7 gün önce
ARAPLAŞMIŞ SİYASAL İSLAMCILARIN CENGİZ HAN DÜŞMANLIĞI ......
Ümmetçi İslamcılar ve Araplar, Moğol İmparatorluğuna nefret eder çünkü Cengiz Han, Arap yayılmacılığına büyük darbe vurmuş, çocukları da torunları da kurdukları devletlerle, Araplara geçmişteki Emevi katliamlarının faturasını kesmiştir.
Bildiğiniz gibi 925 yılından önce Moğol diye bir ırk yoktu.
Moğollar ağırlıklı olarak Tatar boylarındandı.
Moğollar, Cengiz Han, Oğulları ve torunlarının kurduğu bir hanedanlıktır.
Cumhurbaşkanlığı Forsunda da Moğol Devleti vardır.
Örnek: Altınorda devleti, Timur devleti, İlhanlılar gibi pek çok kol da vardır.
Moğol-Türk İmparatorluğu hakkında büyük tarihçiler de detaylı bilgiler var, Eberhard'a göre; Moğol -Türk 119 kabileden meydana gelen etnik yapısını Bay-kara, Çoodu, Telengit, Herteg, İrgit, Hovalıg, Darhad gibi Türk boylarının yanı sıra, Soyon, Ket ve Moğol gibi halklar oluşturur, der.
Bunların hepsi Türk'dür
( Hun-Türk İmparatorluğu, Selçuklu-Türk İmparatorluğu Gibi...)
Cengiz Han'ın Torunu Batu Han'ın kurduğu Altınorda Devleti neden 16 Türk devleti arasında sayılıyor?
Koca sülalede sadece Cengiz Han ile Hülagü mü Moğol?
Ayrıca bu Altınorda devletini simgeleyen bir yıldız da Cumhurbaşkanlığı forsunda bulunuyor.
Anlayan anlamayana anlatsın.
Ve Yine Timur, Cengiz Han'ın soyundan gelmektedir.
Uluğ Bey,
Timur İmparatorluğu'nun 4. HÜKÜMDARI ve Türk Matematikçi ve astronomi bilgini. Timur'un oğlu Şahruh'un büyük oğludur..
Babür Şah
Babür İmparatorluğu’nun kurucusu ve ilk hükümdarı. Soyu baba tarafından Timur’a, anne tarafından Cengiz Han'a dayanır.
Çağatay han Cengiz Han'ın Oğlu
(Devletin Resmi dili Çağatay Türkçe si )
Çağatay Hanlığı Hükümdarı ve Kurucusu.
Moğollar Türk müdür? Değil midir?
tartışmasının ana nedenlerinden biri Hülagü Han'ın, Kuteybenin yaptığı Türk katliamının intikamını çok kanlı şekilde almasıdır.
Cengiz Han'ın Torunu HÜLAGU HAN Türkistanda Türk Katliamı yapan arap(Yezid -Muaviye -Kuteybe)den İntikam almak için Bağdat Şehrini alıp, Abbasi Halifesini öldürmüştür.
- arap Tarihçilerinin Osmanlının Devşirme Tarihçilerinin araplaşmış müslüman Türklerin Cengiz Han düşmanlığı bundandır.
- 12 yy Göktengri İnancını bırakıp islamiyete giren Türk Boyları, Türk İnancında kalan Türk Boylarını KAFİR ilan edip, Ganimet için Araplarla beraber saldırıyorlardı.....
Moğol İmparatorluğunun çatısı altında 15-16 tane Türk Devleti vardır.
Cengiz Han'ın Türk olup olmadığı hakkında kimsede şüphe olmasın. O, Öz be öz Türk'tür.
Cengiz Han’ın soyu Çinlilerce , Türklere dayandırılır. Çin kaynaklarında Cengiz Han'ın Türk olduğu, Milletinin Türk Milleti olduğu geçer...
En önemlisi Cengiz Han konuşmalarında kendini Türk olarak tanıtmıştır.
CENGİZ HAN İMPARATORLUĞU
- Adı : TEMUÇİN Türkçe
- Ünvanı : CENGİZ HAN Türkçe
- Devletin Resmi Dili : Türkçe
- Alfabesi : Uygur Türk Alfabesi
- Dini : TENGRİ Türk İnancı.
- Başkent :Türklerin Kutsalı ÖTÜGEN
- Doğum yeri : TÜRKİSTAN Toprağı
- Doğum Tarihi : 12 Hayvanlı
Türk Takvimine göre BARS yılı
- Bastırdığı Paralardaki yazılar Türkçe ve Uygur Türk Alfabesiyle
- İmparatorluk Ordusu Başkomutanı Tuva Türk'ü SABUTAY
- Cengiz Han Yasasına göre Askerler Türk Adı taşımak zorundaydı.
- Devletin Milli İçkisi KIMIZ idi.
- Devletin Milli Ongunu, Simgesi BÖRTEÇİNE ( Bozkurt) idi.
- Türkistan Toprağındaki
Kutsal ÖTÜGEN'de kurulan son GÖKTENGRİ İnancındaki Türk İmparatorluğudur.
Cengiz han Dede Korkut un kültüründen gelmedir.
Dede korkut kültürüde Tengrinin özüdür.... Tengri bir Türk felsefesidir.
Dinde değildir.
Bu felsefede bilime uygun bir felsefedir.
Yani tabiatın , doğanın özüdür....
Yer kürenin bütün yazılımlarıda Dört kutsal kitap safsatasına dayanmaz.....!
Gılgamışa, Dedekorkuta, Odin Ata'ya, Ülgen ve Umay ana öğretisine dayanır....
İnsanlığın tarihinin de bu kültüre dayandığı nı son yılların arkeolojik kazılarıda kanıtlamıştır...
Profesör Zeki Velidi Togan, 1941'de yayınladığı "Moğollar, Çengiz. ve Türklük" adlı küçük eserinde, (s. 18) (ek1) ve 1946'da yayınladığı "Umumî Türk Tarihine Giriş" adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66)(ek2) Çengiz Han'ı 1221'de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir.
Bu elçi, Cengiz'in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir.
Tarihte iki devlet kuran Şatolar, günümüzde Mançurya’da 1000 çadır kalmışlardır.
Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türkler'den inen büyük bir uruktur.
Cengiz'in tipi hakkındaki tarihî bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır.
Cengiz'in aile adı olan "Börçegin", "Börü Tegin'in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi "Çengiz" kelimesi de "Tengiz" yani "Deniz" kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir.
Türkçe'de "t" ile başlayan kelimelerin Moğolca'da "ç" ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.
Yrd. Doç. Dr. Bekir Şişman’ın “Defter-i Çingiznâme” ve Türk Destanlarındaki Kahraman Tipolojisi Açısından“Cengiz Han” makalesinde şu görüşlere yer verilmiştir:
"Cengiz Han, dünya tarihini etkilemiş nadir hükümdarlardan biridir.
Onun hayatını ve mücadelelerini anlatan epik hikâyelere “Cengiznâme”
adı verilmektedir.
Cengiznâmeler üzerine en son çalışmayı Maria İvanics ve Mirkasym A. Usmanov yayımlamıştır.
Bu eser “Das Buch der Dschingis-Legende (Däftär-i Çingiz-nâmä) I” olarak adlandırılmıştır.
Defter-i Çingiznâme,altı bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde (Fasl-i dâstân-i näsl-i Çingiz), Cengiz Han’dan bahsedilir.
Bu anlatıya göre Cengiz Han, Türk destanlarındaki kahraman tipine uygunluk göstermektedir.
Cengiznâme”, Cengiz Han’ın soyu, doğuş tarzı, fetihleri ve tesiri hakkındaki genel halk rivayetlerinden derlenmiş, fakat “tarihî” mahiyette bir destandır.
Cengiz’in şeceresi baba tarafından “Oğuz Han”a dayanıyor ki, tarihçi Reşidüddin Camiü’t-Tevârih’inde bunu kaydetmektedir.
Anası tarafından ise “Altun Han” neslindendir (Köprülü 1986: 234).
Onun yükselişinde etkisi olan, yakın münasebet kurduğu ve akrabalık tesis ettiği pek çok boyun, aşiretin Türk olduğunu ve Türkçe isimler taşıdığını da burada belirtmek durumundayız.
Örneğin; Uryat, Talciyut, Uysun, Salciyut, Barlas,Urugut, Ürenküt, Baykut ve Kanglıyat bu kabilelerden yalnızca birkaçıdır.
Kaynaklar :
#Başkurt Profesör Zeki Velidi Togan
"Moğollar, Çengiz. ve Türklük
Ümmetçi İslamcılar ve Araplar, Moğol İmparatorluğuna nefret eder çünkü Cengiz Han, Arap yayılmacılığına büyük darbe vurmuş, çocukları da torunları da kurdukları devletlerle, Araplara geçmişteki Emevi katliamlarının faturasını kesmiştir.
Bildiğiniz gibi 925 yılından önce Moğol diye bir ırk yoktu.
Moğollar ağırlıklı olarak Tatar boylarındandı.
Moğollar, Cengiz Han, Oğulları ve torunlarının kurduğu bir hanedanlıktır.
Cumhurbaşkanlığı Forsunda da Moğol Devleti vardır.
Örnek: Altınorda devleti, Timur devleti, İlhanlılar gibi pek çok kol da vardır.
Moğol-Türk İmparatorluğu hakkında büyük tarihçiler de detaylı bilgiler var, Eberhard'a göre; Moğol -Türk 119 kabileden meydana gelen etnik yapısını Bay-kara, Çoodu, Telengit, Herteg, İrgit, Hovalıg, Darhad gibi Türk boylarının yanı sıra, Soyon, Ket ve Moğol gibi halklar oluşturur, der.
Bunların hepsi Türk'dür
( Hun-Türk İmparatorluğu, Selçuklu-Türk İmparatorluğu Gibi...)
Cengiz Han'ın Torunu Batu Han'ın kurduğu Altınorda Devleti neden 16 Türk devleti arasında sayılıyor?
Koca sülalede sadece Cengiz Han ile Hülagü mü Moğol?
Ayrıca bu Altınorda devletini simgeleyen bir yıldız da Cumhurbaşkanlığı forsunda bulunuyor.
Anlayan anlamayana anlatsın.
Ve Yine Timur, Cengiz Han'ın soyundan gelmektedir.
Uluğ Bey,
Timur İmparatorluğu'nun 4. HÜKÜMDARI ve Türk Matematikçi ve astronomi bilgini. Timur'un oğlu Şahruh'un büyük oğludur..
Babür Şah
Babür İmparatorluğu’nun kurucusu ve ilk hükümdarı. Soyu baba tarafından Timur’a, anne tarafından Cengiz Han'a dayanır.
Çağatay han Cengiz Han'ın Oğlu
(Devletin Resmi dili Çağatay Türkçe si )
Çağatay Hanlığı Hükümdarı ve Kurucusu.
Moğollar Türk müdür? Değil midir?
tartışmasının ana nedenlerinden biri Hülagü Han'ın, Kuteybenin yaptığı Türk katliamının intikamını çok kanlı şekilde almasıdır.
Cengiz Han'ın Torunu HÜLAGU HAN Türkistanda Türk Katliamı yapan arap(Yezid -Muaviye -Kuteybe)den İntikam almak için Bağdat Şehrini alıp, Abbasi Halifesini öldürmüştür.
- arap Tarihçilerinin Osmanlının Devşirme Tarihçilerinin araplaşmış müslüman Türklerin Cengiz Han düşmanlığı bundandır.
- 12 yy Göktengri İnancını bırakıp islamiyete giren Türk Boyları, Türk İnancında kalan Türk Boylarını KAFİR ilan edip, Ganimet için Araplarla beraber saldırıyorlardı.....
Moğol İmparatorluğunun çatısı altında 15-16 tane Türk Devleti vardır.
Cengiz Han'ın Türk olup olmadığı hakkında kimsede şüphe olmasın. O, Öz be öz Türk'tür.
Cengiz Han’ın soyu Çinlilerce , Türklere dayandırılır. Çin kaynaklarında Cengiz Han'ın Türk olduğu, Milletinin Türk Milleti olduğu geçer...
En önemlisi Cengiz Han konuşmalarında kendini Türk olarak tanıtmıştır.
CENGİZ HAN İMPARATORLUĞU
- Adı : TEMUÇİN Türkçe
- Ünvanı : CENGİZ HAN Türkçe
- Devletin Resmi Dili : Türkçe
- Alfabesi : Uygur Türk Alfabesi
- Dini : TENGRİ Türk İnancı.
- Başkent :Türklerin Kutsalı ÖTÜGEN
- Doğum yeri : TÜRKİSTAN Toprağı
- Doğum Tarihi : 12 Hayvanlı
Türk Takvimine göre BARS yılı
- Bastırdığı Paralardaki yazılar Türkçe ve Uygur Türk Alfabesiyle
- İmparatorluk Ordusu Başkomutanı Tuva Türk'ü SABUTAY
- Cengiz Han Yasasına göre Askerler Türk Adı taşımak zorundaydı.
- Devletin Milli İçkisi KIMIZ idi.
- Devletin Milli Ongunu, Simgesi BÖRTEÇİNE ( Bozkurt) idi.
- Türkistan Toprağındaki
Kutsal ÖTÜGEN'de kurulan son GÖKTENGRİ İnancındaki Türk İmparatorluğudur.
Cengiz han Dede Korkut un kültüründen gelmedir.
Dede korkut kültürüde Tengrinin özüdür.... Tengri bir Türk felsefesidir.
Dinde değildir.
Bu felsefede bilime uygun bir felsefedir.
Yani tabiatın , doğanın özüdür....
Yer kürenin bütün yazılımlarıda Dört kutsal kitap safsatasına dayanmaz.....!
Gılgamışa, Dedekorkuta, Odin Ata'ya, Ülgen ve Umay ana öğretisine dayanır....
İnsanlığın tarihinin de bu kültüre dayandığı nı son yılların arkeolojik kazılarıda kanıtlamıştır...
Profesör Zeki Velidi Togan, 1941'de yayınladığı "Moğollar, Çengiz. ve Türklük" adlı küçük eserinde, (s. 18) (ek1) ve 1946'da yayınladığı "Umumî Türk Tarihine Giriş" adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66)(ek2) Çengiz Han'ı 1221'de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir.
Bu elçi, Cengiz'in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir.
Tarihte iki devlet kuran Şatolar, günümüzde Mançurya’da 1000 çadır kalmışlardır.
Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türkler'den inen büyük bir uruktur.
Cengiz'in tipi hakkındaki tarihî bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır.
Cengiz'in aile adı olan "Börçegin", "Börü Tegin'in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi "Çengiz" kelimesi de "Tengiz" yani "Deniz" kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir.
Türkçe'de "t" ile başlayan kelimelerin Moğolca'da "ç" ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.
Yrd. Doç. Dr. Bekir Şişman’ın “Defter-i Çingiznâme” ve Türk Destanlarındaki Kahraman Tipolojisi Açısından“Cengiz Han” makalesinde şu görüşlere yer verilmiştir:
"Cengiz Han, dünya tarihini etkilemiş nadir hükümdarlardan biridir.
Onun hayatını ve mücadelelerini anlatan epik hikâyelere “Cengiznâme”
adı verilmektedir.
Cengiznâmeler üzerine en son çalışmayı Maria İvanics ve Mirkasym A. Usmanov yayımlamıştır.
Bu eser “Das Buch der Dschingis-Legende (Däftär-i Çingiz-nâmä) I” olarak adlandırılmıştır.
Defter-i Çingiznâme,altı bölümden oluşmaktadır.
Birinci bölümde (Fasl-i dâstân-i näsl-i Çingiz), Cengiz Han’dan bahsedilir.
Bu anlatıya göre Cengiz Han, Türk destanlarındaki kahraman tipine uygunluk göstermektedir.
Cengiznâme”, Cengiz Han’ın soyu, doğuş tarzı, fetihleri ve tesiri hakkındaki genel halk rivayetlerinden derlenmiş, fakat “tarihî” mahiyette bir destandır.
Cengiz’in şeceresi baba tarafından “Oğuz Han”a dayanıyor ki, tarihçi Reşidüddin Camiü’t-Tevârih’inde bunu kaydetmektedir.
Anası tarafından ise “Altun Han” neslindendir (Köprülü 1986: 234).
Onun yükselişinde etkisi olan, yakın münasebet kurduğu ve akrabalık tesis ettiği pek çok boyun, aşiretin Türk olduğunu ve Türkçe isimler taşıdığını da burada belirtmek durumundayız.
Örneğin; Uryat, Talciyut, Uysun, Salciyut, Barlas,Urugut, Ürenküt, Baykut ve Kanglıyat bu kabilelerden yalnızca birkaçıdır.
Kaynaklar :
#Başkurt Profesör Zeki Velidi Togan
"Moğollar, Çengiz. ve Türklük
26 gün önce
ATATÜRK’ÜN İSTANBUL’UN ADINI DÜNYAYA KABUL ETTİRMESİ....
🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
204) Atatürk’ün İstanbul’un Adını Dünya’ya Kabul Ettirmesi (28 Mart 1930)
Yayin Tarihi 29 Kasım, 2018
Kategori ATATÜRK
(28 MART 1930)
Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar İstanbul’un adı, “Konstantiniyye” idi. Atatürk son tarih olarak 28 Mart 1930’u verdi ve bu tarihten sonra yurt dışından gelecek mektuplarda şehrin adı olarak Konstantiniyye yazılması durumunda mektupların iade edileceğini bildirdi. Batı dünyası ayağa kalkmıştı…
İstanbul’a, İstanbul ismini resmen veren kimdir?
Bu şehre en eskiden Byzantion deniliyordu. Sonrasında Constantinopolis (Costantinople) denildi. Zamanla halk arasında İstanbul adı da kullanılmaya başlandı. İstanbul’a Osmanlı Devleti zamanında sadece “Der-Saadet” “Asitane” gibi unvanlar verildi. Hatta başkent anlamına gelen “Payitaht” bile isim gibi kullanıldı. Ama Osmanlı okumuşları dahi Kostantiniyye ismini kullanmaktan vazgeçmediler. Halk; ise İslambol diyordu.
Türklerin eline geçmesine karşın Batılılar bu şehre Konstantin’in Şehri anlamına gelen Konstantinople demeye devam ettiler.
Ta ki Türkiye Cumhuriyeti kurulup Mustafa Kemal Atatürk, bu işe el atana kadar.
Kemal Atatürk; Batı, özellikle de Rum Hıristiyanlığının hedefindeki bir şehir olan İstanbul’u öz adına kavuşturdu. Bunun nasıl olduğunu gelin yabancı bir kaynaktan öğrenelim:
Charles H. Sherrill, 1932-33’te ABD’nin Ankara Büyükelçisi idi. Gazi Mustafa Kemal’i ve yeni cumhuriyeti anlattığı eserinin giriş başlığı çok çarpıcıdır: “Costantinople Değil İstanbul”
Büyükelçi Sherrill burada İstanbul’u anlatırken diyor ki: “Biz yabancılar, bu eski şehir için Costantinople adını kullanmaya o kadar dilimizi alıştırmışız ki şimdi “İstanbul” demekte hayli güçlük çekeriz. Ama 1929 yılının ocak ayından beri bu şehrin resmi adı artık İstanbul’dur ve Costantinople yazılarak gönderilecek mektupların Türk posta idarecileri tarafından geri gönderilmesi ihtimali her zaman vardır…
3 Ocak 1929’da Türkiye’nin posta telgraf ve telefon genel müdürü, merkezi İsviçre’nin Bern şahrinde bulunan Uluslararası Posta, Telgraf ve Telefon Teşkilatı’na bir mektup yazarak bundan sonra “Constantinople” yerine “İstanbul” adının kullanılması gerektiğini resmen bildirmiştir.”
(Bakınız: Bir Elçiden GAZİ MUSTAFA KEMAL, Tercüman Yay. S.24)
İşte bu karardan sonra Konstantin Şehri, resmen İstanbul olmuştur. Böylece Türk ve Müslüman kimliğine kavuşmuştur.
Hurşit Başkurt
🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
204) Atatürk’ün İstanbul’un Adını Dünya’ya Kabul Ettirmesi (28 Mart 1930)
Yayin Tarihi 29 Kasım, 2018
Kategori ATATÜRK
(28 MART 1930)
Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar İstanbul’un adı, “Konstantiniyye” idi. Atatürk son tarih olarak 28 Mart 1930’u verdi ve bu tarihten sonra yurt dışından gelecek mektuplarda şehrin adı olarak Konstantiniyye yazılması durumunda mektupların iade edileceğini bildirdi. Batı dünyası ayağa kalkmıştı…
İstanbul’a, İstanbul ismini resmen veren kimdir?
Bu şehre en eskiden Byzantion deniliyordu. Sonrasında Constantinopolis (Costantinople) denildi. Zamanla halk arasında İstanbul adı da kullanılmaya başlandı. İstanbul’a Osmanlı Devleti zamanında sadece “Der-Saadet” “Asitane” gibi unvanlar verildi. Hatta başkent anlamına gelen “Payitaht” bile isim gibi kullanıldı. Ama Osmanlı okumuşları dahi Kostantiniyye ismini kullanmaktan vazgeçmediler. Halk; ise İslambol diyordu.
Türklerin eline geçmesine karşın Batılılar bu şehre Konstantin’in Şehri anlamına gelen Konstantinople demeye devam ettiler.
Ta ki Türkiye Cumhuriyeti kurulup Mustafa Kemal Atatürk, bu işe el atana kadar.
Kemal Atatürk; Batı, özellikle de Rum Hıristiyanlığının hedefindeki bir şehir olan İstanbul’u öz adına kavuşturdu. Bunun nasıl olduğunu gelin yabancı bir kaynaktan öğrenelim:
Charles H. Sherrill, 1932-33’te ABD’nin Ankara Büyükelçisi idi. Gazi Mustafa Kemal’i ve yeni cumhuriyeti anlattığı eserinin giriş başlığı çok çarpıcıdır: “Costantinople Değil İstanbul”
Büyükelçi Sherrill burada İstanbul’u anlatırken diyor ki: “Biz yabancılar, bu eski şehir için Costantinople adını kullanmaya o kadar dilimizi alıştırmışız ki şimdi “İstanbul” demekte hayli güçlük çekeriz. Ama 1929 yılının ocak ayından beri bu şehrin resmi adı artık İstanbul’dur ve Costantinople yazılarak gönderilecek mektupların Türk posta idarecileri tarafından geri gönderilmesi ihtimali her zaman vardır…
3 Ocak 1929’da Türkiye’nin posta telgraf ve telefon genel müdürü, merkezi İsviçre’nin Bern şahrinde bulunan Uluslararası Posta, Telgraf ve Telefon Teşkilatı’na bir mektup yazarak bundan sonra “Constantinople” yerine “İstanbul” adının kullanılması gerektiğini resmen bildirmiştir.”
(Bakınız: Bir Elçiden GAZİ MUSTAFA KEMAL, Tercüman Yay. S.24)
İşte bu karardan sonra Konstantin Şehri, resmen İstanbul olmuştur. Böylece Türk ve Müslüman kimliğine kavuşmuştur.
Hurşit Başkurt
2 ay önce
CANTURİ'NİN EŞİ
1812 Vatanseverlik Savaşı ve Rus Ordusunun 1813-1814 Dış Seferleri sırasında Başkurtistan'da 20 Başkurt, 2 Teptyar ve 2 Mişar alayı kurulmuş, bu alaylar Napolyon'un ordularının Rusya'dan kovulması ve Avrupa'nın kurtuluşunda rol oynamışlardır.
Alman ressam Jugel'in "20 Şubat 1813'te Berlin'de İlk Kazaklar" adlı çiziminde, Don Kazakları ve Başkurtlardan oluşan düzensiz süvarilerin birleşik bir müfrezesini görüyoruz. Bunlardan biri demir miğfer giymiş, mızrak, kılıç, oklu yay ve kemerine sıkıştırılmış bir tabancayla silahlanmış. İkincisi yüksek üstlü geleneksel yuvarlak bir şapka takıyor, üçüncüsü ise malakhai (kolaksin) takıyor. Bunların arasında bir de kadın görüyoruz. Bu, birçok Başkurt'un eşlerini seferlere götürdüğü bilgisini doğruluyor, özellikle bu, yerel tarihçi ve yayıncı Vasili Zefirov'un 19. yüzyılın ortalarında kaydettiği "Başkurt Canturi Hikâyeleri"nde belirtiliyor:
“Kibitkada bir şey fark ettim: zincir postaydı - Başkurtların eski savaş kıyafeti. Tamamen çelik halkalardan oluşuyor, ancak dördüncüsüyle birbirine bağlanan üç halkanın bütünün yalnızca bir halkasını oluşturduğunu belirtmek gerekir; bir kişiyi baştan bele kadar kaplar; giymeye çalıştım, ancak başaramadım: yaklaşık iki pud ağırlığındaydı ve bir tüfek mermisinin bu zincir postayı ancak yakın mesafeden delebileceğini düşünüyorum.
— Şu anda bu savaş kıyafetini kullanıyor musunuz? - Diye sordum.
"Hayır efendim," diye cevapladı Canturya, "bizim yakışıklı adamlar artık kumaş ceketler, şapkalar giyiyorlar ve ağır zincir zırh giyme alışkanlıklarını kaybettiler." Eskiden Başkurtlar böyle değildi: Sefer emri verirlerdi, sırtlarına zincir zırh giyerlerdi, üstüne mavi bir kaftan, başına beyaz bir şapka, sırtında oklu bir sadak, kemerine takılı bir kılıç, elinde bir mızrak olurdu ve komutanın emrettiği yere giderlerdi. Bu birlik içinde Fransızlarla ve onların büyük şehri Paris'le savaş halindeydim.
"Peki," diye sordum, "Paris iyi mi?"
- Muhteşem bir şehir, çok muhteşem bir şehir! Gülerek ekledi, oradaki kadınlar sadece yakşi. Yalnız karım beni tek başıma yürüyüşe çıkarmıyordu... Kurnaz bir ihtiyar kadın.
"Bir eş gibi," diye sözünü kestim, "savaşta mıydı?"
— Öyleydi ve bir madalyası vardı.
— Bu olabilir mi? Sonuçta bir savaş var!
“Ne efendim,” dedi yaşlı adam, “bizimle şaka mı yapıyorsunuz?” Kızlarımın at sırtında nasıl gezdiklerini gördün, ellerinde sadece bir mızrakla, tam bir Kazak gibiler, her cüretkarı atından düşürürler.
Çay içerken konu tekrar Fransız seferine geldi. Canturya çok ilginç hikayeler anlattı. Esprilerle tatlandırılmış sade anlatımını beğendim...
“Ordumuz,” diye anlatmaya başladı Canturya, “çok hızlı bir şekilde Drizden’e doğru hareket ediyordu… Nerede olduğunu hatırlamıyorum ama yaklaşık elli kişi nöbete alınmıştı. Nasıl kaçırdığımızı bilmiyorum ama şafak vakti yanımıza yaklaşık 20 Fransız geldi, göğüslerinde çelik levhalar vardı (muhtemelen Fransız şövalyeleri); Atlarımıza atladık, mızraklarımızı eyerlerimize bastırdık ve bir çığlıkla kötü adamlara doğru koştuk. Altımdaki at canlıydı, birini delip geçtim ve mızrağı çoktan çıkarmıştım ki, diğeri, bir köpek, bana kılıcıyla sertçe vurdu, zincir posta dayanamadı ve attan düştüm, omzum koptu ve huşumu kaybettim. Kendime geldiğimde yoldaşlarımın yarısının öldürüldüğünü ve geri kalanının bağlandığını gördüm. Karım yanımda değildi ve artık bu dünyada olmadığını düşündüm. Bizi atlara bindirdikten sonra esir aldılar. Yaklaşık bir buçuk saat sonra, tam yüz Don Kazakları aniden ormanın arkasından fırlayıp bizi her taraftan kuşattılar. Sadece 12 tane kalmış olan Fransızlar korkup af dilediler. Eşim Don Kazakları ile birlikteydi ve meseleyi anlattılar: ilk savaşta kadınım bizimkinin dayanamayacağını anlayıp savaş alanından sıvıştı ve ana müfrezeye haber verdi. Evet, o olmasaydı artık memleketimde ziyafet çekemezdim. "Güzel bir kadın, söylenecek bir şey yok..."
Fotoğrafta: Dresden yakınlarındaki 15. Başkurt Alayı'na bağlı bir Başkurt.
Sanatçı A. Kuzhin.
1812 Vatanseverlik Savaşı ve Rus Ordusunun 1813-1814 Dış Seferleri sırasında Başkurtistan'da 20 Başkurt, 2 Teptyar ve 2 Mişar alayı kurulmuş, bu alaylar Napolyon'un ordularının Rusya'dan kovulması ve Avrupa'nın kurtuluşunda rol oynamışlardır.
Alman ressam Jugel'in "20 Şubat 1813'te Berlin'de İlk Kazaklar" adlı çiziminde, Don Kazakları ve Başkurtlardan oluşan düzensiz süvarilerin birleşik bir müfrezesini görüyoruz. Bunlardan biri demir miğfer giymiş, mızrak, kılıç, oklu yay ve kemerine sıkıştırılmış bir tabancayla silahlanmış. İkincisi yüksek üstlü geleneksel yuvarlak bir şapka takıyor, üçüncüsü ise malakhai (kolaksin) takıyor. Bunların arasında bir de kadın görüyoruz. Bu, birçok Başkurt'un eşlerini seferlere götürdüğü bilgisini doğruluyor, özellikle bu, yerel tarihçi ve yayıncı Vasili Zefirov'un 19. yüzyılın ortalarında kaydettiği "Başkurt Canturi Hikâyeleri"nde belirtiliyor:
“Kibitkada bir şey fark ettim: zincir postaydı - Başkurtların eski savaş kıyafeti. Tamamen çelik halkalardan oluşuyor, ancak dördüncüsüyle birbirine bağlanan üç halkanın bütünün yalnızca bir halkasını oluşturduğunu belirtmek gerekir; bir kişiyi baştan bele kadar kaplar; giymeye çalıştım, ancak başaramadım: yaklaşık iki pud ağırlığındaydı ve bir tüfek mermisinin bu zincir postayı ancak yakın mesafeden delebileceğini düşünüyorum.
— Şu anda bu savaş kıyafetini kullanıyor musunuz? - Diye sordum.
"Hayır efendim," diye cevapladı Canturya, "bizim yakışıklı adamlar artık kumaş ceketler, şapkalar giyiyorlar ve ağır zincir zırh giyme alışkanlıklarını kaybettiler." Eskiden Başkurtlar böyle değildi: Sefer emri verirlerdi, sırtlarına zincir zırh giyerlerdi, üstüne mavi bir kaftan, başına beyaz bir şapka, sırtında oklu bir sadak, kemerine takılı bir kılıç, elinde bir mızrak olurdu ve komutanın emrettiği yere giderlerdi. Bu birlik içinde Fransızlarla ve onların büyük şehri Paris'le savaş halindeydim.
"Peki," diye sordum, "Paris iyi mi?"
- Muhteşem bir şehir, çok muhteşem bir şehir! Gülerek ekledi, oradaki kadınlar sadece yakşi. Yalnız karım beni tek başıma yürüyüşe çıkarmıyordu... Kurnaz bir ihtiyar kadın.
"Bir eş gibi," diye sözünü kestim, "savaşta mıydı?"
— Öyleydi ve bir madalyası vardı.
— Bu olabilir mi? Sonuçta bir savaş var!
“Ne efendim,” dedi yaşlı adam, “bizimle şaka mı yapıyorsunuz?” Kızlarımın at sırtında nasıl gezdiklerini gördün, ellerinde sadece bir mızrakla, tam bir Kazak gibiler, her cüretkarı atından düşürürler.
Çay içerken konu tekrar Fransız seferine geldi. Canturya çok ilginç hikayeler anlattı. Esprilerle tatlandırılmış sade anlatımını beğendim...
“Ordumuz,” diye anlatmaya başladı Canturya, “çok hızlı bir şekilde Drizden’e doğru hareket ediyordu… Nerede olduğunu hatırlamıyorum ama yaklaşık elli kişi nöbete alınmıştı. Nasıl kaçırdığımızı bilmiyorum ama şafak vakti yanımıza yaklaşık 20 Fransız geldi, göğüslerinde çelik levhalar vardı (muhtemelen Fransız şövalyeleri); Atlarımıza atladık, mızraklarımızı eyerlerimize bastırdık ve bir çığlıkla kötü adamlara doğru koştuk. Altımdaki at canlıydı, birini delip geçtim ve mızrağı çoktan çıkarmıştım ki, diğeri, bir köpek, bana kılıcıyla sertçe vurdu, zincir posta dayanamadı ve attan düştüm, omzum koptu ve huşumu kaybettim. Kendime geldiğimde yoldaşlarımın yarısının öldürüldüğünü ve geri kalanının bağlandığını gördüm. Karım yanımda değildi ve artık bu dünyada olmadığını düşündüm. Bizi atlara bindirdikten sonra esir aldılar. Yaklaşık bir buçuk saat sonra, tam yüz Don Kazakları aniden ormanın arkasından fırlayıp bizi her taraftan kuşattılar. Sadece 12 tane kalmış olan Fransızlar korkup af dilediler. Eşim Don Kazakları ile birlikteydi ve meseleyi anlattılar: ilk savaşta kadınım bizimkinin dayanamayacağını anlayıp savaş alanından sıvıştı ve ana müfrezeye haber verdi. Evet, o olmasaydı artık memleketimde ziyafet çekemezdim. "Güzel bir kadın, söylenecek bir şey yok..."
Fotoğrafta: Dresden yakınlarındaki 15. Başkurt Alayı'na bağlı bir Başkurt.
Sanatçı A. Kuzhin.
3 ay önce
Son Başbuğ Atatürk, daha 1923 yılında “Türk İzci Ocağı”nı kurar. Bu Ocağın da amblemi Bozkurt’tur. Ayrıca bizzat Atatürk tarafından küçük izcilere “Yavrukurt”, başındakilere ise, “Başkurt” isimleri verilmiştir. Bir müddet sonra da İstanbul İzci Ocağı tarafından Atatürk’e “Başbuğ” denmesi teklif edilmiş ve O da bunu seve seve kabul ettiğini aşağıdaki telgrafla bildirmiştir.
“Vatana yüksek seciyeli ve metin ruhlu gençler yetişmesini temin eylediğim İstanbul Türk İzci Ocağı’nın Başbuğluk teklifini büyük bir hissi iftiharla kabul ediyorum. Genç arkadaşlarıma teşekkür ve selâmımın tebliğini rica ederim. “
Başkumandan Mustafa Kemal
T.B.M.M. Reisi
Genç TÜRKİYE Cumhuriyeti
Budur.
“Vatana yüksek seciyeli ve metin ruhlu gençler yetişmesini temin eylediğim İstanbul Türk İzci Ocağı’nın Başbuğluk teklifini büyük bir hissi iftiharla kabul ediyorum. Genç arkadaşlarıma teşekkür ve selâmımın tebliğini rica ederim. “
Başkumandan Mustafa Kemal
T.B.M.M. Reisi
Genç TÜRKİYE Cumhuriyeti
Budur.