Logo
Bozkurt mahir
7 saat önce
İnfazından birkaç saat önce, hücresinde yalnızken…
Ona son dileği soruldu.
Bir kalem ve bir kâğıt istedi.
Sessizce birkaç dakika yazdı, sonra mektubu gardiyanlara teslim etti:
Annesine yazılmıştı.

Mektupta şunlar yazıyordu:

“Anne,
Eğer bu dünyada biraz daha adalet olsaydı,
bugün infaz edilecek olan sadece ben olmazdım… sen de olurdun.

Çünkü bu mahvolmuş hayatın sorumluluğu yalnızca bana ait değil.
Sen de en az benim kadar suçlusun.

Hatırlıyor musun, anne,
başka bir çocuğun bisikletini çaldığım günü?
Beni azarlamadın.
Aksine, onu saklamama yardım ettin.

Ya komşuların cüzdanından para aldığım günü?
Birlikte alışverişe gittik…
Ve sen tek kelime etmedin. Bunun yanlış olduğunu fısıldamadın bile.

Öğretmenim, saygısızlığım ve sürekli devamsızlığım yüzünden beni okuldan gönderdiğinde,
durumu anlamaya çalışmadın.
Okula gidip öğretmeni azarladın…
Beni sorgulamadın bile.
Oysa gerçekten suçlu olan bendim.

Geç saatlerde eve döndüğüm o geceleri hatırlıyor musun?
Okulu kırdığım günleri?
Bana nedenini hiç sormadın.
Hiçbir zaman anlamaya ya da beni doğru yola sevk etmeye çalışmadın.

Ben bir çocuktum, anne. Sonra bir genç…
Ve şimdi, paramparça olmuş bir adamım.

Babam öldükten sonra,
sert ama sevgi dolu bir ele,
beni yukarı taşıyacak bir bakışa ihtiyacım vardı.
Ama senin kör sevgine… değil.

Ben senin sevgili oğlundum, biliyorum.
Ama senin o sonsuz sevgin beni kör etti.
Her şeyin bana mübah olduğunu sandım.

Sen hep yanımdaydın, evet…
Ama her hatamda.
Hiçbir zaman doğruyu göstermek için orada olmadın.

Seni affediyorum, anne.
Ama senden bir şey rica ediyorum:
Bu mesajı tüm anne babalara ulaştır.

Çünkü onların ellerinde,
ya onurlu bir insan yetiştirme ya da bir suçlu yaratma sorumluluğu var.

Bana hayat verdiğin için teşekkür ederim.
Ama…
Onu kaybetmeme yardım ettiğin için de teşekkür ederim.

Senin oğlun… suçlu.”

#çocukgelişim #anne #aile #aileeğitimi #psikoloji
Bozkurt mahir
2 gün önce
- Dediler ki: "Bu memlekette ırkçılık var, ayrımcılık var, sömürü var. Var oğlu var. Bundan sonra komünizm geldi. Herkes eşit olacak, ırk kavramı yok olacak. Karşımızda kim olursa ezeceğiz. Özellikle Ülkücüleri bitireceğiz, MHP'yi bitireceğiz."

- Dediler ki: "Ordu yönetime el koydu. Kaybolan devlet otoritesini yeniden tesis edeceğiz. Denge siyaseti için de bir sağdan, bir soldan asacağız. Ülkücüler ezilecek, MHP'yi bitireceğiz."

- Dediler ki: "Bizim yolumuz Allah yolu, Kur'an ne diyorsa onu yapacağız. Herkese kapımızı açacağız. Kürdü, arabı, lazı, ermenisi, yunanı... Bu ülkede herkesi kucaklayacağız. Buna karşı çıkanları sileceğiz. Kim olursa olsun, ezeceğiz. MHP de olsa, bitireceğiz."

- Dediler ki: "Ülkücülük Başbuğ dönemindeymiş, şimdikiler içkici, ayyaş, kumarbaz, yalancı, dolandırıcı. Bahçeli bunlara sahip çıkamıyor. Zaten baraj sorunu da var. Biz hiç uğraşmasak bile, MHP bitti, eridi zaten."

. . .
Sonra döndük bir baktık geriye ki:

* Komünizm kaybetti.
* Kenan Evren can veremedi.
* Siyasal İslamcılar bin parça oldu.
* Turgut Özal'ın esamesi okunmuyor.
* Chp bölücülük sloganlarıyla sarhoş havasında.

. . .
Velhasıl'kelam efendiler!
Dua ile örülü bir zırh var bu partinin önünde.

O yüzden, MHP bitmez efendiler!
Krallar, imparatorlar, ordular, mitralyözler söylese de:
MHP bitmez!

- Kılıçkıran izin vermez,
- Emine Özmen annenin duası müsaade etmez,
- Dursun Önkuzu'nun patlatılan ciğerleri razı gelmez!
- . . .

Safları sıkı, gönlünüzü ferah tutun efendiler,
Vallahi de, billahi de:

" MHP bitmez! "
Bozkurt mahir
5 gün önce
İKTİDAR HIRSI KATLİAMI..

III. Murat 1595’de öldü. Ayasofya Camisi avlusundaki türbede 54 kişi yatmaktadır. Bunlardan 19’u oğlu, 23’ü kızıdır. Türbede yatan oğulların yaşı küçüktür, hatta altı aylık olanları bile vardır ama hepsinin ölüm tarihi 1595’tir.
Peki 1595’de ne oldu?..
Saraya kıran mı girdi?..
Hayır, salgın da olmadı, kıran da…
III. Murat öldükten sonra oğlu III. Mehmet tahta çıktı ve ilk işi de kardeşlerinin hepsini boğdurmak oldu.
Babasının tabutu saraydan çıkarken gerisinden 39 tabut daha geliyordu.
III. Mehmet, 19 erkek kardeşini ve 20 kız kardeşini öldürtmüştü!
Bununla yetinmemiş babasının gebe eşlerini öldürtmüş ve ergenlik çağındaki iki kardeşinden gebe kalmış yedi cariyeyi denize attırmıştı.
Genç şehzadelerden biri:
"Beni kestanelerimi yedikten sonra boğun" diye yalvarıyordu!
Evliya Çelebi, “Bir şehzadenin daha emzirilirken annesinin kucağından sökülüp alındığını boğulduğunda emdiği sütün burnundan geldiğini” yazar.
Saraydan tabutlar çıktığında Evliya Çelebi'nin naklettiğine göre "İstanbul halkının feryatlarını gökteki melekler duymuştu".
III. Mehmet sadece bununla yetinmemiş 16 yaşındaki oğlunu da öldürtmüştür!
III. Mehmet öldüğünde, I. Ahmet tahta oturdu. III. Mehmet'in cenazesi Ayasofya'ya götürüldü. Cenaze namazı kılınacaktı. Ama genç padişah gelmemişti! "Taht sahibi olmak için 39 kardeşini ve bir oğlunu öldüren adam babam da olsa katildir. Ben katil bir adamın cenazesini kılmam! Varın siz kılın!" diyerek daveti reddetti...

Alıntı..
tarikhaber
6 gün önce
Günlüğünde 2 kişiyi işaret etti! 20 yaşındaki Arzu, Anneler Günü'nde intihar etti https://tarikhaber.com/hab...
Bozkurt mahir
6 gün önce
Bizler ilkokulda yurttaşlık bilgisi,
lisede:mantık, sosyoloji, felsefe okuyan nesiliz. İşte onun için Kim Milyoner Olmak İster programında 15 Bin Tl yi hiç joker kullanmadan %90 kazanabilen bir nesiliz.

Biz 3 yazılı,1 sözlü imtihan olan ve kopya çekerken öğrenen bir nesiliz.

Biz annesini babasını,huzurevinde terk etmeyen bir nesiliz.
Biz kendine öz güveni olan ama çevresine sevgi ve saygısı olmayan, sadece kendisine yaşayan egoist bir nesil değil : sevgiyi,saygıyı,fedakarlığı,dostluğu,vefa duygusunu , yerine göre başkalarının yaşamı için kendi yaşam tarzından fedakarlık yapan bir nesiliz.

Arkadaşımızın ailesini ,kendi ailemiz kabul eden,namus anlayışını buna göre dizayn eden bir nesiliz.
Biz psikologlarla,pedagoglarla şekillendirilen değil:psikolojik sorunlarını aile ve mahalle ilişkileri içinde bedavaya çözen bir nesiliz.

Biz 40 yıllık 50 yıllık arkadaşlarını köşe bucak arayan ve onlarla birliktelikten zevk alan bir nesiliz...

Kabadayı denilen mahallenin bilekli delikanlısını,bizi soyan değil, bizi koruyan kollayan olarak bilen bir nesiliz.

Biz uzun eşeği, kuka oynamayı, saklambaçı, beştaşı, seksek oynamayı, kovalamaca ve körebe oynamayı, uçurtmayı, futbolu, bakkala kese kağıdı yapmayı, yakan top oynamayı bilen bir nesiliz.

Akşam üstü olunca,ekmeğin üzerine yoğurt sürüp şeker serpip yiyen bir nesiliz.
Dışarıda yemek yemenin ayıp olduğu ve hatta ağız oynatmanın bile ayıplandığı,her lokmanın eşit paylaşıldığı, çay bardağındaki şeker karıştırılırken kaşığın çıkarttığı sesin ayıp olduğu " hoop deve kervanı mı geçiyor? " diye ikaz edilen bir nesiliz.

Ebeveynlerimizin öğretmenimize " eti senin kemiği benim "diye teslim ettiği ve öğretmenimizin de bu emaneti de gözünden sakınarak koruduğu, kulağımızı çeken öğretmenimizi evde şikayet edemediğimiz ve böyle bir durumda babamızdan azar işiteceğimizi bilen bir nesiliz.

Babamızın sözünün geçtiği ama annelerimize değer verdiği ailede fikir paylaşımının olduğu bir nesiliz.

Lise Mezunu Arkadaşlarımızın Bugünkü ÜNİVERSİTE Mezunlarının Yanında DOKTORA Yapmış bir İNSAN Kalitesinde Olduğu bir NESLİN Çocuklarıyız....
Siz bizim nesli küçümsemeyin.
Bence bizim nesle benzemeye çalışın.
İşte o zaman Türkiye kurtulur....

Alıntı
Bozkurt mahir
9 gün önce
Birilerinin taptıgı 2.Abdülhamit Kıbrıs'ı İngiltere'ye sattıktan sonra oradaki Türklere ne oldu ?
Bir ögretmen tarihimizin en utanç verici gerceklerinden birini yazmış

4000 Türk kızı yoksulluktan kadın simsarları tarafından Filistinlilere satılıyor sonrası..sonrası tarihimizin en büyük utancı

1974'te adaya giren Türk ordusü Türkiye Cumhuriyeti Devleti ne yaptı diyenler iyice okusun

''ARAPLARA SATILAN KIBRISLI
TÜRK KIZLARI''

Kıbrıs 1974’ den bugüne ikiye bölünmüş bir ada. Kim ne derse desin, Kıbrıs kapanmayan yaralarla dolu. Kapanmayan yaralar bir yana, Kıbrıs’ ın bir de az bilinen eski yaraları var. Bunlardan biri, Araplara satılan Kıbrıslı Türk kızları.
Kıbrıs tarihinin bu az bilinen sayfalarına ışık tutanların başında emekli edebiyat öğretmeni ve yazar Neriman Cahit geliyor. Neriman Cahit hiç bilmedikleri diyarlara, hem de satılarak gönderilen kızların öykülerini topladı ve “Araplara Satılan Kızlarımız” adlı bir kitapta yayımladı. Bu öyküler ayrımcılığın, yoksulluğun ve acımasızlığın öyküleri; nice çocuk gelinin öyküsü gibi.

FİLİSTİNLİLERE SATILAN KIZLAR

1920 ile 1950 yılları arasında, Kıbrıs bir İngiliz sömürgesiyken, yaklaşık 4 bin Türk kızı Filistinli Araplara anne babaları tarafından satıldı. Bu kızların çok azı geri dönebildiler. Geri dönemeyenlerin çoğu evlerinin, köylerinin, memleketlerinin özlemi ile yaşadılar ve kaderlerine küstüler.

MÜTHİŞ BİR SUSKUNLUK

Neriman Cahit kitaba varan süreci şöyle anlatıyor: “Ben yıllardır bu kızları merak ediyordum. Öğretmenlik yaptığım köylerde, çalıştığım kadın örgütlerinde hep izlerini sürmeye çalıştım. Fakat müthiş bir suskunluk vardı. Bu kızlar, 11-12 yaşında henüz sek sek oynarken aileleri tarafından para karşılığı taliplileri hiç araştırılmadan, neyin nesi oldukları bilinmeden Araplarla evlendiriliyordu. Dr. Haşmet Gürkan’ ın araştırmacı yönü çok güçlüdür. Bir yazısında bu kızlardan bahsediyordu. Hep ona sorular sorardım. Bir gün bana: Sen bu işin peşini bırakmayacaksın. Ama lütfen meselenin adını doğru koy; ‘Biz bu kızları sattık’ dedi.”

TARİHLE YÜZLEŞMEK

Neriman Cahit tarihle yüzleşmek gerektiğine inanıyordu: “Ben bir ilkokul öğretmeniyim. Bu kızları yazmak benim topluma olan borcumdu. Bu konuyu konuşmalıydık. Bu kızlar çok büyük acılar çekmişler ve hâlâ çekiyorlar. Ve Kıbrıslılar onları unutmayı tercih etmiş. Haklarını korumamış. Mesela onların da miras hakkı var. Ama bunu kimse gözetmemiş. O dönemde Kıbrıs İngiliz sömürgesiydi. Köylü çok fakirdi, kuraklık vardı. Ve tefeciler köylünün kanını emiyordu. Kadınlar için bir eğitim söz konusu değildi. Şehirli üst tabakadan ailelerin kızları Kur’an bilirdi. O kadar.”

SATIŞ VE TİCARET

Yoksulluktan kurtulmak, belki de kızlarının yoksulluktan kurtulması umuduyla kimi köylüler çocuklarının para karşılığı ellerinden alınmasına ve evlenmek üzere Filistin’ e götürülmesine izin verirler. Baf, Limasol, Larnaka gibi kıyı bölgelerinden, 10-15 yaşındaki kızlar vapurlarla bir bilinmeze doğru yola çıkar.
Köylü kızların satılması bir süre sonra Araplara kız bulmak için acente gibi çalışan simsarların ortaya çıkmasına da yol açmış. Bu kişiler ev ev dolaşarak çoğunlukla sarışın, renkli gözlü kızları bulmaya çalışırlar; satılan kızlar için hem anne babalardan, hem de kızları satın alanlardan komisyon alırlarmış.
Simsarların ille de erkek olduğu sanılmamalı. Gündüzleri kadınlara geceleri de erkeklere hizmet veren Tantin Hamamı’ nı işleten Pembe ve kızı Fatma kadın simsarlara bir örnek.
Damat adayları anne babalara çoğu zaman bir doktor, bir mühendis olarak tanıtılsa da, damatların sözleri çoğu zaman doğru çıkmaz. Satılan kızların çoğu gittikleri yerde büyük bir yoksulluk ile karşılaşırlar. Kimisi kuma durumuna düşer.

KARA HABERLER

Neriman Cahit kızların haberlerinin Kıbrıs’ a gelişini şöyle anlatır: “50’ lere doğru Türk toplumu bu kızlarla ilgili birçok şey öğrendi. Filistin bölgesindeki savaşlara İngilizler Türk askerlerini de götürdüler. Askerler boş zaman bulunca genelevlere giderler. Geneleve giden Rum ve Türk askerleri orada Kıbrıslı bir kıza rastlıyorlar. Kız ağlamaya başlıyor. Nereli ve kim olduğu anlaşılıyor. İnanır mısınız, oradaki askerlerden birinin kardeşi çıkıyor. Meğer kocasının üç karısı varmış. Bizimkini akşam geneleve getiriyor, sabah gelip alıyormuş. Bu kızlar arasından geneleve düşenlerin sayısı az değil. Gariptir bazıları Kıbrıs’ a dönmeyi başardı ama kimse sahip çıkmadığı için genelevlerde çalıştılar, ömürleri orada geçti.”

AMAN NE OLUYORUZ?

Filistin’ e götürülen kızların kötü durumda olduğunu duyanlardan biri de İngiliz ordusuyla birlikte Filistin’ e giden tercüman Mustafa Bitirim’ dir. Bitirim Kıbrıs’ a döndükten sonra, 1943 yılında, “Biz, Kızlarımız ve Araplar… Aman Ne Oluyoruz” adlı 16 sayfalık bir broşür yayınlar.
Bitirim kendisine durumu anlatan asker mektuplarını da yayınlar. Bu askerlerin arasında Kıbrıs Rumlar da vardır. Ama durum Filistin’ in işgaline dek değişmez. O yıllarda İsraillilerin saldırılarından kaçan Filistinlilerin çoğu Ürdün’ e ve çevredeki ülkelere sığınır. Kıbrıslı kızların karşısına bir de sürgün hayatı çıkar. Nice Filistinli gibi onlar da kamplarda yaşamaya başlarlar. Bazıları zaman zaman Kıbrıs’ a gelmeyi ve aileleriyle bağlantı kurmayı başarsa da zamanla tüm ilişkiler kopar.

ÜRDÜN ZİYARETİ

Neriman Cahit günün birinde Ürdün’ de yaşayan Kıbrıslı Emel Muhareb’ le tanışır ve hemen Ürdün’ e, artık neredeyse 90’ lı yaşlarının sonlarına gelen Kıbrıslı kızlarla tanışmaya gider. Neriman Hanım ziyaretini şöyle anlatır: “İsrail zulmünden kaçıp Ürdün’ e sığınan aileleri bulduk. Kıbrıslı kızlara, çocuklarına, torunlarına ulaştık. Gördüklerime, duyduklarıma inanamadım! Her şey çok acıydı… Filistinliler kamplarda, inanılmaz bir yoksulluk var. Ben o kadınların yüzlerindeki derin ifadeyi, her hallerine sinmiş hüznü, küskünlüğü gözlerimle gördüm. İçimde hissettim. Benim onları, o acıyı unutmam mümkün değil. Ben gittim, gördüm ve öldüm…”

LEFKELİ HATİCE TEVFİK

Hatice Tevfik, Neriman Cahit ile tanıştığında altı oğlu bir de kızı 97 yaşında bir kadındır. Ürdün’ de El Vahdet Kampı’ nda yaşamaktadır. Satılmadan önceevin en küçüğüdür. Filistin’ e gönderileceğini öğrenince bir resim çizer. Resimde evdeki dört kardeşi çizer ve kendisini temsil eden figürün üzerini karalar. Çocuk gözüyle, “Niye diğerleri değil de ben?” diye sormaktadır.

Hatice Tevfik küçük evinin kapısından tam dokuz yıldır hiç çıkmamış. Çünkü dünyaya küskün. Türkçe bilmediğini söylüyor. Ama çevirmen aracılığı ile soruyor; “Bunca yıl neredeydiniz?” Neriman Cahit onu ikinci kez ziyarete gittiğinde Hatice Tevfik’ in kızı gizlice şu bilgiyi aktarıyor: “Bütün gece uyumadı eski sandıkları karıştırdı!” Sandıktan yıllar önce giydiği mor bir elbise, mor bir başörtüsü ile Kıbrıs nakışlarıyla dolu bir bohça çıkarıyor. Neriman Hanım, yaşlı kadının acıyla, özlemle, ördüğü duvarı yıkamayacağını düşünüyor. Ama son bir gayret; ekip arkadaşı Eralp Adanır’ a; “Bir Kıbrıs türküsü söylesene” demeyi akıl ediyor. Sıra “Çanakkale içinde vurdular beni” türküsüne gelince bir feryat kaplıyor ortalığı; yaşlı kadın; “Beni vurdularrr, beni vurdular! Ölmeden beni mezara goydular… Unuttunuz beniii” diye feryat ediyor.

NECLA ÖMER

Neriman Cahit sayesinde ortaya çıkan öykülerden birisi, güzelliği ile dillere destan Necla Ömer’ in yaşam öyküsü. Necla Baf’ ın Evretu köyünden. Yoksulluk içinde babası ile yaşıyor. Bir gün ünlü simsar Halil ile bir Arap damat adayı çıkagelir. Baba direnir, kızını vermez. Ama yoksulluk ağır basar. Necla, aynı köyden Mustafa’ ya âşık olduğu halde babasına karşı gelmez. Kendisini Kıbrıs’ ta doktor olarak tanıtan Necla’ nın kocası kavun- karpuz satan bir manav çıkar. Üstelik Necla’ ya akıl almaz derecede kötü davranır. Bir yandan şiddet, bir yandan aile, memleket özlemi Necla’ yı bitirir. Beterin beteri olur ve geneleve düşer. Bu arada İngilizlerle birlikte İkinci Dünya Savaşı’ na katılanlardan biri olan Mustafa deli gibi Necla’ yı arar. Necla’ yı genelevde Mustafa’ nın çok yakın arkadaşı bulur. Ama Mustafa’ ya hiçbir şey söylemez, çünkü Necla’ ya söz vermiştir. Yıllar sonra Necla, Lefkoşa’ nın ünlü genelev mahallesi Kuru Çeşme’ de görülür, yaşlanmıştır. Mustafa da Lefkoşa’ dadır, Ama bir daha karşılaşmazlar.

VEDİA MUSTAFA

Vedia Mustafa’ nın öyküsünü torunu Dr. Ahmed Ali Hamiş şöyle anlatıyor: “Dedem, evlenmek için Kıbrıs’ a gitmiş. Simsar aracılığıyla bir miktar para vererek ninem Vedia ile evlenmiş. Ninemin ailesi fakir bir aile.” Beş erkek, iki de kız kardeşi olan Vedia kocasıyla birlikte Filistin’ e gider ve Abu Şusu köyünde yaşamaya başlar. Dr. Ahmed Ali Hamiş nenesini hep hüzünlü hatırlıyor: “Ninemi çok severdim. Çünkü hep üzgündü ve hep ağlardı, çok mutsuzdu. Ben de yanına gider onunla ağlardım. Annem bana kızardı marazi bir çocuk olacaksın diye…” Ahmed Bey, çocuk yaştan itibaren ninesinin vatanını ve ailesini özlediği için mutsuz olduğunu bildiğini söylüyor: “Ninemin mutsuzluğun azaltmak için onun ailesini bulmaya onları buluşturmaya karar verdim. Tabii bu o kadar kolay olmadı…” A
Bozkurt mahir
9 gün önce
Demirel kürsüde konuşuyordu:
"Şunu yaptım. Bunu yaptım. Baraj, köprü, yol yaptım. Fabrika yaptım."
Kalabalığın içinde bir adam bağırdı:
"Bubaanin parasıynan mı yaptın?"
Polis, jandarma, Demirel'in korumaları, zabıta hemen bağıran adama doğru harekete geçti.
Başbakan Demirel, görevlilere "Durun!" dedi "Durun! Adam doğru bir şey sordu. "Durun!"
Sonra da protestocu adama bakarak konuşmaya başladı:
"Ülen! Senin bubanla, benim bubamın parasını üst üste koysak yine yetmez. Bu Meydandaki herkes, bubasının parasını getirse, çuvalla koysak o bile az gelir. Milletin parasıyla yaptım. Sizin verginizle. Ama benden öncekiler yapmadılar, ben yapıverdim. Anladın mı?"
Protestocu adam, Demirel'i alkışlamaya başladı: "Valla doğru söylüyon başbakanım. Allah senden razı olsun."
Siyaset işte budur.
Protestocuyu azarlamamak,
ve protestocuya kendini alkışlatmak.
Süleyman Demirel, babası Yahya Çavuş ve annesi Ümmühan hanımla İslamköy’de baba evinde baba evini bize gezdirirken, başımızı eğerek girdiğimiz kerpiç odaya bir göz gezdirdikten sonra şöyle demişti:
"İşte ben bu odada kardeşlerimle yaşadım. Elektrik yoktu gaz lambasıyla okur-yazardık. Köy okulunu bitirdim. Ortaokul yoktu. Ortaokula gitmek için her sabah kilometrelerce yürür, kasabaya giderdik. Sonra Afyon Lisesi. Eğer bana Cumhuriyet nedir, diye sorarsınız. Size cevabım şudur:
Cumhuriyet benim işte!
İslamköy'den çıkmış bir köylü çocuğunu cumhurbaşkanı yapan, Cumhuriyet'tir. Cumhuriyet budur. Bunu Büyük Atatürk'e borçluyuz."
Bozkurt mahir
9 gün önce
KCK DURUYOR , KONGRA-GEL DURUYOR.
Kürt ulusal ya da siyasal hareketinin yapısını bilmeyenler açısından PKK’nın (yoksa PKK’nin mi demeliydim) PKK’nın dünkü açıklaması çok önemli gelebilir.
Ama gerçekten öyle mi!
PKK, yıllardır Türkiye’yi kana bulamış teröristlerin en namlılarının fotoğraflarından oluşturduğu bir dekoru “Türk milliyetçilerinin” gözüne soktuğu bir basın toplantısı ile kendini feshettiğini açıkladı.
Ancak “sadece ve sadece” PKK feshedildi.
Bu ne demek!
Siyasal Kürt Hareketi, 1960’ların ve 70’lerin şiddete dayalı devrimcilik siyasetini benimseyen kanadını kapattı.
Çünkü her ne kadar fesih bildirgesinde sözünü etmese de çağdışıydı, yeni dünyaya uygun değildi ve dönemini tamamlamıştı.
Hiçbir etkisi olmadığı halde Kürt hareketine “terörist” damgası yapışmasına neden oluyor, “düşmanlarının” eline koz veriyordu.
Bir anlamda “ihtiyaç fazlası” idi.
1978 yılında kurulan PKK 47 yıllık siyasi, 42 yıllık terör faaliyetine son verdi.
1980’lerin başında Özal’ın “mekaplılar” dileyerek küçümsediği, sonrasında ise Türkiye’nin başına büyük bela olan örgüt kapandı.
Tabii yersen!
Peki KONGRA-GEL ne oldu!
KONGRA-GEL dediğin, PKK tarafından oluşturulmuş “Kürt parlamentosu”, PKK bu parlamentonun bir parçası idi sadece.
KONGRA-GEL kendini feshetti mi!
Yooo!
Aynen devam.
Peki ya KCK.
Siz KCK’yı PKK ile aynı şey zannedenlerden misiniz!
Güldürmeyin beni.
KCK Kürdistan Topluluklar Birliği demek. Yani içinde PKK, PYD (evet bildiğiniz PYD), PJAK ve PÇDK’yı barındıran yapı!
KCK kendi feshetti mi!
Tabii ki hayır!
Sadece içindeki partilerden biri “Türkiye’ye karşı silahlı mücadeleyi” bıraktı.
Peki, ne oldu!
KCK ve KONGRA-GEL yani Kürt Milliyetçi Hareketi, Türk Milliyetçi Hareketi’ne karşı önemli bir üstünlük elde etti.
Kendi liderini Türk milliyetçi hareketine “kurucu önder” olarak kabul ettirdi.
Türk Milliyetçi Hareketi’nin ideolojik temelini ortadan kaldırdı.
MHP’nin söylem etkinliğini bitirdi.
PKK’nin fesih kararı, aslında MHP’nin ideolojik olarak fesih kararıdır.
PKK ortadan kalkmış, ama KCK ve KONGRA-GEL olarak yoluna devam edecektir.
MHP de artık kendini gereksiz hale getirmiştir.
Bundan sonraki süreçte muhtemelen AKP içinde eriyip kaybolacaktır.
Fatih Altaylı
tarikhaber
13 gün önce
ÖMER TARIK YILMAZ / Anneler Günü: Sevgi, Minnet ve Hatırlamanın Günü Üzerine Bir Düşünce https://tarikhaber.com/kos...
Ayhan Karabaşoğlu
13 gün önce
Başta kendí Annem olmak űzere tűm Annelerín Anneler gűnű kutlu olsun canım Annecíğím bením ÂLLÂH (C.C) sana sağlıklı sıhhâtlı uzun őműrler nâsíp eyle ínş'ÂLLÂH ÂLLÂH (C.C) sízlerí başımızdan eksík etmesín Âhírete gőçműş Annelerede râhmetler dílíyorum mekânları CENNET olsun🌹 ínş'ÂLLÂH☝️ÂmíííN 🤲
BOZKURTBEY
13 gün önce
Anneler…

Hayat yolculuğumuzun en güçlü kahramanları.

İlk adımımızda, ilk başarımızda, kalbimiz ilk kez kırıldığında hep yanımızdaydılar.

Sadece bir günün değil her günümüzün kahramanı olan, karşılıksız sevgiyi ve desteği bize öğreten tüm annelerimizin

Anneler Günü kutlu olsun! 🌼🦋🌼

Annen yoksa kimsen yok...
Kıymetini bilin 💕🌼🙏
Bozkurt mahir
13 gün önce
YILANLARLA DANS...

" PKK'nın 50 yıllık şanlı mücadelesi" ve "PKK'nın kahraman şehitleri..." Vay vay vay, nerelere geldik?...

Bölücü narko-terör örgütü PKK’nın Kandil'deki Karayılan'ı ne demiş biliyor musunuz?

"Savaşta yenilgiyi kabul edenler masaya oturur, anlaşma ister, barış ister...
Benim böyle bir teklifim olmadı...
Demek ki yenilgiyi kabul eden TC'dir.
Ben büyük düşünüyorum.
Büyük Kürdistan'ı düşünüyorum...
TC, bana böyle bir teklifle gelmediği sürece silahları susturmam mümkün değil...
Kürtleri de, Türkleri de boşuna kandırmasınlar. "
Murat Karayılan

"Barış"ı hedeflediği söylenen, PKK'nın kendini feshetmesi yönünde karar alıp, silah bırakacağı iddia olunan 12. kongresi toplandı. MHP'li dostlar "Kan ve kin devri kapandı" dediler; AKP sözcüleri "PKK'nın ön şartsız silah bırakacağı" şeklinde açıklamalar yaptılar...

Ancak PKK üst yönetim kadrosundan açık kaynaklara sızan bilgilere göre "PKK talepleri doğrultusunda demokratikleşme" (???) ; "Apo'nun serbest bırakılması" gibi TC Devleti'ne PKK tarafından yüklenen ev ödevleri yanında "50 yıllık şanlı mücadelelerinin kahraman şehitleri" gibi laflar da sızdı...

Bu ne demek ...

TC 50 yıllık mücadelesinde haksızdı demek değil midir?

PKK'lı ölenler " Şanlı PKK mücadelesinin kahraman şehitleri" ise bizim asker, polis, korucu, bebek, çoluk çocuk, köylü, memur gibi onbinlerce kaybettiğimiz insanın adı ne olacak? Onlara birileri gibi "Kelle" mi diyeceğiz?

Adam kendisini "mısır denesi" insanları da kendisini yem yerine koyup yiyecek olan tavuklar zannedermiş.
Sıkı bir psikolojik/psikiyatrik kapalı devre tedavisi sonrasi nihai test için doktorların karşısına çıkartılmış. "Ben darı değilim, ben mısır denesi değilim" diye onlarca kez tekrarlatmışlar. Nihayet doktorlar birbirlerine bakıp "tamam artık düzeldi, mısır tanesi, darı olmadığını anladı, idrak etti, normalleşti, artık gidebilir" diye karar verirler. Kararlarını da kendisine ve refakatçi yakınlarına beyan ederler. Tam kapıdan çıkacaklarken zavallı adam doktorlara döner ve "tamam ben darı olmadığımı, mısır denesi olmadığımı anladım anlamasına da; bunu tavuklara kim anlatacak?"

AKP'liler, MHP'liler siz kendinizi tedavi ettirmiş olabilirsiniz ( "kan ve kin devrinin bitişi hakkında") Karayılan'a da anlatsanız...

"50 yıllık şanlı PKK geçmişinin kahraman şehitleri ..." deyince 50 yıl boyunca bu memleket evlatlarının mücadelesi "Şan ve şereften yoksun, haksız bir mücadele idi" demeye ve onbinlerce vatan evladının şehadeti boşa çıktı" demeye gelmez mi?

En iyisi bir daha düşünün bu işi...

10 Mayıs 2025

Şevket Bülend YAHNİCİ
Bozkurt mahir
13 gün önce
Gerekirse 50 bin şehit verir, 50 gram toprak vermeyiz" diyen bir yiğitti.

Kuzey Irak dağlarında hain teröristlere kan kusturdu. Başarılı operasyonları ve üstün cesareti nedeniyle 2,5 yılda 58 takdirname aldı. Sadece yiğitliğiyle değil, merhametiyle de nesillere örnek olacak.
+ 27 yaşındaydı. Herkese nasip olmayacak sayısız kahramanlığı ve başarıyı sığdırdı kısacık ömrüne...

Şehadetinden kısa bir süre önce izne ayrılmıştı. Annesi, döneceği zaman "Oğlum gitme, içimde bir acı var" dedi. Annesinin elini tuttu, kalbinin üstüne koydu,
"Gerekirse 50 bin şehit verir, 50 gram toprak vermeyiz. Gideceğim anne." dedi.

Sürekli operasyonda olduğu için maaşı dışında ayrıca görev parası da alıyordu. Bu parayla çocuk okutuyor, yardıma muhtaçlara yardım ediyor, şehit ve gazi arkadaşlarının ailelerine yardım ediyor,
ailesine de o bakıyordu. En son izne gittiğinde ayakkabısı ve elbiseleri eskimişti. Annesi kızdı ona. "Oğlum kendine bir parça eşya almazsan sana hakkımı helal etmem" dedi. Annesinin helalliğini alabilmek için gitmiş kendine 300 liraya ayakkabı, pantolon, gömlek almış.
Tugay'a gidince üzerindeki yeni elbise ve ayakkabıyı gören Komutanı şaşırmış ve "Hayırdır bir yerde gömü falan mı buldun oğlum?" diye takılmış ona. Zekeriya, "Komutanım ben anamdan helalliği 300 liraya satın aldım, kendimi kurtardım, varın gidin siz düşünün." demiş
Yere düştü. Gözleri açıktı. Gökyüzüne baktı, yüzünde bir tebessüm oluştu. Son nefesini vermeden Kelime-i şehadet getirdi ve ruhunu teslim teslim etti.

Cenazesine onbinler katıldı. Şehidin ağabeyi Kamuran, tabutun başında ağlayan babası Hamza'ya, "Sen artık şehit babasısın,
ağlama, hainleri sevindirme" dedi. Aile fertlerine de "Tabutun başında ağlayacak olan varsa gitsin" dedi.

Ve onbinlerin tekbir sesleriyle cennete uğurlandı...

Vatanın isimsiz sahibi, Anadolu'nun yiğit evladı P.Uzm.Çvş. Zekeriya Zencirli'yi rahmetle ve minnetle anıyorum...
Bozkurt mahir
20 gün önce
Annen var mı senin?
- Var tabiî.
- Ne iş yapar?
- Çamaşıra gidiyor.
- Sen ne olacaksın büyüyünce? - Ben mi? dedi. Gözlerini gözüme kaldırdı. İkimiz de mavi mavi baktık. -Ben, dedi, boyacı olacağım.
- Ne boyacısı?
- Kundura boyacısı.
- Neden kundura boyacısı?
- Ya ne olayım? - Doktor ol, dedim. - Olmam, dedi. - Neden ?
- Olmam işte. - Neden ama? - Doktoru sevmem ki. - Olur mu ya? Bak, dedim. Doktor sevilmez olur mu ?
- Tabiî sevmem, dedi. Annem hasta oldu. Evimize geldi. Kumbaramızı kırdık. Bütün yirmi beşlikleri ona verdik. Sonra çeyrekler kaldı. Onlarla da reçeteyi yaptırdık. O da zorlan.
- Ama annen iyileşti.
- Annem iyileşti ama paramız gitti. İki gün, yemek yemedim ben.
- Peki, dedim, öğretmen ol. - Ben mektebe gitmiyorum ki. - Neden?
- Öğretmen beni dövüyor. - Neden?
- Yaramazlık ediyorum da ondan.
- Sen de yaramazlık yapma.
- Ben yaramazlık ne demek bilmiyorum ki.
- Öğretmenin yapma dediği şey, dedim.
- Belli olmuyor ki!.. Bir gün arkadaşımın biri “Çamaşırcının piçi” dedi. Ben de dövdüm onu. Öğretmen de beni dövdü. Ondan sonra hep çamaşırcının piçi diye çağırdılar. Hiç kimseyi dövmedim. Yaramazlıkmış diye. Bir kaç gün sonra yanımdaki arkadaşın iki kalemi vardı. Birini aldım. Hırsızsın sen diye dövdüler. Benim kalemim yoktu aldım. Sonra o da yaramazlıkmış, hem de çok fena bir şeymiş. Bir daha kimsenin kalemini almam dedim. Defterini aldım. Bu sefer hem dövdüler, hem mektepten kovdular.
- Çok fena yapmışsın.
- Fena yaptım. Ben adam olmak istemiyorum ki. - Ne olmak istiyorsun ya?
- Boyacı olacağım dedim ya.

Sait Faik Abasıyanık
Bozkurt mahir
21 gün önce (E)
Mersedes Kadir. Akli dengesi yerinde değil ve bütün gün üstünde dolaştığı önünde Mercedes arması olan sopayı Mersedes'i zannederek yaşıyor.
Buraya kadar tamam. Anlatmaya bayıldığım kısmı bundan sonra başlıyor.. Koskoca bir şehir , Kadir'in Mersedes hayalini her şeyiyle sahiplenmiş durumda.. Kadir trafik ışıklarında duruyor, arabasını park ediyor, diğer arabalar trafikte ona yol veriyor, ona göre parkediyor. Bütün şehir o "Mersedes"in farkında! Kadir sopasını Mercedes servisine götürüyor, ustalar bütün ciddiyetleriyle arızaları anlatıyor, bir usta sopaya teyp takıyor, diğeri aynasını, armasını yeniliyor..
Sıkı durun; trafik polisleri yanlış yere park ettiğinde ya da 'çok hızlı gittiğinde' Kadir'e ceza yazıyorlar, zamanı geldiğinde muayeneye gönderiyorlar! Bir koca şehir, Malatya, Kadir'in hikayesini onunla birlikte yaşıyor.
Bir 'deli'nin sopasına göre yaşayan şehirlerin, sopayla, sapanla, satırla birbirlerini kovalayan şehirlere dönüşmesini gördükçe bu hikaye çok hoş gelir insanın kulağına.. Anlarsınız umarım..
Kadir'in başka bir hikayesi de hayli komiktir.
Kadir bir gün arabasını servise götürmüş ve sorunlarını söylemiş. Usta almış arabasını ve "2 gün sonra gel" demiş. Kadir 2 gün sonra gelmiş. Usta arabanın daha olmadığını söylemiş. Kadir ertesi gün gitmiş. Usta yine olmadığını söylemiş. Kadir ertesi gün yine gitmiş. Usta arabanın hâlâ olmadığını söyleyince "YETER ARTIK YA VERİN ARABAMI KAÇ GÜNDÜR YÜRÜYEREK GİDİYORUM EVE" demiş...
Bozkurt mahir
21 gün önce
Gazı MEHMET
BEDRİ ALIUCLU
BİNBAŞI!
Bugün benim bir akrabam aradı halamın oğlu çok ağır yazılar yazıyorsun beni takip eden akrabam kendisi imamlıktan emekli tuzu kuru çocuklar Okumuş kamuda görev yapıyor.
Bu kuruma binbaşı Belki de bugün General olacaktı Şimdi soruyorum Abdullah Öcalan'ı Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne davet eden şehit ve gazilerimizin hakkını nasıl ödeyecekler.
Kendisine telefonda konuştuğumuzu Aynen yazmak istiyorum ben hayatta kimseye hakaretli yazı yazmam kalbini de kırmam fakat 23 yıldır devletimizi yöneten yönettiğini zannedenler Türk ordusunu adeta tehdit ettiler Ergenekon Balyoz diye Türk ordusuna kumpas kurdular . ben erkenekon . savcısıyım.dendi söylendi Savcı Zekeriya Özün altına zırhlı araç verdiler bugün fetö'den aranıyor daha Acaba nerede? yakalanmaz mi? kozmik odaya girenleri neden yargılanmaz? 500'e yakın general en ağır cezayı aldı 10 tanesi içeride öldü ona yakını İntıhar etti intihar etti. bunların sorumlusu yok mu? acaba kozmik odaya açanları. yargılanmayacaklar mı ?adil bir şekilde ben bunları söyledim inşallah halin 15 Temmuz darbesini yapanlar mutlaka cezalarını çekmeli onlara sebebiyet verenler onlar da cezasını çekmeli Teröre yardım yataklık yapanlar mutlaka cezasını çekmeli?
Varlığım Türk varlığına armağan olsun bu subay kardeşimize Bundan Böyle Rabbim sağlık versin aklı sağlığını her zaman korusun biliyorum ki huzurları Perişan çocukları eşi doya doya bugünkü yüzüne bakamıyor. üzüntü ile bakıyorlar. Yüzündeki izler yaralar milletimizin Şeref madalyası.
Aklını Beynini kiraya vermiş Devlet Bahçeli'ye sesleniyorum. şehitleri unuttunuz bizim bu gazilerimizin lütfen yüczüne bakınız..

40.000 kişinin katili İmralı'da devlete akıl vermeye kalkıyor. devlet yöneticileri İmralı adası'nı adeta otoban gibi yol geçen hanına dönderdi Bir Mahkum hem de katil hem de bölücü Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Gazi meclise nasıl davet edersiniz.. bizim Gazilerimize sordunuz mu ?Şehit hanımlarına sordunuz mu?.
Uzuv ları ni kaybeden Gazilerimize sordunuz mu??
Bozkurt mahir
23 gün önce
Boşnak Belediye Başkanını haşlayıp, iskeletini şehir meydanına astılar.

Nusret Sancaklı

1941-1945 BOŞNAK SOYKIRIMI UNUTULDUĞU İÇİN 1992-1995 BOŞNAK SOKIRIMI YAPILDI.

Aralık 1941'de Sırp ve Karadağlı Çetnikler tarafından bir erik rakısı yapılan kazanda diri diri kaynatılarak öldürülen ve iskeleti Foça şehir meydanı Cafer Bey Camii önündeki direğe asılan Foça Belediye Başkanı HAMİD MUFTİÇ'in iskeketi.

1941-1945 yılları arası Doğu Bosna Şehirleri Foça, Vişegrad, Cayniçe ve Zvornik ile Sancak şehirleri Priboy, Priyepolye, Plyevlya (Taşlıca) ve Aşağı Bihor bölgesinde Boşnaklara karşı Albay Pavle Curuşiç komutasındaki Sırp ve Karadağlı Çetniklerin yaptığı soykırımdaki vahşet korkunç ötesi idi. Sorlykırımda Dört çocuklu Boşnak aileleri özellikle seçilmiş, esir alındıktan sonra anna-babalarının gözleri önünde çocuklar bogazlanmış, ardından anne katledilmiş ve bu acıları yaşamış olan babalar en son öldürülmüştü !?

Ikinci Dünya Savaşı Boşnak Soykırmı kurbanı Rahmetli Hamid'in iskeletine ait bu korkunç fotograf, tüm Boşnaklara bir uyarı olarak tarihi bir belge olarak hasta zihinli Sırp Karadağlı Çetniklerin neye hazır olduğunu bilmek ve unutmamak için korunuyor.

Bütün bunlara rağmen bir Boşnak asla birine bu şekilde acı çektirmeyi veya eziyet etmeyi düşünmez, çünkü bir Boşnak içinde merhamet barındırır, herkese karşı insani Boşnak Belediye Başkanını haşlayıp, iskeletini şehir meydanına astılar.

1941-1945 BOŞNAK SOYKIRIMI UNUTULDUĞU İÇİN 1992-1995 BOŞNAK SOKIRIMI YPILDI.

Aralık 1941'de Sırp ve Karadağlı Çetnikler tarafından bir erik rakısı yapılan kazanda diri diri kaynatılarak öldürülen ve iskeleti Foça şehir meydanı Cafer Bey Camii önündeki direğe asılan Foça Belediye Başkanı HAMİD MUFTİÇ'in iskeketi.

1941-1945 yılları arası Doğu Bosna Şehirleri Foça, Vişegrad, Cayniçe ve Zvornik ile Sancaknşehirleri Priboy, Priyepolye, Plyevlya (Taşlıca) ve Aşağı Bihor bölgesinde Boşnaklara karşı Albay Pavle Curuşiç komutasındaki Sırp ve Karadağlı Çetniklerin yaptığı soykırımdaki vahşet korkunç ötesi idi. Sorlykırımda Dört çocuklu Boşnak aileleri özellikle seçilmiş, esirvalındıktan sonra anna-babalarının gözleri önünde çocuklar bogazlanmış, ardından anne katledilmiş ve bu acıları yaşamış olan babalar en son öldürülmüştü !?

Ikinci Dünya Savaşı Boşnak Soylırmı kurbsnı Rahmetli Hamid'in iskeletine ait bu korkunç fotograf, tüm Boşnaklara bir uyarı olarak tarihi bir belge olarak hasta zihini Sırp Karadağlı Çetniklerin neye hazır olduğunu bilmek ve unutmamak için korunuyor.

Bütün bunlara rağmen bir Boşnak asla birine bu şekilde acı çektirmeyi veya eziyet etmeyi düşünmez, çünkü bir Boşnak içinde merchamet barındırır, herkese karşı insani duygular beslerken sadece insan suretindeki yaratıklar (Sırp ve Karadağlı Çetnikler) kendinden olmayanlara karşı böyle vahsi duygular besler !

Sırp ve Karadağlı Çatnikler, kendi barbarliklarını örtmek için Boşnaklar, Türkler ve Müslüman olanlara "dağlı vahşiler" anlamında "baliya" kelimesini kullanırlar !? kullanırlar !?
Bozkurt mahir
23 gün önce
TÜRK TARİHİNİ BİLMEMEK
Soner Yalçın 31.01.2018

“Rabova” nedir bilir misi­niz?

Hayır, “Rojava” demiyo­rum; “Rabova” diyorum.
Maşallah! “Rojava”yı bilme­yeniniz yok; hepinize ezber­lettiler! Suriye'de; Derik'ten Afrin'e kadar sınırımızda uzanan 700 km'lik alana “Rojava” diyorlar; sözüm ona “Batı Kürdistan!”

Öyle propaganda yaptılar ki… Çoğu kişi sanıyor ki, “Rojava” Kürtlerin yurdu! Bir de ideolojik temel inşa ediyorlar; “Kemalizm'den kaçan Kürtler buraya sığındı!” Bitmez tükenmez PKK ya­lanlarından biri bu.

Neyse... Soruma döneyim:

“Rabova” nedir?

Bilmiyorsunuz değil mi? “Yevmüşşüheda” de­sem…
Yani, “Masum Şehitler Günü”…
Hatırlayanınız çıktı mı? Sanmam!

Yazayım:

Tarih: 30 Eylül 1918. Osmanlı, I. Dünya Savaşı'nı kaybetmek üzereydi artık. Alman Mareşal Liman von Sanders komutasındaki Os­manlı Ordusu, Şam'ı boşaltıp Halep'e çekilme kararı aldı.

Şam'da binlerce Türk aile­si vardı… Binlerce kadın-çocuk Türk yollara düştü. İnsan acıma­sızlığının boyutunu nere­den bilsinler?
Tren, Şam-Rayak demir­yolunun geçtiği Rabova boğazında saldırıya uğradı. Boğazın iki yakasını tutmuş ayrılıkçı Araplar silahlarla treni taramaya başladı. Saldırganların gözü öylesine kin doluydu ki, bir tek sağ çocuk bile bırakmadılar…

Rabova katliamının olduğu her “30 Eylül” günü “Ma­sum Şehitler Günü” olarak anıldı. Zamanla unutuldu gitti!

Sonra, “Ermeni soykırımı” sözleri bilinçlere şırınga edildi!

Sonra, “Rojava direnişi” lafları bilinçlere şırınga edildi!

Bırakınız “Masum Şehitler Günü” anmasını, “Rabova kıyımını” bile bilen kalmadı.

PKK-FETÖ ve liboş düşünce ikliminde yetişen insanımız tarihine düş­man kesildi!
Türklük, faşistlik oluverdi!
30 EYLÜL MASUM ŞEHİTLER GÜNÜ

Bir zamanlar Şam Osmanlı şehri idi. 1. Dünya Savaşında Şam Hastanesinde Filistin Cephesinden gelen yaralı Osmanlı askerleri yatıyordu. Filistin Cephesinde Lawrance komutasındaki Arap Bedevileri “Esir almak yoook!..” bağrışları ile Şam’a doğru çekilmekte olan Türk Mehmetçiğine saldırdılar. İşte bu saldırıdan kurtulanlar Şam Hastanesine yatırılmıştı. Öyle ki hastane yatakları tam dolmuş, hastane avlusunda yüzlerce yaralı Mehmetçik sedyelerde inliyordu. Bedevi atlıları bir sabah gün ışırken geldiler. Önce hastane avlusunda sedyelerde yatan Mehmetçikleri, “Mermi israfı olmasın” diye eğri kılıçlarla kellelerini kesip, karınlarını deştiler, sonra hastane içine girip ağır yaralıları katlettiler. Biz onlarla “Din kardeşi” olduğumuza inanıyorduk değil mi?

Bir zamanlar Osmanlı şehri olan Şam’daki bu vahşetten sonra şehirdeki subay ve memurlar Şam’ın elden çıktığını kabullendiler. Önce çocuklar ve anneler trenle Halep’e taşınmaları gerekiyordu. Binlerce çocuk, anneler ve nineleri vagonlara balık istifi dolduruldu. Masumlar treni Rabova (Barada) Boğazı’na geldiğinde demiryoluna döşenmiş taşlarla tren katarı durduruldu. Boğazın iki yakasında pusuya yatmış Arap Bedevileri ve Ermenilerin yaylım ateşi başladı sonra. Tren vagonlarından yükselen çığlıklar silah seslerini bastırıyordu. Çocuklar annelerine, ninelerine sarılıp kucak kucağa can verdiler. Ümmet kardeşimiz Arap Bedevileri ve Ermeniler vagonlara girdiler sonra, ağır yaralıları da susturdular.

Binlerce masum çocuk; genç, yaşlı kadınların öldürüldüğü 30 Eylül 1918 Cumhuriyet yıllarında “Masum Şehitler Günü” olarak anılırdı. Sonra unuttuk her şeyi, Arap Bedevileri ile yeniden “Ümmet kardeşi” olduk, “Din kardeşi” olduk, sarmaş dolaş olduk…
Alper Aksoy
Bozkurt mahir
23 gün önce
Saat
Halı
Kilim
Kalem seti
Gümüş tepsi
Takı.
Şifoniyer
Kaftan
Vazo
Madalyon
Heykel
Biblo
Tablo
Hepsini bırakmış Ahmet Necdet Sezer...
Kendisine verilen 1243 parça hediyenin, 1243'ünü de
bırakmış... Götürmemiş.
Bu benim cumhurbaşkanım olamaz...

Zaten, kırmızı ışıkta durmasından belliydi...
Kimse durmuyor ki, o niye duruyor?İsveç mi burası?

Bakıyorum gazetelere...
94 parça gümüş,
22 vazo,
9 takı,
27 hatıra para,
4 tabanca,
83 parça değerli süs eşyası,
55 tablo,
86 porselen,
7 madalyon,
4 saat...
İnsanın içi gidiyor!
Al, götür di mi... Bırakmış, gidiyor.

Üstelik, liste eksik...
Kendisine tahsis edilen "kafana göre harca" denilen
ödeneği de harcamadı.
Hediyeleri bıraktığı gibi... Papelleri de bıraktı.
46 trilyon liracık! Ye, yemedi... Gez, gezmedi.
O zaman bırak biz yiyelim...
Ona da izin vermedi. "Yetim hakkıdır" dedi, görevi
boyunca tasarruf ettiği 46 trilyonu, Maliye'ye iade etti...
Kemal Abi'ye.

Çocukları hálá memur...
First Lady desen... Bi Atıl Kutoğlu'nu bile tanımıyor...
Belediyeler, bizim paramızla simitçilere Cemil
İpekçi'den köstüm hazırlattı; o hálá kendi cebinden giyiniyor.

Aşçıyı, garsonu azalttı.
"Suyla çalışmıyor bunlar" dedi, 14 makam aracını geri
verdi.
Okluk'taki yazlık köşke hiç gitmedi.
Oğlunu evlendirdi, elektrik parasına kadar cebinden
ödedi.
Eşi düştü, bileğini kırdı; hastaneye sivil araçla götürdü,
röntgen için kuyruğa girdi, sıra bekledi.
Annesi vefat etti, gene sivil plakayla gitti; flap flap flap,
fors yapmadı...
Resmi yemekler hariç, kimseye davet vermedi.
Mutfakta yerli ürün kullandırttı.
Şatafattan uzak durdu.

Yeminini tuttu...
Hukuku üstün kıldı.
E haliyle... Sevilmedi.
Sevilmez.
Hakantuyuboz2834
25 gün önce
SUAL : Zincir marketlerden kurban almak caiz mi?

CEVAP : Kurban bir ibadettir ve her ibadet gibi kurbanın da belli şartları vardır. Kurban ibadetinin geçerli olması İslam’ın koyduğu şartlara uyulup uyulmamasına bağlıdır. Günümüzdeki zincir marketlerin uygulamalarında birçok problemle beraber iki durum ön plana çıkmaktadır. Bunlar:

Her bir hayvandaki 1/7 hissenin sahibi olan 7 kişi tayin edilmeden toplu kesim yapılması
Büyükbaş hayvanda en fazla 7 hisse olabilir. Daha fazlası caiz değildir. Toplu kurban organizasyonlarında, her hayvan üzerindeki 7 kişilik hisse sahibinin kim olduğu tayin edilmelidir. Tayin edilmediği taktirde her bir hayvan, organizasyona katılan tüm fertler arasında ortak gibi olacağından 7’den fazla hisse olmuş olur ki bu da caiz değildir. Nitekim fukaha, bu bağlamda şöyle bir misal zikretmiştir: “8 hissedar 8 ineğe ortak olarak girse bu işlem caiz olmaz. Çünkü her bir inekte hepsinin hakkı olacağından her inekte 8 hisse olur. Aynı şekilde ortaklar 8 kişi olup hayvan sayısı daha fazla olsa da caiz değildir.”[1] Buna göre organizasyonu yapanlar her bir hayvanda ortak olacak 7 kişiyi tayin etmek suretiyle hisseleri ayırırlarsa bu problem ortadan kalkar. Ancak hisseler tayin edilmeden toplu kesim yapılması caiz olmadığından kurban vazifesi mükelleften düşmez.

Belli oranda etin garanti edilmesi organizasyon yapılırken hangi hayvanın kaç kilo geleceği ve ondan ne kadar et çıkacağı tahmini olarak bellidir. Buna binaen organizasyon sahiplerinin örneğin: “Her hissede takriben 20-23 kg et olacaktır lakin rakamlarda az da olsa aşağı veya yukarı oynama olabilir” şeklinde bir beyanda bulunmasında bir problem yoktur. Ancak belli miktarda etin verilmesinin şart koşulması akdin doğal sonucu olmayan ve taraflara menfaat sağlayan bir şart olduğundan akdi fasit eder ve böyle bir işlem caiz olmaz.[2]

Dikkat edilmesi gereken meselelerden biri de bu organizasyonu gerçekleştiren firmalardır. Maalesef günümüzdeki zincir marketlerin bir kısmı İslam’a olan düşmanlığı, domuz eti ve içki satması ile maruftur. Müslümanca bir hayattan uzak olan şahıslara ait şirketlerin kurban keserken İslamî esaslara riayet edeceklerini zannetmek aşırı iyi niyet olur. İlgili marketler zahiren her şarta uyduklarını söyleseler de bu tür müesseselerden kaçınmak ve İslamî hassasiyetine güvenilen kurumlarla kurban ibadetini yerine getirmek uygun olandır.

KAYNAKLAR

[1] Alâuddîn Ebu Bekir b. Mes’ûd el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’ fi Tertîbi’ş-Şerâi’ (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 1986), 5/71. Benzer bir ibare için bkz. Ebu’d-Diyâ’ Nuruddîn b. Alî b. Alî eş-Şübrâmelsî, Hâşiyetu Ebi’d-Diyâ’ Nuriddîn Alî b. Alî eş-Şübrâmelsî(Nihâyetu’l-Muhtâc Hamişinde) (Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye, 2003), 8/133.
[2] Bkz. Burhanuddîn el-Merğînânî, el-Hidâye Şerhu Bidâyeti’l-Mübtedî (Karaçî: Mektebtu’l-Büşrâ, 2021), 3/88.
tarikhaber
26 gün önce
Son dakika| Samsun'da heyelan! Anne yaralı olarak kurtarıldı, baba ve 2 çocuk hayatını kaybetti https://tarikhaber.com/hab...
Bozkurt mahir
27 gün önce
Eski Türk yazıtlardan birinde şöyle yazar :
Kuzu dizlerinin üzerine çökerek annesini emer ,
Karga yaşlı annesini besler ;
Bunun adı :
" saygılı davranmaktır ."

Horoz şafak vakti öter ,
Yaban kazları
Her bahar kuzeye
Her sonbahar güneye uçar ;
Bunun adı :
'' söz tutmaktır .''

Yeşilbaşlı ördek eşini kaybettikten sonra ölene kadar yeni bir eş bulmak istemez .
Bu :
'' sadakat ''
Olarak adlandırılır.

Bir geyik iyi bir otlağa rastladığında yaşadığı sürüyü oraya davet eder ve paylaşır ,
Karınca yemek gördüğünde bütün koloniyi oraya çağırır ;
Bunun adı :
'' adalettir .''

Eğer bir insan bu erdemlere sahip değilse :
Hayvandan beter bir halde yaşıyordur .!

Bir Türkmen duası da şöyledir :
Tanrım ,
İlk önce :
Dağa taşa ver ,
Ormana ,
Hayvanlara ,
Suya ver .
Ondan sonra :
İnsanlara ,
Kapı komşuya ,
Muhtaç olana ver .
Kalırsa ,
En son bana ver .!
tarikhaber
1 ay önce
Yıllar Sonra Yeniden Yıllar Önce yayınlanan Aliye, dizisinde Anne Oğulu oynayan Ayten Uncuoğlu KRAL KAYBEDERSE https://tarikhaber.com/hab...
Bozkurt mahir
1 ay önce
"BÜYÜK YÜRÜYÜŞ"
Tandoğan meydanı 15 Nisan 1978

Yarım asırlık bir yürüyüş bu..
Geçmişinde hüzün de var sevinç de.
Bazen coşkulu bir şölen gecesinde birlikte olduk,
bazen ise haksızlıklara isyan mitinginde.
Bazen başarılarla sevindik,
bazen bir Ülküdaşımızı son yolculuğuna uğurlarken musalla taşının yanında,ya da bir tabutun altında göz yaşı döktük.
Bazen ocaklarda sohbet ederken yudumladık demli çaylarımızı,
bazen zindanlarda demlenmeye fırsat bulamamış çaylarla muhabbet kurduk.
Hep dost olduk,
Gönüldaş olduk,
Ülküdaş olduk..
Ekmeğimizi paylaştık,
Kaderimizi paylaştık,
Hücreleri paylaştık.
En büyük sermayemiz sevgi oldu.
Ülküdaşlık ruhu içinde Ülkücüyü ve Ülkücülüğü sevdik.
Bedel istendiğinde bedel ödedik.
Can istendiğinde can verdik.
Ama asla birbirimizi sevmekten,
Ülkü Ocaklarında dava adamı olmaktan,
Milliyetçi Hareket Partisinde davaya hizmet adamı
olmaktan.
Vazgeçmedik.
..
15 Nisan 1978 Büyük yürüyüşe mensubu olduğum Cevizli Ülkücü İşçiler derneği Başkanımız Ülkücü Şehit Kemal Güçlü ve Maltepe TEKEL Çalışanı ülküdaşlarımızla birlikte katılmıştım .
MHP İstanbul il teşkilat başkanımız Faik İçmeli başkanımızı ogün Miting alanında Başbuğumuzun elini öptükten sonra üzerinde Asteymen üniforması içinde askere uğurlamıştık.
..
Resimde büyük yürüyüşte Tandoğan meydanına yürüyen Asenalarımızı görüyorsunuz .elinde çantası ve uzun mantosu ile yürüyen Doğu Türkistanlı Cürümüm Kadriye Oğuz başında başörtülü olan ise Cennetmekan ülkücü şehidimiz Süleyman Özmen'in annesi Emine Özmen Annemizdir. Siyah resimde ise ortada önde takım elbiseli bendeniz .47 öncemizden Selam olsun günümüzün çocuklarına .
Selam olsun şanlı mazimize.
Bozkurt mahir
1 ay önce
Ticaret açısından Yahudilerle Türklerin farkları!

Hiçbir başarı tesadüf değildir" sözünde olduğu gibi ticarette Yahudilerin başarısı da tesadüf değildir. Belirli bir bilgi birikimine ve tecrübelerin nesilden nesile aktarılmasına dayalıdır.

Ticarette esas olan sadece para kazanmak değildir. Para kazanmak ticaretin bir aşamasıdır. Esas olan kazandığınız parayı tutmak ve doğru yerlerde değerlendirmektir. Serveti nesillerden nesillere aktarmak ise başlı başına bir beceridir.

Türklerin ticarette başarılı olması için Yahudilerin ticaret prensiplerini çok iyi anlaması gerekiyor. Geçmişte bunu anlasaydık bugün çok farklı noktalarda olurduk.

Şimdi gelelim Yahudiler ile Türklerin ticaret açısından karşılaştırmasına.

1) Yahudiler 10 liraları varsa en fazla 5 liralık iş yaparlar. 5 lirayı yedekte tutarlar. Türkler ise 10 liraları varsa 100 liralık hatta -imkan bulurlarsa- 1.000 liralık iş yapmaya kalkarlar. Yahudiler ticareti sermayenin gücüyle yapmaya çalışırlar. Yedek akçeleri hatta yedeğin yedeği akçeleri vardır. Türklerde ise varsa yoksa tüm para ticarethane, şirket veya fabrikadadır. Yedek akçe sermayenin onda biri kadar bile yoktur. Yedeğin yedeği ise hak getire..

2) Yahudiler babalarının, dedelerinin veya büyük dedelerinin yaptığı işi yapmaya özen gösterirler. Yani yaptıkları işte ailelerinin bilgi birikimi vardır. Kuşaktan kuşağa aktarılır. Bir Yahudi eczacıysa muhtemelen babası da dedesi de eczacıdır. Çocukları ve torunları da eczacı olur. Biz de baba evladı, evlat babayı beğenmez. Evlatlar özellikle babalarının yaptığı işi yapmamaya özen gösterir. Babasının yaptığı işi yapmayı "ayıp" kabul eder.
Türkler ataerkil görünümlü anaerkil bir toplumdur. Çocuklar amcadan daha çok dayıya yakındır. Çocukluğundan itibaren annenin de etkisiyle tüm kurgusu babayı beğenmemek üzerinedir.
Bunların doğal sonucu olarak Türk ailelerinde ticaret bilgi birikimi oluşmaz. Oluşsa bile kuşaklardan kuşaklara aktarılmaz. Servet, kazananla toprak olup gider. Çoğu kişi servetini ömrünün sonuna kadar koruyamaz.

3) Yahudiler 10 liraları varsa 1 liralık hayat yaşarlar. Gösterişten genel olarak kaçınırlar. Dikkatleri üzerlerine çekmemek için uğraşırlar. Mütevazılık öncelikli tercihleridir.
Türkler ise parayı ve serveti gösteriş için kazanır. Harcar. 10 lirası varsa "100 lirası var" havası oluşturmayı sever. Gösterişte kullanılmayacak serveti "lüzumsuz" olarak görürler.
Arapların ticaret yetenekleri Yahudilerden aşağı kalmaz. Bir Arap atasözü der ki: Bir baba kudretinden aşağı derecede, çocukları kudreti nisbetinde, kadını da kudretinin fevkinde giyinmelidir.

4) Yahudiler aile içi eğitime çok önem verirler. Milattan Sonra 70 yılında Romalılar İsrail'i yerle bir ettikten sonra Yahudileri dünyanın dört bir tarafına dağıtmışlar. Yahudiler ayakta kalabilmek için her aileyi okul haline getirmişler. Çocuklarına 3 -4 yaşında İbranice'yi 7 yaşında Yidişçe'yi öğretmişler. Bir de yaşadıkları ülkenin dilini öğrenmişler. Evrensel dillerden en az birini de bilirler. Yani bir Yahudi en az 3-4 dil bilir.
Türkler eğitime önem vermezler. Anadillerine bile hakim değillerdir. Dünyanın her yerinde el-kol ile anlaşırlar :) Evrensel dillerden sadece el-kol ile anlaşmayı bilirler. Ana dilden sonra nüfusun tamamı bu dili bilir :)

5) Yahudiler ticaretten kazandıkları parayı genelde nakitte ve nakite kolay dönüşecek varlıklarda tutarlar. Türkler ise parayı nakite en zor dönüşecek varlık grubu olan taşa toprağa yatırırlar.

6) Yahudiler çocukları öğrenciyken hafta sonları ve yaz tatillerinde çocuklarını çalıştırırlar. Burada ince bir detay vardır. Kendi iş yerlerinde değil. Başka Yahudi ailelerin iş yerlerinde... Niye? Başka ailelerdeki ticaret kültürünü görsün. Kendi ailesindeki ticaret kültürü ile karşılaştırsın. Eksiklikleri ve yanlışlıkları tamamlasın diye...
Türklerde ise çocuklar babalarının iş yerlerinde "prens" ya da "prenses" ünvanıyla iş hayatına atılır. Sonrası malumunuz :)

7) Yahudilerin önceliği komisyonculuktur. Yani sermaye koymadan para kazanmaktır. Bir Yahudi oğluna ticareti öğretiyormuş. Tavsiyesi şu olmuş: Oğlum çok para kazanmak istiyorsan bir şeyler yap-sat. Üret-sat. Daha çok kazanmak istiyorsan al-sat. Daha daha çok kazanmak istiyorsan almadan sat. Önce sat. Sonra al.
Türklerde ise komisyonculuk muteber bir iş değildir. Yapılacak işe sermaye bağlanır. Sermaye bağlanmadan iş yapmayı Türklerin hafsalası almaz.
😎 Yahudilerde iş yaptıkları insanları kalkındırmak esastır. İş yaptıkları insanlar ne kadar kalkınırsa kendilerinin de kazançları o oranda artacağına inanırlar.
Türkler ise iş yaptıkları insanları düşman olarak görür. İş yaptıkları insanların kendileri için yaptığı işte zarar etmesinden keyif alır.

9) Yahudiler yılın belli bölümlerden dünyayı dolaşır. Yenilikleri görür. İnceler. Özellikle gelişmiş ülkelerdeki yeni ürünleri gelişmemiş ülkelere götürerek para kazanır. İnovasyona açıktır.
Türkler ise işlerinden başlarını kaşıyacak vakitleri yoktur. Değişime kapalıdır. Bir yol tuttururlar. Tutturdukları yolun sonsuza kadar gideceğine inanırlar.

10) Dünyada seks endüstrisinde para harcayan 4 millet vardır. Bunlar sırasıyla; Araplar, Yahudiler, İtalyanlar ve Türklerdir.
Yahudiler her ne kadar çapkınlık ve kaçamak yapsalar da aile birliğini ayakta tutmaya çalışırlar. Yattıkları fahişelerle evlenmeyi düşünmezler.
Türkler ise parayı bulduktan sonra yaptıkları ilk iş ya boşanmak ya ikinci evlilik ya da metres ilişkisidir.
Ailenin önemini genelde serveti kaybettikten sonra anlarlar.

11) Yahudilerde aile birliği ve dirliği esastır. Aile huzuru önemlidir. Aile içi çatışmalardan kaçınılır. Sorunlar yaşanmaz mı? Mutlaka yaşanır. Ama çözülmesi için aile üyeleri elinden geleni yapar.
Türklerde ise servet oluşmaya başladıktan sonra aile içi gerginlikler artar. Kim kime dum duma psikolojisine girilir. Aile içi savaşlar servetin bitmesine neden olur.

12) Yahudiler tüm anlaşmaları yazılı olarak yaparlar. Sözleşmeye önem verirler. Sözleşme işin parçasıdır.
Türklerde ise her şey güvene dayalıdır. Sözleşme istemek karşısındakine hakaret olarak kabul edilir.
Durumun özeti 80 yaşın üstündeki bir avukata atfedilen şu sözü hatırlayın: Yaklaşık 60 yıla yakın meslek hayatımda baktığım davaların yüzde 90'ından fazlası güvene ve güvene dayalı ilişkilerden kaynaklanıyordu.

13) Yahudiler bir işi araştırıken olumlu ve olumsuz tüm yönlerini didik didik incelerler. Öncelikle olumsuz yönlerine dikkat kesilirler. Matematiksel düşünceden hiç ayrılmazlar. Kesin kazancı görmeden kolları sıvamazlar.
Türkler ise bir işe inanmaları yeterlidir. İnandıktan sonra işin hep olumlu taraflarını düşünürler. Olumsuz taraflarını söyleyenleri sevmezler.

14) Yahudilerde tasarruf kültürü vardır. Günlük, aylık veya yıllık kazancın belirli bir kısmını "yedek akçe" olarak ayırırlar.
Türkler geçmişte tasarrufa önem verirdi. Tencerede pişirip kapağında yedi. 1980 sonrasında tasarruf kültürünü bir yana bıraktı. Şimdilerde borçla yaşıyorlar.

15) Yahudiler girecekleri işlerde başkalarının deneyimlerine önem verirler. Başkalarının deneyimlerini önemserler. Kendilerine ders çıkartırlar.
Türkler ise deneme yanılma yöntemiyle öğrenirler. Bir şeyi anlamaları için illa ki damdan düşmeleri gerekir. Damdan düşmeden öğrenmeyi bilmezler.

16) Yahudilerde dayanışma kültürü vardır. İş yaparken birbirleriyle dayanışma içindedirler. Birbirlerine el verirler. Ticarette birlik ve beraberlik içinde hareket ederler.
Türklerde ise dayanışma yerine savaş vardır. Birbirlerinin kuyusunu kazmaya meraklıdırlar. Hasetle hareket ederler. Başarana çamur atarlar. Başaranın tepesi üstü çakılması için elinden geleni yaparlar"
Hakantuyuboz2834
2 ay önce
Gazze, Han Yunus, Refah ve Gazze Şeridi’nin her bir karışı şu anda boğulmuş durumda...
Âlim, muhterem Dr. Muhammed Ratıb en-Nablusî’den bize bir dua mesajı ulaştı.
Bugün bu duayı yaymamızı rica etti. Biz de yayıyoruz.
Herkesten bu duayı yüksek sesle okuyup Allah’tan gerçekten yardım dileyerek "Âmin" demesini ve bu duayı yaymasını rica ediyoruz.

---

DUA:

Ey dayanağı olmayanların dayanağı olan Allah'ım,
Ey sığınağı olmayanların sığınağı olan Allah'ım...
Ey zayıfların koruyucusu, helak olanların kurtarıcısı...
Ey büyük umutların sahibi, ey Aziz, ey Cebbar, ey Kudret Sahibi...

Allah’ım! Sana zayıflığımızı, acizliğimizi şikâyet ediyoruz.
Allah’ım! Ey dualara cevap veren, ey korkanların emniyeti olan Allah...
Gazze’deki kardeşlerimize yardım etmeni diliyoruz.
Allah’ım! Gazze’deki kardeşlerimize yardım et, yardım et, yardım et.
Allah’ım onların sıkıntısını gider, ferahlık nasip et.
Allah’ım düşmana karşı oklarını isabetli kıl, sayıca az da olsalar güç ver, zaferi onların lehine çevir.
Çünkü Sen her şeye kadirsin.

Ey Celal ve İkram sahibi olan Allah’ım,
Ey Hay ve Kayyum, ey Vedûd, Arş’ın sahibi,
Ey başladığını yeniden başlatan, dilediğini yapan Rabbimiz...
Allah’ım! Gazze halkına merhamet et.
Onlara yardımını gönder.
Onları bulutlarla gölgelendir.
Meleklerinle ve rahmetinle onları sarıp kuşat.
Af ve inayetinle onları koru.
Onların sırtını güçlendir, kalplerine sebat ver.
Onlara huzur, barış, güvenlik ve iman indir.
Kalplerine nur, kulaklarına nur,
üstlerine, altlarına, sağlarına, sollarına nur ver.
Yâ Rabbi, Yâ Allah, Yâ Allah, Yâ Allah...

Ey güçlü ve yüce Allah,
Ey mazlumların yardımcısı, müminlerin velisi...
Rahmetinle, affınla, cömertliğinle, kereminle, ihsanınla senden istiyoruz:
Şehitlerini kabul eyle, hastalarını şifa ile iyileştir.
Anneleri, dul kadınları, yaşlıları, yetim çocukları rahmetinle kuşat.
Onların senden başka kimsesi yok. Yardımcısı da sensin, merhamet edeni de, vekili de sensin.

Allah’ım zalimleri zalimlerle vur.
Kâfirleri ve din düşmanlarını Gazze’den mağlup, yıkılmış ve helak olmuş şekilde çıkar.
Zalimlerin birliğini boz, topluluklarını dağıt.
Kim Gazze’ye düşmanlık ve nifak getirmek istiyorsa, onu paramparça et.
Onları sayıca yok et, hiç kimseyi geride bırakma.

Salât ve selâm Efendimiz Muhammed’e, âline ve ashabına olsun.

---

Lütfen bu duayı yayabildiğiniz kadar yayın.
Gazze halkından gelen bir istek üzerine, sadece bugün yayılmasını istiyoruz. Sayı önemli değil, herkes kendi çevresine ulaştırmaya çalışsın. Allah hepinizden razı olsun.

– Dr. Muhammed Ratıb en-Nablusî
Bozkurt mahir
2 ay önce
YAŞI 50/75 ARASI OLANLAR MUTLAKA OKUYUN

Bir solukta okuyacağınız çok güzel bir yazı.

Hepsi şahsına münhasır özel üretilmiş, yokluklar içinde yetişmiş yaralı bir nesil…....

PEKİ KİM BUNLAR

1945 ile 1970 yılları arasında bu dünyaya merhaba demiş en genci 50, en delikanlısı
70 yaşında HALA 18’LİK DELİ TAYLAR GİBİ İDEALLERİNİN PEŞİNDEN KOŞAN HESAPSIZ BİR NESİL..

Hiçbirinin altına hazır bez bağlanmamış…

Şeker çuvalından pantolon, canik lastikten ayakkabı giymiş…

Okulda ABD süt tozu içirilerek beslenmiş,
bir garip nesil…

Hiçbirinin renkli çocukluk resmi olmamış…

Hatta hiç bebeklik çocukluk resmi olmamış…

Hiç biri kreş, dershane, özel okul görmemiş…

Ama hepsi profesörlere ders verecek kadar
bilgi sahibi olan bir tuhaf nesil…

Harp görmüş, darp görmüş…

Baskı, çatışma, sorguda işkence görmüş…

Karakolda sorgu da Filistin askısını, ceza evinde isyanla tanışmış.

En azı 5 ihtilal, 6 muhtıra, 7 post-modern darbeden sağ salim paçayı yırtmış…

En azı 10 ekonomik krizden nasibini almış…

Tecrübe abidesi yoklukla terbiye edilmiş,

direnç abidesi bir nesil...

Ne yaptıysa yoluyla yordamıyla kendi meşrebine uygun ahlakına yakışanı yapmış.

68’liler de 78’liler de bu neslin deli tayları,
ipe sapa gelmeyen savaşçıları da bu neslin temsilcileri tarihe adlarını kanları ile yazmıştır…

Bunlar bu neslin üretim harikası mı yoksa üretim hatası mı tartışılır ama bu neslin istisnasız tamamı karşılıksız hesapsız
bu vatanı sevmiş…

1950 ve 1970 yılları arasında doğanlar gerçekten özel üretim, çoğu yatılı okumuş, kardeşlik ve paylaşma duygusu zirve yapmış…

Çok kitap okumuş, en azı liseyi bitirmiş, hayatı yaşayarak öğrenmiş…

Çoğu simitçilik, olmadı ayakkabı boyacısı, tamirci çırağı, inşatta amelelik, pazarcılık hamallık yaparak okul harçlığını çıkarmıştır…

Ne ailesine ne devletine ekonomik yük olmamış, geneli bir baltaya sap olmuştur…

Muhanete muhtaç da olmamış, ezilmiş ama ezik kalmamış.

Dik durmuş dikleşmemiş kendi şahsına münhasır özel bir nesildir…

Görevini, sorumluluğunu bilen… Onuru için bir pireye bir yorgan yakan, öfkeli hırçın bir acayip nesil bu 1950 ile 1970 yılları arasında doğan dinazorlar…

İyi bakın, bunlar bu son kalan kadife ye sarılmış çelik yumruk misali yumuşak gözüküp indiği yeri dağıtan bu özel neslin öfkesinden sakının.…

Bunlara iyi bakın,Çünkü bunların nesilleri tükenmek üzere…

Bunların üretimi sonlandı…

Kullanım sureleri doldu, tedavülden kalkıyor…

Neden bu nesil özel biliyor musunuz..?

Bu neslin üzerinden silindir gibi devlet geçti…

Dozer gibi dünya milletleri geçti…

Hayat bu nesli sınadı, ama tüketemedi…

Bu nesil, ihanetin acısını, dost hançerinin sancısını, ölümüne yoldaşlığı, mezara kadar arkadaşlığı bildi…

Dostu için can vermeyi de, elindeki son lokmayı paylaşmayı da, sadakati de vefayı da bildi…

Bu nesil, katı, aksi, deli, serttir…

Bir o kadarda merttir, hoş görülü ve merhametlidir…

Bu neslin yaşarken öğrendikleri bilgi ve kaybederken edindikleri tecrübe en büyük servetidir…

Yani bu 1950 ve 1970 yılları arasında doğan dinazorlar tam bir müzelik antika nesildir…

Onun için 1950 ile 1970 yılları arasında doğmuş, hala inadına yaşayan, ana baba,
amca, dayı, teyze, hala, yenge dede anneanne babaanne her neyiniz varsa değerini bilin..!

Çünkü bunlar elinizdeki son değerli hazinelerinizdir…

Oturun onlarla konuşun, dinleyin onlardan geçmişi öğrenin…

Sonra arar da bulamazsınız…

Çünkü onlar yakın tarihin son canlı kaynak kişileri, her biri iki ayaklı sözlü yakın tarih kitabıdır...

Alıntı
Bozkurt mahir
2 ay önce
Surıye'de SEDNEYA,Türkiye'de MAMAK...
Suriye'de Esat,Türkiye'de Evren vb diktatörler
FIRAVUNLARINN SONU
(Sıtkı ŞEREMETLİ)
Dünyanın meşhur diktatörleri vardır.
Eski çağlara ''Firavun''gibi
Yakın tarihte Hitler,Mussoluni,Stalin vb.gibi.
Türkiyede'de unutulmayacak bir diktatör vardır;''Kenan EVREN''
Öncelikle şu tespiti iyi yapalım:''Kenan EVREN kahraman Türk ordusunun bir komutanı değildir.O,işgalci ABD ordusunun Türkiye'yi ele geçirmeye çalışan hain bir emir eridir.''
Darbe yaptı.
Binlerce insana zulmetti.
Adaleti katletti.
İnsanları mahkemeye çıkarmadan idam etti.
Koskoca ülkeyi çık hapishane haline çevirdi.
Bu dönemde kendini ''Firavun''zannetti.
Ve de başında bulunduğu zulüm dönemi hiç bitmeyecek zannetti.
Lakin bitti.
Ordudan atıldı.
Elleri ile diktiği heykelleri yıkıldı.
Koskoca bir millet arkasından lanet etti.
Yaşarken bir zalimin yaşayabileceği en aşağılık günleri yaşadı.
Öyleki,ölmek istedi.
KEŞKE ALLAH BU KADAR YAŞATMASAYDI
Daha önce halk yargılanmasını isterse intihar edeceğini açıklayan Kenan Evren yaşamının son günlerinde yine benzer bir çıkışta bulunarak "Çok yaşamak da iyi değil. Keşke Allah bu kadar yaşatmasaydı. Ölseydim de bugünleri görmeseydim." dedi.
ZALİM BİR HAİN
Ve öldü.
Cenazesinde kimse yoktu.
Ardından rahmet okuyan olmadı.
Tarihe ''Devlet Başkanı'' olarak değil,''Zalim bir HAİN''olarak geçti
Tarih en adil hüküm sahibidir
Tarih herkesi zaman içinde hak ettiği yere koyuyor.
Diktatör Kenan EVREN ve cuntacı arkadaşları bugün lanet ile anılırken
onların idam ettikleri ''Kahraman''olarak anılıyor.
Zindanlara atıp zulmettikleri ''Başı dik,şerefli insanlar''olarak yaşamlarını sürdürüyor.
İŞKENCE VE 12 EYLÜL
12 Eylül sabahında Kenan Evren başkanlığındaki Darbe yönetimi daha önceden hazırladığı programı uygulamaya geçirerek on binlerce Ülkücüyü tutuklamıştır.Özel kurulan işkencehanelerde Ülkücüler vahşet derecesinde işkencelere tabi tutulmuştur."
12 EYLÜL'ÜN İŞKENCE METODLARI
12 Eylül hakkında gerçek hükmü verebilmek için 12 Eylül işkencelerinin ne olduğunu bilmek gerekir.Falaka en bilinen metoddur.Ama tutukluluk ve sorgu dönemlerinde işkencecilerin iyi bildikleri ve pek çok Ülkücüye ahlaksızca uyguladıkları daha pek çok işkence metodu vardır.FİLİSTİN ASKISI'larına astılar gençleri.ELEKTİRK verdiler tutuklu gençlere.Ayrıca pek çok çeşidi ile nice manevi işkenceler yaptılar.Bunların hepsini burada sayabilmem elbetteki mümkün değildir.
xxx
Bunları niçin yazdım?
Komşumuz Suriye'de diktatör Esat ülkesinden kaçtı
Bu kaçıştan sonra Suriye'de yaşanan zulüm ortaya çıktı
SEDNEYA Hapishanesinde yaşanan zulüm ve işkenceler gözler önüne serildi
Böyle acı bir dönemi 1980 darbesinde bizler de yaşadık
Orada yaşananları en iyi biz anlarız
Şimdi Suriye ve SEDNEYA Hapishanesi gerçeklerine birlikte bakalım
XXX
''Suriye'de devrilen rejimin Sednaya Hapishanesi'ndeki işkence ve öldürme sistematiği vahşeti gözler önüne seriyor
Suriye'de devrilen Beşşar Esed rejiminin işkence merkezi olarak bilinen Sednaya Hapishanesi'nde tutsaklar yerleşkeye gelir gelmez işkenceler başlarken, yargısız infazlar sonucu öldürülen tutsakların cesetleri toplu mezarlara gömüldü.
Suriye'de devrilen rejimin Sednaya Hapishanesi'ndeki işkence ve öldürme sistematiği vahşeti gözler önüne seriyor
Çöken rejimin Savunma Bakanlığına bağlı Sednaya Askeri Hapishanesi, 2011'de Suriye iç savaşının başlamasıyla gelişen olayların ardından alıkonulan rejim karşıtı göstericilerin tutulduğu ve işkence gördüğü yer olarak biliniyor.
Suriye'de devrilen rejim 50'den fazla merkezde 72 ayrı işkence uyguladı
Suriye'de Sednaya'daki gizli bölmeleri araştıran ekipler, cezaevinde gizli alan bulunmadığını açıkladı
Esed rejiminin kısa süre önce işkenceyle öldürdüğü kişilerin cesetlerini görüntülendi
Başkent Şam'a yaklaşık 30 kilometre uzaklıkta bulunan cezaevinde alıkonulan binlerce kişi rejim güçleri tarafından sessiz ve sistematik şekilde öldürüldü.
Uluslararası kuruluşların raporları, rejimin, Sednaya'da "toplu idam" yoluyla yargısız infazlar yaptığını, alıkoyduklarını kasıtlı şekilde insanlık dışı koşullarda tuttuğunu, onlara defalarca işkence yaptığını ve sistematik olarak yiyecek, su, ilaç ve tıbbi bakımdan mahrum bıraktığını gösteriyor.
"Beyaz bina" ile "kırmızı bina"
Sednaya'daki işkence ve infazlara ilişkin açık kaynaklardan derlenen bilgilere göre, cezaevi yerleşkesinde, "beyaz bina" ve "kırmızı bina" olarak adlandırılan 2 gözaltı tesisi bulunuyor.
"Kırmızı bina"da tutulanların çoğunluğunu 2011'den bu yana alıkonulan siviller oluştururken, "beyaz bina"da ise rejime "sadakatsizlik ettiği" gerekçesiyle alıkonulan subay ve askerler yer aldı. Tutsaklar, genellikle Şam'ın Mezze bölgesinde bulunan askeri mahkemelerden birinde adaletsiz yargılamalarla karşı karşıya kalmalarının ardından bu binalara transfer edildi.
Eski cezaevi yetkilileri ve tutsakların demeçlerine göre, 2011'den bu yana kırmızı binada tutulan kişilerin çoğunluğunu, Suriye rejiminin kendilerine muhalif gördüğü toplumun her kesiminden siviller oluşturdu.
İşkenceler, tutsaklar yerleşkeye gelir gelmez başlıyor
Eski tutsaklar, devrilen rejimin güvenlik güçlerinin çeşitli birimlerinden Sednaya'ya "et dolabı" olarak adlandırılan beyaz kamyonlarla nakledildiklerini anlattı.
Cezaevine vardıklarında, hapishane yetkililerince "hoş geldin partisi" olarak isimlendirilen şiddetli dayağa ve işkenceye maruz kaldıklarını belirten tutsaklar, bu dayaklar sırasında genellikle kafalarına darbe aldıklarını ve bazı arkadaşlarının bu nedenle öldüğünü kaydetti.
Bu uygulamayı teyit eden eski bir cezaevi yetkilisi, "Gelen beyaz kamyonun içinde genellikle 50 ila 60 kişi bulunurdu. Bu kişilerin gözleri bağlı olurdu. İki gardiyan aracın yanına gider ve onları kamyondan atmaya başlardı. Yüzüklerini, saatlerini, her şeylerini alırdı. Gardiyanlar isimleri kayıt altına alırken, onları tekmeler ve döverdi." ifadelerini kullandı.
Alıkonulanların, daha sonra 5 ila 15 kişilik gruplar halinde gardiyanlar arasında "yalnızlar" olarak adlandırılan yeraltı hücrelerine götürüldüğü kaydedildi.
İşkence yöntemleri
Sednaya'daki düzenli ve yoğun fiziksel şiddet en yaygın işkence yöntemi olarak kullanıldı. Tutsaklar, maruz kaldıkları şiddetin, bazen ömür boyu sürecek hasara ve sakatlığa yol açtığını söyledi.
Raporlar, rejimin, Sednaya'da alıkoyduklarını kasıtlı şekilde insanlık dışı koşullarda tuttuğunu ve sistematik olarak yiyecek, su, ilaç ile tıbbi bakımdan mahrum bıraktığını gösterdi.
Tutsaklara yeterli gıda verilmediğine, bunun da yetersiz beslenme ve açlığa yol açtığına işaret eden raporlarda, bu kişilerin, kişisel ve tıbbi bakıma erişimlerinin engellenmesi neticesinde enfeksiyon ve uyuz gibi hastalıkların sık sık yayıldığı kaydedildi.
Suriye İnsan Hakları Ağı (SNHR) raporuna göre, Baas rejimi fiziksel, psikolojik ve cinsel şiddet içeren 72 ayrı işkence türü uyguladı.
Rejimin fiziksel işkence uygulamaları arasında, mağdurun vücudunun farklı yerlerine kaynar su dökme, başını suya sokarak boğma hissi verme, elektrikli sopayla vücuduna elektrik verme, mağduru çıplak bir şekilde metal sandalyeye oturtarak sandalyeye elektrik verme, naylon poşeti yakarak vücuduna damlatma, bedeninde sigara söndürme, mağdurun parmaklarını, saçlarını ve kulaklarını çakmakla yakma, ısıtılmış metali bedenin farklı bölgelerine değdirerek cildi yakma, bedene kızgın yağ damlatma, yanıcı böcek ilaçlarını üzerine dökerek yakma gibi insanlık dışı yöntemler yer aldı.
"İnfaz odası"
Kırmızı binada bulunan binlerce kişi, insanlık dışı koşullarda tutulduktan sonra gizli yargısız infazlarla öldürüldü.
Tutsaklar, genellikle "toplu idam" şeklinde gerçekleşen infazlardan önce Şam'ın El Kabun Mahallesi'nde bulunan Askeri Saha Mahkemesi'nde 1 veya 3 dakika süren "duruşmalarda" ölüme mahkum edildi.
Sednaya yetkilileri, "parti" olarak adlandırdıkları idamları gerçekleştirdikleri gün, tutsakları hücrelerinden sivil bir cezaevine nakledileceklerini söyleyerek topladı. Bunun yerine kırmızı binanın bodrum katında bulunan bir hücreye getirilen tutsaklar, 2 ya da 3 saat boyunca fiziksel şiddete maruz kaldı.
Tutsaklar, gecenin bir yarısı gözleri bağlanarak kamyonlar ve minibüslerle, beyaz binanın güneydoğu köşesinde bulunan "infaz odasına" götürüldü.
Süreç boyunca kurbanların gözleri bağlı kaldı ve ölüm cezasına çarptırıldıkları kendilerine infaz gerçekleştirilmeden sadece birkaç dakika önce söylendi.
Raporlarda, 2011 ile 2015 yılları arasında her hafta, bazen de iki haftada bir yaklaşık 50 kişinin asıldığı kaydedildi.
Cesetler, Şam yakınlarındaki toplu mezarlara taşınıyor
İnfaz gerçekleştirildikten sonra kurbanların cesetleri kamyonlara yüklendi ve kayıt tutulması için Şam'daki Tişrin Askeri Hastanesi'ne taşındı.
Sednaya'daki eski cezaevi yetkilileri ile Tişrin Hastanesi'nde görevli doktorlara göre, bu tıbbi raporlarda ve ölüm belgelerinde ölüm nedeni olarak ya kalp ya da solunum yetmezliği gösterildi.
Ölümleri hastanede kayıt altına alındıktan sonra cesetler, Tişrin'deki morga ve oradan da toplu mezarlara gönderildi.
Bu mezarl
Bozkurt mahir
2 ay önce
BİR İDAMLIK HALİL VARDI ASILDI
Orgeneral Kenan Evren: “Adalet yerini bulsun diye bir sağdan bir soldan asıyorduk. Asmazsan bunlar virüs gibi çoğalır, işte o zaman Atatürk ilke ve inkılaplarından koparız.”
Manisa Saruhanlı’dan bir vatan evladı… Henüz 18 Yaşında. İmam Hatip son sınıfta evlenir ki üç beş günlük damattır daha. Bir bakar darbe olmuş (12 Eylül 1980) apar topar alınmış karakola. Karıştığı hadise var mıdır, yoksa kulp mu takılır bilmiyoruz. Bildiğimiz şu ki isnat edilen suçları kabul etmeyecektir asla. 3 Haziran 1983 günü radyo ve televizyonda idam edildiğine dair haberler yayınlandığında, emniyete götürülmüş sıkıştırılmaktadır hâlâ... Kalem kıranların vicdanları da rahat değildir anlaşılan. İşkence iki gün sürecek ve bir şey alamayacaktırlar ondan. Ne belge, bilgi, ne itiraf, ne imza…
Lakin koskoca konsey başkanı “asılsın” buyurmuştur, dönecek değillerdir ya!
MÜSAİT MİSİNİZ HOCAM?
5 Haziran akşamı iki sivil memur Muradiye Camii imamı Abdullah Hoca’ya gelirler, “bi’ nikâhımız vardı hocam!”
-Buyurun gidelim tamam.
Araba Buca Cezaevinin önünde durur. Hâkimler, hekimler, cankurtaranlar… Anlar ki yine darağacı kuruldu avluya…
Abdullah Hoca daha evvel solcu gençlerin infazına getirilmiş ancak onlar “biz Allah’a, kitaba inanmıyoruz” deyip dinî telkini reddedince bükmüş boynunu çekilmiştir kenara.
Elbette endişelidir, terslenmekten çekinir ne de olsa.
Derken kapı açılır, elleri arkadan kelepçeli iki mahpus (Selçuk Duracık ve Halil Esendağ) içeri alınırlar. Gençler “Selamün Aleyküm” derler sıcak, mülayim bir ses tonuyla.
Üzerlerinde kefene benzer libaslar, başlarında akça pakça namaz takkeleri ve ayaklarında bu gün için saklandığı belli çoraplar vardır... Kar beyaz ama!
Sanki eski bir dost gibidirler, bir yerlerden aşina. Odadakilerle bakışır gülümserler. Ne bir tavır, ne bi’ eda.
Tabip sorar “Herhangi bir şikâyetiniz?”
“Yok, elhamdülilah” derler “taş gibiyiz evvelallah”.
-Son arzunuz?
-Mümkünse cenazelerimiz ailemize verilsin, o kadar.
Hocaefendi “Kardeşlerim” der, “Dünya bir imtihan koridorudur. Ölüm ise ahiret hayatına açılan kapı. Ne mutlu bu yola Allah teâlâya iman ederek çıkanlara…”
Gençler ikişer rekât namaz kılar, son dualarını yaparlar. Nur alâ nur, bir sükûnet oturur simalarına.
BOYNUNDA YAFTA
Ortalık nasıl sessiz, ökçeler çınlar avluda. Projektörler yanınca sehpa daha bir büyür sanki, kara kara gölgeler yollar sağa sola. Yağlı urgan tehditkârdır, hafif hafif salınmakta…
Ürpertici bir manzara… Hoca efendi: “Yaşım altmışı geçmiş” de, “alacağımı almışım dünyadan. Buna rağmen ürkmedim desem yalan olur. Elim ayağım titredi heyecandan.”
İnfaza Selçuk’tan başlarlar. Yafta asılır boynuna, delikanlı dimdik yürür sehpaya.
-Allah’a gidiyorsun Selçuk.
Tebessümle başını sallar “biliyorum hocam, inşallah!”
Tekbir getirir, tevhid söyler, zikri hiç kesmez son ana kadar. Boynuna urganı geçirirken cellatına bir şeyler fısıldar. Adamın yüzü değişir, allak pullak olur âdeta.
Cellat sandalyeyi çeker, o malum çatırtı. Bedeni döner döner ve yüzü kıbleye gelince durur hizada. Hekim tamam deyince alır, masaya yatırırlar, manalı bir tebessüm, sanki başka âlemlere bakmakta.
HÜSN-İ HATİME
Halil “darağacında slogan atacak mısın” diye soran arkadaşlarına “hayır” demiştir, “asla!” Son cümlesinin kelime-i şehadet olmasını ister zira. Yürekli bir çocuktur, intihar olmasın diye tabureyi tekmelemeyecektir, ölümden korktuğundan değil yoksa.
O da arkadaşı gibi eğilip bir şeyler söyler celladının kulağına.
Bedeni aynen Selçuk gibi döner, yüzü kıbleye gelince, son nefesini verir uzunca bir solukla. Boğazından urganı çıkarıp masaya yatırırlar. Gözleri yarı açıktır, belli ki güzel şeyler seyretmektedir o anda.
Abdullah Hoca göz kapaklarını çeker, çenesini bağlar. Yasin-i şerif tilavetine başlar. Mesleği icabı çok ölü görmüştür ama bunlar başka... Salih bir müminin uyku hâli vardır simalarında.
Cellat duvarın dibine çökmüş, elleri şakaklarında. Hoca efendi çıkarken yaklaşıp sorar “sahi ne söylediler sana?”
-Belki inanmayacaksın ama hakkını helal et dediler hocam. Bize genelde küfredilir oysa…
MÛTÛ KABLE ENTE MÛT!
Halil ölmeden ölen bir gençtir. Allah’tan (celle celalüh) ne gelirse başı üstüne. Kahrın da hoş der, lütfun da…
Devletin vereceği idam gömleğini istemeyecek kadar hassastır, idam hâli bu, ola ki yırtılır, kirlenir zeval gelmesindir milletin malına. Kendine o güne has bir libas yaptırmak ister, bezi helal parayla alınsındır ama…
Koğuşta 23 ülkücü vardır, bakın şu işe ki alayından çıkan para bir bez alamaz. O günlerde içlerinden birine beyaz bir nevresim gelmiştir, terzi ustaca keser biçer, cübbe kefen arası bir şey çıkarır onlara.
Tamam olmuştur işte. Eğer namazlarını bununla kılar, zikre bununla otururlar ve gözyaşlarıyla yuğup yuğup yıkarlarsa…
Halil’in bir niyazı daha vardır Cenâb-ı Hakk’tan. Ah ruhunu, yağmurun hafif hafif çiselediği bir seher vakti teslim edecek olsa.
Arzu işte… Nelere kadir değildir ki yüce Mevla!
BENDEN DUYMUŞ OLMAYIN AMA!
Buca Cezaevinde o gün alışılmadık bir hava vardır. Gazeteler bırakılmamış, mazgal açılmamıştır. Bu “infaz var” demektir temayüllere bakılırsa. Yine kimi sallandıracaklardır acaba? Terzi geçerken fısıldar, “Halil ile Selçuk’u asacaklar haberiniz ola!”
Koğuş buz keser âdeta. Ne yapabilirsin ki? Derhâl abdestler alınır, seccadeler yayılır, okumasına bilen Mushaf-ı şerifini açar, bilmeyenler tespihlerine sarılırlar.
Duvar, duvar, katil duvar.
Dua ile ulaşabilirler anca…
Gece yarısına kadar iki hatim indirir, sık sık parmaklıklara çıkar Salat-ü selam yollarlar Server-i Kâinat’a… Bu yanık seda arkadaşlarının hücrelerine de ulaşıyordur mutlaka... Şafak sökerken serinlik çöker, inceden yağmur atar. Hani toprak kokusunu yükseltecek kadar.
Tuhaf! Şu kavruk İzmir haziranında!
Koğuştakiler ağlamaklıdır. “Halil’in duası kabul oldu arkadaşlar!”
Ölüme özenilir mi?
Nasıl özenilmez, birazdan can vereceğini biliyorsun ve sana tövbe, helalleşme, kelime-i şehadet imkânı tanınıyor.
ARDIMDAN AĞLAMAYIN!
Ertesi sabah gardiyanlar koğuşun gediklilerini çağırırlar. “Gelin, müdür beyin verecekleri var.” Halil’in emanetleridir bunlar… Yatak döşek, üst baş, cüz, takke, misvak ve dinî kitaplar…
Notlar arasında kıldığı kaza namazlarının listesi vardır. Ölümle ilgili ayet-i kerime ve hadis-i şerifleri toplamıştır bir kâğıda. Ve bir mektup. Annesine babasına hitaben yazılmış. Besmele ile başlar, Resul-i Ekrem’e salat ve selamlarla devam eder. Ebeveynine “sabredin” der, “arkasından yakınmak mevtayı bizar eder zira!”
Ve küçük küçük paketler… Üşenmemiş tek tek etiketlemiştir. Ancak gazeteye sarılı bir bez dikkatlerini çeker. Üzerinde ne yazı, ne işaret. Ya çoraptır, ya fanila. Ne olabilir ki başka?
Tereddütle açarlar. Aaa o da ne? Yeşil bir tülbent! Etrafında zarif bir oya…
İhtimal; iki buçuk yıl kaldığı ölüm hücresinde hanımın danesi dert ortağı olmuştur ona.
Boğazlarda düğümler, yutkunan yutkunana...
İşe yarayan eşyaları mahpuslara dağıtır, hatıraları ailesine yollarlar. Halil’in babası dindar bir insandır. Olanları tevekkülle karşılar. Annesi de öyledir zahir, lakin bir soru gezinmektedir kadıncağızın kafasında. Tamam, oğlu tekbirlerle, tehlillerle vefat etmiştir ama… Şehadet makamına ulaşmış mıdır acaba?
Mürüvvet Hanım o gece rüyasında cennet bahçelerinde dolanmaktadır. Sahabeler toplanmış, sanki birini bekliyorlar. Merakla sorar: Hayırdır, neler oluyor burada?
Bilmiyor musun, şehit Halil’in düğünü var. Resulullah Efendimiz teşrif buyuracak nikâhını! Süphanallah!
Bozkurt mahir
2 ay önce
BABALIK BÖYLE BİRŞEY..!

Delikanlı 16 yaşında iken babası ile tartışmış ve evi terk etmişti. Buna çok öfkelenen baba, evde onun adı bile anılmayacak diye yasak koymuştu. Anne her gece evi terk eden oğlunun yatağına oturup yastığını koklayarak uyuyordu.
“Oğlumu özledim, ne olur gidip arayalım, bulup getirelim” dese de, baba geri adım atmıyordu.
Aradan iki yıl geçmişti.
Oğlunun doğum günü o yıl Babalar günü ile aynı güne denk gelmişti.
Annenin ağlamaklı halini görünce dayanamadı baba “Şu adrese git, oğlunu gör” dedi.
Ve ekledi, “Adresi benim verdiğimi söyleme ama” Birkaç şey daha söyledi ama anne duymuyordu bile, aklında bir tek adres kalmıştı. Anne sevinçten uçuyordu.
Hemen hazırlandı yola koyuldu.
Büyük bir şehrin karşı yakasındaydı babanın verdiği adres.
Gittiği adres bir tamirhaneydi.
Oğlunu tulum içinde gördü.
Bir süre ıslak gözlerle dükkanın karşısından izledi ve oğluna doğru yaklaşmaya başladı.
İki yıl boyunca kendisini arayıp sormayan ailesini unutan delikanlı aniden annesini karşısında görünce önce şaşırdı, sonra koşup sarıldı annesine.
Babası hariç herkesi soruyordu, “o nasıl, bu nasıl,” diyerek.
Ve sonunda “O adam nasıl, hala aksi ve anlayışsız mı?” diye sordu annesine.
Anne cevapsız bıraktı bu soruyu.
“Hadi oğlum gel eve gidelim” dedi.
“Hayır anne, ben böyle iyiyim. O adamla tekrar aynı evde yaşayamam” dedi ve dükkana doğru yürümeye başladı.
Arkasından bir süre bakakalan anne hazırladığı pastayı oğluna vermek için seslendi.
Delikanlı pastayı alırken annesine “Anne ne olur ısrar etme, gelmeyeceğim. Bir gün bile merak edip arayıp sormayan bir adamla aynı evde yaşayamam ben” dedi.
Anne boynu bükük halde oğlunun yanından ayrılmaya hazırlanırken
“Peki oğlum sen bilirsin. Anlaşılan çok kararlısın, gelmeyeceksin. Ama baban dedi ki; son bir aydır arkadaşlık ettiği çocuktan uzak dursun, o çocuk sana zarar verecektir.
Önceki arkadaşıyla barışsın”. Bu kez çocuk donakalmıştı.
Annesi eve dönmüştü. Babaya sitem etti, “Madem biliyordun nerde olduğunu neden benden sakladın?
O yüzden rahattın demek? ”
Hep ters, aksi görünen baba yutkundu ve gözlerinden iki damla yaş akıverdi.
“O benim canımdır ya, canım” dedi.
“Ne zamandan beridir biliyordun? ” diye sordu anne.
“Gittiği günden beridir biliyorum. Bazen öğlen molalarında ne yiyip ne içiyor diye gider uzaktan izlerdim, Bazen akşamları geç gelirdim ya hani, sen beni kahveden sanırdın, işte o zamanlarda da ne yapıyor kimlerle takılıyor diye takip ederdim.”
Karı koca bir birlerine sarılıp ağlarken kapı çalmıştı.
Elleriyle gözlerini silerek kapıyı açmaya gitti anne.
Annesinin kendisine yaptığı pastadan daha büyük bir pasta ve hediye paketi ile içeri girdi delikanlı.
Koşarak babasına sarıldı. “Babalar günün kutlu olsun babaaaa”
Delikanlı anlamıştı. Kendisine hiç bakmadığını düşündüğü babasının, aslında gözünü hiç üzerinden ayırmadığını….!!!
Babalar kızar bağırır ama hep evlatların iyiliği içindir ; evlatlar çocukken bunu anlayamaz.
Fakat bir gün onlar da Anne Baba olunca anlarlar Babanın kıymetini..!
arna

Hiçbirşey Bulunamadı!

Üzgünüz, ancak {{search_query}} arama sorgunuz için veritabanımızda hiçbir şey bulamadık. Lütfen başka anahtar kelimeler yazarak tekrar deneyin.