Logo
Bozkurt mahir
16 saat önce
OKUDUKLARINIZA İNANAMAYACAKSINIZ!

Hurşit Adası‘nı bilir misiniz; İstanbul’daki Büyükada’nın beş milli büyüklüğündedir!

Koyun Adası‘nı bilir misiniz; İzmir’in hemen burnunun dibindedir!

Lozan’da hararetli tartışmalara neden olan Eşek Adası‘nı bilir misiniz; Aydın il sınırları içindedir.

Gir vikipedi’ye, yaz ‘’Bulamaç’’ diye; karşına ‘’Farmakos’’ çıkar; ‘’Oniki Ada’ya bağlı küçük ada’’ imiş!

Oysa… Bu dört ada ve Ege Denizi’ndeki Fornoz, Nergizçik, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık Türk adalarıdır.

Keza… Akdeniz’deki Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi de Türk adalarıdır!
Tamı tamına 16 ada…

Lozan Antlaşması’na göre Türk adaları. Lozan Antlaşması’nın ekli 2 No’lu haritada her şey çok açık ve altı kırmızı ile çizili. Görülüyor ki bu adalar, Türkiye Cumhuriyeti egemenliği altında.
Artık değil!…
AKP iktidarıyla birlikte hepsi tek tek Yunanistan tarafından işgal edildi!

Kardak Kayalığı için 1996’da Yunanistan’la savaşın eşiğine gelen Türkiye, 2004 itibariyle 16 adayı sessiz sedasız kaybetti!

Lozan Antlaşması’na göre, Türkiye’nin savaş borcu 84 milyon, Yunanistan’ın borcu 11 milyon ve İtalya’nın borcu 243 bin lira idi. Türkiye mevcut bu 16 ada dahil olmak üzere tüm borçlarını ödedi!

Parasını verdiği adalar Türkiye’nin elinden alındı.

Ayrıca… Adalara salt büyüklük açısından bakmak yanlıştır; çünkü deniz ve hava hukukuna göre adaların etrafında 6 millik karasuları ile hava sahası var. Ayrıca karasularına ilave olarak bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge de bulunmaktadır. Yani…

Kaybedilen 16 ada ile birlikte Yunanistan’ın kıta sahanlığı 7 bin kilometrekareye çıktı!
Böylesine vahim bir olay nasıl gerçekleşti?
AKP ihmali mi? Yoksa ne?..

İşgali gün yüzüne çıkaranlardan biri olan emekli Kurmay Albay Ümit Yalım diyor ki: ‘’AKP Hükümeti Avrupa Birliği (AB) müzakerelerinde gün almak için adaların Yunanistan tarafından ele geçirilmesine göz yumdu!’’

Yunan işgalinin başladığı yıl, 2004 idi.
Peki bu yıl neler yaşanmıştı?

O yılın gündem konusu, Annan Planı idi; BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs’ın tek parça bağımsız bir devlet olması teklifini getirmişti. Rauf Denktaş‘ın plana karşı çıkması üzerine Erdoğan’ın neler dediğini anımsayınız!..

Nisan ayında her iki tarafta yapılan referandum sonucunda plan hayata geçirilemedi. Ne tesadüf, hemen Güney Kıbrıs, 1 Mayıs’ta AB’ye alındı.
Ayrıca…
O yıl, 17 Aralık 2004’te AB, Türkiye ile müzakerelere başlama tarihi aldı.
Bak sen!.. AB üyesi olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs, Türkiye’yi veto etmemişti!

Emekli Albay Yalım, “Ekim-Kasım 2004’te Eşek ve Bulamaç Adaları’nda inşaat faaliyetlerinin başladığı, belediye, polis ve ilk yardım teşkilatı kurulduğu, Yunan Bayrağı çekildiği, silahlı asker, araç, gereç ve hücumbot yerleştirildiğini’’ tespit etti!
Ve… Ne tesadüf! Yunan işgali sürerken Kardak kahramanları kumpasla Silivri Cezaevi‘ne dolduruldu; Deniz Kuvvetleri’nin eli kolu bağlandı!..

Bugün…
Girin bakın Genelkurmay internet sitesine, Ege’de hava sahası ihlali sıfır görünüyor. Çünkü artık, hava sahası ihlalleri ve kara sınırı ihlalleri yayınlanmıyor!

Niye? Çünkü:
Yunan işgali, bir Yunan askeri helikopterinin 31 Aralık 2008 günü, Türk hava sahasını ihlal etmesiyle ortaya çıktı. Yunan askeri helikopterinin Bulamaç Adası bölgesinde, Türk hava sahasını ihlal ettiği haberi, Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesinde aynı gün yayınlanarak kamuoyuna duyuruldu. Gerginlik oldu ve bir gün sonra Yunanistan Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı Bulamaç Adası’na gitti.

Ardından Eşek Adası‘na gitti. Ege Ordusu’nun burnunun dibindeki Koyun Adası‘nda Yunan Bayrağı dalgalandırıldı. Vs…

Açıkça bu bir meydan okumaydı. Türk tarafından ne oldu dersiniz?

Bir general ve bir büyükelçi hava sahası ihlali haberinin Genelkurmay internet sitesinden çıkarılmasını sağladı. Ve o general AKP tarafından 2011’de milletvekili yapıldı. Büyükelçi ise Brüksel’e NATO Daimi Temsilciliği görevine atandı!
Bozkurt mahir
1 gün önce
"İSTİKLÂL SAVAŞI YOK!" DİYENLERE!..
İstiklal savaşı filan yok, hepsi dümen!
Punta’da bayram vardı.
Yunan ordusu Pasaport’tan karaya çıkmış, İzmir Metropoliti Hrisostomos etekleri zil çala çala koşmuş, haçıyla takdis edip, “evlatlarım, ne kadar Türk kanı içerseniz, o kadar sevaba girmiş olacaksınız” diyerek yere kapanmış ve ilk ayak basan Yunan albayının çizmelerini öpüyordu.
*
Aniden… Uzun boylu, siyah takım elbiseli bi delikanlı fırladı ortaya, elinde revolver. Bastı tetiğe, trak trak trak! Efsun alayının sancaktarı karpuz gibi düştü atının sırtından. Panik… Baktılar ki, tek kişi, sarıverdiler etrafını, ilk süngüyü iman tahtasına sapladılar, sonra neresine denk gelirse, orasına… Hasan Tahsin’di o çılgın Türk. Henüz 30’unda.
*
Hükümetimiz “bu tür şayialara ehemmiyet vermeyin” diyordu hâlâ… Teori’yle pratik’in kesiştiği insan ise, vakit tamam demişti, Anadolu’ya geçiyoruz. Böyle başladı macera.
*
Ateşten gömleği giymişti ulus, aktı gitti, aylar yıllar, canlar… Takvimler 30 Ağustos 1922’yi gösterdiğinde, yer gök yarılıyor, şöyle yazıyordu hatıra defterine Yüzbaşı Kanellopulos, “Türk topçusu susmuyor, titreyerek güneşin batmasını bekliyoruz.”
*
Onun batmasını beklediği güneş, bizim için doğuyordu aslında… Çıktı bi kayanın üstüne Mustafa Kemal, haykırdı karanlığa, “Eyy Hacıanesti nerdesin, gel de kurtar ordularını!”
*
Kudurmuştu Ali Kemal... Büyük gazeteci! Kin kusuyordu köşesinden, “bu millici mahluklar kadar başları ezilesi yılanlar hayal edilemez, düşmanlar onlardan bin kere iyidir…”
*
O “mahluk”lardan biriydi İzmirli süvari teğmen Yıldırım… 18 yaşında. Vurulmuştu. 40 derece ateşli olmasına rağmen hastaneden kaçmış, cepheye koşmuş, bugün kendi adını taşıyan Küçükköy İstasyonu’nu almaya çalışırken, son nefesini vermiş, bahçesine gömülmüştü.
*
Yıldırım toprağa düşerken, 30 kadar Yunan askeri girdi, savunmasız Kuzuluk Köyü’ne… Gözleri Fatma’ya takıldı, 15’inde… “Taze incir gibi” dediler, sırıtarak… Kaçtı Fatma, evine kapandı, kapıyı kilitledi. Omuzladılar. Açılmadı. Yakalım dediler, evi yakalım, nasıl olsa çıkar. Çaktılar kibriti. Alev alev. Çıkmadı kardeşim. Çıkmadı Fatma.
*
Teğmen Şevket, Uşak’tan geçiyordu o sırada… Sakarya’da şehit olan Yüzbaşı Basri’nin anacığı yakaladı kolundan, “Basrim nerde?” diye sordu. İçi çekildi Şevket’in, boğazı düğümlendi… “Arkadan geliyor ana” dedi. Söyleyemedi gerçeği… Ve, ömrünün sonuna kadar unutamadı bu yalanını, “kendimi asla affetmedim” diye yazdı, o güne dair hatırasını.
*
“Bastır parayı, askerlikten yırt” yoktu o zamanlar… Allah kısmet ederse, romanını yazmak istediğim, Albay “deli” Halit, belinin sağında “namuslu” dediği tabancasını, belinin solunda “namussuz” dediği tabancasını taşıyordu. İşgalciye “namuslu”yla sıkıyor, işgalciden korkup geri kaçana “namussuz”u gösteriyordu, “tercih senin yiğidim, istersen buyur kaçmayı dene!”
*
“Deli”ren biri daha vardı… İstanbul’daki işgal kuvvetleri komutanı General Charpy, öfkeden deliye dönmüştü. Yırttı elindeki haritayı, fırlattı duvara, “bu hızla yarın İzmir’e girerler” dedi. İnanamıyordu. 250 bin kişilik devasa ordu, hayalet gibi çıkıp, bi ordan bi burdan dalan, hızar gibi biçen Fahrettin Altay komutasındaki süvari tarafından lokma lokma bölünüyordu.
*
Kaçıyordu Yunan.
Ecel peşinde.
*
Ve, 9 Eylül. Hava mis. İzmir’in dağlarında çiçekler açıyordu. Bornova’dan boşaldılar aşağıya doğru, dörtnala. Sonradan adı Kahramanlar olan semte geldiler. Ödenecek “bedel” vardı daha… İkinci Tümen Dördüncü Alay’dan Konyalı Mehmet, Akşehirli Hakkı, Avanoslu Ahmet, düştüler oracıkta. Bugün, anıtları var orada. “Vatan ve namus” yazıyor altında.
*
İzmir’e ilk giren süvari olma “şeref”i, İzmirli soyadını alan, Yüzbaşı Şeref’e nasip oldu. Bismillah ilk iş, koştu Şeref, Hasan Tahsin’in düştüğü yere, Hükümet Konağı’nın alnı kabağına dikti al sancağı… Asteğmen Besim, Kadifekale’ye varmıştı bile.
*
Minarelerden ezan sesi yükselirken, Belkahve’deydi, Mustafa Kemal, seyrediyordu.
*
İşgal edildiği gün, bir ulusun Kurtuluş Savaşı’nı başlatan, işgali bittiği gün, o ulusun Kurtuluş Savaşı’nı bitiren, dünyada bu özelliğe sahip tek şehir, İzmir’i… Seyrediyordu.
*
Ağır ağır karardı hava. Kavuniçi top gibi gömüldü körfeze güneş, usuuul usul… Nif’te, kendisi için hazırlanan bağevine gitti. Tek kat, taş, penceresiz, gaz lambasının cılız ışığıyla aydınlanan, buram buram Ege kokan bağevine… Etrafında, Celal Bayar’ın “Galip Hoca” lakabıyla dağlarda örgütlediği efeler… Yorgundu. Yemek getirdiler. Yemedi. Cıgara çıkardı. Kahve istedi. “Biliyor musun İsmet” dedi… “Bir rüya görmüş gibiyim.”
*
Karabasanla başlayan, 3 yıl 3 ay 22 gün süren, mucizeyle biten bir rüya… Sona ermişti.
*
Taa ki… AKP’nin ilahiyatçı mebusu İhsan Şener, TBMM çatısı altında, “biliyor musunuz” diye başlayıp, “Yunanlıların Türklerle savaşı yok. Bütün şehitlikler temsili” diyene kadar.
Bozkurt mahir
10 gün önce
Dicle nehri kısına oturup Türkiye'yi fotoğrafla tehtit eden Saddam Hüseyin.
Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal Irak'ın su kaynağını kestiğinde, Saddam Hüseyin önce diplomatik yollarla suyu serbest bırakması için Türkiye başvurdu, ancak Türk hükümeti suyu serbest bırakmayıp Dicle Nehri'ne baraj inşa etmek istediğinde, Saddam Hüseyin Dicle Nehri kıyısına oturdu.
Sonra Türkiye Cumhurbaşkanı'na bir mesaj gönderdi.
"Sigaram bitmeden su serbest bırakılmazsa füzelerim Türkiye'nin başkenti Ankara'ya doğru yönelecek."
Sonra Türkiye suyu bıraktı
Bu meczup aklı her estiğinde Türkiye'yi tehtit ederdi bugün Türkiye'ye Terör belası ile uğraşıyorsa, Irak Türkmenlerin yurtları demografik değişime uğradıysa bu kukla en büyük müsebbibidir. Kürtlere baskı, ve katliam yaparak bir çoğunu Türkiye topraklarına gönderdi o Kürtler bizim karsimiza PKK terör örgütü olarak çıktı ve hâlâ uğraşıyoruz. Körfez Savaşı'ndan önce Türkiye'de çok az Kürt nüfusu vardı bu kukla Türkiye'nin demografik yapisını da değiştirdi. Ve mantar gibi türüyorlar tabiki bunlar öyle alalede tesadüfen olan şeyler değil hepsi bir plan proje dahilinde olan şeyler..
Batılı şeytani Emperyalist devletler bir yere yerleşmek için önce orada bir kahraman yaratırlar o kukla sayesinde o ülkeye iyice yerleşirler sonra da hain ilan ederler ortadan kaybederler işleri bittiğinde..
ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger der ki;
"ABD'nin düşmanı olmak tehlikeli olabilir ama ABD'nin dostu olmak ölümcüldür."
Bozkurt mahir
15 gün önce
HİÇ SES VARMI SURİYE FATİHLERİNDEN ?

Suriyeyi feth etmiş Emevi camiinde namaz kılmıştık sırada Kudüs ve Gazze vardı yeterki asrın liderimiz izin verse hadi dese idi.........!
Asrın liderimizin ve yanaşmasının başka işleri vardı. Terörsüz Türkiye yüzyılı diyerek yeni bir çözüm müzakere ve açılım peşinde idiler gerekçeleri de aslında çok komikti ama ülkemizde bu komikliye inanan kitlede var maalesef.

Komiklik şu idi; terör örgütü şartsız, ama sız, pazarlıksız silah bırakacak kendini fesh edecek bize böyle söyleniyor inananlar oluyordu mutlaka. Hiç kimse sormuyor soramıyordu; Teröristleri dağa çıkaran gerekçeler nelerdi ? Onlarda hangi değişiklikler oldu da silah bırakıyorlar ? Hemde şartsız ve pazarlıksız öğlemi ? Neyin karşılığı idi bu olacak dediğiniz şeyler.? PKK'nın kafasına taş mı düştü 40 yıldan fazladır yapmadığı iş kalmayan örgüt amasız,pazarlıksız, şartsız silah bıraksın ?

PKK kendini fesh ediyor (!) kurucu iradeye şato tahsisi işine bakılıyordu.

Ama bizden saklanan çok şey var zaten saray beslemesi basın bunun için oluşturuldu hani biz Suriye Fatih'i idik ama feth ettiğimiz (!) ülkede İsrail canı çektiği zaman kendisine tehlike gördüğü her yeri vuruyor bizim Suriye Fatihlerinden ses seda yok. Hatta bizim üs kuracağımız yeri vurdu yine ses Seda yok bu nasıl Suriye fatihliği ise ?

İsrail Cani çektiği yerleri vururken 26 Nisanda Suriye kamışlıda Kürt ulusal konferansı toplantısı yapıldı katlılanların hepsini yazmaya gerek yok ama karar önemli Konferans sonrası Kürtlerin haklarının anayasal olarak tanınması için Şam ile müzakere etmek üzere ortak bir Kürt heyetinin oluşturulması kararı alındığı belirtildi. Konferansa DEM Parti heyeti de katıldı.

Biz PKK'ya silah bıraktırıyoruz öğlemi ? PKK - KCK yapılanması içerisinde Suriye'de Irakın kuzeyinde olduğu gibi özerk otonom bir bölgeye kavuşuyor. Ama bize resmen alenen yalan söyleniyor. PKK kendini fesh ediyor diye. PKK - SDG' ye katılarak Suriye'de Özerk Yönetimi'nin silahlı gücü haline gelmiştir. Bize PKK silah bırakıyor masaları anlatılıyor artık sıranın kimde olduğunu anlamak için kahin olmaya gerek yok değil mi ?

Bu planların sahibi İngiltere,ABD ve İsrail dir. Onların planları tıkır tıkır işlerken biz Emevi camiinde namazla yetineceğiz gibi görünüyor.

Suriye'de bu zamana kadar oluşturduğumuz ÖSO'dan kurdurduğumuz hükümet ve kadrolarından fayda görmedik yıllarca onları bu fakir millettin paraları ile aylığa bağlatmıştık hiç bir faydaları olmadı.

Kravat taktırılarak Suriye'nin başına getirilen bizimde desteklediğimiz Colani ( Şaraa ) kamışlıdaki konferans sonrası yapılan açıklamasında; SDG adını kullanan terör örgütü PKK/YPG’nin “federasyon” talebine tepki gösterdi.. Açıklamada, “SDG’nin yaptığı federasyon çağrısında bulunan ve sahada ayrı bir yapı oluşturmayı amaçlayan hareketler ve açıklamaları (Şam yönetimi-SDG) anlaşmanın içeriğiyle açık bir şekilde çelişmekte ve ülkenin birliği ile toprak bütünlüğünü tehdit etmektedir. Suriye’nin toprak bütünlüğü bizim için kırmızı çizgidir ve buna yönelik her türlü ihlal ve sapma; Suriye’nin birleşik kimliğine saldırı olarak değerlendirilir” denildi.

De.... kim takar seni ? SDG ,ABD desteğinde bir kolordu gücünde ve ağır silahlar ile donatılmış durumda senin Toyota kamyonetlerinle mi eğitimsiz hırpani görünümlü adamlarınla mı onları kontrol edeceksin ?

İşler iyiye gitmiyor ve bunlar başka meseleler ile gündemin dışında tutuluyor ama sonunda Suriyeyi feth ettik masalı ve avuntusu ile acı gerçekle iş işten geçtikten sonra haberimiz olacak maalesef.

Tez zamanda uyanmaz isek, tedbir almaz isek geçmiş olsun derim.
Bozkurt mahir
22 gün önce
1922'de Çanakkale'de çekildi bu fotoğraf.

İşgal askerleri ve bir Türk askeri yan yana...

Yabancı gazeteden aldım.

Peki bizim arşivlerde niye yok bu fotoğraf?

1915'te geçilemeyen Çanakkale, 1918'de geçildi.

....Ders kitaplarında bu süreç yok.

1915'te geçilemeyen Çanakkale, 1918'de öyle bir geçildi ki işgalcileri çıkarmak için 3 yıl uğraşmışız.

Yabancılar, Çanakkale'yi Türklere karşı savunmak için yığın yığın asker ve savaş gemisi getirdiler...

Kuşadası'ndan, Soma'dan, Balıkesir'den geçen görünmez bir çizgi çektiler.
...İstanbul'a kadar bu çizgiyi uzattılar.
Adına Milne Hattı dediler.

Hani Beşiktaş'ın efsane hocası Gordon Milne vardı;
...işte onun dedesi Soma'da çekmişti o çizgiyi...
Türklere,

"Bu çizgiyi geçmeyin. dedi. "
Buradan ötesi tarafsız ve yasak bölgedir."

Padişah, İstanbul'dan çıktığında o hat üzerinden seyahat edecekti.

Sevr Anlaşması'nda bilakis padişahın ekibi istedi bunu.

Kendi topraklarında aşağılanmak, küçümsenmek...

Ne mutlu ki o çizgiyi onların başında paralayıp hem padişahın hem milletin onurunu kurtaracak gözü pek bir dahi komutanımız vardı;

Gazi Mustafa Kemal Paşa!..

1922'de İzmir'i alınca, kutlu askerlerini bu tarafsız bölgeye doğru sürdü. İstanbul'u geri almak için...

İngiliz hükûmeti

"tarafsız bölgeyi geçeni vurun"

emri verdi.

Geçtik...

"Geri çekilin!" dediler.
"Geri çekilme emri almadık." diye yanıtladık.

Ateş edemediler. Kendi askerleri bile artık kendi hükûmetlerinin emrine uymuyordu. Sonunda müzakere teklif ettiler...

Mudanya Ateşkesi...

İşte o geçiş sırasında çekildi bu fotoğraf.

Sulh içinde.
Geçtikten sonra İstanbul'un idaresini aldık.
Kısa süre içinde İtalyanlar ve Fransızlar, İstanbul'u ve bu bölgeyi terk ettiler. Ancak İngilizler çıkmıyordu.

Dünyadan tepki ve baskılar geliyordu.
Bir kriz doğdu. İşgalciler arasında bir bunalım...

Adına Çanakkale Krizi dendi.
Bu ilk krizdi.

2. Çanakkale Krizi ise Lozan'da yaşanacaktı...
Siyaseten öyle çaresiz kalmıştı ki İngiltere, bizden tek bir kurşun beklediler. Böylece savaş hukukunun devam ettiğine tüm dünyayı ikna edeceklerdi.

İşte o tek kurşunun hikayesi böyledir aslında. Tuzaktır.
Gazi Paşa'nın düşmediği bir tuzak!..

Tüm bu mücadeleler yıllar içinde Türk çocuklarına unutturuldu.
Geriye sadece bir cümle kaldı:

Çanakkale Geçilmez.

Ertürk Özel.
Bozkurt mahir
24 gün önce
26 yıl İBB'yi, 23 yıl hükümeti kesintisiz yönetmiş adamlar "İmamoğlu deprem için hazırlık yapmadı" diye sağa sola hesap soruyor.
Bozkurt mahir
1 ay önce
ESKİ GAZİANTEP
OKUMADAN GEÇME..

Eski Gaziantep'te
Nakıp Ali, Baydar, Şehir,
Büyük ve Saray sinemaları vardı..
Eski Gaziantep' te Maarif caddesi ile
Nakıp ve Baydar sinemalarının
arasında zeytin piybazı dürümü yenir,
@öne çıkarteksas tommiks okunur,
alınır, satılır, cırcırcı bican
oyun oynatırdı.
Eski Gaziantep'te
Maarif te camlı kahve vardı.
Eski Gaziantep'te kavaklıkta
ikindi sazı olur ve
Şükran Ay gibi dev sanatçılar
sahne alırdı.

Eski Gaziantep'te
Alleben deresi kenarlarında
yazlık Mehtap, Baydar,
Büyük sinemalar vardı.
İnsanlar eşleri nişanlı ve
arkadaşları ile
serin havada film izler.
Portalin gazozu içerlerdi.
Eski Gaziantep'te otogar yoktu Hükümet Konağı civarında
Fındıklı Toros, Seri Emniyet,
Sentur, Maz gibi firmalar vardı.
Eski Gaziantep'te
çim saha yoktu ve
Kamil Ocak Stadyumu
maç öncesi ve devre arasında
itfaiye tarafından sulanır
bazende trübundeki
taraftarlar bu suyla serinletilirdi.

Eski Gaziantep'te
insanlar pikniğe
Kavaklığà gider
hem sahresini yapar
hemde evlilik çağındaki
gençler birbirine
mendil ve mektup atar
naneci mani dizerek
şekerlerini satardı.
Eskiden Gaziantep'ten
varlıklı insanlar
arabalarıyla orta halliler motorsikletleriyle
kanlı geçide
çorba içmeye giderlerdi.
Eski Gaziantep'te
kına gecesi,
çeyizler ve düğünler olur.
Kız Fevzi sahnede
mileti çosturur
Ömer Lök, Ali Acıburç ve
Ahmet Özoğlu sahne alırdı.

Eski Gaziantep'te
Zeki Dinçer ve
siyah örümcekler
orkestrası eşliğinde
Edip Akbayram muhteşem
sesiyle ortalığı
ayağa kaldırırdı.
Eski Gaziantep'te
tavuk dürümü yoktu ama
mis gibi kızarmış piliçleri
cemakandan caddeye bakan
Doy Doy Lokantası vardı.
Eskiden İmren, Lezzet,
Keyvanbey, Pizza,
Beyazsaray gibi
nezih lokantalar vardı.
Eskiden Burmalı kadayıf denince yanında sütü ile Yusuf Ziya vardı.
Eskiden İncilipınar yanında
Halk bahçesi ve Nil kahvesi vardı.

Eskiden Zelzele Halil,
kudduk Arif,
Heryeri mamet vardı.
Eskiden Gaziantep
sokaklarında boynunda
teybi elinde destanı ve
yanık sesleri ile gezen
destancılar vardı..

Eskiden Gaziantep'te
yayın yapan Gaziantep
radyosu ve radyo evi vardı.
Eskiden kalede Yaşar
sağ bek Nurettin
sol bek ünsal
defans Turgut ve Fatih
orta saha Sami Küçük Hüseyin
Büyük Turgut ve
forvette Fantom Ahmet,
Murat Kandil ve Maradona
Sadıklı Gaziantepspor vardı.

Eskiden zenginlerin evinde soba fukaraların evinde tandır vardı. Fakirlerdi ama sofralarını dertlerini kederlerini sevinçlerini birlikte paylaşan güzel dedelerimiz ninelerimiz teyzelerimiz komşularımız vardı.
Eskiden emniyette caddeler bekçi Hamodan asayiş işeri allahsız samiden ahlak işleri Hüseyin Subay'dan adli işler Hakim Mehmet Güneş ve savcı Abdülkadir Tuğrul Geylani 'den sorulurdu.
Eskiden şirehanı daha otel olmamış sebze hali daha yıkılmamış ve çorbalar köşedeki Altınşişden içilir beyran ise Kılcınınoğlundan.
Eskiden baklavacılar zengine baklava fakire baklava kırığı satardı.
Eskiden zenginlerin düğünü fuarın içindeki Şato Restaurantta fukaralar ve orta hallilerki Mehtap Belkıs Moda Kızılay düğün salonunda yapılırdı
Eskiden Kavaklıkta Sigorta hastanesinin içinde İstasyonda Karşıyaka da şehreküstüde Batur sahasında mahalli takımlar kıran kırana maçlar yaparlardı.
Eskiden Çınarlıspor Mekik Kale Şehreküstü Akyol Gazispor Karşıyaka ve Oğuzspor takımları ve bu takımlarda Safcı Aziz Kıllama Hayri Kör Kadir Göbek Cevdet Hükümet Kara Sefer ve Koçero lar vardı.
Evet aklıma gelen ve sayfama ancak sığdırabildiğim bunlar hakikaten eski Gaziantep ne güzelmiş, ne doğalmış, ne şirinmiş ne küçükmüş galiba hem yaşlanmanın verdiği duygu hemde herkesin caddede sokakta mahallede birbirine ismiyle selam verdiği samimi komşuluk ve dürüst esnafların Gaziantep ini özlemişiz anlaşılan.
Ya siz.....? RESİM GAZİLER CADDESİ.
BOZKURTBEY
1 ay önce
8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın vefatının üzerinden 32 yıl geçti

• 12 Eylül 1980 askeri müdahalesinden sonra kurulan hükümete Ekonomik İşlerden Sorumlu Başbakan Yardımcısı olarak atandı
• Kurduğu Anavatan Partisi'nin 1983 genel seçimlerinden birinci çıkmasının ardından 1989 yılına kadar Başbakanlık görevini yürüttü
• 31 Ekim 1989'da Türkiye Cumhuriyeti'nin 8. Cumhurbaşkanı oldu
• Çankaya Köşkü'nde geçirdiği kalp krizi sonucu 17 Nisan 1993'te Cumhurbaşkanlığı döneminde vefat etti...
BOZKURTBEY
1 ay önce
Avrupa Birliği’nin Semerkant’ta düzenlediği AB-Orta Asya Zirvesi’nde açıklanan 12 milyar Avroluk yatırım paketinin 3,5 milyar Avrosunun Türkiye üzerinden Orta Koridor’a ayrılması olumlu bir gelişme olsa da, bu desteğin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)’nin vetosunu aşmak amacıyla bazı Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine GKRY’yi “Kıbrıs Cumhuriyeti” olarak tanıma ve bu ülkeye büyükelçi atama yönünde baskıyla ilişkilendirilmesi derin bir endişe yaratmıştır.

Kardeş devletlerimizin bu yönde adımlar atması ve zirve bildirisine bu konuya ilişkin ifadelerin girmesi, son derece ciddi ve düşündürücü bir gelişmedir. Türkiye’nin bu gelişmelere sessiz kalması, dış politikamızda bir zaafiyet görüntüsü doğurmakta ve bilinçli bir tercih olduğu izlenimini vermektedir.

Bu durumda, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin siyasi statüsü zedelenmiş, milli menfaatlerimiz ise görmezden gelinmiştir. Kıbrıs Türk halkının egemen eşitliği ilkesine saygı gösterilmeli; Türk dünyasının dayanışma ruhuna zarar verecek adımlardan kaçınılmalıdır.

Türkiye Cumhuriyeti’ni, bu önemli gelişme karşısında kararlı ve etkin bir diplomatik duruş sergilemeye ve kardeş devletlerin hükümetlerini de bu yanlıştan dönmeye davet ediyoruz...
Bozkurt mahir
1 ay önce
ESKİ BÜYÜKELÇİ ÖZTÜRK YILMAZ'IN beyanları

Hakan Fidan, bu şov gülüşlerin şahsen beni kahretti!

Bu samimiyet nereden geliyor? Eli kanlı İŞİD’li bir teröristin koluna girmişsin! Hangi kafadasın sen?

Sana üç sorum var!

1) Siz MİT Müsteşarıyken Musul baskını oldu. 101 gün o katillere direndim ve Türkiye’nin onurunu ve şerefini başıma silah dayanmasına rağmen yere düşürmedim. O dönemde Colani ( Golani)’de bir İŞİD’ci teröristti. O zaman tanıyormuydun? İlişkiniz ne zaman başladı? Musul baskını ve askerlerimizin yakılma emrini bu mu verdi?

2) Bu terörist Suriye’deki PKK’yı hükümete ortak etti. Sesin neden çıkmadı? Yoksa bunu da siz mi istediniz?

3) Bu terörist. neredeyse Şam’a girecek İsrail’e neden ses çıkarmıyor? Yoksa sessiz kalmasını siz mi tavsiye ettiniz?

Şimdi asıl sadede gelelim. İsrail’in en vurucu askeri gücünün adı “Golani birlikleri”.

Terörist Golani’nin de Golan Tepelerinden giden bir Kürt Yahudisi olduğu bilgisi var. Bu doğru mu?

Suriye’de ad biziz ama gerçekte PKK ve İsrail kazadı. Bu kişi kimliğinden dolayı onlara hizmet ediyor olabilir de siz neden ses çıkarmıyorsunuz? Yoksa siz de…

Öztürk Yılmaz
Bozkurt mahir
1 ay önce
İsrail, Türkiye’ye meydan okurken...

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto ile ortak basın toplantısında, “Önümüzdeki dönemde Gazze'nin yeniden inşasında ve Filistin davasının savunulmasında Endonezya ile birlikte çalışmaya devam edeceğiz” ifadelerini kullandı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da, Antalya Diplomasi Forumu'nda konuştu ve Filistinlileri yerinden eden bir anlaşmaya Türkiye’nin evet demeyeceğini belirterek “Katar, Mısır ve ABD'nin öncülük ettiği ateşkes görüşmelerini destekliyoruz. Arap ligi tarafından kabul edilen Gazze'nin yeniden inşası planını destekliyoruz. İsrail'e Filistinlilerle barışma ve ateşkes ilan etme çağrısında bulunuyoruz.” dedi.

İki konuşmayı birlikte değerlendirirsek, Gazze’nin yeniden inşası ihale edilmiş de ihale Türkiye’ye verilmiş gibi bir tablo ortaya çıkıyor!

İhale Türkiye’ye verilmişse, hak edişleri kim ödeyecek? Arap ligi mi?

***

Bu arada Endonezya Cumhurbaşkanı Prabowo Subianto’nun, “Gençken bir ikonum vardı, hayranlık duyduğum biri vardı; benim kahramanım benim ikonum Mustafa Kemal Atatürk'tü. Fatih Sultan Mehmet de idol ve kahramanlarımdan biriydi. Sadece Endonezya'da değil. Ben küresel güneyden bahsediyorum. Özellikle gelişmekte olan ülkelerden bahsediyorum. Tüm bu ülkelerde Mustafa Kemal bir idoldür ve bir örnektir, cesaretin bir temsilidir. Bir lider örneğidir, bir vatansever örneğidir. Bir vazgeçmeme örneğidir. Azim örneğidir.” sözleri TRT tarafından verilmedi ve Erdoğan-Dem Parti görüşmesi haberine geçildi!

Ne hazindir ki bugünkü Türkiye, açıkça söyleyemeseler de Atatürk’e kin güdenler tarafından yönetiliyor!

***

Bugünlerde bütün önemli haberler, İsrail etrafında oluşuyor! Jerusalem Post gazetesinin “İsrail'den Türkiye'ye: Suriye'deki asker konuşlandırmasında değişiklik, kırmızı çizgimizdir” başlıklı haberinde “Azerbaycan’da Türkiye ve İsrail heyetleri arasında yapılan görüşmelerde, tarafların bölgedeki çıkarlarını ortaya koyduğu ve güvenlik istikrarının sağlanması amacıyla diyaloğun sürdürülmesi konusunda mutabakata varıldığı belirtildi. Bir kaynak, İsrail'e tehlike oluşturacak herhangi bir eylemin Suriye hükümetini de riske atacağını söyledi” denildi.

İsrail, Hama’da Türkiye’nin hava savunma sistemi kurmak istediği askeri üssü bombalamıştı...

washingtoninstitute’de yayınlanan analizde ise “Ankara, Şam ile daha derin siyasi, ekonomik ve askeri iş birliği peşinde koşarken, İsrail'in sınır ötesi askeri müdahaleleri artıyor ve yetkililer Suriye'de silahsızlandırılmış bir bölge kurmak istediklerini belirtiyorlar. Washington ise şu anda Şara'nın eski bir cihatçı olarak görülmesi gerektiğine inananlar ile onunla etkileşime girmeye değer olduğuna inananlar arasında bölünmüş durumda. Dışişleri Bakanlığı, Washington'ın ülkeye uyguladığı Esad dönemi yaptırımlarını kaldırabilmesi için Şam'ın karşılaması gereken kriterlerin bir listesini yayınladı; o zamana kadar ABD yaptırımları ekonominin yeniden inşası önünde önemli bir engel olmaya devam ediyor.” denildi.

***

Milli Savunma Bakanlığı eski genel sekreteri Ümit Yalım, Yunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Dimitrios Choupis’in, 3 Nisan 2025’de Aydın İl sınırları içinde bulunan Bulamaç Adası’na, 04 Nisan 2025’de de Muğla İl sınırları içinde bulunan Kalolimnoz ve Keçi adalarına gelerek Yunan bayrağı altında Türkiye’ye meydan okuduğunu açıkladı.

Yalım, “Genelkurmay Başkanı Metin Gürak, 04 Nisan 2025’de, İspanya’da NATO Birleşik Hava Harekât Merkezi’nde brifing alırken, Mevkidaşı Yunan Genelkurmay Başkanı Dimitrios’u taşıyan Yunan Askeri Helikopteri, Türk Hava Sahasını ihlal ediyordu.” dedi.

Ayrıca Ege´de düzenlenen Iniochos 2025 hava tatbikatına, ABD ve Yunanistan öncülüğünde İsrail, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, Kıbrıs Rum Kesimi, Hindistan, İngiltere, Fransa, İtalya, Polonya, Slovenya ve İspanya katıldı.

Şalom gazetesi, “Tatbikatın amacı, Doğu Akdeniz’de istikrarı sağlamak ve ticaret yollarının güvenliğini garanti altına almak olarak açıklandı. Ancak organizasyonda Türkiye'nin yer almaması, bölgesel güç dengeleri açısından dikkat çeken bir gelişme oldu.” diye yazdı.

Türkiye, Ege’de Mavi Vatan’ı da kendi adalarını da fiilen bırakmış durumda...

***

Toparlayalım... İsrail, ABD ve İngiltere desteğinde, Filistin’de, Suriye’de ve Ege’nin her yerinde Türkiye’ye meydan okuyor. Yunanistan, Türk adaların işgal etti, hava sahasını ihlal ediyor ve Kıbrıs Rum Kesimi, Türk Cumhuriyetleri tarafından Kıbrıs devleti olarak tanındı!

Bu aşamada PKK, Suriye’deki MOSSAD destekli SDG’ye yani YPG’ye katıldı bile. Bunu açıklayan da Hakan Fidan’dır. Fidan, “PKK'nın 2 bine yakın kadrosu şu anda SDG yönetiminin tepesinde oturuyor.” demişti.

Türkiye, dört bir taraftan sıkıştırılırken Erdoğan, Gazze’yi yeniden inşa etmekten söz ediyor!

Arslan Bulut
12 Nişan 2025
Yeniçağ Gazetesi
Bozkurt mahir
1 ay önce
Bu adı geçen hava kuvvetleri komutanını,
hava kuvvetleri komutanı yapan kimdi?

Tayyip Erdoğan hükümetiydi.

Ne zaman kuvvet komutanı yapılmıştı?

2013'te,
Atatürkçü subaylar ordudan atılırken yapılmıştı!

Kuvvet komutanı olmaya layık mıydı?
Değildi. Orgeneral bile değildi. Korgeneraldi, pasif görevdeydi, emekliliğine gün sayıyordu.
Hava kuvvetlerindeki tüm orgeneraller tasfiye edildiği için, bunu apar topar orgeneral yaptılar, hava kuvvetleri komutanı koltuğuna oturttular.

Sonra ne oldu?
Sonrası daha enteresan…
Akp bu arkadaşı o kadar çok seviyordu ki, 2015'te görev süresi doldu, emekli etmediler.

Ya ne yaptılar?
İlla karargahta otursun diye
Yüksek Askeri Şura üyesi yaptılar.

Kim yaptı bunu?

Tayyip Erdoğan yaptı.

Peki, kim bu Akp'nin pek sevdiği,
koruyup kolladığı komutan biliyor musunuz?

Darbeye kalkışan Akın Öztürk!
Akp'nin sihirbaz şapkasından tavşan çıkarır gibi sürpriz şekilde orgeneral yaptığı,
kuvvet komutanı yaptığı, emekli olmasına izin vermediği, illa komutan olarak kalsın diye yüksek askeri şura üyesi yaptığı Akın Öztürk…

Meğer darbecilerin elebaşıymış!
Akp'nin hiç haberi yokmuş!
YILMAZ ÖZDİL
BOZKURTBEY
2 ay önce
MUSUL, KERKÜK SATILDI DİYENLER OKUSUN
1920 SONRASI;
İNGİLİZ, FRANSIZ, RUS VE ERMENİ DESTEKLİ KÜRT İSYANLARI...
Osmanlı’nın tarih sahnesinden çekilmesinin ardından, Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kurulan, Türkiye Cumhuriyeti döneminde de Kürt İsyanları değişik sebepleri ileri sürerek devam etmiştir.
Cumhuriyet döneminde meydana gelen bu isyanlar, dönemin hükümetleri tarafından sert bir biçimde engellenmiş ve isyanların ülkeye zarar vermeleri önlenmiştir. 1920 ‘den başlamak üzere Cumhuriyet döneminde, belli başlı Kürt isyanlarını tarih sırasına göre şöyle sıralamak mümkündür.
- Milli Aşiret Ayaklanması (1 Haziran – 8 Eylül 1920)
- Cemil Çeto İsyanı (7 Haziran 1920)
- Koçkiri İsyanı (6 Mart – 17 Haziran 1921)
- Nasturi Ayaklanması (7 Ağustos – 26 Eylül 1924)
- Beytüşşebeb İsyanı (4 Eylül 1924, Ali Rıza, İhsan Nuri)
- Şıh Sait İsyanı (13 Şubat – 30 Mayıs 1925 -Nehri İsyanı (10 Haziran 1925)
- Rişkoti ve Raman Tedip Harekatı (9-12 Ağustos 1925, Batman)
- Birinci Sason İsyanı (Kasım 1925, Diyarbakır, Batman)
- Hazro İsyanı (21 Ocak 1926, Diyarbakır)
- Birinci Ağrı Harekatı (16 Mayıs – 17 Haziran 1926)
- Koçuşağı İsyanı (7 Ekim – 30 Kasım 1926)
- Mutki İsyanı (26 Mayıs – 25 Ağustos 1927, Mutki)
- İkinci Ağrı Harekatı (13 – 20 Eylül 1927
- Bical Tenkil Harekatı 7 Ekim – 17 Kasım 1927, Bicar)
- Resul İsyanı (22 Mayıs – 3 Ağustos 1929)
- Tendürek Harekatı (14 – 27 Eylül 1929, Tendürek)
- Savur Tenkil Harekatı (20 Mayıs – 9 Haziran 1930, Savur)
- Zeylan İsyanı (20 Haziran – Eylül 1930, Zeylan)
- Üçüncü Ağrı Harekatı (7 – 14 Eylül 1930)
- Oramar (Hakkari) Ayaklanması (İsyanı 16 Temmuz – 10 Ekim 1930)
- Şıh Mahmut Berzenci İsyancı (Eylül 1930, Irak)
- Pülümür Harekatı (8 Ekim – 14 Kasım 1930, Pülümür)
-Şıh Ahmet Barzani İsyanı (Kasım 1931, Irak)
- Buban Aşireti İsyanı (1934)
- İkinci Sason İsyanı (Ocak 1937, Diyarbakır, Batman)
- Dersim (Tunceli) İsyanı (21 Mart 1937, Seyit Rıza)
Cumhuriyet döneminde meydana gelen bu isyanlar, ülkenin ilerlemesinin önünde büyük engeller oluşturmuştur. Bölgeyi kendisi açısından Musul Petrollerinin varlığı sebebiyle vazgeçilmez olarak niteleyen İngiltere başta olmak üzere diğer Batılı devletler buraya birçok ajan göndermişlerdir.
Kaynak: Turan Bozkurt, Atatürk’ün Doğu Politikası ve Kürt İsyanları.
***
ADINA “KÜRT İSYANLARI” DEDİLER!
Yıl 1907:
Şeyh 2'nci Abdusselam Barzani tam yedi yıl boyunca Osmanlı'ya isyan etmiş, ama adı isyanlar listesinde yok.
Yıl 1925.
Şeyh Abdullah, Şemdinli'de taburumuza saldırmış, subaylarımızı infaz etmiş, ama onun da adı isyanlar listesinde yok.
Yıl 1930;
Molla Mustafa Barzani, Dağlıca'da bir bölüğümüze saldırmış, dört şehidimiz var, üstelik halkı ayaklandırmış, ama onun da adı isyanlar listesinde yok.
Anlaşılan o ki;
Barzani olunca isyan olmuyor, ama Barzani olunca adı Kürt oluyor.
Bu Barzani Kürt değilse; Kürt üzerinden isyan çıkartanlar kimdi?
ERDAL SARIZEYBEK,
14 Kasım 2013
Lazolog
2 ay önce (E)
Çok Afederek Soruyorum
Aramızda İstanbullu Olan varmı

Bir Şey daha sormak İstiyorum
Çook Af buyrun
Eyyy İstanbul Halkı ,

S...MEYE DOYMADINIZ MI ??

Özellikle laik kemalist kesime soruyorum
muhalefetten Ne Zaman MUHAF
Olacaksınız

Bak çok Net Konuşayım
Bügün Erdoğan Bu hükümetin başından Gittsin ,

Muhalefetin İlk yapacağı Şey bu ülkeyi O günün Sabahında Avrupa'ya teslim etmek Olacak ,

Kendinize gelin kendinize
Bı şekilde geçiniriz elhamdülillah
Müslümanız rızkı veren Allah

Ama bu bayrak bir daha dalganmayacak
Bunu unutmayın ,

Türkiye Cumhuriyeti bir Orta doğu olmadan
Ezanlar susmadan bayraklar Gönderden Çekilmeden ,
AKILLANMAYACAKSINIZ #hükümet #simitsi #muhalefet #türkiye
Bozkurt mahir
2 ay önce
TAKSİM CUMHURİYET ANIT’INDA ATATÜRK’ÜN YANINDA Kİ RUSLAR !!!...
***
Belki bilmezsiniz ama Taksim Cumhuriyet Anıt’ında Atatürk’ün yanında iki Rus yer almaktadır.
Bu kişiler ünlü Rus mareşal Kliment Voroşilov ile ünlü Soviyet KGB kurucusu Mihail Frunze.
Bu kişiler Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşunda oynadıkları önemli rolü Atatürk’ün özel emri ile tüm gelecek nesiller için asla unutulmasınlar diye burada yer almaktadırlar.
Ne yazık ki günümüzün Türk nesli bu kişilerin ne adlarını biliyor ne de ne yaptıklarını.
16 mart 1921 yılında özel törende Rusya Sovyet Federal Sosyalist Cumhuriyet’i ile Türkiye arasında “Dostluk ve kardeşlik sözleşmesi” imzalanmıştır.
Bu sözleşmeye göre henüz kurulmamış Türkiye Cumhuriyet’ine Türk milletinin yabancı istilacılardan özgürlüğünü kazanabilmesi için 1878 yılından beri Rusya sınırlarına dahil edilen Kars, Ardahan ve Artvin bölgeleri verilmiştir.
Sözleşmeye göre Rusya Türk halkına 10 milyon altın ruble ile askeri mühimmat hibe edecekti
Ağustos 1921’de Rusya Mikail Frundze’yi Türkiye’ye elçi olarak atamıştır.
Frundze Türkiye’de Aralık 1921 ile Ocak 1922 tarihleri arasında bulunmuştur.
Türkiye’nin bulunduğu ağır ekonomik durumunu ve içinden çıkamadığı savaşı Rus halkına ve Sovyet yönetimine ileten Frundze acilen Türk halkı için yardımının arttırılmasını istemiştir.
Rusya bulunduğu ağır ekonomik durumuna henüz yeni biten iç ve dış düşmanlara karşı verilen savaşa rağmen Frundze’ye kulak vermiş ve yardımını esirgememiştir.
S. Aralov yazdığı hatıra kitabında Türkiye’ye gitmeden önce Lenin’in kendisine söylediği sözleri şöyle vermektedir.
Lenin:
“Türk halkı özgürlük savaşını vermektedir. Merkez Komitesi oraya savaş sanatını bildiğiniz için yolluyor”.
Yabancı istilacılara karşı geçilecek taaruz öncesi hazırlık aşamasında 1922 Mart-Nisan aylarında Mustafa Kemal’in davetlisi olarak elçi S. Aralov, askeri ataşe K. Zvonaryov ve Azerbaycan elçisi İbrahim Abilov’un katılımı ile tüm Türk silahlı kuvvetleri denetimden geçmiştir.
Misafirler kara ve atlı birlikleri ziyaret etmiş, iki ordunun komuta merkezlerine gitmiş, Konya’da bulunan yedek ordunun denetiminde bulunmuşlardır.
Misafirlerin katılımı ile Türk Silahlı kuvvetlerin ilk yıldönümü kutlaması gerçekleşmiştir. Kutlamalardan sonra misafirler Türk askerlerine hediyeler dağıtmıştır.
Hediyelerin üstünde Türkçe olarak “Sovyet Kızıl Ordusundan Türk Askerine” diye bir yazı bulunuyormuş.
16 Mart 1921’de imzalanan sözleşme çerçevesinde taarruz öncesi 1921-1922 yıllarında Rusya’nın Novorossiysk, Tuapse ve Batum limanlarından Türkiye’ye 39 bin adet tüfek, 327 adet makineli tüfek, 54 top, 63 milyon tüfek mermisi, 147 bin top mermisi, giysiler vs getirilmiştir.
Bunun dışında Rus Beyaz ordusunun 1918’de doğu sınırlarda bıraktığı tüm askeri muhhimat da Türkiye’ye getirilmiştir.
1921 yılında iki savaş gemisi “Jutkiy” (Korkunç) ile “Jivoy” (Canlı) Türkiye’ye hibe edilmiştir.
Rusya Hükümeti Ankara’da hala Makine Kimya olarak bilinen mermi üretim fabrikasının kurulması için tüm gerekli donanımı hibe etmiştir.
Donanım ile birlikte çok miktarda hammadde de getirilmiştir ve Türk işçilere eğitim verilmiştir.
Bunun dışında Moskova’da imzalanan sözleşmeye göre Türkiye halkına vaad edilen 200,6 kg saf altın Sovyet diplomatik misyonun başında bulunan Y. Upmal-Angarskiy tarafından Türkiye Hükümetine teslim edilmiştir.
Mikail Frundze yetim kalan Türk çocuklarının barınması için kurulacak olan yetimhaneler için 100 bin altın ruble Türkiye Hükümetine Trabzon’da teslim etmiştir.
S. Aralov ise Nisan 1922’de Türk Silahlı Kuvvetlerine ayrıca tipografi ve sinema aparatları için 20 bin lira hibe etmiştir.
Aynı zamanda Aralov Rusya Hükümeti tarafından vaad edilen 10 milyon altın ruble yardımının son 3.5 milyonluk kısmını da Türkiye’ye geldiğinde beraberinde getirmiştir.
İki halkın kardeşlik bağları Lozan ön görüşmelerinde ve Lozan antlaşması esnasında daha da pekileşmiştir.
SSCB Hükümeti
(Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerin Birliği) 1922-23 yıllarında Türkiye’nin boğazlar üzerindeki tek başına hakim olması gerektiğinin tezini savunarak Türkiye’ye destek çıkmıştır.
Lozan antlaşmazından sonra Türkiye bağımsızlığını kazanmış tüm yabancı istilacıların Türkiye’den çekilmesi sağlanmıştır.
TBMM Mustafa Kemal Atatürk’ü ilk Cumhurbaşkanı seçmiştir.
31 Ekim 1923’te SSCB Merkez Komitesinin başkanı M. Kalinin (Dönenmiş SSCB başkanı) Atatürk’e yolladığı teleğramda şunları söyledi:
“Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerin Birliği halkları adına nihayi olarak despot monarşi rejiminin kalkması ve Türkiye Cumhuriyet’inin kurulması dolayısıyla kardeş Türk milletini ve dost Türkiye hükümetini sıcakça selamlıyorum.
Sizi, Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa’yi, yabancı istilacılara karşı kahramanca savaşan Türk milletinin üstün yetenekli yönetici olarak Türkiye Cumhuriyet’inin Cumhurbaşkanı seçildiğiniz için tebrik ediyorum.
Eminim ki, asla bağı kopmayacak halklarımız arasındaki dostluk zaman içerisinde gittikçe pekişecektir ve iki devletin de gelişmesine vesile olacaktır.”
Ağustos 1928’de açılan Türkiye Cumhuriyet Anıtı gelecek nesiller için Türkiye Cumhuriyet’inin kurucuları yer almıştır. İşte Atatürk’ün sağında yer alan Türk halkının kahramanları, Türkiye Cumhuriyetin kurucuları arasında yer alan Kliment Voroşilov il Mikail Frundze:
Surits zamanında Voroşilov ziyareti esnasında SSBC ile Türkiye arasında dostluk ve işbirliği sözleşmesi imzalanmıştır.
Bir çok kültürel ve siyasi gelişmelerde Türkiye ve SSCB birlikte hareket etmiştir.
Yeni bağımsız devletlerin gelişmesi adına, emperyalizm ve kapitalizm’den bağımsız olmak için SSCB birçok devlete elinden gelen yardımı üstlenmiştir. Sadece Türkiye’de Atatürk zamanında SSCB desteği ile birçok hafif ve ağır sanayi fabrikaları kurulmuştur.
İsmet İnönü’nün başında bulunduğu heyet 25 Nisan 1932’de SSCB’yi ziyaret eder.
Kendisi burada 15 gün boyu 70 fabrikayı ziyaret ederken yanında bulunan tekstil uzmanları Şerif Onay ile Kamil İbrahim SSCB’de ta 9 Hazirana kadar kalarak SSCB’nin endüstrisini incelemişlerdir.
Heyetin Stalin’den istediği yardım kısa zamanda Türkiye’ye ulaşmıştır.
SSCB kardeş Türk halkının kalkınması için gerekli çalışmaları tespit edecek heyeti göndermiştir.
SSCB Devlet Gelişmesinin Planlama Enstitüsü başkanı Prof. Orlov’un başındaki heyet Türkiye’ye gelerek 22 Eylül 1932’de raporunu hazırlamıştır ve sunmuştur.
Gitmeden önce İstanbul Üniversitesinde konferans veren Orlov şunları söyledi:
“Sevinçle emin oldum ki aklı ile enerjileri ile eğitimi ile Türk mühendisleri ne bizden ne de başka ülkelerdeki mühendislerden farklı değildir.
Kendileri bize gayet iyi yardımcı olmuştur.
Neden Avrupa’dan mühendis çağırdığınızı açıkçası anlamış değilim.”
21 Ocak1934’te imzalanan sözleşme ile SSCB Türkiye’ye verdiği 20 yıllık faizsiz kredi ile daha önce Prof.Orlov tarafından belirlenen Nazilli (Denizli) ve Kayseri mevkilerinde iki tekstil fabrikası kuruluşu kararlaştırılmıştır. Fabrikalar Sovyet mühendisler tarafından kurulmuş tüm teçhizat Rusya’dan getirilmiştir. Atatürk fabrikaların açılışını ölümünden bir ay önce yapmıştır.
Türkiye o dönemde Osmanlı’dan kalan borçların ağır yükü altında kalmıştır.
SSCB halklarının yardımı ile Türkiye ekonomisi ilk defa nefes almıştır.
SSCB Hükümeti yaptığı tüm yardımları para karşılığı değil barter yani değiş tokuş şeklinde yapmıştır. SSCB yaptığı yardımlar karşılığında Türkiye’nin ürettiği ürünleri almaya kabul ederek Türkiye’nin bu ürünleri dış pazarda satma zorluğundan kurtarmıştır.
Türkiye eski sanayı bakanı Mehmet Turgut 1964’te yazdığı kitapta bu antlaşmayı Türkiye’de devletçiliğin başlangıcı olarak nitelendirmiştir.
Fabrikalar Türkiye’deki ilk tekstil fabrikaları olmuştur. Fabrikalar kurulurken SSCB’de eğitim gören Türk işçileri ve mühendisleri kısa zamanda fabrikayı çalıştırır hale gelmişlerdir.
Aynı dönemde nihayı olarak TC Merkez bankası da Sovyetlerin yardımı ile kurulmuştur.
Daha önce bu görevi üstleyen Ottoman bankası yabancıların elinde idi.
Sonraki dönemlerde SSCB benzer antlaşmalar çerçevesinde ta 1980lerin sonuna kadar Türkiye’de İskenderun, Karabük demir çelik fabrikaları dahil ilk demir çelik fabrikalarını, ilk petrol arıtım fabrikası TÜPRAŞ’ı, Mersin ve İskenderun limanları dahil bir çok liman, ilk Alüminyum fabrikasını, ziraat sanayisi, tarımcılık sanayisini ve bir çok alanda daha Türk halkının yardımına koşmuştur.
Sovyetler sayısı 50 bini geçen Türk mühendisini ve işçisini eğitmiştir.
(Mehmet Ali Tümer den alıntıdır)
**********
ANITIN VE RUSLARIN HİKAYESİ !!!...
94 yılı aşkın süredir Taksim Meydanı'nda durmasına rağmen birçok kitap, dergi hatta ansiklopedilerde bile o iki generalin ismi yoktu. "Popüler Tarih Dergisi" Ağustos 2002 sayısında, yıllardır saklanan bu gerçeği/sırrı yazdı: Taksim Anıtı'nda, Atatürk'ün arkasında iki Sovyet generali duruyor:
General Mihail Vasilyeviç Frunze ve Mareşal Kliment Yefremoviç Voroşilov...
Taksim'deki Cumhuriyet Anıtı'nın açılışı 1928 yılında gerçekleştirildi.
Tasarımı İtalyan heykeltıraş Pietro Canonic
tarikhaber
2 ay önce
İsrailli esir ailesinden Netanyahu'ya ve hükümete karşı ayaklanma çağrısı https://tarikhaber.com/hab...
Bozkurt mahir
2 ay önce
BERLİN'DE YATAN İKİ KAHRAMAN
Dr. Bahattin Şakir ve Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey'in Berlin'de Ermeni katiller tarafından şehit edildiler. Vurulduklarında da üst üste düşmüşlerdi... Onlar Berlin Şehitler Camisi avlusunda koyun koyuna yatıyorlar.
Osmanlı İmparatorluğu yıkılırken bir kahramanlar ordusu ortaya çıkardı: İttihatçılar... Cepheden cepheye koştular, şehit oldular, darağaçlarında idam edildiler, gazi oldular... "Biz bu vatanı karşılıksız sevdik" sloganları atmadılar ama karşılıksız sevmenin destanlarını yazdılar.
Teşkilatı Mahsusa'nın siyasi büro şefi Dr. Bahattin Şakir, Kafkasya Cephesi'nde oradan oraya mekik dokumaktadır. Canını adadığı vatanını Rus işgalinden kurtarmak, insanımızı Ermeni katliamından korumak için çırpınmaktadır.
1914'de eşi Canan Hanım'a yazdığı mektupta şu ifadeler yer alır:
"...Şimdi Artvin’deyim. Bana çekmiş olduğunuz telgrafı burada aldım ve derhal cevap yazdım... Bir Rus baytarının evindeyiz. Orası hükümet konağı yapılmıştır. Evin sahipleri piyanoya varıncaya kadar her şeylerini bırakıp gitmişler. Kuş tüyünden yastıklar, yorganlar, kısaca her şey var. İstanbul’dan çıktığımdan beri ilk defa eve benzer bir yerde kaldım. Bu gece yattığım yatak o kadar rahat ki, vücudum çoktan beri yumuşak yerde dinlenmeye alışmadığı için bütün gece uyuyamadım…"
Haklarında Nemrud Mustafa Divanı İngiliz Devletinin talimatlarına uyarak tek celsede idam cezası verdi. Mecburen yurt dışına çıktılar... Sürgüne giderken hazinenin anahtarı ellerindeydi... "Tüyü bitmedik yetim hakkı olduğu için" yanlarına maaşlarından gayrı bir para almadılar.
İttihatçıları yerden yere vuran İslamcılar onları karalayan yazılar, kitaplar yazdılar, her şeyi söylediler ama bir şeyi yazamadılar: "İttihatçılara hırsızdır" diyemediler, "korkaktır" diyemediler... Diyemediler çünkü Dr. Bahattin Şakir Berlin'de Ermeni kurşunlarına hedef olduğunda cebinden çıkan mektupta oğulları Alp ve Celasun'a şunları yazmıştı:
"Size bırakacak servetim olmadı, şu an cebimde param bile yok ama ömrü vatan mücadelesi ile geçmiş bir babanın tertemiz mazisini bırakıyorum."
O Bahattin Şakir ki Teşkilatı Mahsusa'nın en güçlü adamıydı. 1915 Ermeni sürgününün en güçlü teorisyeni ve uygulayıcısı idi... Sürgün ettiği Ermenilerin servetine el koysa çocukları İstanbul'un en zengini olurdu. Servetini altına çevirip gemiye yüklese gemileri batırırdı ama o "hırsız" sıfatı ile anılmak istemedi.
Bugün hileli ihalelerden kazandığı serveti yurt dışına kaçıran “hırsız” sıfatı ile anılmaktan hiç korkmayan İslamcılar Dr. Bahattin Şakir’in soylu duruşundan ders alsalar diyecektim de demeyeceğim; Allah’tan korkmayan kuldan utanır mı?
***
O yüzden ne zaman yolum Berlin'e düşse Dr. Bahattin Şakir ve Trabzon valisi Cemal Azmi Bey'in kabrinde Fatihamı okurum.
Alper Aksoy
Bozkurt mahir
2 ay önce
TÜRKİYE CUMHURİYETİ,
TARİHİNİN ;

" EN KARANLIK"
" EN HAZİN"

DÖNEMİNİ YAŞIYOR!

Yıl 1925.

Büyük Atatürk, genç Cumhuriyetin yurttaşlarına ve dış ülkelere şu tarihi mesajı veriyordu:

“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz!...”

Yıl 2002.

Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olma yolunda, devrimlerden dönüş sürecinin sancılarını yaşıyor...

Geçtiğimiz yüzyılın başında, İngiliz işbirlikçisi Derviş Vahdeti,
Sait Molla,
Dürrizade Abdullah, İskilipli Atıf gibi mürtecilerin tasfiyesi üzerine Cumhuriyet kurulmuştu.

Bugün, küreselleştiği iddia olunan dünyada, gerçek anlamda küreselleşen Türkiye vatandaşı mürteciler,

İngiltere’nin yanısıra, A.B.D.,
Almanya,
Libya,
Suudi Arabistan gibi ülkelerden yönetilmeye, yönlendirilmeye devam ediyorlar.

Yalnız bir farkla ki, A.B.D.’den gelen kimi müritler,
Türkiye’de milletvekili seçilip “türban krizi” yarattıktan sonra tekrar anavatanlarına geri dönerken,
....kimi dervişler de, milletvekili olmadıkları halde, Türk Hükûmeti’ne dışarıdan bakan olarak girebiliyor, yabancı taleplerinin takipçiliğini yapabiliyor.

Ve bu araştırma konusu olan, yasadışı hocaefendi sanını (!) kullanmayı yeğleyen kimi şeyhler de, sanki gizli bir mübadele protokolü varmış gibi, kendi ülkesinden yeni vatan A.B.D.’ne rahatlıkla hicret edebiliyor...

Yeni binyılın şeyhlerinin, dervişlerinin, müritlerinin ve de meczuplarının amaçlarının da değiştiği gözlemleniyor.
.... Artık amaç, bir şeriat devleti kurmak değil.
....Şeriat, iktidarı, parayı, her türlü gücü ele geçirmenin sadece simgesel, klişeleşmiş adı.

Mürtecilik yani gericilik de artık salt dinsel anlamda kullanılmıyor.

.... Tam bağımsız bir devleti
....ve kazanımlarını ortadan kaldırarak, düyunu umumiye döneminde olduğu gibi, ülkeyi uluslararası finans merkezlerinin denetimine sokmak da,
....geriye gitmek anlamında mürtecilik olarak değerlendiriliyor.

Aynı şekilde, koşulsuz AB teslimiyetçiliğini savunarak,
....devlet egemenliğini kayıtsız şartsız ulusa değil, Brüksel’e bağlamaya çalışanlar da, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın uzantıları olarak bu anlamda mürteciliği temsil ediyor.

Anavatan kavramını Türkiye sınırlarından çıkarıp, AB sınırlarına mal edenlerin
milliyetçi- muhafazakârlığı ile,
IMF,
Dünya Bankası ve
AB çıkarlarının sözcülüğünü, savunuculuğunu ve de tetikçiliğini yapanların yeni solculuğu, tıpkı Fethullah Gülen’in ve müritlerinin din ve vatan anlayışı ile birebir örtüşüyor...

Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin en karanlık, en hazin dönemini yaşıyor!!!!

Bir tarafta, Türkiye Cumhuriyeti’ni koşulsuz savunan,
....Atatürk ilke ve devrimlerinin sahibi ve takipçisi,
....aydınlanmacı,
....tam bağımsızlıkçı,
....sömürünün her türüne karşı,
....evrensel barıştan yana,
....yurtsever, ilerici, ulusalcı kesim var.

Ancak, ne bir siyasal partiye, ne basın ve yayın kuruluşlarına, ne de kendilerini destekleyecek ulusal sermaye gücüne sahipler.

Ülkenin elden gidişini sessiz çığlıklarla izliyorlar.

....İşlerini ve işyerlerini kaybedenler,
....üniversite kapılarında bekleyenler,
....sefalet sınırının altında yaşayanlar,
....ülke güvenliğini sağlamaya çalışırken baba ocağına tabut içinde dönenler,
....Mumcular,
....Üçoklar,
....Aksoylar,
....Kışlalılar

ve olup-biteni izleyen milyonlarca örgütsüz, dağınık Türk yurtseveri!..

Karşı tarafta ise,
...ülkeyi etnik ve mezhepsel esasa dayalı olarak bölmeye,
....yer altı-yerüstü ekonomik kaynaklarını pazarlamaya,
....din devleti kurmaya ve
....halkın dinsel inançlarını sömürmeye,
....hatta Cumhuriyet’in başına numara koymaya kararlı,
....zengin, güçlü, dış destekli,
....örgütlü vatan hainleri
....ve işbirlikçileri ile peşlerinden sürükledikleri
....ulusal bilinçten yoksun diğer bir kesim!..

İşte “Köstebek” adlı bu çalışma, içinde bulunduğumuz kapkara dönemde,

devletimizin altının nasıl oyulduğunun,
.....nasıl zaafa düşürüldüğünün binlerce örneğinden sadece birine ışık tutuyor:

Türk Devleti’nin istihbarat birimlerine sızmış, kadrolaşmış fethullahçıları!..

Şeyhleri A.B.D.’de yaşayan, ancak kendi ülkesinde Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanan;
C.I.A.,
MI6 ve
BND gibi yabancı ülke istihbarat örgütlerine taşeronluk yapan bir cemaate mensup müritlerin, asli görevi kendileri ile mücadele etmek olan
....istihbarat birimlerinde kadrolaşabileceğini
.... devletin gücünü, devleti savunanlara karşı kullanabilecek düzeye gelebileceklerini kim tahmin edebilir ki?

“Köstebek”, bu ihanet öyküsünün adıdır. ..

Siz, hiç fethullahçıları devlete karşı bir tehdit olarak algılayan, şikâyet eden ya da onlarla uğraşan
....bir PKK’lı,
....Brüksel ya da Köln merkezli bir terörist
....ya da bir TÜSİAD üyesi
....ya da bir siyasal parti lideri
....ya da bir ikinci cumhuriyetçi
....ya da bir azınlık mensubu
....ya da misyoner
....ya da Hükûmet üyesi
....ya da bir Başbakan
gördünüz mü?

Nitekim, fethullahçıları kontr-espiyonaj kapsamında iç ve dış tehdit odağı olarak tanımlayan ve mücadele konsepti geliştiren gelmiş-geçmiş
....bir İçişleri Bakanı,
....bir Emniyet Genel Müdürü ve
....bir M.İ.T. Müsteşarı da göremezsiniz!!!
gösteremezsiniz!!!..

Haklı olarak sorarsınız, kendi iç güvenliğini sağlayamayan, sızıntılara engel olamayan bir ulusal istihbarat birimi, nasıl olur da ülkenin güvenliğini sağlar?!.

Bu sorunun yanıtı, doğal olarak olumsuzdur. Önünüzde iki tercih vardır;

.... ya çoğunluğun yaptığı gibi bu çelişkiye karşı başınızı çevirir, farketmemiş gibi yaparsınız
.....veya risk üstlenerek araştırmaya ve mücadeleye başlarsınız!..

Fethullahçılar,
Türkiye’de Mevleviler, Bektaşiler, Cerrahiler gibi salt dinsel inancını yaşamaya çalışan bir cemaat değildir.

Uluslararası alanda at koşturan, son derecede tehlikeli bağlantılarıyla,
.... ekonomik kaynakları
....ve eğitim kurumlarıyla, Türkiye’nin yüzyüze olduğu en tehlikeli tehdit odağıdır.

Örgütlenme modeli itibariyle Türkiye’de bir eşi yoktur;
örgütlenme modeli olarak, tamamı C.I.A. denetimindeki
Moon,
Falun-Gong,
Scientology
gibi tarikatlarla benzeşmektedir.

Fethullahçılar, mevcut ekonomik kaynaklarını, yapılabilecek en akılcı ve en değerli alana, eğitim yatırımına tahsis ettiklerinden, diğer şeriatçı yapılanmalara kıyasla, ülkemizin sadece bugününü değil, daha çok geleceğini tehdit etmektedirler.

Necip Hablemitoğlu, Köstebek

Hiçbirşey Bulunamadı!

Üzgünüz, ancak {{search_query}} arama sorgunuz için veritabanımızda hiçbir şey bulamadık. Lütfen başka anahtar kelimeler yazarak tekrar deneyin.