1994 yılının ortalarıydı. Ortaokul sıralarında, bilgisayar sınıfının kapısından içeri girdiğimde hayatımda yeni bir sayfa açılacağından habersizdim. O yıllarda evlerde bilgisayar henüz lüks sayılıyordu. İnternetten bahseden çok az insan vardı. Bizim için teknoloji, kaset çalar, disket ve büyük tüplü televizyonlardan ibaretti. Ama o gün, önümde duran ekran ve klavyeyle tanıştığımda farklı bir dünyanın kapısı aralandı.

Bilgisayar açmak için bugünkü gibi tek tuş yetmiyordu. Komut satırında C:// yazıp ardından dir ve enter yapmak gerekiyordu. Siyah ekran üzerinde beyaz harflerin yanıp sönmesi bile insana büyülü geliyordu. Disketleri takıp çıkarırken sanki başka bir evrene yolculuk yapıyormuşum gibi hissediyordum. Her bir disketin içindeki birkaç kilobaytlık bilgi, bana koca bir kütüphane gibi geliyordu.

Bir gün fen bilgisi öğretmenime gidip, “Hocam, dönem ödevimi bilgisayarda yazmak istiyorum,” dedim. O an gözlerindeki şaşkınlığı hiç unutmam. Çünkü o yıllarda ödevler ya deftere yazılır ya da en fazla daktiloda basılırdı. Benim isteğimse yeni bir çağa küçük bir adım atmaktı. Öğretmenim kabul ettiğinde içimde tarifsiz bir sevinç olmuştu.

Evimizde bilgisayar yoktu. O yüzden okulun bilgisayar sınıfına her gidişim benim için ayrı bir serüvendi. Klavyeye dokundukça harflerin ekranda belirmesi, cümlelerin satır satır oluşması bana mucize gibi geliyordu. Windows’un yeni yeni yaygınlaştığı, “Başlat” menüsünün bile insanlara tuhaf geldiği o dönemde, kendi ödevimi bilgisayarda yazıyor olmam, sanki geleceğe selam göndermek gibiydi.

O gün yazdığım o dönem ödevi belki basit bir fen bilgisi çalışmasıydı ama benim için çok daha fazlasını ifade ediyordu. Teknolojiyle kurduğum ilk bağ, bir ödevin satır aralarında gizlenmişti. Devamı belki sonra #bitig