Logo
Bozkurt mahir
13 saat önce
ÜLKÜDAŞLIK ÖLÜRSE ÜLKÜCÜLÜK YAŞAYAMAZ.

Ülkücüyüm demekle ülkücü olunsaydı sanırım bu gün bunları konuşmayacaktık.
Acı ama gerçek
Her ciddi fikirde olduğu gibi ‘nitelik nicelik’ meselesi, eninde sonunda bizim kapımızı da çaldı.
Duyguyla akıl, nitelikle nicelik, siyasetle fikirde, pergelin ayağı gereğinden çok fazla açıldı.
Yılların sorunlarıyla yüzleşiyoruz.

Fikirsiz ruh ne kadar boşsa, ruhsuz fikirde o kadar boştur.
Bizi biz yapan değerleri hoyratça yok ediyoruz.
Ülküdaşlık ölürse ülkücülük yaşayamaz.

Diyeceksiniz ki nereden çıktı bunlar? Tabi ki tavşan gibi şapkadan değil.
Hattı, sınırı zorlayan şeyler var.
Değerlerimiz, kırmızı çizgilerimiz birer birer yok ediliyor.
Dünyanın en iyi harcına, dünyanın en etkili zehri akıtılıyor.

Biz sadece ülkücü değil, aynı zamanda ülküdaş olduğumuzu bir kez daha hatırlatalım istedik.
Hatırlatalım ki hiçbir kimse, kökü mazi de bu yüz yılların mayasını bu kadar hoyratça kirletmesin.

Hiçbir kimse unutmasın ki, ülkücülerin mazisinde ülküdaşlıktan daha güzel bir arkadaşlık,
Ülküdaşlıktan daha candan bir dostluk olmamıştır.
Bu nedenle kimse heveslenmesin, ülküdaşlıktan daha büyük bir parti de olmayacaktır.
Eninde sonunda kötü nam ve şöhretlerinizle birer birer çekip gideceksiniz hayatımızdan.

Çünkü ülküdaşlık devre dışı kalınca ülkücülük yükü çekmeye, korumaya yetmiyor.

Dünyada bu kadar şehit, bu kadar gazi, bu kadar acı, bu kadar tatlı anıyla mayalanmış bir başka hareket yoktur çünkü.

Defalarca kandırılsak da
Defalarca unutulsak, defalarca hayal kırıklığına uğrasak da

Defalarca dışlansak
Defalarca ciğeri beş para etmeyenlere yenilsek te
Bu böyledir böyle olmaya da devam edecektir.

Çünkü kolay değil, ezileni sürüleni saymıyoruz.
Tam beş bin şehit, tam beş bin gardaş gömdük toprağa.

Değişmiyor, değişemiyor insan, ruhundan, içinden çıkarıp atamıyor.
Ta! Kılcal damarlarımıza kadar işleyen bir aşktan, bir ruhtan bahsediyoruz.
İtilse de, kakılsa da bitmeyen tükenmeyen bir sevdadan.

Ülkücü olan herkes bilir bunu: Ülkücünün canı çıkar, ama ülkücülüğü çıkmaz içinden.
Bilmeyenlere ne kadar anlatsak boş. Anlatsak ta anlamazlar zaten.
Onların ülkücülüğü, tıpkı dindeki Emevi din anlayışı gibi özsüz, ruhsuz bir şekilden ibarettir sadece.

Hasılı sütü başka, mayası başkadır ülküdaşlığın. Özel hasletler, özel şartlar gerektirir, herkeste tutmaz.
Çayı başka, simidi başka, ekmeği başka, dostluğu başka, arkadaşlığı başkadır.
Muhabbeti, yazısı, afişi, mitingi, anısı, hatırası, kederi, sevinci her şeyi başkadır ülkücünün.

Orhun Abidelerinden bu yana hiç sönmeyen bir ocakta, hiç sönmeyen bir korla yanar.
Abı hayat suyu gibi, abı hayat ateşidir bir nevi ocak yani.
Adı dün başka, bu gün başka olsa da, Oğuz Handan Atatürk’e kadar cevheri hep aynıdır.

İçten dıştan her türlü saldırıya rağmen bitmemesinin, sönmemesinin sebebi budur.
Salt bir fikir değil yani.

Birilerinin belki bir sosyoloğun,
Belki bir felsefecinin
Belki bir sosyal psikoloğun
Belki bir tarihçi, belki bir edebiyatçının
Bu kadar karmaşık, bu kadar güçlü bir çekim gücüne söyleyecek bir şeyleri olmalı. Bizim şimdilik yok.

Ülkücü olanla olmayanda tanır birbirini.
Ama melun bir el, hep can evinden, sırtından vurur onları.
Kurdu hep içindedir.

Hani kanla irfanla kurduk biz bu cumhuriyeti diye başlayan güzel bir marş var ya
İşte biz de tıpkı onun gibi
Kanla irfanla kurduk biz bu ülküdaşlığı.
İdealsiz, köksüz, ruhsuz, pis siyasetin oyunlarıyla değil.

İlmek ilmek yürek yürek ördük biz bu sevgiyi.
Yedi düvele boşuna nam salmadık.
Koskocaman bir teşkilattık, ama küçücük bir aile gibi hepimiz bir birimiz tanırdık.
Bir birinin evinde yatmayan, bir birinin ekmeğini aşını yemeyen ülkücü yoktu.

Ne yalan söyliyeyim bu yedi kat yabancı ülkücülüğe hala alışamadım.

Çünkü gördük ki, ne kadar mangalda kül bırakılmazsa bırakılmasın, kederi ve sevinci paylaşmadan ülkücü olunabiliyor, ama ülküdaş olunamıyormuş bir türlü.

Saygı, sevgi, ruh, şuur, asalet, cesaret, iman, ahlak, bilgi, inanç sayın sayabildiğiniz kadar bizi biz yapan o kadar çok değerimiz varmış ki. Şimdi neredeyse hiç birisi yok.
Kim ne derse desin, bir şeyler eksik arkadaş!
O tadı, o aşkı, o sevdayı vermeye yetmiyor eldeki.

Aynı partili miyiz? Evet! aynı partiliyiz, ama hepsi o kadar.
Yani Keder de ve kıvançta bir olmadan, ülküdaş olmak kolay değil öyle.

Ülkücünün ülkücüye güvensizliği o kadar had safhaya ulaştı ki, birileri artık buna dur demek zorunda.
Bu kadar iyi bir kumaştan, bu kadar kötü bir elbise acaba nasıl çıktı diye oturup uzun uzun düşünmek zorundayız. Çıkarcıların partisi oluyor da davası olmuyor ne yazık ki. Bu kadar güzel insanlara bu kadar çirkin bir elbise yakışmıyor.

Her şey için sosyolojik bir tahlil gerekiyor.
Bir fert değil, bir hareketiz çünkü. Ama yok.
Sosyolojiyle işimiz olmadığı için es geçiyoruz. Tıpkı ilmi, irfanı, Edebiyatı, sanatı, sporu pek çok şeyi es geçtiğimiz gibi. Nereye kadar es geçeceksek.

Ne kadar acı değil mi? Ziya Gökalp’le Cumhuriyetin temellerini oluşturan bir hareketten, sosyolojiyi gale almayan bir harekete dönüştük. Ama Kim bilir, belki bizim de bir gün birbirimizi kötüleyerek değil, ama eleştirerek daha iyi, daha güzele ulaşmak için Frankfurt Okulu gibi bir okulumuz olur.

Diyeceğim büyük ülküler başka, küçük hesaplar başkaymış arkadaşlar! İnsan ancak yaşayınca anlıyor.
Bizimkisi kazanamasak da büyüktü.
Küçüğü belki de bundan tat vermiyor bize.

Takmışlar bir kere kafayı mitile, iktidarı bile hayal etmeyenler, koskocaman Turanı nasıl hayal edebilir ki? Milliyetçilerin misyonunda, tarihin hiç bir döneminde yancılık olmamıştı, ama şimdi bal gibide yancıyız işte.

Kör müsünüz? Gözümüzün içine baka baka aldatıyorlar bizi. BDP ile tahterevallide tartıyorlar, daha ne olsun. Kürdistanlar, Lazistanlar, ekümenik ayakları şimdiden havada uçuşuyor.

Bu kadar köklü, bu kadar büyük bir fikrin yanında sağdı, soldu, mitildi, yataktı, yorgandı o kadar basit, o kadar sıradan, o kadar komik geliyor ki insana

Ayıptır, yazıktır, günahtır!
Bu Türk milliyetçiliğiyle, bu Türk milliyetçileri ile alay etmek demektir.
Diğerleri ne yaparsa yapsın, bu ahval ve şerait Türk milliyetçilerine yakışmıyor.

Siyaset ve demokrasiye seviye gelecekse bu, milliyetçilerin savrulmasıyla değil, ancak ve ancak kendisine gelmesiyle mümkündür.

Yani, kim ne derse desin, siz ne kadar uzaklaştırmaya, siz ne kadar unutturmaya çalışırsanız çalışın, biz yine de ulu önder Atatürk ve Başbuğun izinde ilerlemeye,
İlim, ideal, ilke ve ahlakla vücut bulmuş, çağdaş milliyetçi toplumcu düşünceyi savunmaya devam edeceğiz.

İki partili sisteme de geçsek, üçüncü parti olarak değil, birinci parti olarak eninde sonunda Türk siyasetinde ki yerimizi alacağız. Çünkü Türk’te çözüm, Çünkü Türk’te Atatürk bitmez.
Ülkücüler, Türk milliyetçileri son sözünü söylemedi daha.

HASAN GÖMLEKSİZ 17 / Haziran / 2019
Bozkurt mahir
3 gün önce
İsrail'in, İran'a yaptığı saldırıdan, BİZİM DEVLET OLARAK ALMAMIZ GEREKEN DERSLER:
1) İç ve dış istihbaratın güçlü olmalı,
Karşıdaki düşmanın iç yapısını iyi bilmelisin.
Düşmanının, senin içindeki uzantılarını ve istihbarat alanlarını yok etmelisin.
2) Devlet yönetimin ile halkın arasında, kopukluk olmamalı. Tam bir milli birlik içerisinde olmalısın.
İç düşmanlarını bilecek, bunların dış düşmanla işbirliği ihtimalini ortadan kaldıracaksın.
3) Potansiyelini, operasyon gücünü bileceksin, şov ve propaganda ile hareket etmeyeceksin.
Düşmanınını durumunu, onun finans ve dış destek alanlarını iyi bileceksin.
4) Savaşacağın zamanı; ortama, gücüne göre sen belirliyeceksin.
Dış tahriklere göre değil, hazır olduğun zamana ve dünya ülkelerinin durumuna göre hamle yapacaksın. Meşru ve güçlü olacaksın.
5) Bu coğrafyada, devletin ve milletin ile güçlü olacaksın.
"Devletin ile sistemin ile halkın ile bir didişme ve hesaplaşma içerisinde olmayacaksın."
MİLLÎ DİR DEVLET OLACAKSIN !
Bileceksin ki etrafındaki emperyalist ve siyonist devletler her an fırsat kollamaktadır.
6) Hemen yanı başına bir fitne kazanı gibi durmadan hareket halinde olan, yayılmacı ve işgalci siyonist bir devletin, tarihini, kuruluş amacını, nihayi hedeflerini iyi bileceksin.
Buna göre önlemlerini alacak ve dış politikanı belirleyeceksin.
7) Bilmelisin ki "güneyindeki" zengin arap ülkelerinin , bir islam ülkesi duruşu yoktur.
Bunlar, İslam dünyasından ve halklarından kopuk, bireysel menfaat hanedanlıklarıdır.
Bu ülkeler, maalesef batı emperyalizminin finansal kaynağı ve askeri üssüdür.
Bu ülkelere hiçbir zaman güvenmeyecek, arkanı dönmeyeceksin.
8 ) Bölgesel güçlü bir istikrar devleti olacaksın.
Emperyal batı bloku ile siyonizme ve doğudan yaklaşan küresel emperyalizme karşı; "Doğu Avrupa' dan Balkanlar'a , Kuzey Afrika' dan Pakistan'a, Endonezya'dan Kazakistan'a" DOSTLUK KÖPRÜSÜ kuracak, bütün bu bölgeleri kapsayacak şekilde, "EKONOMİK VE ASKERİ İŞBİRLİĞİ TEŞKİLATLARI" oluşturacaksın.
Batı/ABD-Avrupa Emperyalizmi ve onların Ortadoğu'daki siyonist uzantısı ile Doğu/Cin-Rusya Emperyalist hedefleri arasında, güçlü ve bölgesel istikrarlı ülke olabilmenin nihayi geregi budur !
Türk Devletleri' nin geleceği, bu birlikteliğe bağlıdır.
9) Askeri gücün, caydırıcı ve etkili olmalıdır.
Teknolojik askeri altyapı ve profesyonel hareket kabiliyetine sahip askeri birlikler, dünya ölceğinin üzerinde güçlendirilmelidir.
Milli güvenliğini sağlayacak bu askeri gücün; devletine tam bağlı, liyakatli, eğitimli ve vatansever kuvvetlerlerden oluşmalıdır.
10) MİLLİ İSTİHBARATIN; içte ve dıştan, eğitimli, liyakatli, yeterli donanıma sahip, yetkili ve etkili,
ADI GİBİ MİLLİ KADROLARDAN OLUŞTURULMALIDIR.
Milli olacak istihbaratın, dış etkilere, sızmalara tamamen kapalı olması elzemdir.
Bu kuruma gerekli yatırım yapılmalı, DÜNYA ÖLCEĞİNDE ! İÇ İSTİHBARAT VE DIŞ İSTİHBARAT OLARAK YAPILANDIRILMALIDIR.
Devletin istihbaratı, her türlü altyapısı, eğitimli milli kadrosu ile bu ülkenin, dünyadaki gözü kulağı olmalı, gereğinde caydırıcı ve acil müdahele gücü olmalıdır.
11) İlim ve bilim rehber alınmalıdır.
Bu alanda, geleceğin kadroları oluşturulmalı, bilim adamlarına her türlü kaynak sağlanmalı, yetişen kadrolar, ayrıcalıklı koruma altına alınmalıdır.
Ülkelerin geleceğinin teminatı, nitelikli yerişmiş kadrolardadır.
12) Ülkenin yetiştirdiği kritik öneme sahip bilim adamları ile birlikte,
Gerek istihbarat mensupları gerekse emniyet ve askeri üst yönetimin, mutlak koruma altında olmalıdır.
Bu kadrolar, düşmanın ve yabancı istihbaratın kolay hedefi olmamalıdır.
Ciddi devlet geleneğinde, üst düzey güvenlik gücü yötecilerinin emniyeti ve güvenliği, devletin onurudur.
13) Teknolojik dışa bağımlılıktan kısa sürede kurtulmak gerekir.
Üreten toplum olmak gereği vardır.
Üretene, teşvik edilmeli , değer ve destek verilmelidir.
Bireysel zenginliği değil toplumsal gelişim ve zenginleşmeyi öncelikli hale getirmek gerekir.
14) Eğitim ve sağlık MİLLİ DEVLET POLİTİKASI haline getirilmelidir.
Cehalet, toplumların yokoluşlarının temel sebebidir.
Eğitim, bilime ve ilime dayalı, gelişmiş ülkeler düzeyinin üzerine çıkarılmalıdır.
Yüksek öğrenim, nitelikli hale getirilmelidir. Vakıf ve apartman yerleşkelerinin, ranta dayalı eğitimin bu ülke gençliğine bir faydası olmamaktadır.
Üniversitelerin sayıları ve mezuniyetler baz alınmamalı, üniversitelerin, alanında uzman ve donanımlı nesiller yetiştirmesine bakılmalıdır.
Sağlık ve kadrolarına sahip çıkılmalıdır.
Halk sağlığı, apartman üniversiteleri gibi türeyen özel hastanelerinin insafına terk edilmemelidir.
15) ADALET, gerçek anlamı ile devletin temeli olmalıdır.
Eğitim sistemi tekrar gözden geçirilmeli, bu kadrolar her yönüyle nitelikli hale getirilmelidir.
Adaletin, nitelikli, tarafsız ve tam tesisi, herşeyin güvencesi olacaktır.
Adalete güven, devlet yönetiminin aynasıdır.
16) Devlet, halkı ile tam bir bütünlük içinde hareket etmelidir.
Benim adamım, rejmin adamı, ayrıcalıklı sınıf ve gurupların oluşmasına zemin hazırlanmamalıdır.
Millet, ayrıştırılmamalı, kutuplaştırılmamalı ve ötekileştirilmemelidir.
Her bir ferdin, bu ülke için bir değer olduğu, ülkenin aslî unsuru ve devletinin sahibi olduğu bilinci verilmelidir.
Devlet; yönetimi ile milleti ile tek vücut olduğunu, iç ve dış düşmanlara net göstermelidir.
* Sizlerin de bu savaştan çıkardığınız dersleri, (siyasi polimik oluşturmadan ve tarafgir davranmadan) ülke ve milletimizin menfaatine olacak şekilde ilave etmenizi isterim.
Cenk rst
4 gün önce
Kraliçe garısı Korkut’u yakaladı ya la..🤬
#Teşkilat
Bozkurt mahir
11 gün önce
Çankırı, Çerkeşli, Ali Osman Devecioğlu, Çalcıören köyündendi.

Ailece İstanbul’a yerleşmişlerdi. Şişli Büyük Ülkü Derneği yönetimindeydi ve Şişli MHP gençlik teşkilatının en aktif üyelerindendi.

7 Haziran 1979 günü annesini hastaneye götürmek için sabah komşusunun arabasına bindiler.

Otomobilin sahibi unuttuğu bir paketi almak için eve gittiğinde pusuda bekleyen komünistler otomobili yaylım ateşine tuttular.

Annesi oğlunun üzerine kapanarak korumak istedi ancak ülküdaşımızı kızıl kurşunların hedefi olmaktan kurtaramadı.

Havva anne kollarından ve boynundan aldığı kurşunlarla ağır yaralanırken, Ülküdaşımız oracıkta şehit düştü.

Şehadetinin seneyi devriyesinde rahmetle anıyorum.

Aziz ve asil ruhu şad olsun.
Bozkurt mahir
15 gün önce
İstikbalini , Ömrünü, malını , canını , kısaca bütün Hayatını inandığı DAVASINA adamış ,,

Bu yolda ŞEHİT olmuş , GAZİ olmuş , Sağlığını kaybetmiş , darda kalmış ,

Bu yolda herşeyini kaybetmiş YİĞİT , CANDAN ,
Bir o kadarda içten , Duruşu Karakterli , Ülkücülüğü Dümdüz ,
Eğrisi büğrüsü olmamış TÖRE , TEŞKİLAT bilmiş , Lidere İtaat DAVA ya sadakat ile ömrünü geçirmiş , Ama bugün arka sıralarda kalmış , Yalakalık ne bilmemis , alavere dalavere işlere aklı ermemiş , makam mevki gibi koltuk derdi olmamış ,,

Kulağı Liderde , Teşkilatta olan ne emir verilirse onu yapmaya hazır ..
Afiş yapıştırmak , Bayrak asmak , çay dağıtmaktan tutun , yapilacak ne iş varsa yapmaya hazır bu hareketin gerçek

ÜLKÜ DEVLERİ..

Hizmet ve Mücadelede hep Önde ,,
Şahsi istekleri hiç olmamış , nefsi çıkar hesaplarında hep arkada kalmasını bilmiş
eli öpülesi

" DAVA ADAMLARI "

Ocağa ilk adım attığı günkü gibi masum , çıkarsız , samimi
Liderin Teşkilatın enrinde , Gözleri her türlü makama koltuğa çıkara kapalı Allah Rızası için , Ülkücü olduğu için , İnandığı Hak bildiği DAVA sına Hizmet etmek ,,,
Gerekirse Hayatını vernek için

HAZIROLDA BEKLEMEKTE...

Gidenlere RAHMET
Kalanlara SELAM olsun ..!!
Bozkurt mahir
16 gün önce
ATATÜRK’ÜN İSTANBUL’UN ADINI DÜNYAYA KABUL ETTİRMESİ....
🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷🇹🇷
204) Atatürk’ün İstanbul’un Adını Dünya’ya Kabul Ettirmesi (28 Mart 1930)
Yayin Tarihi 29 Kasım, 2018
Kategori ATATÜRK

(28 MART 1930)

Ulu Önder Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti’ne kadar İstanbul’un adı, “Konstantiniyye” idi. Atatürk son tarih olarak 28 Mart 1930’u verdi ve bu tarihten sonra yurt dışından gelecek mektuplarda şehrin adı olarak Konstantiniyye yazılması durumunda mektupların iade edileceğini bildirdi. Batı dünyası ayağa kalkmıştı…

İstanbul’a, İstanbul ismini resmen veren kimdir?

Bu şehre en eskiden Byzantion deniliyordu. Sonrasında Constantinopolis (Costantinople) denildi. Zamanla halk arasında İstanbul adı da kullanılmaya başlandı. İstanbul’a Osmanlı Devleti zamanında sadece “Der-Saadet” “Asitane” gibi unvanlar verildi. Hatta başkent anlamına gelen “Payitaht” bile isim gibi kullanıldı. Ama Osmanlı okumuşları dahi Kostantiniyye ismini kullanmaktan vazgeçmediler. Halk; ise İslambol diyordu.

Türklerin eline geçmesine karşın Batılılar bu şehre Konstantin’in Şehri anlamına gelen Konstantinople demeye devam ettiler.

Ta ki Türkiye Cumhuriyeti kurulup Mustafa Kemal Atatürk, bu işe el atana kadar.

Kemal Atatürk; Batı, özellikle de Rum Hıristiyanlığının hedefindeki bir şehir olan İstanbul’u öz adına kavuşturdu. Bunun nasıl olduğunu gelin yabancı bir kaynaktan öğrenelim:

Charles H. Sherrill, 1932-33’te ABD’nin Ankara Büyükelçisi idi. Gazi Mustafa Kemal’i ve yeni cumhuriyeti anlattığı eserinin giriş başlığı çok çarpıcıdır: “Costantinople Değil İstanbul”

Büyükelçi Sherrill burada İstanbul’u anlatırken diyor ki: “Biz yabancılar, bu eski şehir için Costantinople adını kullanmaya o kadar dilimizi alıştırmışız ki şimdi “İstanbul” demekte hayli güçlük çekeriz. Ama 1929 yılının ocak ayından beri bu şehrin resmi adı artık İstanbul’dur ve Costantinople yazılarak gönderilecek mektupların Türk posta idarecileri tarafından geri gönderilmesi ihtimali her zaman vardır…
3 Ocak 1929’da Türkiye’nin posta telgraf ve telefon genel müdürü, merkezi İsviçre’nin Bern şahrinde bulunan Uluslararası Posta, Telgraf ve Telefon Teşkilatı’na bir mektup yazarak bundan sonra “Constantinople” yerine “İstanbul” adının kullanılması gerektiğini resmen bildirmiştir.”

(Bakınız: Bir Elçiden GAZİ MUSTAFA KEMAL, Tercüman Yay. S.24)

İşte bu karardan sonra Konstantin Şehri, resmen İstanbul olmuştur. Böylece Türk ve Müslüman kimliğine kavuşmuştur.
Hurşit Başkurt
Bozkurt mahir
16 gün önce
Atatürk’ü zehirleyerek şehit ettirilmesinde Masonların rolü !

*Dünyayı değiştiren bir insan ölüyor, ama otopsisi yapılmıyor. Üstelik bu otopsi çok istenmesine rağmen yapılmıyor.

*Atatürk'ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda "ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması" olarak gösterilirken, ikinci raporda ise "alkolle ilgili karaciğer iltihabı" neden olarak gösterilmektedir.

*Atatürk, mason localarına karşı büyük bir savaş veriyor. Yıl 1935. Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt'a Masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verir ve der ki;

*"Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Gurup Başkanlığına ver, gurupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve gurupça kapanmasına delalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır."

*Böylece Bozkurt, Paşa'nın istediğini yaptı, "Masonlara ölüm" naraları altında, mecliste locaları kapatma kararı çıktı.
Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara'da

*Çankaya köşkünde Doktor Mim Kemal Öke"ye hitaben: "Mason cemiyetinin faaliyetini inkılâplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeye teşebbüs etmeyiniz." demişti.

*Yüksek dereceli bir mason olan Avram (İbrahim, Abraham) Benaroyas, Türkiye Mason Cemiyeti'nin kapandığını Moskova'da bir toplantı sırasındayken öğrendi ve şöyle dedi: "O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!" (-Laiki Foni "Halkın Sesi" gazetesi, Yunanistan, 1948.)

*Atatürk öldükten sonra, İsmet Paşa'nın cumhurbaşkanlığı sırasında, "kanun-u mahsusla localar kapanmadı! Tekrar açmaya hakkımız var!" diyen Masonların müracaatı üzerine, tekrar localar açılıp faaliyete başladılar…

*Ceyhan Mumcu'nun 16.10.2005 tarihinde Mahiye Morgül'e anlatımından bir alıntı yapalım:

*"Bir deniz tabip albayının Atatürk'ün ölümü hakkında yapmış olduğu bir doktora tezi var. Orada Atatürk'e yanlış tedavi uygulandığı anlatılmaktadır. Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi.

*Atatürk'e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı "Kinin" yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflas etmiş, siroza dönüşmüştü. Tedaviyi yapan doktor mason locası üstadı azamlarından Doktor Mim Kemal Öke'dir.

*"Atatürkçü" bilinen Celal Bayar ise 1952'de, Ahmet Gürkan'ın teklif ettiği ve Masonların localarını kapatmak istediği kanun teklifini ret ederek bu suretle localarını kanunla pekiştirdi. Celal Bayar, kendisi de bir masondu.

*İşin özü, Atatürk, zehirlendiğini anlamıştı artık. Afet İnan'a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu; "Afet, vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir. Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger'i getirtti."

*Atatürk'ün kovduğu ve "ben hayatta olduğum sürece Türkiye'ye gelemezler" dediği Rotheschild ve Rockefeller aileleri Türkiye'ye çörekleniyorlar. Sonra, İsrail kuruluyor. Atatürk düşmanlarıyla İsrail, ne kadar gurur duysa az!

*"Atatürk, içkiden öldü!" yalan ve iftirasını yayanlar, bunun hesabını asla veremezler. Peygamberimizin zehirlenerek şehit edildiğini dahi bilmeyenler, Atatürk'ün zehirlenerek şehit edildiğini, nerden bilsinler!

*Atatürk'ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm.

*Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim.

*Atatürk'ün tedavi amaçlı verildiği diğer ilaç 'piremidon'dur. İnsanlar üzerinde toksin 'zehirli' etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır.

*'Civalı diuretik' olan 'salyrgan' isimli ilacın ise 3 Ağustos 1938 tarihinde yapılan konsültasyondan önce kullanımının tehlikeli olacağı bilindiği halde bu ilacın kullanılmasına devam edilmiştir.

*Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hâkim olmuştur."

http://www.yenimesaj.com.t... Karaca)
Bozkurt mahir
17 gün önce
İŞTE KÜRT BİLİNEN ÜNLÜ ERMENİLER..!

PKK 35 bin kişinin kanını ellerinde taşıyan PKK lideri Artin Agopyan (APO) ermenidir.

“Parmaksız Zeki” kod adlı Şemdin Sakık, Ermeni’dir. Nenesinin Ermeni olduğunu kendisi açıklamıştır.

Bölücü Kürt partisi milletvekili Sırrı Sakık Ermeni’dir.

Bölücü Kürt partisi sözde “eş başkanı” Emine Ayna, katıksız bir Ermeni’dir.

PKK’nın önderlik ettiği, şimdi pek adı duyulmayan “sürgünde Kürdistan hükümeti” delegesi, 1959-Silvan doğumlu Semra Bakır, Ermeni’dir. Semra’nın kardeşi Orhan Bakır’ın asıl adı Armenak’tır. Ermeni terör örgütü TİKKO mensubu idi, Örgütün merkez komitesine kadar yükselen Orhan Bakır, güvenlik güçleriyle girdiği çatışmada öldürülmüştür.

1977-Silvan doğumlu Bülent Bakır Ermeni’dir.

“Sürgündeki hükümet” delegesi Meryem Tabaş Ermeni’dir. Dedesi Hokar, nenesi Haykanuş’tur.

“Zazan Bertin” kod adlı 1980-Silvan doğumlu Ruşen Tapancı Ermeni’dir. Dedesinin adı Ohannis’tir. “Mavi Çarşı”nın yakılması eylemine katılmıştır.

1975 doğumlu Yusuf Cihangir Ermeni’dir. Dedesinin adı Vartan’dır.
1965-Karakaçan doğumlu Adnan Dizin Ermeni’dir. Dedesinin adı Kirkor’dur.

1970-Siirt doğumlu Nihat Türksoy, hiç de TÜRK soylu değildir, Ermeni’ dir. Dedesinin adı Serkis, nenesinin adı Zerdo’dur.
1977-Bozova doğumlu Mehmet Güzel Ermeni’dir. Dedesinin adı Mıgırdıç, nenesinin adı İlsevik’tir.

“Cihan” kod adlı, 1974-Pertek doğumlu Akif Yadigâroğulları Ermeni’dir. Büyük dedesi Apkar, nenesi Maryam’dır.

1973-Ömerli doğumlu Metin Gümüş Ermeni’dir. Büyük dedesi Artin, ninesi Dihram’dır.

1948-Palu doğumlu Zülküf Demirtaş Ermeni’dir. Bu hıristiyan herif, “HADEP İmamlar Birliği” üyesi olmuştur!..

1978-Silvan doğumlu Sidar Şimşek Ermeni’dir. DEHAP ilçe teşkilatında görev yapmıştır. Büyük dedesi Bedros, nenesi Luşin’dir.

1977-Diyarbakır doğumlu Mehmet Sami Geniş Ermeni’dir.
Uyuşturucu madde kaçakçısıdır. Yakalanıp, 11.12.2002 tarihindeİstanbul; 6.DGM mahkemesinde CK/405 ve CK/403: Uyuşturucu madde ticaretinden yargılanarak 6 yıl 8 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır. Büyük dedesi Serkis, nenesi Şuşi’dir.

1975-Afşin doğumlu Özgür Erbil Ermeni’dir. Sahte belgeler ile yurtdışına çıkmıştır. Almanya’da, uyuşturucu tâciridir. Büyük dedesi Akup (agop), nenesi Lüsye’dir.

1977-Silvan doğumlu Orhan Olsen Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı İliyo, nenesinin adı Mari’dir. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.

1968-Muş doğumlu Kutbettin Akşula Ermeni’dir. 1992 yılında Muş ilinde PKK terör örgütüne maddî yönden destek sağlamak amacıyla silah kaçakçılığı yapmaktan tutuklanmıştır Büyük dedesi Vartan, nenesi Zelha’dır. Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
1979-Yurtbeyi doğumlu Barış Başak Ermeni’dir. Büyük nenesinin adı Kotine’dir. DTP kurucu üyesidir.

1953-İdil doğumlu Abdülaziz Özdemir Ermeni’dir. Dedesi Yusuf, ninesi Kazo’dur. 21.2.1991 günkü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.
1972-Siverek doğumlu Levent Kayadağ Ermeni’dir. Dedesi Migdat, ninesi Havuş adındadır. 16.10.1993 günü çatışmada ölü ele geçirilmiştir.

1954-Beştüşşebap doğumlu Mehmet Öztunç Ermeni’dir. Dedesinin adı Musa, nenesinin adı Miran’dır. PKK’ya yardım ve yataklıktan tutuklanmış, daha sonra HADEP Antalya İl Kurulu’na seçilmiştir.

1977-Karayazı doğumlu İdris Sefil Ermeni’dir. Terörden hapis yatmış, sonra bir ara Konya HADEP Gençlik Komitesi üyeliği yapmıştır.Sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.
İdris’in akrabası Ersin Sefil de Ermeni’dir. Kuzey ırak’ta çatışmada öldürülmüştür.

1974-Hazro doğumlu Haci İçer’in hacılıkla hocalıkla alâkası yoktur, Ermeni’dir. Dedesi Ali, nenesi Gule’dir. HADEP Hazro İlçe Yönetim Kurulu üyesi idi. O da sahte çürük raporu alarak askere gitmemiştir.

1973-Yaylayanı doğumlu Dilâver Öncü Ermeni’dir. HADEP Konak Şubesi Yönetim Kurulu üyesi idi. Izmir’de misyonerlik faaliyetinde bulunmuş, kilisede vaaz vererek hıristiyanlık propogandası yapmıştır.

1965-Firke doğumlu Edip Yıldız Ermeni’dir. Büyük dedesi Gaço, nenesi Rihan’dır. HADEP Parti Meclisi üyesi idi. PKK’lı suçluların avukatlığını yapmaktadır. Nevşehir E tipi cezaevinde yatan PKK terör örgütü mensubu Nimet Can’ın avukatlığını yapmıştır
.
1964-Benek doğumlu Haşim Benek Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Şiho, nenesinin adı Kitro’dur. 16.03.1985 günü Şırnak ilçesi Dereler Köyü civarında, Eşek Mağaraları mevkiinde güvenlik kuvvetleri ile teröristler arasında çıkan çatışmada sağ olarak ele geçirilmiş ve Diyarbakır mahkemesinde CK/ 1 68 : yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmıştır. Hapis yatmış, sonra DEP Antalya-Muratpaşa Belediye Encümeni adayı olmuştur.

1954-Kamberşeyh doğumlu Mahmut Hakkı Eşiyok Ermeni’dir. Büyük dedesinin adı Hokar, nenesinin adı Haykanuş’tur. HADEP İstanbul il teşkilatı sekreterliği yapmıştır.

1959-Urfa doğumlu İzzettin Kalaycı Ermeni’dir. 11.7.1986 tarihinde Diyarbakır 1. As. mahkemesinde CK/168 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan yargılanmış 8 yıl 8 ay hapis yatmış, sonra Şanlıurfa HADEP il teşkilatında görev almıştır. 23.06. 1 996 tarihinde Ankara’daki HADEP 2. olağan kongresinde Türk bayrağının indirilerek PKK bayrağı asılması olayına karışmıştır.

1948-Kölük doğumlu Mehmet Cantekin Ermeni’dir. Büyük dedesi Bedros, nenesi Meryem’dir. Diyarbakır merkez Kayapınar Belediye başkanlığı yapan Mehmet Cantekin, 1 995 tarihli milletvekili seçimlerinde Diyarbakır HADEP Milletvekili adayı olmuştur. Mehmet Cantekin Kulp Karpuzlu da köy koruyucularını yönlendirerek terör örgütü PKK’ya lojistik destek sağlamaktadır. 2003 yılında PKK’nın 1978′de kurulduğu Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde DEHAP ve Göç-Der yöneticileri ile birlikte ‘barış ağacı’ adı altında ağaç dikmek töreni düzenlemiştir. Törende bölücü başı Öcalan’ı övücü sloganlar atılmıştır.

1953-Siirt doğumlu Maruf Altın Ermeni’dir. Büyük dedesi Ohanis, ninesi Pori’dir. Ama babasının dönme adı Hüseyin, anasının dönme adı Nafiye’dir. Böylece pek çok kişinin yaptığı gibi Ermeni olduklarını gizlemişlerdir. DEP İzmir-Konak ilçe teşkilatı üyesi idi. 23 Eylül 1998 tarihinde TCK 1 68 : Yasadışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 1 2 yıl 6 ay ağır hapis cezasına mahkûm olmuştur.

1973-Urfa doğumlu Mehmet Sait Yalçın Ermeni’dir. Dedesi Girbuş, ninesi Varti’dir. Ancak babasının dönme adı Mehmet Kerim, anasının dönme adı Mevlude’dir. 1997′deki Bodrum bombalı saldırısının sorumlusudur. Müebbet hapse mahkûm olmuştur.

1975-Hazro doğumlu Zanamazak Yezidî’dir.

1973-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Şaşmaz Yezidî’dir.

1971-Nusaybin doğumlu Abdullah Şaşmaz, kendini hiç de ALLAH’ın kulu saymaz, Yezidî’dir.

1975-Hazro doğumlu Nevzat Tedik Yezidî’dir. Halit-Revzete’ den olma Nevzat Tedik’in nenesi Hüsna Tedik Diyarbakır il teşkilatı HADEP üyesi de olan PKK’nın gençlik örgütlenmesi içinde yer alan Nevzat Tedik, 11 Ekim 2001 tarihinde TCK 1 68: Yasa dışı silahlı örgüt kurmak veya katılmaktan 12 yıl 6 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştır.

PKK’nın Avrupa’daki kasası Nuriye Kesbir Yezidî’dir. Aynı zamanda Kongra-Gel PKK’nın cephe örgütü Avrupa Kürt Demokratik Toplum Koordinasyonu (CDK) sözde meclis üyesidir. Eylül 200 1 ‘de Hollanda’ya yasadışı yollardan girmek isterken yakalanmıştır.

1980-Midyat doğumlu Şevkiye Atalan Yezidî’dir.

1966-Midyat doğumlu Fahrettin Şahin Yezidî’dir.

Adana’da yakalanan PKK’lı canlı bomba Hatice Arat Yezidî’dir. Dedesi Hasso, nenesi Meryem de Yezidî’dir.

1955-Beşin doğumlu Osman Ergin Yezidî’dir. DTP Merkez Yönetim Kurulu üyesidir.

Batılılar’ın aleyhimize kullanmak için sözüm ona “Türkler” arasından seçtirdiği, Avrupa Parlamentosu üyesi Feleknaz Uca, Yezidî’dir.
Feleknaz’ın babası Abdullah Uca, “Yezidî Kürdistan Birliği” başkanıdır, Elbette o da Yezidî’dir. Televizyonlarda boy gösteren Metin Uca nedir, size kalmış… Çünkü bu bölücü-militanların yumuşak uzantısı tüm medya, bürokrasi, parlamento ve hatta asker içindedir.

1971 -Midyat doğumlu Seyithan Alpar Süryânî’dir, yani SEYYİT Peygamber torunu) falan değil, düpedüz Hıristiyan’dır.

1976-Midyat doğumlu Metin Kesenci Süryânî’dir. “Beth Nehrin” adlı Süryânî ve Asurî örgütünün kurucusudur.

1975-Midyat doğumlu Adnan Kesenci Süryânî’dir.

1983-Nusaybin doğumlu Bilal Yürek Süryânî’dir.

1980-Pervari doğumlu Salih Boğdu Süryânî’dir.

1937-Ceylanpınar doğumlu Şemsi Emen Süryânî’dir. HADEP üyesi idi.

1969-Kurtalan doğumlu İhsan Kaya Süryânî’dir. Romanya’da PKK insan, silah, ve uyuşturucu kaçakçılığı yapmaktayken sahte pasaport ve kimlikle yakalanmıştır. Büyük dedesi Görgis, nenesi Şemuni’dir.

1962-Siirt doğumlu Basri Kaysi Süryânî’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. İHD Siirt Şubesi üyesi, ve DEHAP Siirt il teşkilatı delegesi idi.

1980-Siirt doğumlu Ayhan Kaysi Süryâni’dir. Büyük dedesi Gorgis, ninesi Şemuni’dir. Pek çok olaya karışmış, 1997′de teslim olmuştur.
Itirafçı olmuş, 1999′da tahliye edilmiştir.

1952-Nusaybin doğumlu Mehmet Zeki Kanşiray Süryânî’dir. Büyük dedesi Zeytun, ninesi Meryem’dir. İzmir Köy Hizmetleri soygununa katılmıştır. 16.7.1990 günü Bornova Tarım v
Bozkurt mahir
18 gün önce
ÜLKÜ OCAKLARI NE BİR MENFAAT, NEDE BİR SALTANATTI...
ÜLKÜ OCAKLARI; VEBALİ BÜYÜK, BEDELİ AĞIR BİR TEŞKİLATTI.
ÜLKÜCÜLÜK;BİR ERDEM, ÜLKÜCÜLÜK BİR SANATTI...

ADAMIN ADAMI OLMAKTA YOKTU,
ADAM SATMAKTA...
KULA KUL OLMAKTA YOKTU, PADİŞAHLIKTA...
YALNIZ O'NA KULLUK EDER, YALNIZ ONDAN YARDIM DİLERDİK...
ÖLÜMLERLE EYLENEN TUNÇ YÜREKLİ TÜRKLERDİK...

DOĞRUYDUK, DÜRÜSTTÜK, TEMİZDİK...
ADIMIZ GEÇİNCE, BAYRAK GELİRDİ AKLA.
EFENDİYDİK, MÜTEVAZİYDİK, ASİLDİK.
ADIMIZ GEÇİNCE ADAM GELİRDİ AKLA.
YEDİ DÜVELE ÖRNEKTİK,
NAMERTLİK, KALLEŞLİK HAŞA.
MENFAAT NEDİR BİLMEZDİK...

ŞİMDİ NE OLDU SÖYLE BİZE?..

O RUHU, O AŞKI, YENİDEN ANLAT BİZE...

ÜLKÜCÜ DENİNCE, AKAN SULAR DURURDU.
AŞK BİLE,ÖNÜNDE OTURUR SELAM DURURDU...
ÖLENLERİMİZ ŞEHİD, KALANLARIMIZ GAZİYDİ.
ÜLKÜCÜLÜK; TEPEDEN TIRNAĞA, MUHTEŞEM BİR MAZİYDİ...

ŞİMDİ NE OLDU SÖYLE BİZE?..
O RUHU, O AŞKI, YENİDEN ANLAT BİZE...

ÜLKÜCÜ DENİLİNCE;
DAVA GELİRDİ AKLA...
MUHAMMED MUSTAFA 'YLA (sav) AYNI SAFTA,
PARA, PUL, ŞAN, ŞÖHRET, FİTNE, FESAT BİLMEZDİK...
DÜNYALARI VERSELER; DAVAMIZDAN DÖNMEZDİK...

ŞİMDİ SÖYLE; HANGİ YÜZLE BAKALIM SANA...

FİTNENİN, FESATIN, ELİNDEKİ ŞU HALİMİZE BAKSANA...

''NE AMERİKA NE RUSYA NEDE ÇİN''Dİ,
''HERŞEY TÜRKE GÖRE TÜRKLÜK İÇİN''Dİ...

TARİHİN DERİNLİKLERİNDEN ÇIKIP GELMİŞTİ SANKİ,
KÜRŞAT'IN, ALPARSLAN,IN RUHU YENİDEN DİRİLMİŞTİ SANKİ...
PIRIL PIRIL BİR GENÇLİKTİK.
NE OLDU SÖYLE BİZE?
O RUHU, O İNANCI, YENİDEN ANLAT BİZE...

OK BİRKEZ ÇIKTIMI YAYDAN;
GEÇERDİK DÜĞÜNDEN, TOYDAN.
BİR DEĞİL, BİN CANIMIZ OLSA, ÇEKİNMEDEN VERİRDİK.
BİR ÖLÜR BİN DİRİLİRDİK...
KANIMIZ AKSA DA; ZAFER İSLAMINDI.
KANIMIZ AKSA DA; ZAFER TURANINDI...

ŞİMDİ NE OLDU SÖYLE BİZE?..

O RUHU,O AŞKI, YENİDEN ANLAT BİZE...

''ŞEHİDLER ÖLMEZ VATAN BÖLÜNMEZ'' Dİ.
ŞEKSİZ,ŞÜPHESİZ GELİRDİN AKLA.
ADIN GEÇİNCE, AKAN SULAR DURURDU.
YİĞİTLİK, MERTLİK ÖNÜNDE SELAM DURURDU...

ŞİMDİ SÖYLE HANGİ YÜZLE BAKALIM SİZE?..

O YİĞİTLİĞİ, O MERTLİĞİ, YENİDEN ANLATIN BİZE...

ÜLKÜCÜ; OCAKLARDA, BİR DEĞİL, BİN ÖZENLE SEÇİLİRDİ.
ANADAN, BABADAN, YARDAN,
SIRATTAN GEÇİLİR GİBİ GEÇİLİRDİ...
BÜYÜK KÜÇÜK, SAYGI SEVGİ, ÜLKÜDAŞLIK,
LİYAKAT VATAN, MİLLET, DİN, DİNAYET.
HANGİSİNİ ANLATAYIM SANA?..

BOĞAZIMIZA KADAR BATTIK... ŞEHİDİM;
O RUHU, O AŞKI, YENİDEN ANLAT BANA...

İSTANBUL'U TEKRAR FETHEDİN DESELER, FETHEDERDİK.
ÇİN SARAYINI BASIN DESELER, BASARDIK.
KELİME-İ ŞEHADETLE ÖLÜR, ATSIZ IN RUHUYLA YAŞARDIK...

ŞİMDİ NE OLDU SÖYLE BİZE?..

KÜRŞAT'LARI, İLTERİŞ'LERİ, YENİDEN ANLAT BİZE.

ÜLKÜCÜYDÜK, GÜÇLÜYDÜK, YEDİ DÜVELİN NAMLUSUNDAYDI ADIMIZ.
ADRİYATİK'DEN, ÇİN SEDDİNE, YANKILANIRDI ANDIMIZ.

HANİ; ALLAH'A, KİTAB'A VE SİLAH'A, YEMİN OLSUNDU ?..
HANİ; ŞEHİDLERİMİZ, GAZİLERİMİZ,
EMİN OLSUNDU?..
HANİ;
KAVGAMIZ, SON NEFER,SON NEFES, SON DAMLA KANA KADARDI?..

HANİ;
KAVGAMIZ, MİLLİYETÇİ TÜRKİYE'YE,
TURAN'A KADARDI?..

ŞİMDİ NE OLDU SÖYLE BİZE?..

O YEMİNLERİ YENİDEN ANLAT BİZE...

ÜLKÜDAŞTIK, GÖNÜLDAŞTIK, KARDEŞTİK,
EDİRNE'DEKİNİN ACISINI,
KARS'DAKİ DUYARDI...

ATEŞ DÜŞTÜĞÜ YERİ DEĞİL,
YEDİDEN YETMİŞE, HERKESİ YAKARDI...

ŞİMDİ NE OLDU SÖYLE BİZE?..
O SEVGİYİ O RUHU YENİDEN ANLAT BİZE...

SAĞ GÖĞSÜMÜZDE KURŞUN,
SOL GÖĞSÜMÜZDE SIZI,
SIRTIMIZDA HANÇER,
AHVALİMİZ İÇLER ACISI.
DARALDIK, BUNALDIK, YÜREĞİMİZ PARAMPARÇA SANKİ...
DÜŞMANI GEÇTİK ŞEHİDİM, ÜLKÜDAŞIMIZ BİLE DÜŞMAN SANKİ.
HER YENİ GÜN,BİN BİZANS.
İMDAT, İNŞİRAH, İMDAT, NAS.
CANIMIZ ÇIKTI ÇIKACAK SANKİ...

MAALESEF; ÜLKÜCÜ ÜLKÜCÜNÜN CAN DÜŞMANI OLDU CAN EVİMİZDE.
TEŞKİLAT DENİLİNCE PEREM PEREM KAÇAR OLDUK.

O TADINA DOYULMAZ OCAKLAR,
O TADINA DOYULMAZ ÜLKÜCÜLÜK,
NERDE?..

NERDE BENİM; GÖNÜLLER FATİHİ BAŞKANLARIM ?..

NERDE BENİM; YEDİ DÜVELE NAM SALMIŞ TEŞKİLATLARIM ?..
NERDE BENİM; MAZİSİNE HASRET, BİR LOKMAYI PAYLAŞTIĞIM OCAKLARIM ?..

ÜLKÜDAŞIN ADINDAN
KARDEŞTEN ÖTE, KARDEŞ TADINDAN.
SÖYLE; GERİYE NE KALDI BİZE...

DİLLERE DESTAN, O ÜLKÜDAŞLIĞI YENİDEN ANLAT BİZE...

''ÜLKÜCÜYÜM '' DEMEKLE ÜLKÜCÜ OLUNMAZDI,
BU KADAR AĞIR BİR YÜK ,
BU KADAR HAFİF TAŞINMAZDI...

BOZKURT'TU, ALP'Tİ, ALPEREN'Dİ.
CESURDU, ÇALIŞKANDI, FEDAKARDI.
HANGİ SIFATINI ANLATAYIM SANA?..
KAHIR ÖLÜMDEN BİN BETER,
YERİN ZIMI AZ,
ŞU HALİMİZE BAKSANA...

ER MEYDANINDA, DÖNE DÖNE DÖVÜŞÜRDÜK.
KEDERİ, SEVİNCİ, KARDEŞÇE BÖLÜŞÜRDÜK...
PARA, PUL, ŞAN, ŞÖHRET,
SAÇINI BAŞINI YOLARDI...
TÜRK'ÜN GÖZ BEBEĞİ BOZKURTLAR;
DESTAN ÜSTÜNE, DESTAN YAZARDI...

ŞİMDİ NE OLDU SÖYLE BİZE?..

O RUHU, O AŞKI, YENİDEN ANLAT BİZE...

SEYREDELİM DEDİK,
SEYRETTİK.
MAKAM, MEVKİ KAZANDIK AMA, RUHUMUZU KAYBETTİK...

ARTIK; NE GÜZEL, NE RAHAT, NE İYİ.
HERKES; PARA, PUL, ŞAN, ŞÖHRET, MAKAM, MEVKİ PEŞİNDE.
PEKİ; YA SENİN CANIN,
PEKİ; YA SENİN İSTİKBALİN NEREDE ?..

ADIMIZA KOCAMAN BİR MİM KOYDULAR.
GEÇMİŞİMİZDE NE VARSA,TEPEDEN TIRNAĞA SOYDULAR...

DÖRT BİR YANIMIZ HARAMİ DOLDU. ŞEHİDİM;
NE GÜCÜM KALDI NEDE MECALİM...

ARTIK NESLİ TÜKENMİŞ BİR GARİP ÜLKÜCÜYÜM...
AHİR ZAMANDA,
DÜNYALARI VERSELERDE DÖNÜP BAKMAM.
ALLAH BİLİYOR;
BEDELİ ALLAH KATINDA...

TÜRKLÜK GURUR VE ŞUURU, İSLAM AHLAK VE FAZİLETİ.
KİMİMİZ YUSUF, KİMİMİZ ŞEHİD, KİMİMİZ GAZİ...
ALLAH RIZASI İÇİN, DİNLE BENİ;
UTANÇTAN YERİN ZIMMINA GİRSEK YERİ,
ÜLKÜCÜDEN VAZ GEÇTİM,
HANGİ TÜRK, HANGİ MÜSLÜMAN TAŞIR BU VEBALİ..

ŞİMDİ SÖYLE; HANGİ YÜZLE BAKALIM SİZE...

DİLLERE DESTAN O RUHU, O AŞKI, YENİDEN ANLATIN BİZE...
Bozkurt mahir
20 gün önce
AhdeVefandemişken..
Rahmetli Ömer EKİNCİ gerçekten,kayıtsız şartsız davaya inanmış,teşkilata sonuna kadar bağlı,tertemiz bir ülküdaşımızdı.Ne yıllarca yattığı zindanları,nede birlikte mücadele ettiği ülküdaşlarını asla unutmadı.Emekliydi.Maddi sıkıntıları vardı.Bizlerin Balgatın karşısında verdiğimiz mücadeleye,direk destek vermesede,anlamaya çalışıyor,bizimle tartışıyordu,ancak hiçbir ülküdaşını asla kırmıyordu,silmiyordu.78 Ahde Vefanın Aluçdağı şölenlerini hiç kaçırmadı.Niye Ercşiyeside,Balgatın izniyle,78 Ahde Vefanın düzenlemediğinide sorgulayıp durdu!!.Bir
türlü anlatamazdık,
Balgatın nasıl bir ihanet sarmalında olduğunu.Gakkoşu kıramaz,üzemezdiniz.O kadar temiz ve saftıki,kıyamazdınız.Her aradığında,hitabından anlardım ruh halinden,nereye takıldığını.Kah gardaş,kah başkan,kah reis,kah cürüm,bazende ula..Rahmetli,en son demlerde,Balgat ve Antalyadaki avanesinin ne menem bir malzeme olduğunu çözmüş,sıkıntılı anında,kendisine yapılan muameleyi hazmedememişti.Ülküdaşları yardımcı olmuştu,ancak,illede teşkilat yarasına derman olmalıydı.Rahmetli kabüllenemedi,telde bizle dertleşirken gözyaşlarını tutamadığı gibi,bizleride ağlattı.Aman,cürüm,aman gakkoş,yapma kirvem,takma desekte,o yüreği soğutmay yetmedi çabamız.Deli Turan(BEKTAŞ) sağolsun,çok gayret etti,bizleri yönlendirdi,ilgilendi,ama nafile.Onu ana baba bildiği teşkilatı,sokağa terk etmişti.Öyle gördü,inandı,kendince kahretti.Ve daha fazla dayanamadı.Son sözleri gençliğinden özür dilemek olmuştu.Gakkoş için,telaffuzu zor değil,imkansız olanı klavyeye döküp veda sözcükleriyle,siteme dönüşmüştü,kulağı,
vicdanınsağır olmuş,
mankurtlara.
Taşa kazınan,yada taşa söylenen söz gibi..İyiki terörsüz Türkiye mavrasını görmedin duymadın be Ömerim😢Ruhun şad olsun,yiğit asil gakkoşum,ülküdaşım,
gardaşım..😪😪😪
Bozkurt mahir
22 gün önce
ÇİÇİ (Küçük) YABGU

Dünyadaki hiçbir millet, Türkler kadar özgürlüğüne düşkün değildir.

Hunlar, M.Ö. 1. yüzyılın ilk yarılarına doğru eski güçlerini yitirmişlerdi. Kendi aralarındaki kavgalar, Çinli casusların faaliyetleri, birtakım tabî felaketler neticesinde, Hunlar hızla dağılmaya yüz tuttular. Çin siyasetindeki güçlerini büyük ölçüde kaybettiklerinden, bu kez Çin’in Türkler üzerindeki politikaları etkili olmaya başladı. Özellikle Türkistan’ın doğu taraflarının elden çıkması askerî, siyasî ve ekonomik açıdan Türklere büyük darbe vurdu.

Buna bağlı olarak daha önce Hun birliği dahilindeki pek çok boy ve kavim onlardan ayrılarak, Çin ile ittifak yaptı. Bu halkları yeniden itaat altına sokmak için özellikle Wu-sun topraklarına doğru bir sefere karar verildi. Geri dönüşleri esnasında ani bir tipinin ve kar fırtınasının çıkması yüzünden binlerce asker ve hayvan öldü. Bundan sonra M.Ö. 71 yılında kuzeyden bazı Tölös kabileleri, batıdan Wusunlar ve doğudan da Wu-huanlar aniden Hunlar’a saldırarak ağır bir hezimete uğrattı.

Neticede Türkler arasındaki ilk ayrılık M.Ö. 55 yılında meydana geldi. Zor durumda kalan Türk milletinin o zaman başındaki Tanhu Ho-han-yeh (M.Ö. 58-31) Çin’in himayesine girmek istemiş, kardeşi Chih-chi’nin (Çiçi~Çiçik~Kiçik=Küçük) bu isteğe karşı çıkması üzerine ülke ikiye bölünmüştü (M.Ö. 55).

Ho-han-yeh’in, Hunların geleceğini Çin’e bağlaması Hun-Çin ilişkilerinde çok önemli bir noktadır. Oğlunu Çin’e rehin olarak göndermesi ve daha sonra kendisinin imparatoru ziyareti, toplulukların büyük bir bölümünün Hunlardan yüz çevirerek, Çin’e meyletmelerine sebep oldu.

Çiçi Yabgu, Çin’le işbirliği ve onun kontrolüne girme gibi bir durumun kendileri için utanç verici olduğunu söylüyordu. Düşüncesine itibar edilmeyip, halkın bir kısmının da ağabeyinden yana olması üzerine, emrindeki kuvvetlerle ülkenin batı kısımlarına çekildi. Çiçi Yabgu, Tanrı Dağları ve Issık Köl civarında girdiği mücadelelerde başarı kazanmış ve bu bölgedeki teşkilatsız Türk boyları olan Tölösleri hakimiyeti altına almıştı. Fakat Çiçi Yabgu’nun güçlenmesine tahammül edemeyen Çin, Çu-Talas nehirleri arasında bir başkent yapan Hunları, 70.000 kişilik kuvvetli bir orduyla bastı ve Hun başkenti tamamen yıkıldı (M.Ö. 36). Çarpışmadan önce, Çinli komutan, Çiçi’ye direnişinin boşunalığını, teslim olduğu takdirde canının bağışlanacağını, bu kadar az bir kuvvet ile bir şey yapamayacağını söylemişti.

İşte Çiçi Yabgu, 1518 adamıyla, 70.000 kişilik Çin ordusuna karşı burada hayrete düşürücü bir direnişte bulundu ki, bu direniş, bugünkü Türk milletinin var olma sebeplerinden biridir.

Çiçi Yabgu’nun askerlerine yaptığı tarihi konuşma çok ibret vericiydi. O, şöyle diyordu:

“Boyun eğmeyeceğiz. Çünkü bu şan ve şerefle yaşamış olan atalarımıza karşı yapılması mümkün ihanetlerin en büyüğüdür. Atalarımız bizlere geniş ülkelerle birlikte geleceği de emanet etti. Savaşçı ve suvari hayatımız sayesinde, yabancıları titreten bir millet olduk. Korumakla vazifeli bulunduğumuz bütün bu emanetleri, âdi bir ömür uğruna harcayamayız. Hepimizin bildiği gibi savaşta erlerin kaderi ölümdür. Biz ölsek de, kahramanlığımızın şanı yaşayacak, çocuklarımız ve torunlarımız diğer kavimlerin efendisi olacaktır.”

Çiçi Yabgu’nun yapmış olduğu onur mücadelesi, bir milletin şerefli bir şekilde yaşama arzusunu ve hayatta kalma isteğini ortaya koymuştur.

Neticede ele geçirilen Çiçi Yabgu’nun kafası kesilerek, daha sonra Çin başkentine götürüldü ve burada herkesin görmesi için şehrin kapılarından birisinin üzerine asıldı.

Çiçi Yabgu ve yanındakilerin bağımsızlık düşünceleri, Türk Devletinin milli politikası olmuş, bu yüzden çoğu zaman Türk milleti ölümü bile göze almıştır.

Onlardan binlerce yıl sonra da; Mustafa Kemal Atatürk’ün “Kurtuluş Savaşı” sırasında “ya istiklal, ya ölüm” sözü bu anlayışın 20. yüzyıldaki bir tezahürüdür.

Biz Türkler, millet olarak Çiçi Yabgu’ya çok şey borçluyuz. Bu kahraman insanların bizler için ölüme atılmaları, hayatlarını feda etmeleri unutulmaması gereken ibret tablolarıdır. Bugün varlığımızın sebebi olan insanları maalesef hatırlamak aklımızın ucundan geçmiyor. İyi ki, Çiçi Yabgu var imiş, iyi ki bu milletten “bir büyük Gazi” çıkmış; hepsini rahmetle anıyoruz.
_______________________
Prof.Dr. Saadettin GÖMEÇ

(Türk Tarihinin Kahramanları-II: Küçük Yabgu, Polis Dergisi, Ankara 2007)
Bozkurt mahir
23 gün önce
Kurt kocayınca diye başlayan söze lanet gelsin..Üç gündür düşünüyorum,Sazak köyünde,12 eylül sonrası ilk şehitler anma gününü kutladığımız yılı hatırlayamadım.Benim eksikliğim olduğınu biliyorum.Rahmetli başbuğumuz,yeni tahliye olmuş.Ne arayanı,ne soranı var.Para pul nerdee..Parası pulu
olmayan,birkaç çulsuz ülkücü debelenip duruyoruz.Otobüsler tutulacak,kumanya yapılacak.Pankartlar yazılacak.Yerlere halılar,kilimler serilecek..Çankaya tur var,Ankarada Mustafa isimli bir arkadaşımız,ıkıla sıkıla rica ediyorum,
mazot bizden diye..Sağolsun,ne demek reisim bizden olsun hepsi,kaç otobüs diye sprduğunda,boğazım dğümlendi,gözlerim doldu.Sahi Mustafa ondan sonra ne oldu,ben yetişemedim.Kaçaksan,
bu işleride,kaptı kaçtı gibi yapmak zorundasın..
Sonrası malüm.
Yakalanırsın,
takvim ve hayatın sıfırlanıp,yeniden başlar.Neyse,yarım yamalak,otbüsler ve özel arabalarla Sazak köyüne,rahmetli Bakanımızın kabrine varıyoruz.Gün Sazağın oğlu başbuğun yanına geliyor.Kerbela gibi,su yok,gölge yok..Hava yanıyor.Başbuğ S.Servet SAZAK'a burada abdest alınıp,namaz kılınacak bir yer yapılmasını rica ediyor.Hersene binlerce insanın geleceğini anlatıyor başbuğ.Süleyman bey başıyla evet diyor.Bizde su aramak için,kekik kokuları arasında,araziye dağılıyoruz.Kayalıklar arasında,mağaramsı bir yerde sızan suyu bulup,ibriği doldurup,abdestleri alıp,başbuğun yanına koşuyoruz.Ses düzeni falan yok,dikenlerin üzerine çöküp,namazlar kılınıp,kuranlar okunuyor.Dualar edilip,yorgun,yoksun,ama bir okadarda,zafer kazanmış askerlerin sarhoşluğuyle,pert vaziyetde otobüslerimize biniyoruz,marşlar söyleyerek,Ankaraya geliyoruz.Bir sonraki sene,açık alana kilimler daha sıkça serilmiş,mezarlığa su getirilmiş ancak,başbuğun hayali,külliyeden eser yok.Yıllar sonra,demir direkler ve üstü sacla kapatılan bir alanımız oluyor,yetersizde olsa,hiç yoktan iyidir diyoruz.Başbuğ ölüyor,birkaç kere daha gidiliyor Sazak köyüne.Sonrası malüm,Kızılcahamamda bit yer icat edip,tıpkı Erciyes gibi,
gelenekleşmiş tüm gün gecelerimizi,birbir yok etti.Şehitleri anma,Ergenekon gecemiz,zafer gecemiz,İstiklal marşı ve Akifi anma geceleri v.s v.s..Binbir zorlukla var edilen,parti,ocak,dergi,teşkilat,şölen ve anma günleri,içinde zerre emeği geçmemiş adamların eline geçince ve,önce değersizleştirip,hareketin hafızasından siliniyor.Harekete yeni bir tarif ve tarih yarattığını sanıyor aklınca.Hele bir durun.Daha biz ölmedik.
Bizler onbinleriz..Tanrı Türkü Korusun..
Bozkurt mahir
23 gün önce
BÜYÜK TÜRK MİLLETİ KELİMELER VE KAVRAMLAR OSMANLICILIK

TÜRKİYE CUMHURİYETİNDE Şu an yaşayan 26 Etnik kimlikte Aile toplukları bulunmaktadır Her dinden ve mezhepten oluşan; Dini topluluklar bulunmaktadır.
Bu kadar farklı insanı bir arada huzur ve sükun içinde. Yaşatmanın aynı amaç ve gaye etrafında birleştirmenin yolunu;
Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK bulmuştur.
Mareşal Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün

VATANDAŞLIK TANIMI

PAY=
Türk, Kürt, Çerkez, Çeçen, Laz, Arap, Boşnak, Arnavut, Gürcü, Rum, Ermeni…. Diğer Aile Topluluklarından Oluşan Bireyler. Müslüman, Hıristiyan, Musevi, Budist…. Diğer Dini İnanç ve öğretilerinden oluşan, Bireyler. Hanefi, Şafii, Alevi, Maliki, Hanbeli, Şii, Caferi…. Diğer Mezhep Gruplarından. Oluşan Bireyler

PAYDA = Büyük Türk Milleti Ne Mutlu Türküm Diyene Kesin olarak ırkçılık olarak kullanılmamıştır. Milli birlik ve beraberliği temsil etmektedir. Anayasanın İlk dört Maddesi Devletin ve Milletin Teminatıdır. Türk Kültür ve Medeniyeti Türkiye Cumhuriyetinin resmi statüsüdür. Türkiye Cumhuriyetini Kuran İrade; 1000 Yıl Sonunda Gelinen Fiili Durum Neticesi; Toplumsal Yapıyı ve Devlet Yapısını; En Doğru Biçimde şekillendirmiş ve kurmuşlardır. Hiç bir Birey Ötekileştirilmeden, Ayrımcılığa ve Ayrıcalığa tabi tutulmadan; VATANDAŞLIK BAĞINI ESAS ALAN SİSTEMDİR. Her Birey Ailesinde Örfünü, Kültürünü, İnancını Dilini yaşayabilir. T.C.Anayasası; Adalet ve Hukuk İle Her Bireyin Teminatıdır. Bunun Dışındaki Her Arayış Gözyaşı ve Kaostur. GEÇERSİZDİR.

Dünyaca kabul edilen Tarih KUTBU ; Prof. Dr. Halil İNALCIK Rahmet ve saygı ile anıyoruz. Hocanın tespitlerini iyi ve doğru analiz edelim.
Tanzimattan sonra; Türk Aydınları azınlık liderlerine yalvardı. Gelin hep beraber Osmanlıyız Diyelim diye. Kabul ettiremediler. Türk Hariç hepsi etnikçilik yaptı. Ne zaman ATATÜRK; BÜYÜK TÜRK MİLLETİ. DİYE ORTAYA ÇIKTI. Hepsi birden ağız değiştirip, OSMANLICI kesildiler.
Mustafa Kemal Paşa kürsüye çıkıp coşku ile,; "Büyük Türk Milleti" diye ilk kez. Halka seslenince. Ülkede ne büyük bir dalgalanma oldu şimdi geriye dönük. Anlayamazsınız.
Herkes birbirine bakıp teaccüp ediyordu. Bu topraklarda son 700 yılda Bir tane yönetici yoktur ki. Konuşmasına, Türk diyerek başlasın. Açın bakın fermanlar. "Ey kullarım buyruğumdur". Diye başlardı.
Anadolunun taşı toprağı bitkisi buna alışkın değildi. Şaşkınlığı atmak hiç kimse için kolay olmadı. Özellikle de asırlarca saray. etrafından. Geçimini sağlayan "devşirme" tabaka kendini kapının önüne konulmuş hissetti. Bunların bir kısmı boyun eğdi. Kabullendi, Etmeyenlerin kimi "dini" kimi "etnik" bir kimliğe. Bürünerek yeni kurulan devletle, Alttan alta uzun bir mücadeleye girişecekti...

SON TESPİTİM; Bu gün Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşlarının, Bila büyük çoğunluğu, Vatandaşlık Tanıma sadakatlidir Bedava yaşamaya alışmış. Sözüm ona aydın ve kanaat Önderi diye geçinen teşkilatlı bir avuç insan, Etnik, Dini ve Mezhep temelinde Ötekileştirme, Ayrıcalık, Ayrımcılık, Ayrıştırma, Mücadele ve çabası içerisinde.
OSMANLICILIK SÖYLEM VE HEDEFLERİ; Osmanlıyı sevdikleri veya benimsediklerinden değildir. Osmanlıda ki ayrıcalık ve bedava Yaşama arzularının tezahürüdür. Osmanlı Devleti; Türk Kültür ve Medeniyetinin Hakim olduğu, 16 Büyük Devletten bir tanesidir. İsim değiştirmiş kurum ve kuruluşları ile; TÜRKİYE CUMHURİYETİNE dönüşmüştür.
Bozkurt mahir
27 gün önce
OTAĞ BAŞI-OTAK BAŞI-ODA BAŞI-ON BAŞI

Mete Han döneminde (M.Ö. 200) Çadır ya da Otağlar, Manga adı verilen 9 ya da 10 kişiden oluşan askeri birliklerdi. 10 Kişiden oluşan Mangaların başında olan beylere, "Otağ Başı" adı verilirdi. Demekki o dönemde 1 Otağ, 10 Asker alabiliyordu.

Selçuklu döneminde Manga ya da Otağların başında olan komutana “Otak Başı” denirdi. "Otak" aslında "Otağ" kelimesinin değişmiş şekldir.

Osmanlı döneminde ise 10 kişiden sorumlu askere, “Oda Başı” adı verildi. "Oda" kelimesi de Otağ ve Otak kelimesinin değişmiş şeklidir. Otağ Başı, Otak Başı ve Oda Başı rütbesi, günümüzdeki “Onbaşı” rütbesine karşılık gelir.

Yeniçeri örgütünde "Oda Başı'nın" görevi, Alaylarda selam törenlerini düzenlemek olan Subay’dır.

Eski Türk savaş sistemine göre Çadırlar veya Otağlar, (Mangalar) bir araya gelerek "Birlikleri", Birlikler veya Bölükler de bir araya gelerek Orduları veya Tümenleri meydana getiriyordu.

İlk düzenli Türk Ordusunu kuran Mete Han, Türk Ordusunu “Onluk” sayı sistemine göre teşkilatlandırmıştır. Alp Arslan’ın, ordusu Halep civarında konakladığı zaman, çadırlar yani "Otağlar" Onar Onar gruplar halinde kurulmuştu. Nuray Bilgili.
BOZKURTBEY
27 gün önce
Türk Devletleri Teşkilatı Toplantısında önemli kararlar alındı:

▪️ Nevruz, Türk Dünyası'nın ortak bayramı ilan edildi.
▪️ KKTC, Türk Akademisi'nde gözlemci olarak atandı.
▪️ Özbekistan, Türk Kültür ve Miras Vakfı'na katıldı.
▪️ Macaristan'daki TDT Ofisi'ne icra yöneticisi atandı.
Bozkurt mahir
27 gün önce (E)
DÜNYAYI DEĞİŞTİREN BİR İNSAN ÖLÜYOR,AMA OTOPSİSİ YAPILMIYOR‼️
ABD’nin kara kutusu kabul edilen David Rockefeller, ölmeden önce çok önemli itiraflarda bulunmuştu. “Atatürk yüzünden planlarımızı yarım yüz yıl ertelemek zorunda kaldık” demişti. Bu adam önemli bir Yahudi’dir. ABD için, söyledikleri “kanun” hükmündedir. Atatürk’ün ölümünden çok değil, iki ve üç yıl sonra, ABD ile yapılan anlaşmalar, bugün halen konuşulmuş değil.İsrail’in Atatürk’ün ölümünden sonra kurulması ve Türkiye’nin ilk tanıyan ülkelerden olması, hiç sürpriz değil. Hal böyle iken, insanın aklına şu soru geliyor:ATATÜRK ÖLDÜRÜLMÜŞ OLABİLİR Mİ❓Uzun zamandır kafamı kurcalayan bu soruya cevap aradım ve araştırarak öyle sonuçlar buldum ki, Ata’nın “şehit” edildiğine dair, içimde sonuçlara ulaştım.
Atatürk’e düşman olmayı dindarlık sanan zavallılar, bazı gerçekleri bilseler, eğer gerçek Müslüman iseler, utancından ölürler.Dünyayı değiştiren bir insan ölüyor, ama otopsisi yapılmıyor.Üstelik bu otopsi çok istenmesine rağmen yapılmıyor. Atatürk’ün ölümünden sonra düzenlenen birinci raporda “ölüm sebebi karın içinde sıvı, asit toplanması” olarak gösterilirken, ikinci raporda ise “alkolle ilgili karaciğer iltihabı” neden olarak gösterilmektedir. Ortada hem bir çelişki, hem de büyük bir yalan vardı. Bu yalan raporu, o dönem mecliste etkisi çok olan masonlar çıkarttırıyor. Sakın Masonlar ne alaka, demeyin!Atatürk’ün şahadetinde ve sonrasında, hep bunlar başroldeler.Atatürk,mason localarına karşı büyük bir savaş veriyor.
Yıl 1935. Atatürk, Mahmut Esat Bozkurt’a Masonların taksimat, teşkilat ve ahvalini bildirir bir kitap verir ve der ki;“Bunu güzelce mütalaa et, bir takrirle Halk Partisi Gurup Başkanlığına ver, gurupta bunlara şiddetli bir hücum yap ve grupça kapanmasına delalet et. Senin de bu işte büyük şeref payın olacaktır.”Böylece Bozkurt, Paşa’nın istediğini yaptı, “Masonlara ölüm” naraları altında, mecliste locaları kapatma kararı çıktı. Masonlar, Doktor Mim Kemal’i önlerine katarak Atatürk’ün makamına çıktılar; “Efendim biz zaten maiyet-i devletinizdeyiz, fakat siz meşrik-i azamımız olursanız biz pervane gibi etrafınızda dönüp dolaşırız” dediler.
Atatürk de karşılık olarak;“Peki, bir şey soracağım, bana cevap veriniz de sonra… Siz Avrupa’da hangi locaya bağlısınız ve metbûnuzun ismi nedir?” diye sordu.“Biz Cenova’ya tabiiyiz ve reisimiz de Barca Mison Cenaplarıdır.” dediler. Bunun üzerine Atatürk öfkelenip; “Benim milletim bana kahraman sıfatını verdi, ben sizin gibi, bir çift Yahudi’ye uşak mı olacağım? Bu gece sabaha kadar Türkiye’deki bütün localarınızı kapatmadığınız takdirde yarın teşkil edeceğim divan-ı harbi örfi’ye hepinizi verir ve astırırım! Haydi defolun karşımdan!”diyerek onları kovdu.Mustafa Kemal Atatürk, 10.10.1935 tarihinde Ankara’da Çankaya köşkünde Doktor Mim Kemal Öke”ye hitaben:“Mason cemiyetinin faaliyetini inkılâplarıma muarız gördüğüm için kapatılmasını elzem gördüm. Bu dakikadan itibaren bu cemiyeti ölmüş biliniz. Ve bir daha diriltmeye teşebbüs etmeyiniz.” demişti.
Yüksek dereceli bir mason olan Avram (İbrahim, Abraham) Benaroyas,Türkiye Mason Cemiyeti’nin kapandığını Moskova’da bir toplantı sırasındayken öğrendi ve şöyle dedi:“O sarı lider ortadan suret-i katiyetle kaldırılacaktır!”(-Laiki Foni “Halkın Sesi” gazetesi, Yunanistan,1948.)
Not: Bu konuda daha geniş ayrıntı ve bilgiye ulaşmak isteyenler; “Yusuf Ziya Koca-Atatürk Öldü mü, Öldürüldü mü?”, Dr.Eren Akçiçek Atatürk'ün Sağlığı Hastalıkları ve Ölümü ve Ogün Deli Agoni
adlı kitapları okuyabilirler.
Atatürk öldükten sonra, İsmet Paşa’nın cumhurbaşkanlığı sırasında, “kanun-u mahsusla localar kapanmadı! Tekrar açmaya hakkımız var!” diyen Masonların müracaatı üzerine, tekrar localar açılıp faaliyete başladılar… “Atatürkçü” bilinen Celal Bayar ise 1952’de, Ahmet Gürkan’ın teklif ettiği ve Masonların localarını kapatmak istediği kanun teklifini ret ederek bu suretle localarını kanunla pekiştirdi. Celal Bayar, kendisi de bir masondu. Ceyhan Mumcu’nun 16.10.2005 tarihinde Mahiye Morgül’e anlatımından bir alıntı yapalım:“Bir deniz tabip albayının Atatürk’ün ölümü hakkında yapmış olduğu bir doktora tezi var. Orada Atatürk’e yanlış tedavi uygulandığı anlatılmaktadır.
Atatürk sanıldığı gibi siroz hastası değildi.Atatürk’e sıtma tedavisi yapılmış, aşırı “Kinin” yüklenmiş ve karaciğeri bu yüzden iflas etmiş, siroza dönüşmüştü. Tedaviyi yapan doktor mason locası üstadı azamlarından Doktor Mim Kemal Öke’dir. Durumu iyice fenalaştıktan sonra Celal Bayar, yurtdışından bir doktor getirtir. Yanlış tedavi yapıldığını, karaciğerin bu yüzden iflas ettiğini rapor eden bu yabancı doktordur. İstirahat için 2 ay kadar kaldığı Savarona’da nemli sıcaktan durumu daha da kötüleşmiştir. Son günlerinde Dolmabahçe Sarayı’na götürülmüştür.”1962 yılında dönemin içişler bakanı Bekarta’nın talebi üzerine bir araştırma yapan Doktor Lebit Yurdoğlu şöyle diyor: “Sn. Hıfzı Oğuz Bekata.
Bu konuyu derinlemesine araştırdığımda sorunun sadece geç teşhis olmadığını teşhisle uyumlu ilaçlar kullanılmadığını tespit ettim.Atatürk’ün ilaçlarının alındığı eczanenin kayıtlarına baktığımda, o dönemlerde sıtma tedavisi için kullanılan Kinin ilacının 43 şişe kullanıldığını gördüm. Bu kadar Kinin kullanıldığında karaciğerinde onarılmaz yaralar açacağını her hekimin bilmesi gerektiği ama bunun sanki bilinçli kullanılmış olduğun izlenimi edindim.Atatürk’ün tedavi amaçlı verildiği diğer ilaç ‘piremidon’dur. İnsanlar üzerinde toksin ‘zehirli’ etkisi olduğu kesinlik kazanmıştır. ‘Civalı diuretik’ olan ‘salyrgan’ isimli ilacın ise 3 Ağustos 1938 tarihinde yapılan konsültasyondan önce kullanımının tehlikeli olacağı bilindiği halde bu ilacın kullanılmasına devam edilmiştir. Eppinger, Bergman, Dr. Fissinger, hekimlik görevlerini bilinçli bir şeklide eksik yaptıkları kanısı bende hâkim olmuştur.”İşin özü, Atatürk, zehirlendiğini anlamıştı artık.
Afet İnan’a yazdığı mektupta aynen şöyle diyordu; “Afet, vaziyetim şudur; bence doktorların yanlış görüş ve hükümleri sebebiyle hastalık durmamış ilerlemiştir. Hükümet benim reyimi almaya lüzum görmeksizin Fissinger’i getirtti. ”İçişler Bakanı Kaya, İnönü’ye yazdığı yazıda şunları söylüyor: “Tahsis ettiğimiz doktorun görevini layıkı ile yaptığı kanısındayım. Her şey yolunda ve mecrasında seyir etmektedir. Sizleri Cumhurreisi olarak görmek arzusu hepimizde hâsıl olmuştur. Hürmetle ellerinizden öperim efendim.”Ata’nın ölümünden sonra, Anadolu’da insanlar ağlamaktan adeta gözleri kör olurken, İsmet Paşa cenazeye katılmıyor. İşbaşına gelir gelmez, mason locaları açılıyor.
Atatürk’ün kovduğu ve “ben hayatta olduğum sürece Türkiye’ye gelemezler” dediği Rotheschild ve Rockefeller aileleri Türkiye’ye çörekleniyorlar. Sonra, İsrail kuruluyor. Atatürk düşmanlarıyla İsrail, ne kadar gurur duysa az!“Atatürk, içkiden öldü!” yalan ve iftirasını yayanlar, bunun hesabını asla veremezler. #10Kasım1938 #MustafaKemalAtatürk
tarikhaber
28 gün önce
Yıllar Sonra setlerde Atilla Saral 10 Yıl Sonra Ekranlara Teşkilat dizisiyle dönüyor. Dizi 15 Haziran Pazar Akşamı Sezon https://tarikhaber.com/hab...
Bozkurt mahir
1 ay önce
OKUDUKLARINIZA İNANAMAYACAKSINIZ!

Hurşit Adası‘nı bilir misiniz; İstanbul’daki Büyükada’nın beş milli büyüklüğündedir!

Koyun Adası‘nı bilir misiniz; İzmir’in hemen burnunun dibindedir!

Lozan’da hararetli tartışmalara neden olan Eşek Adası‘nı bilir misiniz; Aydın il sınırları içindedir.

Gir vikipedi’ye, yaz ‘’Bulamaç’’ diye; karşına ‘’Farmakos’’ çıkar; ‘’Oniki Ada’ya bağlı küçük ada’’ imiş!

Oysa… Bu dört ada ve Ege Denizi’ndeki Fornoz, Nergizçik, Kalolimnoz, Keçi, Sakarcılar, Koçbaba, Ardacık Türk adalarıdır.

Keza… Akdeniz’deki Gavdos, Dhia, Dionisades, Gaidhouronisi ve Koufonisi de Türk adalarıdır!
Tamı tamına 16 ada…

Lozan Antlaşması’na göre Türk adaları. Lozan Antlaşması’nın ekli 2 No’lu haritada her şey çok açık ve altı kırmızı ile çizili. Görülüyor ki bu adalar, Türkiye Cumhuriyeti egemenliği altında.
Artık değil!…
AKP iktidarıyla birlikte hepsi tek tek Yunanistan tarafından işgal edildi!

Kardak Kayalığı için 1996’da Yunanistan’la savaşın eşiğine gelen Türkiye, 2004 itibariyle 16 adayı sessiz sedasız kaybetti!

Lozan Antlaşması’na göre, Türkiye’nin savaş borcu 84 milyon, Yunanistan’ın borcu 11 milyon ve İtalya’nın borcu 243 bin lira idi. Türkiye mevcut bu 16 ada dahil olmak üzere tüm borçlarını ödedi!

Parasını verdiği adalar Türkiye’nin elinden alındı.

Ayrıca… Adalara salt büyüklük açısından bakmak yanlıştır; çünkü deniz ve hava hukukuna göre adaların etrafında 6 millik karasuları ile hava sahası var. Ayrıca karasularına ilave olarak bitişik bölge, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge de bulunmaktadır. Yani…

Kaybedilen 16 ada ile birlikte Yunanistan’ın kıta sahanlığı 7 bin kilometrekareye çıktı!
Böylesine vahim bir olay nasıl gerçekleşti?
AKP ihmali mi? Yoksa ne?..

İşgali gün yüzüne çıkaranlardan biri olan emekli Kurmay Albay Ümit Yalım diyor ki: ‘’AKP Hükümeti Avrupa Birliği (AB) müzakerelerinde gün almak için adaların Yunanistan tarafından ele geçirilmesine göz yumdu!’’

Yunan işgalinin başladığı yıl, 2004 idi.
Peki bu yıl neler yaşanmıştı?

O yılın gündem konusu, Annan Planı idi; BM eski Genel Sekreteri Kofi Annan Kıbrıs’ın tek parça bağımsız bir devlet olması teklifini getirmişti. Rauf Denktaş‘ın plana karşı çıkması üzerine Erdoğan’ın neler dediğini anımsayınız!..

Nisan ayında her iki tarafta yapılan referandum sonucunda plan hayata geçirilemedi. Ne tesadüf, hemen Güney Kıbrıs, 1 Mayıs’ta AB’ye alındı.
Ayrıca…
O yıl, 17 Aralık 2004’te AB, Türkiye ile müzakerelere başlama tarihi aldı.
Bak sen!.. AB üyesi olan Yunanistan ve Güney Kıbrıs, Türkiye’yi veto etmemişti!

Emekli Albay Yalım, “Ekim-Kasım 2004’te Eşek ve Bulamaç Adaları’nda inşaat faaliyetlerinin başladığı, belediye, polis ve ilk yardım teşkilatı kurulduğu, Yunan Bayrağı çekildiği, silahlı asker, araç, gereç ve hücumbot yerleştirildiğini’’ tespit etti!
Ve… Ne tesadüf! Yunan işgali sürerken Kardak kahramanları kumpasla Silivri Cezaevi‘ne dolduruldu; Deniz Kuvvetleri’nin eli kolu bağlandı!..

Bugün…
Girin bakın Genelkurmay internet sitesine, Ege’de hava sahası ihlali sıfır görünüyor. Çünkü artık, hava sahası ihlalleri ve kara sınırı ihlalleri yayınlanmıyor!

Niye? Çünkü:
Yunan işgali, bir Yunan askeri helikopterinin 31 Aralık 2008 günü, Türk hava sahasını ihlal etmesiyle ortaya çıktı. Yunan askeri helikopterinin Bulamaç Adası bölgesinde, Türk hava sahasını ihlal ettiği haberi, Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi internet sitesinde aynı gün yayınlanarak kamuoyuna duyuruldu. Gerginlik oldu ve bir gün sonra Yunanistan Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı Bulamaç Adası’na gitti.

Ardından Eşek Adası‘na gitti. Ege Ordusu’nun burnunun dibindeki Koyun Adası‘nda Yunan Bayrağı dalgalandırıldı. Vs…

Açıkça bu bir meydan okumaydı. Türk tarafından ne oldu dersiniz?

Bir general ve bir büyükelçi hava sahası ihlali haberinin Genelkurmay internet sitesinden çıkarılmasını sağladı. Ve o general AKP tarafından 2011’de milletvekili yapıldı. Büyükelçi ise Brüksel’e NATO Daimi Temsilciliği görevine atandı!
Bozkurt mahir
1 ay önce
Bir Mevlid Hikâyesi…

İsmail Şimşek rahmetli olmuştu. Ankara Ocağı Yönetim Kurulu Üyesi yiğit bir ülkücüydü,yiğit, fedâkâr.. Hastalığının son dönemlerinde olduğunu bildiği günlerde, yani vuslata çok yakın olduğu günlerde bile arkadaşlarını düşünecek kadar, arkadaşlarını yani ülküdaşlarını düşünecek kadar samimî bir ülkücüydü…

Mamak Cezâevi’ndeki işkence şartlarında hastalanmış ve bu hastalık sonucu Mevki Hastanesi Mahkûm koğuşuna sevk edilmişti. Haftalık ziyaretlerimiz, İsmail’in ân be ân ölüme nasıl yaklaştığını izlemek gibi bir kahra dönüşmüştü. Gözlerine yuvalanan sarı renk her gün daha da koyulaşıyordu.. Sanki bir sonbahar yaprağı, sanki bir vedâ yaprağı konuyordu gözlerine…

Ve son görüşmelerimizden birinde kendisine Adnan İslamoğulları ile birlikte yaptığımız, “bir şekilde” hastaneden kaçırarak yurtdışına çıkarma teklifimizi de reddetmişti, “çekemem…” demişti… Bir kelime ile reddetmişti bunu, “çekemem…”.

Hakikaten hayatı bile “çekemeyecek” durumdaydı…

İsmail Şimşek kısa bir süre sonra Ankara Mevki Hastanesi Mahkûm koğuşunda muazzez ruhunu teslim etti…

Adnan İslâmoğulları’nın yıllar evvel yazdığı İsmail Şimşek’i anlatan “Bir Paket Kestane Şekeri…” başlıklı çok güzel ve ülkücü hareketin klasikleri arasında girmiş bir yazısı vardır. Yeni neslin muhakkak okuması gereken yazılardandır o yazı, bizi anlatır.. Nasıl acıyla yoğrulmuş bir hareket olduğumuzu…

İşte “Bir mevlid hikâyesi” bu yiğit ülküdaşımızın, İsmail Şimşek’in mevlidinin hikâyesidir.

Sivas Yurdu’nda kalıyorduk…

Lokumları, şekerleri, külâh yapacağımız kâğıtları aldık ve Sivas Yurdu’na geldik…

Bin tane küllâh yaptık…

12 Eylülden sonra ilk mevlid…

Kocatepe Câmii henüz inşâ hâlinde idi. Mevlid, şimdi mağaza olan ve câmi tamamlanıncaya kadar namazların kılındığı kısımda okutulacaktı…

Henüz ibâdete tamamıyle açılmamış olsa da sonuçta Mevlid Kocatepe Camii’nde idi, İsmail Şimşek ve bizim 12 Eylül zindanlarında ölen ülküdaşımıza adına okutuluyordu…

Bin sayısı bu yüzden bana çok az geldi…

En az iki-üç bin kişi gelir düşüncesindeydim…

Bu sebeple arkadaşlara tedbirli olmalarını tembih etmekten kendimi alamadım:

“Kesinlikle mevlidte vazifeli ve teşkilattan arkadaşlar dağıtılan şekerleri, lokumları almayacaklardı, gelenlere yetmeyebilirdi ve Allah korusun mahçûb olabilirdik…”

Bu hususta çok ciddi olarak endişe ediyordum. Mevzu bizim için o kadar mühim ve hayatîydi ki, mevlidle alâkalı hazırlıkları, şeker/lokum sayısına ve yetmeme ihtimâline kadar aldığımız tedbirleri rahmetli Gâlip Amca’ya da anlatmıştım. Anlattığımda o bu durumlarda çoğu zaman olduğu gibi kendine has üslubuyla tebessüm etmişti, gözlüklerinin üzerinden…

O ân bu tebessümün sebebini anlayamadım…

Mevlid günü geldi çattı. Biz şekerlerimizi, lokumlarımızı ve gül sularını alarak câmiye gittik…

Öğlen namazı kılındı, cemaat çıktı…

İşte o zaman Galip Amca’nın tebessümünün hikmetini anladım…

Mevlide yüz kişi bile gelmemişti…

Şekerlerimiz fazla fazla yetti katılanlara!!!

Fakat en azından biz mahçûp olmadık…

O günden sonra, nerede mangalda kül bırakmayan insan görsem aklıma hep o mevlid gelir…

Koskoca Ankara’da elli(50) haydi bilemediniz altmış(60) kişinin katıldığı bir ülkücü şehid mevlidiydi İsmail Şimşek’in ve ölen bütün ülküdaşlarımızın adına okuttuğumuz mevlidi.

Hareketin zaafları üzerinde not ettiğim en önemli olaylardan biridir bu:

“Kendi değerlerinin farkında olmama hâli…”

Sonra ki yıllarda hep aynı şekilde devam etti bu vefâsızlık…

Aslında duyarlı insanlardır ülkücüler, o gün, “bir arkadaşımız saldırıya uğradı koşun” deseydik inanın yüzlerce ülkücü gelirdi olay mahalline…

Ama mevlid’e gelmediler…

Barış dönemlerde çok fazla savrulmamızın nedenlerinden biri de bu ruh hâlimiz olabilir mi?

Ne dersiniz?

Not : mezarı yozgat a giderken Yerköye çok yakın buruncuk köyünde ....
tarikhaber
1 ay önce
Teşkilat dizisine Albay Nazım olarak dahil olması beklenilen Hazım Körmükçü, Kadroya girmeden https://tarikhaber.com/hab...
Bozkurt mahir
1 ay önce
🏵️HİNDİSTÂN'DA GEÇMİŞ TÜRK-İSLAM DEVLETLERİ
(Prof. Dr. Ramazan Ayvallı
ramazan.ayvalli@tg.com.tr-29 Nisan 2025)
✅TÜRK-İSLAM DEVLETLERİ
▶️1- Âdilşâhlar (Bicapur Devleti)
Hindistân’da Bicapur Devleti hükümdârlık âilesidir. Hânedânın ve devletin kurucusu olan Yûsuf Âdil, Behmenîlerin hâssa askerlerinden idi. ☑️İkinci Muhammed Şâhın takdîrini kazanarak yükseldi. Muhammed Şâhın vefâtından sonra, taht kavgalarından faydalanarak Bicapur’un idâresini eline geçirdi. Âilesiyle Bicapur’a gidip, 1490 (H. 896) senesinde Şâh unvânını aldı ve bağımsızlığını ilân etti...
☑️1504 senesinde Yûsuf Âdilşâh, Şîîliği, devletinin siyâsetine esâs olarak kabûl edince, ülkede ayaklanmalar başgösterdi. 1516 senesinde vefât edince, yerine onüç yaşındaki oğlu İsmâîl Âdilşâh geçti. Fakat vefâtından önce Kemâl Hânı oğluna vasî tâyin ettiği için, bir süre devleti Kemâl Hân idâre etti.
☑️Kemâl Hân, Cuma hutbesini dört hak mezhepten biri olan Hanefi mezhebine uygun olarak okuttu. Ehl-i Sünnet itikâdına uymayı devletin resmî siyâseti olarak kabûl etti...
☑️1579’da Ali Âdilşâh’ın yerine hükümdâr olan İkinci İbrâhîm Âdilşâh’ın dönemi, Bicapur Devleti'nin en parlak yılları oldu. İbrâhîm Şâh, Hindistân'ın en büyük İslâm Devleti olan Gürgâniye Hânedânlığı ile iyi münâsebetler kurdu... Hindistân’ın Dekken bölgesinde Bicapur’a iki yüz yıla yakın hâkim olan Âdilşâhlar, bölgede Türk hâkimiyetini kurdular.

▶️2- Bâbür İmparatorluğu
Hindistân’da kurulan Türk-İslâm devletlerinin en büyüklerindendir. Timur’un beşinci torunu Bâbür tarafından 1526’da kurulmuştur.
☑️1483’te Fergana’da dünyâya gelen Bâbür, 1494’te babası Ömer Şeyh Mirzâ’nın ölümü üzerine Fergana hükümdârı oldu. 1504’te Kâbil’i, daha sonra Kandehâr’ı alarak orada yerleşti.
☑️1508 Eylül’ünde ilk defa Hindistân’a akın yaptı. Üç ay süren bu akında, ülkeyi tanıdı ve pekçok ganîmet elde etti. Kasım 1519’da Hayber’i geçerek Hindistân’a girdi. Peşâver yakınlarına geldi. Beş defa Pencap’a sefer yaptı.
Bu seferler neticesinde, Kuzey Hindistân’ı fethetti.
☑️Kasım 1525’te Hindistân’ı fethetmek üzere Kâbil’den hareket etti. 21 Mayıs 1526’da Pânipat Meydân Muhârebesinde İbrâhîm Lûdî’nin büyük ordusunu yok etti. Böylece Hindistân Türk İmparatorluğu tâcı, Bâbür’e geçmiş oldu. Aralık 1526’da dünyânın en büyük şehirleri arasında olan Delhi, Agra ve Hanpur fethedildi. Bâbür şâh, Agra’yı başkent yaptı.

▶️3- Behmenîler
Hindistân’ın Dekken bölgesinde kurulan Müslümân-Türk Hânedânlığıdır.
☑️Tuğluk-Türk sultânlarından Muhammed bin Tuğluk zamanında çıkan iç karışıklıklarda, Alâeddin Hasan Behmen Şâh, Dekken bölgesinde bağımsızlığını ilân etti ve Gülberge şehrini pâyitaht yaptı. Elinde bulunan toprakları; dört vilâyete böldü. Bağımsızlığını ilân etmesine yardımcı olan beyleri bu vilâyetlere vâlî tâyin etti.
☑️Alâeddin Hasan’ın saltanatı, Hindulara karşı seferlerle geçti. Devleti, Mısır’daki Halîfe tarafından tanındı. 1358 senesinde Gucerat’a karşı yaptığı seferde hastalanıp vefât etti. Yerine oğlu Muhammed geçti. Muhammed Şâhın ilk işi, devlet ve ordu teşkilâtını kurmak oldu.

▶️4- Cavnpûr Şarkî Devleti:
Hindistân’ın Cavnpûr bölgesinde 1394 senesinde Melik Server adında bir bey tarafından kurulan bir devlettir.
☑️Tuğluk Sultânı Mahmûd, Delhî’nin doğusunda ayaklanan Hindûlara karşı Melik Server’i gönderdi. Bölgede sükûneti sağlayan Melik Server, "Sultanüş-Şark" ünvânıyla Cavnpûr’da bağımsızlığını ilân etti. Kısa zamanda topraklarını genişletti.
☑️Tîmûr Hânın Hindistân Seferi sırasında tarafsız kaldı. Fakat o sene vefât etti (1399). Yerine evlâtlığı Melik Karanfil geçti. Melik Karanfil, "Mübârek Şâh" ünvânını alarak kendi adına hutbe okuttu ve para bastırdı.

▶️5- Delhî Türk Sultânlığı:
Hindistân’daki Müslümân Gûrlu Devletinin komutanlarından Kutbeddîn Aybeg tarafından Delhi’de kurulan Türk devletidir. Bu devlete; Muizzîler, Halacîler, Tuğluklar ve Seyyidler olmak üzere dört Türk sülâlesi birbiri arkasından hâkim oldular.
☑️İslâmiyet, Aşağı İndüs vâdisine ilk olarak Emevîler devrinde girmişti. Sonraları, Hindistân içlerine Müslümân askerî kuvvetlerini ilk getiren Gazneli hükümdârlarıydı. Gazneliler, Pencab bölgesini ele geçirerek, burayı Hindistân’daki dâimî merkezleri yaptılar. Lahor merkez olmuştu.
☑️Gaznelilerin yerini alan Gûrlular için Pencab, Hindistân’ın fethi için önemli bir merkezdi. Gûrlu Hânedânından, 1173 senesinden sonra Gazne’de hükümdâr olan Şihâbüddîn (Muizzüddîn) Muhammed, Ganj Ovasında hâkimiyetini genişletti. Muînüddîn Çeştî hazretlerinden aldığı işâretle, Ecmir’i fethetti. Emrindeki Türk asıllı kumandânlarından Kutbeddîn Aybeg’i bütün Hindistân’ın fethiyle vazîfelendirdi.
☑️Hindistân’da İslâmiyetin yayılmasında önemli rol oynayan Muizzüddîn, 1206 senesinde ölünce, Lahor’a giden Kutbeddîn Aybeg, sultânlık teklîfini kabûl etti. Kuzey Hindistân’a hâkim olup, Delhi Türk Devletinin temelini attı.

▶️6- Fârûkîler (Handeş Devleti):
Hindistân’da Gucerât bölgesinin batısındaki Handeş ülkesinde 1399-1601 yılları arasında iki yüz yıl hüküm süren bir hânedândır.
☑️Devletin kurucuları, kendilerinin ikinci İslâm Halîfesi Hazret-i Ömerül-Fârûk’un torunları olduklarını söyledikleri için “Fârûkîler” denilmektedir.
☑️Hânedânın kurucusu Melik Râcî, önceleri Behmenîlerin hizmetinde bulunuyordu. Daha sonra Dehli Sultânı Üçüncü Fîrûz Şâhın hizmetine girdi ve onun tarafından kuzey Dekken’de Handeş bölgesine vâli tâyin edildi. Tuğlukîlerin çöküş yıllarında ise istiklâlini îlân etti.
☑️Melik Râcî’nin ölümü üzerine yerine geçen oğlu Nâsır Hân, Hinduların elinde bulunan Asirgarh şehrini zabtetti. Daha sonra buranın yakınında Burhânpur adı ile yeni bir şehir kurdu ve devlet merkezini de buraya taşıdı.
☑️1437’de Behmenîlerin istilâsına uğrayan Handeş Devleti, birinci Âdil Han ve Birinci Mübârek Han devirlerinde de, Gücerât Sultanlığının nüfûzu altına girdi. İkinci Âdil Hân (1457-1503) döneminde Fârûkîler, en parlak devirlerini yaşadılar.
📌 Derleyen: Sefer EREN
İŞTE BÖYLE. HER YERDE TÜRK İZLERİ VAR. BU İZLERE ULAŞMAK LAZIM. AMA BU GİDİŞATLA ZOR GİBİ. İNŞALLAH OLUR...
Bozkurt mahir
2 ay önce
ŞEHİR MUHAFIZI : SUBAŞI

Türk devletlerinde ordu kumandanı, Osmanlılar’da şehirlerin güvenliğini sağlayan görevli.

Osmanlılar’dan önceki Türk devletlerinde kelime sü-başı (سو باشى) olarak geçer. Osmanlılar ilk zamanlarda aynı imlâyı korumuşlarsa da XVI. yüzyılın başlarından itibaren imlâ subaşı (صو باشى) şeklinde değişmiştir. Sü veya su Eski Türkçe’de “asker, ordu” anlamına gelir. Kelime Orhon yazıtlarında geçer. Oğuz kabileleri tarafından bazan “sü begi” şeklinde unvan olarak kullanılırdı. Karahanlılar’da orduyu sevk ve idare işine “sü başlamak” (Dîvânü lugāti’t-Türk Tercümesi, III, 292) denilirdi ki “kumandan” mânasındaki subaşı tabiri buradan gelmektedir. Aynı şekilde Kutadgu Bilig’de yer alan “sübaşlar er, sübaşlar kişi” ve “sübaşçısı” gibi tabirler de (I, 241, 242) “subaşı” anlamında kullanılmıştır. Yûsuf Has Hâcib subaşı tayin edilecek kişinin seçkin, sert tabiatlı, tecrübeli, cesur, cömert, iyi nişancı, alçak gönüllü, haysiyetli, tedbirli, hile ve taktiklere başvurabilen ve siyasî zekâya sahip biri olması gerektiğini vurgular (Kutadgu Bilig, I, 242, 243-244, 245-249). Karahanlılar, Gazneliler ve Selçuklular’da kumandanlar “sâhibü’l-ceyş” ve “sipehsâlâr” gibi Arapça, Farsça unvanların yanında subaşı unvanını da taşırlardı. Gazneliler, kuruluş yıllarında mücadele ettikleri Selçuklular’a karşı büyük orduların başında ünlü hâciblerini subaşı tayin etmişlerdi. Selçuklular’ın atası Selçuk Bey de bir subaşı idi. Anadolu Selçukluları’nda subaşılar seçkin görevliler arasında yer alırdı. Bir şehrin fethinden sonra hem valilikle hem şehri savunmakla görevli olur, bu tayin bir menşurla gerçekleşirdi. Kaynaklara göre subaşının ayırt edici nitelikleri adaletli ve örfe riayetkâr, kalem ve kılıç, ilim ve hikmet sahibi olmaktı. Başşehir subaşılığı memleket ve saltanatın en yüksek mertebesi olarak kabul edilirdi. Kayseri, Sivas, Harput, Develi-Karahisar, Niksar, Malatya, Erzincan, Lâdik ve Honas gibi önemli askerî merkezler ve taşradaki iktâ sahipleriyle göçebe kabileler subaşının kumandasındaydı. Bunların arasında Kayseri subaşısı önde gelirdi. Subaşılar bazan elçilik görevi de üstlenebilirdi. Ayrıca bunlara iktâ tahsis edilirdi. Bu durumda zamanla subaşı ile zaîm aynı anlamı ifade eder hale geldi. Bunlar zeâmet gelirlerini toplarken kendilerine asesbaşı ve asesler yardım ederdi. Anadolu Selçukluları zamanında sancaklara sancak subaşısı, kazalara toprak subaşısı ve köylere köy subaşısı tayin edilirdi. Subaşılar sefer ilânında emirleri altındaki kuvvetlerle orduya katılırdı. Subaşılık müessesesi Anadolu beyliklerinde de görülür. Nitekim Aydınoğulları Beyliği’ni kuran Aydınoğlu Mehmed Bey bir subaşı idi. Karakoyunlu ve Akkoyunlu devletlerinde subaşıların yeri kadıdan sonra gelir ve idarî görevleri de bulunurdu.

Subaşı Osmanlılar’ın ilk devirlerinde şehir muhafızı konumundaydı. Bir şehrin fethinden sonra kadı ve dizdar tayin edilirken subaşı da görevlendirilirdi. Bu tayinler fethin tescili olarak düşünülürdü. İlk dönem kaynakları bu tayinler gerçekleştikten sonra, “Tamam memleket fetholundu” ifadesini kullanırlar. Fâtih Sultan Mehmed devrinde subaşılık eski etkinliğini kaybetmeye başladı, ancak görev alanları daha basitleştirilip genişletildi. Bunda Bizans kurumlarının etkisinin olduğu iddia edilir. Osmanlılar’da subaşının görev ve yetkileri kanunnâme ve yasaknâmelerle tayin edilmiştir. Subaşının adı sancak beyi ve kadıdan sonra anılmaktadır. Mahallî konularda, kanun ve nizamların uygulanmasında söz sahibidir, ehl-i örf taifesindendir. Subaşı önce suçluyu arayıp bulur, adalet huzuruna götürür, gerektiği durumlarda teftiş görevini de yerine getirirdi. 1487’de düzenlenen Hudâvendigâr Livâsı Kanunnâmesi’nden subaşı görevlerine yeni bir düzenleme getirildiği anlaşılmaktadır. Buna göre subaşılar daha ziyade asayiş işlerine yönlendirilmiştir. Beylerbeyi veya sancak beyine bağlı olan konar göçer yörük taifesinden vergi tahsiliyle görevli subaşıların yetkileri de sınırlandırılmıştır. Reâyâdan zorla yiyecek almaları, odun talep etmeleri ve angarya yasaklanmıştır. Buna karşılık subaşılar serbest timar sahibi olduklarından sancak beyinin malî kontrolüne tâbi değildir. Timar sahipliği dolayısıyla subaşılar için zaîm tabiri de kullanılmaktadır. Bursa ve Edirne subaşılarının itibarı yüksek olup bunların İstanbul subaşısı tayin edilme şansları kuvvetliydi. Bu tayin sadrazamın yetkisindeydi. Taşradaki subaşılar ise beylerbeyi veya sancak beyleri tarafından tayin edilirdi.

Taşrada görevli subaşılar inzibat işleri yanında ticaret işlerine de karışabiliyordu. Saray için yapılan mübâyaada görev alırlardı. Ayrıca taşrada bulunan konar göçer grupların subaşıları vardı. Bu gruplar onların nezâretinde kale ve köprü inşaatında çalışırdı. Subaşılar devşirme tesbitinde bulunur, bunların defterini tutardı. Kapıkulu süvarileri camiasından ulûfeciyân-ı yemîn, ulûfeciyân-ı yesâr bölüklerinden yedi kişi subaşı adı altında bölük subaşılığına ayrılırdı. Bunlardan dördü sağ ulûfecilerden, üçü sol ulûfecilerden olurdu. Mal ve para tahsili bu subaşılar tarafından yapılırdı. Subaşı gelirleri kanunnâmelerde gösterilmiştir. Timar subaşılarına dirlik olarak timar verildiği gibi mîrî subaşılara ticarî hayattan gelirler ve paylar tahsis edilmiştir. Yavuz Sultan Selim devrinde düzenlenen kanuna göre sancak beyi hassı köylerinin serbest rüsûmundan ve serbest olmayan timarın ağnam resminden haklar ayrılmıştır. Timar sahibi subaşılar cebelü getirmeye mecburdu.

XVII. yüzyılın ikinci yarısında düzenlenen kapıkulu kanunnâmesine göre İstanbul subaşısının ve asesbaşının en önemli görevi hazineyi ve sancak-ı şerifi beklemekti. Bunlar Paşakapısı’ndan hareket eden ve livâ-i şerifi taşıyan alayın önünde yürürlerdi. Subaşılar ayrıca cülûs ve kılıç kuşanma törenlerinde, elçi kabullerinde, düğünlerde, bayramlaşma törenlerinde ve padişahın bayram namazına katılışında protokole dahildi. Subaşı, ordunun sefere hareketinden önce alay köşkü önünde yapılan törende de bulunurdu. Elçilerin İstanbul’a gelişinde düzenlenen törende, itimatnâmesini takdim etmek üzere Paşakapısı’na gelişinde asesbaşı ve aseslerle yer alırdı. Bu törenlere silâhlı ve tüfekli olarak katılan subaşılar asesbaşı, ihtisap ağası ve mimarbaşıyla birlikte İstanbul kadısının emrindeydi. Şehrin iâşesinin sağlanması, kalpazanlık takibi, kılık kıyafet, meyhâneler, tütün içme, ilâç imali, tabip ve cerrahların teftişi subaşıların görevlerindendi. Diğer görevleri ise hayvanlara fazla yük yüklenmemesi, kayıkçılık nizamı, narh, ayakkabıların nizama göre imali, dilenciliğin meni ve tüfek teftişi, mukātaaya verilmiş padişah haslarının denetlenmesi, gümrüklerin teftişi, mum imalâtı ve dellâllık nizamı idi. Kaldırımların tamiriyle yıkılmaya yüz tutmuş binaların tesbiti, 1572’de alınan bir karara göre de yangına karşı her eve bir merdiven ve su dolu bir fıçı bulundurma mecburiyetinin teftişi subaşıya verilmişti. Diğer taraftan subaşılar zindan (Baba Câfer Zindanı) ve tomruk nizamından da sorumlu idi. Şehrin temizliğiyle ilgili mezbele subaşısı da bulunurdu. Aslında subaşılar bu işi arayıcı denilen esnafa havale ederlerdi. Asayişle ilgili subaşıların görev başında bulunmasına “kol gezmek” denirdi. Subaşılar 1826’da düzenlenen İhtisap Ağalığı Nizamnâmesi gereğince İstanbul ihtisabında da görev almıştır. Islahat Fermanı ile başlayan Osmanlı kurumlarının modernleştirilmesi sürecinde emniyet teşkilâtında da yenilikler yapılmış, taşradaki subaşılık teşkilâtını tedrîcen lağvetme girişimleri başlamıştır. Bunda son zamanlarda subaşıların çeşitli suistimallerde bulunmasının sebep olduğu söylenebilir. XX. yüzyıl başlarında İstanbul’da çeşitli görevler üstlenmiş olan subaşı teşkilâtının ortadan kalktığı anlaşılmaktadır.

Müellif: MÜCTEBA İLGÜREL
https://islamansiklopedisi...
BOZKURTBEY
2 ay önce
Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) Aksakallar Konseyi, 17. toplantısını Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde düzenleme kararı aldı..
Bozkurt mahir
2 ay önce
Putin Erdoğan’dan intikam aldı

Türkiye “kardeş ülkeler” olarak işbirliği içinde olan ülkelerle, “Türk Devletleri Teşkilatı” kurmuştu.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Türkiye’yi yönetecek siyasilere şu talimatı vermişti:
“Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur; komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bu günden kestiremez.

Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalabilir.

İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir…

Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız.

Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir.

Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır. Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür… İnanç bir köprüdür… Tarih bir köprüdür…

Önce bir anımsatma yapayım.

Putin ve Katar Emiri Şeyh Temim ile Moskova’da bir araya geldi.

Şeyh Temim dedi ki;
“Suriye’nin yeni lideri (El Şara- OU) Moskova ile karşılıklı saygıya dayalı bir ilişki kurmaya istekli.)

Putin dedi ki;
“Orada siyasi, güvenlik ve tamamen ekonomik olmak üzere pek çok sorun var,”

Soru şu;
Düne kadar neredeyse her ay Erdoğan ile konuşan Putin, Suriye konusunu neden Katar Emiri ile konuştu?

Türkiye’yi ve Erdoğan’ı neden dışladı?

İşte şimdi 5 Türki Cumhuriyetinin Kıbrıs Rum kesimini resmen tanıyarak büyükelçilik açma kararlarını irdeleyelim.

Birincisi;
Amerika destekli İsrail’in Suriye Devlet Başkanı Esad’ı devirmek için göreve destek verdiği HTŞ lideri terörist başı El Şara’nın Erdoğan tarafından da desteklenmesidir.

İkincisi;
Türkiye’nin El Şara’nın devlet başkanlığını Amerika ve İsrail’den sonra kabul eden ilk ülke olmasıdır.

Üçüncüsü;
Erdoğan’ın bu projeyi üstlenerek Esad’ı devirmenin siyasi zaferini üstlenmesidir.

Bu noktada şunları da anımsatayım;

Erdoğan, Putin ile 24 Kasım 2024’te telefonla görüştü.

27 Kasım 2024'te Ahmet el Şara önderliğinde HTŞ ve muhalif güçler Şam’a saldırıya geçti.

El Şara 8 Aralık'ta Şam'a girdi, Esad, Moskova'ya kaçtı.

Erdoğan, Putin ile en son 3 Aralık 2024’te telefonda görüştü.

O gün bugün görüşmediler.

El Şara’nın Esad’ı devirmesi zaferini Erdoğan üstlendi.

Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni bugüne kadar tanımadılar.

Büyükelçiliklerini açarak Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ni tek meşru devlet olarak kabul ettiler.

Daha net tavır koyarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ni tanımayacaklarını ilan ettiler.

Erdoğan, ne yapacağını bilmiyor, susup bekliyor,

Türkiye’nin dış politika açısından resmen çok büyük bir skandal.

Peki, Türk Cumhuriyetleri Putin’den habersiz hatta onaysız böyle bir karar alabilirler miydi?

Elbette alamazlardı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan, MHP genel başkanı Devlet Bahçeli’den tek bir kelime tepki yok.

Bu gelişmelerden sonra 5 Türki devletin Kıbrıs politikasının arkasında Putin olduğunu vurgulayarak diyorum ki;

Putin, Erdoğan’dan intikam aldı
Avrupa Birliğinden para almışlar, falan filan geçin bunları gerçeği görün.

Merhum 2. Cumhurbaşkanımız İsmet İnönü der ki;

“Büyük devletlerle ilişki kurmak, ayı ile yatağa girmeye benzer. Uyurken bile gözün açık olacak…”
Uyan Erdoğan uyan…

Uyan muhalefet uyan…

Orhan UĞUROĞLU
Yeniçağ Gazetesi
20 Nisan 2025
Bozkurt mahir
2 ay önce
47 yıl önce 15 Nisan 1978

Sayıları milyona varan,

Başbuğları bir, Ülküleri bir, Teşkilatları bir

dünyanın en büyük sivil hareketi Ülkücüler ''Tandoğan büyük yürüyüşü'nde'

''Bugünleri sormayın dostlar''..

Barış Murat Erdoğan
BOZKURTBEY
2 ay önce
Kıbrıs'ta, Türk Mukavemet Teşkilatı'nın bu anıtında Bozkurt fügürü yer almaktadır... 🤘 🐺🤘
Bozkurt mahir
2 ay önce
"BÜYÜK YÜRÜYÜŞ"
Tandoğan meydanı 15 Nisan 1978

Yarım asırlık bir yürüyüş bu..
Geçmişinde hüzün de var sevinç de.
Bazen coşkulu bir şölen gecesinde birlikte olduk,
bazen ise haksızlıklara isyan mitinginde.
Bazen başarılarla sevindik,
bazen bir Ülküdaşımızı son yolculuğuna uğurlarken musalla taşının yanında,ya da bir tabutun altında göz yaşı döktük.
Bazen ocaklarda sohbet ederken yudumladık demli çaylarımızı,
bazen zindanlarda demlenmeye fırsat bulamamış çaylarla muhabbet kurduk.
Hep dost olduk,
Gönüldaş olduk,
Ülküdaş olduk..
Ekmeğimizi paylaştık,
Kaderimizi paylaştık,
Hücreleri paylaştık.
En büyük sermayemiz sevgi oldu.
Ülküdaşlık ruhu içinde Ülkücüyü ve Ülkücülüğü sevdik.
Bedel istendiğinde bedel ödedik.
Can istendiğinde can verdik.
Ama asla birbirimizi sevmekten,
Ülkü Ocaklarında dava adamı olmaktan,
Milliyetçi Hareket Partisinde davaya hizmet adamı
olmaktan.
Vazgeçmedik.
..
15 Nisan 1978 Büyük yürüyüşe mensubu olduğum Cevizli Ülkücü İşçiler derneği Başkanımız Ülkücü Şehit Kemal Güçlü ve Maltepe TEKEL Çalışanı ülküdaşlarımızla birlikte katılmıştım .
MHP İstanbul il teşkilat başkanımız Faik İçmeli başkanımızı ogün Miting alanında Başbuğumuzun elini öptükten sonra üzerinde Asteymen üniforması içinde askere uğurlamıştık.
..
Resimde büyük yürüyüşte Tandoğan meydanına yürüyen Asenalarımızı görüyorsunuz .elinde çantası ve uzun mantosu ile yürüyen Doğu Türkistanlı Cürümüm Kadriye Oğuz başında başörtülü olan ise Cennetmekan ülkücü şehidimiz Süleyman Özmen'in annesi Emine Özmen Annemizdir. Siyah resimde ise ortada önde takım elbiseli bendeniz .47 öncemizden Selam olsun günümüzün çocuklarına .
Selam olsun şanlı mazimize.
BOZKURTBEY
2 ay önce
Kahraman Türk Polis Teşkilatı'nın 180. kuruluş yılında, güven ve huzur için özveriyle çalışan ve bu uğurda gerektiğinde canlarını seve seve feda etmekten kaçınmayan kahraman polislerimize minnettarız. İyi ki varsınız!👮‍♂️
tarikhaber
2 ay önce
ayrılacak TEŞKİLAT, dizisinde Tufan Karakteriyle bu Sezon Diziye dahil olan Oyuncu Murat Aygen Projeye https://tarikhaber.com/hab...
İshak K..
3 ay önce
Aybüke Pusat kendisine yazık etti

#Teşkilat

Hiçbirşey Bulunamadı!

Üzgünüz, ancak {{search_query}} arama sorgunuz için veritabanımızda hiçbir şey bulamadık. Lütfen başka anahtar kelimeler yazarak tekrar deneyin.