunda kalırlar.
Mehmet ise eşi Fatme’nin kabrinin yanına bir kabir daha kazar ve o kabirde yatmaya başlar. Eşinin ebedi âleme göçüşünden sonra onun için artık hayatın bir anlamı kalmamıştır.
Bir süre sonra taşlardan ve ağaç parçalarından bir baraka yapar ve orada yaşamaya başlar.

İşte diziye de konu olan bölüm bundan sonra başlar.
Bir gün bir yolcu grubu şehre uğrar.
Uzaklardan gelen bu yolcu grubu yolda gördükleri bir olayı anlattıklarında kimse buna inanamaz.

Yolcu grubunun anlattığı adam, hasta karısı ile birlikte yıllar önce şehirden ayrılan Mehmet’tir. Şehirden hemen birkaç atlı tarif edilen yere varırlar.
Gittiklerinde de gerçekten o adamın Mehmet olduğunu görürler ve uzaktan onu izlemeye başlarlar.

Adam elinde bir kalburla yıkık dökük bir kulübeye güneş taşımaya çalışmaktadır.
Adamı kısa bir süre izleyenler sonrasında yanına giderler, ama adam hiç birisini tanımaz. Adam için her şey silinmiştir, zaman donmuştur.
Kulübenin içine baktıklarında biri dolu diğeri boş iki kabir görürler.
Boş olanı kendisi için hazırladığı her halinden bellidir.

Şehre dönmek için ikna etmeye çalışsalar da, Mehmet dönmeyi kabul etmez.
“Tuttum seni, attım içeri, tuttum seni attım içeri…” sözünden başka bir şey söylemez. Gelenlere göre adam aklını yitirmiştir.
Ama adamın tüm dünya hırkalarını çıkarıp derviş olduğunu kimse düşünmez.

Kalburla güneş toplayan bu meczup adamın köylüleri elleri boş geri dönerler, ancak aralarında da karar verirler.
Her hafta bir kişi bu adama azık götürecektir. Bu sayede her hafta adama bir kişi yemek götürmeye başlar.

Adam azığı getiren herkese tek bir soru sorar.
”Bu azığı kim gönderdi”
Karşısında ki kişi, azığı getiren bir isim yani Ali, Ahmet gibi isimler söylerse bu azığı kabul etmez geri gönderir.
Bir gün kalburla güneş toplayan adamın azığını köyün imamı götürmeye karar verir ve o gün adamla alakalı tüm gerçeklik ortaya çıkar.

İmam efendi adamın yanına vardığında adam yine kalburla güneş toplamaktadır, ‘tuttum seni attım içeri’ diye diye.
Selam verir ve azık getirdiğini söyler.

Meczup adam diğerlerine sorduğu soruyu bu sefer imama sorar ve “Bu azığı kim gönderdi” der.
İmam efendi “Allah! Senin, benim dahi her şeyin sahibi olan Allah gönderdi” der.

Adam anca şimdi kabul eder azığı.
İmam da şehre döndüğünde yaşadıklarını tüm ahaliye olduğu gibi anlatır.
Adama bir daha gideceklerin de vermesi gereken cevap ise artık bellidir.
Ama insanların gözünde artık o bir deli değil velidir.

Bir süre bu şekilde devam eder ve şehirden her hafta bir kişi meczup adama azık götürür.
Sıra yine imama geldiğinde imam azığını alır ve yola koyulur.
Kulübeye geldiğinde ise kalburla güneş toplayan adam kulübenin önünde yoktur.

Çevreye bakar ve dervişi arasa da bulamaz ve kulübeye girer.
Hani kulübenin içinde biri boş diğeri dolu iki kabir vardı ya artı o boş kabir de dolmuştur. Derviş ruhunu hakka teslim etmiş, çok sevdiğine kavuşmuştur.😪

alıntı
Bozkurt mahir
6 gün önce
Surıye'de SEDNEYA,Türkiye'de MAMAK...
Suriye'de Esat,Türkiye'de Evren vb diktatörler
FIRAVUNLARINN SONU
(Sıtkı ŞEREMETLİ)
Dünyanın meşhur diktatörleri vardır.
Eski çağlara ''Firavun''gibi
Yakın tarihte Hitler,Mussoluni,Stalin vb.gibi.
Türkiyede'de unutulmayacak bir diktatör vardır;''Kenan EVREN''
Öncelikle şu tespiti iyi yapalım:''Kenan EVREN kahraman Türk ordusunun bir komutanı değildir.O,işgalci ABD ordusunun Türkiye'yi ele geçirmeye çalışan hain bir emir eridir.''
Darbe yaptı.
Binlerce insana zulmetti.
Adaleti katletti.
İnsanları mahkemeye çıkarmadan idam etti.
Koskoca ülkeyi çık hapishane haline çevirdi.
Bu dönemde kendini ''Firavun''zannetti.
Ve de başında bulunduğu zulüm dönemi hiç bitmeyecek zannetti.
Lakin bitti.
Ordudan atıldı.
Elleri ile diktiği heykelleri yıkıldı.
Koskoca bir millet arkasından lanet etti.
Yaşarken bir zalimin yaşayabileceği en aşağılık günleri yaşadı.
Öyleki,ölmek istedi.
KEŞKE ALLAH BU KADAR YAŞATMASAYDI
Daha önce halk yargılanmasını isterse intihar edeceğini açıklayan Kenan Evren yaşamının son günlerinde yine benzer bir çıkışta bulunarak "Çok yaşamak da iyi değil. Keşke Allah bu kadar yaşatmasaydı. Ölseydim de bugünleri görmeseydim." dedi.
ZALİM BİR HAİN
Ve öldü.
Cenazesinde kimse yoktu.
Ardından rahmet okuyan olmadı.
Tarihe ''Devlet Başkanı'' olarak değil,''Zalim bir HAİN''olarak geçti
Tarih en adil hüküm sahibidir
Tarih herkesi zaman içinde hak ettiği yere koyuyor.
Diktatör Kenan EVREN ve cuntacı arkadaşları bugün lanet ile anılırken
onların idam ettikleri ''Kahraman''olarak anılıyor.
Zindanlara atıp zulmettikleri ''Başı dik,şerefli insanlar''olarak yaşamlarını sürdürüyor.
İŞKENCE VE 12 EYLÜL
12 Eylül sabahında Kenan Evren başkanlığındaki Darbe yönetimi daha önceden hazırladığı programı uygulamaya geçirerek on binlerce Ülkücüyü tutuklamıştır.Özel kurulan işkencehanelerde Ülkücüler vahşet derecesinde işkencelere tabi tutulmuştur."
12 EYLÜL'ÜN İŞKENCE METODLARI
12 Eylül hakkında gerçek hükmü verebilmek için 12 Eylül işkencelerinin ne olduğunu bilmek gerekir.Falaka en bilinen metoddur.Ama tutukluluk ve sorgu dönemlerinde işkencecilerin iyi bildikleri ve pek çok Ülkücüye ahlaksızca uyguladıkları daha pek çok işkence metodu vardır.FİLİSTİN ASKISI'larına astılar gençleri.ELEKTİRK verdiler tutuklu gençlere.Ayrıca pek çok çeşidi ile nice manevi işkenceler yaptılar.Bunların hepsini burada sayabilmem elbetteki mümkün değildir.
xxx
Bunları niçin yazdım?
Komşumuz Suriye'de diktatör Esat ülkesinden kaçtı
Bu kaçıştan sonra Suriye'de yaşanan zulüm ortaya çıktı
SEDNEYA Hapishanesinde yaşanan zulüm ve işkenceler gözler önüne serildi
Böyle acı bir dönemi 1980 darbesinde bizler de yaşadık
Orada yaşananları en iyi biz anlarız
Şimdi Suriye ve SEDNEYA Hapishanesi gerçeklerine birlikte bakalım
XXX
''Suriye'de devrilen rejimin Sednaya Hapishanesi'ndeki işkence ve öldürme sistematiği vahşeti gözler önüne seriyor
Suriye'de devrilen Beşşar Esed rejiminin işkence merkezi olarak bilinen Sednaya Hapishanesi'nde tutsaklar yerleşkeye gelir gelmez işkenceler başlarken, yargısız infazlar sonucu öldürülen tutsakların cesetleri toplu mezarlara gömüldü.
Suriye'de devrilen rejimin Sednaya Hapishanesi'ndeki işkence ve öldürme sistematiği vahşeti gözler önüne seriyor
Çöken rejimin Savunma Bakanlığına bağlı Sednaya Askeri Hapishanesi, 2011'de Suriye iç savaşının başlamasıyla gelişen olayların ardından alıkonulan rejim karşıtı göstericilerin tutulduğu ve işkence gördüğü yer olarak biliniyor.
Suriye'de devrilen rejim 50'den fazla merkezde 72 ayrı işkence uyguladı
Suriye'de Sednaya'daki gizli bölmeleri araştıran ekipler, cezaevinde gizli alan bulunmadığını açıkladı
Esed rejiminin kısa süre önce işkenceyle öldürdüğü kişilerin cesetlerini görüntülendi
Başkent Şam'a yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta bulunan cezaevinde alıkonulan binlerce kişi rejim güçleri tarafından sessiz ve sistematik şekilde öldürüldü.
Uluslararası kuruluşların raporları, rejimin, Sednaya'da "toplu idam" yoluyla yargısız infazlar yaptığını, alıkoyduklarını kasıtlı şekilde insanlık dışı koşullarda tuttuğunu, onlara defalarca işkence yaptığını ve sistematik olarak yiyecek, su, ilaç ve tıbbi bakımdan mahrum bıraktığını gösteriyor.
"Beyaz bina" ile "kırmızı bina"
Sednaya'daki işkence ve infazlara ilişkin açık kaynaklardan derlenen bilgilere göre, cezaevi yerleşkesinde, "beyaz bina" ve "kırmızı bina" olarak adlandırılan 2 gözaltı tesisi bulunuyor.
"Kırmızı bina"da tutulanların çoğunluğunu 2011'den bu yana alıkonulan siviller oluştururken, "beyaz bina"da ise rejime "sadakatsizlik ettiği" gerekçesiyle alıkonulan subay ve askerler yer aldı. Tutsaklar, genellikle Şam'ın Mezze bölgesinde bulunan askeri mahkemelerden birinde adaletsiz yargılamalarla karşı karşıya kalmalarının ardından bu binalara transfer edildi.
Eski cezaevi yetkilileri ve tutsakların demeçlerine göre, 2011'den bu yana kırmızı binada tutulan kişilerin çoğunluğunu, Suriye rejiminin kendilerine muhalif gördüğü toplumun her kesiminden siviller oluşturdu.
İşkenceler, tutsaklar yerleşkeye gelir gelmez başlıyor
Eski tutsaklar, devrilen rejimin güvenlik güçlerinin çeşitli birimlerinden Sednaya'ya "et dolabı" olarak adlandırılan beyaz kamyonlarla nakledildiklerini anlattı.
Cezaevine vardıklarında, hapishane yetkililerince "hoş geldin partisi" olarak isimlendirilen şiddetli dayağa ve işkenceye maruz kaldıklarını belirten tutsaklar, bu dayaklar sırasında genellikle kafalarına darbe aldıklarını ve bazı arkadaşlarının bu nedenle öldüğünü kaydetti.
Bu uygulamayı teyit eden eski bir cezaevi yetkilisi, "Gelen beyaz kamyonun içinde genellikle 50 ila 60 kişi bulunurdu. Bu kişilerin gözleri bağlı olurdu. İki gardiyan aracın yanına gider ve onları kamyondan atmaya başlardı. Yüzüklerini, saatlerini, her şeylerini alırdı. Gardiyanlar isimleri kayıt altına alırken, onları tekmeler ve döverdi." ifadelerini kullandı.
Alıkonulanların, daha sonra 5 ila 15 kişilik gruplar halinde gardiyanlar arasında "yalnızlar" olarak adlandırılan yeraltı hücrelerine götürüldüğü kaydedildi.
İşkence yöntemleri
Sednaya'daki düzenli ve yoğun fiziksel şiddet en yaygın işkence yöntemi olarak kullanıldı. Tutsaklar, maruz kaldıkları şiddetin, bazen ömür boyu sürecek hasara ve sakatlığa yol açtığını söyledi.
Raporlar, rejimin, Sednaya'da alıkoyduklarını kasıtlı şekilde insanlık dışı koşullarda tuttuğunu ve sistematik olarak yiyecek, su, ilaç ile tıbbi bakımdan mahrum bıraktığını gösterdi.
Tutsaklara yeterli gıda verilmediğine, bunun da yetersiz beslenme ve açlığa yol açtığına işaret eden raporlarda, bu kişilerin, kişisel ve tıbbi bakıma erişimlerinin engellenmesi neticesinde enfeksiyon ve uyuz gibi hastalıkların sık sık yayıldığı kaydedildi.
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) raporuna göre, Baas rejimi fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet içeren 72 ayrı işkence türü uyguladı.
Rejimin fiziksel işkence uygulamaları arasında, mağdurun vücudunun farklı yerlerine kaynar su dökme, başını suya sokarak boğma hissi verme, elektrikli sopayla vücuduna elektrik verme, mağduru çıplak bir şekilde metal sandalyeye oturtarak sandalyeye elektrik verme, naylon poşeti yakarak vücuduna damlatma, bedeninde sigara söndürme, mağdurun parmaklarını, saçlarını ve kulaklarını çakmakla yakma, ısıtılmış metali bedenin farklı bölgelerine değdirerek cildi yakma, bedene kızgın yağ damlatma, yanıcı böcek ilaçlarını üzerine dökerek yakma gibi insanlık dışı yöntemler yer aldı.
"İnfaz odası"
Kırmızı binada bulunan binlerce kişi, insanlık dışı koşullarda tutulduktan sonra gizli yargısız infazlarla öldürüldü.
Tutsaklar, genellikle "toplu idam" şeklinde gerçekleşen infazlardan önce Şam'ın El Kabun Mahallesi'nde bulunan Askeri Saha Mahkemesi'nde 1 veya 3 dakika süren "duruşmalarda" ölüme mahkum edildi.
Sednaya yetkilileri, "parti" olarak adlandırdıkları idamları gerçekleştirdikleri gün, tutsakları hücrelerinden sivil bir cezaevine nakledileceklerini söyleyerek topladı. Bunun yerine kırmızı binanın bodrum katında bulunan bir hücreye getirilen tutsaklar, 2 ya da 3 saat boyunca fiziksel şiddete maruz kaldı.
Tutsaklar, gecenin bir yarısı gözleri bağlanarak kamyonlar ve minibüslerle, beyaz binanın güneydoğu köşesinde bulunan "infaz odasına" götürüldü.
Süreç boyunca kurbanların gözleri bağlı kaldı ve ölüm cezasına çarptırıldıkları kendilerine infaz gerçekleştirilmeden sadece birkaç dakika önce söylendi.
Raporlarda, 2011 ile 2015 yılları arasında her hafta, bazen de iki haftada bir yaklaşık 50 kişinin asıldığı kaydedildi.
Cesetler, Şam yakınlarındaki toplu mezarlara taşınıyor
İnfaz gerçekleştirildikten sonra kurbanların cesetleri kamyonlara yüklendi ve kayıt tutulması için Şam'daki Tişrin Askeri Hastanesi'ne taşındı.
Sednaya'daki eski cezaevi yetkilileri ile Tişrin Hastanesi'nde görevli doktorlara göre, bu tıbbi raporlarda ve ölüm belgelerinde ölüm nedeni olarak ya kalp ya da solunum yetmezliği gösterildi.
Ölümleri hastanede kayıt altına alındıktan sonra cesetler, Tişrin'deki morga ve oradan da toplu mezarlara gönderildi.
Bu mezarl
Bozkurt mahir
6 gün önce
BİR İDAMLIK HALİL VARDI ASILDI
Orgeneral Kenan Evren: “Adalet yerini bulsun diye bir sağdan bir soldan asıyorduk. Asmazsan bunlar virüs gibi çoğalır, işte o zaman Atatürk ilke ve inkılaplarından koparız.”
Manisa Saruhanlı’dan bir vatan evladı… Henüz 18 Yaşında. İmam Hatip son sınıfta evlenir ki üç beş günlük damattır daha. Bir bakar darbe olmuş (12 Eylül 1980) apar topar alınmış karakola. Karıştığı hadise var mıdır, yoksa kulp mu takılır bilmiyoruz. Bildiğimiz şu ki isnat edilen suçları kabul etmeyecektir asla. 3 Haziran 1983 günü radyo ve televizyonda idam edildiğine dair haberler yayınlandığında, emniyete götürülmüş sıkıştırılmaktadır hâlâ... Kalem kıranların vicdanları da rahat değildir anlaşılan. İşkence iki gün sürecek ve bir şey alamayacaktırlar ondan. Ne belge, bilgi, ne itiraf, ne imza…
Lakin koskoca konsey başkanı “asılsın” buyurmuştur, dönecek değillerdir ya!
MÜSAİT MİSİNİZ HOCAM?
5 Haziran akşamı iki sivil memur Muradiye Camii imamı Abdullah Hoca’ya gelirler, “bi’ nikâhımız vardı hocam!”
-Buyurun gidelim tamam.
Araba Buca Cezaevinin önünde durur. Hâkimler, hekimler, cankurtaranlar… Anlar ki yine darağacı kuruldu avluya…
Abdullah Hoca daha evvel solcu gençlerin infazına getirilmiş ancak onlar “biz Allah’a, kitaba inanmıyoruz” deyip dinî telkini reddedince bükmüş boynunu çekilmiştir kenara.
Elbette endişelidir, terslenmekten çekinir ne de olsa.
Derken kapı açılır, elleri arkadan kelepçeli iki mahpus (Selçuk Duracık ve Halil Esendağ) içeri alınırlar. Gençler “Selamün Aleyküm” derler sıcak, mülayim bir ses tonuyla.
Üzerlerinde kefene benzer libaslar, başlarında akça pakça namaz takkeleri ve ayaklarında bu gün için saklandığı belli çoraplar vardır... Kar beyaz ama!
Sanki eski bir dost gibidirler, bir yerlerden aşina. Odadakilerle bakışır gülümserler. Ne bir tavır, ne bi’ eda.
Tabip sorar “Herhangi bir şikâyetiniz?”
“Yok, elhamdülilah” derler “taş gibiyiz evvelallah”.
-Son arzunuz?
-Mümkünse cenazelerimiz ailemize verilsin, o kadar.
Hocaefendi “Kardeşlerim” der, “Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm ise ahiret hayatına açılan kapı. Ne mutlu bu yola Allah teâlâya iman ederek çıkanlara…”
Gençler ikişer rekât namaz kılar, son dualarını yaparlar. Nur alâ nur, bir sükûnet oturur simalarına.
BOYNUNDA YAFTA
Ortalık nasıl sessiz, ökçeler çınlar avluda. Projektörler yanınca sehpa daha bir büyür sanki, kara kara gölgeler yollar sağa sola. Yağlı urgan tehditkârdır, hafif hafif salınmakta…
Ürpertici bir manzara… Hoca efendi: “Yaşım altmışı geçmiş” de, “alacağımı almışım dünyadan. Buna rağmen ürkmedim desem yalan olur. Elim ayağım titredi heyecandan.”
İnfaza Selçuk’tan başlarlar. Yafta asılır boynuna, delikanlı dimdik yürür sehpaya.
-Allah’a gidiyorsun Selçuk.
Tebessümle başını sallar “biliyorum hocam, inşallah!”
Tekbir getirir, tevhid söyler, zikri hiç kesmez son ana kadar. Boynuna urganı geçirirken cellatına bir şeyler fısıldar. Adamın yüzü değişir, allak pullak olur âdeta.
Cellat sandalyeyi çeker, o malum çatırtı. Bedeni döner döner ve yüzü kıbleye gelince durur hizada. Hekim tamam deyince alır, masaya yatırırlar, manalı bir tebessüm, sanki başka âlemlere bakmakta.
HÜSN-İ HATİME
Halil “darağacında slogan atacak mısın” diye soran arkadaşlarına “hayır” demiştir, “asla!” Son cümlesinin kelime-i şehadet olmasını ister zira. Yürekli bir çocuktur, intihar olmasın diye tabureyi tekmelemeyecektir, ölümden korktuğundan değil yoksa.
O da arkadaşı gibi eğilip bir şeyler söyler celladının kulağına.
Bedeni aynen Selçuk gibi döner, yüzü kıbleye gelince, son nefesini verir uzunca bir solukla. Boğazından urganı çıkarıp masaya yatırırlar. Gözleri yarı açıktır, belli ki güzel şeyler seyretmektedir o anda.
Abdullah Hoca göz kapaklarını çeker, çenesini bağlar. Yasin-i şerif tilavetine başlar. Mesleği icabı çok ölü görmüştür ama bunlar başka... Salih bir müminin uyku hâli vardır simalarında.
Cellat duvarın dibine çökmüş, elleri şakaklarında. Hoca efendi çıkarken yaklaşıp sorar “sahi ne söylediler sana?”
-Belki inanmayacaksın ama hakkını helal et dediler hocam. Bize genelde küfredilir oysa…
MÛTÛ KABLE ENTE MÛT!
Halil ölmeden ölen bir gençtir. Allah’tan (celle celalüh) ne gelirse başı üstüne. Kahrın da hoş der, lütfun da…
Devletin vereceği idam gömleğini istemeyecek kadar hassastır, idam hâli bu, ola ki yırtılır, kirlenir zeval gelmesindir milletin malına. Kendine o güne has bir libas yaptırmak ister, bezi helal parayla alınsındır ama…
Koğuşta 23 ülkücü vardır, bakın şu işe ki alayından çıkan para bir bez alamaz. O günlerde içlerinden birine beyaz bir nevresim gelmiştir, terzi ustaca keser biçer, cübbe kefen arası bir şey çıkarır onlara.
Tamam olmuştur işte. Eğer namazlarını bununla kılar, zikre bununla otururlar ve gözyaşlarıyla yuğup yuğup yıkarlarsa…
Halil’in bir niyazı daha vardır Cenâb-ı Hakk’tan. Ah ruhunu, yağmurun hafif hafif çiselediği bir seher vakti teslim edecek olsa.
Arzu işte… Nelere kadir değildir ki yüce Mevla!
BENDEN DUYMUŞ OLMAYIN AMA!
Buca Cezaevinde o gün alışılmadık bir hava vardır. Gazeteler bırakılmamış, mazgal açılmamıştır. Bu “infaz var” demektir temayüllere bakılırsa. Yine kimi sallandıracaklardır acaba? Terzi geçerken fısıldar, “Halil ile Selçuk’u asacaklar haberiniz ola!”
Koğuş buz keser âdeta. Ne yapabilirsin ki? Derhâl abdestler alınır, seccadeler yayılır, okumasına bilen Mushaf-ı şerifini açar, bilmeyenler tespihlerine sarılırlar.
Duvar, duvar, katil duvar.
Dua ile ulaşabilirler anca…
Gece yarısına kadar iki hatim indirir, sık sık parmaklıklara çıkar Salat-ü selam yollarlar Server-i Kâinat’a… Bu yanık seda arkadaşlarının hücrelerine de ulaşıyordur mutlaka... Şafak sökerken serinlik çöker, inceden yağmur atar. Hani toprak kokusunu yükseltecek kadar.
Tuhaf! Şu kavruk İzmir haziranında!
Koğuştakiler ağlamaklıdır. “Halil’in duası kabul oldu arkadaşlar!”
Ölüme özenilir mi?
Nasıl özenilmez, birazdan can vereceğini biliyorsun ve sana tövbe, helalleşme, kelime-i şehadet imkânı tanınıyor.
ARDIMDAN AĞLAMAYIN!
Ertesi sabah gardiyanlar koğuşun gediklilerini çağırırlar. “Gelin, müdür beyin verecekleri var.” Halil’in emanetleridir bunlar… Yatak döşek, üst baş, cüz, takke, misvak ve dinî kitaplar…
Notlar arasında kıldığı kaza namazlarının listesi vardır. Ölümle ilgili ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri toplamıştır bir kâğıda. Ve bir mektup. Annesine babasına hitaben yazılmış. Besmele ile başlar, Resul-i Ekrem’e salat ve selamlarla devam eder. Ebeveynine “sabredin” der, “arkasından yakınmak mevtayı bizar eder zira!”
Ve küçük küçük paketler… Üşenmemiş tek tek etiketlemiştir. Ancak gazeteye sarılı bir bez dikkatlerini çeker. Üzerinde ne yazı, ne işaret. Ya çoraptır, ya fanila. Ne olabilir ki başka?
Tereddütle açarlar. Aaa o da ne? Yeşil bir tülbent! Etrafında zarif bir oya…
İhtimal; iki buçuk yıl kaldığı ölüm hücresinde hanımın danesi dert ortağı olmuştur ona.
Boğazlarda düğümler, yutkunan yutkunana...
İşe yarayan eşyaları mahpuslara dağıtır, hatıraları ailesine yollarlar. Halil’in babası dindar bir insandır. Olanları tevekkülle karşılar. Annesi de öyledir zahir, lakin bir soru gezinmektedir kadıncağızın kafasında. Tamam, oğlu tekbirlerle, tehlillerle vefat etmiştir ama… Şehadet makamına ulaşmış mıdır acaba?
Mürüvvet Hanım o gece rüyasında cennet bahçelerinde dolanmaktadır. Sahabeler toplanmış, sanki birini bekliyorlar. Merakla sorar: Hayırdır, neler oluyor burada?
Bilmiyor musun, şehit Halil’in düğünü var. Resulullah Efendimiz teşrif buyuracak nikâhını! Süphanallah!
Ayhan Karabaşoğlu
7 gün önce
Gel ey MUHÂMMED (S.Â.V) bahardır,
DUÂ'lar ardında saklı, ÂMÍN'lerímíz vardır.
Hacdan dőner gíbí, KÂDÍR Gecesín'den íner gíbí gel gel.
BEKLÍYORUZ YILLARDIR....🌹
─━──━─💞─━──━─

🌹Âllâhűmme Sâllí Âlâ Seyyídína Muhâmmed'ín ve Âlâ Âlí Seyyídína Muhâmmed🌹
─━──━─💞─━──━─

KÂDÍR GECEMÍZ MŰBÂREK OLSUN Ínş'ÂLLÂH ☝️ÂmííííííN 🤲🌹📿🙋‍♂️🤗
Bozkurt mahir
7 gün önce
AH VELİ CAN CANIMIZDA CAN ALDINDA GİTTİN CAN GARDAŞIMIZ VELİ CAN. ALLAH'IM GANİ GANİ RAHMET EYLESİN İNŞALLAH RUHUN ŞAD OLSUN BOZKURT YÜREK ÜLKÜ DEVİ VELİ CAN ODUNCU.
İshak K..
9 gün önce
Ben gerizekalıyım kesin karar verdim. İnternette okuduğum yorumlar atılan paylaşımları filan gördükçe gerizekalılığımı kabul ediyorum. Neden bir Allah'un kulu bunu görmez ya adam malını mülkünü çalmış ama sen körsün sen sağırsın hiçbirşeyi duymuyor görmüyorsun yazık

#560MilyarTL
BOZKURTBEY
10 gün önce
﷽ 𝕷𝖆 𝖎𝖑𝖆𝖍𝖊 𝖎𝖑𝖑𝖆𝖑𝖑𝖆𝖍﷽

⭑Lâ İlahe İllallah⭑ Sözünü
Söyleyen kimse doksan dokuz
Bela çeşidini def eder ki bunların
En hafifi kaygı ve üzüntüdür...!

H.z Muhammed 🌹ﷺ🌹
BOZKURTBEY
10 gün önce
Hayırlı Akşamlar
Bereketli İftarlar Dilerim
Allah kabul etsin inşaAllah 🤲
İshak K..
10 gün önce
Neyse siyaset etmiyorum. Ama bu İBB yönetiminden memnun değilim. Allah ülkemize dönen fitne tohumlarından bizi korusun. Amin
İzzet Salih KARADENİZ
11 gün önce
DEVLET-I ALİYYE İ OSMANİYYE
EvelAllah Bu Vatan Din Duşmanı HAİN Kemalistlerin Eline Geçmeyecektir.
BOZKURTBEY
11 gün önce
❝ La ilahe illallah, la galibe illallah ❞
BOZKURTBEY
11 gün önce
Hayırlı Akşamlar
Bereketli İftarlar Dilerim
Allah kabul etsin inşaAllah 🤲
cenk rst
11 gün önce (E)
Allahım paranın beni bozup bozmadığını anlamam için bir fırsat ver ya Rabbim.🤲😁

Bu gün de çalışılırmı yaw..🥴
Bozkurt mahir
11 gün önce
TIK TIK NECATİ
Arkadaşım, bir dükkânda ayakkabılara bakıyordu; ben ise onu dükkânın dışında bekliyor, sokağı gözlemliyordum. Yan dükkânın önündeki kişilerin sohbetine kulak misafiri oldum. Türk sanat müziği hakkında konuşuyorlardı. Onlardan biri yumuşak sesle ve büyük bir incelikle kendini ifade ediyordu, o kişiye soruverdim: "Amcacığım, Türk sanat müziğini sever misiniz?"

Yetmişli yaştaki o adam gülümseyerek: "Severim, delikanlı. Çok severim. Sen de seviyorsun anlaşılan." dedi.
“Evet, amca. Ben de seviyorum. Türk sanat müziğinde derinlik var." şeklinde cevap verdim.
"Ooo! Öyleyse dükkânıma misafir olmalısın. Sen aradığım gençsin." diyerek koluma girdi, beni dükkânına davet etti. Arkadaşıma "Yan taraftayım!" diye seslendim ve dükkâna girdim.

Dükkâna girer girmez oranın havası, ruhumu sardı. Amca, karşısındaki sandalyeyi gösterdi, oturmamı bekledi. Ardından sandalyesine oturdu. Amcanın arkasındaki duvarda şiirler ve resimler asılıydı. Sol tarafımdaki sehpanın üstünde kitaplar, defterler, kalemler mevcuttu. Sehpanın biraz ilerisinde -çeyrek asırdan fazla bir zaman Necati amcaya eşlik eden- radyo vardı. Radyoda Türk sanat müziği çalıyordu. Köşede muhabbet kuşları cıvıldıyordu. Büyülenmiştim sanki.

Yüzünden tebessüm eksik olmayan usta kendini tanıttı:
"Ben, Necati Kahraman, nâm-ı diğer Tık Tık Necati. Yıllardır ayakkabı tamir ederim. Tamir sırasında çekiç sesleri oluyor tabii. Onun için bana "Tık Tık Necati." derler. Osmaniyelilerin çoğu tanır beni. Türk sanat müziğini severim. Vatanımı severim. Okumayı severim, ne bulduysam okurum. Beni takvim yaprakları çok geliştirdi. İnsanları, hayvanları, gülümsemeyi severim. Sevmeyi ve sevilmeyi severim. Şiirleri çok severim ve acizane şiir yazarım. Duvardaki şiirler bana aittir."

Karşımdaki adamın Türkçesi, donanımı ve inceliği şaşırtmıştı beni. Konuşurken huzur veriyordu.
Samimi bir şekilde sordu: "Yakışıklı genç, sen de kendini tanıtır mısın?"
Heyecanla kendimi tanıttım: "Ben, Muhammed Turan Şehitoğlu. Lise öğrencisiyim. Osmaniyeliyim. Celil Şehitoğlu'nun oğluyum. Babamı da birçok kişi tanır. Türk sanat müziğini, vatanı, kitapları ve şiirleri çok seviyorum."

Cümlemi tamamladıktan sonra ustanın gözlerine baktım, gözleri ışıldamıştı.
"Maşallah sana. Gençler bizim için önemli. O gençler vatanı, şiiri ve Türk sanat müziğini seviyorsa onlar benim için daha da önemli oluyor. Genç adam, kapım her zaman açık. Gel, buyur. Sohbet edelim. Ben senden öğrenirim, sen benden öğrenirsin. Şiir okuruz, Türk sanat müziği dinleriz. Tanıştığıma memnun oldum." dedi.
"Amcacığım, ben de tanıştığıma memnun oldum. En yakın zamanda geleceğim inşallah. Hayırlı işler..." deyip oradan ayrıldım.

Sözümü tuttum, bir haftanın ardından dükkânına gittim. O günkü sohbetimizden sonra müdavimi oldum oranın. Necati Amca'dan nice iyiliği ve güzelliği öğrendim. Onunla sohbetimiz tekdüze olmazdı. Vatan, millet, inanç, kitap, şiir, resim, müzik, doğa, insanlık, estetik hakkında konuşurduk. Üniversite yıllarında da ondan kopmadım. Tatil zamanları onu ziyaret ederdim. "Hoş geldin vefalı genç!” diye beni karşılardı.

Üniversitede olduğum zaman Necati Amca hastalanmış ve Hakk'a yürümüş. Onun vefat haberini arkadaşım söylemişti. Söylerken de epey zorlanmıştı. Acı haber sarsmıştı beni. Necati Amca'nın güler yüzünü, tatlı sesini, zarif tavırlarını düşünmüştüm. Alev dolu bir “ah” yükselmişti içimden. Yanaklarımdan yaşlar süzülmüştü.

Bugün Konya’da bir ayakkabı tamircisinin önünden geçerken Necati Amca geldi aklıma. Necati Kahraman, Osmaniye’nin değerlerinden biridir. Ona dair güzellikler hâlâ aklımda ve güzel insan hâlâ dualarımda...

//Muhammed Turan ŞEHİTOĞLU
Bozkurt mahir
11 gün önce
Samiha AYVERDİ annemizin 1978 yılında Başbuğumuz Alpaslan TÜRKEŞ e gönderdiği mektup...Muhtevasına bakınca asli problemlerimizin çözülmediğini görmek ne kadar üzüntü verici...

SAMİHA AYVERDİ'NİN BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ'E GÖNDERDİĞİ MEKTUP
"Mutlaka İktidar olmalısınız ki"
Vatan ana, SAMİHA AYVERDİ Vefatı 22 mart 1993 unutulmamalı, unutmamak "Türk Milletinin kendi tarihi imanına ve gerçek diline sahip olması icap eder."
Sâmiha Ayverdi
Kendisi için kullanılan sıfatlar, hizmetlerinin bir özeti gibidir: "Mistik bir kadın yazar", "Sâmiha Ana", "Vatan Ana", "Yaman Bir Türk Akıncısı", "Alperen", "Millî Hâfıza", "Millî Vicdan", Vakıf Ana", "İstanbul Hanımefendisi", "Son Osmanlı"
Doğumu 25 Kasım 1905
Vefatı 22 mart 1993
SAMİHA AYVERDİ'NİN ALPARSLAN TÜRKEŞ'E GÖNDERDİĞİ MEKTUP
Bu mektup, Sâmiha Ayverdi'nin 27 Mayıs 1978'de kaleme alıp, dönemin MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş'e gönderdiği ve Kubbealtı Akademi Mecmuası'nın Ocak 2018 sayısında yayınlanmış olan mektuptur.
Sayın Alparslan Türkeş,
Sizinle pek çok meselede birleşerek dertleştik. Onun için teferruâta girmek istemiyorum.
Artık millet, sola karşı direnmenin bir ölüm-kalım işi olduğuna inanmış bulunuyor. Son günlerin çeşitli hareketleri bunun bir şâhididir. Lâkin bu direnişler birer reaksiyondur. İş, aksiyona geçebilmektedir. Bence aksiyon, iktidârı ele geçirecek ince, elastikî bir politika kılıcı ile solu devirip evvel yaralamak sonra mümkün mertebe imhâsı yoluna gitmektir. Şu da var ki, iktidarlar, kadro ile kazanılır. Hayâlî demeyeyim ama, zihnimizde tasavvurî olarak bu kadronun elemanları aşağı yukarı tespit edilmiş gibidir. Gerekirse ve günü gelirse bu isimler üzerinde müzâkere edilebilir.
Her devlet adamının etrâfında parazitlerin olması mukadderdir. Bunları, sırasında idâre, sırasında izâle de yine esnek bir politika işidir. 1950’den beri iktidâra gelen sağcı partilerin hiçbiri, memleketin uçuruma doğru itilmesine maârifin “en müessir âmil” olduğunu fark edip politik çizgisini ona göre hazırlamadı.
İş, muktedir bir maârif vekilinden evvel, bir millî maârif politikası kurmak, işin başını da celâdetli olduğu kadar bilgili, cesur bir başa teslim etmektir. Bu mesele, kitaplara sığamayacak kadar uzun olduğundan şimdi sözü kısa kesip nâçizâne tekliflerimize geçmek istiyorum.
1. Milliyetçi Hareket Partisi, suyun başının maârif olduğunu çok iyi anlayarak, Eğitim Enstitülerini millîleştirmişti. Esâsen kıyâmet de hâlâ onun başına kopuyor.
Evet, sivil olduğu kadar askerî mektepler de îman ve vatana susamış bir hoca kadrosunun şeref, nâmus ve bilgisine tevdî edilmelidir.
2. Bunun için de mutlaka iktidar olmanız lâzımdır.
3. İktidar olabilmek için, güvenilir, inanılır ve prensipleri uğruna can fedâ edebilecek idealist bir misyoner teşkilâtı kurmak gerek. Doktor, mühendis, asker, din adamı, iş adamı, ilim-fikir ve sanat adamı gruplarını hazırlayıp memleketi haberdâr etmek, aynı zamanda ham, iptidâî ve câhil gruplara fikrî yardımda bulunmak.
4. Sanâyicileri kazanmak. İlk uyanması gereken kitle, patronlar yâni sanâyicilerdir.
Sol sendikalar, durmaksızın işçilere seminerler yaparak, broşürler dağıtarak, kafaları boş ve mukayese ölçüleri olmayan zavallıları menfaatlerinin birer çivisi, birer vidâsı, birer makinesi hâline getiriyorlar. Arada bir de ağızlarına bir parmak bal çalıp oyalamasını da biliyorlar.
5. Beyefendi, eskiden yediden yetmişe bütün milletin birleştiği bir müşterek prensip vardı: Îlâ-yı Kelîmetullah.
Vezirin de çırağın da ve ustanın da hareket ve heyecan noktası bu idi. Şimdi o yok. Sâha boş. İşte size bu boş sâhayı işgâl etme yolunun tek kurtuluş çâresi olduğunu söylemek isterim. İşçiyle patron, et tırnak gibi birleşmeli. Patronun bu yola gitmesi hem de şahsî menfaati îcâbıdır. İşçi fabrikasına ortak olmalı. Ahlâkına, îmânına, nafaka götürülmeli. Zîra câhildir, tecrübesizdir. Fakat uğraşılırsa kazanılır.
6. Televizyon, bu milletin başında bir felâket, bir zebânîdir. Göze ve kulağa hitap eden bu âlet ile yapılamayacak güzel iş yoktur. Ama iktidâra sâhip olunca. Şimdiki iktidar ise kıyasıya ve alabildiğine bunun aksini yapıyor. Ne Allah’tan korkuyor, ne de kuldan utanıyor.
Dünkü Edebiyat Vakfı’nın açılış merâsimi beni çok mütehassis hem de çok müteessir etti. Vakfın kurulmuş olması, yıkıcılara karşı âcil bir direniş idi. Ama bu reaksiyonun aksiyonu ne olacaktır? Ellerinde maddî-mânevî kudret olmadıkça, dilde, dinde, târihte, sanatta hangi vâsıtalar ile işlerini yürüteceklerdir?
Tanzîmatın hatâlı adımı, bugün bir iflâs çanını çalmakta bulunuyor. Asırlardır etrâfımızı sarmış olan düşman zincirini hangi silâhla parçalayıp millî benliğimizin temiz havasını teneffüs edeceğiz?
Dünkü birbirinden veciz sözleri 45 milyon Türk’ün kulağına hangi vâsıtalar götürüp onları eğitmekte müessir olabilecek?
Bizans yıkılırken, hamiyetli bir imparator, Grand Dük Notaras gibi bir diplomat ve Genadyos gibi bir rûhânî vardı. Ama kadroları yoktu, kurtulamadılar. Onun için size de kadro lâzım. Hatta elzem. Bugün, millî kuruluşlarımız, tepeden tırnağa hasta ve yaralı. Bünyemize gelip gidip merhem sürüyorlar. Halbuki o yaraları meydana getiren içteki mikropların izâlesi lâzım. Bu da ancak kitleye maârif aşısı vurmak, taassuptan arınmış bir îman heyecânı getirmekle mümkün olur.
Muhterem beyefendi, ne ölçüde samîmî olduğumuza Allah şâhittir. Gayret bizden, tevfik Allah’tan.
Lazolog
12 gün önce (E)
Çok Afederek Soruyorum
Aramızda İstanbullu Olan varmı

Bir Şey daha sormak İstiyorum
Çook Af buyrun
Eyyy İstanbul Halkı ,

S...MEYE DOYMADINIZ MI ??

Özellikle laik kemalist kesime soruyorum
muhalefetten Ne Zaman MUHAF
Olacaksınız

Bak çok Net Konuşayım
Bügün Erdoğan Bu hükümetin başından Gittsin ,

Muhalefetin İlk yapacağı Şey bu ülkeyi O günün Sabahında Avrupa'ya teslim etmek Olacak ,

Kendinize gelin kendinize
Bı şekilde geçiniriz elhamdülillah
Müslümanız rızkı veren Allah

Ama bu bayrak bir daha dalganmayacak
Bunu unutmayın ,

Türkiye Cumhuriyeti bir Orta doğu olmadan
Ezanlar susmadan bayraklar Gönderden Çekilmeden ,
AKILLANMAYACAKSINIZ #hükümet #simitsi #muhalefet #türkiye
Ayhan Karabaşoğlu
12 gün önce
Műbârek Cumâ Gűnű Hűrmetíne !
99 ísmí-í Âzam ŞerífLerínín Hűrmetíne !
Ey " ÂLLÂH'ım ! Sen űmít edení űmítsízLíğe
Dűşűrmezsín ....!!
Sen sen'den ísteyení gerí çevírmezsín ..

Ey ísm-í devâ zíkrí şífâ ve ítaatí zengínLík,
oLan sermayesí űmít ve síLahı Duâ oLan
Bíz kuLLarına maddí maneví şífâ oL ...!
GűnahLarımızı âff'eyLe ...!
Sana yőneLen KâLpLerímízí boş çevírme
" ÂLLÂH'ım ! ÂmííííííN🤲 ínş'ÂLLÂH☝️
HayırLı NurLu Cumâ'Lar 🌿💞💞💞🌿
Zehra Sevinç
12 gün önce
"Değil mi ki Hiçbir Şeyin, Hiçbir Şeye Yetmediği Yerde ALLAH Her Şeye Yeter!"

#gazze
#Doğutürkistan
#Afrika
#Arakan
#Boykotadevam
Bozkurt mahir
13 gün önce
BİZLER 80 ÖNCESİ ÜLKÜCÜLÜĞÜ ŞU ŞEKİLDE ÖĞRENDİK VE YAŞADIK.
Ülkücü tapınak şövalyeliği yapıyorsa ülkücü değildir.
Ülkücü kurşun askerse ülkücü değildir.
Ülkücü, inançta ve siyasette putperestse ülkücü değildir.
Ülkücü, zulme başkaldırmıyor biat ediyorsa ülkücü değildir.
Ülkücü, bilgiye, bilime, ahlaka, adalete, özgürlüğe ve sevgiye imam etmiyorsa ülkücü değildir.
BİZLERE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ NASIL ÖĞRETİLMİŞTİ?
Bizlere milliyetçilik, milleti sevmek ve yükseltmek ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik, milleti ayırmaksızın kucaklamak ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik, halkın sorunlarını kendi sorunu kabul edip çözme üretme ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik, ahlakı, adaleti ve hukukun üstünlüğünü yükseltmek ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik, demokrasi kültürünü yükseltmek ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik, bilgi ve bilimin yolu ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik, milletin bağımsızlığını, insanımızın özgürlüğünü yükseltmek ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik, İmam Maturidi, Ahmet Yesevi, Farabi, Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik, dünyanın neresinde bir Türk varsa onun derdi ve sevincine ortak olma ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik, Turan ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik, asaletli, erdemli, onurlu, çalışkan, bilgili, çağdaş ve karakterli insan olma ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik ormanları, meraları ve tarım alanlarını, doğayı, çevreyi koruma ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik denizleri, gölleri, akarsuları ve bütün su kaynaklarını koruma ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik, biat etmeyen, yanlışlık nereden gelirse gelsin yanlışların karşısında dik duran eğilmeyenlerin ülküsü olarak öğretildi.
Bizlere milliyetçilik kadınların eğitimli, özgür ve erkeğinin yanında bir çok yerde de önünde, her konuda eşit olması, eşini seçme hakkı kadının hakkı olduğu ülküsü olarak öğretildi.
Ülkücülük mükemmel insan projesidir.
ÜLKÜCÜ, aklını kullanan insandır.
ÜLKÜCÜ, rehberi bilgi ve bilim olan insandır.
ÜLKÜCÜ, medeni, bilgili, saygılı, hoşgörülü, aşk, gönül, ilim, irfan, iman, adap, edep, haya, tevazu, bâsiret, müsamaha, zekâ, cesâret, metânet, tahammül, ümit ve heyecan insanıdır.
ÜLKÜCÜ, inanç öğretisinde Hanefi, Maturidi, Yesevi, Yunus Emre, Hacı Bektaşi Veli, Farabi ve Pir Sultan Abdal çizgisinden giden insandır.
ÜLKÜCÜ, her zaman, her yerde ve her şeyde sanat ve estetiği arayan insandır.
ÜLKÜCÜ, Türklük şuurunu kendisine hayat felsefesi edinen insandır.
ÜLKÜCÜ, yaptığı her işte Allah rızâsını gözeten bir iman âbidesi bir insandır.
ÜLKÜCÜ, ahlak, adalet, hukuk, demokrasi, insan hakları ve özgürlük değerlerinin savunucusu ve savaşçısı insandır.
ÜLKÜCÜ, her türlü emperyalizme karşı savaşan insandır.
ÜLKÜCÜ, dünyanın neresinde bir Türk yaşarsa onun derdiyle dertlenip, sevinciyle sevinen insandır.
ÜLKÜCÜ, “Büyük Turan” idealine inanan, uluslararsı ilişkilerini bu ülkü doğrultusunda düzenleyen insandır.
ÜLKÜCÜ, devletine ölümüne bağlı, ancak hayat felsefesini yansıtmayan insanı ezen ve sömüren düzene karşı bir insandır.
ÜLKÜCÜ, haksızlığa, uğursuzluğa ve zulme boyun eğmeyen insandır.
ÜLKÜCÜ, zalimlerin düşmanı, mazlumların dostu bir insandır.
ÜLKÜCÜ, boyun eğmeyi zûl sayan, dik durmayı hayat felsefesi haline getiren insandır.
ÜLKÜCÜ, okuyan, araştıran, inceleyen, sorgulayan, itiraz eden ve analitik düşünen insandır.
ÜLKÜCÜ, günlük siyasetin içinde boğulmayan, gelecek yıllara yön verebilecek stratejik akla sahip insandır.
ÜLKÜCÜ, ülküdaşı için ölümü göze alan, ahde vefayı hayat tarzı haline getiren insandır.
ÜLKÜCÜ, “sen ben yok, biz varız” düsturuyla hareket eden, fitne, fesat ve hizipçilikten uzak duran insandır.
ÜLKÜCÜ, korkaklardan ve korkaklığın her türlüsünden uzak duran cesur insandır.
ÜLKÜCÜ, nemelâzımcı değildir, vatanının, milletinin ve devletinin her türlü meselesini kendi meselesi sayan insandır.
ÜLKÜCÜ, mesleğinde en iyisi ve en ahlaklı olmayı hedefleyen, ancak makam ve mevki sahibi olduğu zaman milletini insanını ezmeyen insandır.
ÜLKÜCÜ, anne, baba ve aile büyüklerine saygılı, her fırsatta onların gönlünü alan, hizmetine koşan insandır.
ÜLKÜCÜ, eşini Cenab-ı Allah’ın bir emaneti olarak gören, sâdık bir eş, müşfik bir aile reisi ve anne olan insandır.
ÜLKÜCÜ, çocuklarına en iyi sahip çıkan, onları hayırlı evlatlar olarak Türk milletinin hizmetine sunan insandır.
ÜLKÜCÜ, öğrenmekten bıkmayan, öğrenmek için sürekli okuyan, araştıran kişidir.
ÜLKÜCÜ, zamanın kavramlarına ideolojisine uygun yaklaşımlar gösterebilen, kendini devamlı yenileyebilen, ürettiği proje ve yaklaşımlarını ülküdaşlarıyla paylaşarak stratejik akıl oluşturan insandır.
ÜLKÜCÜ, gündemin gerisinde kalmak yerine, gündem oluşturabilen insandır.
ÜLKÜCÜ, Türkçe konuşan, Türkçe düşünen, Türkçe yazan, Türkçe bilim yapan, Türklük için çalışan, Haksızlık ve zülüm karşısında dik duran, Atsız okuyan, Kımız içen özgür olan, güzele aşık olan, Türkçe seven, Türkle sevişen, Türkle evlenen, Türk gibi yaşayan, Türkçü olan, Ümidi Türkçe olan. rüyalarını Türkçe gören, hayallerini de Türkçe yaşayan, TÜRK OLAN herkes ÜLKÜCÜDÜR...
Kısacası; ülkücü örnek kişiliği ile insanlara ve insanlığa örnek olan, onlara doğru liderlik yapabilen bir kişidir.
BÜTÜN BU DEĞERLERE SAHİP KİŞİLEREDE BU GÜNKÜ ADIYLA TÜRKÇÜ DİYORUZ.
Bizler Türk milliyetçileri; 20. yüzyılı kaçırdık dünyayı takip edemedik, 21 yüzyılı kaçırmayalım.
Kısaca özetlersek dünya nano teknoloji, kuark ve hadronlarla uğraşıyor.
Kuantum çağını yaşayamazsak bizi yaşatmazlar.
Bana göre milliyetçilik kuantum çağını Türklükle buluşturmaktır.
Ya ikinci Endülüs ya da ikinci Ergenekon olma çizgisindeyiz.
Bu gün geldiğimiz nokta itibarıyla şu acı gerçeği de belirtmek zorundayım. Fikrimizde samimi olsaydık, birbirimizi sevseydik, benliklerimizi yok edebilseydik ve inansaydık bir araya gelirdik.
Bugün biz iktidardık.
Dr. MUZAFFER KILIÇ

Hiçbirşey Bulunamadı!

Üzgünüz, ancak {{search_query}} arama sorgunuz için veritabanımızda hiçbir şey bulamadık. Lütfen başka anahtar kelimeler yazarak tekrar deneyin.